Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Suriyedeki Fitne Karşisinda Bir Müminin Tutumu Nasil Olmali?

B Çevrimdışı

bismillahallahuekber

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
SURİYEDEKİ FİTNE KARŞISINDA BİR MÜMİNİN TUTUMU NASIL OLMALI?



Bismillah...
Müslüman kimsenin sahip olmuş olduğu bir takım esaslar vardır. Bu esaslar çerçevesinde olup biten olaylara yaklaşımını belirlemelidir. Müminler ehlisünnet anlayışına sahip olan muvahhidler bu esasları iyi bilmeli ve bu esaslar üzerine hayatına yön vermelidir.

Şu günümüzde genel itibariyle Suriyede olup biten olaylar karşısında bir müminin nasıl bir tutum içerisinde olması gerektiğini sorgulayan birçok kardeş vardır. Bu da bir müminden beklenen ve imanın tezahürü manasına gelir. Zaten bu yaklaşım elzem olan bir yaklaşımdır aslında. Müminler dertlidir… Müminler hüzünlüdür… Müminler endişelidir…. Müminler korku içerisindedir... Kalplerimiz titremektedir… Gözlerimiz gözyaşları dökmektedir… Gönüllerimiz “güp güp” atmaktadır. Zira kardeş kardeşi şehit etmektedir. Bir kardeş bir kardeşe mermi sıkmaktadır. Bu olacak bir şey değildir. Bu nasıl olur?

Hani kafirlerle savaşmak için yola çıkmıştık…

Hani kafirleri yola getirmek için dökülmüştük yollara...

Tağuta “dur” demek için bizde varız demiştik…

Zulme uğramış kardeşlerin; “Müslümanlar nerede? Diye haykırışını işitip, bizler buradayız diye koyulmuştuk tozlu yollara…

Tecavüze uğramış bacılarımızın “imdat çığlıkları”, kalplerimizi yerinden oynattığı için hani duramamıştık yerlerimizde...

İmanımızı rahatsız etmişti olup biten olaylar…

Hani müminler kardeş idi. Bunun için kardeşimize yardım etmek, ona kardeş olduğumuzu hatırlatmak için sarılmıştık keleşlere...

Kâfirlere dur demek için almıştık elimize silahımızı…

Ne oldu bizlere? Neden böyle fitne zuhur etti? Yoksa tarihin birçok sayfalarında olduğu gibi kafirlerin oyunumu tuttu? Münafıklar mı kazandı yine?

Hayır, hayır…

Nefislerimizi elinde tutan Allaha yemin olsun ki, müminler kardeştir…

“Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.” (Hucurat, 10)

Müminler kıyamete kadar da kardeş kalacaklardır…

Müminler birbirlerine karşı rahmetlidir...

Müminler bir vücudun azaları gibidir…

"Müminler birbirini tutan tuğlalardan yapılmış duvar gibidir." (Müslim)

Ey müminler! Öyleyse nerede bizim bir duvar gibi olmamız?

"Müminler gözü ağrıyınca; her yeri, başı ağrıyınca da; her tarafı ağrıyan bir insan gibidirler." (Müslim)

Rasulullah’ın(s.a.v)sözlerini işitmiyor muyuz? Rasulullah(s.a.v)bizlere nasihat etmektedir. Bu nasihate kulak verecek kimse yok mudur?

Yoksa kalplerimiz katılaştı mı? Yoksa Allah teala kalplerimizden rahmet ve şefkati çıkarıp alıdı mı?

Bize yapılan nasihaleteri işitmez mi olduk!

Bizler, Allahın ayetleri okununca, rasulullah’ın(s.a.v)hadisleri hatırlatılınca işittik fakat israiloğulları gibi “isyan ettik” mi dedik!

Hayır, hayır…“İşittik ve itaat ettik. Ey Rabbimiz! Senden bağışlama dileriz. Sonunda dönüş yalnız sanadır.”(Bakara, 285)

"Kendisi için sevdiğini kardeşi içinde sevmedikçe tam iman etmiş olamaz.(Buhari, Müslüm)

Rasulullah’ın(s.a.v)bu buyruğunu yoksa hiç anlamadık mı? Yani bizler nasıl kendimiz için bir şeyler istiyorsak kardeşlerimiz içinde istemeliydik...

Nasıl aç kalmak istemiyorsak kardeşimizin de aç kalmamasını istemeliydik...

Bizler nasıl esir düşmek istemiyorsak kardeşlerimizin de esir düşmelerini asla istememeliydik..

Nasıl kendimize bir kardeşimizin silah doğrultmasını istemiyorsak aynı şekilde mümin kardeşimize de silah doğrultulmamasını istemeliydik…

Bizim arkamızdan nasıl konuşulmasını istemiyorsak aynı şekilde kardeşimizin, kardeşlerimizin arkasından da konuşulmasını istememeliyiz…

"Ey Allah’ın kulları kardeş olun. Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Ona zülüm etmez. Ondan yardım elini çekmez ve onu küçük görmez. Takva işte buradadır. Kişiye şer olarak Müslüman kardeşini hakir ve küçük görmesi yeter." (Müslim)

"Onlar birbirlerine karşı şefkatli, merhametli ve alçak gönüllüdürler." (Maide, 54)

Hani Allah için birbirimizi sevecektik! Hani Allah için kardeş olmuştuk!

Mümin kişi sevdiği kimseye hakaret edebiliri mi?

Sevdiğine silah doğrultabilir mi?

Sevdiğine zalim diyebilir mi?

Mümin kardeşine mermi sıkabilir mi?

Mümin, mümine yan gözle bile bakmaz. Hani öyleyse bizim müminliğimiz nerede?

"Şu üç şey kimde varsa, O imanın tadını almıştır. Allah ve Resûlu’nu her şeyden daha çok sevmek, sevdiğini (kardeşini) Allah için sevmek ve ateşe atılmaktan korktuğu gibi Allah kendisini kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmekten de öylece korkmak." (Buhari-Müslim.)

İmanın tadını Allah için birbirimizi sevmekle almıştık. Öyleyse kişi, Allah için sevdiği hakkında kötü konuşabilir mi?

"Allah’u Teala buyurdu ki; Benim için birbirlerini sevenlere, benim için oturanlara, benim için birbirlerini ziyaret edenlere ve benim için sadaka verenlere muhabbetim vacip oldu."(Hadisi Kudsi)

"Birbirini seven iki kişinin en üstünü arkadaşını en çok sevendir."(Buhari)

Biz bu fitnenin-Allahın izni ile-üstesinden geliriz. Çünkü bizler, bizleri bizden daha iyi bilen bir Allaha iman etmişsiz...

Bizler, bizlerin her konuştuğunu her yaptığını, bütün gönlümüzden geçirdiğimizi bizlerden daha iyi bilen bir rabbe iman etmişiz…

Bizler af etmenin dinimizin bir gereği olduğuna iman etmiş muvahhitleriz…

Öyleyse kâfirlerin dahi yaptıkları kötülükleri af etme yolunu tutmuşken müminlerin bizlere karşı işlemiş olduğu hataları neden af etmiyoruz? Af edemiyoruz? Yoksa kalplerimizde iman mı kalmadı? Yoksa bizler de şefkat, merhamet ve itaat duygusu mu köreldi?

Bizler iman sayesinde kardeş olduğumuz, Allah tealanın bizlere hidayet etmesiyle hidayetle tanışan insanlar olduğumuzu çok iyi bilmekteyiz. Allah bizlere hidayet etmemiş olsaydı, cahillerden, sapık ve hidayettten bihaber yaşayanlardan biri olacağımızı çok iyi bilen kimseleriz.

"Hani siz birbirinizin düşmanları idiniz de, O (Allah) kalplerinizi ısındırıp birleştirmişti. İşte Onun bu nimeti sayesinde din kardeşleri olmuştunuz." (Al-i İmran, 103)

"Mümin Kardeşinin aynasıdır. Mümin müminin kardeşidir. Onun malını korur ve onu kollar."(Buhari)

Müminler, müminin aynasıdır. Mümin, mümin kardeşine baktı mı kendisini görür, kendisinde var olan hataları görür.

"Kişi kardeşine zalimde olsa mazlumda olsa yardım etsin. Zalim ise ona engel olsun. Bu ona bir yardımdır. Mazlum ise ona yardım etsin."(Müslim)

Neden müminler olarak birbirimizi kollamıyoruz? Neden birbirimize sahip çıkmıyoruz? Neden birbirimizin arkasından konuşuyoruz? Bunu anlamak mümkün değil. Herhalde bizlere söylenen ayetlere ve hadislere iman etmiyoruz!!! (Bundan Allaha sığınırız)

İslam ümmeti Allahın ve rasulünün(s.a.v)sözleri doğrultusunda hareket eden kimselerdir. Ölçüleri, hareket alanları Allah ve rasulünün(s.a.v)belirlemiş olduğu ölçü ve sınırlardır. Ölçülerini Allahtan ve rasulünden alan nasıl olurda diğer tarafta olan, ölçüsünü Allahtan ve rasulünden aldığını iddia edenlere karşı kin ve nefret besleyebiliri ki?

Kin ve nefret yalnız Allah için beslenir. Bunun manası Allahın bizlere; kin beslememiz gerektiği kimselere karşı kin besleriz. Mümin, mümine asla kin beslemez.

Şunu unutmamalıyız ki şeytan müminlerin arasını ayırmak ve uzaklaştırmak ister.

Müminlerin en büyük düşmanlarına karşı mücadeleleri ömür boyu sürer. Bu savaş sırasında şeytan çok kurnaz yöntemler kullanır. İnsana hiçbir zaman gerçek yüzünü göstermez, karşısına çıkıp "ben şeytanım ve senin cehennemde yanmanı istiyorum" demez. Onun yerine, "sinsice göğüslere ve kalplere vesvese vererek" (Nas Suresi, 4-5) kendi varlığını ustaca gizler. Şeytanın vesveselerine karşı uyanık olmayan, şeytanık ne gibi şeytanlıklar yapacağı konusunda gaflette olan bir insan, onun telkinlerini kendi kafasından geçen düşünceler zanneder. Dahası şeytan bu fikirlerin doğruluğuna onları inandırır. Bu sayede birçok insanı —kendileri şuurunda değilken— tamamen kontrolü altına alır.

Ancak müminler, göğüslere ve kalplere kadar girip fısıldayabilme yeteneğine sahip bu düşmanı, Kuran sayesinde saf dışı edebilirler. Mümin öncelikle, kalbinden gelen bu sesin, şeytana mı yoksa kendi vicdanına mı ait olduğunu teşhis edecek bir nur ve feraset sahibidir. Şeytanın oyununun farkına vardıktan sonra, Kuran'da emredilen yapar ve Allah'a sığınır. Çünkü Allah'ı anan bir mümin karşısında şeytanın vesvesesinin hiçbir etkisi kalmaz. Allah bu önemli sırrı Kuran'da şöyle bildirir:

Eğer sana şeytandan yana bir kışkırtma (vesvese veya iğva) gelirse, hemen Allah'a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir.

(Allah'tan) Sakınanlara şeytandan bir vesvese eriştiğinde (önce) iyice düşünürler (Allah'ı zikredip-anarlar), sonra hemen bakarsın ki görüp bilmişlerdir. (A'raf, 200-201)

Kuran müminlerin birlik içinde, birbirlerine destek ve yardımcı olmalarını, birbirlerini gözleyip kollamalarını emreder. Bağın ne derece güçlü olması gerektiği aşağıdaki ayetle bildirilmiştir:

Şüphesiz Allah, kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever. (Saf, 4)

İşte şeytan bu önemli hükmü göz ardı ettirmeye ve müminlerin aralarındaki birliği yıpratmaya çalışır. Bu amaç doğrultusunda en büyük çabayı müminler arasındaki konuşmaları etki altında bırakmak için harcar. Kötü söz söyleme, imalı konuşma, laf dokundurma gibi cahiliye insanlarına ait çirkinlikleri yapmaya teşvik ederek müminlerin aralarını açmaya çalışır. İman eden bir kimse, şeytana karşı boş bulunduğu her an böyle bir tehlikeyle karşı karşıya kalabilir. Bu yüzden Kuran'da, müminler bu tehlikeye karşı uyarılır, birbirlerine karşı güzel söz söylemelerini emreder ve şeytanın müminlerin düşmanı olduğunu hatırlatır:

Kullarıma, sözün en güzel olanını söylemelerini söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır. (İsra, 53)

Gerçekten şeytan, içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi, Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz değil mi? (Maide, 91)

Bu yüzden ilmi çerçeveler ve vasat ümmet olma vasfına sahip olan ümmet, fitneleri yatıştıran, fitneleri ortadan kaldıran bir yaklaşımla meselelerin üzerine gitmesi gerekir.

Vasat: Bu kavramın Kur'ân-ı Kerîm'de bir tek kullanımı vardır. O da şu âyet-i kerimedir:

"Böylece sizi vasat bir ümmet kıldık ki, insanlara karşı Şahitler olasınız. Peygamber de sizin üzerinize şahit olsun. Biz Peygambere uyanı, ökçesi üzerinde geri dönenden ayıralım diye, eskiden yöneldiğini (Kâbe'yi) kıble yaptık. Bu, Allah'ın doğru yola ilettiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir. Allah sizin imanınızı zayi edecek değildir. Şüphesiz Allah, insanlara Rauf(Fefkatli) ve Rahim (merhametli) dir"(Bakara, 143)

Ayette geçen "vasat" luğat anlamında açıklandığı üzere "hayırlılık ve hayırlısını seçme" anlamına gelir. Aynı şekilde hayırlara da "vasat" denir.

Allah Teâlâ Müslümanların vasat bir ümmet, yani dengeli veya hayırlı bir ümmet oluşunun gerekçesini de şu buyruğu ile açıklamaktadır: "İnsanlara karşı şahitler olasınız. Peygamber de sizin üzerinize şahit olsun diye". Yani "Kıyamet gününde Yüce Allah'ın her şeyi gereği gibi açıklayıp Rasûlleri gönderdiği ve onların da Allah'tan aldıkları risaleti tebliğ ettikleri ve bunu gereği gibi yerine getirdikleri konusunda diğer ümmetlere karşı şahitlik edesiniz" diye iman edenler Rasûlün davetini "baş göz üstüne" deyip kabul etti. O halde kıyamet gününde, Rasûllerinin kendilerine tebliğde bulunduğuna dair insanlara karşı şahitlik edecek kimseler gibi Rasûlüllah da iman edenlere karşı şahitlik edip onları tezkiye edecektir.

"Bütün insanlara karşı şahitlik edecek, aralarında adaleti uygulayıp yerleştirecek, değer ve ölçüleri koyacak olan vasat ümmettir. Bu değer ve ölçüler hakkında kendi görüşünü ortaya kor, kabul edilen görüş onun görüşü olur. Değerlerini, düşüncelerini, geleneklerini, parolalarını, ölçer, biçer ve bunlar hakkında hükmünü vererek; "Bu haktır, bu da batıldır" der. Bu "vasat ümmet" insanlara karşı şahitlik ve onlar arasında adaletle hakim konumunda iken düşüncelerini, değerlerini ve ölçülerini insanlardan almaz. O, insanlara karşı şahitlik yaparken böyle bir duruma düşmez. Çünkü bu ümmete karşı şahitlik edecek olan Rasûlüllah (s.a.v)'dir. Bu ümmetin ölçülerini ve değerlerini belirleyen, bu ümmetin amel ve gelenekleri hakkında hüküm ve değerlerini belirleyen bu ümmetin amel ve gelenekleri hakkında hüküm veren, bu ümmetin yaptıklarını ölçüp biçen ve onlar hakkında son sözü söyleyen hep odur. İşte bu ümmetin hakikati ve görevi böylelikle sınırlanıyor ve belirleniyor ki, bu ümmet bunları gereğince bilsin veya bunların ağırlıklarının farkına varsın, rolünü hakkıyla değerlendirsin ve bu rolü edebilmek için layıkıyla hazırlansın.

"Bu ümmet "vasat" kelimesinin bütün anlamlarıyla vasattır. İster güzel ve fazilet anlamına gelen "vasatîlik", ister itidal ve orta yolluk anlamına gelen "vasatîlik", isterse de maddî ve hissî anlamı olan asıl anlamıyla "vasatîlik" göz önünde bulundurulsun o, gerçekten "vasat bir ümmettir", tasavvur ve itikatlarında vasattır...

Bir takım ilim ve menhecden haber olmayan kardeşlerin yaptığı gibi var olan fitne ateşini daha da çok alevlendirmeye kalkmak vasatlık bihaberi olanlar içindir.

Birçok müminin kanının akıtılması ve küfrün karşısında zayıflığa uğraması müminlerin en büyük derdidir. Müminlerin içinde yanan bir ateşe, benzin dökmek müminin vasfı değildir. Mümin objektif yaklaşıp var olan fitneyi söndürmeye gayret göstermelidir. Bazılarının yaptığı gibi birilerini tekfir yahut aşırıcılık, şer-i mahkemye gelmeme, irca, kafirlerle dostluk veya yardımlaşma ya da taviz gibi vs şeylerle suçlayıp İnternet mücahitliği yapmak ancak ve ancak var olan fitneyi daha da fazlalaştırmaktan öte geçmemektedir. Bu nedenle bu konu ile ilgili müminin tavrını belirlemek için bu acizane kısa risaleyi üzerime bir vecibe bildim. Bu bağlamda müminlerin fitnelere karşı nasıl bir tutum ve yaklaşım içerisinde olmaları gerektiğini kısaca bir takım esaslar koyarak üzerimize düşeni yerine getirmeye çalışalım…

Müminin sahip olması gereken esaslar:

1-Allahtan Başka Hiç Kimse Masum Değildir.

Herkes hata yapabilir. Dolayısıyla ortada hata sahibi bir insan vardır. Bu yüzden tövbe kapısı kıyamete kadar açıktır. Mümin kardeşimizin de hata yapabileceğini göz önünde bulundurmalıyız. Hata ve insan bir biri içindir. Öyleyse hatalı olabileceğimizi, hata yapmış olabileceğimizi bir diğer kardeşimizin de hata yapabileceğini unutmamalıyız. İnsanın hata yapabileceğini her zaman göz önünde bulundurmalıyız. Kardeşimize de bu yönde muamele yapmalıyız. Hatanın bizden kaynaklanabileceğini unutmamalıyız ve her daim kendimizi hesaba çekerek belki de hata bizde deyip öncelikle kendimizi sorgulamalıyız.


2- Tarafların Her Birinin Geçerli Bir Te’vile Sahip Olabileceğini Göz Önünde Bulundurmak.


Bilindiği gibi İslam dininde kişilerin geçerli bir te’vili var ise; bu, onlar için bir takım hükümlerin verilmesi önünde engeldir. Bunu her zaman göz önünde bulundurmamız gerekir. Âlimlerin birbirlerine karşı tutumları da bu yönde olmuştur. Kendi gibi düşünmeyenleri hiçbir zaman kınamamışlar ve her zaman; Bana göre benim sahip olduğum fikir doğrudur ama yanlış da olabilir. Kardeşimin sahip olduğu fikirde doğru olabilir. Şunu unutmayalım ki bir kimse ictihad ehli ise; hatalı ictihad etmesi bile onun için bir ecir vesilesidir. Fakat bir ictihadın hata olduğu bir takım delillerle ispat edilirse, o ictihad alınmaz ve red edilir. Nihayet bir ictihaddır ne kuran ayeti ve nede sahih bir sünnettir.

“Müctehid, ictihadında hata ederse bir, isabet ederse iki sevap alır.”(Buhari)


3-Gelen Haberleri Güzelce Tahkik Etmek. Her Gelen Habere Yorum Ve İlaveler Yapmamak.


Ey iman edenler! Size bir fasık bir haber getirirse, bilmeyerek bir topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman olmamak için o haberin doğruluğunu araştırın.(Hucurat, 6)

Günümüz savaşları tamamen dezenformasyon üzerine ve kışkırtma üzerine kurulmuştur diyebiliriz. Bu zaten şeytanın arayıp ta bulamadığı bir fırsattır. Müminin mümine karşı haksızlık etmemesi ve zulmetmemesi için kendisine ulaşan haberleri iyice tahkik etmesi gerekir. Aksi takdirde birilerine zulmetmiş ve haksızlık etmiş olabilir.

4-Bilinmelidir Ki Fitne Ortamında Hiç Konuşmamak, Fitnelerin Bitmesine En Çok Etki Eden Etkendir.

Faydası olmayan sözler konuşmamak müminin şiarındandır. Mümin fazla konuşmaz hele hele fitne ve fesadın söz konusu olduğu konularda yorum yapmaz. Zira bu bazı kimselerin haksızca zulme uğramasına, haklarında gıybet edilmelerine, koğuculuk ve dinimizin yasakladığı bir takım neyihleri gündeme getirebilir. Yani kötülüğe öncü olan kötülüğü işlemiş gibidir. İyiliği öncülük eden yani gıybet ve koğuculuğun önüne geçen sevap ve hayr kazanmış demektir. Zira bir hayra öncülük etmiştir. Konuşmak hiçbir sorunu çözmeyecekse daha fazla sorunlara yol açacaksa hiçbir şekilde bu konuda öncü olmamak gerekir. Sorunun çözülebilmesi, sorunu çözebilecek insanlara bırakılmalıdır. Aksi takdirde işi daha da çözülmez bir hale getirir. Dolayısıyla sadece ilim ehli ve emirler bu konuda söz sahibi olduğunu bilmek. Zira ilim ehli ve emirler bu konuda sorumluluk sahibidirler ve sorunları çözümü onlara kalmıştır. Bu konumda bizim üzerimize düşen fitneleri yatıştırıcı, sakinleştirici, söndürücü sözler söylemek olmalıdır. Bir müminin bu tür fitneler karşısında sessiz kalması ve bolca dua etmesi gerekir.


5-Müminler Hakkında Hüsnü Zan Beslemek.


Birisi sana kötülük yapsa zahirî sebepler açısından sana zulmetmiş olsa bile hakiki sebep olarak nefsini hesaba çekip, kusuru kendinde aramalı ve istiğfar etmelisin. Çünkü o, gizli bir günahının neticesi olabilir.
Senin günah işlemene kapıyı açık tutan şeytana uymayacaksın. "Şeytanın adımlarını izlemeyin" (Bakara, 208).
Ve yine "Müminler inananları bırakıp, kâfirleri dost edinmesin. Kim böyle yaparsa Allah ile bir dostluğu kalmaz. Ancak onlardan (gelebilecek bir tehlikeden) korunmanız başka..." (Al-i İmran, 28)
"De ki : "Göğüslerinizde olanı gizleseniz de, açığa vursanız da Allah onu bilir..." (Al-i İmran, 29)
Mü'min, hüsn-ü zanna memurdur.

Nitekim Cenâb-ı Hakk:
"Ey inananlar, zandan çok sakının. Zira zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin gizli şeylerini araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşlerinin etini yemeyi sever mi? İşte bundan iğrendiniz. O halde Allah'dan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul eden, çok esirgeyendir." (Hucurat, 12)
Mümin, mümin hakkında her zaman iyi düşünür. Kötülük düşünmez. Kendisinin haksız ve karşısındakinin haklı olabileceğini düşünmelidir.

Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

"İsa aleyhisselam hırsızlık yapan bir adam görmüştü:

"Hırsızlık mı yaptın?" dedi. Adam:

"Asla! Kendisinden başka ilah olmayan Zat'a yemin olsun" diye cevap verince Hz. İsa:

"Allah'a inandım, gözlerimi tekzib ettim!" dedi."(Buhari, Enbiya 48; Müslim, Fezail 149, (2368); Nesâî, Kudât 36, (8, 249)


6-Fitne Döneminde Oturanın Ayakta Olandan Daha Hayırlı Olduğu, Oturanın Ayakta Olandan Daha Hayırlı Olduğunu Bilmek.


Üsâme bin Zeyd(r.a.)şöyle demiştir:

"Peygamber (s.a.v.) Medine'nin yüksek yerlerinden bir yere çıktı ve şöyle buyurdu:"Benim gördüğümü görüyor musunuz? Kuşkusuz ben evlerinizin aralarına, yağmurun (çokça) yağdığı gibi fitnelerin (çokça) peşpeşe geleceğini görmekteyim."[1]

“Fitne ile ilgili her türlü faaliyetten uzak durmalı. Çünkü fitne ortamında oturan, ayakta durandan; ayakta duran yürüyenden ve yürüyen koşandan daha hayırlıdır. (Müslim)

Bir diğer hadiste: “Fitne ortamından kim bir sığınak veya korunak bulursa oraya sığınarak kendini korusun.” buyurur. (Müslim)

Ebu Hureyre'den(r.a.)rivayet edildiğine göre:
Rasulullah(s.a.v)şöyle buyurmuştur:"Gelecekte fitneler olacaktır. Fitne zamanında oturan kişi ayakta durandan; ayakta duran yürüyenden; yürüyen koşandan hayırlıdır. Her kim fitnelerin içine girerse şüphesiz fitneler bitirir. Her kim fitne zamanı sığınacak bir yer bulursa hemen oraya sığınsın."[2]

Fitne, insanı Allah’tan uzaklaştıran her türlü karışıklık ve olumsuzluklardır. “Hasır üzerine yatan insanın bedeni çizgi çizgi o hasırdan izler taşıdığı gibi, fitneler de kalbe o şekilde tesir eder. Onları benimseyip özümseyen kalplerde, fitneler birer siyah nokta şeklinde yer eder.” [3] hadisinde belirtildiği gibi fitnelerin hedefi insanın kalbidir. O halde bu manevi düşmandan koruyacak manevi bir sığınak aramak gerekir. Fitnelerden koruyacak bu sığınak ise önünde bir takva imamı bulunan ve bütün derdi Sünnet hayatını yaşamak olan cemaattir. Öyleyse fitnelerden kurtulmak için rabbani sıfatlara sahip olan bir emirin oluşturmuş olduğu fırka-i naciye vasıflarına sahip olan bir topluluğun içerisinde olmak; fitneden kaçmak ve en az zararla kurtulmak için en güzel sığınıklardan birisidir.

Ahnef bin kays(r.a)şöyle anlatır:

“Şu kimseye(H.z Ali bin Ebi Talip’e)yardım etmek için gidiyordum Ebu Bekre (r.a.)ile karşılaştım; Nereye gidiyorsun? Dedi. Şu kimseye(H.z Ali bin Ebi Talip’e)yardım etmeye gidiyorum” dedim. Bunun üzerine Ebu Bekre (r.a.): Dön! Zira ben Allah Resulü'nü(s.a.v)şöyle buyururken işittim:"İki müslüman kılıçları ile karşı karşıya geldikleri zaman öldüren de ölen de Cehennemdedir" buyururken işittim, demiştir. Bunun üzerine ya ben ya da bir başkası: Ey Allah'ın Resulü! Öldüren böyle ama ölene ne oluyor? dedi. Allah Resulü: "Ölen de arkadaşını öldürmek istemiştir" buyurdu.”[4]


7-Cihad Ehlinin, Ne Kadar Fitneye Vs Düşselerde; Masa Başında, Sıcak Evinde Oturan, Tehallüf Edenlerden Daha Üstün Olduğunu Bilmek Gerekir.


Aslına bakılacak olursa bir mümin için en büyük fitne, kişinin islamdan uzak bir yaşam içerisinde olmasıdır. Kişi cahiliye hayatı yaşıyor; tevhid, iman ve hicretten haberi yok ise bu durum onun için en büyük fitnedir. Fitnelerden kurtulmak için kişinin tevhidle tanışması ve öğrendiklerini amele dökmekten başka bir yolu yoktur.

Yahut mümin bir kişinin fitnesi ise cihad meydanlarında olmadığı halde, cihad meydanlarında olup bitenler hakkında ileri geri bolca konuşması, gevezelik yapması ve geri kalanlardan olarak cihada denk hiçbir amel işlememesidir. İşte bu kişi için en büyük fitnedir. Böyle bir durumda olan mümin ise cihad meydanlarında sarf edilen amele denk bir amel yönelmeyi kendine gaye edinmeli yoksa ayetlerde ve hadislerde ki tehditlere maruz kalacağını bilmesi gerekir.

8-Kafirlerin müminleri birbirine düşürmek için her zaman büyük gayret ve çabalarının olduğunu dolayısıyla çıkan fitnelerin kafirler tarafından ya da münafıklar tarafından çıkarıldığını iyi bilmek.

Münafık; zahirde mümin, gerçekte ise kâfir olan insan tipidir. Müminle kâfir arasında gidip gelen çift yüzlü, çifte şahsiyetli biri olduğu için münafık, Kur'an'ın kâfirden bile tehlikeli gördüğü insan tipi olarak karşımıza çıkmaktadır. Münafığın, gerçek yüzünü gizlemesi, diğer hususlarda olduğu gibi, fitne konusunda da onun çok daha tehlikeli biri olduğunu açıkça göstermektedir. Nitekim Kur'an yer yer münafıkların fitne çıkarıcı ve fitneye düşürücü tutum ve davranışlarından söz eder. Buna göre, münafıklar, fitneye her çağrıldıklarında ona hiç beklemeden ve gözü kapalı bir biçimde can atarak koşarlar.[5]

“Şam halkı, Allah’ın yeryüzündeki kamçısıdır. Allah, onlar vasıtasıyla dilediği kimselerden dilediği şekilde intikam alır. Şam münafıklarının, Şam müminlerine üstün gelmesi haramdır. Onlar (münafıklar) ancak dert, öfke ve keder içinde ölürler.”[6]

Dolayısıyla olan olaylar göstermektedir ki Allahın bizlere vaad ettiği haktır ve vaad ettikleri mutlaka gerçekleşecektir. Allahın emirlerinin ne derece bereket içerdiği de ortadadır.

Bu ümmet bilmektedir ki, ümmetin içerisinde hiçbir zaman münafıklar eksik olmazlar. Her zaman da var olmaya devam edecektir. Ama bununla birlikte unutulmamalıdır ki, nasıl bu ümmetin içerisinde münafıkları var ise, bu münafıklara karşı koyan, hakkın galip gelmesi için Allah yolunda mücadele eden yiğitleri her zaman olmuş ve mutlaka olacaktır. Suriye mücahitlerinin duvarlara yazdıkları gibi: “Sizin esediniz(aslan)var ise bizim de Hamzalarımız(aslan avcılarımız)var.”

İslam’ın, müslümanların olduğu yerde münafıkların olması, münafıklarla Allahın müslümanları imtihan etmesi haktır. Bu asrısaadet zamanında böyle olmuştur ve günümüzde ve daha ileriki zamanlarda da böyle olacaktır. İslam’ı hazmedemeyen, çıkar ve menfaat sahipleri inançsız kimseler her yerde kullanılmaya müsaittirler. Kâfirler bu durumu çok iyi bildikleri için müslümanların arasında var olan münafıkları her zaman kullanmışlardır. Kâfirler müslümanların bir yerde güç sahibi olmasını kabullenemezler ve bu nedenle birçok zaman orada bulunan münafıkları kullanırlar. Nitekim bu günde Şam diyarında olup bitenler islam tarihinin birçok tarih diliminde vuku bulan olaylarla benzerlik göstermektedir. Mala, mülke düşkün, Allahın dininin dışında gayeleri olan kimseler, bu günüde aynı Übey bin Selil’ün rolünün üstlenmiş durumdadırlar.

Hadiste: “Kim bir mümini, bir münafıkın eziyetinden korursa, Allahü teâlâ da onu, Cehennem ateşinden korur.”(Ebu Davud)


9- Zararın Neresinden Dönülürse O Kadar Kar Olduğunu Bilmek.


Bir takım geçmiş yanlışlar ve hatalar yapılmış olabilir. Fakat zarar üzerinde ısrar etmek esas zarardır. Af yolunu tutmak müminin şiarı olmalıdır. Mümin kimse müminlere zarar verecek, İslam’a zarar verecek açıklamalardan kaçınmalıdır.


10-Bir Müminin Öldürülmesi Kabenini Yıkılmasından Daha Kötü Olduğunu Bilmek.


Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:

"Nefsim kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, insanlara öyle bir zaman gelecek, katil niçin öldürdüğünü, maktül de niçin öldürüldüğünü bilmeyecektir."(Müslim)

Günümüzde mealesef Suriye de mümin mümin öldürür hale gelmiştir. Sanki bir mümini öldürmek sıradan basit bir olaymış gibi düşünülmektedir. Nasıl olur ki: bir mümin ailesini, malını mülkünü bırakıp Allah yolunda cihada gidiyor daha sonra başka bir müminin tutup canını kıyıyor. Sebebi ise bir ribat yeri, bir ganimet, bir yerin kontrolü, bir şahsın intikamı vs sebeplerle olabiliyor. Bir mümini öldürmek;

Nisa sûresinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: `Kim bir mümini kasden öldürürse cezası cehennemdir. (Nisâ, 93)

“Her günahın Allah tarafından affı umulur. Kâfir olarak ölmek veya bilerek bir mü’mini öldürmek hariç.” (Ahmed, Nesai)

Allah (c.c) bu ayette bilerek bir mü’mini öldürmenin ne kadar çirkin bir fiil olduğunu ve öldüren kişinin şu üç şeye maruz kalacağını bildirmiştir:

1 - Ebedi olarak cehennemde kalmayı; ebedilikten kasıt cehennemden hiç çıkmaması değil, uzun süre kalmasıdır. Çünkü diğer ayet ve hadisler buna işaret etmektedir.

2 - Allah’ın lanetini,

3 - Kıyamet gününde şiddetli bir azaba maruz kalmayı.

Rasulullah (s.a.v) bilerek adam öldürmenin ne kadar çirkin bir fiil olduğunu anlatmak için şöyle buyurdu: “Allah katında bütün dünyanın yok olması bir mü’minin öldürülmesinden daha hafiftir.” (Beyhaki, Tirmizi, Nesei)


11-Rabbe Tevekkül Edip Allaha Sığınmak Ve Hayrı Göstermesi İçin Bolca Dua Etmek.


Mümin sabırlı ve ferasetli olmalıdır. Meselelere ağır başlı yaklaşmalıdır. Olgunca düşünmek ve olgunca karar vermek için gayret sarf etmelidir. Heva ve arzularına asla fırsat vermemelidir. Mümin kin gütmez ve kıskançlık yapmaz.

12-Mümin Bağışlayıcıdır.

Bir mümin ne kadar hata yaparsa yapsın sonuçta mümindir ve tövbe kapısı onun için ölene kadar açıktır. Dolayısıyla af etmeyi bilmek ve affedici olmak lazım.

“Sizden, faziletli ve varlıklı olanlar, yakınlara, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere vermekte eksiltme yapmasınlar, affetsinler ve hoşgörsünler. Allah’ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.” (Nur Suresi, 22)

Mümin kimse asla nefsi için intikam almaz. Mümin affedicidir ve af etmeye en iyi bilendir.

Peygamber nefsi için intikam almaz; ancak Allah’ın haram kıldıkları için intikam alırdı. (Müslim)

İnşaallah bu esaslar üzerinde düşünülür ve amel edilirse inşaallah fitnenin önüne geçilmiş ve sonlandırılmış olur.

Aralarında hüküm vermek için Allah’a (Kur’an’a) ve Resûlüne davet edildiklerinde, mü’minlerin söyleyeceği söz ancak, “işittik ve iman ettik” demeleridir. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.(Nur, 51)

Fitne Kelimesinin Yanlış Anlaşılmasına Bir Örnek

Hz. Ömer’in oğlu Abdullah’ın (r.a)Haricî bir genç ile tartışırken aralarında geçen şu konuşma, fitne kelimesinin Sahabe’de nasıl bir çağrışım alanına sahip olduğunu çarpıcı bir şekilde gösterir:

Haricî:

- Ey Ebu Abdurrahman! Allah’ın Kitab’ında zikrettiği şu ayeti işitmiyor musun?: “Eğer mü’minlerden iki zümre birbiriyle vuruşursa, aralarını bulup barıştırın. Eğer onlardan biri diğerine karşı halâ saldırıyorsa, o saldırganla Allah’ın emrine dönünceye kadar savaşın” (Hucurat, 9) Allah’ın Kitab’ında zikrettiği gibi müslümanlar arasındaki harbe katılıp savaşmaktan seni nasıl bir düşünce uzak tuttu?

İbn-i Öme(r.a):

- Ey kardeşimin oğlu! Okuduğun bu ayeti delil edinip müslümanlarla savaşmaktansa, Yüce Allah’ın, içinde büyük tehditler zikrettiği şu ayeti delil getirip, ona göre hareket etmem bana daha sevimlidir: “Kim bir mümini kasten öldürürse, cezası içinde ebedî kalıcı olmak üzere cehennemdir. Allah ona gazap ve lânet etmiştir ve ona çok büyük bir azap hazırlamıştır.” (Nisa, 92)

Haricî:

- Allahu Teâlâ, “Fitne ortadan kalkıncaya ve din tamamıyla Allah’ın oluncaya kadar onlarla muharebe edin” (Enfâl, 39) buyuruyor.

İbn-i Ömer (r.a):

- Biz Rasulullah zamanında müslümanlar henüz sayıca az iken, o harbi müşriklere karşı yaptık. O zaman kişi dini hususunda fitneye, musibete uğratılır ve kendisine baskı yapılırdı. Müşrikler ya onu öldürürler veya sımsıkı bağlarlardı. Nihayet müslümanlar çoğaldı; artık hiçbir fitne kalmadı.[7]

Abdullah b. Ömer (r.a)burada, Haricî gencin zikrettiği ayetteki fitne kelimesinin, müslümanlar arasındaki ihtilafı değil, küfür ve şirki ifade ettiğini anlatır. Haricî genç ise bu kelimeyi, müslümanlardan bir grubun görüşünü diğerlerinin kabul etmemesinden doğan ihtilaf olarak anlamış ve Enfal Suresi 39’uncu ayete dayanarak onlarla savaşmanın bir görev olduğu şeklindeki yanlış sonuca varmıştır.

En Büyük Fitne Nedir?

Aslına bakılacak olursa bir mümin için en büyük fitne, kişinin islam’dan uzak bir yaşam içerisinde olmasıdır. Kulluk görevlerini yerine getirememesi, gereğince rabbine itaat edememesidir.

En büyük fitne; Kişinin cahiliye bir hayat yaşaması; tevhid, iman ve hicretten haberinin olmamasıdır…

En büyük fitne; kişinin hiçbir zaman yetişemeyeceği dünya peşinden koşmasıdır…

En büyük fitne; kişinin mal ve mülk çoğaltma derdine düşüp, sonsuz ve baki olan ahiret hayatını unutmasıdır…

En büyük fitne; kişinin fani, geçici şu dünya da evlatlarının akıbetlerini düşünmesi fakat çocuklarının sonsuz ve ebedi hayatlarını hiç düşünmemesidir.

En büyük fitne; kişinin; yaratılış gayesini unutup; mide ve şehvetini doyurma endişesine kapılmasıdır…

En büyük fitne; kişinin Allahın dinini bilmediği halde, dünyevi ilimler konusunda ileri bir bilgiye sahip olmasıdır…

En büyük fitne; kişinin kendisini Müslüman zannedip, gerçek Müslümanlıktan ve tevhidden haberdar olmamasıdır…

En büyük fitne; insanların çeşitli kapılardan İslam çıkıp, kendilerini hak üzere zannetmesidir…

En büyük fitne; kişinin dinden yüz çevirmesi ve Allahın dinini öğrenmede gevşek davranmasıdır…

En büyük fitne; kişinin İslam’ı hayata hâkim kılma konusunda tutmuş olduğu yolun nebevi bir yol olmamasıdır…

En büyük fitne; kişinin Saliha, muvahhide bir eşe sahip olmamasıdır…

En büyük fitne; kişinin hiç ölmeyecekmiş gibi dünya zevk ve sefalarının peşinden koşmasıdır.

En büyük fitne; kişinin rabbine ruhlar alemindeyken vermiş olduğu sözü unutup; dünya da Allahtan başka kanun koyucu, kanunlarına başvurulan, kendisine adak adanan, üzerine yemin edilen, yardım istenen, hükümlerine baş vurulan, şifa dilenen, Allah gibi sevilen, Allah gibi korkulan rabler edinmesidir…

En büyük fitne; kişinin evlatlarına İslami bir eğitim vermeyip, mevcut fasit beşeri sistemlerin ön gördüğü eğitimi vermesidir…

En büyük fitne; kişinin yer yüzündeki sayısız fitne ve fesadın var olduğu şu zaman diliminde yaşarken sanki yeryüzünün her yerinde İslam fetihlerinin dolup taştığı, İslam ahkamlarının tatbik edildiği bir kara parçasının üzerinde yaşıyormuşçasına bir yaşam içerisinde olmasıdır…

En büyük fitne; kişinin yeryüzündeki İslam dışı olan yönetimleri meşrulaştırması, desteklemesi, sevmesi ve rıza göstermesidir…

En büyük fitne; kişinin hakkı hâkim kılmak için var gücüyle mücadele eden mücahitlere, cahillerin dediği gibi terörist demesidir…

En büyük fitne; kişinin tevhidden bihaber yaşaması ve kelime-i tevhidin anlam ve şartlarından gafil olmasıdır…

En büyük fitne; kişinin kendisinin özgür zannedip çeşitli fısk ve fücura dalmasıdır, Allahın koymuş olduğu sınırları aşmasıdır...

En büyük fitne; kişinin kendini kandırıp; faizi; kredi deyip, içkiyi; rakı vb isimlerle isimlendirip, zinayı; kaçamak, flört diye adlandırıp, açık saçıklığı; modern ve ilericilik zannedip, kumarı; milli piyango, loto, totot, iddia vb şeyleri de oyun diye isimlendirip işlemesidir…

En büyük fitne; mümin bir kişinin cihad meydanlarında olmadığı halde, cihad meydanlarında olup bitenler hakkında ileri geri bolca konuşması, gevezelik yapması ve geri kalanlardan olarak cihada denk hiçbir amel işlememesidir…

İşte bu kişi için en büyük fitnedir. Böyle bir durumda olan mümin ise cihad meydanlarında sarf edilen amele denk bir amele yönelmeyi kendine gaye edinmeli yoksa ayetlerde ve hadislerde ki tehditlere maruz kalacağını iyi bilmesi gerekir.

"Allahu Teala şöyle buyurmaktadır:

Ey iman edenler, ne oldu ki size Allah yolunda savaşa kuşanın denildiği zaman, yerinizde ağırlaşıp kaldınız? Ahiretten cayıp dünya hayatına mı razı oldunuz? Ama ahirettekine göre bu dünya hayatının yararı pek azdır. Eğer savaşa kuşanıp çıkma/sanız, o sizi pek acı bir azapla azaplandıracak ve yerinize bir başka topluluğu getirip değiştirecektir. Siz ona hiçbir şeyle zarar veremezsiniz. Allah her şey güç yetirendir.(Tevbe, 38-39)

İbn Ömer'den (r.a) Rasulullah’ın (s.a.v) şöyle dediği rivayet edilmiştir:

“Siz, iyne ile satın almaya başladığınızda! İneklerin kuyruklarına tutunduğunuzda, ziraata razı olduğunuzda ve cihadı terk ettiğinizde; Allah üzerinize zilleti musallat kılar. Dininize dönmeyinceye kadar Allah, onu sizden söküp atmaz.”(Ebu Davud satış, 56)


Abdullah El-Ensari



[1] Buhari, medinenin faziletleri 29. Medinenin yüksek binaları, babı 8.

[2] Buhari, menkıbeler 61. İslam da nübüvvet alametleri, babı 25.

[3] Buharî, Müslim rivayet etmiştir.

[4] Buhari, itabu’l iman 2. Masiyetler;cahiliye işlerindendir, babı 22

[5] Nisa, 91; Ahzâb 14.

[6] Albani; Hureym bin Fatik’den mevkuf olarak sahih olduğunu söylemiştir 1/69. Suyuti Cami es Sağir 2766. Buseyri ithafül hıyere el mehera 7/358 ravileri sikadır demiştir. Heysemi meca Ez Zevaid 10/63 ravileri sikadır demiştir.

[7] Buharî rivayet etmiştir.
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt