Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Sadece Sahih Hadislere Bakarak Amel Etmek Uygun mudur?

mszgn Çevrimdışı

mszgn

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Selamun aleykum,

Sahih hadislere göre hayatı şekillendirmek isteyen birisi Sahih Buhari ve Sahih Müslim'a bakarak değiştirebilir mi ? ek kaynaklara bakmak gerekir mi hocaların alimlerin görüşleri vs..

mesela namaz sünnetleri konusunda buhari,muslim,kutubi sitte, fethul bari kurcaladım hepsi farklı farklı diyor. hangisinin daha sahih olduğu hangisiyle amel edilebileceği vs.. bu konularda nasıl bir yol izlemek gerekir?
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
msezgin;297338' Alıntı:
Selamun aleykum,
Sahih hadislere göre hayatı şekillendirmek isteyen birisi Sahih Buhari ve Sahih Müslim'a bakarak değiştirebilir mi ? ek kaynaklara bakmak gerekir mi hocaların alimlerin görüşleri vs..
mesela namaz sünnetleri konusunda buhari,muslim,kutubi sitte, fethul bari kurcaladım hepsi farklı farklı diyor. hangisinin daha sahih olduğu hangisiyle amel edilebileceği vs.. bu konularda nasıl bir yol izlemek gerekir?

Aleykum selam we rahmetullah ;
"Eğer bilmiyorsanız ilim ehlinden sorun." (Enbiya 7)

Allahrasulu Muhammed (s.a.v.), ummetini iki kaynak emanet bırakmıştır ki, bunlar Kur'an ve sahih hadis/sunnettir. İlmi bir eğitim almamış (özellikle usul-u hadis, akaid, arabca dili) bir musluman, Kur'an ve Hadisin salt metnine bakarak hüküm çıkararak amel etmeye çalışması uygun olmayan bir davranıştır.
Rasûlullah (s.a.v.)in nubuvetten sonra yirmi üç yıllık konuşmaları ve olaylara tepkileri, örnekliğini oluşturduğu eğitimi olarak bize ulaştırılan kültürün bütününü aktaran hadisler, bizim açımızdan bir dindir. Dinin ayrıntılarını bu hadislerden öğrenmekteyiz. Zira Kur’anın tamamında, bir Müslüman için yeterli olacak düzeyde ayrıntı ve izah getirmemiş, izah ve ayrıntıya Peygamber aleyhisselama, yani onun hadislerine bırakmıştır. Müslüman olarak hadisleri sahiblenmemiz bir anlamda Kur’an’ın anlaşılmasını, uygulanmasını kolaylaştırma demektir. Hadisler olmadan ele alınan bir Kur’an, onu ele alanın beynine göre şekillendirilmiş Kur’an’dır. Çünkü hadisler, Allah Teâlâ’nın ‘açıklayıcı’ kimliği ile gönderdiği peygamberinin açıklamalarından oluşmaktadır. Eğer bir hadis bize, sorunsuz bir şekilde ulaşmış ise teslim olmamız, Müslüman ismini hak etmemizin adeta bir şartıdır. Peygamber aleyhisselama iman edip, onun sözlerini sıradan bir insan sözü yerine koymanın Müslüman olmakla bir arada tutulamayacak bir sorun olacağını anlamak zor değildir.

Tâbi ki İmam Şafiî ve İmam Ebu Hanife (rahimehullah) "Sahih hadis varsa benim mezhebim odur" dediğini bildiğimiz gibi, bu sözlerinden kasıtlarının «Hadîs, amel edilmeğe elverişli olursa, benim mezhebim odur.» demektir. Yoksa bu söz, bedîhi ve musellem olarak, bunun; nassları , nassların nâsih ve mensûhunu ve buna benzer meseleleri incelemeğe ehil olan kimseler için olduğunu ifade eder, yoksa câhillerin ve mağrur ilim taliblerinin bu zaruri sınırı aşmağa curet etmeleri câiz değildir.
Yine İmam Şafiî bir hadis rivayet eder ve “Bu sahih hadistir!” buyurur. Hadisi dinleyenlerden el-Humeydı (v. 219) “Ya imam! Siz de bu hadisteki gibi mi düşünüyorsunuz?” der.
Buna çok öfkelenen İmam-ı Şafii (rahimehullah) “Ey adam! Sen beni hiç kiliseden veya havradan çıkarken gördün mü? Sen hiç benim belimde Hristiyan zunnarı gördün mü ki böyle konuşuyorsun? Rasulullah'tan bir hadis rivayet edeceğim ve ben aynı görüşte olmayacağım ha?! O zaman beni hangi yer taşır ve hangi gök altında barındırır?” diye sert bir cevab
(Hilyetu'l-Evliya, 9:106) vermiş olsa da, bu durum ilme vâkıf âlimler için geçerlidir.
«Sahih hadis varsa, benim mezhebim odur.» sözüyle ilgili birinci şüphenin cevâbında mevcuddur. Aynı şekilde burada da deriz ki: Hadîsin sahih olması, onunla amel edebilmek için yeterlidir, sözünün mânâsı, hadîsin amel edilmeğe elverişli olması bunun için kâfidir, demektir.
Hadîsin amel edilmeğe elverişli olması ise ancak, onun metin ve senediyle ilgili pek çok şartı hâiz olmasından sonra mümkündür. Bu şartların bir kısmı hadîs ilmiyle ilgili, bir kısmı da usûl ilmiyle ilgilidir. Hadîsin senedindeki râvîlerin tedkîki, bazılarının zannettiği gibi, öyle Takrîbu’t-Tehzîb’e bakmakla halledilebilecek bir iş değildir. Bu ancak, hadîs ve hadîs ilimleriyle, usûl ve furû’da mütebahhir olan imamların üstesinden gelebileceği büyük bir iştir.

Hadîsin amel edilmeğe elverişli olması ise ancak, onun metin ve senediyle ilgili pek çok şartı hâiz olmasından sonra mümkündür. Bu şartların bir kısmı hadîs ilmiyle ilgili, bir kısmı da usûl ilmiyle ilgilidir. Hadîsin senedindeki râvîlerin tedkîki, bazılarının zannettiği gibi, öyle Takrîbu’t-Tehzîb’e bakmakla halledilebilecek bir iş değildir. Bu ancak, hadîs ve hadîs ilimleriyle, usûl ve furû’da mutebahhir olan imamların üstesinden gelebileceği büyük bir iştir.
Îmam, Hâfız İbn Abdilberr (368 - 463) Câmiu Beyâni’l-ilm, 11, 130’da, senediyle Kâdı, Muctehid İbn Ebî Leylâ (v. 148) dan şöyle rivayet eder: «Bir kimse (hadîslerin) bir kısmını alıp, diğerlerini terketme (ehliyetine sâhib olma)dıkça, hadîs fıkhına sâhib olamaz.»
İmam, Hâfız İbn Hıbbân (v. 354) da, el-Meçrûhin adlı eserinin mukaddimesinde (I, 42) îmam Abdullah b. Vehb, (v. 197) den senediyle şunu nakleder: «Üçyüz altmış âlimle görüştüm, Mâlik (95 -179) ile el-Leys (94 - 175) olmasa ilimde yolumu şaşırırdım.»
Sonra yine ondan şöyle rivayet etmiştir: «İlimde dört kişiye tâbî olduk: İkisi Mısır’da, ikisi Medine’de. el-Leys b. Sa’d ve Amr b. el-Hâris (91 -147) Mısırda; Mâlik ve el-Mâcişûn (v. 164) Medine’de! Bunlar olmasaydı biz dalâlete düşerdik.»
Kâdî İyâd’ın Tertibu’l-Medârik, II, 427’deki rivayeti ise şöyledir:
«İbn Vehb (v. 197) «Allah beni Mâlik (95-179) ve el-Leys (195-175) sayesinde kurtarmasaydı, ben yolumu şaşırırdım.» demiştir.
Ona, «Bu nasıl olur?» denildi,
cevâben; «Birçok hadis topladım ve hangisiyle amel edeceğimi şaşırdım. Onları Mâlik'e ve el-Leys’e arzediyordum, onlar da bana «Bunu al, bunu bırak» diyorlardı.»

İşte İbn Vehb, 34. sayfada geçen «Hadîs, âlimler hâriç insanların dalâlete düşmelerine sebeb olur.» sözünü bunun için söylemiştir. Yine aynı sebeble İmam Mâlik, kızkardeşinin oğulları Ebubekr b. ebi Uveys (v. 202) ve İsmail b. ebı Uveys (v. 226) e şu vasiyette bulunmuştur: «Görüyorum ki bu ilmi — hadîs toplayıp, rivâyetleri işitmeyi — seviyor ve taleb ediyorsunuz.»
Onlar «Evet» dediler.
İmam Mâlik de: «Eğer hadîsten istifâde edip, Allah'ın sizinle başkalarını da faydalandırmasını istiyorsanız, hadîsleri azaltıp, onların fıkhını öğrenmeğe bakın.» dedi.
(el-Hatîb, el-Fakîh ve’l-Mutefakkîh, II, 28’de, bunu senediyle rivayet etmiştir.)

Yine senediyle, İmam el-Buhârî (194 - 256) nin meşhur hocalarından Ebû Nuaym el-Fadl b. Dukeyn (v. 218) in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Ebû Hanife (70 -150)’nin önde gelen talebelerinden Zufer (b. el-Huzeyl) (110 -158) 'e uğrardım, o elbisesine bürünmüş bir halde «Sen akıllı bir adamsın, gel de hadislerini elekten geçireyim» derdi, ben de işittiğim hadîsleri ona gösterirdim, o da «Bununla amel edilir, bununla edilmez; bu nâsihtir, bu da mensûhtur.» derdi.
Bu sebeble İmam Mâlik (95-179), kendilerinden hadîs aldığı kimseleri seçerdi. Seçerken kişinin sika ve makbûl olmasına bakardı. O, rivâyet ettiği hadisi anlayan dirayet ehlinden alabilmek için, onlar arasında seçme yapardı.
Kâdî İyâd, Tertîbu’l-Medârik, I, 124, 125’de şöyle demiştir:
«İbn Vehb (v. 197) der ki: «Mâlik, el-AIIâf b. Hâlid'e —rivayeti makbûl olanlardan idi— baktı ve «Duyduğuma göre siz bu adamdan hadis alıyormuşsunuz» dedi.
Ben : «Evet alıyoruz» dedim.
Mâlik, «Biz ancak fâkih olan (râvi)lardan hadis alırdık.» dedi.
Mâlik bu hususta, hocası İmam Rabîatu’r-Re’y (v. 136)’e uymuştur. el-Hatîb, el-Kifâye, s. 169’da MâIik’den, Rabîa’nın İbn Şihâb ez-Zuhrî (50-124)’ye şöyle dediğini nakleder: «...mademki sen Rasûlullahın hadîslerini rivayet ediyorsun, o halde hadîslerin mânâlarını kavramağa çalış!»
Mâlik ve Rabîa’dan önce, Kûfe’nin imamı ve fakihlerin şeyhi İbrahim en-Nahai (v. 95) aynı şeyleri söylemiştir.
Yine el-Hatib ondan şu rivayeti nakleder:
«Muğîra ed-Dabbi (v. 136) İbrahim’in meclisine geç gelir. İbrahim ona, «Ey Muğîra, niye geciktin?» der.
Muğîra : «Bir şeyh — yâni râvîlerden biri — geldi, biz de ondan hadis yazdık.» der.
İbrâhim: «Görüyorsun ki biz, hadîsleri ancak helâl ile haramı birbirinden ayırabilen kimselerden alıyoruz. Bakarsın râvî hadîsi rivayet ediyorken, farkında olmadan helâlı ile haramını birbirine karıştırıverir.» der.

el-Hatîb, el-Fakîh ve’l-Mutefakkih, II, 15 -19’da, İmam eş-Şâfiî (150 - 204)’nin ilminin vârisi İmam el-Muzenî (v. 264)’den uzun bir nakilde bulunur. Sonunda el-Muzenî şöyle demektedir; «Allah size rahmet etsin, topladığımız hadîslere iyi bakın ve ilmi fıkıh ehlinden arayın ki fakih olasınız,»
Bunlar, hadîslerle ilgili araştırma yanında, fakih imamlara başvurmanın zaruretiyle ilgili şeylerdir. Onların iddiâ, ettikleri gibi hadîsin sahih olması, onunla amel etmenin vâcib olması için yeterli değildir.
Kâdî İyâd şöyle demektedir: «Medine ehlinin ameline (tatbikatına) muracaat etmenin vâcib oluşu ve ekseriyete muhalif olsa bile, onlara göre bu tatbikâtın (amelin) huccet oluşu ile ilgili bâb: Ömer b. el-Hattâb’ın minberde şöyle dediği rivayet edilmiştir: ‘Billahi, amel edilegelenin hilâfına rivayette bulunanın benden çekeceği var.’
îbn el-Kâsım (v. 191) ve İbn Vehb (v. 197) şöyle demişlerdir: ‘Mâlik’in nazarında, amel’in (Medinelilerin tatbîkâtının) hadîsten daha üstün olduğunu gördüm.’ Mâlik (95 - 179) de söyle demiştir: 'Tâbiînden ilim ehli kimseler, hadîsleri rivayet ederler - sonra da başkalarının «Biz bunu bilmiyor değiliz, lâkin amel başka türlü süregelmiştir.» dediklerini duyarlardı.
Mâlik şöyle demiştir: ‘Muhammed b. Ebibekr b. Âmr b. Hazm (v. 191) ı gördüm, Kâdı idi. Kardeşi Abdullah (65 - 135) çok hadîs rivayet eden sadûk bir kimseydi. İşittim ki, Muhammed bir hüküm verdiği zaman, kardeşi Abdullah o hükme muhalif bir hadîs rivayet eder ve kardeşini azarlayarak, ona: ‘Bu mevzuda şu hadîs yok mudur?’ derdi. Kardeşi de ‘Evet var’ derdi. Bunun üzerine diğeri ‘Niye hadîse göre hüküm vermiyorsun?» der, o da ‘Sen asıl Medinelilerin ameline yani Medine ulemâsının ittifak ettikleri hükümlere baksana!’ derdi. Bununla, Medine deki tatbîkâtın hadîsten daha üstün olduğunu kasdederdi.
İbn el-Mu’azzil (v. 240) şöyle demiştir: 'Birisinin îbn el-Mâcîşûn (v. 213) ’a «Niye hadîsi rivayet ettiniz de, sonra (onunla amel etmeyi) terk ettiniz» sualini sorduğunu işittim, o «Bir bildiğim var ki ona dayanarak terkettiğim bilinsin diye» cevâbını verdi.
Rabîa (v. 136) da şöyle demiştir: «Bir kişinin bin kişiden rivayetini; bir kişinin yine bir kişiden rivayetine tercih ederim; Çünkü bir kişinin yine bir kişiden rivayeti' sünneti elinizden almaktadır.»
İbn Ebi Hâzim (v, 184) de şöyle der: «Ebu’d-Derdâ’ya suâl sorarlar, o da cevâb verirdi. Onun cevâbına muhalif olarak, «biz şöyle bir hadîs duyduk», derlerdi. O da «O hadîsi ben de duydum, lâkin benim eriştiğim amel edile gelen tatbikat, başka şekildedir.» derdi.
İbn Ebi’z-Zinâd (100 - 174) şöyle demiştir : «Ömer b. Abdilazîz (v. 101) fakihleri toplar ve Medine’de tatbik edilen sünnetleri ve hükümleri sorar, sonra onları yazdırırdı. Medine’de tatbik edilmeyen hadîsleri ise, kaynağı sika bile olsa, ilgâ ederdi (yazdırmazdı).» Kâdi İyâd’dan yapılan nakil sona erdi.

Âlime yakışan, hadis ve fıkhın her ikisine başvurmak ve İlmî zihniyet olarak, her birini sınırları içerisinde muhafaza etmektir. Kâdî İyâd, Tertîbu’l-Medârik, II. 541'de; Mu vatta’ı İmam Mâlik’den rivayet eden Endülüs'ün parlak zekâsı İmam Yahya b. Yahyâ el-Leysî (v. 234)’nin biyografisi esnasında şunları nakleder :
«Yahyâ şöyle demiştir : Abdurrahman b. el-Kâsım (v. 191)’in yanına giderdim, o bana «Nereden geliyorsun ey Muhammed?» der, ben de «Abdullah b. Vehb’in yanından geliyorum.» derdim. O da: «Allahtan kork, çünkü amel —yani Medine âlimlerinin ittifak ettikleri hükümler — bu hadislerin çoğuna muhaliftir.» derdi. Sonra tekrar Abdullah b. Vehb (v. 197)'e giderdim, o da bana «Nereden geliyorsun» der, ben de ona «İbn el-Kâsım’ın yanından» cevabını verirdim, o da bana «Allah'tan kork, (ondan öğrendiğin) bu meselelerin çoğu reydir.» derdi.»

Hafız İbn Receb el-Hanbeli (v. 795) de «Fadlu İlmi’s-Selef ale’l-Halef» adlı kıymetli risalesinin 9. sayfasında şöyle demiştir: «İmamlara ve hadîsçilerin fakihlerine gelince, onlar sahîh hadis ile ancak, o hadîs ile, sahâbe ve ondan sonrakiler veya onlardan bir kısmı, tarafından amel edildiği takdirde amel ederlerdi. Ama onlarca, terkedilmesinde ittifâk edilmiş olan hadislerle amel etmek câiz değildir. Çünkü onlar hadîsi, onunla amel etmemeyi gerektiren bir bilgiye sahib oldukları için terk etmişlerdir. Ömer b. Abdilaziz (v. 101) şöyle demiştir: 'Sizden öncekilerinkine muvafık olan ictihadlara uyunuz, çünkü onlar sizden daha âlim idiler!»
Sonra 13. sayfada şöyle demiştir: «İnsan onlardan imamlardan; eş-Şâfii (150-204), Ahmed (164-241) ve diğerlerinden sonra ortaya çıkan şeylerden sakınmalıdır. Çünkü onlardan sonra, yeni pek çok şey ortaya çıktı. Zahirîler ve benzerleri gibi hadîs ve sünnete tâbi olma iddiâsında olanlar çıktı. Halbuki onlar, farklı anlayışları sebebiyle imamlardan ayrıldıkları ve kendilerinden önceki imamların amel etmedikleriyle amel ettikleri için, sünnete. son derece muhaliftirler.»

Î’lâmu’l-Muvakkı’în, I. 44’de İmam Ahmed (104 -241] 'in şöyle dediği nakledilir: «Bir kimsenin elinde, içerisinde Rasululah'ın hadîsleriyle, Sahabe ve Tâbiîn’in ihtilâfları bulunan bir kitap varsa, ilim ehline bunlardan hangisinin kabul edileceğini sorup da, böylelikle sahih bir hükümle amel etmiş olmadıkça, o kimsenin istediğiyle amel etmesi, dilediğini tercih edip onunla hüküm vermesi ve amel etmesi câiz değildir.»
İmamın «bunlardan hangisinin kabul edileceğini ilim ehline sormadıkça...» sözüne dikkat et. Bu söz şuna işaret etmektedir: Bir kimse sahîh bir hadis görür ve sahih olmasına bakarak hadîsin sahîh olmasının, onunla amel edebilmek için yeterli olduğunu zannederek, onunla fetvâ verir. Lâkin İmam Ahmed böyle alelacele fetvâ vermenin câiz olmadığına ve üstelik, fıkıh ve mârifet ehli âlimlere, bu hadîsle amel edilip edilemeyeceğinin sorulmasının şart olduğuna işaret etmektedir. Onlar bu hadîsin amel etmeğe elverişli olup olmadığım kendisine söylerler.



Kur'an ve sünnetten (eğer muctehid değilse) ne bir tefsir âlimi ne de bir hadis âlimi fetvâ verebilir. Fetva verme işini bunların hepsini de kapsayan yâni kur'an ilimlerini, hadis ilimlerini bilen, sahabelerin ittifaklarını (icmâ), ihtilaflarını bilen bir fâkih (muctehid) yapabilir. Nitekim İmam Ebû Yusuf'un bu konuda şöyle dediği nakledilir:

"Ancak kitab ve sünnetin hükümlerini, nâsih - mensûhu, sahâbe kavillerini, muteşâbihi ve dilin vecihlerini çok iyi bilen bir kişi re'ye dayanarak fetvâ verebilir."
(Ebul Leys es Semerkandî, En Nevâzil, vr. 268, Ûşî, el Fetava's Sirâciyye, sf: 600, Destinânî, Risâle fî âdâbi'l Müftîn, vr. 46)


Her sahih hadisle amel edilir mi?
Sahih hadis ister ehad hadis olsun, ister meşhur hadis olsun, ister mütevâtir hadis olsun, normal olarak kendileri ile amel edilirler. Fakat âlimler, yalnız bir hadisin sahih olup olmadığına bakarak hüküm çıkarmazlar. Bu hadisin başka hadislerle olan münasebetini, ayetlerle olan ilişkisini, usul bilgileri çerçevesindeki konumunu ve takib ettikleri daha başka ilmi metotlara göre içtihat etmişlerdir.
Nice sahih hadisler vardır ki bir çok ulemâ onlarla amel etmemişlerdir. Bu da sahih hadislere muhâlefet etmeleri sebebi ile olmamıştır. Ya o hadisin nesh edildiğini gösteren başka bir hadise ulaşmaları veya o sahih hadise muarız başka bir sahih hadis ile karşılaşmışlar ve her ikisinden birisinin nesh edildiğine dâir bir emmâre bulamamaları veya ikisinden birisinin tercih edilmesine veya başka bir şekilde te'vîl edilebileceğine dâir bir yol bulamamalarından dolayı tevakkuf ederek her ikisi ile de ameli terk etmişlerdir. Bu söylediğimize bir kaç hadisi örnek olarak verirsek mesele anlaşılacaktır sanırım.

Rafi’ b. Hadîç (r.a.)’den rivâyete göre,
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Kan aldıran kimsenin ve alan kimsenin orucu bozulmuş demektir.
(Buhârî, Savm: 32; İbn Mâce, Sıyam: 18)
Ahmed b. Hanbel, şöyle demiştir: “Bu konuda en sağlam rivâyet Rafi’ b. Hadîç’in rivâyetidir.”

Görüldüğü gibi bu hadiste oruçlu birisinin hacamat yaptırması sebebi ile hem kan alanın hem de kan aldıranın orucunun bozulacağı belirtiliyor. Hadis sahih bir hadistir. Ama fâkihlerin çoğu bu hadisle amel etmemişlerdir. Çünkü onlar bu hadise muhâlif olan bir çok hadisle karşılaşmışlardır. Şimdi o hadisleri görelim:

İbn Abbâs (r.anhuma)’den rivâyete göre:
Rasûlullah (s.a.v.) ihramlı ve oruçlu iken kan aldırmıştır” demiştir.
(Buharî, Savm: 32, Tıbb: 11; Muslim, Hacc: 87, (1202); Ebu Dâvud, Savm: 29, (2372)

Yine İbn Abbâs (r.anhuma)’den rivâyete göre:
Rasûlullah (s.a.v.) Mekke ile Medîne arasında ihramlı ve oruçlu olduğu halde kan aldırmıştır.”
(Buhârî, Savm: 32; Muslim, Hac: 11)

İbn Abbâs (r.anhuma)’den rivâyete göre: “Rasûlullah (s.a.v.) oruçlu iken kan aldırmıştır.” (Buhârî, Savm: 32; Muslim, Hac: 11)

Ebu Sa’id (r.anh)'dan rivayete göre;
Rasulullah (s.a.v.) buyurdular ki: “Üç şey vardır orucu bozmaz: Hacamat olmak (kan aldırmak), kusmak, ihtilam olmak.”
(Tirmizî, Savm: 24, (719); Ebû Dâvûd, Savm: 31)

Bütün bu hadisler de oruçlu bir kimse hacamat yaptırdığında ne hacamat yapanın ne de hacamat yaptıranın orucunun bozulmayacağını beyan ediyorlar. Bu durumda âlimler hadislerden hangisinin daha önce söylendiğini hangi hadisin ise daha sonra söylendiğine bakarlar. Nitekim baktıklarında kan alanın da aldıranın da orucunun bozulacağını belirten hadisin daha önce söylendiğini, kan alanın da aldıranın da orucunun bozulmayacağını belirten hadislerin ise vedâ haccı zamanında söylendiği tesbit edilmiştir. Dolayısı ile son hadisler ilk hadisleri nesh etmişlerdir ve bundan dolayı hadis sahih olmasına
rağmen kendisi ile amel edilmemiştir.

Ayrıca ulemânın bazısı "kan alanın da aldıranın da orucu bozulmuştur" hadisini şöyle de te'vil etmişlerdir. Hacamat yapanla yaptıran o anda gıybet ediyorlardı. Allah rasûlü bunu gördü de, "kan alanın da aldıranın da orucu bozulmuştur." buyurmuştur.
Nitekim bir hadiste "gıybet edenin orucu bozulmuştur" (Deylemi) diye bir rivayet de vardır. İslam âlimleri buradaki orucu bozulmaktan maksadın orucun aslının değil sevabının gideceğini belirtirler.

Muslim şöyle der:
"Rasûlullah, korku ve yolculuk olmaksızın öğle ve ikindi ile akşam ve yatsıyı bir arada kıldı." Muslim'in bir diğer rivayetinde: "Korku ve yağmur olmaksızın..." denilmiştir.
(Buhari, Mevâkît,12; Muslim, Musâfîrîn, 54; Ebû Dâvud, Sefer, 5; Nesâî, Mevâkit, 47; Malik Muvatta; Sefer, 5)

Hadise göre Allah Rasûlü'nün hiç bir korku ve yağmur olmadığı halde öğle ile ikindi, akşam ile yatsı namazını cem ettiği belirtiliyor. Halbuki bu hadis namaz vakitlerinin vakitlendirilmiş olma kuralına ve Allah rasûlunün sâdece yolculuk esnasında ve aşırı yağmurlu havada cem yaptığını bildiren hadislere aykırıdır. Bundan dolayı da ulemâ bu hadisle sahih olmasına rağmen amel etmemişlerdir.
Nitekim Ebû Eyyûb, "Sanırım bu yağmurlu bir gecede olmuştur" demiş,
İbn Abbas da "Olabilir" karşılığını vermiştir. İmam Şâfî de "sanırım o yağmurlu bir günde idi" demiştir.

Bazen sahih bir hadis rivayeti bulunur, fakat o konudaki daha sahih ve kabule şayan başka rivayetler dolayısıyla kendisi ile amel edilmemiş olabilir. İşte bu durumlardan birisi sebebi ile ümmetin âlimleri tarafından terkedilmiş bulunan rivâyet ve görüşlere dayanarak fetvâ vermek doğru olmaz.
Nitekim bu konuda İmam Tırmizî şöyle der:
"İkisi hâriç benim şu kitabımda bulunan hadislerin hepsiyle ehli ilim amel etmiştir. Amel edilmeyen o iki rivâyet ise şunlardır:
1. Nebî (s.a.v.) korku (savaş), yolculuk, yağmur gibi herhangi bir sebeb yokken öğle namazı ile ikindi namazını ve akşam namazı ile yatsı namazını Medine'de cem etti."
2. bir kişi içki içtiğinde ona celde cezasını uygulayın. Bu suçu dördüncü kez tekrarladığında ise onu öldürün." (Tırmizî, İlelu't Tırmizî, sf: 1)

Günümüzde ilimden yoksun olan bazı kimseler bazı sahih hadislere bakarak, şu, şu âlimler sahih hadislere muhâlefet etmişlerdir diyorlar. Yine muctehid imamların; "şâyet benim ictihadıma aykırı bir hadis bulursanız benim ictihadımı terkedin, duvara çarpın" gibi sözlerini delil getiriyorlar. İmamların bu sözü doğrudur ama önce imamın ictihadına aykırı olan o sahih hadisin imama ulaşıp ulaşmadığı tesbit edilmelidir. Şâyet imam hadisi bildiği halde muhâlefet etmişse yukarda saydığımız gerekçelerden dolayı o hadisi delil olarak almamıştır. Şâyet imam o hadise gerçekten muttalî olamamışsa o zaman imamların sözü doğrudur. Bunu da ancak fâkih olanlar bilirler.

İmam Nevevi bu konuyla ilgili (Şafii mezhebiyle ilgili olarak) şu görüşlere yer vermiştir:
İmam Şafii’nin bu sözü, “Kim sahih bir hadis görse, hemen bu Şafii mezhebinin görüşüdür deyip onunla amel edebilir.” manasına gelmez. Bu konuda mezhebler konusunda muctehit veya ona yakın bir ilmi donanıma sahib olmayanlar böyle bir şey yapamazlar. Çünkü, sahih bir hadisin yanında, farklı bir mana ifade eden başka bir sahih hadis de vardır. Hadislerin tamamını veya o konuyla ilgili hadislerin hepsini bilmeyen ve İmam Şafii'nin ve diğer talebelerinin bütün kitablarına vakıf olmayan kimsenin gördüğü “sahih” bir hadisten hüküm çıkarma yetkisi yoktur. Bu şartlara sahib olmak ise kolay değildir. Nitekim, İmam Şafii’nin bazı sahih hadisleri gördüğü halde onlarla amel etmemiştir. Çünkü, Şafii, “senedi itibariyle zahiren sahih göründüğü halde, gizli bir kusurunun olduğunu veya nesh edildiğini bildiği için" onunla amel etmemiştir." (Nevevi, Mecmu, C.1, Sf: 64)
 
Üst Ana Sayfa Alt