8. Bölüm: TALAK
Talâk, Arapçada lügat olarak bağı çözmek ma'nâsına gelir. Gönderme ve terketme ma'nâsına gelen itlâkdan müştaktır. Şerî bir ıstılah olarak, kadınla erkek arasında evlenme akdi ile tesis edilen nikah bağının çözülmesidir. Görüldüğü üzere talâk, bu ma'nâsıyla lügavî medlûlüne muvafık düşmektedir.
İslam dini, hristiyanlığın aksine talâkı meşru addeder, ancak hoş karşılamaz. Çünkü talâk içtimâî bir yaradır, çocukların sahipsiz kalmasına, terbiyelerinin aksamasına, ferdler ve aileler arasına huzursuzlukların girmesine sebep olur. Bir cemiyette boşanma nisbeti, bir bakıma içtimâî huzurun göstergesi durumundadır. Aileler ne kadar sağlam ve ferdleri dayanışma içinde olursa, cemiyet de o kadar sağlam ve güçlü demektir. Evet talâk dinimizde haram değildir, fakat Cenâb-ı Hakk'ın en çok nefret ettiği bir cevazdır, imkân nisbetinde ondan kaçınmak gerekir.
Şunu da bilelim ki, İslam'da talâk bahsi çok teferruatı olan bir mevzudur. Gerek kadın ve gerekse erkeğin hukukunu korumayı hedefleyen prensipler, sınırlamalar vardır. Bu cümleden olarak âlimler talâkı öncelikle, birkaç kategoride ele alırlar:
1- Haram olan talâk: Bu talâku'lbid'a'dır, az ilerde kısaca temas edileceği üzere, farklı suretlerde cereyan eder.
2- Mekruh olan talâk: Kadın iyi bir hal üzere olduğu halde, makul, meşru bir sebep olmaksızın vukua gelen talaktır.
3- Vacib olan talâk: Bu da farklı suretlerde cereyan eder, geçimsizlik sebebiyle, âyet-i kerimede zikri geçen iki hakemin (Nisa 35) boşanmaya hükmetmesi halindeki boşanma gibi.
4- Mendub olan talâk: Kadının iffetini bozması durumundaki boşamadır.
5- Caiz olan talâk: Erkeğin kadını istememesi, cinsî yönden tatmin bulamadığı için kadının külfetini çekmeye nefsinin razı olmaması halindeki boşamadır. İbnu Hacer, boşamanın bu çeşidini Nevevî'nin nefyettiğini kaydeder.
Bir başka açıdan talâk üç kısma ayrılır.
1- Sünnî talâk Bu, kadını tahâret (temizlik) müddeti içerisinde temasta bulunmadan boşamaktır. İbnu Mes'uddan gelen bir açıklama, Rabb Teâlâ'nın "Kadınları iddetleri içerisinde boşayın..." (Talâk 1) emrinden maksat budur: "Temizlik müddetlerinde, temas etmeksizin" demektir. Bu tefsir sadece İbnu Mes'ud'a has değildir, Sahâbe ve Tâbiînden birçokları aynı görüştedir.
Sünnî talâk, sünni-i hasen ve sünni-i ahsen kısımlarına ayrılır. Eğer boşama her tuhur müddetinde temasa yer vermeden üç kere tekrarlanırsa buna sünni-i hasen denir. Eğer duhûl edilmiş kadın, tuhur müddeti içerisinde bir talâk-ı ric'î ile boşanır ve bu şekilde, iddetini tamamlarsa yani üç hayız müddeti tamam olursa boşanma tamamlanmış olur. Buna sünni-i ahsen denir.
2- Bid'î talâk Bu, kadını hayız halindeyken veya temizlik halinde temas yapmış olduğu halde boşamaktır. Bu durumda kadının hamile kalmış olma ihtimali bulunduğu için bu boşanma bid'at addedilmiştir.
3- Üçüncü kısımı sünnî veya bid'î vasıfları ile tavsif edilemeyen bir kısımdır: Henüz çocuk olan zevcenin veya âyise olan (yani hayızdan kesilmiş, hamile kalma ihtimali kalmayan) zevcenin veya doğumu yaklaşmış hamile zevcenin yahutda henüz duhûl edilmemiş zevcenin boşanması bu kısmı teşkil eder. Hukukî durumu bilen bir kadının, kendi talebi üzerine vâki olan talâkla, kadının talebiyle vâki olan hul' da buraya girer.
Kadın Herhangi Bir Sebep Olmaksızın Kocasından Kendisini Boşamasını İsterse
Sevban radıyallahu anh’ın rivayetine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Herhangi bir kadın şayet kocasında hiç bir sebep yokken kendisini boşamasını isteyecek olursa onun için cennetin kokusunu almak haram olur.”
Çünkü yüce Allah’ın en sevmediği helal boşanmaktır. Boşamaya ihtiyaç halinde baş vurulur. Böyle bir gerek olmadan boşama mekruhtur. Çünkü bunun açıkça bilinen zararları vardır. Kadını boşamayı istemeye zorlayacak ihtiyaç ise, kadının evlilik halinin devam etmesi ile birlikte zarar görecek şekilde erkeğin haklarını yerine getirmek istememesi halidir. Yüce Allah ise: “Ya iyilikle tutmalıdır veya güzellikle salmalıdır” (el-Bakara 2/229) buyurmaktadır. Bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır:
“Hanımlarıyla cinsi temasta bulunmamaya yemin edenler için dört ay beklemek vardır. Şayet dönerlerse şüphesiz Allah çok mağfiret edendir, çok merhametlidir. Eğer (hanımlarını) boşamaya karar verirlerse (ayrılırlar). Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, bilendir.” (el-Bakara, 2/226-227)
Evlilik Akdinin Sona Ermesi Halinde Kadına Düşen Görevler:
Eşler arasında ayrılık iki türlüdür: Birisi hayattaki ayrılık, diğeri ise ölüm ile ayrılıktır. Her iki ayrılıkta da kadının iddet beklemesi gerekir. Bu da şer’an sınırları belli bir süre beklemektir. Bundaki hikmet ise sona eren nikah akdine gereken saygıyı göstermek, kadının rahminde hamileliğin bulunmadığından emin olmaktır. Ta ki kadından ayrılan koca dışında kimse bu süre zarfında onunla ilişki kurup da şüphe husule gelmesin, nesepler karışmasın. Yine iddet beklemek önceki nikah akdine bir saygıdır. Ayrılan kocanın hakkına bir saygıyı ve ondan ayrılmanın üzüntüsünü açığa vurmayı ihtiva eder. İddet dört çeşittir:
1- Hamile kadının iddeti: Bu iddet kadın ister bâin talakla boşanmış olsun ister ric’î talak ile ister hayatta bir ayrılık ister kocası öldüğü için ayrılmış olsun, doğum yapmakla tamamlanır. Yüce Allah şöyle buyuruyor:
“Hamile olanların iddetleri ise yüklerini bırakmalarıdır.” (et-Talak, 65/4)
2- Ay hali olan boşanmış kadının iddeti: Bu da üç kur’dur. Nitekim yüce Allah: “Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç kur’ beklerler” (el-Bakara, 2/228) buyurmaktadır ki, bu da üç ay hali demektir.
3- Ay hali olmayan kadın: Bu da iki türlüdür; ya ay hali görmeyecek kadar küçüktür ya da ay halinden kesilmiş yaşlı bir kadındır. Yüce Allah bu iki türün de bekleyeceği iddeti şu buyruğuyla açıklamıştır:
“Kadınlarınız arasından ay halinden kesilmiş olanlarla asla ay hali olmayanların (iddetleri) hakkında şüphe ederseniz, onların iddeti üç aydır.” (et-Talâk, 65/4)
4- Kocası vefat etmiş olan kadının iddetini de yüce Allah şu buyruğuyla açıklamaktadır:
“İçinizden vefat edenlerin bıraktıkları eşler kendiliklerinden dört ay on gün beklerler.” (el-Bakara, 2/234)
Bu buyruk hem kendisiyle gerdeğe girilmiş olan kadını hem yaşı küçük hem de büyük olan kadını kapsar. Bunun kapsamına hamile kadın girmez. Çünkü hamile kadınlar yüce Allah’ın: “Hamile olanların iddetleri ise yüklerini bırakmalarıdır” (et-Talak, 65/4) buyruğu ile istisnâ edilmişlerdir.
İddet Bekleyen Kadın İçin Haram Olanlar:
1- Ona evlenme teklifi yapmanın hükmü:
a- Ric’î talak dolayısıyla iddet bekleyen kadına açık ya da üstü kapalı ifadelerle evlenme teklifinde bulunmak haramdır. Çünkü böyle bir kadın evli kadın hükmündedir. Herhangi bir kimsenin ona evlenme teklifinde bulunması caiz değildir. Çünkü hala kocasının nikahı altında gibidir.
b- Ric’î olmayan talak dolayısıyla iddet bekleyen kadına üstü kapalı ifadelerle değil de açıktan evlenme teklifinde bulunmak haramdır.
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “İddet bekleyen kadınlara üstü kapalı talip olmanızda veya içinizde (onlarla evlenme isteğini) saklamanızda size bir günah yoktur” (el-Bakara, 2/235)
Açıktan evlenme teklifi, onunla evlenme arzusunu açıkça ifade etmektir. Seninle evlenmek istiyorum demek gibi. Çünkü böyle bir teklif sebebiyle kadının evlenme isteği kendisini fiilen iddeti sona ermeden önce iddetinin sona erdiğini bildirmesine sebep olabilir. Üstü kapalı ifade ise onunla evlenmek hususunda açık bir ifade değildir. Bundan hem bir mahzur ortaya çıkmaz; hem de ayet-i kerime bunu böyle ifade etmektedir
Üstü kapalı ifadeye örnek: Ben senin gibi birisini beğenebilirim, türünden sözler söylemektir. Ric’î olmayan talak dolayısıyla iddet bekleyen kadının yine bu üstü kapalı ifadeye üstü kapalı şekilde cevap vermesi de mübahtır. Ancak açıkça yapılan teklife cevap vermesi helal olmaz. Ric’î talak dolayısıyla iddet bekleyen bir kadının ise kendisine evlenme teklifinde bulunan kimseye ne açık ne de üstü kapalı bir şekilde cevap vermesi mübah değildir.
2- Başka bir kocadan iddet bekleyen kadına akit yapmak haramdır
Çünkü yüce Allah: “İddet sona erinceye kadar nikâh akdini bağlamaya azmetmeyin” (el-Bakara, 2/235) buyurmaktadır. İbn Kesir, Tefsir’inde şöyle demektedir: “Yani sizler iddet sona erinceye kadar nikâh akdi yapmayınız. İddet süresi içerisinde yapılacak akdin sahih olmayacağını ilim adamları icma halinde ifade etmişlerdir.”
İki Hatırlatma
a- Kendisiyle gerdeğe girilmeden önce kocası tarafından boşanan kadının iddet bekleme yükümlülüğü yoktur. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Ey iman edenler, mü’min hanımları nikâhlayıp sonra kendilerine dokunmadan onları boşarsanız, sizin için onlar aleyhine sayacağınız bir iddet olmaz.” (el-Ahzab, 33/49)
İbn Kesir, Tefsir’inde şunları söylemektedir: “Bu ilim adamları tarafından icma ile kabul edilmiş bir husustur. Kadın kendisi ile gerdeğe girilmeden önce boşanacak olursa onun iddet bekleme yükümlülüğü yoktur. Hemen istediği kimse ile evlenebilir.”
b- Kendisi ile gerdeğe girilmeden önce boşanıp da mehri tayin edilmiş olan kadının, belirlenmiş mehrin yarısını alma hakkı vardır. Eğer mehri tayin edilmemiş ise giyim ve buna benzer (kocanın) kolayına gelen bir şey ile onu faydalandırması (müt’a vermesi) gerekir.
Kendisi ile gerdeğe girildikten sonra boşanan kadın, mehir almayı hak eder. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Kendileriyle temas etmediğiniz veya kendilerine mehir tayin etmemiş olduğunuz hanımları boşarsanız (bunda) üzerinize günah yoktur. Onları zengin olan kendi halince, fakir olanınız da kendi halince güzel bir şekilde faydalandırınız.” (el-Bakara, 2/236)
Nihayet yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Kendilerine mehir tayin etmiş olduğunuz hanımları onlara dokunmadan önce boşarsanız tayin ettiğinizin yarısını onlara verin.” (el-Bakara, 2/237)
Yani ey erkekler topluluğu, sizler kadınları kendilerine dokunmadan ve onlar için bir mehir tayin etmeden de boşayabilirsiniz. Eğer bundan dolayı onun kırgınlığı söz konusu ise, bu ona verilecek bir müt’a ile telafi edilir. Müt’a ise her erkeğin kolaylık ve zenginliğine göre ve bu husustaki örfe uygun bir şekilde uygun bir bağışta bulunmaktır. Daha sonra yüce Allah mehri tayin edilmiş olan kadını söz konusu ederek ona bu mehrin yarısının verilmesini emretmiştir. Hâfız İbn Kesir Tefsir’inde şöyle demektedir: “Bu durumda mehrin yarısının verileceği hususu ilim adamları tarafından icma ile kabul edilmiştir. Bu konuda aralarında herhangi bir görüş ayrılığı yoktur.”
3- Kocasının Ölümü Dolayısıyla İddet Bekleyen Kadına Haram Olan Şeyler
Bunlar beş husus olup Hidâd (yas) diye adlandırılır
1- Bütün çeşitleriyle hoş koku: Kadın ne bedeninde ne elbisesinde koku sürünmez, kokulu şeyleri kullanmaz. Çünkü sahih hadiste Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz: “Hiç bir kokuya el sürmez” buyurmuştur.
2- Bedenen süslenmek: Böyle bir kadının kına yakması, sürme çekmesi, deriyi boyayan çeşitli boya türleri ile süslenmesi haramdır. Ancak süs olsun diye değil de tedavi maksadıyla sürme çekmeğe mecbur kalması hali bundan müstesnadır. Bu durumda o geceleyin sürme çekebilir; gündüzün o sürmeyi siler. Ziynet özelliği taşımayan sürme dışında herhangi bir ilaçla gözlerini tedavi etmesinde bir sakınca yoktur.
3- Ziynet için yapılmış ziynet için hazırlanmış elbiseleri giyinerek süslenmek: Bu durumda olan bir kadın, ziynet özelliği taşımayan elbiseler giyer. Adeten giyilen renkler arasından muayyen bir renk giyilmesi söz konusu değildir.
4- Yüzük dahil bütün türleri ile ziynet eşyaları takınmak (da haramdır).
5- Kadının, kocasının vefat ettiği evin dışında gecelemesi. Böyle bir evden kadın şer’i bir mazeret olmaksızın başka bir yere gitmez. Ne hasta ziyareti için ne bir arkadaş ne de bir akraba ziyareti için evinden çıkmaz. Gündüzün zorunlu ihtiyaçları için dışarı çıkması mübahtır.
Yüce Allah’ın kadına helal kıldığı hususlardan –bu beş şey dışında kalan- herhangi bir şeyden alıkonulmaz. İmam İbnu’l-Kayyim, Zâdu’l-Meâd’da şöyle demektedir: “Tırnaklarını kesmesi, koltuk altlarını yolması, kesilmesi mendub olan kıllarını traş etmesi, sidr ile yıkanması ve taranırken onu kullanması da alıkonulmaz.”
Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye de Fetvalarında şunları söylemektedir: “Meyve ve et gibi Allah’ın kendisine mübah kıldığı her şeyi yiyebilir; yine mübah olan her türlü içeceği de içer… Dikiş dikmek, elbise biçmek ve buna benzer hanımların yaptıkları işlerden olup mübah olan herhangi bir işi yapması ona haram değildir. Böyle bir kadının iddet dışında mübah olan diğer işleri yapması caizdir. Tesettüre riayet etmek şartıyla kendileriyle konuşmaya gerek duyacağı erkeklerle konuşmak ve benzeri hususlar gibi. İşte sözünü ettiğim bu hususlar, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünneti olup kocaları vefat eden ashab hanımlarının yaptıkları işlerdir…”
Avamın söyledikleri şeylerden olan aya karşı yüzünü örter, evinin damına çıkmaz, erkeklerle konuşmaz, mahremlerine karşı yüzünü örter gibi bütün sözlerin hiç bir aslı yoktur. Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır.
Hayızlı iken talak:
İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'dan rivayet edildiğine göre, hanımını hayızlı iken boşamış, babası Hz. Ömer (radıyallahu anh), durumu Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a sormuştur. Aleyhissalâtu vesselâm da: "Ona emret, hanımına dönsün. Kadın temizleninceye kadar yanında tutsun. Sonra tekrar hayz olup temizleninceye kadar beklesin. Kadın temizlenince boşamak dilerse, temastan önce boşasın. İşte bu, azîz ve celîl olan Allah'ın (boşama hususunda) emir buyurduğu iddettir" buyurdu.
Müslim'in bir rivayetinde: "...Ona söyle, hanımına dönsün, sonra onu temizken veya hamile iken boşasın" demiştir.
Sarhoşun ve zorlananın talakı:
Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Mâtuh ve mükreh ve mecnunun talakı hariç bütün talaklar caizdir."
Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: "Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Mâtuh ve mükreh'inki hariç bütün talaklar mûteberdir" ve ilave ettiler: "Bilmez misin, kalem üç (kişi)den kaldırılmıştır: İfakat buluncaya kadar "mecnun"dan, idrak edinceye kadar "çocuk"tan, uyanıncaya kadar "uyuyan"dan."
Yine Buhârî'nin Hz. Osman (radıyallahu anh)'tan kaydettiği diğer bir rivayette şöyle buyurulmuştur: "Ne sarhoşun ne de mecnunun talakı mûteber değildir."
Yine Buhârî'nin İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ)'dan kaydettiği bir diğer rivayette şöyle buyurulmuştur: "Ne müstekreh ne de mecnunun talakı mûteber değildir."
Bu hadisler, kişinin hür iradesini şuurlu olarak kullanmadığı hallerde îka ettiği boşamanın hükmüne temas etmektedir. Son üç hadis Buhârî'de: "İğlâk (gadab, icbar) ve ikrah haliyle, sarhoş ve mecnundan vaki olan talak..." diye başlayan bir bab'ta senetsiz olarak kaydedilir.
Hadislerde zikri geçen haller, kişinin iradesini normal olarak kullanmadığı durumları ifade eder. Şöyle ki:
Ma'tûh: Yaşlılık sebebiyle aklî zaafa (ateh) uğramış kimseye denir. Ma'tûh'un dilimizdeki tam karşılığı bunak'tır.
Mükreh: Korku ile zorlanıp, bir işi yapmaya icbar edilen demektir. Yani iradesi ve aklı ile hareket edemeyip şu veya bu tehdid altında iş yapan kimsedir.
Mecnun: Bilindiği üzere, aklî noksanlığı olan kimsedir, dilimizde karşılığı delidir.
Çocuk: Dinimize göre, büluğa ermemiş kimseler çocuk sayılır ve hukuki ehliyeti yoktur, hacr altındadır. Bu onun henüz aklî olgunluğa ermemiş olmasından ileri gelir.
Uyuyan: Bu da aklî kontrole sahip olunmayan haldir. Uykuda sarfedilen sözlere konuşma denmez, sayıklama denir.
Sarhoş: Bu, sekir verici yani alkollü bir şeyi içerek aklî kontrolünü kaybeden insan demektir.
Hülasa, zikredilen bu hallerin hepsi de, insan iradesini, aklın kontrolü altında hür olarak kullanamadığı hallerdir.
Bir mecliste üç talak:
Rükane Bin Abdi Yezid karısını bir mecliste üç defa boşadı. Sonra ona acıdı. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ona; “Onu nasıl boşadın?” diye sordu. Rukane; “Onu üç talakla boşadım.” Dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem; “Bir mecliste mi?” dedi. Rukane; “Evet” dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem; “Onlar bir talak sayılır, istersen onu döndür” buyurdu.
İbni Abbas r.a. talağın sadece temizlik anında olabileceğini söylerdi.
İmam Ahmed Bin Hanbel ve Tirmizi bu rivayetlerin sahih olduğunu belirtmişlerdir. Abdurrazzak ve Ebu Davud’un rivayetinde Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem; “Kadınları boşamak istediğiniz zaman onları iddetleri içinde boşayın ve iddeti sayın”(Talak 1) ayetini de okumuştur.
Lian
İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Allah Teala hazretleri'nin (Tebük Seferi'nden geri kalmaları sebebiyle) tevbelerini kabul edip affettiği üç kişiden biri olan Hilal İbnu Ümeyye (radıyallahu anh) geldi. (Anlattığına göre) tarlasından evine yatsı vaktinde dönmüştü. Hanımının yanında bir adam buldu. Manzarayı gözleriyle görmüş, kulaklarıyla işitmişti. Sabah oluncaya kadar adamı ürkütüp telaşlandırmadı. Sabah olunca doğru Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yanına gitti.
"Ey Allah'ın Resulü dedi, ben aileme geceleyin dönmüştüm, yanlarında bir adam buldum. Üstelik gözlerimle gördüm, kulaklarımla işittim."
Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm) getirdiği bu haberden hoşlanmadı, adama karşı sert davrandı. Bunun üzerine:
"Kendi hanımlarına zina isnad eden, ancak, kendisinden başka şahidi bulunmayan kimse ise, doğru söylediğine dair Allah adına yemin ederek dört defa şahitlik eder. Beşinci şahitliğinde ise, eğer yalan söylüyorsa Allah'ın lanetinin kendi üzerine olmasını ister. Kadının Allah adına yemin ederek kocasının yalan söylediğine dair dört defa şahidlik etmesi ve beşinci şahitliğinde, eğer kocası doğru söylüyorsa Allah'ın lanetinin kendi üzerine olmasını istemesi, onun hakkındaki cezayı kaldırır" (Nur 6-9) mealindeki ayet nazil oldu. Vahiy hali Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın üzerinden kalkınca:
"Ey Hilal, müjde! Allah senin için bir kurtuluş ve kurtuluş yolu gösterdi" buyurdular. Hilal: "Ben Rabbim Teala hazretleri'nden bunu ümid ediyordum!" dedi. Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Kadına adam gönderin gelsin!" emretti. Kadın geldi. Ayet-i kerimeyi Rasulullah ona okudu. İkisine de meselenin ciddiyetini hatırlattı ve ahiret azabının dünyadaki azabtan daha şidetli olacağını haber verdi. Bunun üzerine Hilal: "Vallahi kadın hakkında doğruyu söyledim!" dedi. Kadın da:
"Hayır yalan söyledin!" dedi. Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm:
"Aranızda lanetleşin!" emretti. Hilal'e: "Şehadet getir!" dendi. O da doğru söylediğine dair dört kere Allah'a şehadet etti. Beşinci sefer olunca kendisine:
"Ey Hilal, Allah'tan kork, zira dünya azabı ahiret azabından pek hafiftir, senin bu yaptığın, üzerine azabı vacib kılmaktadır!" dendi. O yine:
"Allah'a yemin olsun, ona iftira ediyorum diye bana celde yapılmadığı gibi, Allah da onun sebebiyle bana azab vermeyecektir!" dedi ve "Eğer yalancı ise, Allah'ın laneti üzerine olsun!" diye beşinci kere şehadette bulundu.
Sonra kadına: "Şehadet getir!" dendi. Kadın da: "Hilal yalancıdır" diye dört kere Allah'a şehadette bulundu. Beşinci şehadete sıra gelince, kadına:
"Allah'tan kork, zira dünyadaki azab ahiret azabından hafiftir. Bu yaptığın, üzerine azabı vacib kılmaktadır!" dendi. Kadıncağız bir müddet durakladı: Sonra:
"Kavmimi, geri kalan zamanlarda rezil rüsvay edemem!" dedi ve beşinci defa: "Hilal doğru söyledi ise Allah'ın gazabı üzerime olsun!" diye şehadette bulundu.
Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm aralarını ayırdı. Kadının çocuğunun babasının adıyla çağrılmamasına, kadına zina isnad edilmesine, çocuğa da veled-i zina denmemesine, kim kadına veya çocuğa böyle bir isnadda bulunacak olursa hadd-i kazfe maruz kalacağına hükmetti. Keza bunlar ne boşanma ne de ölüm sebebiyle ayrılmadıkları için Hilal üzerinde, ne kadın için mesken ne de çocuk için nafaka mesuliyeti olmadığına hükmetti. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Eğer kadın kızılımsı, kabaları etsiz, sivri omuzlu, iki kabası sivri, bacakları ince bir çocuk dünyaya getirirse, bu çocuk Hilal'dendir. Eğer esmer, kısa saçı, iri yapılı, iri bacaklı, iri kabalı bir çocuk dünyaya getirirse bu çocuk, zina nisbet edilen şahsa aittir" buyurdular. Gerçekten kadın esmer renkli, kısa saçlı, iri yapılı, iri bacaklı, iri kabalı bir çocuk doğurdu. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Eğer (şehadetlerle yapılan) yeminler olmasaydı benimle o kadın arasında mesele olacaktı" buyurdular. İkrime der ki: "Kadının çocuğu bundan sonra Mudar üzerine emîr oldu, tesmiyede babasına nisbet edilmezdi.
Îla:
Enes (radıyallahu anh)'in anlattığına göre, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'i bir at yere atmıştı. Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın (sağ) tarafı veya (sağ) omuzu ezildi. Bu O'na ayakta duramayacak kadar ızdırab verdi. O sıralarda hanımlarını da bir ay müddetle terketti. Bu esnada, hurma kütüğünden yapılmış bir merdivenle çıkılan tenezzüh odasına (meşrübe) çekildi. Ashâb (radıyallahu anhum ecmaîn) kendisine "geçmiş olsun" ziyaretine geliyorlardı. Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm) oturarak namaz kılardı, onlar ise ayakta durarak namaza uymuşlardı. Selâmı verince şöyle dedi:
"İmam, kendisine uyulmak için vardır. Öyle ise ayakta namaz kıldırıyorsa siz de ayakta kılın, şâyet oturarak kıldırıyorsa siz de oturarak kılın, imam rükuya varmadan rükuya gitmeyin, o başını kaldırmadan siz de kaldırmayın."
Râvi der ki: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) ayın 29'unda meşrübeden indi. Ashâb: "Ey Allah'ın Resulü, sen bir aylık bir müddet için îlâ'ya (ayrı kalmaya) karar vermiştin" dediler. Onlara: "Bu ay yirmi dokuz gündür" cevabını verdi."
İbnu Ömer (radıyallahu anh), "Kadınlarına yaklaşmamaya yemin edenler için dört ay beklemek vardır. Eğer erkekler (o müddet içinde kefaret yaparak zevcelerine) dönerlerse şüphe yok ki Allah cidden gafur ve rahîmdir..." (Bakara: 2/226) âyetinin açıklaması ile alakalı olarak) şöyle demiştir:
"Ayette zikredilen dört ay geçtikten sonra ya rücu etmek veya boşamak üzere zevc tevkif olunur. Îlâ yapan fiilen boşamayınca (bu müddetin dolmasıyla) boşanma husule gelmez." Bu görüş, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Ebu'd-Derda ve Hz. Aişe (radıyallahu anhüm ecmaîn)'den ve Ashab'tan on iki kişiden de rivayet edilmiştir.
Ali r.a. buyurmuştur ki: "Bir kimse hanımına yaklaşmamaya yemin ederse (îlâ'ya karar verirse), bundan boşanma hâsıl olmaz. Dört aylık müddet geçince, îlâ yapan koca tevkif olunur, ya boşar ya da kefaret ödeyerek rücu eder."
Nikahın Feshi
İbnu'l-Müseyyeb rahimehullah anlatıyor: "Hz. Ömer (radıyallahu anh) dedi ki: "Kim, kendisinde delilik veya cüzzam veya baras (alaten) bulunan biriyle evlenir ve temasta da bulunursa, mehir tamamiyle kadının olur. Ancak bu, kadının velisi üzerinde erkeğe bir borç olur."
Yine İbnu'l-Müseyyeb anlatıyor: "Hz. Ömer (radıyallahu anh) buyurdular ki: "Bir kadın kocasını kaybeder, nerede olduğunu da bilemezse dört yıl bekler, sonra dört ay on gün oturur, sonra nikahı (başkasına) helal olur."
Yine İbnu'l-Müseyyeb, Aleyhissalâtu vesselâm'ın ashabından, Nadre İbnu'l-Ektem denen ensardan bir zattan naklen kaydettiğine göre, demiştir ki: "Ben bakire bildiğim bir kadınla evlendim, gerdeğe girince hamile olduğunu gördüm. (Durumu Rasulullah'a arzettiğim vakit) Aleyhissalâtu vesselâm:
"Fercinden istifaden sebebiyle mehir onundur, çocuk da sana köledir" buyurdu ve aramızı ayırdı. İlaveten: "Çocuğu doğurunca kadına had uygulayın!" diye emretti."
İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Bir Hıristiyan kadın, bir zımmînin nikahı altında iken, kocasından bir müddet önce Müslüman olsa, artık kocasına haram olur."
Nafaka:
Kadının nafakası kocası üzerine vaciptir. Allah Azze ve Celle buyuruyor ki; “o mallarla onları besleyin, giydirin”(Nisa 5)
“İmkânı geniş olan, nafakayı imkânlarına göre versin; rızkı daralmış bulunan da Allah'ın kendisine verdiği kadarından nafaka ödesin. Allah hiç kimseyi verdiği imkândan fazlasıyla yükümlü kılmaz. Allah, bir güçlükten sonra bir kolaylık yaratacaktır.”(Talak 7)
Muaviye bin Hayde r.a.’den; “Birisi Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e; “Eşimin benim üzerimdeki hakkı nedir?” diye sordu. Buyurdu ki; “Yediğinden yedirmen ve giydiğinden giydirmendir.”
Nafakanın tayin edilmiş bir miktarı yoktur. Şartlara göre belirlenir. Nitekim Aişe r.a.’nın rivayetine göre Hind, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e; “Ey Allah’ın Rasulü! Eba Süfyan cimri bir adamdır. Bana birşey vermiyor, ben de bana ve çocuğuma yetecek kadarını ondan habersiz olarak alıyorum.” Dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve selem buyurdu ki; “Sana ve çocuğuna yetecek kadarını maruf (örfe uygun) ölçüde alabilirsin.”
Allah Azze ve Celle de şöyle buyurmaktadır; “Emzirmeyi tamamlatmak isteyen (baba) için, anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler. Onların örfe uygun olarak beslenmesi ve giyimi baba tarafına aittir.”(Bakara 233)
Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Teyzemi kocası (üç talakla) boşamıştı. Teyzem hurmalarının meyvesini kesmek istedi. Bir adam onu evden çıkmaktan men etti. Teyzem de Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a gelip durumunu arzetti. Aleyhissalatu vesselam: "Tabii, hurmalarını devşir, ondan dilersen tasadduk eder, dilersen ma'ruf üzere tasarruf edersin!" buyurdu."
Hidane (Çocuğa bakma hakkı):
Amr İbnu Şuayb babası vasıtasıyla dedesinden (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a bir kadın gelerek: "Bu çocuğa karnım yuva, göğsüm içecek, kucağım da kundak olmuş iken, babası beni boşadı ve onu da benden koparıp almak istiyor!" diye şikâyet etti. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Sen evlenmedikçe, çocuğa daha hak sahibisin!" cevabını verdi."
Ali (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Zeyd İbnu Hârise Mekke'ye gitmişti. (Uhud'da şehid düşen) Hz. Hamza'nın kızına uğradı. Ca'fer (radıyallâhu anh): "Kızı yanıma ben alacağım, ona ben ehakkım, o benim amcamın kızıdır ve üstelik yanımda teyzesi var, teyze anne gibidir" dedi. Hz. Ali (radıyallâhu anh) de: "Ona ben ehakkım. O amcamın kızıdır. Yanımda Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın kızı Fâtıma var. Fâtıma ona ehaktır" dedi. Zeyd İbnu Hârise (radıyallâhu anh) atılarak:
"Ona ben ehakkım, o erkek kardeşimin kızıdır, ben onun için yola çıktım ve yanına geldim" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), kızı Cafer (radıyallâhu anh)'in yanına almasına hükmetti ve: "Muhakkak ki, teyze anne menzlesindedir!" buyurdu."
Ebu Hüreyre (radıyall hu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bir oğlan çocuğunu, baba veya annesini seçmede muhayyer bıraktı. Çocuk annesini seçti ve onun elirıden tuttu. Annesi de çocuğu alıp götürdü."
Bazı edepler:
Ebu Vail radıyallahu anh’den; “İbni Mes’ud radıyallahu anh’ın yanına Ebu Hureyz dedikleri bir adam geldi ve dedi ki; “Genç ve bakire bir kadınla evlendim. Ancak onun benden hoşlanmayacağından korkuyorum.” İbni Mes’ud R.A. dedi ki;
“Şüphesiz ülfet (sevgi) Allah Teala’dandır. Şeytan ise Allah’ın helal kıldığı şeyleri çirkin gösterir. Onun yanına girdiğinde, senin arkanda iki rekat namaz kılmasını emret ve sonra de ki;
“Allah’ım! Beni ehlime, ehlimi de bana bereketli kıl. Allah’ım! Hayırlı olduğu sürece bizi bir arada tut, ayrılmak her iki taraf için de hayırlı olduğu zaman bizi ayır.”
Böyle dedikten sonra onun yanına yaklaşıp alnından tut ve Allah’a bereket için dua et, Allah’tan onun hayrını iste ve şerrinden sığın.”
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; “Sizden biri eşiyle yalnız iken aralarında geçen şeyleri anlatır mı?” cemaat sustu. Sonra kadınlara döndü ve buyurdu ki;
“Sizden biri kocasıyla yalnız iken aralarında geçen şeyleri anlatıyor mu?” Bir kadın dedi ki;
“Evet Ey Allah’ın Rasulü! bunlar anlatıyorlar” bunun üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki;
“Böyle yapmayın! Şüphesiz bunun misali; bir şeytanın diğer şeytanla karşılaşınca yol kenarında ona saldırması ve insanların da onları seyretmeleri gibidir.”
Bir adam Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e; “Hanımım hayızlı iken bana helal olan nedir?” diye sordu, O da buyurdu ki;
“Onun beline izar bağla ve sonra üst tarafından faydalan.”
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; “Kim hayızlı eşiyle ilişki kurmuş ise Allah Azze ve Celle’den bağışlanma dilesin ve kefaret olarak bir veya yarım dinar sadaka versin.”
Bazı yasaklar
Humeyd Bin Abdurrahman Bin Avf’tan; Muaviye Bin Ebu Süfyan r.a. hacda minberde iken muhafızlardan birinin elinden bir peruk aldı ve dedi ki;
“Ey Medineliler! Alimleriniz nerede? Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bu perukları yasakladığını işittim. Buyuruyordu ki;
“İsrailoğullarının kadınları bunlardan edindikleri zaman helak oldular.”
Malik Bin Amir radıyallahu anh’den; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki;
“Saç ekleyene ve ekletene, kaş alana ve aldırana, diş düzeltene ve düzelttirene, dövme yapana ve yaptırana lanet olsun.”
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; “Allah, kadınlardan erkeklere benzeyenlere ve erkeklerden kadınlara benzeyenlere, saç ekleyen ve ekleten kadınlara, dövme yapana ve yaptırana, diş düzelttirene, hulle (nikahı) yapana ve yaptırana lanet etsin.”
Talâk, Arapçada lügat olarak bağı çözmek ma'nâsına gelir. Gönderme ve terketme ma'nâsına gelen itlâkdan müştaktır. Şerî bir ıstılah olarak, kadınla erkek arasında evlenme akdi ile tesis edilen nikah bağının çözülmesidir. Görüldüğü üzere talâk, bu ma'nâsıyla lügavî medlûlüne muvafık düşmektedir.
İslam dini, hristiyanlığın aksine talâkı meşru addeder, ancak hoş karşılamaz. Çünkü talâk içtimâî bir yaradır, çocukların sahipsiz kalmasına, terbiyelerinin aksamasına, ferdler ve aileler arasına huzursuzlukların girmesine sebep olur. Bir cemiyette boşanma nisbeti, bir bakıma içtimâî huzurun göstergesi durumundadır. Aileler ne kadar sağlam ve ferdleri dayanışma içinde olursa, cemiyet de o kadar sağlam ve güçlü demektir. Evet talâk dinimizde haram değildir, fakat Cenâb-ı Hakk'ın en çok nefret ettiği bir cevazdır, imkân nisbetinde ondan kaçınmak gerekir.
Şunu da bilelim ki, İslam'da talâk bahsi çok teferruatı olan bir mevzudur. Gerek kadın ve gerekse erkeğin hukukunu korumayı hedefleyen prensipler, sınırlamalar vardır. Bu cümleden olarak âlimler talâkı öncelikle, birkaç kategoride ele alırlar:
1- Haram olan talâk: Bu talâku'lbid'a'dır, az ilerde kısaca temas edileceği üzere, farklı suretlerde cereyan eder.
2- Mekruh olan talâk: Kadın iyi bir hal üzere olduğu halde, makul, meşru bir sebep olmaksızın vukua gelen talaktır.
3- Vacib olan talâk: Bu da farklı suretlerde cereyan eder, geçimsizlik sebebiyle, âyet-i kerimede zikri geçen iki hakemin (Nisa 35) boşanmaya hükmetmesi halindeki boşanma gibi.
4- Mendub olan talâk: Kadının iffetini bozması durumundaki boşamadır.
5- Caiz olan talâk: Erkeğin kadını istememesi, cinsî yönden tatmin bulamadığı için kadının külfetini çekmeye nefsinin razı olmaması halindeki boşamadır. İbnu Hacer, boşamanın bu çeşidini Nevevî'nin nefyettiğini kaydeder.
Bir başka açıdan talâk üç kısma ayrılır.
1- Sünnî talâk Bu, kadını tahâret (temizlik) müddeti içerisinde temasta bulunmadan boşamaktır. İbnu Mes'uddan gelen bir açıklama, Rabb Teâlâ'nın "Kadınları iddetleri içerisinde boşayın..." (Talâk 1) emrinden maksat budur: "Temizlik müddetlerinde, temas etmeksizin" demektir. Bu tefsir sadece İbnu Mes'ud'a has değildir, Sahâbe ve Tâbiînden birçokları aynı görüştedir.
Sünnî talâk, sünni-i hasen ve sünni-i ahsen kısımlarına ayrılır. Eğer boşama her tuhur müddetinde temasa yer vermeden üç kere tekrarlanırsa buna sünni-i hasen denir. Eğer duhûl edilmiş kadın, tuhur müddeti içerisinde bir talâk-ı ric'î ile boşanır ve bu şekilde, iddetini tamamlarsa yani üç hayız müddeti tamam olursa boşanma tamamlanmış olur. Buna sünni-i ahsen denir.
2- Bid'î talâk Bu, kadını hayız halindeyken veya temizlik halinde temas yapmış olduğu halde boşamaktır. Bu durumda kadının hamile kalmış olma ihtimali bulunduğu için bu boşanma bid'at addedilmiştir.
3- Üçüncü kısımı sünnî veya bid'î vasıfları ile tavsif edilemeyen bir kısımdır: Henüz çocuk olan zevcenin veya âyise olan (yani hayızdan kesilmiş, hamile kalma ihtimali kalmayan) zevcenin veya doğumu yaklaşmış hamile zevcenin yahutda henüz duhûl edilmemiş zevcenin boşanması bu kısmı teşkil eder. Hukukî durumu bilen bir kadının, kendi talebi üzerine vâki olan talâkla, kadının talebiyle vâki olan hul' da buraya girer.
Kadın Herhangi Bir Sebep Olmaksızın Kocasından Kendisini Boşamasını İsterse
Sevban radıyallahu anh’ın rivayetine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Herhangi bir kadın şayet kocasında hiç bir sebep yokken kendisini boşamasını isteyecek olursa onun için cennetin kokusunu almak haram olur.”
Çünkü yüce Allah’ın en sevmediği helal boşanmaktır. Boşamaya ihtiyaç halinde baş vurulur. Böyle bir gerek olmadan boşama mekruhtur. Çünkü bunun açıkça bilinen zararları vardır. Kadını boşamayı istemeye zorlayacak ihtiyaç ise, kadının evlilik halinin devam etmesi ile birlikte zarar görecek şekilde erkeğin haklarını yerine getirmek istememesi halidir. Yüce Allah ise: “Ya iyilikle tutmalıdır veya güzellikle salmalıdır” (el-Bakara 2/229) buyurmaktadır. Bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır:
“Hanımlarıyla cinsi temasta bulunmamaya yemin edenler için dört ay beklemek vardır. Şayet dönerlerse şüphesiz Allah çok mağfiret edendir, çok merhametlidir. Eğer (hanımlarını) boşamaya karar verirlerse (ayrılırlar). Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, bilendir.” (el-Bakara, 2/226-227)
Evlilik Akdinin Sona Ermesi Halinde Kadına Düşen Görevler:
Eşler arasında ayrılık iki türlüdür: Birisi hayattaki ayrılık, diğeri ise ölüm ile ayrılıktır. Her iki ayrılıkta da kadının iddet beklemesi gerekir. Bu da şer’an sınırları belli bir süre beklemektir. Bundaki hikmet ise sona eren nikah akdine gereken saygıyı göstermek, kadının rahminde hamileliğin bulunmadığından emin olmaktır. Ta ki kadından ayrılan koca dışında kimse bu süre zarfında onunla ilişki kurup da şüphe husule gelmesin, nesepler karışmasın. Yine iddet beklemek önceki nikah akdine bir saygıdır. Ayrılan kocanın hakkına bir saygıyı ve ondan ayrılmanın üzüntüsünü açığa vurmayı ihtiva eder. İddet dört çeşittir:
1- Hamile kadının iddeti: Bu iddet kadın ister bâin talakla boşanmış olsun ister ric’î talak ile ister hayatta bir ayrılık ister kocası öldüğü için ayrılmış olsun, doğum yapmakla tamamlanır. Yüce Allah şöyle buyuruyor:
“Hamile olanların iddetleri ise yüklerini bırakmalarıdır.” (et-Talak, 65/4)
2- Ay hali olan boşanmış kadının iddeti: Bu da üç kur’dur. Nitekim yüce Allah: “Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç kur’ beklerler” (el-Bakara, 2/228) buyurmaktadır ki, bu da üç ay hali demektir.
3- Ay hali olmayan kadın: Bu da iki türlüdür; ya ay hali görmeyecek kadar küçüktür ya da ay halinden kesilmiş yaşlı bir kadındır. Yüce Allah bu iki türün de bekleyeceği iddeti şu buyruğuyla açıklamıştır:
“Kadınlarınız arasından ay halinden kesilmiş olanlarla asla ay hali olmayanların (iddetleri) hakkında şüphe ederseniz, onların iddeti üç aydır.” (et-Talâk, 65/4)
4- Kocası vefat etmiş olan kadının iddetini de yüce Allah şu buyruğuyla açıklamaktadır:
“İçinizden vefat edenlerin bıraktıkları eşler kendiliklerinden dört ay on gün beklerler.” (el-Bakara, 2/234)
Bu buyruk hem kendisiyle gerdeğe girilmiş olan kadını hem yaşı küçük hem de büyük olan kadını kapsar. Bunun kapsamına hamile kadın girmez. Çünkü hamile kadınlar yüce Allah’ın: “Hamile olanların iddetleri ise yüklerini bırakmalarıdır” (et-Talak, 65/4) buyruğu ile istisnâ edilmişlerdir.
İddet Bekleyen Kadın İçin Haram Olanlar:
1- Ona evlenme teklifi yapmanın hükmü:
a- Ric’î talak dolayısıyla iddet bekleyen kadına açık ya da üstü kapalı ifadelerle evlenme teklifinde bulunmak haramdır. Çünkü böyle bir kadın evli kadın hükmündedir. Herhangi bir kimsenin ona evlenme teklifinde bulunması caiz değildir. Çünkü hala kocasının nikahı altında gibidir.
b- Ric’î olmayan talak dolayısıyla iddet bekleyen kadına üstü kapalı ifadelerle değil de açıktan evlenme teklifinde bulunmak haramdır.
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “İddet bekleyen kadınlara üstü kapalı talip olmanızda veya içinizde (onlarla evlenme isteğini) saklamanızda size bir günah yoktur” (el-Bakara, 2/235)
Açıktan evlenme teklifi, onunla evlenme arzusunu açıkça ifade etmektir. Seninle evlenmek istiyorum demek gibi. Çünkü böyle bir teklif sebebiyle kadının evlenme isteği kendisini fiilen iddeti sona ermeden önce iddetinin sona erdiğini bildirmesine sebep olabilir. Üstü kapalı ifade ise onunla evlenmek hususunda açık bir ifade değildir. Bundan hem bir mahzur ortaya çıkmaz; hem de ayet-i kerime bunu böyle ifade etmektedir
Üstü kapalı ifadeye örnek: Ben senin gibi birisini beğenebilirim, türünden sözler söylemektir. Ric’î olmayan talak dolayısıyla iddet bekleyen kadının yine bu üstü kapalı ifadeye üstü kapalı şekilde cevap vermesi de mübahtır. Ancak açıkça yapılan teklife cevap vermesi helal olmaz. Ric’î talak dolayısıyla iddet bekleyen bir kadının ise kendisine evlenme teklifinde bulunan kimseye ne açık ne de üstü kapalı bir şekilde cevap vermesi mübah değildir.
2- Başka bir kocadan iddet bekleyen kadına akit yapmak haramdır
Çünkü yüce Allah: “İddet sona erinceye kadar nikâh akdini bağlamaya azmetmeyin” (el-Bakara, 2/235) buyurmaktadır. İbn Kesir, Tefsir’inde şöyle demektedir: “Yani sizler iddet sona erinceye kadar nikâh akdi yapmayınız. İddet süresi içerisinde yapılacak akdin sahih olmayacağını ilim adamları icma halinde ifade etmişlerdir.”
İki Hatırlatma
a- Kendisiyle gerdeğe girilmeden önce kocası tarafından boşanan kadının iddet bekleme yükümlülüğü yoktur. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Ey iman edenler, mü’min hanımları nikâhlayıp sonra kendilerine dokunmadan onları boşarsanız, sizin için onlar aleyhine sayacağınız bir iddet olmaz.” (el-Ahzab, 33/49)
İbn Kesir, Tefsir’inde şunları söylemektedir: “Bu ilim adamları tarafından icma ile kabul edilmiş bir husustur. Kadın kendisi ile gerdeğe girilmeden önce boşanacak olursa onun iddet bekleme yükümlülüğü yoktur. Hemen istediği kimse ile evlenebilir.”
b- Kendisi ile gerdeğe girilmeden önce boşanıp da mehri tayin edilmiş olan kadının, belirlenmiş mehrin yarısını alma hakkı vardır. Eğer mehri tayin edilmemiş ise giyim ve buna benzer (kocanın) kolayına gelen bir şey ile onu faydalandırması (müt’a vermesi) gerekir.
Kendisi ile gerdeğe girildikten sonra boşanan kadın, mehir almayı hak eder. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Kendileriyle temas etmediğiniz veya kendilerine mehir tayin etmemiş olduğunuz hanımları boşarsanız (bunda) üzerinize günah yoktur. Onları zengin olan kendi halince, fakir olanınız da kendi halince güzel bir şekilde faydalandırınız.” (el-Bakara, 2/236)
Nihayet yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Kendilerine mehir tayin etmiş olduğunuz hanımları onlara dokunmadan önce boşarsanız tayin ettiğinizin yarısını onlara verin.” (el-Bakara, 2/237)
Yani ey erkekler topluluğu, sizler kadınları kendilerine dokunmadan ve onlar için bir mehir tayin etmeden de boşayabilirsiniz. Eğer bundan dolayı onun kırgınlığı söz konusu ise, bu ona verilecek bir müt’a ile telafi edilir. Müt’a ise her erkeğin kolaylık ve zenginliğine göre ve bu husustaki örfe uygun bir şekilde uygun bir bağışta bulunmaktır. Daha sonra yüce Allah mehri tayin edilmiş olan kadını söz konusu ederek ona bu mehrin yarısının verilmesini emretmiştir. Hâfız İbn Kesir Tefsir’inde şöyle demektedir: “Bu durumda mehrin yarısının verileceği hususu ilim adamları tarafından icma ile kabul edilmiştir. Bu konuda aralarında herhangi bir görüş ayrılığı yoktur.”
3- Kocasının Ölümü Dolayısıyla İddet Bekleyen Kadına Haram Olan Şeyler
Bunlar beş husus olup Hidâd (yas) diye adlandırılır
1- Bütün çeşitleriyle hoş koku: Kadın ne bedeninde ne elbisesinde koku sürünmez, kokulu şeyleri kullanmaz. Çünkü sahih hadiste Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz: “Hiç bir kokuya el sürmez” buyurmuştur.
2- Bedenen süslenmek: Böyle bir kadının kına yakması, sürme çekmesi, deriyi boyayan çeşitli boya türleri ile süslenmesi haramdır. Ancak süs olsun diye değil de tedavi maksadıyla sürme çekmeğe mecbur kalması hali bundan müstesnadır. Bu durumda o geceleyin sürme çekebilir; gündüzün o sürmeyi siler. Ziynet özelliği taşımayan sürme dışında herhangi bir ilaçla gözlerini tedavi etmesinde bir sakınca yoktur.
3- Ziynet için yapılmış ziynet için hazırlanmış elbiseleri giyinerek süslenmek: Bu durumda olan bir kadın, ziynet özelliği taşımayan elbiseler giyer. Adeten giyilen renkler arasından muayyen bir renk giyilmesi söz konusu değildir.
4- Yüzük dahil bütün türleri ile ziynet eşyaları takınmak (da haramdır).
5- Kadının, kocasının vefat ettiği evin dışında gecelemesi. Böyle bir evden kadın şer’i bir mazeret olmaksızın başka bir yere gitmez. Ne hasta ziyareti için ne bir arkadaş ne de bir akraba ziyareti için evinden çıkmaz. Gündüzün zorunlu ihtiyaçları için dışarı çıkması mübahtır.
Yüce Allah’ın kadına helal kıldığı hususlardan –bu beş şey dışında kalan- herhangi bir şeyden alıkonulmaz. İmam İbnu’l-Kayyim, Zâdu’l-Meâd’da şöyle demektedir: “Tırnaklarını kesmesi, koltuk altlarını yolması, kesilmesi mendub olan kıllarını traş etmesi, sidr ile yıkanması ve taranırken onu kullanması da alıkonulmaz.”
Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye de Fetvalarında şunları söylemektedir: “Meyve ve et gibi Allah’ın kendisine mübah kıldığı her şeyi yiyebilir; yine mübah olan her türlü içeceği de içer… Dikiş dikmek, elbise biçmek ve buna benzer hanımların yaptıkları işlerden olup mübah olan herhangi bir işi yapması ona haram değildir. Böyle bir kadının iddet dışında mübah olan diğer işleri yapması caizdir. Tesettüre riayet etmek şartıyla kendileriyle konuşmaya gerek duyacağı erkeklerle konuşmak ve benzeri hususlar gibi. İşte sözünü ettiğim bu hususlar, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünneti olup kocaları vefat eden ashab hanımlarının yaptıkları işlerdir…”
Avamın söyledikleri şeylerden olan aya karşı yüzünü örter, evinin damına çıkmaz, erkeklerle konuşmaz, mahremlerine karşı yüzünü örter gibi bütün sözlerin hiç bir aslı yoktur. Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır.
Hayızlı iken talak:
İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'dan rivayet edildiğine göre, hanımını hayızlı iken boşamış, babası Hz. Ömer (radıyallahu anh), durumu Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a sormuştur. Aleyhissalâtu vesselâm da: "Ona emret, hanımına dönsün. Kadın temizleninceye kadar yanında tutsun. Sonra tekrar hayz olup temizleninceye kadar beklesin. Kadın temizlenince boşamak dilerse, temastan önce boşasın. İşte bu, azîz ve celîl olan Allah'ın (boşama hususunda) emir buyurduğu iddettir" buyurdu.
Müslim'in bir rivayetinde: "...Ona söyle, hanımına dönsün, sonra onu temizken veya hamile iken boşasın" demiştir.
Sarhoşun ve zorlananın talakı:
Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Mâtuh ve mükreh ve mecnunun talakı hariç bütün talaklar caizdir."
Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: "Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Mâtuh ve mükreh'inki hariç bütün talaklar mûteberdir" ve ilave ettiler: "Bilmez misin, kalem üç (kişi)den kaldırılmıştır: İfakat buluncaya kadar "mecnun"dan, idrak edinceye kadar "çocuk"tan, uyanıncaya kadar "uyuyan"dan."
Yine Buhârî'nin Hz. Osman (radıyallahu anh)'tan kaydettiği diğer bir rivayette şöyle buyurulmuştur: "Ne sarhoşun ne de mecnunun talakı mûteber değildir."
Yine Buhârî'nin İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ)'dan kaydettiği bir diğer rivayette şöyle buyurulmuştur: "Ne müstekreh ne de mecnunun talakı mûteber değildir."
Bu hadisler, kişinin hür iradesini şuurlu olarak kullanmadığı hallerde îka ettiği boşamanın hükmüne temas etmektedir. Son üç hadis Buhârî'de: "İğlâk (gadab, icbar) ve ikrah haliyle, sarhoş ve mecnundan vaki olan talak..." diye başlayan bir bab'ta senetsiz olarak kaydedilir.
Hadislerde zikri geçen haller, kişinin iradesini normal olarak kullanmadığı durumları ifade eder. Şöyle ki:
Ma'tûh: Yaşlılık sebebiyle aklî zaafa (ateh) uğramış kimseye denir. Ma'tûh'un dilimizdeki tam karşılığı bunak'tır.
Mükreh: Korku ile zorlanıp, bir işi yapmaya icbar edilen demektir. Yani iradesi ve aklı ile hareket edemeyip şu veya bu tehdid altında iş yapan kimsedir.
Mecnun: Bilindiği üzere, aklî noksanlığı olan kimsedir, dilimizde karşılığı delidir.
Çocuk: Dinimize göre, büluğa ermemiş kimseler çocuk sayılır ve hukuki ehliyeti yoktur, hacr altındadır. Bu onun henüz aklî olgunluğa ermemiş olmasından ileri gelir.
Uyuyan: Bu da aklî kontrole sahip olunmayan haldir. Uykuda sarfedilen sözlere konuşma denmez, sayıklama denir.
Sarhoş: Bu, sekir verici yani alkollü bir şeyi içerek aklî kontrolünü kaybeden insan demektir.
Hülasa, zikredilen bu hallerin hepsi de, insan iradesini, aklın kontrolü altında hür olarak kullanamadığı hallerdir.
Bir mecliste üç talak:
Rükane Bin Abdi Yezid karısını bir mecliste üç defa boşadı. Sonra ona acıdı. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ona; “Onu nasıl boşadın?” diye sordu. Rukane; “Onu üç talakla boşadım.” Dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem; “Bir mecliste mi?” dedi. Rukane; “Evet” dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem; “Onlar bir talak sayılır, istersen onu döndür” buyurdu.
İbni Abbas r.a. talağın sadece temizlik anında olabileceğini söylerdi.
İmam Ahmed Bin Hanbel ve Tirmizi bu rivayetlerin sahih olduğunu belirtmişlerdir. Abdurrazzak ve Ebu Davud’un rivayetinde Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem; “Kadınları boşamak istediğiniz zaman onları iddetleri içinde boşayın ve iddeti sayın”(Talak 1) ayetini de okumuştur.
Lian
İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Allah Teala hazretleri'nin (Tebük Seferi'nden geri kalmaları sebebiyle) tevbelerini kabul edip affettiği üç kişiden biri olan Hilal İbnu Ümeyye (radıyallahu anh) geldi. (Anlattığına göre) tarlasından evine yatsı vaktinde dönmüştü. Hanımının yanında bir adam buldu. Manzarayı gözleriyle görmüş, kulaklarıyla işitmişti. Sabah oluncaya kadar adamı ürkütüp telaşlandırmadı. Sabah olunca doğru Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yanına gitti.
"Ey Allah'ın Resulü dedi, ben aileme geceleyin dönmüştüm, yanlarında bir adam buldum. Üstelik gözlerimle gördüm, kulaklarımla işittim."
Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm) getirdiği bu haberden hoşlanmadı, adama karşı sert davrandı. Bunun üzerine:
"Kendi hanımlarına zina isnad eden, ancak, kendisinden başka şahidi bulunmayan kimse ise, doğru söylediğine dair Allah adına yemin ederek dört defa şahitlik eder. Beşinci şahitliğinde ise, eğer yalan söylüyorsa Allah'ın lanetinin kendi üzerine olmasını ister. Kadının Allah adına yemin ederek kocasının yalan söylediğine dair dört defa şahidlik etmesi ve beşinci şahitliğinde, eğer kocası doğru söylüyorsa Allah'ın lanetinin kendi üzerine olmasını istemesi, onun hakkındaki cezayı kaldırır" (Nur 6-9) mealindeki ayet nazil oldu. Vahiy hali Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın üzerinden kalkınca:
"Ey Hilal, müjde! Allah senin için bir kurtuluş ve kurtuluş yolu gösterdi" buyurdular. Hilal: "Ben Rabbim Teala hazretleri'nden bunu ümid ediyordum!" dedi. Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Kadına adam gönderin gelsin!" emretti. Kadın geldi. Ayet-i kerimeyi Rasulullah ona okudu. İkisine de meselenin ciddiyetini hatırlattı ve ahiret azabının dünyadaki azabtan daha şidetli olacağını haber verdi. Bunun üzerine Hilal: "Vallahi kadın hakkında doğruyu söyledim!" dedi. Kadın da:
"Hayır yalan söyledin!" dedi. Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm:
"Aranızda lanetleşin!" emretti. Hilal'e: "Şehadet getir!" dendi. O da doğru söylediğine dair dört kere Allah'a şehadet etti. Beşinci sefer olunca kendisine:
"Ey Hilal, Allah'tan kork, zira dünya azabı ahiret azabından pek hafiftir, senin bu yaptığın, üzerine azabı vacib kılmaktadır!" dendi. O yine:
"Allah'a yemin olsun, ona iftira ediyorum diye bana celde yapılmadığı gibi, Allah da onun sebebiyle bana azab vermeyecektir!" dedi ve "Eğer yalancı ise, Allah'ın laneti üzerine olsun!" diye beşinci kere şehadette bulundu.
Sonra kadına: "Şehadet getir!" dendi. Kadın da: "Hilal yalancıdır" diye dört kere Allah'a şehadette bulundu. Beşinci şehadete sıra gelince, kadına:
"Allah'tan kork, zira dünyadaki azab ahiret azabından hafiftir. Bu yaptığın, üzerine azabı vacib kılmaktadır!" dendi. Kadıncağız bir müddet durakladı: Sonra:
"Kavmimi, geri kalan zamanlarda rezil rüsvay edemem!" dedi ve beşinci defa: "Hilal doğru söyledi ise Allah'ın gazabı üzerime olsun!" diye şehadette bulundu.
Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm aralarını ayırdı. Kadının çocuğunun babasının adıyla çağrılmamasına, kadına zina isnad edilmesine, çocuğa da veled-i zina denmemesine, kim kadına veya çocuğa böyle bir isnadda bulunacak olursa hadd-i kazfe maruz kalacağına hükmetti. Keza bunlar ne boşanma ne de ölüm sebebiyle ayrılmadıkları için Hilal üzerinde, ne kadın için mesken ne de çocuk için nafaka mesuliyeti olmadığına hükmetti. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Eğer kadın kızılımsı, kabaları etsiz, sivri omuzlu, iki kabası sivri, bacakları ince bir çocuk dünyaya getirirse, bu çocuk Hilal'dendir. Eğer esmer, kısa saçı, iri yapılı, iri bacaklı, iri kabalı bir çocuk dünyaya getirirse bu çocuk, zina nisbet edilen şahsa aittir" buyurdular. Gerçekten kadın esmer renkli, kısa saçlı, iri yapılı, iri bacaklı, iri kabalı bir çocuk doğurdu. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Eğer (şehadetlerle yapılan) yeminler olmasaydı benimle o kadın arasında mesele olacaktı" buyurdular. İkrime der ki: "Kadının çocuğu bundan sonra Mudar üzerine emîr oldu, tesmiyede babasına nisbet edilmezdi.
Îla:
Enes (radıyallahu anh)'in anlattığına göre, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'i bir at yere atmıştı. Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın (sağ) tarafı veya (sağ) omuzu ezildi. Bu O'na ayakta duramayacak kadar ızdırab verdi. O sıralarda hanımlarını da bir ay müddetle terketti. Bu esnada, hurma kütüğünden yapılmış bir merdivenle çıkılan tenezzüh odasına (meşrübe) çekildi. Ashâb (radıyallahu anhum ecmaîn) kendisine "geçmiş olsun" ziyaretine geliyorlardı. Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm) oturarak namaz kılardı, onlar ise ayakta durarak namaza uymuşlardı. Selâmı verince şöyle dedi:
"İmam, kendisine uyulmak için vardır. Öyle ise ayakta namaz kıldırıyorsa siz de ayakta kılın, şâyet oturarak kıldırıyorsa siz de oturarak kılın, imam rükuya varmadan rükuya gitmeyin, o başını kaldırmadan siz de kaldırmayın."
Râvi der ki: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) ayın 29'unda meşrübeden indi. Ashâb: "Ey Allah'ın Resulü, sen bir aylık bir müddet için îlâ'ya (ayrı kalmaya) karar vermiştin" dediler. Onlara: "Bu ay yirmi dokuz gündür" cevabını verdi."
İbnu Ömer (radıyallahu anh), "Kadınlarına yaklaşmamaya yemin edenler için dört ay beklemek vardır. Eğer erkekler (o müddet içinde kefaret yaparak zevcelerine) dönerlerse şüphe yok ki Allah cidden gafur ve rahîmdir..." (Bakara: 2/226) âyetinin açıklaması ile alakalı olarak) şöyle demiştir:
"Ayette zikredilen dört ay geçtikten sonra ya rücu etmek veya boşamak üzere zevc tevkif olunur. Îlâ yapan fiilen boşamayınca (bu müddetin dolmasıyla) boşanma husule gelmez." Bu görüş, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Ebu'd-Derda ve Hz. Aişe (radıyallahu anhüm ecmaîn)'den ve Ashab'tan on iki kişiden de rivayet edilmiştir.
Ali r.a. buyurmuştur ki: "Bir kimse hanımına yaklaşmamaya yemin ederse (îlâ'ya karar verirse), bundan boşanma hâsıl olmaz. Dört aylık müddet geçince, îlâ yapan koca tevkif olunur, ya boşar ya da kefaret ödeyerek rücu eder."
Nikahın Feshi
İbnu'l-Müseyyeb rahimehullah anlatıyor: "Hz. Ömer (radıyallahu anh) dedi ki: "Kim, kendisinde delilik veya cüzzam veya baras (alaten) bulunan biriyle evlenir ve temasta da bulunursa, mehir tamamiyle kadının olur. Ancak bu, kadının velisi üzerinde erkeğe bir borç olur."
Yine İbnu'l-Müseyyeb anlatıyor: "Hz. Ömer (radıyallahu anh) buyurdular ki: "Bir kadın kocasını kaybeder, nerede olduğunu da bilemezse dört yıl bekler, sonra dört ay on gün oturur, sonra nikahı (başkasına) helal olur."
Yine İbnu'l-Müseyyeb, Aleyhissalâtu vesselâm'ın ashabından, Nadre İbnu'l-Ektem denen ensardan bir zattan naklen kaydettiğine göre, demiştir ki: "Ben bakire bildiğim bir kadınla evlendim, gerdeğe girince hamile olduğunu gördüm. (Durumu Rasulullah'a arzettiğim vakit) Aleyhissalâtu vesselâm:
"Fercinden istifaden sebebiyle mehir onundur, çocuk da sana köledir" buyurdu ve aramızı ayırdı. İlaveten: "Çocuğu doğurunca kadına had uygulayın!" diye emretti."
İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Bir Hıristiyan kadın, bir zımmînin nikahı altında iken, kocasından bir müddet önce Müslüman olsa, artık kocasına haram olur."
Nafaka:
Kadının nafakası kocası üzerine vaciptir. Allah Azze ve Celle buyuruyor ki; “o mallarla onları besleyin, giydirin”(Nisa 5)
“İmkânı geniş olan, nafakayı imkânlarına göre versin; rızkı daralmış bulunan da Allah'ın kendisine verdiği kadarından nafaka ödesin. Allah hiç kimseyi verdiği imkândan fazlasıyla yükümlü kılmaz. Allah, bir güçlükten sonra bir kolaylık yaratacaktır.”(Talak 7)
Muaviye bin Hayde r.a.’den; “Birisi Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e; “Eşimin benim üzerimdeki hakkı nedir?” diye sordu. Buyurdu ki; “Yediğinden yedirmen ve giydiğinden giydirmendir.”
Nafakanın tayin edilmiş bir miktarı yoktur. Şartlara göre belirlenir. Nitekim Aişe r.a.’nın rivayetine göre Hind, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e; “Ey Allah’ın Rasulü! Eba Süfyan cimri bir adamdır. Bana birşey vermiyor, ben de bana ve çocuğuma yetecek kadarını ondan habersiz olarak alıyorum.” Dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve selem buyurdu ki; “Sana ve çocuğuna yetecek kadarını maruf (örfe uygun) ölçüde alabilirsin.”
Allah Azze ve Celle de şöyle buyurmaktadır; “Emzirmeyi tamamlatmak isteyen (baba) için, anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler. Onların örfe uygun olarak beslenmesi ve giyimi baba tarafına aittir.”(Bakara 233)
Cabir radıyallahu anh anlatıyor: "Teyzemi kocası (üç talakla) boşamıştı. Teyzem hurmalarının meyvesini kesmek istedi. Bir adam onu evden çıkmaktan men etti. Teyzem de Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a gelip durumunu arzetti. Aleyhissalatu vesselam: "Tabii, hurmalarını devşir, ondan dilersen tasadduk eder, dilersen ma'ruf üzere tasarruf edersin!" buyurdu."
Hidane (Çocuğa bakma hakkı):
Amr İbnu Şuayb babası vasıtasıyla dedesinden (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a bir kadın gelerek: "Bu çocuğa karnım yuva, göğsüm içecek, kucağım da kundak olmuş iken, babası beni boşadı ve onu da benden koparıp almak istiyor!" diye şikâyet etti. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Sen evlenmedikçe, çocuğa daha hak sahibisin!" cevabını verdi."
Ali (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Zeyd İbnu Hârise Mekke'ye gitmişti. (Uhud'da şehid düşen) Hz. Hamza'nın kızına uğradı. Ca'fer (radıyallâhu anh): "Kızı yanıma ben alacağım, ona ben ehakkım, o benim amcamın kızıdır ve üstelik yanımda teyzesi var, teyze anne gibidir" dedi. Hz. Ali (radıyallâhu anh) de: "Ona ben ehakkım. O amcamın kızıdır. Yanımda Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın kızı Fâtıma var. Fâtıma ona ehaktır" dedi. Zeyd İbnu Hârise (radıyallâhu anh) atılarak:
"Ona ben ehakkım, o erkek kardeşimin kızıdır, ben onun için yola çıktım ve yanına geldim" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), kızı Cafer (radıyallâhu anh)'in yanına almasına hükmetti ve: "Muhakkak ki, teyze anne menzlesindedir!" buyurdu."
Ebu Hüreyre (radıyall hu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bir oğlan çocuğunu, baba veya annesini seçmede muhayyer bıraktı. Çocuk annesini seçti ve onun elirıden tuttu. Annesi de çocuğu alıp götürdü."
Bazı edepler:
Ebu Vail radıyallahu anh’den; “İbni Mes’ud radıyallahu anh’ın yanına Ebu Hureyz dedikleri bir adam geldi ve dedi ki; “Genç ve bakire bir kadınla evlendim. Ancak onun benden hoşlanmayacağından korkuyorum.” İbni Mes’ud R.A. dedi ki;
“Şüphesiz ülfet (sevgi) Allah Teala’dandır. Şeytan ise Allah’ın helal kıldığı şeyleri çirkin gösterir. Onun yanına girdiğinde, senin arkanda iki rekat namaz kılmasını emret ve sonra de ki;
“Allah’ım! Beni ehlime, ehlimi de bana bereketli kıl. Allah’ım! Hayırlı olduğu sürece bizi bir arada tut, ayrılmak her iki taraf için de hayırlı olduğu zaman bizi ayır.”
Böyle dedikten sonra onun yanına yaklaşıp alnından tut ve Allah’a bereket için dua et, Allah’tan onun hayrını iste ve şerrinden sığın.”
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; “Sizden biri eşiyle yalnız iken aralarında geçen şeyleri anlatır mı?” cemaat sustu. Sonra kadınlara döndü ve buyurdu ki;
“Sizden biri kocasıyla yalnız iken aralarında geçen şeyleri anlatıyor mu?” Bir kadın dedi ki;
“Evet Ey Allah’ın Rasulü! bunlar anlatıyorlar” bunun üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki;
“Böyle yapmayın! Şüphesiz bunun misali; bir şeytanın diğer şeytanla karşılaşınca yol kenarında ona saldırması ve insanların da onları seyretmeleri gibidir.”
Bir adam Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e; “Hanımım hayızlı iken bana helal olan nedir?” diye sordu, O da buyurdu ki;
“Onun beline izar bağla ve sonra üst tarafından faydalan.”
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; “Kim hayızlı eşiyle ilişki kurmuş ise Allah Azze ve Celle’den bağışlanma dilesin ve kefaret olarak bir veya yarım dinar sadaka versin.”
Bazı yasaklar
Humeyd Bin Abdurrahman Bin Avf’tan; Muaviye Bin Ebu Süfyan r.a. hacda minberde iken muhafızlardan birinin elinden bir peruk aldı ve dedi ki;
“Ey Medineliler! Alimleriniz nerede? Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bu perukları yasakladığını işittim. Buyuruyordu ki;
“İsrailoğullarının kadınları bunlardan edindikleri zaman helak oldular.”
Malik Bin Amir radıyallahu anh’den; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki;
“Saç ekleyene ve ekletene, kaş alana ve aldırana, diş düzeltene ve düzelttirene, dövme yapana ve yaptırana lanet olsun.”
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; “Allah, kadınlardan erkeklere benzeyenlere ve erkeklerden kadınlara benzeyenlere, saç ekleyen ve ekleten kadınlara, dövme yapana ve yaptırana, diş düzelttirene, hulle (nikahı) yapana ve yaptırana lanet etsin.”