Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Tevhid Imami Şeyhu'l-islam Muhammed B. Abdulvehhab

E Çevrimdışı

Ebu_Hattab

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
TEVHİD İMAMI ŞEYHU'L-İSLAM MUHAMMED B. ABDULVEHHAB

Hayatı, Daveti, Eserleri ve Hakkında Yapılan İftiralar

Derleyen : Abdulkerim Ebu Ubeyde



Bismillahirrahmanirrahim / Rahman Rahim Allah'ın Adıyla

Hamd, ancak Allah'adır. O’na hamdeder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerrinden, amellerimizin kötülüğünden O’na sığınırız. Allah kimi hidayete erdirirse onu saptıracak, kimi de saptırırsa onu hidayete erdirecek yoktur. Allah'dan başka ilah olmadığına şehadet ederim. O, tektir ve ortağı yoktur. Ve şehadet ederim ki, Muhammed O’nun kulu ve Rasulü’dür.

“Ey iman edenler! Allah'dan sakınılması gerektiği şekilde sakının ve ancak müslümanlar olarak ölün.” (Al-i İmran: 3/102)

“Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden bir çok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'dan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir.” (Nisa: 4/1)

“Ey iman edenler! Allah'dan korkun ve doğru söz söyleyin ki Allah işlerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah'a ve Rasulüne itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur.” (Ahzab: 33/70-71)

Muhakkak ki, sözlerin en doğrusu Allah'ın Kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed’in (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in yoludur. İşlerin en kötüsü ise sonradan uydurulanlardır. Sonradan uydurulup dine sokulan her amel bidat, her bidat sapıklık ve her sapıklık da ateştedir. (Bu, 'Hutbetu'l-Hace' ismiyle meşhur olan Allah Resulunden sahih olarak nakledilen bir açılış duasıdır)

Bundan sonra,

Muhammed bin AbdulVehhab'in selefi davetini günümüzde bazi bid'atci cevreler sürekli gündemde tutup kötülemektedir, bunun sebebi de Islam'in gercek daveti olan selefi daveti asri saadetten günümüzedek süren serüvenini iptal edip, yerine bid'atin, hurafelerin ve sirkin cirit attigi bir hurafe dinini insanlara lanse etmektir.

Bu risalede Seyhulislam Muhammed bin AbdulVehhab'in hayatini, davetini ve onunla alakali yapilan iftiralari zikredecegiz, niyetimiz bu davetten insanlarin faydalanmasi ve bid'atlara ve hurafelere karsi daha duyarli olmasidir. Burada sadece Seyh Muhammed'in hayatinin sonuna kadar olan safhayi mevzubahis edecegiz, ölümünden sonraki dönemde bazi sapmalarin oldugunu Seyh AbdulAziz bin Baz'da itiraf eder: “Üstad Muhammed’in vefatından uzun bir müddet sonra, çocuklarının ve yardımcılarının çoğunun vefatının ardından bazı sapmalar olunca sınama geldi“. (bknz. Muhammed bin AbdulVehhab, Hayati ve Daveti, Seyh AbdulAziz bin Baz) Dolayisiyla ölümünden sonra ki dönemin Ebu Hanife'nin vefatindan sonra ki sapmalardan tabileri Ebu Hanife'yi sorumlu tutmadigi gibi bizde Seyhi sorumlu tutmadik. InseAllah hayirlara vesile olur.

BAB 1 : ŞEYH MUHAMMED B. ABDULVEHHAB'IN HAYATI

Muhammed b. Abdilvehhâb hicrî 1115 (m. 1703) yılında doğdu. Uyeyne beldesinde babasından okudu. Burası aynı zamanda doğduğu yer olup Necd bölgesinde Yemâme’de bir beldedir. Riyad’ın kuzeybatısına düşer. Riyad’la arasında takriben 70 km.lik bir mesafe vardır. Başka bir ifadeyle Riyad’ın batısından bu kadarlık bir mesafededir. Ibn Abdilvehhâb burada doğdu ve güzel bir şekilde yetişti. Babası Üstad Abdulvehhâb b.Suleyman’ın gözetiminde küçük yaşta Kur’an’ı okudu, öğrenime ve fıkha yöneldi. Uyeyne kadısı olan babası büyük bir fakih, kıymetli bir alimdi. Bülûğa erdikten sonra haccetti. Haccın akabinde Mekke’de kalmaya karar verdi ve Harem-i Şerîf’teki bazı hocalardan ilim tahsil etti. Ardından Medine’ye gitti. Oranın alimleriyle biraraya geldi. Burada da bir müddet ikamet etti ve meşhur büyük iki alimden istifade etti. Bunlardan ilki, Abdullah b. Ibrahim b. Seyf en-Necdî’dir. Aslen Mecmaa’lıdır ve el-Azbu’l-Fâid fî Ilmi’l-Ferâid kitabının yazarı Ibrahim b. Abdillah’ın babasıdır. Ikincisi ise, Muhammed Hayâtu’s-Sindî’dir. Bunlar üstadın Medine’de ders aldığı meşhur hocalarından sadece ikisidir. Muhtemelen bu ikisi dışında bizim bilmediğimiz hocalardan da dersler almıştır.

Üstad ilim talebi için daha sonra Irak tarafına yönelip Basra’ya geldi. Buradaki alimlerle birlikte oldu. Onlardan oldukça istifade etti. Allah’ı tevhîde davete de burada başladı ve insanları sünnete çağırdı. Müslümanlara gerekli olanın, dinlerini doğrudan Kur’an ve sünnetten öğrenmeleri olduğunu söyledi. Bu hususta oradaki alimlerle münakaşa, müzakere ve münazaralarda bulundu. Buradaki hocalarından Muhammed el-Mecmûî meşhurdur. Basra’daki bazı kötü niyetli alimler ona karşı ayaklanınca, kendisi ve mezkur hocası bir takım eziyetlere maruz kaldılar. Bu nedenle Basra’dan ayrıldı, niyeti Şam bölgesine gitmekti. Ancak yeterli maddi imkanı olmadığından bunu gerçekleştiremedi. Basra’dan çıkıp Zubeyr’e, oradan da Ihsâ’ya geçti. Burada alimlerle birlikte oldu ve kelâma dair bazı meselelerde müzakerelerde bulundu. Ardından Hureymilâ beldesine yöneldi. (Allah bilir ya, bu yolculuğunun XII. asrın kırklı yıllarında olması gerekir. Zira Uyeyne’de kadı olan babası, emîrle arasında husumet olunca 1139 yılında Hureymilâ’ya taşınmıştı. Babasının 1139 (m.1726) yılında buraya göç etmesinden sonra Üstad Muhammed de babasının yanına gelmişti. Bu durumda Hureymilâ’ya gelişi 1140 (m. 1727) veya daha sonraki bir tarihtir.) Buraya yerleşip babası 1153 (m. 1740) yılında vefat edene kadar ilim, tedrîsât ve davetle meşgul olmayı sürdürdü. Bu arada Hureymilâ’lı bazı kimseler onu rahatsız ettiler, bazı sefil kimseler öldürmek bile istediler. Nitekim birkaç kişinin saldırmak için bir duvarda tuzak kurdukları, birilerinin bunu fark etmeleri üzerine kaçtıkları söylenir. Bu sefil kimselerin ona buğzetmelerinin sebebi, emr-i bi’l-ma’rûf nehy-i ani’l-munker’de bulunması; emirleri, insanları soyan, onlara eziyet eden ve mallarını yağmalayanları cezalandırmaya teşvik etmesiydi. el-Abîd denilen kimseler de bu sefiller gürûhundandı. Bunlar üstadın karşılarında olduğunu, yaptıklarına razı olmadığını, emirleri onları cezalandırmaya ve şerlerine engel olmaya teşvik ettiğini fark edince ona buğz ettiler ve öldürmek istediler. Ardından Uyeyne’ye döndü. O vakit oranın emiri Osman b. Muhammed b. Muammer idi. Uyeyne’ye varınca yanına gitti, emîr onu güzel karşıladı. Ona “kalk, insanları Allah’a davet et, biz seninle beraberiz, yardımcıyız” dedi; davetini benimseyip sevgi ve muvafakat gösterdi. Üstad da öğretmeye, irşada, Allah’a, hayra, kadın erkek herkesi birbirlerini Allah için sevmeye davete başladı. Uyeyne’de şöhret bulup ünü etrafa yayıldı ve civar beldelerden insanlar gelmeye başladılar.

Üstad birgün emîre dedi ki: “Bize müsaade et te Zeyd b. el-Hattâb’ın (r.a.) mezarı üzerindeki türbeyi yıkalım. Çünkü bu doğru yapılmış bir şey değildir. Hem Allah Teâlâ bu işe razı değildir. Rasûlüllah da kabirlere kubbe (türbe) yapılmasını, üzerlerinin mescid edinilmesini yasaklamıştır. Oysa bu türbe insanları saptırmakta ve akîdeleri değiştirmekte, halk şirke düşmektedir. Bu yüzden yıkılması gerekir.” Emîr Osman ona “yıkmaya bir mani yoktur” karşılığını verdi. Üstad “Cebîlelilerin (Cebîle kabrin yakınındaki köyün ismidir) yıktırmamak için ayaklanmalarından korkarım” deyince, Emîr Osman yaklaşık 600 kişilik ordu ve üstadla birlikte türbeyi yıkmak için yola çıktı. Türbeye yaklaştıklarında geldiklerini duyan Cebîleliler türbeyi savunmak için karşılarına çıktılar. Ancak Emîr Osman ve ordusunu görünce, geri çekilip vaz geçtiler. Üstad türbenin yıkılıp kaldırılmasına bizzat katıldı.

Üstad Uyeyne’deki davetini eğitim ve irşadla sürdürdü. Sözlü davetin tek başına etkili olmadığını görünce, imkanlar elverdiğince fiilî çalışmaya girişti ve bilfiil şirk eserlerini yıkmaya yöneldi. Bu gayeyle Emîr Osman b. Muammer’e -yukarıda değindiğimiz- Zeyd’in kabri üzerindeki türbenin yıkılmasını söyledi. Zeyd b. el-Hattâb (r.a.) Hz. Ömer’in kardeşidir. Hicrî 12 (m. 633)’de Museylemetu’l-Kezzâb’la yapılan savaşta şehid olanlardandır. Söylediklerine göre, burada öldürülmüş ve kabri üzerine bir türbe yapılmış. Mamafih burası bir başkasının kabri de olabilir. Ancak söylentilere göre, Zeyd’in kabriymiş. Yukarıda zikredildiği üzere, Emîr Osman Üstad’a muvafakat etti ve türbe yıkıldı, eseri bugüne değin ortadan kalktı. Sâlihane bir niyet, isabetli bir gaye ve hakka yardım gayesiyle yıkılan bu türbeyi ortadan kaldıran Allah’a hamd-u senâ olsun. Burada başka türbeler de vardı. Bunlardan birisi de (sahabi) Dırâr b. el-Ezver’e ait olduğu söylenen kabirdi. Üzerindeki türbe yıkıldı. Etrafta böyle başka mezarlar da vardı. Allah bunları da ortadan kaldırdı. Ayrıca bu civarda Allah’tan gayrı ibadet edilen mağara ve ağaçlar mevcuttu. Tümü ortadan kaldırıldı, halka da ziyaret yasağı getirildi. Velhasıl, Üstad yukarıda ifade edildiği gibi, davete hem sözlü hem de fiilî olarak devam etti. Örneğin, Uyeyne’de kadıyken bir kadın kendisine geldi ve yanında birkaç kez zina ettiğini itiraf etti. Aklı yerinde, normal biri midir diye sordurdu. Aklı başında, anormal hali olmayan biri olduğu söylendi. Evli olan kadın itirafında ısrar edip, itirafa zorlandığına veya başka bir şüpheye mahal kalmayınca, recmedilmesini emretti. Kadın da recmedildi. Işte bundan sonra, türbeleri yıkması, kadını recmetmesi, büyük bir davetle Allah’a çağırması ve insanların Uyeyne’ye hicret etmeleriyle ün saldı.

Üstadın Allah’a davet ettiği, türbeleri yıktığı ve hadleri yerine getirdiği haberi, Ihsâ ve civar beldelerin emiri Hâlidoğullarından Suleyman b. Uray’ir el-Hâlidî’ye ulaşınca, Üstadın durumu bedeviyi korkuttu. Zira Allah’ın hidayet verdikleri hariç, bedevilerin adeti zulmetmek, kan akıtmak, malları yağmalamak ve namuslara halel getirmekti. Emîr, Üstadın işi büyütüp kendi saltanatını ortadan kaldıracağından korktu. Hemen Emîr Osman’a tehditkâr bir mektup yazdı ve Allah’a davetle meşgul olan bu zatı öldürmesini emretti. Mektubunda şöyle dedi: “Yanınızda tebliğ faaliyetlerinde bulunan kişinin şunları şunları yaptığı haberi bize ulaştı. Ya onu öldürürsün ya da bizdeki vergini keseriz.” Yanında Emîr Osman’a ait altın cinsinden vergi vardı. Emîr’in emri Osman’a ağır geldi, karşı gelmesi durumunda vergisini kesmesinden veyahutta savaş açmasından korktu. Üstad’a dedi ki: “Bu emir bana şu minvalde bir mektup yazdı. Seni öldürmek bize yakışmaz ancak, bu emirden de korkarız, onunla savaşamayız. Istersen sen buradan ayrıl.” Üstad da ona şunu dedi: “Benim davet ettiğim şey Allah’ın dinidir, lâ ilâhe illelâh kavlini yerleştirmektir, Muhammedun Rasûlüllah şehadetini hakim kılmaktır. Kim bu dine tutunur, ona yardım eder ve bunda sadık olursa, Allah ona yardım eder, güçlendirir ve düşmanlarının beldelerine hakim kılar. Eğer sabreder, istikamet üzere bulunur ve bu hayrı kabul edersen, sana şimdiden müjdeler olsun ki, Allah sana yardım edecek ve bu bedevîden ve diğerlerinden seni koruyacaktır. Hem de onun hakim olduğu beldelerin ve aşiretinin idaresini sana sunacaktır.” Bunun üzerine emîr ona şöyle dedi: “Üstad! Biz onunla savaşamayız. Ona karşı dayanma gücümüz yoktur.” Bu söz üzerine Üstad Uyeyne’den ayrılıp Der’iyye bölgesine geçti. Söylediklerine göre, buraya yürüyerek akşam üzeri vardı. Uyeyne’den sabahleyin yayan yola çıkmıştı.

Emîr Osman ona bir binek bile vermemişti. Beldenin iyi zevatından olan ve üst kısmında oturan Muhammed b. Suveylim el-Uraynî’ye misafir oldu. Anlatıldığına göre, bu zat, Üstadın kendisine misafir olmasından korkuya kapıldı, çok geniş olan yeryüzü ona dar geldi ve Der’iyye emiri Muhammed b. Suûd’un kendisini cezalandırmasından korktu. Üstad ise onu sakinleştirdi ve “sana hayırlı müjdeler olsun. Benim insanları davet ettiğim şey, Allah’ın dinidir ve Allah bu dini galip kılacaktır” dedi.

Üstad Muhammed’in Der’iyye’de olduğu haberi Muhammed b. Suûd’a ulaştı. Haberi aktaranın Emîr’in hanımı olduğu söylenmektedir. Salih bir insan hanımının yanına varıp “Muhammed’e bu zatı haber ver. Davetini kabul etmesi için cesaretlendir, yardımcı olup desteklemesi için teşvik et” demiş. Hanımı sâliha, iyi bir kadınmış. Der’iyye ve civar beldelerin emiri olan kocası Muhammed b. Suûd yanına gelince, ona “büyük bir ganimet var. Sana müjdeler olsun. Bu Allah’ın sana gönderdiği bir ganimettir: Bir davetçi Allah’ın dinine çağırıyor, Allah’ın kitabına davet ediyor, Rasûlüllah’ın sünnetine sesleniyor. Bu ne büyük bir ganimettir. Onu kabul edip yardımcı olmada acele et. Katiyyen geri durma” demiş. Emîr hanımının teklifini kabul etmiş. Ancak ben mi ona gideyim yoksa yanımamı mı çağırtayım diye tereddüt etmiş. Ona “buraya çağırtmanız doğru olmaz. Bilakis sizlerin onu evinde ziyaret etmeniz, ilme ve hayra çağıran davetçiye saygı göstermeniz gerekir” tavsiyesinde bulunulmuş. Anlatıldığına göre, bir grup salih insanla birlikte ona bu tavsiyeyi yapan da aynı hanımmış.

Bu tavsiyeyi kabul eden Emîr, Muhammed b. Suveylim’in evinde bulunan Üstad’ı ziyarete gitti. Yanına varıp, selam verdi ve sohbet etti. Sonra dedi ki: “Üstad Muhammed! Müjde sana, destekleneceksin, emniyet içinde olacaksın ve yardım edileceksin.” Üstad da ona “sana da müjde olsun. Siz de yardıma mazhar olacaksınız, durumunuz güçlenecek ve güzel bir halde olacaksınız. Bu Allah’ın dinidir, kim ona yardım ederse Allah ta ona yardım eder. Kim ona destek olursa Allah ta onu kuvvetlendirir. Bunun neticelerini çok çabuk göreceksiniz” karşılığını verdi. Emîr devamla dedi ki: “Allah ve Rasûlü’nün dini üzerinde durmak, Allah yolunda cihad etmek için, size beyat edeceğim. Ancak destekleyip de Allah sizi Islam düşmanlarına karşı muzaffer kıldığında, beldemizden ayrılıp başka bir yere göç etmenizden korkarım.” Üstad ona, “sadece bu hususta beyatlaşmıyorum. Sizinle kana karşı kan alınması, yıkmaya karşı yıkım yapılması ve bölgenizden katiyyen ayrılmayacağım hususunda beyatlaşıyorum” karşılığını verdi. Beldede kalacağı, onun yanında bulunup yardımcı olacağı ve Allah’ın dini galip gelene dek beraberinde Allah yolunda cihada katılacağına dair beyatlaştı. Beyat bunlarla akdedilmiş oldu.

Insanlar her yerden, Uyeyne, Araka, Menfûha, Riyad ve etraftaki diğer beldelerden gruplar halinde gelmeye başladılar. Der’iyye insanların her yerden hicret ettikleri bir yer oldu. Halk Üstad’ın haberlerini, Der’iyye’deki derslerini, Allah’a davetini ve irşadını birbirlerine aktardılar, neticede tek başlarına veya gruplar halinde buraya akın etmeye başladılar. Üstad Der’iyye’de büyük bir sevgi, yardım ve desteğe mazhar oldu. Burada akaid, Kur’an, tefsir, fıkıh, fıkıh usûlü, hadis, hadis ıstılahları, Arap edebiyatı, tarih ve diğer faydalı ilimler için dersler düzenledi. Her taraftan gruplar halinde insanlar kendisine geldiler. Genç olsun yaşlı olsun, Der’iyye’de ondan bilgilenip istifade ettiler. Burada umûmî ve özel pekçok ders düzenledi. Der’iyye’de ilmi yaydı. Bu arada davete de devam etti. Ardından cihada başladı ve önemli kişilerle bu davaya katılmaları, bölgelerindeki şirki kaldırmaları hususunda yazıştı. Önce Necd’lilerden başladı. Emirleri ve alimleriyle yazıştı. Keza Riyad emiri Dehhâm b. Devvâs ile beldesindeki alimler, Harac emiri ve beldesindeki alimler, Cenûb, Kasîm, Hâil, Veşm, Sudeyr ve diğer beldelerin alimleriyle yazıştı. Keza Ihsâ, Mekke, Medine alimleriyle de yazıştı. Yarımada dışında da Mısır, Şam, Irak, Hind, Yemen ve diğer yerlerin alimleriyle mektuplaştı.
Yazışmayı devam ettirerek, çoğunluğun içine düştüğü şirk ve bidatleri anlatmayı sürdürdü. Üstadla hasımları arasındaki karşılıklı sözlü savaşlar, sataşmalar ve övünüşler sürdü gitti. Üstad onlara, onlar da üstada yazıyorlardı. Bu iş çocukları, torunları ve yardımcılarıyla davete hasım olanlar arasında da devam etti gitti. Öyle ki sonunda bunlar büyük bir mektuplar yığınını, reddiyeler mecmuasını oluşturdu. Bu mektuplar, fetvalar, reddiyeler biraraya getirilmiş ve yekûnu ciltler tutmuştur. Çoğu basılıdır. Üstad davetine ve cihada devam etti. Der’iyye Emîri Muhammed b. Suûd da yardımını sürdürdü. Evet, Üstad davet ve cihada sıkıca devam etti. Suûd ailesinden kendisine yardımcı olanlar desteklerini sürdürdüler. Hicri 1158 (m. 1745) yılından, Üstad 1206’da (m. 1791) vefat edene kadar cihad ve daveti sürdürdüler. Cihad ve çağrı yaklaşık 50 yıl boyunca hak için cenk, cidal, Allah ve Rasûlünün buyurduğunu izah, dine davet ve Allah Rasûlünün getirdiklerini aktarmakla devam etti. Sonunda insanlar itaat edip Allah’ın dinine girdiler, etraflarındaki türbeleri yıktılar, civarlarındaki mezarlar üzerinde inşa edilmiş mescidleri kaldırdılar, Şeriata yöneldiler, onu din edindiler, baba ve dedelerinden tevarüs ettikleri hukuki uygulama ve kanunları terk ettiler, hakka döndüler. Mescidler namaz ve ilim halkalarıyla ihya edildi, zekatlar verildi, halk ramazan oruçlarını tutmaya başladı.

Üstad, Allah Teâlâ’nın emir buyurduğu gibi ma’rûfu emretti, munkerden nehyetti. Artık şehirlerde, köylerde, yollarda, badiyelerde emniyet hakim oldu. Badiyeliler hadlerini bildiler ve Allah’ın dinine girip hakkı kabul ettiler. Üstad bunların arasında daveti yaydı ve onlara rehberler, sahra ve badiyelere de davetçiler gönderdi. Beldelere ve köylere de hocalar, eğiticiler ve kadılar gönderdi. Bu büyük hayır ve apaçık hidayet tüm Necd bölgesini kapladı, hak yayıldı, Allah’ın dini hakim oldu.

Özetlersek, Üstad Muhammed b. AbdulVehhâb Allah’ın dinini ilan, insanları Allah’ı tevhîde irşad, dine katılan hurafe ve bidatları reddetmek için kıyam etti. Ve yine insanları hakka tabi olmaya mecbur etmek, batıldan men etmek, ma’rûfu emretmek, munkerden nehyetmek için kıyam etti. Onun davetinin özeti işte budur. O akidede selef-i sâlihînin yolu üzeredir. Allah’a, isimlerine, sıfatlarına, meleklerine, peygamberlerine, kitaplarına, ahiret gününe, hayrı ve şerriyle kadere inanan birisidir. O tevhîd üzere Allah’a inanmada, ibadeti Allah’a has kılmada, zatına yakışır şekilde O’nun isimlerine ve sıfatlarına inanmada Islam imamlarının yolu üzeredir. Allah’ın sıfatlarını iptal etmez, O’nu mahlukatına benzetmez. Ölümden sonra dirilip kalkmaya, cezaya, hesaba, cennete-cehenneme ve diğer şeylere imanda da böyledir. Iman hususunda selefin düşündüğü gibi düşünür: Iman söz ve amelden müteşekkildir, artar ve eksilir, taatla artar, masiyetle azalır der. Bunların hepsi onun inandıkları şeylerdendir. O hem söz, hem de fiil olarak selefin yolu ve itikadı üzere idi. Onların yolundan kesinlikle ayrılmamıştır. Bu konularda bir mezhep veya bir ekole bağlı kalmamıştır. Sahabe ve onlara hakkıyla tabi olan selef-i sâlihînin yolundan gitmiştir. (bknz. AbdulAziz bin Baz, Muhammed bin AbdulVehhab, daveti ve hayati)

BAB 2 : ŞEYHİN AKİDESİ NEDİR ?

Kasim halkina yazdigi bir mektubta seyh akidesini söyle aciklar: "Allah'ı ve meleklerden yanımda bulunanları şahit tutarım : sizleride de şahit tutuyorum : Bilinsin ki : Benim akidem kurtulan fırka ehl-i sünnet ve'l cemaat akidesidir. O da : Allah'a, meleklerine, kitaplarına, rasüllerine, ölümden sonra dirilişe iman etmek ve hayrıyla, şerriyle kadere imandır. Allah'ı kitabında ve rasülünün lisanıyla kendi zatını vasfettiği gibi tahrifsiz ve ta,tilsiz vasfetmek de Allah'a imandır. Ben ta'til ve tahrifin tam aksine Allah Teala'ya , O'nun bir benzeri yoktur,O işitendir görendir diye itikad eder ne kendi zatını vasıflandırdığı şeyleri O'ndan nefyederim ne kelimeleri tahrif edip yerlerinden oynatırım ne de isimlerinde ve ayetlerinde ilhada saparım . Ne nasıllığını takdir ederim ne de O'nun sıfatlarını yaratılmışların sıfatlarına benzetirim. Çünkü O Yüce zatın ne bir adaşı vardır ne dengi vardır ne de benzeri vardır.Ve O yaratıkları ile kıyaslanamaz.O kendi zatınıda başkalarını da herkesten daha iyi bilen.kelamı en doğru sözü en güzel olanıdır .

Ehli Sünnet'in muhaliflerinden tekyif ve temsil ehlinin O nu vasfettiği şeylerden tahrif ve ta'til ehlinin O ndan nefyettiği şeylerden O nu tenzih ederiz .

''Senin rabbin Rabbul İzzet onların vasıflandırmalarından yüce ve uzaktır. Selam rasüllerin üzerinedir. Övgü alemlerin rabbi Allah'a aittir.'' (es-Saffat 180-182)

Kurtulan fırka Allah'ın fiilleri konusunda Kaderiye ve Cebriyye arasında vasattır Allah'ın tehditleri konusunda Mürcie ile Vaidiyye arasında vasattırlar .İman ve din konusunda Hurüriyye ve Mütezile ile Mürcie ve Cehmiyye arasında vasattırlar. Rasülullah s a v ashabı konusunda Rafiziler ile Hariciler arasında vasattırlar .
İtikad ediyorum ki, Kur an Allah ın kelamıdır, indirilmiştir mahluk değildir. O'ndan başlamıştır ve yine O na dönecektir. O Subhanehu ve Teala onu gerçekten konuşmuş kulu rasülü vahyini emini ve kulları ile kendi arasındaki elçisi peygamberimiz Muhammed s a v me indirmiştir .İman ederim ki Allah her dilediğini yapandır , O nun iradesi olmaksızın hiçbir şey olmaz .Hiç bir şey O nun meşieti dışına çıkamaz.Alemdeki hiçbir şey O,nun takdiri haricinde kalamaz Sudur eden hiçbir şey O,nun tedbiri dışında olmaz.Hiç kimsenin tesbit edilmiş kaderden kaçacak yeri yoktur.Hiç kimse levh-i mestur,da kendisi için çizilmiş sınırı aşamaz .
Nebi sallAllah aleyhi ve sellem ölümden sonra olacak şeylere dair haber verdiği şeylere iman ve itikad ederim.Kabir fitnesine ve nimetine ruhların cesedlere iadesine insanların yalınayak çıplak ve sünnetsiz olarak Rabbilalemin için kalkacaklarına güneşin üzerlerine yaklaşacağına mizan kurulacağına iman ederim.

''Her kimin terazisi ağır gelirse işte onlar umduklarına erenlerdir.Herkimin tarazisi hafif gelirse işte onlar nefislerini zarara uğratanlar ve cehennemde ebedi kalıcıdırlar.'' ( Mu,minün 102-103 )

Yine divanların dağıtılaçağına kiminin kitabını sagıyla kiminin de soluyla alacağına iman ederim.
Kıyamet meydanındaki Nebimiz Muhammed sallAllahu aleyhi ve sellem'in havzına onun suyunun sütten daha beyaz baldan daha tatlı olduğuna kaplarının gökteki yıldızlar sayısınca olduğuna ondan bir kez içenin bir daha ebediyen susamayacağına iman ederim . Sıratın cehennemin üstüne bir yamacından diğer yamacına kurulacağına insanların onun üzerinden amelleri ölçüsünce geçeceklerine iman ederim.

Nebi sallAllahu aleyhi ve sellem'in şefaatine de iman ederim. O ilk şefaatçi ve şefaati ilk kabul edilendir.Nebi sallAllahu aleyhi ve sellem'in şefaatini bid'at ve dalalet ehlinden başkası inkar etmez ancak şefaat izin ve rızadan sonradır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

„Onlar da O ,nun razı olduğundan başkasına şefaat etmezler“ (Enbiya 28 )

„Kimmiş, izni olmadıkça O nun katında şefaat edecek olan?“ (Bakara 255)

„Göklerde nice melekler vardır ki onların şefaatleri dilediği ve razı olduğu kimse hakkında Allah ın izin vermesinden sonra olması müstesna hiçbir işe yaramaz“ (Necm 26 )

O subhanehu ve Teala tevhidden başkasından razı olmaz tevhid ehlinden başkasına da izin vermez .Müşriklere gelince şefaatten onlara hiçbir nasip yoktur .Nitekim Yüce Allah şöyle buyurur:
„Onlara şefaat edenlerin şefaatleri de fayda vermez.“ (Muddessir 48 )

İman ederim ki Cennet ve cehennem yaratılmıştır ikisi de bugün mevcutturlar İkisi de yok olmazlar .Müminler kıyamet günü rablerini gözleriyle tıpkı dolunay gecesi ayı gördükleri ve onu görmekte bir zorluk çekmedikleri gibi göreceklerdir.

İman ederim ki Peygamberimiz Muhammed sallAllahu aleyhi ve sellem nebilerin ve rasüllerin sonuncusudur. Kulun imanı O nun risaletine iman etmedikçe ve nübüvvetine şahadette bulunmadıkça sahih
değildir .Ümmetinin en üstünü Ebu Bekr es Sıddık sonra Ömer el Faruk sonra Osman Zunnureyn sonra Ali el Murtezadır .Sonra cennetle müjdelenmiş on kişinin bu dördü dışındakileri sonra Bedir ehli sonra ağaç altında beyat eden Rıdvan ashabı sonra da diğer sahabilerdir. Yüce Allah'ın :

“Onlardan sonra gelenler Rabbimiz derler bizi ve imanda bizden önce gelmiş ve geçmiş kardeşlerimize mağfiret et.Kalplerimizde iman edenlere karşı kin tutturma Rabbimiz şüphe yok ki sen rauf ve rahim olansın.“ (Haşr 10)

buyruğuyla amel ederek Rasülullah sallAllahu aleyhi ve sellem'in ashabını dost edinir onların iyi yönlerini zikreder onlardan hoşnut olur onlar için istiğfar eder ayıp ve kusurlarını örter aralarında geçenler hakkında sukut eder üstünlüklerine itikad ederim .Her türlü kötülükten yana tertemiz olan müminlerin annelerinden razı olurum .

Evliyanın kerametini ve keşiflerini ikrar ederim. Ancak onlar Allah'ın hakkı olan şeylerden hiçbir şeye hak sahibi değillerdir. Allah tan başkasının güç yetiremeyeceği şeyler onlardan istenilmez.

Rasülullah sallAllahu aleyhi ve sellem'in şahitlikte bulundukları hariç Müslümanlardan hiç kimse için cennetlik ya da cehennemlik olduğuna dair şahitlikte bulunmam.Ancak ihsan sahibi kimse için ümid eder günahkar için korkarım .Müslümanlardan hiç kimseyi günahı dolayısıyla tekfir etmem ve onu İslam dairesinin dışına çıkarmam.

Salih olsun facir olsun her yönetici ile birlikte cihadı devamlı ve bu yöneticilerin arkalarında cemaatle namazı caiz görürüm .Cihad Allah ın Muhammed s a v i gönderdiği zamandan bu ümmetin sonuncularının deccal ile savaşmasına kadar devamlıdır Onun ne zalimin zulmü ne de adalet sahibinin adaleti iptal edemez .

Salih olsun facir olsun Müslümanların yöneticilerini Allah a isyanı emretmeleri müstesna dinlemeyi ve itaat etmeyi vacip olarak görürüm Herkim hilafet işini üstlenir insanlar onun etrafında toplanır ve ona razı olurlar o da halife oluncaya dek kılıcı ile onların üzerine egemenlik kurarsa ona itaat etmek farz ona karşı ayaklanmak haramdır .

Bidat ehlini terk etmeyi ve tevbe edinceye kadar onlardan ayrılmayı onlar hakkında zahir ile hükmetmeyi ve iç dünyalarını Allah'a havale etmeyi gerekli görürüm İnanırım ki Dinde ortaya atılmış her bir yenilik bid attir.
İmanın dil ile söylemek azalarla amel etmek ve kalp ile itikad etmek olduğuna itaat ile artıp günahlar ile eksildiğine inanırım. İman yetmiş küsur şubedir Bu şubelerin en yükseği La ilahe illallah a şahadet etmek en aşağısı eziyet veren şeyi yoldan kaldırmaktır (Her türlü hata ve kusurdan yana ) Tertemiz olan Şeriat-ı Muhammediyye nin kişi hakkında öngördüğü kadarıyla emr-i maru-f ve nehy-i münker-i vacip olarak görürüm . İşte bu veciz bir akidesir .Söylediklerimiz hakkında Allah vekildir ." (Dureru`s –Sunniyye 1/29 Resailu'ş-Şahsiyye s.8 )

BAB 3 : ŞEYHİ SELEF AKİDESİNE YÖNLENDİREN NEDİR VE DAHA ÖNCE NECD'DE BU MENHEC MEVCUT MUYDU ?

Muhammed bin AbdulVehhab'tan önce ve onun döneminde yasayan alimler de bid'atlarin yayilmasi, kabirde yatanlara kurban kesmek, onlara adak adamak, onlardan medet ummak gibi Islam inancina aykiri olan şirklerin yayginlastigini muşahede etmişlerdir. Zira o alimlerde Muhammed bin AbdulVehhab'in aldigi kaynaklardan faydalanmislardi. Muhammed bin AbdulVehhab'in aldigi bu kaynaklar Kur'an ve Sünnet olmakla birlikte Seyhulislam Ibn Teymiyye ve ögrencisi Ibn Kayyim el-Cevziyye ile selefi salihinin te'lif etmis oldugu kitaplardi. Ancak Muhammed bin AbdulVehhab'in ile ayni fikirde olan bu alimler ölümden veya kendi halklariyla karsi karsiya gelmekten korktuklari icin olsa gerek fikirlerini yayma imkani bulamamislardi. Muhammed bin AbdulVehhab davetinden önce Necid bölgesinde, Misir ve Sam gibi yerlerde ilim ögrenmis alimler vardi. Bunlar hanbeli mezhebi üzereydiler. Hanbeli mezhebi, hicri 10.yüzyildan önce Necid bölgesinde yayilmaya baslamisti. Hanbeli mezhebinin o dönemde Necid bölgesinde yayginlasmasi sonucu oradaki alimlerin ellerinde Hanbeli mezhebinin kitaplari, Ibn Teymiyye ve Ibn Kayyim'in eserleri vardi. Nitekim Muhammed bin AbdulVehhab özellikle Ibn Teymiyye ve tilmizi Ibn Kayyim kitaplarini okudu, öyle ki o kitaplarin cogunu kendi elleriyle istinsah ve bazilarini da ihtisar etmistir (mesela Ibn Kayyim'in Zad'ul Mead Muhtasari gibi), hatta bazi müzelerde hala Seyh Muhammed bin AbdulVehhab'in Ibn Teymiyye'nin eserlerinin el yazmasi mevcuttur. (bknz. Muhammed bin AbdulVehhab, te'lif: Hasan AbdUllah al-i Seyh)

Muhammed bin AbdulVehhab kitaplarini inceleyen herkes onun Seyhulislam Ibn Teymiye ve talebesi Ibn Kayyim el-Cevziyye'den cok faydalandigini acik bir sekilde görecektir. Muhammed bin AbdulVehhab bu ikisinin sözlerine itibar ederek fikirlerinden etkilenmis ve görüsleriyle aydinlanmisti. Dolayisiyla Muhammed bin AbdulVehhab'in inancini/akidesini düzeltmede, hayatina ve davet metoduna yön vermede bu iki alimin cok büyük etkisi olmustur. Bu nedenle Muhammed bin AbdulVehhab yazdigi eserlerde Seyhulislam Ibn Teymiyye ve Ibn Kayyim el-Cevziyye'nin eserlerinden cok alintilar yaptigi acik bir sekilde görülür. (bknz. Muhammed bin AbdulVehhab'in davetinin hakikati, Muhammed bin Selman)

BAB 4 : ŞEYHE KİMLER NEDEN DÜŞMANLIK EDİYOR ?

Seyh AbdilAziz bin Baz söyle der: “Düşmanlık edip husumet besleyenler iki kısımdır:

1-Ilim ve din adına ona düşmanlık edenler.
2-Siyasi sebeplerle düşmanlık edenler ama bunu ilim ve din kisvesiyle gizleyenler.

Bunlar Üstad’a düşmanlıklarını ortaya koyan alimlerin husumetini istismar ettiler ve “o hak üzere değildir; şöyledir, böyledir” dediler. Üstad ise davete devamla şüpheleri izale etti, delillerini açıkladı ve insanları Kitab ve sünnet temelli hakikatlara yöneltti. Onun için bazan “Hâricîdir” diyorlar, bazan da “icmayı bırakıp mutlak ictihad sahibi olduğunu iddia ediyor, kendisinden önceki alimler ve fakihleri önemsemiyor” diyorlar, bazan da başka şeyleri iftira ediyorlardı. Böyle yapanların bir kısmı ilim azlığından bunları diyordu. Bazıları da başkalarının sözlerine kapılıyordu. Diğer bir kısmı da makamlarını kaybetmekten korktuklarından siyasi sebeplerle düşmanlık gösteriyor, ama bunu, Islam ve din ile örtüyor, sözleri çarpıtıp saptıranların değerlendirmelerini kendilerine mesned ediniyorlardı.

Hasım olanları esasında üç kısma ayırmak daha doğru olur:

Birincisi, hakkı batıl, batılı hak gören şaşkın alimler. Bunlar kabirlerin üzerine türbe yapmayı, üzerlerine mescid inşa edilmesini, Allah dışında onlara dua edilip yardım dilenmesini ve benzeri şeyleri din ve doğru şey olarak kabul edip inanırlar. Bunları kabul etmeyenlerin de salihlere, velilere buğzettiklerini, dolayısıyla cihad edilmesi gereken düşmanlar olduklarını düşünürler.

Ikinci kısım, ilim ehli olup bu zatın durumunu bilmeyen, davet ettiği şey hakkında doğru bilgiye sahip olmayan fakat başkalarını taklid edip şaşkın saptırıcıların onun hakkında söylediklerine inanan; evliyaya, enbiyaya buğzettiği, onlara düşman olduğu, velilerin kerametlerini inkar ettiği şeklindeki suçlamalarında doğru söylediklerini sananlardır. Bunlar da Üstad’ı kınayıp, davetini yerdiler ve ondan yüz çevirdiler.

Diğerleri ise, mansıb ve makamlarını kaybetmekten korkanlardır. Bunlar Islam davetine yardımcı olanların ellerinin kendilerine uzanıp, makamlarından alaşağı edeceğinden ve beldelerini ellerinden alacağından korkarak düşmanlık etmişlerdir.“ (bknz. AbdulAziz bin Baz, Muhammed bin AbdulVehhab, daveti ve hayati)

BAB 5 : ŞEYHE İFTİRALARLA DOLU OLAN 'İNGİLİZ CASUSUNUN İTİRAFLARI' KİTABININ MAHİYETİ NEDİR ?

Bu kitap ilk defa farsca olarak yazilip Iran'da basilmistir, daha sonralari M. Siddik Gümüs kod isimli biri tarafindan türkceye cevrilip, tasavvufcu ve selef akidesine düsmanligiyla bilinen Hakikat Yayinevi tarafindan basilmistir, bilahare degisik isimlerle muhtelif yayinevleri tarafindan baska baskilari yapilmistir. Türkce baskilarinin icinde farkli ve birbirini tutmayan kisimlar vardir. Seyh, Şia'nın sapıklığına inandığı halde kitapta şiileri öven ifadelerin olmasi, bu kitabın kimler tarafından ve ne için basıldığının ipucunu veriyor. Zira iddiaya göre Hampher bir ingiliz ajanidir ve icraat bölgesi Arabistan'dir. Peki bu kitabin asli ingilizce veya en azindan arapca olmasi gerekirken niye farscadir ? Islam'a ve müslümanlara zarar vermek icin uzmanlasmis müstesrikler bile kitaplarini kendilerine güvenemeyerek ve gülünc duruma düsmemek icin kendi dillerinde yazarlar. Mesela meshur yahudi müstesrik Ignaz Goldzieher kitaplarini almanca yazmaktadir, „Tefsir Ekolleri“ kitabi bir arap tarafindan arapcaya cevrilmis, bir sii hayrani ve me'tezili olan Mustafa Islamoglu'da „Islam'da Tefsir Ekolleri“ olarak (bu alanda islam alimlerinin kitabi yokmus gibi) türkceye cevirmis ve basmistir. (Enteresan bir tefavuktur ki ajan kitabi yine M.Islamoglu'na yakin birinden elimize ulasmistir. Bu arkadasimiza, M.Islamoglu sünnet düsmanidir dedigimizde bize darilmisti, daha sonralari bunu kendisininde anladigini ögrendim, bu arkadasimiz cok samimidir ve ben kendisi seviyorum ve duam onun selef akidesine inticab etmesidir. Allah'im bu arkadasimizin yolunu selef akidesine ac. amin) Konumuza geri dönecek olursak: Ingiliz casus Hampher sadece bir ajandir ve konunun uzmani müstesriklerin bile göze alamadigi yabanci bir dille bir kitap yazmasi cok ihtimalden uzaktir , kaldi ki bu arapca yani ajanin icraat bölgesinin dili olarak gecerlidir, kitabin ücüncü bir dil olan farsca olmasi hasebiyle icindekilerinin gercege dayandigi imkansizlasmaktadir. Mezkur kitabin türkce bir baskisinin kapaginda icindeki bilgilerin baska kaynaklarda bulunmadigi yazmalari dediklerimizi dogrulamaktadir. Dolayisiyla bu kitabin sadece aslinin farsca olmasi bile yalan olduguna delildir. Sairin dedigi gibi: “Şayet iddialar destekleyici delillerle ispatlanmazsa sadece ahmaklar icin delil olurlar.“

Sii afganlarin pek kitap okumadiklari ve dindar olmadiklari halde bu kitabi elden ele dolastirdiklarini ve sünni afganlilarla „bak siz ne haltlar karistiriyorsunuz“ dercesine birbirleriyle tartistiklarini gördüm. Afgan siileride farsca konusur, demek ki bu kitap sii farslilarda bir „manifesto“ gibi her zaman okunuyor. Bu kitabin aslinin farsca olmasi sünnet düsmani siiler tarafindan yazildigini ve dagitildigini gösteriyor. Imam Şafii der ki: “Şiiler kadar yalanci insanlar görmedim.“ Nasil olmasin ki siilerin inanclarinin onda dokuzu takiyye/yalandir.
Mezkur kitapta uydurulan seylerin bir dayanaklari olmadigi gibi, seyhin yazdigi eserlerde bu uydurmalara isaret eden bir iz yoktur (Seyhin mut'a nikahi yaptigi, icki ictigi, sahabeleri kötüledigi vs gibi. Seyh hakkinda bu yalanlari söyleyen sia bunlari gayet iyi biliyor: Camii önlerinde zinalari icin gecici nikah yaptiklarini, bayram-seyranlarinda sahabeye sövüp la'net okuduklari vs.) Bilindigi gibi uydurulan seyin bir hudutu yoktur, hedefi okuyucunun ve dinleyicinin zihnini bulandirmaktir.

Seyh Muhammed bin AbdulVehhab'in davetine hücum ederek yazi yazanlar onun yazdigi kitaplardan hic birini okumamislardir (mesela kendi kendini seyh ilan eden bid'atci Ömer Öngüt, güya Vehhabilere yazdigi reddiyede Seyhin eserlerinden bir ama sadece bir alinti bile yapmamistir, yazdiklarinda sadece kiylu kaldan baska bir sey yok. Ey naylon seyh, vakit ve afetler sizi yiyip bitirecektir.). Ne tevhid ne akidede ne de fikih ve ahkamda, ne de tefsir ve siyerde. Hatta onun dediklerinden bir sözü bile tartismamislardir. Zira hevalari onlari kör etmistir.

BAB 6 : ŞEYH OSMANLI'YA İSYAN ETMİŞ MİDİR ?

Seyh AbdulAziz bin AbdulLatif der ki: “ Selefi davetin karsitlari Imam Muhammed bin AbdulVehhab'in Osmanli Devletine karsi ümmeti parcalayip sultana karsi ayaklanmalar icin isyan ettigini iddia etmislerdir. Abdulkadim Zellum vehhabilerin ortaya cikislarinin sebebinin Osmanli Devletini cökertmek icin isyan etmek oldugunu ileri sürmektedir. Iddiasinda devamla vehhabilerin Muhammed bin Suud ve oglu AbdulAziz yönetiminde Islam devleti icinde bir devlet kurduklarini söyler. Yine ayni iddiada Osmanlilarin yönetiminde olan topraklari isgal etmeleri icin ingilizlerin onlara silahlar verdigini söyler. Tüm bunlara gerekceleride dinlerini yaymadaki arzu ve gayretmis, bu yüzden hilafete karsi kiliclarini cekmisler ve Islam ordusuna karsi savasmislar. „Ingililizlerin destegiyle Emir'ul-Mümin'in ordusuna karsi harbettiler.“ diye devam eder. (bknz.Keyfe hudimat el-Hilafeh, 10.s)

Seyh Muhammed bin AbdulVehhab'in hilafete karsi isyan ettigini ifade eden bu yanlis suclamalari cürütmeden önce seyhin, müslümanlarin salih veya günahkar olsun emirine karsi itaatin farz olduguna itikad ettigini zikretmekte fayda vardir. Bu itaat Allah'a isyan manasina bir seyde olmamalidir. Seyhin el-Kasim halkina gönderdigi mektubunda der ki:

„Iyi olsun kötü olsun müslümanlarin imamlarina itaatin vacib oldugunu söylüyorum taa ki Allah'a isyan edinceye kadar. Kim hilafete atanir, insanlar etrafinda toplanir ve kendisinden razi olurlarsa ve o da kiliciyla onlara galip gelirse halife kabul edilir ve itati vacib isyani haram olur.“

Ayrica söyle der: Birlik ve beraberligin prensiplerinden biride üzerimize tayin edilen emire velev ki habesli bir köle dahi olsa itaat etmektir.“ (Mecmu el Muellifat el-Seyh, 1c, 394.s)

Böylelikle seyhin salih veya günahkar olan emire itaatin Allah'a isyan emretmedigi müddetce farz olduguna inandigi isbat edilmis oldu. Önemli olan ve yanlis suclamalari beraberinde getiren asil mes'eleye gecebiliriz: Necid (Seyhin hareketinin baslangic noktasi) Osmanli devleti yönetimindemiydi veya Osmanli topraklari icindemiydi? Dr.Salih el-Abbud bu soruya söyle cevablandirir: „Necid hic bir zaman Osmanli yönetiminde degildi, zira Osmanli devleti bu noktaya hic ulasmadi, hic bir vakit bir Osmanli valisi tarafindan yönetilmedi“ Buna ilaveten Seyhin davetine basladigi dönemde Osmanli aslerleri hic bir zaman bu bölgeye girmediler. Bu delil, kücük vilayetlere ayrildigi gercegi göz önünde bulunduruldugunda daha da kuvvet bulur. Bu Cemiin Ali Effendi tarafindan yazilan hicri 1018/miladi 1609 tarihli „Kavanin al-i Osman Mudaamin defter el-divan“ isimli bir Osmanli dökümaniyla da ispatlanmistir. Bu evrak Osmanli Devletinin hicri 11. yüzyilin baslarinda 23 vilayeti ayrildigi, bunlardan 14ünün arap vilayetleri oldugunu ve Necid bölgesinin bu vilayetlerin bir parcasi olmadigini te'yid eder. (bknz. Akide't-us Seyh Muhammed bin AbdulVehhab ve eserehu fil alem el-islam 1/27)

Buna ilaveten Osmanli devletini (genelde padisahlarin resimleriyle birlikte) gösteren ve vakiflara,derneklere asilan haritada gercektende arap yarimadasinin sahil bölgeleri Osmanli topraklari dahilindedir, ama icleri degildir, yani o bölgeler hic bir zaman Osmanli Hilafetine bagli bölgeler degil, kendi yönetiminde kücük emirlikler halindeydi.

Dr.Abdullah el-Useymin der ki: “Muhammed bin AbdulVehhab davetinden önce Necid hic bir zaman Osmanli devleti hakimiyetine girmedi ve Osmanli devletinin Necid bölgesinin icindeki yasama hic bir tesiri ve nüfuzu yoktu. Aslinda hic bir kimsenin nüfuzu yoktu zira beni Cabir'in veya beni Halid'in bazi bölgelerde ve beni Esref'in civarlarda ki nüfuzlari oldukca sinirliydi. Bunlardan hic kimse bu bölgeye siyasi istikrar getiremiyordu, bundan dolayi Necid'in degisik bölgeleri arasinda sık sı savaslar oluyordu. Burada yasayan asiretler aralarinda siddetli catisiyorlardi.“ (bknz.Muhammed bin AbdulVehhab, hacetehu ve fikrehu, 11.s)
Biz de bu bahsi Seyh bin Baz'in bu yanlis ithamlara karsi söyledikleriyle kapatalim: Seyh Muhammed bin AbdulVehhab Osmanli hilafetine karsi isyan etmedi, cünkü Necid'in icindekin bölgeler Osmanli hakimiyetinde degildi. Necid daha ziyade aralarinda catismalarin, savaslarin ve kavgalarin oldugu kücük emirlikler ve birbirleriyle irtibati olmayan köylerden ibaretti. Ve her sehir veya köy ne kadar kücük veya büyük olursa olsun bir emir tarafindan yönetiliyordu. Dolayisiyla Seyh Muhammed bin AbdulVehhab Osmanli devletine karsi isyan etmemis, dogdugu bölgedeki karmakarisik/anarsik duruma karsi isyan etmistir.“ (Seyh bin Baz'in kaydedilmis bir bantindan)

Dr. Aciil el-Nesmi der ki: „Seyhin yasadigi dönemde (ki Seyh Muhammed bin AbdulVehhab 88 küsür sene yasamistir) dört padisah degistigi halde hilafet hic bir mudahalede bulunmamis veya tepki vermemis veya hosnutsuzluk göstermemistir.“ (bknz. Mucellet el-Muctema, 510. mesele)

Zellum'un (ve onun gibilerin) iddiasina dönecek olursak: “Bu davet hilafetin yok olmasi icin calismis ve ingilizler de hilafeti cökertmek icin vehhabilere destek olmuslardir...“ Bu gülünc iddia hakkinda Mahmud Mehdi el-Istanbuli der ki:“ Kalem sahibleri/yazarlar iddialarini ispatlamali ve delil bulmalidirlar. Eskiden yasamis bir sair demistir ki: ''Sayet iddialar destekleyici delillerle ispatlanmazsa sadece ahmaklar icin delil olurlar''.

Yukarida zikrettigimiz ifadelerde görüldügü gibi seyhe karsi yapilan suclamalar tutarsizdir. Buna ilaveten seyhin risale ve kitaplarinda ki belirgin akademik deliller onun yüksek ilmi seviyesine sahittir. Suclamalarin yalandan ibaret oldugu bir cok adil kisi tarafindan kayit altina alinan tarihsel dökümanlarla da ispatlanabilmektedir.“ (Dava el_Munaviin, 239.-240. s.)

BAB 7 : VEHHABİLİK İSMİYLE NE KASD OLUNUYOR ?

Vehhabilik lakabi davet uyanlarin kendileri icin sectikleri bir lakab degildir, kendileri böyle bir lakabin da takilmasini kabul etmemislerdir. Bu lakab, Seyh Muhammed bin AbdulVehhab'in ölümünden yaklasik yirmi yil kadar sonra davete muhalifler tarafindan kullanilmaya baslanmistir. Bunun delili de tarihcilerin seyhin ölümünden yirmi yil sonrasina kadar hic bu isimden bahsetmemis olmalaridir. Bazi tarihciler vehhabilik lakabinin ilk kez hicri 1229 da kullanildigini belirtiyor (seyhin vefati hicri 1206 dir).

„El-Vehhab“ Allah (subhanehu ve teala)'nin esmaul hüsnasindandir, Allah söyle buyuruyor:

“Yoksa, Azîz, Vehhab olan Rabbinin hazineleri onların yanında mıdır?” (Sad suresi, 9. ayet).

„Karsilikliz ihsani bol , cömert olan“ manasindadir. Bu ismi kendilerince oldukca sapik bir firka icin ortaya atanlar neyi ve nasil kullandiklarina bir baksinlar! Hani bir aralar berduslar, ückagitcilar kendi arlarinda „Allahci“ tabirini kullaniliyordu 10-15 sene öncesi hatirladinizmi, Allah'a cok sükür o fitne su an söndü, acaba „vehhabi“ yani vehhabci ismi buna benzemiyormu? (Allah'im affet bu ismi burda kullandigim icin)

Öte yandan Seyh Muhammed'in davetine vehhabilik adi verilmesi lugat acisindanda hatalidir. Zira bu daveti baslatan seyh Muhammed'tir babasi degil. Eger seyhin kendi ismine nispet etselerdi „Muhammedilik“ denilecekti, bununla da Allah'in isimlerini basitce saptiran bu sapiklar arzularina ulasamayacaklardi. Zira Islam'in hepsi Muhammedi risalet olarak isimlendirilir ki, bu da onu teblig eden Nebi Muhammed (sallAllahu aleyhi ve sellem)'e nispettir. Halk olaylari, ancak isimlerle bilebilir. Bundan dolayi halk arasinda calkanti yapacak, onlarin nefislerinee dokunacak bir isim secmeliydiler. Sübhesiz bu davete karsi uydurulan en acik yalan onu vehhabilik le isimlendirmektir. Insanlari ürkütüp, onun davetinin Islam dininin disinda, 4 büyük mezhebe aykiri, 5. bir mezheb olduguna inandirmak icin -kendi aralarinda bile bölük pörcük olduklari halde- bu davete düsman olanlar tarafindan bu lakab takilmistir. Allah (subhanehu ve teala) baskalarini alaya almamamizi ve (kötü)lakablar takmamamizi emrediyor, O (subhanehu ve teala) söyle buyuruyor:

“Ey iman edenler! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da diğer kadınları alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Birbirinizi karalamayın, birbirinizi (kötü) lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir namdır! Kim de tövbe etmezse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.“ (Hucurat suresi, 11. ayet)

Onlarin hepsi ayetleri hice sayarcasina birlestiler o da bu daveti insanlarin önüne bulanik cikarmakti, zaten insanlar tabiatlari geregi her yeni seyden cekinir ve onlarin alisa geldikleri seylere muhalif bir vaziyet gördüler mi kabullenmezler. Bunun en acik delili, Kur'an'da ve Muhammed (sallAllah aleyhi ve sellem)'in pak siretinde rastliyoruz. Zira Peygamberler bu dini direkt olarak Allah'tan almalarina ve insanlarin kurtulusana cagri yapmalarina ragmen karsilarina devamli Islam düsmanlari cikmistir. Bu hakki söyleyen alimlerde de farkli olmamistir, mesela Ibn Teymiyye bu örneklerden birisidir, onu kiskananlar kaninin akitilmasi istemislerdir, bir baskalari onu hak yoldan sapmis bir kafir ve mürted olarak suclamislarsir. Seyh Muhammed bin AbdulVehhab'ta fitneci bazi insanlar tarafindan gercek disi bazi suclamalarla itham edilmistir. Bu insanlari buna sevkeden sebep ise yine kiskanclik, nefret ve bid'atlerin kalblere yerlesmis olmasidir. Oysa ki seyh yeni bir sey cikarmamis, davetini Allah'in kitabina, resulunun sünnetine ve selefi salihinin yolu ve menheci üzerine bina etmistir. Öyle ki onun bazi eserleri hemen hemen sadece Kur'an ve sünnetin naslarindan olusacak seviyededir. Zaten muhalifleri seyhin eserlerinden bir elestiri yapmazlar ve yapamazlar, zira bazi yerlerde kullandigi zayif hadisler haric -ki hemen hemen her Islam alimi hataen zayif hadis kullanabilir- Islam'a aykiri bir sey bulamazlar.

BAB 8 : ŞEYHİN KARDEŞİ SÜLEYMAN B. ABDULVEHHAB ŞEYHE KARŞI ÇIKMIŞ MIDIR ?

Davetin düsmanlarinin ortaya attiklari bir yalan da Seyh Muhammed bin AbdulVehhab ve kardesi Süleyman bin AbdulVehhab arasinda ihtilafin ciktigi ve Seyhe iki reddiye yazdigidir. Halbuki bu ihtilaflar Necid'deki herhangi bir ilim talebesinin durumu tam arastirmadan isin basinda ortaya attigi tartisma türü ihtilaflardi, kendilerine gercek anlatilinca da derhal hakka dönmüslerdir. Ayni sekilde Süleyman bin AbdulVehhab da abisinin niyet ve hedefini anlayinca onun destekcilerinden olmus, hatta Seyhin vefatindan sonra yerine gecmistir.

Davet düsmanlari iki risale yazmislar bunu da Süleyman bin AbdulVehhab'a nisbet etmislerdir. Bunlar:

1.Es-Sevaik el-Ilahiyye fir-reddi alel Vehhabiyye
2.Faslul hitab fir reddi alel Muhammed bin AbdulVahhab

Davet düsmanlarinin amaci insanlari bu davetten nefret ettirmek ve :“iste bakin seyhin kardesi bile ona karsidir“ demek icindi. Gercek ise bunun tam aksineydi zira Seyhin kardesi Diriyye'ye gitmis, ondan özür dileyerek ona katilmistir. (bknz. Es-Seyh el-muftera aleyh, Islami arastirma dergisi, sayi:60, s.255-260) Bu risalelerin Süleyman bin AbdulVehhab'a nisbetinin ve hakkinda söylenenlerin yalan oldugunun bir diger delili „Vehhabilik“ lakabinin Seyhin ve kardesinin hayatta iken kullanilmamis olmasidir. Daha önce de gectigi üzere bu lakab ikisinin ölümlerinden yaklasik 20 yil kadar sonra kullanilmaya baslanmistir. Bir baska delil olarak „Vehhabilik“ lakabi her ikisinin babasina nisbet edilmistir. Ayrica bu nisbetin hata oldugu acik, cünkü o bir seyin asli disinda bir seye nisbetidir. Mekke'li birisine Medine'li, Fas'li birisine Hindistan'li diyemezsiniz. Ifadeyi genellestirdiginde her ikisinide kapsar yani muhalifi de kendisine muhalefet edeni de. Böyle bir sey de Süleyman bin AbdulVehhab icin gercekten muhalifse hic de uygun düsmez. Babasinin ismini böyle kötüleme amacli bir lakaba kullanmasi (yukarida ki 1. reddiye deki gibi) muhaldir. Bu da gösteriyor ki davet düsmanlari müslümanlari gercekten ahmak yerine koymakta ve bir cok müslüman da bu yalana inanmaktadir. Bir diger delil de Süleyman bin AbdulVehhab'in abisine karsi cikip, davetine düsmanlik yapsaydi ismi reddiyelerdi sürekli gecerdi zira Seyh Muhammed bin AbdulVehhab risalelerinde ve mektublarinda muhaliflerinin isimlerini zikretmis ve onlara cevab vermistir. Bu risale ve mektublar günümüzde hepsi basilidir.

Son olarak: Sübhesiz Süleyman bin AbdulVehhab'in abisine olan muhalefeti davetin baslangicindaydi, o zamanlar reddiyeler sözlü ve kücük yazismalari gecmiyordu. Ibn Gannam bu olaylari tarihleriyle kaydeden tarihcilerden biridir. Her ikisinin cagdasi olan ve onlardan bir süre sonra vefat eden Ibn Gannam, Seyhin muhalifleri hakkinda yazmasina ragmen Süleyman bin AbdulVehhab'tan bahsetmemistir.

Iste bu iddialar, delilsiz ve burhansiz ortaya atilan yalanlardir, ve yalanin da bir sınırı yoktur.
Islam düsmanlari bu tür yalanlari yaymaya cok önem verirler, zira bununla fikirleri karistirir, fitneyi körükler ve muhlis her davetciden güveni sıyırır atarlar. Iste Islam düsmanlari sürekli bu daveti insanlar indinde karalar dururlar. Zira bu davetin hedefleri onlari ürkütmeye devam edecektir. Müslümanlarin birlesmesi, hurafelerin ve bid'atlarin temizlenmesi, zihinlerin aydinlatilmasi, nefislerin ilme yönlendirilmesi-cünkü ilim hakikatlar kaynagidir- tüm du hedefler bu davete uyanlara sürekli anlatilmaktadir.

BAB 9 : ŞEYHİN GÜNÜMÜZDE TÜRKÇEYE ÇEVİRİLMİŞ ESERLERİ

Yogun kampanyalar sonucunda insanlari bu davetten sogutan bazi hurafeci bid'atcilara ragmen yinede Muhammed bin AbdulVahhab'in eserleri türkce okuyucusuna kavusmustur, her ne kadar 200 küsur sene gecikmis olsa da. Bildigimiz, gördügümüz eserleri söyle siralayabiliriz:

1. ''Kitab'ut-Tevhid'' (Su ana kadar muhtelif isimlerde 4 degisik baskisi vardir)

1.1. ''Tevhid- Allah'in Kullari Üzerindeki Hakkı'' olarak
(Muhammed bin Süleyman et-Temimi / tercüme: Hasan Beser)
Yayinevi: Islami Ilmi Arastirmalar Merkezi/ yayinyili: 1994/ yer: yok

1.2. ''Tevhid'' olarak
(Muhammed bin Abd'ul-Vehhab/ tercüme: Harun Ünal)
Yayinevi: Tevhid Yayinlari/ yayinyili:1996/ yer : Istanbul

1.3. ''Kitabu't Tevhid'' olarak
(Muhammed bin Süleyman et-Temimi/ tercüme: Necmi Sari)
Yayinevi: Ümmül Kura Yayinevi/ yayinyili:2006 / yer: Istanbul

1.4. ''Kitabu't Tevhid'' (Seyh AbdurRahman es-Sa'di'nin serhiyle)
(Muhammed bin Süleyman et-Temimi/ tercüme: Ahmet Ihsan Dündar)
Yayinevi: Guraba Yayinlari/ yayinyili:2006/ yer: Istanbul
Not : Son iki baskisi piyasada mevcuttur.

2. ''Kesfu'ş-Şubuhat'' (''Sübheleri Yok Eden Tevhid Gercegi'' olarak Seyh Useymin'ın serhiyle)
(Muhammed bin Süleyman et-Temimi- Muhammed bin Salih el-Useymin/ tercüme: Besir Eryarsoy)
Yayinevi: Guraba Yayinlari

3. ''Usuli Selase'' (''Üc Esas, Allah, Din, Peygamber'' olarak Seyh Useymin'in serhiyle)
(Muhammed bin Süleyman et-Temimi- Muhammed bin Salih el-Useymin/ tercüme: Mehmed Ün)
Yayinevi: Guraba Yayinlari

4. ''Adabu Mesidu ila's-Salat''

4.1. ''Namaza Gidis Adabi''
(Muhammed bin AbdulVehhab)
Yayinevi:Rabita

4.2. ''Namaz''
(Muhammed bin AbdulVehhab)
Yayinevi: Tevhid Yayinlari

5. ''Delailu't-Tevhid''
"Tevhid Rehberi"
(Muhammed bin Süleyman et-Temimi)
Yayinevi:Rabita

6. ''Talimu's-Subyan et-Tevhid''
"Cocuklara Tevhid Ögretisi"
(Muhammed bin AbdulVehhab/ Tercüme: Sami bin Fehmi)
Yayin: selef.blogcu.com

7. ''Siyer'' (Seyh, müslümanlara kolaylik saglamasi icin Ibn Hacer'in Feth'ul-Bari isimli eseriyle Ibn Hisam'in Siret'er-Resul (sallAllahu aleyhi ve sellem) isimli eserini birlestirip özetlemistir)
Aynen "Siyer" unvaniyla türkce olarak basilmistir
Yayinevi: Tevhid Yayinlari

8. ''Cahiliye Mes'eleleri''

9. ''Fatiha Suresinin Tefsiri''

10. ''İslam'dan Çıkaran Haller''
Not: Bu son üc risale Tevhid Yayinlari tarafindan "Tevhid 1" olarak basilmistir, icinde seyhin bir kac risalesi daha vardir, yayinevi kapandigindan baskisi yoktur, lakin internet ortaminda bu eserler yayinlanmistir, dileyen arama makinalarindan ulasabilir.

11. ''Fethu'l-Mecid'' (Tevhid 5,6,7,8 olarak basilmistir)
(Şeyhin torunu AbdurRahman bin Hasen tarafindan Tevhid kitabina serhdir.)
Yayinevi: Tevhid Yayinlari
(Muhtemelen internette bulunabilinir, baskisi yoktur.)

Sonuc;

Artik müslümanlar Seyh Muhammed bin AbdulVehhab'in tecdid ettigi, müslümanlari fikri ve akidevi uyandiran ve sahih Islam menhecine bina edilmis olan selim ve saf akideyi getiren selefi davetin hakikatini idrak ettiler. Zira bu davet Islam'in özü ve ruhudur. O bu konuda Islam tarihindeki Seyhulislam Ibn Teymiyye, Ibnul Kayyim el-Cevziyye ve Imam Satibi gibi selef islahatcilarin yolunu takib etmistir.
Müslümanlar cehalet neticesinde insanlarin bu dine soktuklari fesadi durulamayi, emaneti yerine getirmeye, ümmete nasihata ve onlari yeniden Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in davetiyle baslayan ve hicri 3. asrin sonuna kadar devam eden selefi salihinimizin yolunu itikaden ve amelen cevirmek icin gelen bir davetci oldugunu anladilar. Zira gecen zaman Muhammed bin AbdulVehhab'in dogrulugunu ispatlamistir, cünkü davet hala devam etmekte ve sürekli artmaktadir.

Artik dünyanin her tarafinda insanlar onun kitaplarini takib etmekte ve anlamaya calismaktadir. Ona düsman olanlar bile hak kendilerine aciklandiktan sonra ve davetcinin yönelisinin dogrulugu bilindikten sonra rüstlerine dönmüslerdir. Cünkü hak her zaman kendisine uyulmaya en layik olandir. Seyhe düsmanlik yapanlarin hem isimleri hem de dedikleri her sey öldü. Bu konuda insanlarin bildikleri yine seyhin reddiye olarak mektublarinda gecen seyler veya davete tabi olanlarin yazdigi reddiyelerdir, gerisi yok olup gitmektedir. Tabi bu dünya icin gecerlidir, ahirette cezanin sahibi, kalblerdekinin bile gizli kalmadigi acik-gizli her seyi bilen Allah subhanehu ve teala'dir.

Sünneti üstün kilan, bid'at ehlini alcaltan Allah subhanehu ve teala'ya hamdolsun...

Kaynaklar

1.Kur'ani Kerim
2.El-Imam Muhammed bin AbdulVehhab, Davetehu ve Siretehu, Seyh AbdulAziz bin AbdUllah bin Baz
3.Muhammed bin AbdulVehhab'in Davetinin Hakikati, Muhammed bin Selman
4.Seyh Muhammed bin AbdulVehhab Osmanli'ya isyan etmismidir? Selefi bir siteden tercüme
5.Necd Tarihi, Ibn Gannam
6.Vehhabilik hakkindaki tarihi bir hatanin düzeltilmesi,Muhammed bin Sa'd es-Suvey'ir
7.Ed-Durer es-Seniyye fi'l fetva en-Necdiyye, Ibn Sihman
 
KavlulFasl Çevrimdışı

KavlulFasl

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Cezekallahu Hayran.

Kardeşim Allah-Subhanahu we Teala-Bizleri Tevhidin Aslından Ayırmasın ayaklarımızı Sabit Kılsın...Bizlere Dua et Kardeşim..
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt