Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Şehid Şeyh Ebu Ömer Es Seyf: “alimleri Cihad Meydanlarında Göremeyeceksiniz”

Ömer2 Çevrimdışı

Ömer2

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Rehberlik ve Yanlış Yönlendirme

Hamd, Âlemlerin rabbi olan Allah’a… Allah’ın rahmeti ve bereketi Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav), O’nun ailesi ve ashabı üzerine olsun.

Muhakkak ki yardım ve destek, Kuran-ı Kerim ve kılıç vesilesiyle gelir.Yüce Allah(c.c.) buyuruyor ki:

“Andolsun, biz elçilerimizi açık mucizelerle gönderdik ve beraberlerinde kitabı ve mizanı (ölçüyü) indirdik ki, insanlar adaleti yerine getirsinler. Kendisinde müthiş bir güç ve insanlar için birçok faydalar bulunan demiri yarattık (ki insanlar ondan yararlansınlar). Allah da kendisine ve Resullerine gayba inanarak yardım edecekleri bilsin. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.”
(Kuran-ı Kerim, Sure 57; “Hadid”, 25.ayet)

Bu, Allah’ın kitabına uyan ve Silahlı Cihad üzerine itaat eden sahabe tarafından seçilen yoldur. Ve bu, Allah’ın onların imanlarını temize çıkarmasının ve onlara savaş meydanlarında başarı nasip etmesinin nedenidir.

Yüce Allah(c.c.) diyor ki:

“Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için hoşnut ve razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaadde bulunmuştur. Onlar bana kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kimler inkâr ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir.”

(Kuran-ı Kerim Süre 24; “Nur”, 55.ayet)

Fakat daha sonra Allah’ın kitabı ve Silahlı Cihad pratiği savsaklanınca Müslümanların gücü, dramatik bir şekilde kayboldu.

Cihad sancağının dalgalandırıldığı her yerde, şehadeti arayarak oraya şevkle giden Mücahidleri görürsünüz. Fakat oradakilerin arasında, geçmişte bir süre ilim tahsiliyle meşgul olmuş çok az kişi görebilirsiniz. Fakat onların aralarında Mücahidlerin imanlarını kuvvetlendirmeleri için onlara nasihat eden âlimleri asla göremezsiniz.

Resulullah(s.a.v.) diyor ki:

“Ümmetimden bir grup, Kıyamete kadar Hakk’ı savunmaya ve doğru yolda durmaya devam edecektir.”

Bugün Ümmetin zayıflığının ve Muzaffer Grup (Taifetül Mansura) tanımından saptığının göstergelerinden birisi Cihad meydanlarında savaşan iyi eğitimli kişilerin çok az olması gerçeğidir.

Ümmetin bugün yaşadığı Silahlı Cihadın dirilişi, hakiki ilmi arayanlar için Allah yolunda Hicret ve Cihad yolunda adım atma konusunda doğru bir zamandır. Çünkü O (azze ve celle) diyor ki:

“Allah yolunda hicret eden kişi, yeryüzünde çok bereketli yer ve genişlik bulur. Evinden, Allah’a ve Peygamberine hicret ederek çıkan kimseye ölüm gelirse, onun ecrini vermek Allah’a düşer. Allah bağışlar ve merhamet eder.”

(Kuran-ı Kerim Süre 4; “Nisa”, 100.ayet)

Bir muhacir, düşmanlarının öfkelerini kendilerine döndürerek emin bir yer bulacaktır. Bu muhacir, kelimenin tüm manasıyla fiziksel ve ruhsal güç için bereketli kaynaklar bulacaktır. Bu, Hicret etmek ve Allah’ın düşmanlarıyla fiziksel olarak çarpışma çağrısına bir cevap verme erdemidir.

“İyi bilmenin” bir anahtar seçeneği vardır: kederden ve Allah’ın düşmanlarıyla iç içe yaşamaktan kaynaklanan depresyondan kurtulmak; tiranların ve kuyruklarının azgınlaşarak kendi uydurma yasalarıyla yönettiği yerlerden ayrılmak. Ve nihayetinde Cennet karşılığında En Yüce’ye iltica etme, Cihad, zafer ve Şeriata göre bir yaşam ki bu, Tevhid ve Allah (c.c.)’ın yasalarıdır.

Âlimler, peygamberlerin varisleridirler. Onların misyonlarını sürdürmekle yükümlüdürler. Yani Allah’ın hakikatini taşıma ve onu korumak için Cihad yapmak. İşte bunlar, Müslümanları Allah düşmanlarına karşı Cihada yöneltmesi gereken âlimlerdir.

Orada, samimi ve sahte âlimler arasında kalite farkları vardır. Onların en başta gelenleri, imanda samimiyet, sözler ve amellerdir.

Nebi (s.a.s), şöyle buyurdu:

“Âdemoğlunun ayağı, kıyamet gününde şu dört şeyden soruluncaya kadar hareket etmez: Ömrünü nasıl harcadı? Gençliğini nasıl geçirdi? Servetini nereden kazandı ve onu nasıl harcadı? Ve ilmiyle ne yaptı?”

Kuran’ın giriş suresinde bir yol göstericiye atıf vardır. Cennete giden doğru yolun rehberi ki; Allah’ın nebiler, şehidler, sıddık ve salih kimselere bahşettiği bir yol. Ne hakikate karşı cehaletlerinden dolayı gazaba uğrayan ve sapıtan Yahudilerden ve İslam ümmetinin sapkın âlimlerine, ne de ilimsizce amel eden Hıristiyanlara ve ümmetimizin sapkınlarına.

Süfyan bin Uyeyne (r.a.) şöyle der:

“Sapkın Müslümanlar, Hıristiyanlardan bazı özellikler taşıyorken şerli âlimlerimiz de Yahudilerden bir şeyler taşımaktadır.”

Yüce Allah(c.c.), kitabında bu iki özellikten de bahsetmektedir:

“Ey İman edenler! Âlimler ve din adamlarının çoğu, insanların mallarını haksız olarak yerler ve Allah’ın yolundan alıkoyarlar. Altın ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda sarf etmeyenlere can yakıcı bir azabı müjdele!”

(Kuran-ı Kerim Süre 9; “Tevbe”, 34.ayet)

İrşat (rehberlik) sadece ilim ve çağrıya dakik cevap vermeyle desteklenen salih ve doğru amellerle başarılabilir.

“Eğer onlara, kendinizi öldürün yahut yurtlarınızdan çıkın, diye emretmiş olsaydık, içlerinden pek azı müstesna, bunu yapmazlardı. Eğer kendilerine verilen öğüdü yerine getirselerdi, onlar için hem daha hayırlı hem de (imanlarını) daha pekiştirici olurdu. O zaman onlara kendi katımızdan büyük bir ecir verir ve onları doğru yola eriştirirdik. Kim Allah’a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddıklarla, şehidlerle ve iyi kimselerle birliktedirler. Bunlar ne güzel arkadaştır.”

(Kuran-ı Kerim Süre 4; “Nisa”, 66-69.ayetler)

Kendini bu Ümmetin selefi salihine nispet eden fakat hakikati gizleyen, Cihaddan geri duran, dünyevi menfaatler uğruna Allah’ın yolundan saptıranlar ise bu iddialarında yalancıdırlar. Onlar, tüm insanlar içinde Allah’ın gazabı altındaki Yahudilere en yakın olanlardır. Yüce Allah şöyle buyuruyor:

“Hakkı batılla karıştırıp da bile bile hakkı gizlemeyin. Namazı kılın, zekâtı verin, rükû edenlerle birlikte rükû edin. Siz Kitabı (Tevrat’ı) okuyup durduğunuz hâlde, kendinizi unutup başkalarına iyiliği mi emrediyorsunuz? (Yaptığınızın çirkinliğini) anlamıyor musunuz?”

(Kuran-ı Kerim Süre 2; “Bakara”, 42-44.ayetler)

Sahiheynde (El Buhari ve Müslim) rivayet edilen bir hadise göre, Allah Resulü(s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Kıyamet gününde bir kişi getirilir ve cehenneme atılır. Onun bağırsakları karnının dışına çıkar ve o, bir değirmenin etrafında dönen eşek gibi bağırsaklarının etrafında döner. Cehennemdeki arkadaşları gelir ve sorarlar: Hey! Neden bu haldesin? Sen insanlara iyiliği emredip kötülükten sakındırmaz mıydın? O da cevap verir: “Evet, ben iyiliği emrederdim fakat kendim yapmazdım. Kötülükten men ederdim fakat kendim kaçınmazdım.”

Yüce Allah, ilim sahibi olup da onunla amel etmeyen ve Allah’ın ayetlerine şahit olup da onlardan yüz çevirenleri kitap yüklü merkeplere ve dilini sarkıtan köpeklere benzetiyor. Onlar Allah’ın ayetlerini takip etmeye aldırmazlar ve bir gayret sarf etmezler. Kaybolan hakikati ikame etmeye çalışmazlar. Böyleleri yaslanmış kütüktürler ve şeytanın takipçileri olmuşlardır. Arzularının köleleri olmuşlardır.

Yüce Allah(c.c.), buyuruyor ki:

“Tevrat’la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerle kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah’ın ayetlerini inkâr eden topluluğun hâli ne kötüdür! Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.”

(Kuran-ı Kerim Süre 62; “Cuma”, 5.ayet)

Yine O buyuruyor ki:

“Kendisine ayetlerimizi verdiğimiz hâlde, onlardan sıyrılıp da şeytanın kendisini peşine taktığı, bu yüzden de azgınlardan olan kimsenin haberini onlara anlat. Dileseydik o ayetlerle onu elbette yüceltirdik. Fakat o, dünyaya saplanıp kaldı da kendi heva ve hevesine uydu. Onun durumu köpeğin durumu gibidir: Üzerine varsan da dilini sarkıtıp solur; kendi hâline bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte bu, ayetlerimizi yalanlayan toplumun durumudur. Şimdi onlara bu olayları anlat ki düşünsünler.”

(Kuran-ı Kerim Süre 7; “Araf”,175-176.ayetler)

İmam Kurtubi (r.h.), bu ayetin tefsirinde şöyle diyor:

“Bu, Kuran’ı bilip de onunla amel etmeyen herkes için bir örnektir.”

Gerçek âlimlerin ikinci özelliği, öğrendikleriyle insanları arındırmak ve Hak sözünün en yüce ve üstün olması için çalışmaktır.

Allah (c.c.) diyor ki:

“İndirdiğimiz açık delilleri ve kitapta insanlara apaçık gösterdiğimiz hidayet yolunu gizleyenlere hem Allah hem de bütün lanet ediciler lanet eder.”

(Kuran-ı Kerim, Sure 2; “Bakara”, 159.ayet)

Kendilerini hakiki âlimler olarak tanımlayan fakat dinin bazı kısımlarını gizleyenlerin hepsi de Allah tarafından ve tüm lanet ediciler tarafından lanetlenmiştir. Gerçek âlimler ise, Allah’ın rahmetiyle büyük mükâfatlarla müjdelenmişlerdir.

Tiranların öfkeleri ve medyanın suçlamalarından çekinen bazı âlimler “şeytandan uzak durma” ya yöneliyorlar(!) Dünya metaı ve avantajlı bir mevkie bağlanan bazı âlimler ise hakikati tiranları memnun etmeye değişiyorlar.

Fakat Allah (azze ve celle) şöyle buyuruyor:

“Hani Allah, kendilerine kitap verilenlerden, “Onu (Kitabı) mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz” diye sağlam söz almıştı. Fakat onlar verdikleri sözü, arkalarına atıp onu az bir karşılığa değiştiler. Yaptıkları bu alışveriş ne kadar kötüdür!”

(Kuran-ı Kerim, Süre 3; “Al-i İmran”,187.ayet)

Yine şöyle buyuruyor:

“Onların ardından da (ayetleri tahrif karşılığında) şu değersiz dünya malını alıp, nasıl olsa bağışlanacağız, diyerek Kitaba varis olan birtakım kötü kimseler geldi. Onlara, ona benzer bir menfaat daha gelse onu da alırlar. Peki, Kitap’ta Allah hakkında gerçekten başka bir şey söylemeyeceklerine dair onlardan söz alınmamış mıydı ve onlar Kitap’takini okumamışlar mıydı? Âhiret yurdu sakınanlar için daha hayırlıdır. Hala aklınız ermiyor mu?”

(Kuran-ı Kerim, Sure 7; “Araf”,169.ayet)

Evet, onlar ilmin bir kısmını âlimlerden yahut medreselerde öğrenmişlerdir. Allah’ın ayette buyurduğu gibi:

“… onlar kitaptakini okumamışlar mıydı?”

Mamafih ilim, donuk bir hüküm olmadan ve içinde samimi iman olarak elde edilir. Onlar ilmi her türlü zorluk ve düşmanlığa rağmen görevlerini taşıyan ashab (r.a.) gibi öğrenmemişlerdir.

İmam İbni Kayyım (r.h.) diyor ki:

“Âlimler arasından dünya metaını tercih eden ve ona tutkun olan her kişi, fetvalarında ve tezlerinde, sözlerinde ve amellerinde muhakkak Allah’a iftira atacaktır. Allah’ın yasaları çoğu kez insanların zannedilen menfaatlerine zıttır. Özellikle hevalarının peşinden giden iktidar sahiplerin menfaatlerine… Onların arzuları, ancak hakiki yasaları çiğnemekle tatmin olur.

Ve bu, şüpheli konularda çok sık meydana gelir. Bu arzular, şüpheyle karıştığı zaman hakikatin nuru yavaş yavaş yok olur. Fakat hakikat çok açık olsaydı dahi onlar yine de, bir gün tövbe edecekleri umuduyla onu ihlal etmeyi denerlerdi.

Yüce Allah (c.c.), onlardan şöyle bahsediyor:

– “Onlardan sonra yerlerine öyle bir nesil geldi ki namazı zayi ettiler ve şehvetlerine uydular. İşte bunlar azgınlıklarının cezasını göreceklerdir.”
(Kuran-ı Kerim, Sure 19; “Meryem”, 59.ayet)

Yüce Allah yine şöyle buyurur:

– “Derken, onların ardından yerlerine Kitaba (Tevrat’a) varis olan (kötü) bir nesil geldi. Şu geçici dünyanın değersiz malını alır ve “(nasıl olsa) biz bağışlanacağız” derlerdi. Kendilerine benzeri bir mal gelse onu da alırlar. Allah hakkında, gerçek dışında bir şey söylemeyeceklerine dair onlardan Kitap’ta söz alınmamış mıydı? Onun içindekileri okumamışlar mıydı? Hâlbuki Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için ahiret yurdu daha hayırlıdır. Hiç düşünmüyor musunuz?”(Kuran-ı Kerim, Sure 7;”Araf”,169.ayet)

Allah (azze ve celle) diyor ki; onlar, adaletsizliğini bildikleri halde seküler bir hayat tarzına bağlandılar. Fakat bunun bağışlanacağını söylediler. Fakat haram yoldan bazı dünyalıklar elde etme şansları olsaydı aynen önceki gibi davranacaklardı. İşte bu, onların âdetiydi.”

Bu, sadece bir metin ezberleme ve bilimsel okuma değildir. İlim faydalı ve yol gösterici olmalıdır: dindarlığı artıran, ruhu ve kalbi arındıran… Eğer kalp arınırsa o zaman ilim faydalı ve yardımcı olacaktır. Ve inşa’Allah diğer Müslümanlar için de faydalı ve yol gösterici olacaktır.

Fakat hakkı elde eden bir kalp, bir münafığın kalbi idiyse asilik ve itaatsizlik illetiyle kirlenmiştir ve onun kulpu, hakkı gizleme ve Allah’a iftira ile meşgul olacaktır. Bu münafık, başkalarını Allah’ın yolundan saptırmak isteyecektir ve onun fetvaları ve tezleri, işbirlikçi yöneticilerin Şeriatı saptırmasına ve kendilerinin Müslümanlara karşı suçlarını temize çıkarmasına yarayacaktır.

Gerçek âlimlerin üçüncü özelliği de Allah korkusudur.

Yüce Allah(c.c.), buyuruyor ki:

“Yoksa o, gece saatlerinde secde ederek ve ayakta durarak ibadet eden, ahiretten sakınan ve Rabbinin rahmetini uman gibi midir? De ki: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri öğüt alırlar.”
(Kuran-ı Kerim, Sure 39; “Zümer”, 9.ayet)

Yine Yüce Allah şöyle buyuruyor:

“İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da böyle renkleri değişik olanlar vardır. Kulları içinde Allah’tan ancak âlimler korkar. Allah yücedir, bağışlayandır.”

(Kuran-ı Kerim, Sure 35; “Fatır”, 28.ayet)

Allah’tan hakkıyla korkmanın alametlerinden birisi de Allah yolunda Cihada çıkmaktır. Yüce Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Yeminlerini bozan, peygamberi yurdundan çıkarmaya kalkışan ve üstelik size tecavüzü ilk defa kendileri başlatan bir kavimle savaşmaz mısınız? Yoksa onlardan korkuyor musunuz? Oysa Allah, -eğer siz gerçek müminler iseniz- kendisinden korkmanıza daha lâyıktır. Onlarla savaşın ki, Allah onlara sizin ellerinizle azap etsin, onları rezil etsin, onlara karşı size yardım etsin, mümin topluluğun gönüllerini ferahlatsın ve onların kalplerindeki öfkeyi gidersin. Allah, dilediğinin tövbesini kabul eder. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”

(Kuran-ı Kerim, Sure 9; “Tevbe”, 13-15.ayetler)

Haçlı toplulukları İslam topraklarını çiğnerken bir âlim hakikati gizliyor ve canını, malını ve sözlerini Cihaddan çeviriyorsa o zaman hiç şüphe yok ki Allah’ın kitabında kendisinden sakınanlar olarak tanımladığı bu âlimlerle hiç alakası yoktur.

İlim talebelerini Allah yolunda Cihada katılmaktan alıkoyan engeller vardır:

– Bunlardan ilki, dünyalık varlıklara bağlılık ve onu çok arzulamaktır. Yüce Allah, buyuruyor ki:

De ki: “Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, kesata uğramasından korktuğunuz bir ticaret ve beğendiğiniz meskenler size Allah’tan, peygamberinden ve O’nun yolunda Cihaddan daha sevgili ise, artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin! Allah, fasık topluluğu doğru yola erdirmez.”

(Kuran-ı Kerim, Sure 9; “Tevbe”, 24.ayet)

İnsan tarafından sevilen bu sekiz refah unsuru, Cihada çıkmanın engelidir: babalar, oğullar, kardeşler, eşler, aile, kazanılmış mallar, ticaret ve meskenler insanlar tarafından beğenilir ve hareket etmekten alıkoyar.

Fakat bu yanlış takıntıların üstesinden gelinmelidir. İman, Hicret ve Allah yolunda Cihad, yalnızca Allah’ı hakkıyla seven, tevhidi sözleriyle ve amelleriyle uygulayan ve Hicret ve Cihad amelini anlayanlar içindir.

Dünya nimetlerine düşkünlük ve Cihaddan hoşlanmama, İslam düşmanlarının başarılı askeri operasyonlar düzenlemelerine ve ümmetin gücünü ve zenginliğini sömürmelerine fırsat verdi. Bu mesele üzerine Allah resulü(s.a.v.) şöyle buyurmuştu:

“Başka milletlerin tıpkı yemek çanağına üşüşen aç kurtlar gibi üzerinize çullandığı bir zaman gelecek.” Ravi sordu: “Ey Allah’ın Resulü! Bu, sayıca az olduğumuzdan dolayı mı olacak?” “Hayır, sayınız her zamankinden fazla olacak. Fakat suyun üzerindeki çer çöp gibi olacaksınız. Allah, düşmanlarınızın kalbinden sizin heybetinizi alacak ve sizin kalplerinize de vehn hastalığı koyacak.” Ravi sordu: “vehn nedir ey Allah’ın resulü?” O(s.a.s.) dedi ki: “Dünya sevgisi ve ölüm korkusu…” (Ebu Davud) Bir diğer rivayette de şöyle geçer: “Hayata olan sevginiz ve savaştan hoşlanmamanız”.

– İkinci engel, kör taklitten kaynaklanan anlayış bozukluğudur.

Bu öğrenciyken olur. Gerekli ya da gereksiz, ilmin tüm feri meselelerini ezberlemek için büyük çaba sarf ederler(ilmin asıl unsurlarının üzeri, şeytanın telkinine açık olan bazı âlimler tarafından fark etmeden yahut önemsemeden örtülmektedir) ve sonuçta bu feri hususlar, onların dikkatini ibadetten çekiyor ve onları, imani meseleler hakkında hatalı mantıksal varsayımlara götürüyor. Bu da neticede, kusurlu bir imana, onu zayıflatmaya ve kalbi hastalıklara neden oluyor.

İmam İbnül Kayyım (r.h.), Allah’ın ayetlerini yorumlarken; “(varlık, dünyevi kazançlar vs.) biriktirme tutkusu seni saptırır”. Biriktirme (sayı, kütle ve büyüklükte vs.) bir çoğaltma eylemidir. Ve Yüce Allah, bunu özelleştirmeden anmıştır çünkü “biriktirme” sözcüğü burada genel anlamda kullanılmıştır. Ve de bir kişi tarafından artırılabilecek her şeyi kapsar. Yalnız Allah’a ve Resulü’ne itaat hariç ölümden sonra faydalı olabilecek her şey ve yine dünyalık servetin her şeyi, biriktirme için uygun karşılanmıştır. Zenginlik, prestij, güç, kadınlar, özellikle gereksiz ilim, kitaplar, teoriler vs…

Talebeler, hakikatin bir derecesine yükseltilmek, doğru ilmin taşıyıcısı olmak(kötü niyetle değil) vs. niyetiyle ilim elde etme adına ortak bir hataya düşme eğilimindedirler. Fakat böyle yaparak, Cihad farizasını (doğruları savunmak eğitim müfredatından kaldırıldı) savsaklayarak aranılan dereceyi elde etmelerinin mümkün olmadığını göz ardı ediyorlar. Cihaddan uzak durmak, imanda zayıflığın bir alametidir. Doğru ve yalancı arasındaki farkı gösteren Cihaddır. Yüce Allah diyor ki:

“Müminler ancak o kimselerdir ki, Allah’a ve Resulüne iman ederler, sonra da asla şüpheye düşmez, malları ve canlarıyla Allah yolunda Cihad ederler. İşte onlar özü sözü doğru olanların tâ kendileridir.”

(Kuran-ı Kerim, Sure 49; “Hucurat”, 15.ayet)

– Üçüncü engel, davetçi ve hocaların hatalarıdır.

Bu, onların öğrencilerini ve genel olarak Müslümanları kıyam edip Cihada çıkmaya teşvik etme görevlerini durdurdukları zamandır. Onlar Cihada teşvik etmek zorundadırlar. Tıpkı Allah (c.c.)’ın şu ayetinde buyurduğu gibi:

“Artık Allah yolunda savaş! Sen ancak kendinden sorumlusun! Müminleri de savaşa teşvik et. Umulur ki Allah inkâr edenlerin gücünü kırar. Allah’ın gücü daha üstündür, cezası daha şiddetlidir.”

(Kuran-ı Kerim, Sure 4; “Nisa”,84.ayet)

Hocalar, müfredatı ezberleterek talebelerini bu ümmetin selefinin akidesini takip etmeye motive ederlerken bir başka hataya daha düşüyorlar. Selefin metodolojisini, yolunu ve Cihad hareketini yakalamak için hiçbir girişimde dahi bulunamıyorlar. Selefin menhecini takip etmeye çağıran birini görebilirsiniz fakat bizzat kendisi, seküler tarafta olmayı tercih ediyor ve hakkı gizliyor. Bu adam, Allah’ın azabına müstahak olan Yahudi hahamlarına çok yakındır.

Yukarıdakilere ilaveten âlimler (vaizler) ve davetçiler, İslam’ı desteklemenin yanlış bir yolunu tutmuşlardır; izin verilen sınırları ve haddi aşan bu yol, işbirlikçi yönetimler tarafından uydurulmuştur. Bu, içinde Ümmetin haçlılar ve cehennem ateşi karşısında ayakta durabilmesi için zorunlu olan Cihadın olmadığı bir yoldur.

Bu vaizler tarafından seçilen yol, Cihad değildir ve Ümmetin durumuna hiçbir değişiklik getirmeyecektir. İşgali savamayacaktır. Hiç kimsenin güvenliğini sağlamayacak ve korkuları dağıtamayacaktır. Bu, Ümmeti sadece yanlış mecralara sürükleyecek bir yoldur. Bu âlimlerin hiçbir şartta teslim olmamaları gereken bir yoldur. Onlar çoktan kendilerini ve talebelerini muhakemeden ve Cihaddan geri çekmişler. Uzaklardan muharebelere bakmıyorlar bile. Onlar Allah’ın haklarında şöyle buyurduğu kimselerden olacaklar:

“Düşman birliklerinin gitmediğini sanıyorlar. Düşman birlikleri (bir daha) gelecek olsa, isterler ki, (çölde) bedevilerin arasında bulunsunlar da size dair haberleri (gidip gelenlerden) sorsunlar. İçinizde bulunsalardı da pek az savaşırlardı.”

(Kuran-ı Kerim, Sure 33; “Ahzab”, 20.ayet)

Âlim ve davetçilerin işlediği Cihaddan alıkoyan diğer hatalardan birisi de özgürlük, insan hakları, demokrasi vb. Hıristiyan ve mürtedlerin terminolojilerini kullanmaktır. Onlar, bu çikolata kaplı kelimelere aceleyle adapte oldular ve bu hemen hepsinin arkasında ahrete inanmayan kâfirlerin bulunduğu yanlış değerlere aldandılar. Onları tatlı sözlerle ikna eden bu kelimeleri dinlerken bile günaha girerler. O kelimeler ki medya ve uydu kanallarında geliştirilmiş ve çeşitli söz sanatlarıyla süslenmiştir.

Yüce Allah, insanları Allah yolundan saptırmak amacıyla söylemler üretmeye çalışanlar hakkında açıklamada bulunmuştur. Onlar insi (insan) ve cinsi (cin) şeytanlardır. Peygamberlerin düşmanlarıdır. Allah-u Teala, onlar hakkında şöyle buyurur:

“Aldatmak için birbirlerine cazip sözler fısıldayan cin ve insan şeytanlarını her peygambere düşman yaptık. Bu şeytanlar ahirete inanmayanların kalplerinin o sözlere yönelmesi, ondan hoşnut olması ve kendilerinin işledikleri suçları işlemeleri için böyle yaparlar. Rabbin dileseydi bunu yapamazlardı, sen onları iftiraları ile baş başa bırak!”

(Kuran-ı Kerim, Sure 6; “Enam”, 112-113.ayetler)

Bir ilim talebesi nasıl olur da onların hileli ve süslü sözleriyle tatmin olur? Onların hakkı gözetmeyen, fakat onun yerine kendi terminolojileri ve sözleriyle yaptıkları yalan propaganda kampanyalarına yönelir?

Bu kelimelerden birisi olan ve içerisinde Hıristiyan ve seküler hayat düzeni destekçilerinin anlayışı bulunan “özgürlük”, dinden, ahlaktan ve terbiyeden yoksun olmak demektir. Yani bu kelimenin manası, Allah’a ve Resulü’ne (s.a.v) itaat prensibiyle çelişmektedir. Bir diğer deyişle Allah’a ibadete karşı isyan etmektir. Bu, insi (insan) şeytanların, yani Amerikalıların ve onların “demokrasi” ve “insan haklarını” takip edenlerin özgürlüğüdür. (özgürlük anlayışıdır)

Gerçekte onlar, özgür değil bilakis onları Allah’a ve Resulü’ne karşı savaşa gönderen cin şeytanların esiridirler. Allah(c.c.), bunlardan bahsederken:

“Görmedin mi? Biz, kâfirlerin üzerine, kendilerini iyice (isyankârlığa) sevk eden şeytanları gönderdik.”

(Kuran-ı Kerim, Sure 19; “Meryem”, 83.ayet)

Yüce Allah (c.c) yine bir başka yer de ise şöyle buyuruyor:

“Kim Rahman’ı zikretmekten gafil olursa, yanından ayrılmayan bir şeytanı ona musallat ederiz.”

(Kuran-ı Kerim, Sure 43′ “Zuhruf”, 36.ayet)

Bu asiler, Allah’ın adaletine karşı isyan etmişler, kendi hevalarınca esir edilmişler ve şeytanlara, kişilere ve kendi kanunlarını kurup başkalarını da onlara itaat etmeye zorlayan tiranlara ibadet etmektedirler.

Bir kimse, tiranların ve tağutların köleliğinden ancak Tevhide yapışmak ve Allah-u Teâlâ’nın yasalarına itaat etmek suretiyle kurtulabilir. İslam, batı tipi özgürlükle değil ibadet ile gelmiştir. Çünkü insanın asıl görevi, Allah’ın kendisini yaratma sebebi olan ibadettir. O(c.c.) şöyle buyurur:

“… ve ben cinlerle insanları, yalnız bana ibadet etmelerinden başka bir şey için yaratmadım!”

(Kuran-ı Kerim, Sure 51; “Zariyat”, 56.ayet)

Allah azze ve celle, bizleri yalnızca O’na ibadet edelim ve başkasını O’na ortak koşmayalım diye yaratmıştır.

Ve eğer âlim, münafıklarla ve mürtedlerle olan görüşme ve tartışmalarını, Allah’ı memnun etmek için bu ayete göre inşa etseydi o zaman ne menhecinde ne sözlerinde asla yanlış yola sapmazdı.

Fakat yaratılış gayesini unutur, Hıristiyan ve mürtedlerden olan okuyucu ve seyircilerini memnun etmeye kalkışırsa o zaman şüphesiz hataya düşecek ve Allah’ın dinine ait olmayan “demokrasi”, “insan hakları”, “özgürlük” gibi kavramları ona isnat etmeye başlayacaktır.

Âlimler, Mücahid kardeşlerinin hallerini anlamalılar ve Allah’ın düşmanları olan kâfir ve münafıklara yanaşarak onları memnun etmek için Mücahidleri çekiştirmek yerine onları desteklemelidirler.

Hepsinden sonra Allah’ın düşmanlarından nefret eden fakat Mücahidlerle ve doğrulukla arasına mesafe koyan bir âlim, insanların kafasını karıştırır, onları böler ve yücelik, hâkimiyet ve Cihad yolunu kaybeder. Böyle yaparak görevini, gücünü kaybedecek ve kâfir ve işbirlikçileri tarafından da aşağılanacaktır. Ve hiçbir şey elde edemeyecek; ne Ümmete yardım etmek için Mücahidlerin saflarında bulunacak ne de O’nun davet ettiği hemen her şeyden nefret eden mürtedlere yaranabilecektir.

Âlimler böylesi aşağılanma ve zayıflığa bir kez eriştiğinde prensiplerini terk ederek, gazaptan muaf olma,” sağlıklı” olmak gibi şeyler için kâfirlerin şartlarını kabul ederler. Ve kâfir ve münafıklar Ümmete karşı fesat yaymak için böyle âlimlerin kendi basınlarında fetva yayınlamalarına müsaade eder.

“Onlar, sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı uydurman için az kalsın seni ondan şaşırtacaklardı. (Eğer böyle yapabilselerdi) işte o zaman seni dost edinirlerdi. Eğer biz sana sebat vermiş olmasaydık, az kalsın onlara biraz meyledecektin. İşte o zaman sana, hayatın da, ölümün de katmerli acılarını tattırırdık. Sonra bize karşı kendine hiçbir yardımcı bulamazdın.”

(Kuran-ı Kerim, Sure 17; “İsra”, 73-75.ayetler)

“Aralarında, Allah’ın indirdiği ile hükmet. Onların arzularına uyma ve Allah’ın sana indirdiğinin bir kısmından (Kuran-ı Kerim’ın bazı hükümlerinden) seni şaşırtmalarından sakın. Eğer yüz çevirirlerse, bil ki şüphesiz Allah, bazı günahları sebebiyle onları bir musibete çarptırmak istiyor. İnsanlardan birçoğu muhakkak ki yoldan çıkmışlardır. Onlar hâlâ cahiliye devrinin hükmünü mü istiyorlar? Kesin olarak inanacak bir toplum için, kimin hükmü Allah’ınkinden daha güzeldir?”

(Kuran-ı Kerim, Sure 5; “Maide”, 49-50.ayetler)

Gerçekten hakka ve Cihada davet eden bir âlim, Allah’ın bu ümmete bir rahmetidir. Hatta kendisi hapsedilmiş dahi olsa onun duvarların arkasından yaptığı davet, Rab tarafından göz ardı edilmeyecektir.

Fakat bir âlim, hakikatten gafil ve/veya Cihad ve küfür karşısındaki zillete duyarsızsa o zaman onun görevi tamamlanmıştır. İslam’ı hiçbir şekilde değiştiremeyecek olan bir sürü medyatik fetvaları, onun için yardımcı olamayacaktır. Ümmetin İslam’ın saflarına dönüşü her halükarda gerçekleşecektir çünkü Allah(c.c.), bunu vaat etmiştir ve yaklaşan zaferin işaretleri şimdiden görünmektedir.

Âlimlerin, talebelerinin, gençliğin ve ehliyetli insanların üzerine darul harbdeki Mücahid kardeşlerine yardım için gitmek ve onların ilimlerini düzeltip imanlarını güçlendirmeleri, kutsal bir görevdir. Allah(c.c.), Müslümanları kendi yolunda Cihadla yükümlü tutmuştur. Bu görev malla (Mücahidlere mali yardım yapmak, lojistik destek sağlamak), canla (Allah’ın düşmanlarına karşı fiziksel olarak karşı gelmek ve onlarla savaşmak) ve dille (gerçekleri seslendirmek için entelektüel savaş yapmak) yapılmalıdır. Ve Allah düşmanı Yahudi, Hıristiyan ve mürtedlerin ideolojik, psikolojik ve fiziksel baskılarına karşı koyma (ideolojik/ psikolojik ve fiziksel olarak) mecburiyetleri vardır. (fiziksel olarak sınırlarını zorlayarak).

Kaynak: Kavkaz Center
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt