Ondört asır evvel yine bir böyle geceydi. Kumdan ayın on dördü bir öksüz çıkıverdi.
Bahardı… Dışarda, kumların üstünde, kahrı da, zehri de zevk adına yutan insanlardı…
Çıldırmış azgınlıkların pençesinde beşer bir canavardı. Ve zamanın paslı aynasında eskiyen yürekler kayalar kadardı…
Bahardı… İçerde, Âmine’nin kucağında, nur ile yıkanmış bir Gül kokusu vardı…
Kaç bin senedir beklenen yâr, meğer o yârdı.
Arasına sınır taşları dikilmiş zamanın saadet damıttığı çağlar, işte o çağlardı.
Gece seherlere uzardı ve dudaklarında Âmine’nin “Gülüm!” diyen bir gülümseme tekrarlandı.
Sevgili o gece bir “Gül” oldu, ve beşeriyet gülü bir cins ad olmaktan o gün çıkardı.
Gel ey vahdetin Gül’ü, hasretin Gül’ü… Kokunla gel ve renginle gel!..
İlhamın ve âhenginle gel!.. Aşkınla olmazsa sevginle gel!..
Gel ki serazad kuşlarca süzülsün yürekler çiçeklere; ve çiçekler yenik düşsün aşkını eleyen kelebeklere…
Gel de, gizemli alfabelerle yazılmış mektuplarını bebekler okusun;
Gel, kınalı parmaklar tezgahlarda cümle cümle şiirlerini dokusun…
Ay vurgunu gecelere şavkı dökülsün nurunun, neyler üveyiklere ağlasın ve ölümsüz besteleri Gül adına çalınsın aşk tanburunun.
Gel ey günlüklerde yığın yığın gözyaşlarıyla kararan bahtımızı Gül’e döndüren Haberci…
Gel ey, sevgilerinden sıyrılan vicdanları mor salkımlı zamanlarda kurtuluşa ulaştıracak Elçi…
Şafaklarına kırağı düşmüş aldanışları pişmanlıkla yuyup yıkayan ihtiyar adamlar ve genç kızlar için gel,
aşksızlığının kör akşamlarını mezar taşlarında tekrar be tekrar okuyan dolunaylar ve yıldızlar İçin gel.
Yıldızlarına uyabilelim diye bizi şevklendirmek ve şavklandırmak için de gel; birimizi birimize sevdirmek, birimizle birimizi sevindirmek için de gel…
Mekanların daraldığı ve zamanların dürüldüğü depremler gibi gel ve titret içimizi Sevgili…
Ta ki bülbüller bir Gül için söylesin en müstesna şarkılarını:
Kâşki sevdiğimi sevse kamu halkı cihân
Sözümüz cümle hemân kıssai cânân olsa
“Gül’e söz verelim, defterimizdeki karaları aklamak için… Gül’ü sevdiğimizi söyleyelim, içimizdeki kirleri paklamak için… “
Aç bir karnı doyuralım Gül adına, Hakk’ın da kuşları rızıklandırdığını hatırlayıp…
Sıkıntıdaki dostun imdadına koşalım Gül’ü anarak, gül alalım, gül satalım…
Hayırlı işlere önayak olalım Gül çağında, ta ki ateş vaktinde güller açsın yüzümüz…
Bir merhabayı Gül hatırına söyleyelim küstüklerimize, hani helal lokma yer gibi…
Doğrulardan ve iyilerden çoğaltalım dostlarımızı Gül bahçesinde, ta ki bir sarsılışla sarsıldığımızda arkadaşlardan saysın yıldızlar bizi.
Ve ağlayalım hasretiyle Gül’ün, ki arıtsın bağrımızın pasını yaşlar…
Göz son kez kapanmadan, birkaç damla ile olsun… İnci, mercan hediye!..
Bir Aşk Masalı:
Kıl şebistânı müşerref kim nisârun kılmağa
Rişteden dürler çeküp cem’ eylemiş dâmâne şem
Diyor ki Fuzulî:
Bir âşık varmış vaktiyle; muma benzeyen bir âşık… Mum gibi yalnız, mumleyin başında ateş…
Yanar yakılırmış geceler boyu ve gönül ateşiyle aydınlatmaya çalışırmış hicranın ve hasretin karanlıklarını…
Hiç uyumaz, dilinde sevgili adı, göz kapıda, beklermiş durmadan…
Gecelerden bir gece, belki bir vuslat gecesi olur da sevgili geliverir diye umutlanır, bu umutla tıpkı mum gibi can ipinden inciler döker, ve eteklerinde biriktirirmiş yığın yığın…
Ta ki sevgili geldiğinde hazırlıksız yakalanmış olmasın ve yüz görümlüğü olarak ayağına saçacağı incileri bulunsun…
Gül yüzüne bakacak yüz ver bize!… Vuslat için aşk ver bize Allah’ım!.
İskender Pala
Bahardı… Dışarda, kumların üstünde, kahrı da, zehri de zevk adına yutan insanlardı…
Çıldırmış azgınlıkların pençesinde beşer bir canavardı. Ve zamanın paslı aynasında eskiyen yürekler kayalar kadardı…
Bahardı… İçerde, Âmine’nin kucağında, nur ile yıkanmış bir Gül kokusu vardı…
Kaç bin senedir beklenen yâr, meğer o yârdı.
Arasına sınır taşları dikilmiş zamanın saadet damıttığı çağlar, işte o çağlardı.
Gece seherlere uzardı ve dudaklarında Âmine’nin “Gülüm!” diyen bir gülümseme tekrarlandı.
Sevgili o gece bir “Gül” oldu, ve beşeriyet gülü bir cins ad olmaktan o gün çıkardı.
Gel ey vahdetin Gül’ü, hasretin Gül’ü… Kokunla gel ve renginle gel!..
İlhamın ve âhenginle gel!.. Aşkınla olmazsa sevginle gel!..
Gel ki serazad kuşlarca süzülsün yürekler çiçeklere; ve çiçekler yenik düşsün aşkını eleyen kelebeklere…
Gel de, gizemli alfabelerle yazılmış mektuplarını bebekler okusun;
Gel, kınalı parmaklar tezgahlarda cümle cümle şiirlerini dokusun…
Ay vurgunu gecelere şavkı dökülsün nurunun, neyler üveyiklere ağlasın ve ölümsüz besteleri Gül adına çalınsın aşk tanburunun.
Gel ey günlüklerde yığın yığın gözyaşlarıyla kararan bahtımızı Gül’e döndüren Haberci…
Gel ey, sevgilerinden sıyrılan vicdanları mor salkımlı zamanlarda kurtuluşa ulaştıracak Elçi…
Şafaklarına kırağı düşmüş aldanışları pişmanlıkla yuyup yıkayan ihtiyar adamlar ve genç kızlar için gel,
aşksızlığının kör akşamlarını mezar taşlarında tekrar be tekrar okuyan dolunaylar ve yıldızlar İçin gel.
Yıldızlarına uyabilelim diye bizi şevklendirmek ve şavklandırmak için de gel; birimizi birimize sevdirmek, birimizle birimizi sevindirmek için de gel…
Mekanların daraldığı ve zamanların dürüldüğü depremler gibi gel ve titret içimizi Sevgili…
Ta ki bülbüller bir Gül için söylesin en müstesna şarkılarını:
Kâşki sevdiğimi sevse kamu halkı cihân
Sözümüz cümle hemân kıssai cânân olsa
“Gül’e söz verelim, defterimizdeki karaları aklamak için… Gül’ü sevdiğimizi söyleyelim, içimizdeki kirleri paklamak için… “
Aç bir karnı doyuralım Gül adına, Hakk’ın da kuşları rızıklandırdığını hatırlayıp…
Sıkıntıdaki dostun imdadına koşalım Gül’ü anarak, gül alalım, gül satalım…
Hayırlı işlere önayak olalım Gül çağında, ta ki ateş vaktinde güller açsın yüzümüz…
Bir merhabayı Gül hatırına söyleyelim küstüklerimize, hani helal lokma yer gibi…
Doğrulardan ve iyilerden çoğaltalım dostlarımızı Gül bahçesinde, ta ki bir sarsılışla sarsıldığımızda arkadaşlardan saysın yıldızlar bizi.
Ve ağlayalım hasretiyle Gül’ün, ki arıtsın bağrımızın pasını yaşlar…
Göz son kez kapanmadan, birkaç damla ile olsun… İnci, mercan hediye!..
Bir Aşk Masalı:
Kıl şebistânı müşerref kim nisârun kılmağa
Rişteden dürler çeküp cem’ eylemiş dâmâne şem
Diyor ki Fuzulî:
Bir âşık varmış vaktiyle; muma benzeyen bir âşık… Mum gibi yalnız, mumleyin başında ateş…
Yanar yakılırmış geceler boyu ve gönül ateşiyle aydınlatmaya çalışırmış hicranın ve hasretin karanlıklarını…
Hiç uyumaz, dilinde sevgili adı, göz kapıda, beklermiş durmadan…
Gecelerden bir gece, belki bir vuslat gecesi olur da sevgili geliverir diye umutlanır, bu umutla tıpkı mum gibi can ipinden inciler döker, ve eteklerinde biriktirirmiş yığın yığın…
Ta ki sevgili geldiğinde hazırlıksız yakalanmış olmasın ve yüz görümlüğü olarak ayağına saçacağı incileri bulunsun…
Gül yüzüne bakacak yüz ver bize!… Vuslat için aşk ver bize Allah’ım!.
İskender Pala