ALLAH İÇİN SEVMEK ve ALLAH İÇİN NEFRET ETMEK
"Bir kimse Allah'ın sevdiğini sever, nefret ettiğinde nefret eder; Allah için verir ve gene Allah için kötülüklerden men ederse, imanını yüceltmiş, kemale erdirmiş olur." (Ebu Davud)
"İmanı sağlamlaştıracak, gerçek iman haline getirecek en kuvvetli destek, Allah için sevmek, yine Allah için nefret etmektir." (Taberani ve Ahmet)
Bir başka sahih hadisi şerifteşöyle buyrulmaktadır:
"Bir kimsede şu üç şey bulunursa, o kimse imanın tadına varmıştır: Allah ve Resulü, ona her şeyden daha sevgili ise, Bir kimseyi ancak Allah sevdiği için severse. Bir de, Allah kendisini küfürden kurtardıktan sonra, yeniden küfre dönmeyi, ateşe atılmak gibi şiddetli bir azab olarak görürse, böyle telakki ederse..." (Buhari ve Müslim)
İşte ancak böyle bir kimse, Rabbinin sevdiğine ve sevmediğine aynen iştirak ettiği için, Allah ve Resûl ona en sevgili gelir. Böyle bir kişi yaratılmışı onu yaratan için sever, başka bir düşünceyle değil. İşte bu da Allah'ı sevmenin tamamlayıcısıdır. Çünkü sevgilinin sevdiğini severek, bizzat sevgiliyi sevmek anlamı taşır. Bir kimse böyle yaptığı zaman Allah'ın olduğu bir şeyi yapmış olur. Onun için de böyle bir kimseyi Yüce Allah mutlaka sever.
Yüce Allah kendisini sevenler için iki alamet, iki tanıtıcı işaret göstermiştir. Seçip gönderdiği Resulüne uymak, kendi yolunda cihat etmek. Cihadın gerçek anlamı, Allah'ın sevdiği ve istediği imanın ve iyi hareketin yeryüzünde geçerli hale gelmesi, istemediği ve nefret ettiği küfür fasıklık ve isyanın hayattan çıkarılıp atılmasıdır. Kulun bu amaç için didinip gayret sarf etmesidir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır meâlen:
"Ey Resulüm! Hicreti terk edenlere de ki: "Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, karılarınız, soyunuzdan olan kimseler, kazandığınız güzel mallar, geçersiz olabileceğinden korktuğunuz bir ticaret, size çok keyif veren sevimli meskenler, eğer size Allah ve Resulünden ve Allah'ın yolunda cihattan daha sevgili ise, artık Allah'ın gazabı size gelinceye kadar bekleyin. Allah fasıklar güruhunu asla kurtuluşa erdirmez." (Tevbe: 24)
İşte ailesi ve malı Allah ve Resulünden ve Allah için cihattan daha sevgili gelen insana böyle şiddetli bir azab gösterilmektedir âyette. Dahası da var. Bir gerçek hadiste şöyle buyrulmaktadır: "Nefsimi kudretli ellerinde tutan Allah'a yemin ederim ki, beni kendi çocuğundan, babasından ve bütün sevdiği insanlardan daha fazla sevmeyen kimse iman etmiş sayılmaz." (Buhari ve Müslim) Yine gerçek bir hadiste şöyle buyrulmuştur: "Hz. Ömer Allah'ın Resulüne hitaben: "Ey Allah'ın Resulü! Allah'a yemin ederim ki, sen kendi nefsimin dışındaki her şeyden daha sevgilisin bana" dediği zaman, Allah Resulü şöyle cevap buyurdular: "Olmadı ey Ömer. Ben sana kendi nefsinden de sevgili olmadıkça, tam iman etmiş sayılamazsın!" Bu cevabı alan Hz. Ömer "Allah'a yemin ederim ki ey Allah'ın Resulü, sen şimdi hemen şu anda bana nefsimden daha sevgilisin!" dedi titreyerek. Allah'ın Resulü: "İşte şimdi imanını tamamladın ey Ömer!" buyurdular.
Gerçek sevgi, sevgiliyi dost edinmekle sonuçlanır. Bir dost da, dostun sevdiğini sever, sevmediğini sevmez. Sevgide ve nefrette dostunun yanında olur daima. Allah iman etmeyi ve imanın gereğini yaşamayı sever, küfrü ve isyandan ise nefret eder. Onun için, O'nun kulu, O'nu kendisine efendi ve sevgili yapmış bir kimse, Allah'ın sevmediği küfür ve isyanı elbette ki sevmez.
Herkes bilir ki, sevgi insanın kalbini tahrik eder. Sevgi kalpte derinleştiği ve iyice yerleştiği zaman, sevgi oranında sevilenin istediklerini yapmayı arzular. Şayet sevgi kesin bir hal alırsa, artık böyle bir sevgiye muhatap olanın her emri, her isteği itirazsız yerine getirilir. Kul gücünün yettiği son noktaya kadar, sevgiliye yaranmak için uğraşır didinir. Sevgilinin her istediğini bütün gayretine rağmen yerine getirememişse, sırf o samimi gayretinden ötürü, yapamadıklarını da yapmış sayılır ve bütün ecirleri alır.
Bu konuda Allah Resulü bir sahih hadislerinde şöyle buyurmuştur: "Bir kimse başkalarını ,doğru yola, hidayet yoluna davet ederse, böyle bir kimseye kendisine uyanların sevabı kadar ecir verilir; davetine icabet edenlerin ecirlerinde de bir şey eksilmez. Bir kimse de insanları eğri yola, delâlet yoluna davet ederse, kendisine uyanların günahları kadar günah kazanır ve bu durum iştirak edenlerin günahlarını eksiltmez."(Müslim)
Bir başka hadislerinde Allah'ın Resulü şöyle buyurmuştur: "Medine'de öyle kimseler vardır ki, siz hayır için hangi dereyi geçerseniz, hangi yolda yürürseniz, kazandığınız sevapta sizinle aynı dereceyi kazanırlar!" Onlar Medine'den hiç hareket etmedikleri halde mi, kazanacaklar sevabı ey Allah'ın Resulü?" diye sordular sahabeler. Allah'ın Resulü "Evet, çünkü onları Medine'de alıkoyan özürleri, sebepleri vardı" diye cevap verdiler."(Buhari ve Müslim)
Cihad, Yüce Allah'ın sevdiği şeylerin insan hayatına hâkim olması, sevmediklerinin de defolması için, insanın bütün kudretiyle çalışmasıdır. Kul gücünden daha aşağı bir gayret sarf ederse, gücü yettiği halde bazı işleri yapmaktan kaçınırsa, böyle bir kulun kalbinde Allah ve Resulünün sevgisi yeteri kadar yok demektir. Herkes bilir ki, insanoğlunun sevdiği şeylere ulaşması için genellikle sevmediği işleri yaparak ulaşır. Sevgide ister samimi olsun, isterse de olmasın, bu böyledir. Demek ki, dünyada mal, makam, mansıp ve suretleri sevenler, bu sevdiklerine ulaşmak için, bazı zararları göze almalıdırlar. Sevdiklerinden bazılarını terk etmek zorunda kalırlar çünkü. Tabii ki dünyada zarara uğrayanlar ahirette de zarara uğramışlardır. İşte Allah'ı ve Resulünü seven bir kimse birçok sevdiklerinin zarara uğramasını göze alarak mal, makam ve suret arkasında koşanların katlandığı eziyet ve cefa kadarını göze almalıdırlar en azından. Dünyalık elde etmeye çalışanların terk etmek zorunda kaldıkları, feda etmek mecburiyetinde oldukları diğer sevdiğî şeylerden vazgeçerken duydukları ızdırapları, çektikleri eziyetleri duymalı ve çekmelidirler. Böyle cefalara katlanmazsa Allah'ı ve Resulü seven kimseler, bu sevgilerinde samimi olamazlar. Bu durumu aklı olan herkes böyle bilir ve inanır. Yine herkes bilmektedir ki, mümin, diğer insanların sevdiği şeyleri sevme derecesinin çok üzerinde Allah'ı seven kimsedir. Diğer insanların dünyalık sevgisinden çok üstün derecede olmayan Allah sevgisi müminlik sayılamaz. İşte bu konudaki Allah kelâmı:
"İnsanlardan öyleleri vardır ki, Allah'ın dışındaki sevdiği şeyleri, Allah'ı sever gibi severler. Ama iman edenlerin Allah sevgisi, onların Allah'tan gayrilerine duydukları sevgiden çok daha şiddetli ve çok daha sağlamdır."(Bakara: 165)
Bazen seven kişi akıl zayıflığı ve düşünce kısırlığı içinde bulunduğundan, Allah'tan başka sevdiği şeylere ulaşma işinde yanlış yollara sapar ve sevdiğini elde edemez. Bu çeşit sevgi sahipleri, yani sevgilisine ulaşacak aklı olmayan, yanlış yollara sapan kişi, samimi sevse de, riya yapmasa da, övgüye lâyık bir iş yapmış sayılmaz. Sorulacaktır. Salt sevgi, bilinen bir yolda kullanıldığı halde arzu edilene ulaştırmazsa, mal çokluğu ve iktidar makamı nasıl olur da insanı maksada ulaştırabilir? Elbette ulaştıramaz. İnsanoğlu her şeye aklı selimle bakarsa, iyi düşünerek hareket ederse ancak ulaşabilir. Salt sevgi yahut, makam ve sûret aşkı insanoğlunu akıl ve düşünce sahibi olmadan hiçbir yere götürmez? İstenilenin elde edilmesi, ancak akıllı insanların takip ettikleri yolu takip etmekle mümkündür.
Anlattıklarımız eğer anlaşılmışsa, iyi kavranılmışsa, kalpte Allah sevgisi ne derecede yerleşmiş ve sağlamlaşmışsa, o derece de kulluğun arttığı anlaşılmış olacaktır. Allah'a kulluk ne derecede yüksekse, diğer nesnelerin sevmek yüzünden düşülen kölelik o derece azalır, hürriyete o derecede ulaşır insanoğlu. Kalp iki alanda Allah'a mutlak anlamda muhtaçtır:
1 - İbadet alanında. Ki ibadet insanın yaratılışının gayesidir.İnsan ibadet yapsın diye yaratılmıştır.
2 - Yardım isteme ve her işinde Allah'ı vekili tutma.Çünkü, Allah bütün faaliyetlerin tek çıkış kaynağıdır. Allah yapan ve yaratandır.
Kalp, kendisini yaratıp terbiye eden Allah'a ibadet edilmediği takdirde salâh bulmaz, rahata kavuşmaz, nimetlenmez, sevinç ve neşe duymaz, tad ve lezzet almaz, hoşnut olmaz, sükûnet bulamaz ve asla tatmin olmaz. Allah'a ibadetin meydana gelmesi için de, O'na sevgi duymak ve yalnız O'ndan yardım istemek şarttır. İnsan isterse bütün zevklerin sahibi olmaya kudret göstersin, ve bütün mahlûkatın zevklerini tatsın, kalp yine de tatmin olmaz, sakinleşmez. Zira, ibadet mercii, sevgili ve talep edilecek tek kudreti olacak Allah'a kalp her zaman muhtaçtır. Onun için ancak Allah'a ibadet edildiği takdirde, kalp huzur ve sükûna kavuşur. Sadece bundan tat ve lezzet alır.
Böyle bir duruma ulaşmak için de Allah'ın yardımı gerekmektedir. Allah yardım etmediği takdirde, hiç kimse böyle bir sevgiyi insanın kalbine sokamaz. Böyle bir işe kimsenin gücü yetmez. Onun için insanoğlu '"Yalnız sana itaatle kulluk eder ve yalnız senden yardım isteriz" âyetinin gerçeğine muhtaçtır. Eğer bir kimseye dünyada istediği ve arzuladığı şeyleri elde etmesi için yardım edilse, fakat Allah'a ibadet konusunda yardım edilmese, böyle bir yardım insanı hüsrana ve büyük zararlara götürür. Dünya nimetlerine kavuşmak, dünyanın elemlerinden ve sıkıntılarından kurtulmanın tek yolu, samimi bir biçimde Allah'ı sevmektir. Arzuladığı dünya nimetlerine ulaşamayan insanın içine düştüğü azaptan ve hüsrandan ancak Allah sevgisiyle ve O'na ibadet etmesiyle mümkündür.
Allah sevgisini her sevginin üstüne koyan, her sevgiden daha yüce sayanlar dünya zevklerinden ulaşamadıklarına hasretlik duymaz ve kahrolmaz. Allah bir insanın hayat gayesi, maksatların en yücesi olmadıkça, O'nun için sevip, yine O'nun için nefret etmedikçe hürriyet yoktur, hoşnutluk yoktur. Onun için dünyada neyi severse, sadece Allah için sevecek ki bir insan, mümin olsun. Kendi nefsi adına severse sevdiklerini, böyle bir insanın "Allah'tan başka ilah yoktur" deyimini kullanması yalancılık olur. Çünkü kendi adına, Allah'ı hesaba koymadan severse insanoğlu, böyle bir sevgiden tevhit, kulluk ve Allah'a sevgi doğmaz. Böyle bir kişide, tevhit ve iman eksikliği var demektir. Hatta elem, hasret ve azapta da bu böyledir. Eğer insan arzu ettiği bir şeyi elde etmek için çalışacak olsa, fakat elde etmek istediği şeyi elde etmek için Allah'tan yardım istemese, O'na boyun eğip, muhtaçlık göstermese, bütün çalışmalar boşuna bir gayretten öteye geçmez.
Çünkü Allah yardımı olmadıkça hiçbir şeye ulaşılamaz. Zira her zaman Allah'ın dilediği şey olur, dilemediği ise olmaz. Allah matlup (istenecek merci) mahbub (sevgili), murad, (istenen, irade, edilen ) ve mabud (ibadet edilen, itaat edilen) olduğu için, kul O'na her zaman muhtaçtır. Allah, arzu edilen, her zaman yardımı istenen, güvenilip dayanılan bir kudret olması bakımından, kul her zaman için O'na muhtaçtır. Çünkü, O, kendisinden başka mabut bulunmayan bir tek ilâhdır. Çünkü, O, kendisinden başka yetiştirip büyüteni olmayan yegâne Rab'dır. Onun için Allah'a kulluk iki şeyle tamamlanır. Sevgi ve itaat...
İnsan Allah'ın dışındaki sevdiklerini, Allah için değil sadece kendisi için severse ve Allah'tan başkasına kendisine yardım etsin diye iltifat ve itibar ederse, böyle bir insan sevdiği ve iltifat ettiği oranda, sevip iltifat ettiklerine kul ve köle olur.
Ama her bir sevdiğini sadece kendi nefsi istediği için değil de, Allah istediği için severse, Allah dışındaki sevdiklerini sadece Allah razı olsun diye severse, Allah'tan başka hiç bir 'kimseden yardım talep etmez, imdat beklemezse; bir neticeye ulaşmak için o neticeye ulaşmanın sebeplerine gücü yettiğince sarılır ve çalışırsa; aynı zamanda o sebeplerin yaratıcısı ve sahibi olarak sadece Allah'ı görür ve itaat ederse; gökte ve yerde ne varsa, bütün mevcudatın yaratıcısı ve sahibi olarak yalnız Allah'ı görürse; her yaratığın rabbi, maliki ve teşhir edip yöneteninin Allah olduğuna iman ederse, o zaman vesilelere sarılarak varılan sonuçlar da geçerli ve caiz olur. Kendisinin her işte O'na muhtaç olduğunu bilen insan, vesilelere sarılarak maksuda ulaştığı takdirde o sonuç Allah'ın rızasına uygun bir sonuç olur. Bu, Allah'a iman etmenin içindeki derin bir haldir.
İnsanoğlu, kendisine kulluk görevlerinde yüklenebildiği miktarda itibar kazanır Allah indinde. Kulluktan nasibine düşen oranda büyür insanoğlu. Fakat insanlar bu konuda derece derecedir. Bu derecelerin sayısını ancak Yüce Allah bilir. İnsanların en faziletlisi, en yücesi, Allah'a en yakın olanı, en doğru yolda olanı, Allah'a anlattığımız biçimde en iyi kulluk yapanıdır. Yani, Allah'a kulluğu ve itaati en çok olanın derecesi en yüksektir. Yalnız Allah'ı sevmek -Allah'ı sevdiği için de Allah'ın sevmesini istediği şeyleri sevmek Allah'ın gönderdiği dinin en büyük gerçeğidir. Bütün Resuller ve nebilerle gönderdiği İslâm dininin temel gerçeğidir bu. Bu gerçek, bir kulun sadece ve yalnız Allah'a teslim olması, başkasına kul olmamasıdır. Bütün ilahî emirlerin nirengi noktasıdır bu. Hem Allah'a, hem de başkalarına teslim olana müşrik denir ve Allah'a sırtını dönmüş mütekebbirlerden olur böylesi.
Şeyhu'l İslam İbn Teymiyye
"Bir kimse Allah'ın sevdiğini sever, nefret ettiğinde nefret eder; Allah için verir ve gene Allah için kötülüklerden men ederse, imanını yüceltmiş, kemale erdirmiş olur." (Ebu Davud)
"İmanı sağlamlaştıracak, gerçek iman haline getirecek en kuvvetli destek, Allah için sevmek, yine Allah için nefret etmektir." (Taberani ve Ahmet)
Bir başka sahih hadisi şerifteşöyle buyrulmaktadır:
"Bir kimsede şu üç şey bulunursa, o kimse imanın tadına varmıştır: Allah ve Resulü, ona her şeyden daha sevgili ise, Bir kimseyi ancak Allah sevdiği için severse. Bir de, Allah kendisini küfürden kurtardıktan sonra, yeniden küfre dönmeyi, ateşe atılmak gibi şiddetli bir azab olarak görürse, böyle telakki ederse..." (Buhari ve Müslim)
İşte ancak böyle bir kimse, Rabbinin sevdiğine ve sevmediğine aynen iştirak ettiği için, Allah ve Resûl ona en sevgili gelir. Böyle bir kişi yaratılmışı onu yaratan için sever, başka bir düşünceyle değil. İşte bu da Allah'ı sevmenin tamamlayıcısıdır. Çünkü sevgilinin sevdiğini severek, bizzat sevgiliyi sevmek anlamı taşır. Bir kimse böyle yaptığı zaman Allah'ın olduğu bir şeyi yapmış olur. Onun için de böyle bir kimseyi Yüce Allah mutlaka sever.
Yüce Allah kendisini sevenler için iki alamet, iki tanıtıcı işaret göstermiştir. Seçip gönderdiği Resulüne uymak, kendi yolunda cihat etmek. Cihadın gerçek anlamı, Allah'ın sevdiği ve istediği imanın ve iyi hareketin yeryüzünde geçerli hale gelmesi, istemediği ve nefret ettiği küfür fasıklık ve isyanın hayattan çıkarılıp atılmasıdır. Kulun bu amaç için didinip gayret sarf etmesidir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır meâlen:
"Ey Resulüm! Hicreti terk edenlere de ki: "Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, karılarınız, soyunuzdan olan kimseler, kazandığınız güzel mallar, geçersiz olabileceğinden korktuğunuz bir ticaret, size çok keyif veren sevimli meskenler, eğer size Allah ve Resulünden ve Allah'ın yolunda cihattan daha sevgili ise, artık Allah'ın gazabı size gelinceye kadar bekleyin. Allah fasıklar güruhunu asla kurtuluşa erdirmez." (Tevbe: 24)
İşte ailesi ve malı Allah ve Resulünden ve Allah için cihattan daha sevgili gelen insana böyle şiddetli bir azab gösterilmektedir âyette. Dahası da var. Bir gerçek hadiste şöyle buyrulmaktadır: "Nefsimi kudretli ellerinde tutan Allah'a yemin ederim ki, beni kendi çocuğundan, babasından ve bütün sevdiği insanlardan daha fazla sevmeyen kimse iman etmiş sayılmaz." (Buhari ve Müslim) Yine gerçek bir hadiste şöyle buyrulmuştur: "Hz. Ömer Allah'ın Resulüne hitaben: "Ey Allah'ın Resulü! Allah'a yemin ederim ki, sen kendi nefsimin dışındaki her şeyden daha sevgilisin bana" dediği zaman, Allah Resulü şöyle cevap buyurdular: "Olmadı ey Ömer. Ben sana kendi nefsinden de sevgili olmadıkça, tam iman etmiş sayılamazsın!" Bu cevabı alan Hz. Ömer "Allah'a yemin ederim ki ey Allah'ın Resulü, sen şimdi hemen şu anda bana nefsimden daha sevgilisin!" dedi titreyerek. Allah'ın Resulü: "İşte şimdi imanını tamamladın ey Ömer!" buyurdular.
Gerçek sevgi, sevgiliyi dost edinmekle sonuçlanır. Bir dost da, dostun sevdiğini sever, sevmediğini sevmez. Sevgide ve nefrette dostunun yanında olur daima. Allah iman etmeyi ve imanın gereğini yaşamayı sever, küfrü ve isyandan ise nefret eder. Onun için, O'nun kulu, O'nu kendisine efendi ve sevgili yapmış bir kimse, Allah'ın sevmediği küfür ve isyanı elbette ki sevmez.
Herkes bilir ki, sevgi insanın kalbini tahrik eder. Sevgi kalpte derinleştiği ve iyice yerleştiği zaman, sevgi oranında sevilenin istediklerini yapmayı arzular. Şayet sevgi kesin bir hal alırsa, artık böyle bir sevgiye muhatap olanın her emri, her isteği itirazsız yerine getirilir. Kul gücünün yettiği son noktaya kadar, sevgiliye yaranmak için uğraşır didinir. Sevgilinin her istediğini bütün gayretine rağmen yerine getirememişse, sırf o samimi gayretinden ötürü, yapamadıklarını da yapmış sayılır ve bütün ecirleri alır.
Bu konuda Allah Resulü bir sahih hadislerinde şöyle buyurmuştur: "Bir kimse başkalarını ,doğru yola, hidayet yoluna davet ederse, böyle bir kimseye kendisine uyanların sevabı kadar ecir verilir; davetine icabet edenlerin ecirlerinde de bir şey eksilmez. Bir kimse de insanları eğri yola, delâlet yoluna davet ederse, kendisine uyanların günahları kadar günah kazanır ve bu durum iştirak edenlerin günahlarını eksiltmez."(Müslim)
Bir başka hadislerinde Allah'ın Resulü şöyle buyurmuştur: "Medine'de öyle kimseler vardır ki, siz hayır için hangi dereyi geçerseniz, hangi yolda yürürseniz, kazandığınız sevapta sizinle aynı dereceyi kazanırlar!" Onlar Medine'den hiç hareket etmedikleri halde mi, kazanacaklar sevabı ey Allah'ın Resulü?" diye sordular sahabeler. Allah'ın Resulü "Evet, çünkü onları Medine'de alıkoyan özürleri, sebepleri vardı" diye cevap verdiler."(Buhari ve Müslim)
Cihad, Yüce Allah'ın sevdiği şeylerin insan hayatına hâkim olması, sevmediklerinin de defolması için, insanın bütün kudretiyle çalışmasıdır. Kul gücünden daha aşağı bir gayret sarf ederse, gücü yettiği halde bazı işleri yapmaktan kaçınırsa, böyle bir kulun kalbinde Allah ve Resulünün sevgisi yeteri kadar yok demektir. Herkes bilir ki, insanoğlunun sevdiği şeylere ulaşması için genellikle sevmediği işleri yaparak ulaşır. Sevgide ister samimi olsun, isterse de olmasın, bu böyledir. Demek ki, dünyada mal, makam, mansıp ve suretleri sevenler, bu sevdiklerine ulaşmak için, bazı zararları göze almalıdırlar. Sevdiklerinden bazılarını terk etmek zorunda kalırlar çünkü. Tabii ki dünyada zarara uğrayanlar ahirette de zarara uğramışlardır. İşte Allah'ı ve Resulünü seven bir kimse birçok sevdiklerinin zarara uğramasını göze alarak mal, makam ve suret arkasında koşanların katlandığı eziyet ve cefa kadarını göze almalıdırlar en azından. Dünyalık elde etmeye çalışanların terk etmek zorunda kaldıkları, feda etmek mecburiyetinde oldukları diğer sevdiğî şeylerden vazgeçerken duydukları ızdırapları, çektikleri eziyetleri duymalı ve çekmelidirler. Böyle cefalara katlanmazsa Allah'ı ve Resulü seven kimseler, bu sevgilerinde samimi olamazlar. Bu durumu aklı olan herkes böyle bilir ve inanır. Yine herkes bilmektedir ki, mümin, diğer insanların sevdiği şeyleri sevme derecesinin çok üzerinde Allah'ı seven kimsedir. Diğer insanların dünyalık sevgisinden çok üstün derecede olmayan Allah sevgisi müminlik sayılamaz. İşte bu konudaki Allah kelâmı:
"İnsanlardan öyleleri vardır ki, Allah'ın dışındaki sevdiği şeyleri, Allah'ı sever gibi severler. Ama iman edenlerin Allah sevgisi, onların Allah'tan gayrilerine duydukları sevgiden çok daha şiddetli ve çok daha sağlamdır."(Bakara: 165)
Bazen seven kişi akıl zayıflığı ve düşünce kısırlığı içinde bulunduğundan, Allah'tan başka sevdiği şeylere ulaşma işinde yanlış yollara sapar ve sevdiğini elde edemez. Bu çeşit sevgi sahipleri, yani sevgilisine ulaşacak aklı olmayan, yanlış yollara sapan kişi, samimi sevse de, riya yapmasa da, övgüye lâyık bir iş yapmış sayılmaz. Sorulacaktır. Salt sevgi, bilinen bir yolda kullanıldığı halde arzu edilene ulaştırmazsa, mal çokluğu ve iktidar makamı nasıl olur da insanı maksada ulaştırabilir? Elbette ulaştıramaz. İnsanoğlu her şeye aklı selimle bakarsa, iyi düşünerek hareket ederse ancak ulaşabilir. Salt sevgi yahut, makam ve sûret aşkı insanoğlunu akıl ve düşünce sahibi olmadan hiçbir yere götürmez? İstenilenin elde edilmesi, ancak akıllı insanların takip ettikleri yolu takip etmekle mümkündür.
Anlattıklarımız eğer anlaşılmışsa, iyi kavranılmışsa, kalpte Allah sevgisi ne derecede yerleşmiş ve sağlamlaşmışsa, o derece de kulluğun arttığı anlaşılmış olacaktır. Allah'a kulluk ne derecede yüksekse, diğer nesnelerin sevmek yüzünden düşülen kölelik o derece azalır, hürriyete o derecede ulaşır insanoğlu. Kalp iki alanda Allah'a mutlak anlamda muhtaçtır:
1 - İbadet alanında. Ki ibadet insanın yaratılışının gayesidir.İnsan ibadet yapsın diye yaratılmıştır.
2 - Yardım isteme ve her işinde Allah'ı vekili tutma.Çünkü, Allah bütün faaliyetlerin tek çıkış kaynağıdır. Allah yapan ve yaratandır.
Kalp, kendisini yaratıp terbiye eden Allah'a ibadet edilmediği takdirde salâh bulmaz, rahata kavuşmaz, nimetlenmez, sevinç ve neşe duymaz, tad ve lezzet almaz, hoşnut olmaz, sükûnet bulamaz ve asla tatmin olmaz. Allah'a ibadetin meydana gelmesi için de, O'na sevgi duymak ve yalnız O'ndan yardım istemek şarttır. İnsan isterse bütün zevklerin sahibi olmaya kudret göstersin, ve bütün mahlûkatın zevklerini tatsın, kalp yine de tatmin olmaz, sakinleşmez. Zira, ibadet mercii, sevgili ve talep edilecek tek kudreti olacak Allah'a kalp her zaman muhtaçtır. Onun için ancak Allah'a ibadet edildiği takdirde, kalp huzur ve sükûna kavuşur. Sadece bundan tat ve lezzet alır.
Böyle bir duruma ulaşmak için de Allah'ın yardımı gerekmektedir. Allah yardım etmediği takdirde, hiç kimse böyle bir sevgiyi insanın kalbine sokamaz. Böyle bir işe kimsenin gücü yetmez. Onun için insanoğlu '"Yalnız sana itaatle kulluk eder ve yalnız senden yardım isteriz" âyetinin gerçeğine muhtaçtır. Eğer bir kimseye dünyada istediği ve arzuladığı şeyleri elde etmesi için yardım edilse, fakat Allah'a ibadet konusunda yardım edilmese, böyle bir yardım insanı hüsrana ve büyük zararlara götürür. Dünya nimetlerine kavuşmak, dünyanın elemlerinden ve sıkıntılarından kurtulmanın tek yolu, samimi bir biçimde Allah'ı sevmektir. Arzuladığı dünya nimetlerine ulaşamayan insanın içine düştüğü azaptan ve hüsrandan ancak Allah sevgisiyle ve O'na ibadet etmesiyle mümkündür.
Allah sevgisini her sevginin üstüne koyan, her sevgiden daha yüce sayanlar dünya zevklerinden ulaşamadıklarına hasretlik duymaz ve kahrolmaz. Allah bir insanın hayat gayesi, maksatların en yücesi olmadıkça, O'nun için sevip, yine O'nun için nefret etmedikçe hürriyet yoktur, hoşnutluk yoktur. Onun için dünyada neyi severse, sadece Allah için sevecek ki bir insan, mümin olsun. Kendi nefsi adına severse sevdiklerini, böyle bir insanın "Allah'tan başka ilah yoktur" deyimini kullanması yalancılık olur. Çünkü kendi adına, Allah'ı hesaba koymadan severse insanoğlu, böyle bir sevgiden tevhit, kulluk ve Allah'a sevgi doğmaz. Böyle bir kişide, tevhit ve iman eksikliği var demektir. Hatta elem, hasret ve azapta da bu böyledir. Eğer insan arzu ettiği bir şeyi elde etmek için çalışacak olsa, fakat elde etmek istediği şeyi elde etmek için Allah'tan yardım istemese, O'na boyun eğip, muhtaçlık göstermese, bütün çalışmalar boşuna bir gayretten öteye geçmez.
Çünkü Allah yardımı olmadıkça hiçbir şeye ulaşılamaz. Zira her zaman Allah'ın dilediği şey olur, dilemediği ise olmaz. Allah matlup (istenecek merci) mahbub (sevgili), murad, (istenen, irade, edilen ) ve mabud (ibadet edilen, itaat edilen) olduğu için, kul O'na her zaman muhtaçtır. Allah, arzu edilen, her zaman yardımı istenen, güvenilip dayanılan bir kudret olması bakımından, kul her zaman için O'na muhtaçtır. Çünkü, O, kendisinden başka mabut bulunmayan bir tek ilâhdır. Çünkü, O, kendisinden başka yetiştirip büyüteni olmayan yegâne Rab'dır. Onun için Allah'a kulluk iki şeyle tamamlanır. Sevgi ve itaat...
İnsan Allah'ın dışındaki sevdiklerini, Allah için değil sadece kendisi için severse ve Allah'tan başkasına kendisine yardım etsin diye iltifat ve itibar ederse, böyle bir insan sevdiği ve iltifat ettiği oranda, sevip iltifat ettiklerine kul ve köle olur.
Ama her bir sevdiğini sadece kendi nefsi istediği için değil de, Allah istediği için severse, Allah dışındaki sevdiklerini sadece Allah razı olsun diye severse, Allah'tan başka hiç bir 'kimseden yardım talep etmez, imdat beklemezse; bir neticeye ulaşmak için o neticeye ulaşmanın sebeplerine gücü yettiğince sarılır ve çalışırsa; aynı zamanda o sebeplerin yaratıcısı ve sahibi olarak sadece Allah'ı görür ve itaat ederse; gökte ve yerde ne varsa, bütün mevcudatın yaratıcısı ve sahibi olarak yalnız Allah'ı görürse; her yaratığın rabbi, maliki ve teşhir edip yöneteninin Allah olduğuna iman ederse, o zaman vesilelere sarılarak varılan sonuçlar da geçerli ve caiz olur. Kendisinin her işte O'na muhtaç olduğunu bilen insan, vesilelere sarılarak maksuda ulaştığı takdirde o sonuç Allah'ın rızasına uygun bir sonuç olur. Bu, Allah'a iman etmenin içindeki derin bir haldir.
İnsanoğlu, kendisine kulluk görevlerinde yüklenebildiği miktarda itibar kazanır Allah indinde. Kulluktan nasibine düşen oranda büyür insanoğlu. Fakat insanlar bu konuda derece derecedir. Bu derecelerin sayısını ancak Yüce Allah bilir. İnsanların en faziletlisi, en yücesi, Allah'a en yakın olanı, en doğru yolda olanı, Allah'a anlattığımız biçimde en iyi kulluk yapanıdır. Yani, Allah'a kulluğu ve itaati en çok olanın derecesi en yüksektir. Yalnız Allah'ı sevmek -Allah'ı sevdiği için de Allah'ın sevmesini istediği şeyleri sevmek Allah'ın gönderdiği dinin en büyük gerçeğidir. Bütün Resuller ve nebilerle gönderdiği İslâm dininin temel gerçeğidir bu. Bu gerçek, bir kulun sadece ve yalnız Allah'a teslim olması, başkasına kul olmamasıdır. Bütün ilahî emirlerin nirengi noktasıdır bu. Hem Allah'a, hem de başkalarına teslim olana müşrik denir ve Allah'a sırtını dönmüş mütekebbirlerden olur böylesi.
Şeyhu'l İslam İbn Teymiyye