Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Unutulan Bir Emir: Tedbir

Hamd-u Sena Çevrimdışı

Hamd-u Sena

Üye
İslam-TR Üyesi
Unutulan Bir Emir: TEDBİR



Emniyet konusu Müslümanlar ihmal edilmiş, hatta kimi zaman terkedilmiş Allahu Teala’nın emirlerinden bir emirdir. Allahu Teala namazı, cihadı, orucu nasıl emretmişse “düşmanlardan korunmayı ve onlardan sakınılması için gerekli olan tedbirleri almayı” da emretmiştir. Bu tedbirler sadece Tevhid’i muhafaza için yapılan ve daha çok imanî hazırlık kapsamına giren tedbirleri değil bilakis hem bedeni, hem sosyal ve hem de ekonomik tüm tedbirleri kapsayan geniş bir yelpazeyi oluşturmaktadır. Ancak müslümanların zaman zaman yaptığı bu ihmal ve tedbirsizlikler, amellerde kimi zaman başarısızlıkları kimi zaman bela ve imtihanları beraberinde getirmiştir. O zaman bize düşen başta bu tedbirleri gücümüz yettiğince öğrenmek ve bu bilgilerimizi daima geliştirmek, daha sonra bu bilgi ve bilinci gerek cemaat olarak ve gerekse fert olarak uygulamaktan kaçınmamaktır. Bilakis yaptığımız bu amellerin, Allahu Teala’ya itaat olduğunu bilmek ve ecrini beklemek gerekir. Zira Allahu Teala mealen şöyle buyurmaktadır:
“Ey iman edenler! (Düşmana karşı) tedbirinizi alın.” (4 Nisa/71)
Başka bir ayette ise mealen şöyle buyurulmuştur:
“Tedbirinizi alın. Şüphesiz Allah, kafirler için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır.” (4 Nisa/102)
Buna göre düşmana karşı gereken tedbirin alınması vaciptir (farz). Bunun terki ise masiyettir. Şüphesiz iman itaatler ile artıp, masiyetler ile eksilir. İmanın eksilmesi ise, Allahu Teala’nın yardımından olan nasibin azalmasına neden olur. Allahu Teala’nın yardımı ise, dün olduğu gibi bugün de en fazla ihtiyacımız olan şeydir. Zira dün olduğu gibi bugün de düşmanlarımız, gerek ferdî, gerek mâlî ve gerekse de diğer savaş imkanları açısından bizlerden güçlüdür. Ömer ibnu’l-Hattab’ın radıyallahu anhu dediği gibi, eğer masiyetler yönünden onlar ile eşit olursak, yani en büyük avantajımız olan Allahu Teala’nın yardımından mahrum kalırsak, düşmanlarımızın bizleri yenmesi kaçınılmaz bir son olur.
Ömer İbnu’l-Hattab radıyallahu anhu, İranlılarla savaşa giden Sad bin Ebi Vakkas radıyallahu anhu ve beraberinde olan askerlere şöyle yazmıştır: “Sana ve beraberinde bulunan askerlere her durumda Allahu Teala’dan sakınmanızı emrediyorum. Çünkü Allahu Teala’dan sakınma düşmana karşı hazırlıkların ve düşmana karşı taktiklerin en büyüğüdür. Sana ve askerlerine düşmandan sakındığınızdan çok, günahlardan sakınmanızı emrediyorum. Çünkü askerlerin günahları, kendileri için, düşmanlarından daha tehlikelidir. Müslümanlar ancak düşmanın günahları sebebiyle muzaffer olurlar. Böyle olmazsa, onlara karşı gücümüz yetmez. Çünkü ne sayımız onlar kadardır, ne hazırlığımız onların hazırlığı kadardır. Günahlarda onlarla aynı olursak, kuvvet bakımından onlar bizden üstün olurlar. Faziletimizle onlardan üstün olmazsak, onları kuvvetimizle yenemeyiz. Seyrinizde sizin yaptıklarınızı bilen gözetleyici meleklerin olduğunu biliniz, onlardan hayâ ediniz, Allahu Teala’nın yolundayken masiyetleri işlemeyiniz. “Düşmanımız bizden kötüdür, öyleyse başımıza musallat olamazlar” demeyiniz. Allahu Teala, nice kavimlerin başına daha kötülerini musallat etmiştir. O’nu kızdıran şeyler işlediklerinde Allahu Teala Mecusileri (Babilliler) İsrail oğullarının başına musallat etti ve ülkelerini yerle bir ettiler. Bu da yerine gelen bir söz olmuştur. Düşmana karşı yardım ve zafer istediğiniz gibi, nefislerinize karşı Allahu Teala’dan yardım dileyin. Allahu Teala’dan bize de, size de yardım etmesini dilerim.”
Allahu Teala’dan sakınmak, O’nun hudutlarını korumakla yani emrettiklerini yerine getirmek ve yasakladıklarından ise kaçınmak ile olur. Düşmanlara karşı tedbirli olmak Allahu Teala’nın emirlerinden bir emirdir ve bu emrin terki, Allahu Teala’dan sakınma konusunda eksik davranmaktır, Allahu Teala’nın hududunu ihlal etmektir. Bu ise Müslüman kul veya cemaatin, düşmanlarına vereceği bir fırsat, korunma kalesinde açacağı büyük bir gediktir. Allahu Teala, Müminlere yardım edeceğini vaat etmektedir. Bu, değiştirilmesi söz konusu olmayan doğru bir söz ve Allahu Teala’nın değişmeyen kaderi bir yasasıdır.
Allahu Teala mealen şöyle buyurur:
“And olsun ki! Senden önce, birçok nebileri ümmetlerine gönderdik. Onlara belgeler getirdiler. Dinlemeyip suç işleyenlerden öç aldık, zira mü’minlere yardım etmek bize hak olmuştu.” (30 Rum/47)
“Senden önce nice nebiler yalanlandı ve kendilerine yardımımız gelene kadar yalanlanmalarına ve sıkıştırılmaya katlandılar. Allah’ın kelimelerini (kanunlarını) değiştirebilecek yoktur; and olsun ki nebilerin haberi sana da geldi.”(En’am/34)

“Allah’ın kelimelerini değiştirebilecek yoktur..” Yani sosyal yasaları mutlaka gerçekleşir. “Ol, der hemen oluverir.” Bu yasalarından biri de mü’minlere verdiği sözdür: “Onlara yardımımız gelince..” Yardım etme sözü, ahirette değil dünyada olan yardımdır. Allahu Teala mealen şöyle buyurur:
“Şüphesiz nebilerimize ve iman edenlere, hem dünya hayatında, hem şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım ederiz.” (Mü’min/51)
“Nihayet biz iman edenleri, düşmanlarına karşı destekledik. Böylece üstün geldiler.” (Saff/14)

Burada şöyle yanlış bir anlayışa sürüklenmemek gerekir: “Tedbirler aldık, her türlü imkanı kullandık ama sonuç yine başarısızlık oldu.” Genelde bu düşünce başa musibet gelince dillendirilen ve istemeden de olsa cemaati ve fertleri etkileyen yanlış bir tutumdur. Özellikle şunu iyi anlamalıyız ki, alınan tedbirler ve emniyet önlemleri başımıza gelecek olan ve Allahu Teala’nın ezelde takdir ettiği kaderi değiştiremez. Ancak bunun böyle olması, bizi bu tedbirlerden kesinlikle geri bırakmamalıdır. Aynen cihada çıkan bir topluluğun hezimetle geri dönmesi durumunda “Hani, nerede zafer!” diyemeyeceğimiz ve cihadı bırakamayacağımız gibi. Önemli olan Allahu Teala’nın emrettiklerini ve nehyettiklerini gücümüzün son raddesine kadar yerine getirmek ve Allahu Teala’ya tevekkül etmektir. Yusuf Suresi’nde, Yakup’un aleyhisselam oğullarına şöyle dediği aktarılır:
“Ey oğullarım! (Mısır’a) hepiniz bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Ama Allah’tan (gelecek) hiçbir şeyi sizden savamam. Çünkü hüküm Allah’tan başkasının değildir. Onun için ben yalnız O’na tevekkül ettim ve tevekkül edenlerde yalnız ona tevekkül etsin.” (12 Yusuf/67)
Yine, bazı Müslümanların iddia ettiği gibi emniyet tedbirleri almak demek gerekmediği halde saklanmak veya kişinin bu hak dava uğrunda yapması gereken işleri aksatmak için uyguladığı bir tedbirler zinciri değildir. Veya emniyet sadece savaş meydanlarında uygulanan, davet sahasında yeri olmayan bir uygulama da değildir. Bunları iddia eden kişi gerçek manada Kuran ve Sünnet’ten haberi olmayan bir kişidir. Bizim bu çalışmadaki amacımız; bu tedbirlerin şer’îliğinin ispatından çok, şekilleri üzerinde durmaktır. Yoksa mesele gayet net ve açıktır. Tedbir almak, Allahu Teala’nın emirlerinden bir emirdir. Bu noktada kusurlu ve gevşek davranmak ise kesinlikle doğru değildir ve ihmali veya terki durumunda kişi veya cemaat günahkar olur. Emniyet tedbirleri konusunda Müslümanın, arkadaşları ile olan muamelesi mealen şu ayette geçtiği gibidir:
“Hani İbrahim: “Rabbim, bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster” demişti. (Allah ona “İman etmiyor musun?” deyince, “Hayır (iman ediyorum), ancak kalbimin tatmin olması için” dedi.” ( Bakara/260)
Eğer İbrahim aleyhisselam ile Rabbi arasında bu geçmiş ise, örgütsel işlerde fert ile cemaat veya cemaat ile başka bir cemaat arasındaki ilişki bundan çok daha hassas olmalıdır. İstenen karşılıklı referans veya buna benzer sınamalar, kalplerin tatmin olması açısından başvurulacak en önemli sebeplerdendir. Emniyet tedbirleri konusunda Müslümanın, genel olarak Müslüman topluluklar ile olan muamelesi ise şu hadiste geçtiği gibidir: “Her duyduğunu söylemesi kişiye günah olarak yeter.” Maalesef, topluluklar arasında bu günah ile meşgul olanların sayısı az değildir. Dolayısıyla din konusunda, davet ve imanî eğitim amaçlı olarak belli ölçüde açık davranılsa da, faaliyetler konusunda ketumluk asla elden bırakılmamalı, ancak gerekli olduğu kadar bilip, gerekli olduğu kadar bilgilendirme yapılmalı, gerekli olmayan bilgiyi yüklenmekten ve vermekten kaçınmalıdır. Yine emniyet tedbirleri konusunda Müslümanın, düşmanları ile olan muamelesi ise şöyledir:
“O kafirler arzu ederler ki siz silahlarınızdan ve eşyalarınızdan gafil olsanız da üstünüze birden baskın yapsınlar. Eğer size yağmurdan bir eziyet olur yahut hasta bulunursanız silahlarınızı bırakmanızda size günah yoktur. Tedbirinizi alın. Şüphesiz Allah, kafirler için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır.” (4 Nisa/102)
Düşmanlarımızın beklentisi bundan başkası değildir. Bizim hayrımızı asla istemezler, çünkü kendileri hayır üzere değillerdir. Bizim de kendileri gibi kafir olmamızı veya kendi ellerinde can verip yok olup gitmemizi isterler. Bunun için de en büyük beklentileri, sebebi ne olursa olsun gerekli güvenlik önlemleri konusunda gevşek davranarak izleme ve dinleme konusunda ya da esaret anında tuzaklarına düşme konusunda onlar için basit bir hedef olmamızdır. Allahu Teala ise bizleri bu gafletten nehyetmekte, gereken tedbirimizi almayı emretmektedir. Bizim, özellikle güvenlik konusunda gafil olmamız kafirleri sevindiren bir husustur. Böyle olmamızı ve öylece kalmamızı isterler. Bunun aksi, yani gereken güvenlik önlemlerine riayet etmemiz ise onları endişelendirir ve korkutur. Çünkü Allahu Teala bize öyle bir hazırlık yapmamızı emretmektedir ki bu hazırlığımız ile düşmanlarımız korksun, endişeye kapılsın:
“Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve besili atlar hazırlayın. Bununla, Allah’ın düşmanı ve sizin düşmanınızı ve bunların dışında sizin bilmeyip Allah’ın bildiği diğer (düşmanları) korkutup caydırasınız.” (Enfal/60)
Ayrıca sadece korkutmak ve caydırmakla kalmaz, onları kızdırırız. Onları kızdıracak bir iş karşılığında ise Rabbimizin bize vaat ettiği ecir vardır:
“Bu, gerçekten onların Allah yolunda bir susuzluk, bir yorgunluk, ‘dayanılmaz bir açlık’ (çekmeleri), kafirleri ‘kin ve öfkeyle ayaklandıracak’ bir yere ayak basmaları ve düşmana karşı bir başarı kazanmaları karşılığında, mutlaka onlara bununla salih bir amel yazılmış olması nedeniyledir. Şüphesiz Allah, iyilik yapanların ecrini zayi etmez.” (Tevbe/120)
Buna göre kafirleri öfkelendirecek, yüreklerine acı verecek her işte ve başarıda Allahu Teala katında Mümin için ecir vardır. Bu ayetlerde, Mümine emredilen hazırlığın mahiyeti de ortaya konmaktadır. Öyle bir hazırlık olmalıdır ki bu hazırlık korkutucu ve caydırıcı, aynı zamanda da onları kızdırıcı olmalıdır. Velev ki saklanan şey basit bir şey dahi olsa, istihbaratçının, o bilgiyi elde edememesi sonucunda halinin, öfkesinin ve endişesinin ne boyutta olduğunu, o kafirleri tanıyan her kardeş çok iyi bilir. İşte bu durum hem Enfal Suresi’ndeki, hem Tevbe Suresi’ndeki ve hem de daha yukarılarda aktardığımız Nisa Suresi’ndeki ayetlere itaat kapsamındadır. Bu itaat, kişinin sadakatı konusunda en ciddi işarettir. Bu sadâkatı sebebi ile Allahu Teala’nın o kuluna vermeyi vaat ettiği yardımın mahiyeti ise şöyledir: Cabir bin Abdullah’tan radıyallahu anhu, Nebi’nin sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurduğu rivayet olundu:
“Bana, benden önce hiçbir kimseye verilmeyen beş özellik verildi: Bir aylık mesafeden düşmanıma korku vermek ile muzaffer olundum..”
Gafil davranmak ve gereken önlemlere riayet etmemek sonucu deşifre olan bir bilgi veya kimlik, emanete hıyanetten başkası değildir. Müslümanda bulunan herhangi bir bilgi, onda bulunan bir emanettir. Üşenmesi veya önemsememesi nedeni ile bu bilgiyi düşmana kaptırması, o emanete ihanet etmesi ve bu hatası ile Allahu Teala’nın düşmanlarını sevirdirmesi, kendisini ve dinini küçük düşürmesi demektir. Bu ise Allahu Teala katında basit bir masiyet değildir. Nitekim Nebi sallallahu aleyhi ve sellem emanete hıyanet etmeyi nifaktan saymıştır.
Burada yine bir noktaya dikkat çekmeden geçmemek gerekir. Ehl-i Sünnetin tedbir metodu ile Şia’nın tedbir metodu olarak kullandığı ve bu perde altında her türlü küfrü, fıskı ve fuhşu irtikab ettikleri tedbir metodu arasında %100 fark vardır. Bunun karıştırılmaması gerekir. Ehl-i Sünnet, küfrü, fıskı ve fuhşu aleni bir şekilde heva ve hevesine göre yapmaktan ve bunu hayat tarzı haline getirmekten kesinlikle uzaktır, beridir. Ancak Ehl-i Sünnete göre durum şudur ki eğer içine düşüleceği kesin olan daha büyük bir bela ve şer varsa küçüğü tercih edilebilir. Ve bu yapılanı o “an” ile sınırlı tutmak gerekir. Buna örnek olarak Kab bin Eşrefi öldürmeye giden Muhammed bin Mesleme’nin Radıyallahu anhu Rasulullah’tan Sallallahu aleyhi ve sellem, aleyhinde konuşmak üzere izin istemesi verilebilir. Bu konuya çok dikkat edilmelidir. Çünkü bu, ayakların kaydığı bir konudur.
Müslüman kardeşlerimize son olarak tavsiyemiz şu altın kaideyi hatırlatmak olacaktır:
“Allahu Teala’yı (sınırlarını, emirlerini ve yasaklarını) koru ki O da seni korusun.”
Her türlü tedbiri almak bizden, başarı ve koruma ise Allahu Teala’dandır.​

{ Bu yazı Meva Kitap'tan çıkan, Ebu Musab el-Muhacir tarafından kaleme alınan GÖZALTI adlı roman kitabından yazıya aktarılmıştır. }
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt