SORUNUN CEVABINA DEVAMLA...
Vela ve Bera Akidesinin Önemi
( Tevhid Akidesine göre Dost ve Düşman )
EBU BASİR ET TARTUSİ
https://www.islam-tr.org/konu/vela-ve-bera-akidesinin-onemi.9155/
Bu soru, birçok insanın dilinde tekrar etmektedir. İslam’da, dostluk ve düşmanlık akidesinin bu derece vurgulanmasındaki sebep nedir? İnsanoğlu olarak bizler, din ve akide ayrımcılığını bırakıp, neden kardeş olamıyoruz?
Bu tür sloganlaşmış sözler oldukça yaygın olmasına rağmen, fiiliyatta uygulanma imkanı olmayan hayali ve batıl taleplerdir. Şöyle ki:
İlk olarak: Dostluk ve düşmanlık bağını ALLAH için ve ALLAH’a iman temeli üzere kurmak, ALLAHu Teala’nın, nebi ve rasullerin dili ile kulları için bildirmiş olduğu dindir. ALLAHu Teala’nın dini olan İslam dairesinde kalmak isteyen kişinin, bu akidenin dışına çıkması mümkün değildir. Mesele bu yönüyle, İslam ya da İslam olmamaktır… Küfür ya da İman!
İkinci olarak: Bizzat kendi zatı adına dostluk ve düşmanlık bağının kurulduğu kişi ilahlaştırılmış olur. Kim dostluk ve düşmanlığı ALLAH için yapar, ALLAH için sever ve ALLAH için düşmanlık duyarsa, o kimse ALLAH’ın kuludur. Kim de bunları ALLAH’tan başkası için yaparsa, o kişinin kuludur.
Şeyhu’l-İslam İbn-i Teymiye (rahimehullah) şöyle der: “ALLAHu Teala dışında, yaratıklardan hiçbirini bizzat zatı için sevmek caiz değildir. Sadece ALLAH Teala zatı için sevilir. Bu, uluhiyetin manasında vardır. ALLAHu Teala şöyle buyurur: “Eğer göklerle yerde ALLAH’tan başka ilahlar olsaydı ikisinin de düzeni bozulup gitmişti.” (21 Enbiya/22) Bir şeyi zatından dolayı sevmek, şirktir. ALLAHu Teala dışında kimse zatından dolayı sevilmez. Bu, onun uluhiyetinin özelliklerindendir. ALLAHu Teala dışında her sevilen, ALLAH için sevilmezse, ona duyulan sevgi fasittir.”
Bu yönüyle dostluk ve düşmanlık, Tevhid ve şirktir. Şirk ise büyük bir zulümdür ve tek olan ALLAH’a ibadet için yaratılan insanın değerini, yaratılana ibadet alçaklığına düşürür.
Üçüncü olarak: Hakkın ve batılın varlığı, hayır ve şerrin varlığı, batılı hak ile ve şerri de hayr ile defetme, ALLAHu Teala’nın, üzerine mahlukatı yaratmış olduğu fıtrattır. Batıl, batıllığını ve azgınlığını devam ettirdiği sürece hak ile birleşmez ve ona tabi olmaz. Hak da, hak sıfatını kaybetmediği sürece batıla uymaz. Bunların olmasının imkanı yoktur. Eğer hak ve batıl bir araya gelmiş olsaydı, hayat fesada uğrar, kulların memleketlerin maslahatları yok olurdu. ALLAHu Teala’nın buyurduğu gibi…
“Eğer ALLAH, insanların bir kısmıyla, diğer bir kısmını savmasaydı elbette manastırlar, kiliseler, havralar ve içlerinde ALLAH’ın adının çokça anıldığı mescitler yıkılırdı.” (22 Hac/40)
“Size ne oluyor ki ALLAH yolunda ve: “Rabbimiz, bizi halkı zalim olan şu şehirden çıkar, bize katından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla” diyen mustaz’af erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?” (4 Nisa/75)
“De ki: Hak geldi, batıl da çekişe çekişe can verdi. Çünkü batıl, can çekişe çekişe yok olucudur.” (17 İsra/81)
“Bilakis Biz, hakkı batıl üzerine bırakırız da hak onun beynini darmadağın eder. O da derhal çekişerek can verir. Nitelendirmenizden ötürü vay size!” (21 Enbiya/18)
“İşte ALLAH hak ile batıla böyle örneklendirir.” (13 Ra’d/17)
Hak ve batıl, devamlı bir kavga içindedir. Ta ki kıyamet kopuncaya kadar. Onlardan birinin, diğeriyle birlikte yaşama veya dostluk içinde bulunma ihtimali asla düşünülemez!
Dördüncü olarak: Hak ve batıl üzere olan bütün insanların, sadece insan olma esası üzerinde –hümanizm- bir araya getirilmesi, asla fiiliyata dökülemeyecek bir hayaldir.
ALLAHu Teala şöyle buyurur: “Eğer güç yetirseler sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmalarını sürdürürler.” (2 Bakara/217)
“Nasıl olabilir ki! Size karşı üstünlük sağlarlarsa hakkınızda hiçbir yemin ve hiçbir ahid gözetmezler. Dilleriyle sizi hoşnut etmeye çalışırlar. Kalpleri ise isteksizdir. Onların çoğu fasık kimselerdir.” (9 Tevbe/8)
“Onların dinlerine uymadıkça yahudiler de hırıstiyanlar da asla senden haşnut olmazlar.” (2 Bakara/120)
Bu ve diğer birçok ayet, batıl fırkanın, hak ve hak ehlini tam olarak ele geçirmedikçe, tuzak, savaş ve harp hazırlıklarından vazgeçmeyeceklerine delalet etmektedir.
Günümüz vakıası, Kur’an-ı Kerim’de geçeni bu ayetlerin tamamını doğrulamaktadır. Yakın geçmişte, Bosna-Hersek’teki müslümanlara yönelik yapılan katliamlar, bugün ise, Çeçenistan ve Filistin’deki müslümanlara yönelik katliamlar, Afganistan, Eritre, Keşmir, Filipinler ve Endenozya’daki müslümanlara yapılanlar, sadece burada sayabildiklerimizdir. Öyle ki, küfür ve nifak milletlerinin nefretleri altındaki müslümanlar acı ile feryat etmektedirler...
Beşinci olarak: İnsan olma esası üzere bir araya gelme iddiası, adaletle çelişir. Zira yeryüzündeki en kafir ve en günahkar insanlarla, yeryüzündeki en muttaki insanı ve yine yeryüzünü fesada uğratan zalim ile yeryüzünü ıslah edeni eşit görmek manasına gelir. Bu ise, zulüm ve azgınlığın kaynağıdır.
ALLAHu Teala şöyle buyurur: “Mü’min kimse fasık kimse gibi midir? Bunlar eşit olmazlar.” (32 Secde/18)
“Öyle ya, (ALLAH’a) teslimiyet gösterenleri, o günahkarlar gibi tutar mıyız hiç?” (68 Kalem/35)
“İman edip salih amel işleyenleri yeryüzünde fesad çıkaranlar gibi mi kılarız? Yahut takva sahiplerini günahkarlar gibi mi kılarız?” (38 Sad/28)
Altıncı olarak: İslam’daki dostluk ve düşmanlık akidesi, dil, ırk ve bölge farklılığına bakmadan bütün insanları şu iki kısma ayırır: Mü’min ve kafir...
Halbuki diğer akidelerde insanlar, birbirinden nefret eden yüzlerce guruba ayrılmaktadırlar. Dolayısıyla insanları en az parçalanma ile biraraya getiren, İslam’dır.
Yedinci olarak: İslam’da üstünlüğü belirleyen mizan, takvadır. İnsanların diline, ırkına, memleketine ve rengine bakmaksızın sadece takva üstünlüğüne itibar edilir. Bu ise, insanları birçok farklı gurublara ayıran ve üstünlük mizanı daima farklılık gösteren beşeri sistemlerin tersinedir.
Sekizinci olarak: İslam’daki dostluk ve düşmanlık akidesi, ümmeti her türlü askeri ve kültürel saldırılardan koruyan bir kale niteliğindedir. Yine bu akide, ümmeti suçlu kafirlerden ayrıştıran bir kaledir…
Ümmeti, Filistin topraklarında siyonist devleti kabul etmemeye ve onlara düşmanlık beslemeye iten etken şüphesiz ki bu akideden başkası değildir. Eğer ki siyonist yahudilerin tamamı, İslam’a samimi bir şekilde girmiş olsalar, acaba müslümanların onlara olan düşmanlığı devam eder mi? Elbette ki hayır... Zira bu durumda bütün müslümanlar ALLAHu Teala’nın şu emrine itaat ederler:
“Mü’minler ancak kardeştirler.” (49 Hucurat/10)
Yeryüzünde, kendilerinde hayat olanlar ile kendilerinde hayat işareti kalmamış olan yaşayan ölüler arasındaki farkı düşün… Göreceksin ki, yaşayanlar, yaşayan ölülerin aksine dostluk ve düşmanlık kalesine bağlı kalanlardır.
Bu nedenle ALLAHu Teala’nın düşmanları, müslüman çocukların kalplerindeki dostluk ve düşmanlık akidesini yok etmeye ve bu akide yerine çok zayıf olan bir takım cahiliyye dostluklarını yerleştirmeye çalışmaktadırlar. Eğer bunu başarabilirlerse, şüphesiz işgallerini devam ettirmek onlar için çok daha kolaylaşacaktır.
Dokuzuncu olarak: Nasıl ki küfür milletleri ve tağutlar bizlere karşı düşmanlık ve nefret besliyorlarsa, bizim de onlara karşı düşman ve nefret beslememiz en doğal hakkımızdır.
ALLAHu Teala şöyle buyurur: “Bununla beraber müşrikler sizinle nasıl topluca savaşırlarsa siz de onlarla topluca savaşın.” (9 Tevbe/36)
Mü’minler hakkında da şöyle buyurur: “Ve onlar ki, kendilerine zulüm isabet ettiğinde yardımlaşarak zulme karşılık verirler.” (42 Şura/39)
İbrahim en-Nehai şöyle der: “Onlar küçümsenmeyi kötü görürlerdi, güç yetirebildiklerinde ise (insanları) affederlerdi.”
Onlar, batılları, küfürleri ve dünyevi ihtirasları nedeniyle bize karşı düşmanlık ve nefret beslerler. Biz ise, hak ve hidayet nurunu, yeryüzü ve gökyüzünün cennetlerini göstermek için düşmanlık besleriz. Bu düşmanlık, gerçekte hayırlı bir düşmanlıktır. Belki de bu, onların ALLAH’ın dini olan İslam’a girmeleri için bir sebep olur.
ALLAHu Teala’nın buyurduğu gibi: “İbrahim’de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: “Biz sizden ve sizin ALLAH’tan başka taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek ALLAH’a iman edinceye kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir.” (60 Mümtehine/4)
Bu, düşmanlığın sebebi dünya ihtirasları ya da kulun, kula kulluk yapması değildir. Bu düşmanlık, onlar tek olan ALLAH’a iman edinceye kadar devam eder. Eğer onlar, tek olan ALLAH’a iman ederlerse, bu düşmanlık yerini barışa ve nefret ise yerini sevgi ve kardeşliğe bırakır... ALLAHu Teala’nın buyurduğu gibi: “Eğer tevbe eder, namaz kılar, zekat verirlerse, artık dinde kardeşlerinizdir.” (9 Tevbe/11)
Onlara göstermiş olduğumuz düşmanlık, ibadet ve herkes için hayrı istemektir. Onların bize göstermiş oldukları düşmanlık ise, şirk, küfür ve herkes için şerri istemektir.
Hamd Alemlerin Rabbi Olan ALLAH’a Mahsustur.