Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

İlmi Konu Ahdi Bozma, Cemaatten Ayrılmanın Hükmü

Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Ahdi Bozma, Cemaatten Ayrılmanın Hükmü
resmi-oze.jpg
AHDİ BOZMANIN HÜKMÜ

Müslümanların halifesine yapılan bey’atı bozmanın hükmü ile kişilerin birbirlerine verdikleri ahdi tutmamanın hükmü aynı mıdır? Aşağıda Allah’ın izni ile bu sorunun cevabı ile alakalı açıklama gelecektir.

Gelecekte Allah’ın izni ile bir hilafetin olacağına ilişkin yukarıda söylediklerimizle ilgili olarak İbn-i Receb’in Rahimehullah, “el-Hikamu’l-Cediratu bi’l-İzaati min Kavli’n-NebiyyiBuistü bi’s-seyfi beyne yedeyi’s-Saa’” isimli kitabına Elbani’nin yazdığı mukaddimede “İstikbal İslam’ındır” konusunda söylediklerini burada aktarmak istiyorum. Şöyle der: “Allahu Teala şöyle buyurur:
O (Allah) muşrikler hoşlanmasalar da (kendi) dinini bütün dinlere üstün kılmak için, Rasulu’nu hidayet ve Hak Din ile gönderendir.” (Tevbe 33)

Bu ayet, egemenliği ile, üstünlüğü ile ve bütün dinlerin üstünde olmasıyla, geleceğin İslam’ın olacağını müjdelemektedir. Bazı kimseler bunun Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem, raşid halifelerin ve salih hükümdarların devrinde olduğunu ve onlardan sonra da bittiğini sanabilir. Halbuki öyle değildir. Onların döneminde gerçekleşen, bu doğru vaadin sadece bir bölümüdür.
Nitekim Rasulullah da Sallallahu Aleyhi ve SellemLat ve Uzza’ya tapılmadıkça gece ile gündüz gitmez” sözleriyle buna işaret etmiştir. Bunun üzerine Aişe Radıyallahu Anha şöyle sordu: “Ey Allah’ın Rasulü, Allah “O (Allah) muşrikler hoşlanmasalar da (kendi) dinini bütün dinlere üstün kılmak için, Rasulü’nü hidayet ve Hak Din ile gönderendir” ayetini indirince bunun bittiğini sanırdım.”

Allah Rasulu Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: “Allah’ın dilediği kadar bu devam edecektir. Sonra güzel bir rüzgar esecek ve kalbinde zerre kadar iman olan herkes ölecektir. Geriye hayırsız kişiler kalacak ve bunlar atalarının dinlerine döneceklerdir.” (Muslim kendi senediyle, Aişe’den rivayet etmiştir)

İslam’ın nasıl yayılacağını ve ne kadar üstün olacağını belirten başka hadisler de çoktur. Hepsi de Allah’ın izni ve tevfikiyle istikbalin İslam’ın olacağını kesin olarak bildirmektedir.
Şimdi İslam için çalışanların himmetlerini bilemesi ve ümitsizliğe düşenleri uyandırması ümidiyle bununla ilgili bazı hadisleri aktarmak istiyorum.

• Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurur: “Şubhesiz Allah benim için yeryüzünü dürdü, doğularını ve batılarını gördüm. Ummetimin mulku benim için dürülen yerlere kadar ulaşacaktır.” (Muslim, Ebu Davud ve Tirmizi, Sevban’dan Radıyallahu Anhu rivayet etmiştir)

• “Bu din gece ve gündüzün ulaştığı her yere ulaşacaktır. Aziz olanın izzeti ile ve zelil olanın zilleti ile bu dinin girmediği yerleşik ve göçebe hiçbir ev kalmayacaktır. Allah Azze ve Celle İslam dinini üstün ve aziz kılacaktır ve küfrü zelil edecektir.”(El-Bani, Tahziru’s-Sacid, sayfa: 121)

Şubhe yok ki bu yayılmanın gerçekleşmesi için, Müslümanların maddi, manevi ve silah olarak eski güçlerine kavuşması gerekir ki küfür ve tuğyan güçlerine galip gelebilsinler. Bunu ise şu hadis müjdelemektedir:

• Ebu Kubeyl’in şöyle dediği rivayet edilir: Abdullah bin Amr bin As’ın yanında bulunuyorduk. Roma veya İstanbul’dan (Kostantiniyye) hangisinin önce fethedileceği kendisine soruldu. Abdullah, halkaları olan bir kutu getirdi ve içinden bir kitap çıkararak şöyle dedi: “Bizler Rasulullah’ın yanında yazarken Roma veya İstanbul’dan hangisinin önce fethedileceği kendisine soruldu. Herakliyus’nun şehrinin (İstanbul) önce fethedileceğini söyledi.(Ahmed ve Darimi rivayet etmiş ve Hakim sahih olduğunu söylemiştir. Zehebi de sahih olduğunu onaylamıştır.)

Birinci fetih, Fatih Sultan Muhammed eliyle gerçekleşmiş ve bu fetih Allah Rasulu’nün haber vermesinden 800 yıl sonra olmuştur. İkincisi (yani Roma’nın fethi) de Allah’ın izni ile gerçekleşecektir. Yaşayanlar bunu görecektir. Şüphesiz Roma’nın fethedilmesi, İslam ummetinin yeniden Raşid hilafete sahib olmasıyla mümkündür. Bunu da aşağıdaki hadis müjdelemektedir:

• Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurur: “Peygamberlik sizde Allah’ın kalmasını dilediği kadar kalır, sonra kaldırmak isterse kaldırır. Sonra peygamberlik gibi bir hilafet olur, o da Allah’ın dilediği kadar sürer, sonra kaldırmak istediğinde kaldırır. Sonra saldırgan bir krallık olur ve bu da Allah’ın dilediği kadar devam eder. Sonra kaldırmak isterse kaldırır. Sonra zorba bir hükümdarlık olur ve Allah’ın dilediği kadar devam eder, sonra kaldırmak isterse kaldırır. Sonra peygamberin menheci üzere olan bir hilafet olur.” (Huzeyfe merfu olarak zikretti, Hafız Iraki, Ahmed yolu ile rivayet etmiş ve sahih hadis olduğunu bildirmiştir.)

Müslümanların yeniden kuvvetli olacaklarını ve amaçlarını gerçekleştirmelerine yardımcı olacak şekilde yeryüzünü kullanacaklarını, hem askeri ve hem de tarımsal açıdan parlak bir geleceklerinin olduğunu bildiren haberlerden biri de şu hadistir:
Allah Rasulu Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
Arabların toprağı çayır ve nehirlere dönüşmedikçe kıyamet kopmaz.” (Muslim, Hakim ve Ahmed, Ebu Hureyre hadisinden rivayet etmişlerdir)
Bu hadisin bazı müjdeleri Arap Yarımadası’nın bazı yerlerinde gerçekleşmeye başlamıştır. Çünkü Allahu Teala bu topraklara çok hayırlar, bereketler ve verimli araçlar vermiştir. Bu araçlarla çölün derinliklerinden bol sular çıkarılmaktadır.


Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve SellemÖyle bir zaman gelecektir ki, Rabb'inize kavuşuncaya kadar yaşadığınız gün, bir önceki günü aratacaktır(Buhari) sözü, yukarıda aktardığımız hadisler ve ayrıca hem Mehdi ve hem de İsa’nın Aleyhisselam inmesiyle ilgili rivayet edilen hadislerin ışığında anlaşılması gerekir.
Çünkü bu hadisler, biraz önce aktardığımız hadisin umum belirtmediğini, aksine belirli bir döneme mahsus olduğunu bildirir. Bu nedenle, Buhari’de rivayet olunan yukarıdaki hadisin umum manasında anlaşılması ve ummetin ümitsizliğe düşmesi caiz değildir. İslam ümmetinin ümitsizlikle nitelenmesi doğru değildir.
Allahu Teala şöyle buyurur: “Çünkü kafirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez.” (Yusuf 87)

Allahu Teala’nın, bizleri gerçek mûminlerden kılmasını dileriz.” (Muhammed Nasıruddin el-Elbani) İmama yapılan bey’at ile Müslümanların kendi aralarında ahidleşmeleri arasındaki farkla ilgili söyleyeceklerimiz bunlardır.



Ahidleri Bozmanın Hükmü

Hangi ahit olursa olsun, bozmak ve yerine getirmemek, tehdit sebebi olan büyük günahlardandır. Allahu Teala şöyle buyurur:
Sağlam söz verdikten sonra Allah’ın ahdini bozanlar ve Allah’ın birleştirilmesini emrettiğini ayıranlar ve yeryüzünde bozgunculuk yapanlar, işte lanet onlara ve kötü yurt cehennem, onlaradır.” (Ra'd 25)

Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük bir nefretle karşılanır.”(Saf 2-3) Kim verdiği sözü tutmazsa, söylediği halde yapmayanlardan olur.

Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurur: “Dört şey kimde varsa, katıksız munafık olur. Kimde onlardan bir tanesi varsa, bırakıncaya kadar kendisinde nifaktan bir şube bulunur. Emanete hıyanet eder, konuştuğunda yalan söyler, ahidleştiğinde ahdini çiğner, tartıştığı zaman haksızlık yapar.” (Müttefekun Aleyhi)

Bu hadisi açıklarken İbn-i Receb el-Hanbeli Rahimehullah şöyle der: “Muslim ile ğayri muslim arasında, sözü tutmamak her zaman haramdır. Söz verilen kişi kafir de olsa, bu değişmez. Bu nedenle İbn-i Ömer’in Rasulullah’tan Sallallahu Aleyhi ve Sellem rivayet ettiği hadiste şöyle geçer: “Kim haksız yere, anlaşmalı olan bir kişiyi öldürürse, cennetin kokusunu alamaz. Halbuki onun kokusu kırk yıllık yolculuk mesafesinden alınabilir.” (Buhari)

Allahu Teala, sözlerine sadık kaldıkları taktirde, muşriklerle yapılan ahidlerin yerine getirilmesini emretmiştir. Müslümanların kendi aralarında yaptıkları ahitleri yerine getirmek çok daha gerekli ve çiğnemenin günahı daha büyüktür. Ahidlerin en büyüğü, imama yapılan ahiddir.

Buhari ve Muslim’de Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurduğu Ebu Hureyre’den rivayet edilir: “Kıyamet günü Allah üç kişi ile konuşmaz, yüzlerine bakmaz ve onlar için acıklı bir azab vardır. Bunlardan biri bey’at ettiği imama ancak dünyalık için bey’at eden, istediğini verdiği zaman bey’atını tutan, ama vermediği zaman bozan kişidir.”

Müslümanların aralarında anlaştıkları alışveriş, nikah ve yerine getirilmesi gereken diğer bütün akitlerin yerine getirilmesi vâcibdir. Aynı şekilde kişinin adak ve benzeri işlerden Allahu Teala’ya verdiği sözleri de yerine getirmesi gereklidir. Bunların tümü yerine getirilmesi ve çiğnenmemesi gereken ahitler arasındadır.” (Camiu’l-Ulum ve’l-Hikem, 376-377)

Bu sözler, Müslümanların imamına yapılan bey’at başta olmak üzere, yapılan bütün ahidleri kapsamaktadır. Ayrıca Müslümanların imamına yapılan bey’atın bozulması konusunda çok büyük bir tehdit bulunmaktadır.
Nitekim İbn-i Receb Rahimehullah şöyle der: “Müslümanların kendi aralarında yaptıkları ahitleri yerine getirmek çok daha gerekli ve çiğnemenin günahı daha büyüktür. Ahidlerin en büyüğü, imama yapılan ahiddir.
Buhari, ahidleri yerine getirmek ve onları çiğnemenin günahı ile ilgili olarak Sahih’inde birkaç bâb ayırmıştır. Bu babların isimlerini aşağıda belirttik. Okuyucu kardeşlere, bu bâblara ve şerhlerine bakmalarını tavsiye ederim.

1- “Kitabu’ş-Şehadat”, “Sözü Yerine Getirmenin Emredilmesi” babı, 5/289

2- “Kitabu’l-Cizye ve’l-Muvadaa”, “Ahde Vefa Göstermenin Fazileti”, “Ahdi Çiğnemenin Yasaklanması”, “Söz Verip, Sözünü Tutmayanın Günahı”, “İyi ve Kötü Kişilere Verilen Sözü Çiğnemenin Günahı” babları, Fethu’l-Bari, 6/276-283


3- “Kitabu’l-Eyman ve’n-Nuzur”, “Allahu Teala’ya Söz Verme” babı, Fethu’l-Bari, 11/544. Ayrıca, “Allahu Teala’nın; “Allah’a karşı verdikleri sözü ve yeminlerini az bir bedelle değiştirenler..” (Al-i İmran/77) Buyruğu” babı, Fethu’l-Bari, 11/557


Müslümanların imamına yapılan bey’atı bozmaya ilişkin yapılan tehdit ile ilgili olarak Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurduğu İbn-i Ömer Radıyallahu Anhu tarafından rivayet edilmektedir: “Bey’at etmeden ölen, cahiliyye ölümü üzere ölür.” (Muslim)

İbn-i Abbas’tan da Radıyallahu Anhuma merfu olarak şöyle rivayet edilir: “Emirinden hoşuna gitmeyen bir şey gören sabretsin. Şubhesiz itaatin dışına bir karış çıkan ve ölen kişi cahiliyye ölümü ile ölür.” (Muttefekun Aleyhi)

Bu hadisi açıklarken İbn-i Hacer Rahimehullah şöyle der: “Kim emirinden hoşuna gitmeyen bir şey görürse sabretsin” sözüne, ikinci rivayette “Kim itaatin dışına çıkarsa” ilavesi yapılmıştır; yani kim sultanın itaati dışına çıkarsa. Muslim’in rivayetinde ise “Kim itaatin dışına çıkarsa” şeklindedir. Diğer rivayette ise, “Kim cemaatten ayrılırsa” şeklindedir. “Bir karış” sözü, yönetime karşı çıkmayı ve ona karşı savaşmayı kinaye yolu ile belirtmektedir.
İbn-i Ebi Hamza şöyle der: “Ayrılmaktan maksat, en ufak bir şeyle de olsa, bey’at edilen emire bey’atı bozup ondan ayrılmaktır. Bu “karış kadar” denilerek kinaye yolu ile belirtilmiştir. Çünkü bu işe kalkışmak, haksız yere kanların dökülmesine yol açar.

“Cahiliyye ölümü ile ölür” ve diğer bir rivayette “Ancak cahiliyye ölümü ile ölür”, Muslim’in bir rivayetinde “Onun ölümü cahiliyye ölümüdür”, yine Muslim’de İbn-i Ömer hadisinde merfu olarak aktarılan, “Kim itaatten el sıyırırsa, hiçbir hucceti olmadan Allah’ın huzuruna çıkar. Boynunda bey’atı olmadan kim ölürse cahiliyye ölümü ile ölür” ifadeleriyle ilgili olarak Kirmani şöyle der: “Buradaki istisna, inkari istifham anlamındadır. Yani cemaatten ayrılan bir kimse yoktur ki, başına böyle bir durum gelmesin.”
Cahiliyye ölümünden maksat, cahiliyye insanlarının ölümü gibi dalalet üzerinde ölmek ve itaat edilen bir imama sahip olmadan gitmektir. Bundan maksat, böyle yapanın kafir olarak ölmesi değil, asi olarak ölmesidir. Benzetmenin zahiri manada olması da muhtemeldir. Bu durumda ise, kendisi cahiliyye toplumundan olmasa da cahiliyye insanlarının öldüğü gibi ölmek olur. Yahut bu, sakındırmak ve alıkoymak anlamında kullanılmış olup zahiri mana kastedilmemiştir. “Cahiliyye” kelimesinden maksadın benzetmek olduğunu, “Kim cemaatten bir karış kadar ayrılırsa, sanki İslam bağını boynundan atmış olur” hadisi de desteklemektedir. Tirmizi, İbn-i Huzeyme, İbn-i Hibban, Haris bin Haris’in hadisinden almış, el-Eşari sahih olarak rivayet etmiştir.” (Fethu’l-Bari, 13/6-7)

Bu aktardıklarımız, Müslümanların imamına yapılan bey’atı bozmanın günahı ile ilgili olarak rivayet olunan bazı nasslardır. “Cahiliyye ölümü ile ölür” sözünün anlamı, İbn-i Hacer’in “kafir olarak ölmesi değil, asi olarak ölmesidir” dediği gibi, kafir olarak ölmek değil, günahkar olarak ölmektir. Çünkü “cahiliyye” sözü, ortak bir lafızdır ve birden çok anlamları vardır.
Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem Ebu Zer’e Radıyallahu Anhu buyurduğu “Sen, kendisinde cahiliyye olan bir adamsın” sözü gibi masiyet anlamında olabilir. Buhari bu hadisi, Sahih’inin “İman” bölümünde rivayet etmiş ve “Masiyetler Cahiliyye İşlerindendir Ve Sahibi Ancak Şirk İle Tekfir Edilir” babında vermiştir.

“Cahiliyye” sözünün anlamı, Huzeyfe hadisinde olduğu gibi, küfür olabilir. Ki ondan aktarılan hadis şudur: “Bizler cahiliyye ve kötülük içinde idik. Allahu Teala bize bu hayrı verdi ve biz şimdi onun içindeyiz.” (Muttefekun Aleyhi)

Ortak lafızdan maksadın ne olduğu, kelimenin kendisinden veya dışarıdan bir karinenin (işaretin) bulunması ile anlaşılır. Bunun ayrıntıları üzerinde burada durmayacağız.

UYARI

İbn-i Abbas’tan Radıyallahu Anhu yukarıda aktardığımız hadisin başka bir rivayetinde şöyle geçer: “Kim sultanın emrinden bir karış ayrılırsa cahiliyye ölümü ile ölür.”
Yine başka bir rivayette, “Kim cemaatten bir karış ayrılır ve ölürse, ancak cahiliyye ölümü ile ölür” şeklinde geçmektedir.
İkinci rivayette “Cemaat” kelimesinin anlamı, sultana itaat etmekte olan Müslüman toplumudur, yoksa herhangi bir cemaat değildir. Bunu söylememizin iki sebebi vardır:

1- İkinci rivayette mutlak olarak geçen “cemaat’ sözünü, birinci rivayette geçen ‘sultan’ sözüne hamletmek gerekir. Çünkü iki rivayette de hüküm ve sebeb birliği bulunmaktadır. Sözü edilen cemaat, sultanın etrafında bir araya gelen Müslüman toplumudur.

İbn-i Hacer’in Rahimehullah hadisi şerhederken yukarıda söylediklerinden bu anlaşılır. Bunu, Muslim’in, Arfece’den Radıyallahu Anhu rivayet ettiği ve Müslümanların imamına karşı çıkanların, Müslümanların birlik ve beraberliğini bozduğunu belirten hadis de desteklemektedir. Bu demektir ki sultana karşı çıkmanın anlamı, Müslümanların toplumuna yani cemaatine karşı çıkmaktır.

Arfece’den Radıyallahu Anhu, Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurduğu rivayet edilir:
Şunlar şunlar olacaktır. Toplu olan bu ümmetin birliğini bozmak isteyen kim olursa olsun kılıçla boynunu vurun.
Yine merfu olarak şöyle rivayet edilir: “Bir kişi, toplu olduğunuz halde birliğinizi dağıtmak veya cemaatinizi bölmek isterse, onu öldürün.” (Muslim)

2- “Cemaat” kelimesinin başındaki “lam” harfi , bunun cins isim olarak değil, özel isim olarak geldiğini gösterir. Yani hadisteki bu tehdit, herhangi bir cemaate değil, belirli bir cemaate karşı çıkanlar içindir. Hadis ile ilgili olarak bu anlayışı destekleyen karine (işaret) şudur:
“Kim emirinden hoşuna gitmeyen bir şey görürse sabretsin.” Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bütün Müslümanlara hitap ederken, emir ve zamirin tamlama olması, bunun Müslümanların cemaatinin emiri olduğunu gösterir. Birinci rivayette isimlendirildiği gibi, Müslümanların cemaatinin emiri ise, Müslümanların imamıdır. Dolayısıyla hadiste kastedilen cemaat, imama itaat halinde olan Müslümanların cemaatidir. Huzeyfe hadisindeki “Müslümanların cemaatine ve imamına bağlı kalırsın” ifadesi de bunu göstermektedir.

Bütün bu açıklamalardaki gayemiz, günümüzde bazılarının yaptığı gibi, Müslüman cemaatlerden birinin, bu hadisi yanlış yerde kullanmasını ve kendilerine katılmayanları cahiliyye ölümü ile ölmekle suçlamalarını engellemektir.

Günümüzde bazı cemaatler, haklı veya haksız olarak kendilerinden ayrılan kişilere “Sen cemaatten ayrıldın, halbuki Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, “Kim cemaatten bir karış ayrılır ve ölürse, ancak cahiliyye ölümü ile ölür” buyurmaktadır” derler. İşte bu, nassları yeri dışında kullanmaktır.
Belirttiğimiz gibi bu hadiste geçen cemaatten maksat, meşru sultana itaat eden Müslüman toplumu olup herhangi başka bir cemaat değildir.

İbnu’l-Esir, “cemaat” sözcüğünü genel anlamda kabul etmiş ve başındaki “lam” harfinin cins ifade ettiğini söylemiştir. Kelime böyle algılanırsa, herhangi bir cemaat için kullanılması sahih olur.
Kendisi şöyle der: “Kim cemaatten bir karış ayrılır ve ölürse, ancak cahiliyye ölümü ile ölür.” Bunun anlamı, Kitab ve Sünnet’e uygun akid yapan her cemaattir. Bu akidden sonra kimsenin onlardan ayrılması caiz olmaz. Akdi çiğneyerek onlara muhalefet ederse, tehdide mustehak olur. “Cahiliyye ölümü ile ölür” sözünün anlamı da, cahiliyye halkının üzerinde öldükleri dalalet ve cehalet üzere ölmesidir.” (İbnu’l-Esir, en-Nihaye fi Ğaribi’l-hadis, 3/439, Faraka maddes)

Halbuki iş İbnu’l-Esir’in söylediği gibi değildir. Herhangi bir cemaate itaatin dışına çıkan herkesi kapsayacak şekilde bu tehdit genel değildir. Aksine, işin doğrusu yukarıda belirttiğimiz gibidir ve cemaatten maksat, Müslümanların imamına itaat eden toplum olup başkası değildir. Bu demek değildir ki hak üzere bulunan bir cemaate karşı ahdini bozan kişi tehdidi hak etmez. Aksine bu konunun başlarında belirttiğim gibi ahidleri bozmaktan dolayı herkesin hak ettiği kötüleme ve tehdidi o da hak eder.

Bu hadisi kendi anlayışlarına göre kullanan cemeatlerden bazısı hadisin bir kelimesini te’vil ederken, diğer bazısı ise birden fazla kelimeyi te’vil etmektedir. Bir kelime te’vil edenler, herhangi bir cemaat anlamına gelebilecek şekilde “cemaat” kelimesini te’vil ederler ve kendilerine karşı olanları da hadiste belirtilen, cemaatten ayrılma tehdidi kapsamında değerlendirirler. Yukarıda bunun hatalı olduğunu açıkladık.

Birden fazla kelimesini te’vil edenler ise, “cemaat” ve “cahiliyye” kelimelerini te‘vil ederler ve cahiliyye’nin küfür anlamında olduğunu söylerler. Dolayısıyla cemaatlerine karşı çıkan herkesi tekfir ederek, kanının akıtılmasının helal olduğunu söylerler. Kendilerini İslam cemaati, karşı çıkanları da murted sayarlar. Murtede karşı savaşmak, asli kafir ile savaşmaktan önce gelir. Bu, zaman zaman bazı cemaatlerin benimsediği bir düşüncedir. Bu ise, kendilerine karşı çıkanların murted olduğunu söyleyerek, bunların kanlarını kendileri için helal gören Haricilerin itikadıdır. Halbuki asli kafirin kanını dökmeyi helal görmezler.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu kişiler için şöyle buyurur: “Müslümanları öldürürler, ama putperestleri bırakırlar.” (İbn-i Teymiye, Mecmuu’l-Fetava, 3/355)

Bu yanılgıları, elverişli bir karine olmaksızın ortak bir lafzı, tek bir anlama hamletmelerinden kaynaklanmaktadır. “Cahiliyye” kelimesi, Huzeyfe’nin “Bizler cahiliyye ve kötülük içinde idik. Allahu Teala bize bu hayrı verdi ve biz şimdi onun içindeyiz (Muttefekun Aleyhi) hadisinde olduğu gibi küfür anlamında olabilir.

Bu hadiste “cahiliyye”, İslam öncesi küfür anlamındadır. Aynı kelime, Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem Ebu Zer’e buyurduğu “Sen, kendisinde cahiliyye bulunan bir adamsın(Buhari) sözünde olduğu gibi masiyet anlamında da olabilir. Ebu Zer’in nasıl Müslüman olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla, kelimenin kendisinden veya dışarıdan, cahiliyyenin hangi anlama geldiğini belirten bir karinenin olması gerekir.

Kim cemaatten bir karış ayrılır ve ölürse, ancak cahiliyye ölümü ile ölür” hadisinde sözkonusu olan cemaatin, sultana itaat eden Müslümanların toplumu olduğunu belirttik. Dolayısıyla buradaki cahiliyye”den maksat küfür değil, İbn-i Hacer’in açıklamasında belirttiği gibi masiyet (günah) cahiliyyesidir.
Bunun böyle olduğunu belirten diğer bir delil de şudur: İsyancılar, imama itaatin dışına çıkan bir gruptur. Buna rağmen Allahu Teala onları mûminler olarak nitelemektedir.
Allahu Teala şöyle buyurur: “Eğer mûminlerden iki topluluk birbirleriyle savaşırlarsa aralarını düzeltiniz. Eğer biri diğeri üzerine saldırırsa, saldıranlarla Allah'ın buyruğuna dönmelerine kadar savaşınız. Eğer dönerlerse aralarını adaletle bulunuz, adil davranınız, şubhesiz Allah adil davrananları sever. Şubhesiz mûminler birbiri ile kardeştirler; öyle ise dargın olan kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah'tan sakının ki size acısın.” (Hucurat/9-10)

İsyan ve çatışmalarına rağmen Allahu Teala, onlara mûminler demektedir. Bunlar Müslümanların cemaatine karşı çıkmış, ama küfre girmemişlerdir.

Diğer bir delil ise şudur: “Bey’at etmeden ölen, cahiliyye ölümü üzere ölür” hadisini rivayet eden İbn-i Ömer’in, Mervan’a bey’at ettiğini belirten İbn-i Hacer, hadisi şerh ederken şöyle der:
İbn-i Ömer o süre içinde İbn-i Zubeyr’e ve Abdulmelik’e bey’at etmeyi kabul etmiyordu. Nitekim Ali veya Muaviye’ye de bey’at etmeyi kabul etmedi. Ama Hasan bin Ali ile barışıp halk kedisine bey’at edince Muaviye’ye bey’at etti. Muaviye öldükten sonra da halkın bey’at etmesi üzerine Yezid’e bey’at etmiştir. Sonra ihtilaf zamanında kimseye bey’at etmeyi kabul etmedi. Nihayet İbnu’z-Zubeyr öldürüldü ve Abdulmelik iktidar dizginlerini eline aldı. O zaman kendisine bey’at etti.(Fethu’l-Bari, 13/195)

İbn-i Ömer’in Radıyallahu Anhuma bu tavrına rağmen ashabın, tabiinin ve Ehl-i Sünnetin cumhuru, haklı olanı desteklemenin ve isyan edene karşı savaşmanın vâcib olduğunu söylemişlerdir. Bununla beraber, sahabeden olup, isyancılar ile savaşmayan kişilerin yanlış yaptığını da söylememişlerdir. Çünkü içtihad ederek bu tavırlarını takınmışlardır. Bunu üçüncü bölümün sonlarında belirtmiştik. Ancak “Bey’at etmeden ölen, cahiliyye ölümü üzere ölür” hadisini rivayet eden İbn-i Ömer’in uygulamasında bizi burada ilgilendiren şey, rivayet edilen hadisteki “cahiliyye” kelimesi küfür manasında olsaydı, o durumda İbn-i Ömer’in Radıyallahu Anhuma hakka en yakın olana bey’at etmekten başka alternatifi kalmazdı. Halbuki halkın ihtilaf içinde olmasını bey’at etmekten kaçınma sebebi olarak saymıştır.

Bu aktarılanlar ve yine buna benzer bir takım nasslar, “Kim cemaattan ayrılırsa” hadisindeki “cahiliyye” kelimesinden maksadın, bazı cemaatların söylediği gibi küfür değil, masiyet manasında olduğunu gösterir.
Bazı cemaatler ise, İbn-i Mes’ud’tan Radıyallahu Anhu rivayet olunan, “Müslüman bir kişinin kanını dökmek ancak üç yerde helal olur; zina eden evli kişi, haksız yere bir Müslümanı öldüren kişi ve dinini terk edip cemaatten ayrılan kişi(Muttefekun Aleyhi) hadisini te’vil ederek cemaatlerine karşı çıkanları tekfir ederler. Te’villerindeki bozukluk, “Dinini terkeden” ifadesini, “cemaattan ayrılan” ifadesine sıfat yapmaları ve kendi cemaatlerini de, hadiste sözü edilen Müslüman cemaat olarak nitelendirmelerinden dolayıdır. Böylece kendilerinden ayrılanların dinden ayrıldıklarını söylerler.
Halbuki doğrusu, “cemaattan ayrılan” ifadesinin, “Dinini terkeden” ifadesine sıfat olmasıdır. Çünkü kim dinden dönerse onu diğer Müslümanlara bağlayan iman ve İslam bağını kopardığı için İslam cemaatinden de ayrılmış olur.
İbn-i Hacer Rahimehullah, İbn-i Mes’ud’tan rivayet edilen “Müslüman bir kişinin kanını dökmek ancak üç yerde helal olur..” hadisini açıklarken şöyle der: “Cemaatten maksat, Müslümanların toplumudur. Yani “İrtidat ederek Müslümanlardan ayrıldı ve terketti” manasındadır. Bu da bağımsız bir sıfat değil, ayrılan veya terk edenin sıfatıdır. Aksi halde, Müslüman kişinin kanını dökmek üç yerde değil, dört yerde olurdu.” (Fethu’l-Bari, 12/201-202)

Bu nedenle dinini terk eden herkesin aynı zamanda cemaatten ayrılan kişi olduğu söylenebilir. Ama cemaatten ayrılan herkes, dininden ayrılmış demek değildir. Tıpkı bağiler gibi. Hadisin, “cemaat” lafzının geçmediği başka rivayetleri de vardır. Mesela, Tirmizi, Osman bin Afvan’dan Radıyallahu Anhu şöyle rivayet eder: “Üç şeyden biri olmadan Müslüman kişinin kanını dökmek helal olmaz; Müslüman iken kafir olması, evli iken zina etmesi veya haksız yere birini öldürmesi.” Bu rivayet, diğer rivayette geçen kişinin murted olduğunu belirtmektedir.

Yukarıdaki aktardıklarımızdan, nasslarda geçen her “cemaat” lafzından maksadın halifeye itaat eden Müslümanların toplumu olduğu anlaşılmamalıdır. Çünkü “cemaat” kelimesi ortak bir lafız olup değişik anlamlarda kullanılabilir. Bundan hangi cemaatin kastedildiği ise kelimenin kendisinde veya dışarıdan açıklayıcı bir karine ile bilinir. Bu nedenle de bazı hadislerde geçen “cemaat” sözcüğünü, karinelere dayanarak imama itaat eden Müslüman toplum anlamında aldım. Çünkü hüküm ve sebeb ortak olursa, mutlak olan mananın, belli bir şey ile kayıtlı olan (mukayyet) manaya hamledilmesi gerekir.
Şubhesiz cemaat sözcüğünün başka anlamları da vardır. Bunun uzun açıklama yeri ise, konumuzun farklı olması sebebi ile burası değildir. Sadece toplu olarak bu anlamlara işaret etmekte yarar vardır:
Rağıb el-İsfahani şöyle der: “Cem etmek, birbirine yaklaştırarak bir şeyi bir araya getirmektir. “Topladım” ve “toplandı” denir. Toplanan şeylere de cem’, cemi’, cemaat denir.” (El-Mufredat)

Bu lafızla cemaat, Kur’an-ı Kerim’de geçmeyip, hadislerde ise sadece iki anlamda geçmektedir:

1) Kelimenin sözlük anlamı. Yani dağıtmanın zıddı olan toplama anlamı. Dilcilerle usulculer arasındaki görüş ayrılığına göre ikiden veya üçten fazlası için kullanılır. Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem şu buyruğu bu türdendir: “Cemaat namazı, tek kişinin namazından yirmi yedi derece daha üstündür.” (Muttefekun Aleyhi) Buradaki “cemaattan” maksat, sayıdır. Buhariİki ve daha yukarısı cemaattir” der. Bu da merfu olarak rivayet edilir. (Fethu’l-Bari, 2/142)

2) Fırkalar hadisinde olduğu gibi, hak ve din anlamında cemaat. Ki hadiste şöyle geçmektedir: “Biri dışında hepsi ateştedir. O da cemaattir.” Buradaki “cemaat” hak üzere olan taifedir. Buna en layık olan ise Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ve ashabıdır. Bu nedenle bu hadisin diğer bir rivayetinde, “Benim ve ashabımın üzerinde bulunduğudur” şeklinde geçer.

İbn-i Mes’ud Radıyallahu Anhu buradan hareketle “Cemaat, tek başına da olsan hakka uygun olanıdır” demiştir.

Cemaat, İslam dini mensupları anlamında da kullanılır. “Dinini terkeden ve cemaattan ayrılan” lafzı ile rivayet olunan hadiste olduğu gibi. Ayrıca ilim, hal ve akd ehli anlamında da kullanılır.
Yine cemaat, imama itaat eden Müslümanların toplumu anlamında da kullanılır. “Kim emirinden hoşuna gitmeyen bir şey görürse, ona sabretsin. Çünkü cemaatten bir karış ayrılıp ölen kişi cahiliyye ölümü ile ölür” hadisinde olduğu gibi.

Bu iki terimsel anlam göz önünde bulundurularak Müslümanın her zaman hakka uyması gerekir. Müslümanların bir imamı varsa ona tabi olmak vâcib olur. Hak olan şeylerde kendisine itaat edilir, ama batıl olan şeylerde itaat edilmez. Hak daha önce ve evla olandır. Günümüzde olduğu gibi Müslümanların bir imamı mevcut değilse, cemaat birinci manası ile yani bağlı kalınması gereken İslam dini olarak algılanır ve ona uymak vâcib olur.
Hadislerde cemaat sözcüğünü incelediğimiz zaman hepsinin “sayı, hak, imama itaat eden Müslüman toplum” manalarında olduğunu görürüz. Çağımızdaki Müslüman cemaatlerden bazılarının bu manalardan nasibi, sadece sayı anlamıdır. Bazısı ise değişik seviyelerde “hak” anlamında cemaat kapsamına girmektedir. (Abdulkadir Bin Abdulaziz; EL-UMDE, Fi İ’dadi’l-Udde)



İlgili Konu :
CEMAAT ŞUURU VE RAHMETİ

 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt