S
Çevrimdışı
shenhehe
Misafir
Tavsiye;
Bir efsanenin çöküşü27 Mayıs 2013 Pazartesi
Abdurrahim Şen
Kusayr, Şam kasabı ve Hizbullah militanlarının birlikte yürüttüğü operasyonlarla ateşe veriliyor. 2006 yılının Temmuz ayında İsrail’in ölüm kusan bombaları Lübnan’ın güneyini ateşe verirken Hizbullah militanlarını, kadın ve çocuklarını hanelerinde konuk eden Kusayr halkıydı. Şimdi Hizbullah yediği kaba tükürürcesine konuk olduğu haneleri diğerkâm sahiplerinin başlarına yıkıyor.
Şam kasabının şebbihaları ile kol kola bu hanelere girerken sizinle her şeylerini, yatağını yorganını paylaşmış bu insanların karşısına nasıl bir yüzle çıkıyorsunuz? O günlerde çocuklarınızın çocukları ile avlusunda oynadığı evleri nasıl da yıkıyorsunuz? Bir kahvenin kırk yıl hatırı vardır. Mezhep ayrımı yapmaksızın sizleri bağrına basarak sıcak aşlarını paylaşan Kusayr halkının bu misafirperverliğini ne çabuk unuttunuz? Vefanız ve izanınız nerede?
İşgalci İsrail varlığına karşı savaşmış olmanızdan ötürü Suriye halkının sizleri bağrına basmış olması bu halkın direniş hattının en muhkem siperi olma potansiyeline sahip olduğunu göstermedi mi? Birçok birliğe “Kudüs” ismini veren, Baas rejimini devirdikten sonra Kudüs’ü de İsrail işgalinden kurtaracaklarını açıkça ilan eden, Kudüs’ün özgürleştirilmesinin yolunun Şam’dan geçtiğini haykıran direnişçiler değil mi? Bu halkın, kırk yıldır topraklarını işgal eden İsrail’e bir tek kurşun bile sıkmayan Baas rejimini devirdiğinde direniş hattının çökeceği safsatasına sizi inandıran kim?
Mossad’ın Eski başkanı Efraim Halevy, Beşar Esad’ın Telaviv’in Şam’daki adamı olduğunu, bu kişinin ve babasının 1974 senesinde taraflar arasında çatışmayı sona erdirme anlaşması imzalamasından buyana 40 sene boyunca Golan tarafında “sükûneti muhafaza” ettiklerini söylemişti.
“Suriye düşerse, Kudüs'ü de kaybedeceklerini” ifade eden Hizbullah liderine göre Kudüs halihazırda Müslümanların kayıp bir kutsalı değil mi? Biz 1948 den beri Kudüs’ün işgal altında olduğunu biliyorduk!
İsrail, onu İslam coğrafyasında var eden İngiltere ve bugüne kadar varlığını muhafaza eden ABD yetkililerinin demeçleri ile karşılaştırıldığında Nasrallah’ın bu açıklaması nasıl bir yere oturuyor?
İsrail’den başlayalım.
The Times'e konuşan İsrailli bir yetkili “İslamcıların iktidara gelmesi İsrail'in çıkarlarını zedeler. Bunun olmasındansa Esed'in iktidarda kalmasını tercih ederiz” demişti.
İsrail Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Amir Eşel, Rus S-300 savunma sistemlerinin Suriye’ye doğru yola çıktığını belirterek, muhtemel bir saldırı kararı durumunda çok yoğun bombardıman yapılması gerekebileceğini ifade etmişti. Dikkat ederseniz Şam kasabını başından beri destekleyen Rusya ve İsrail Baas rejiminin devrilmesi endişesi üzerinden birlikte hesaplar yapıyor.
Ayrıca daha önce defalarca kimyasal silah endişelerini dile getiren İsrail’e göre bu silahlar şimdilik endişe kaynağı değil. Çünkü henüz Baas rejiminin elinde. (Yedieminde). Baas rejiminin devrilmesi ve silahların direnişçilerin eline geçmesi durumunda bu hedefleri vuracaklarını söylerken İsrailli yetkililer sazanların oltaya takılması için de “Bu silahların Hizbullah’a gönderilmesi” sözde endişesini ortama fısıldıyorlar. Sormazlar mı, bu silahlar direnişi destekleyen Suriye rejiminin elinde değil mi? Hizbullah İsrail’in amansız düşmanı, Kudüs davasının yılmaz bekçisi değil mi? Suriye devrimi şayet İsrail ve Amerikan komplosu ise neden elinizdeki ağır silahlar ve kimyasallarla bu komplonun sahiplerini hedef almıyor da masum sivilleri hedef alıyorsunuz? Neden Suriye rejimi İsrail’i ürküten bu silahları şimdiye kadar kullanmadı? Neden Hizbullah’a vermedi? Burada bir çelişki yok mu?
Sadece İslami devlet talep eden birliklerin eline geçmesi halinde endişe yaratan bu silahları hali hazırda elinde tutan Suriye ve Hizbullah direniş hattında samimiyseler neden İsrail’e doğrultmadılar? Her seferinde Telaviv’i vuracak füzelere sahip olmakla övünen, İsrail’i haritadan silecekleri salvolarını atanların 2006’da bu korkuyu İsrail’e yaşattıktan ve ümmetin umudu haline geldikten sonra son dakikada BM’nin 1701 sayılı kararı ile Güney Lübnan’a 15-20 bin Nato askerinin yerleşmesine izin veren anlaşmayı imzalayan Suriye ve Lübnan rejimi değil mi?
En son Obama ile görüşmesinde “Eğer muhaliflerle çalışmazsak, radikal grupların önüne geçemeyiz'' mesajını veren Cameron –Suriye rejimini başından beri destekleyen, ölüm makineleri ve askerleri gönderen- Rusya’nın da Suriye'de çözüm noktasında samimi olduğunu ifade ederek bir kez daha Uluslararası toplumun Suriye ile ilgili olarak çözüm çabalarının başından beri Esad rejiminin devrilmesi değil, İslamcıların rejimi ele geçirmesi karşısında odaklandığını açıkça ortaya koymuyor mu? O halde küresel komplo Suriye rejimine değil İslam’ı isteyen halka karşıdır. Haydi, bu halkın yanında ve başta İsrail olmak üzere bütün dünyaya karşı saf tutsanıza!
Başından beri yapay “karşıtlık stratejisi” üzerinden Suriye meselesinde ortak hareket eden ABD ve Rusya’nın Dışişleri Bakanları John Kerry ve Lawrov’un görüşmesinde Şam kasabına 2014 Mayıs'ına kadar yeni bir süre veren 2. Cenevre konferansı planlanmadı mı? Bundan cesaret alarak Şam kasabı "Bu takvime kadar aşırıcıları temizlersem Amerika 2014 Mayısı sonrasında da benimle devam etmeyi düşünebilir" demedi mi?
Nasrallah’ın komplo ile karşı karşıya olduğunu söylediği Beşşar Esed defalarca, “Suriye laikliğin en son kalesidir”, “Ben İslamcı teröristlerle savaşıyorum”, “Ben bir fay hattı üzerindeyim, burada bir kırılma olursa bütün bölgede deprem olur” diyerek İsrail değil İslami bir “tehlike” ile karşı karşıya olduğuna işaret etmedi mi?
Kim ne derse desin Nasrallah’ın, Suriye rejiminin devrilmesine izin vermeyeceklerine dair açıklaması kırk yıldır kuzey sınırının güvenliğini temin eden ve şimdi rejimin İslamcıların eline geçmesi ihtimali belirince tutuşan İsrail’e güvence veren bir açıklama olarak anlaşılmıştır.
Suriye’ye girişlere izin verildiği tezine dayanarak dünyanın Suriye rejimine komplo kurduğunu iddia eden Nasrallah bu sınırlardan onbinlerle ifade edilen İran muhafızları, Mehdi ordusu ve Hizbullah militanlarının bu ülkeye ışınlanarak geçtiklerini mi düşünüyor? Nasrallah, ABD’nin, Afganistan ve Irak tecrübesinden sonra kedisi için büyük risk taşıyan askeri müdahaleye gerek bırakmayacak şekilde İran, Irak ve Hizbullah milislerini Suriye devrimini bastırmaları için nasıl da ön savunma hattında seferber ettiğini görmüyor mu? Bu güçlerin Suriye’ye girmesine yeşil ışık yakan Uluslararası sistem değil mi?San Fransisko Konferansı’nda kabul edilen BM Antlaşması devletlerin toprak bütünlüğüne, siyasi bağımsızlığına ve BM’nin amaç ve ilkelerine aykırı olarak devletlerin başka devletlere karşı askeri güç kullanmasını açıkça yasaklamamış mıydı? San Fransisko Konferansı’nda bu anlaşmaya imza atan devletler neden sadece durumu izlemekle yetiniyor? Yoksa bugüne kadar varlığını inkar ettikleri onbinlerce İran, Irak ve Hizbullah askerini tüm uluslar arası istihbarat örgütlerinin gözünde görünmez kılan kerametleri mi var?
“Suriye’yi tekfircilere bırakmayacağız”. "Suriye'deki radikal gruplara karşı, binlerce mensubumuzu, bölgeye savaşmak için göndermeye hazırız" diyen Nasrallah’ın bu demeci “Tekfircileri teröristler listesine alacağız” açıklaması yapan Fransa’nın, –birkaç gün önce katıldığı el-Arabiyya kanalında- “Suriye’yi asla hilafeti ikame etmek isteyen aşırıcılara bırakmayacağız” diyen ABD Eski Şam Büyükelçisi Robert Ford’un beyanıyla nasıl da örtüşüyor!
İçlerinde tekfircileri asla barındırmamış Suriye direnişçilerini tekfircilikle suçlayan Nasrallah Velayeti fakih düşüncesine inanmayanları -“Şii” olsa dahi- tekfir eden kendi inancını sorgulamalı.
Bu ve bunun gibi onlarca demeç İran, Hizbullah, Suriye rejimi ve bu rejimi bu güne kadar ayakta tutan Uluslar arası aktörlerlerin aynı dili kullandıklarını gösteriyor.
Şunu da söylemeliyiz. İran’ın ön savunma hattı olarak on binlerce ordusuyla birlikte Suriye’ye girmesine izin veren de, devrimin arazideki direnişçilerin elinden batılı başkentlerde yetişmiş liberal demokratlar eliyle çalınması için diplomatik mekik diplomasisini yürütmesi için Türkiye’yi merkeze oturtan da batılı aktörlerdir.
Gelinen bu noktada –muğalata ve laf cambazlıklarını itibara almazsak- Suriye'de İslami bir devlet talebine karşı bir taraftan sıcak diğer taraftan soğuk savaş harekatının yürütüldüğü artık konuşulmalıdır. Suriye’de yüz bini aşkın Müslüman’ın kanı akıtılırken, şimdi gerçekleri haykırma vaktidir. Ahir ömründe evinin köşesinde hatıralarını yazarken pragmatist düşüncelerle heba ettiğimiz ümmetimizin şanını yüceltmiş olmayız. Zira böyle bir anda insanın vicdanını sızlatan acı gerçekleri itiraf etmenin hiçbir faydası yoktur.
twitter.com/abdurrahimsen
Bir efsanenin çöküşü -Abdurrahim Şen | Timetürk Makale