Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

ALLAH ORDUSUNUN ERLERİ VE KURMAYLARI

HuZeYFeN' Çevrimdışı

HuZeYFeN'

Üye
İslam-TR Üyesi
115.jpg

ALLAH ORDUSUNUN ERLERİ VE KURMAYLARI 12/05/2008 - 14:03
Imam M. Metin Müftüoğlu (Kaplan)




1417 Hicrî Yılı Umumî Gençlik Toplantısı’nda yapılan konuşmanın tam metni

Besmele, hamdele ve salveleden sonra...
Mevlâ’mızın inayet ve izniyle Hicrî 1417 yılının Umumi Gençlik Toplantısı’nı şu anda ihya ediyoruz. Ve elhamdülillah sayımız azalmıyor artıyor.


Sizin gibi gençler bu davanın öncüleri olacak, olmalısınız ve elhamdülillah olmuşsunuz. Sizlere Allah ordusunun nizamnamesini teşkil eden mübarek Saff Suresi'nin 1-5. ayet-i kerime’sini ve son ayetin ilk cümlesini okudum. İnşaallah bunun üzerinde duracağız. Yarın da Mevlâ’mızın inayet ve izniyle meseleyi daha enine boyuna, derinine işlemeye çalışacağız.

Artık sizler Allah ordusunun erleri ve kurmaylarısınız ve elhamdülillah zamanı gelmiştir, nizamname de hazırlanmıştır ve sizlere de takdim edilmiştir. Şunu biliniz ki, manevî bir kuvvet şu hareketi arkadan ileriye doğru itmekte. Bunu öteden beri Rahmetli Halife’miz gündeme getirdi. Biz sürüklemiyoruz, adeta selin önünde akan sular gibi ileriye doğru akıyoruz. Dua edelim de yarı yolda ayağımız kayıp yuvarlanmayalım.
İşte ayet-i kerime, „Felemma ezağullahu“ diye başlıyor ve „Ezağal-lahu kulubehüm“ ile noktalanıyor. Allah muhafaza insanoğlu bir yamuklandı mı daha sırtını doğrultamaz. Allah öyle bir tekme vuruyor ki, nasıl bir halının dürüldüğü gibi o da dürülüp gidiyor.

Onun için bu mübarek surenin özüne, manasına inip, kendimizi bu nizamnamaye göre değerlendirmemiz lazımdır. Çünkü etrafımızda düşmanlar çok. Gözle görülen düşman olduğu gibi gözle görülmeyen düşmanlar da vardır. Yani gözle görülmeyen düşman olduğu gibi gözle görülen düşmanların sayısı da çoktur.

Çarşıda düşman, pazarda düşman, köyümüzde düşman, şehirde düşman velhasıl evimizde düşman. Anamız düşman, babamız düşman, kardeşlerimiz düşman, akrabalarımız düşman. Müslüman diye geçinen insanlar da düşman.
İşte çevremiz bu düşmanlarla çevrilmiş, kendimize çok dikkat etmemiz lazımdır. Ancak ve ancak takva elbisesine bürünerek bu tehlikelerden, düşmanlardan kendimizi muhafaza etmemiz mümkündür.
Rabb’ülâlemin „Fefirru ilallah“, ey kullarım siz herhangi bir fitne, fesad, fisku-fucur devirde yaşayıp o devrin içinde bulunduğunuz zaman hemen Allah’a doğru firar ediniz. Allah’ın gazabından, azabından, cezasından yine Allah’a doğru firar ediniz, diyor.
Başka bir ayet-i kerime’de, „Ey habibim -ve onun zımnında bulunan ey Ümmet-i Muhammed ve davasını omuzlayan Allah ordusunun er ve kurmayları- sizi başta namaz olmak üzere çeşitli desiselerle Allah’ın yolundan, Şeriat’tan men etmeye çalışan o Ebu Cehil’lere, Ebu Leheb’lere, zamanımızın -putperestlerine ve avanelerine- sakın ha itaat etme. Secdeye kapan ve bana yaklaş!“
Burada dikkat ederseniz evvela „Vescud“ kelimesi, sonra „Vaktarib“ geliyor. Yani bana yaklaşmanın yolu mutlaka namazdan geçer, namazın içinde bulunan secdededir. Secdeye kapan ve ondan sonra bana doğru yaklaş, bana yüksel...
Dikkat ederseniz, dedeleriniz, babalarınız bilirler, anlatmışlardır. Böyle herhangi bir âfât, Allah tarafından geldiği zaman bilhassa köylerde ne yaparlar? Çıkarlar yüksek bir yere ve Ezan-ı Muhammediye'yi okurlar, Allah’a yalvarırlar, secdeye kapanırlar. Onun için O’nun afatından ancak ve ancak O’na yaklaşmakla, O’na firar etmekle kurtulunur. Bu sebepten evvela takva elbisesine bürünmemiz lazımdır. Takva elbisesine bürünmek de ilimden geçiyor. Evvela ilim, amel ondan sonra takva elbisesi.
Mutlaka ilimden geçilmesi lazım, bilimden geçilmesi lazım. Yine bu sebepten sizlerden tekrar bey’at alacağım, cihad için bey’at alacağım!
Peygamberimiz (s.a.v.) yer yer cihad için sahabe-i kiram’dan, o zamanın Allah ordusunun er ve kurmaylarından, bey’at alırdı. İşte ilim de bir cihaddır! Onun için ilme çalışmak, 12 ilmi bantlardan öğrenmek için sizlerden bey’at alacağım. Bu bey’atı Rahmetli Halife’miz de almıştı sizlerden hatırlarsanız. İnşaallah o bey’atımızı yenileyeceğiz, tazeleyeceğiz.
Zamanı geldiği zaman, yeri geldiği zaman, cihad meydanlarına dökülmek için sizlerden yine bey’at alacağım. Artık yeni yeni hamlelere başvurmamız lazımdır. Onun için sizleri o Beraat Gecesi’nde, o mübarek geceye tekabül eden, defterlerin dürüleceği, defterlerin sağ ele veya sol ele verileceği bir gece -inşaallah hepimiz, defteri sağ eline verilen kulların safında yerimizi alırız. İnşaallah öyle olur, temennimiz odur.

Ama yüzde yüz diyemeyiz veya artık ümidimiz kesildi, cehennemliğiz de diyemeyiz. Ehl-i Sünnet’in inancı, bu ikisinin arasında- o gece sizleri saat dört civarında ayağa kaldırdık. Abdest alındı, namazlar kılındı, zikirler yapıldı, fikirler alındı, dualar yapıldı.

O gece Avrupa’da, Asya’da, Anadolu’da ve yeryüzünün hemen hemen her yerinde müslümanlarla birlikte Rabb’imize yöneldik. İnşaallah Mevlâ’mız en güzel kabul ile kabul buyurmuştur! O gece çok mühim kararlar aldık. İnşaallah zamanı geldiği zaman, kuvveden fiile çıkarak, başta Anadolu toprakları olmak üzere İslam âleminde ve yeryüzündeki fitnenin kökünü kazıyıncaya kadar, bilfiil cihada hazırlanılacak. Artık küfrün miadı doluyor, dolmakta, müslümanların çilesi bitiyor ve bitmekte...
Peygamber’in (s.a.v.) hadis’i müjdeliyor. Mutlaka istibdat devri yıkılıp Asr-ı Saadet devrine dönüş yapılacağına inanıyoruz elhamdülillah. Peygamber yalan söylemez. Peygamber’in söylediği mutlaka tahakkuk etmiştir ve inşaallah ileride de edecektir.
Küfrün miadı doluyor, kemalizm çatır çatır yıkılıyor. Onlar da işin farkındalar, onun için oturuyorlar, düşünüyorlar bu işin altından nasıl kalkalım diye birbirleri ile istişare ediyorlar. Kolay, topyekün tevbe edecekler, şu ihyası ve ilanı yapılan Hilâfet Devleti’ne teslim olacaklar.

Onlar da rahat yaşayacaklar, insanlar da, müslümanlar da rahat yüzü görecek. Fakat nasib meselesi, bu iş zorlamayla olmaz. Allah kime nasib etmişse o hidayete erer. Onun için bize düşen görev: „Ve innema aleykel belağ!“ Ey Habibim! Sana düşen duyurmak, tebliğ etmek. Hidayet bize aittir. Onların hakkından biz gelmesini biliriz, intikam alıcıyız, mühlet veririz. Ama bir gün yakaladık mı artık kurtuluş yoktur. Gereken ne ise onu yaparız diyor Rabb’ülâlemin...

Okuduğum Saff Suresi'nin ilk ayeti: „Semavat ve arzdakilerin hepsi Allah’ı tesbih ve tenzih ediyor!“ (Ya Rabb’i sen her şeyden münezzehsin, eksiğin yok, bütün sıfatların tamdır) „O azizdir hakimdir.“ (İzzet sahibidir, hikmet sahibidir, güç ve kudret sahibidir.)

„Ey iman edenler (bütünüyle iman eden mü’minler) niçin yapmadığınızı söylüyorsunuz.“ Rivayete göre sahabeler oturuyorlar, bir cihad ayeti gelse de, kıtal ayeti inse de şöyle cihad meydanlarında at koştursak, düşmanlarla çarpışsak. Tabii ayet-i kerime’ler geliyor ve geri durmaya yanaşıyorlar.

Halbuki biraz evvel ayetler gelmeden cihad istiyorlardı, savaşmak istiyorlardı. Hadi bakalım denildi, hem de muhkem ayetler geldi. Muhammed Suresi'nin 20. ayetinde anlatılıyor. Bunlar muhkem ayetleridir, müteşabih değillerdir. Yani cihad ayetleri, kıtal ayetleri muhkemdir, neshedilmemiş, gündemden kalkmamıştır.

Kimler? Bilhassa münafıklar, içinde maraz hastalığına yakalanan insanlar adeta ölümle karşı karşıya gelmişler, sözlerinde durmamışlar, sebat etmemişler. „İşte ey iman edenler niçin yapmadığınızı söylüyorsunuz?“ diye ayet inmiş ve siz mutlaka meşakketlere katlanacaksınız, çünkü „Allah’ın indinde en büyük gazab yapmadığını söylemektir.“
„Allah kendi yolunda bünyan-ı mersus gibi mukatele eden, saf olarak mukatele edenleri sever.“ Bir duvarın biriketleri, tuğlaları nasıl birbirine kaynamış ise Allah ordusunun erleri ve kurmayları da Allah yolunda cephede düşmana karşı bir duvarın tuğlaları gibi omuz omuza vererek silahlarıyla düşman karşısında dimdik durmalı!

Böyle saf tutan mücahidleri Allah seviyor. Onun için inşaallah bu şeklinizle, bu harekâtınızla bu ayetin tecellisine sizler nail olursunuz. Ve birbirinizi de mutlaka seveceksiniz. Sevgisiz olmaz. Ben de sizi Allah için seveceğim ve seviyorum, sizler de birbirinizi seveceksiniz ve acizaneye itaat edeceksiniz! İşte ayet:
„Bir zamanlar Musa (a.s.) kavmi için şöyle dedi: „Ey kavmim niçin bana eziyet ediyorsunuz? (Niçin beni dinlemiyorsunuz, niçin beni üzüyorsunuz, niçin beni yoruyorsunuz?) Size Allah’tan, Allah’ın dininden, kitabından, Şeriat’ından bahsediyorum. Muhakkak siz de biliyorsunuz ki, ben Allah tarafından gönderilen bir elçiyim. Bunu biliyorsunuz. Bile bile bana niye eziyet ediyorsunuz?“
Musa (a.s.)’a karşı kavmi ne olmuş oluyor? Itaatsız!. İtaat etseler üzmezler, dinlerler, pür dikkat dinlerler. „Muhakkak onlar zağv etti (yani yamuklaştı)!“ İşte itaatsızlık insanı yamukluğa götürüyor. „Allah da ne yaptı? Kalblerini yamuklaştırdı!“ (Siz itaat etmediniz, yamuk oldunuz öyle mi? Ben de sizi yamuklaştırayım, evirip-çevireyim ve bir tekme vurayım gidin!) „Hiç şüphesiz Allah, fasık olan kavme hidayet vermez!“
İşte bakın! Ayet-i kerime açık, net ve sarih. İtaatsızlık yamukluğa, yamukluk fısıklığa götürüyor. Yamukluk olmazsa fasıklık olmaz. Ve fasıklık zalimliğe, zalimlik de kâfirliğe, kâfirlik de müşrikliğe götürüyor. Yarın bu meseleyi enine boyuna inceleyeceğiz, Allah izin verirse!..
Gelelim son ayet-i kerime’nin tefsirine:
Ey iman edenler! „Kunu“ = Olunuz! Emir; Emir, vücub getirir. Ne olunuz? „Ensarallah“ Allah’ın Şeriat’ına, kitabına, dinine yardımcılar olunuz. Cundullah olunuz, hizbullah olunuz...
Elhamdülillah olmuşsunuz! 1417 Hicrî yılının çalışmalaları bu ayet-i kerime’nin etrafında olacak. Nizamname’miz de hazır. Artık hepiniz kalem tutmasını bileceksiniz, öğreneceksiniz, hem de dolmakalem. Onun için bu emri mutlaka yerine getirmemiz lazım. Her müslüman eğer mü’minim diyorsa, kim olursa olsun, Allah eridir,
Hilâfet Devleti’nin erleri ve kurmayları olmak zorundasınız. Ancak bu sayede yeryüzüne sulh ve selem gelir, rahatlık gelir, kimse kimsenin burnunu kanatmaz, kanatamaz.

Mücahidler yeryüzünde bir jandarma, birer muhafız olarak gezip dolaşacak. Sizler inşaallah ileride dünyanın polisi olacaksınız, ufuklar onu gösteriyor evel Allah, gelecekler onu gösteriyor, ayetler ve hadisler ona işaret ediyor. Kaynak Kur’an, örnek Peygamber diye yola çıktık. Bu kervanı kimse durduramaz evel Allah. Ne kemalistler, ne de Alman idarecileri...

Alman idarecileri mektup yazıyor: Sizin Emîr’ül-Mü’minîn ve Halîfet’ül-Müslimîn ünvanınız yeter diyor, suçtur diyor bu. Elhamdülillah Alman anlamış, bizim yamuklar hâlâ anlayamıyor. Niye? Kör Allah’a nasıl bakarsa, Allah da köre öyle bakar.

Bunların kalbleri mühürlenmiş Allah, gözlerini kör etmiş, kulaklarını sağır etmiş ve böylece yerli malı yamuklar hâlâ anlayamıyorlar. Ama gayri müslimler, hıristiyanlar, Almanlar anlıyor. „Sizin Halife’niz kışladan bahsediyor“ diyor. Tabi diyeceğim, Hilâfet Devleti olacak da, kışlası olmayacak mı? Allah diyor ki, kışlayı tahakkuk ettireceksiniz ve asker olacaksınız. Onlar diyor ki, sakın ha kışladan, cihaddan bahsetme.
Sana mı uyacağız yoksa Allah’ın kanununa mı uyacağız? Senin vereceğin ceza nihayet, bir ölüm, bir hapishanedir. Allah’ın ise cehennemi var. Senin vereceğin ceza cehennemden çok çok az. Onun için senin kanunlarına uyamayız ve senin kanunlarını tarihin çöplüğüne atarız. Onun için müslümanız elhamdülillah. Emr-i ferman mutlaka yerine gelecek. Korkmayacaksınız, elhamdülillah korkmuyorsunuz zaten.

Korku nedir, korkuyu attıktan sonra insanoğlu o kadar rahat ediyor ki, o kadar rahat yaşıyor ki. Siz o korkaklara baksanız, kalblerini bir yoklasanız, kalb gözüyle bir görseniz, çok kötü; hergün ölüyor o korkaklar.

Fakat cesur olan, cesaretli selabetli olanlar tazeleniyor, yenileniyor, manevî bir cevher, bir kuvvet, imanla gelen bir heybet, manevî bir güç, başkaları onun korkusundan yerlere giriyor adeta. Korkuyor, bir şeyler söyliyecek fakat bir türlü dili çözülemiyor. Onun için „Hubbud-dünya ve kerahiyet'ül-mevt“ manasına gelen o vehim denilen nesneyi kalbimizden atarsak Allah, mehabet denilen o cevheri kalbimize yerleştirir.
Bir hikâye anlatayım: Eskiden kazada hekimler, savcılar, hocalar, papazlar haftada bir kez toplanırlarmış. Yani İslam devletinin zımmında yaşayanlarla bir araya gelir çeşitli görüşmeler yaparlarmış.

Hoca kapıdan içeri girince papaz hemen ayağa kalkar. Keşiş de (Ermeniler’in din adamı) ayağa kalkıyor ve tekrar oturuyor. Bu böyle bir, iki, üç... Hoca, müftü içeride iken papazın gelişine hiç aldırış etmiyor. Bu durum papazın zoruna gidiyor, „O geldiği zaman ben kalkıyorum, ben geldiğim zaman

o hiç aldırış etmiyor!“ Bunu böylece kaymakama şikâyet ediyor. Kaymakam hoca efendiyi çağırıyor. Müftü de, „Bir müslüman bir kâfirin ayağına kalkamaz, söyle ona kalkmasın ben darılmam, ben ona diyor muyum kalk diye?“
Kaymakam keşişe „Sen de kalkma“ diyor. „Kaymakam efendi nasıl kalkmayım? O içeri girdiği zaman sanki yanımda iki kişi var. Biri bir kolumdan, diğeri de bir kolumdan tutarak, „Kalk!“ diyor ayağa, onun için kalkıyorum. Yoksa isteyerek kalkmıyorum, adeta zorluyorlar beni.“
İşte manevî güç! Mehabetin karşısında tutunamıyor. İşte sizler de öyle olacaksınız. İşte bu takvayla olur. Takvaya da ancak ilimle, ilme de çalışmakla yükselinir. Onun için mutlaka herkes, erkeğiyle-kadınıyla, genciyle-ihtiyarıyla medreseden geçecek.
Medrese, tekke ve kışla!.. Bu üçü birbirini tamamlıyor, bu üçü mutlaka tamamlanacak.
Bir orduyu hassa var, bir de orduyu umumi var, özel ordu. Hilâfet Devleti özel ordusu, bir de umumi ordusu; memleketin ordusu, bir de özel ordu. Muhafız alayı diyorlar şimdi buna. İnşaallah bu iki ordu tahakkuk edecek.
Evet, bu Nizamnâme mutlaka ezberlenecek! Çünkü Allah ordusu, erkeğiyle, kadınıyla bilgili olacak. Ne demiştik? İlim ehli olacak, kafa dolu olacak. Ama ne ile? İlimle! Gönlü dolu olacak. Ne ile? Zikirle! Kalb nurlanacak, nurlu bir kalbe sahip olacağız. Ondan sonra eli de açık olacak, istenildiği zaman malını ortaya koyacak. Bakalım kimler vergisini verdi? Sıkıştıracağız, zorla da alabiliriz, elinizi da kaldıramazsınız, bu caiz değildir. Biliyorsunuz bunları, cebinizden parayı zorla alır ve kimse de sesini çıkaramaz.

Hatta sırtınıza da vurarak, ama daha sırtınıza vurmadık. Onun için elhamdülillah ben bu senenin vergisini vermişim, Merkez’de çalışan kardeşler de verdiler, veriyorlar. Ramazan ayı geliyor, feyizli, bereketli bir aydır. Vermiyenler, yarısını verenler 1 Muharrem 1418 yılına kadar tamamlamaları lazım. Çünkü Allah ordusunun erleri ve kurmayları, elçileri görev başındalar.

Şu anda iki elçimiz görevdeler, fakat yetişemediler bu toplantıya. İnşaallah güzel güzel hayırlı haberlerle gelirler. Yeryüzünün bir parçasında bir problem vardı. Buraya Hilâfet Devleti’nin elçilerini gönderdik. Çünkü biz herkesden sorumluyuz. Boşuna Hilâfet Devleti ilan edilmedi. Onun için o problemi halletmek için, hallu fasletmek için gönderdik, bir aydan fazla zamandır gezip, dolaşıyorlar.

İnşaallah dua edin de, Mevlâ’mız tesirini halk eder! İnşaallah kısa zamanda yekvücud olurlar ve bu devlete iltihak ederler. Bugün elçileri gönderdik yarın da muhafız alayını göndeririz inşaallah! Nasihatla yola gelirlerse ne âlâ, gelmezlerse kılıcımızı da göstermemiz lazım. Zorla bir noktaya, bir merkeze getirmemiz lazım Allah’ın inayet ve izniyle! Bazı içi marazlı olanlar belki gülerler, alay ederler; „Neden bahsediyorlar“ diye. Peygamber’e de öyle dediler, demediler mi?
İzzet sahibi kimdir? Allah’a, Resülü’ne iman eden gerçek mü’minlerdir. Kalbler onun elindedir; kralların, padişahların, meliklerin kalpleri Mevlâ’mızın iki parmağı arasındadır. Yeter ki biz, bize düşen görevi, vazifeyi yerine getirelim, gerisini Allahü Azimüşşan halleder. Biz esbabına sarılıp Allah’a tevekkül edersek O’nun öyle formülleri, öyle planları var ki bizim aklımıza gelmeyen formüllerle halleder meseleyi. Onun için bir taraftan dua edeceksiniz, bir taraftan da çalışacaksınız; bir taraftan zikir, bir taraftan dua.

Hiç bilinmez; Mevlâ’mıza sığınırsak, O’na güvenirsek, „Ya Rabb’i sen bilirsin!“ diye tevekkül edersek, duamızı kabul eder. Onun için vergilerinizi muntazam vereceksiniz, zekât ve fitreleri de Hilâfet Devleti’ne vereceksiniz.
Dedim-dedileri bırakacağız, Allah için ufak-tefek şeylerle uğraşmayacağız. Elhamdülillah Şûra’da karar almış ve bölge toplantılarının yerini ve zamanını tespit etmiştik. Stuttgart bölgesinden başladık, Fransa’dan çıktık. Fransa’nın altından girdik, üstünden çıktık, batıdan girdik, kuzeyden çıktık.
Rabb’ülâlemin bizimle alış-veriş masasına oturuyor. „Ey kulum, sana ben can verdim, mal verdim. Sana vermiş olduğum mal da benim, can da benim. Ha, senin malına ve canına ben müşteri olmak istiyorum. Ne diyorsun?“ Allah canımıza, malımıza müşteri oluyor. Böyle bir müşteriye malımızı, canımızı niye satmıyalım. Böyle yapılan alış-verişte yüzde yüz kazanırız, kaybetmeyiz. Peki karşılığı ne? „Malımızı, canımızı sana vereceğiz, sen bize karşılık olarak ne vereceksin?“

Malın karşılığını Allah para vermiyor, mal veriyor. Para mı kıymetli mal mı kıymetli? Elbette mal kıymetli. Peki malı ne olarak veriyor? Cennet! „Ey kulum sen canını ve malını bana teslim et, ben sana cennet vereyim.“ Öyle cennetler var ki, ameline göre cennet verecek. Almanya kadar, Amerika kadar, dünya kadar, belki iki katı...

Onun için siz de gayret edin de cennetin en büyük yerini almaya çalışın. Ve şuna inanın ki -dikkat etti iseniz ben de dinledim- Mulhouse İmam ve Hatib’i çok mühim bir meseleye parmak bastı ve dedi ki, „Bir dava ki, o davaya gereği gibi inanmak lazım.“ Ne demiştik dava adamı olmak için iki mühim şart var. Birkaç şart daha var ama bunlar en mühimi: Birincisi, davasına aşk derecesinde inanacak, iman edecek, âşık olacak; bir delikanlının bir kızcağıza aşık olduğu gibi.

Evvela davasına aşık olacak ondan sonra da kendisinin gerçek bir dava adamı olduğuna inanacak. Biz de diyoruz ki, bir kimse eğer davasına gereği gibi inanmışsa, davasının hak olduğuna, haklı olduğuna inanmışsa, kürsüye çıktığı zaman ruhuyla, bedeniyle inanarak konuşması lazım.

Yani bütün tüyleri dikenlenecek, meseleler anlatıldığı zaman adeta, maddesiyle-manasıyla, bedeniyle, ruhuyla inanmış ve yüzde yüz biz haklıyız diyerek ve kendisi de dava adamı olarak meseleleri karşı tarafa aktarması lazım. Hepiniz davayı anlayacaksınız, anlamışsınız, anlamanız lazım!..
Böyle çekinmeyeceksiniz, böyle birisiyle münazaraya girdiğiniz zaman -biz de zaten cedelleşme yok- davaya inanmış olarak, dört elle sarılacaksınız. Bir masa mı kalkacak. Eğer parmağının ucuyla tutuyorsa o davayı gereği gibi anlayamamış.

Dört eliyle sımsıkı tutup kaldırıyorsa, işte o zaman davayı anlamış, dava adamı olduğunu bilirsiniz. Bu şekilde anlatacaksınız: „Davamız yüzde yüz haklı!“ Yani şu takib edilen metod, usul ne derseniz deyiniz çeşitli lisanlarla, yüzde yüz doğrudur, haktır. Şahıslarda hata olabilir, eksiklik olabilir, ama takip edilen yol haktır, bunun dışında kalanların hepsinin eksiği-gediği vardır, yanlışı vardır. Ve elhamdülillah açık açık söylüyoruz. Elli küsur kuruluş var Türkiye’de ve burada.

Rahmetli Halife’miz zamanında tesbit etmişti. Elli hareketin gidişatı yanlış, biri doğru olacak, haklı olacak. O da kimdir söyleyin bakalım? Elhamdülillah biziz işte! Hilâfet Devleti’nin erleri ve kurmaylarının takip ettiği yoldur. Onlar diyemiyorlar, hiç birisi yüzde yüz doğrudur diyemiyorlar. Kendilerinin kusurlarını, eksiklerini örtbas etmek için ne diyorlar: „Birbirimizi hoş görelim!“ Adam içki içecek, faiz yiyecek, hanımını açık gezdirecek, ondan sonra da hoşgörülü olacak.

Böyle bir din yok! Böyle bir dini Allah göndermemiş! Böyle bir dini de Hz. Muhammed tebliğ etmemiştir! Allah dini tastamam etmiş ve tamamlamış, şu Ümmet-i Muhammed’e teslim etmiş. Onun için Ümmet-i Muhammed ne yapacak? Din-i Mübinin tümüne sahip çıkacak ve biz tümüne talibiz. Yani biz, dinin öyle bir kısmını veya iki kısmını alıp diğerlerini bırakmış değiliz, tümünü almışız.
Dinin dört bölümü vardır: İtikadât, ibadât, muamelât (devlet işleri) bir de ukûbat (ceza) bölümü. Bu dört direğin üzerine kurulacak bina sağlam olur. İşte o bina din binası ismini alır.

Birini almadığın zaman yıkılır, çöker. Onun için yarım dinlilere, laik kafalılara, yanlış dinlilere yani yahudi ve hıristiyanlara, batıl metodlarla hareket eden particilere, cihadı zikirden ayıran tekkecilere, Allah’ı inkâr eden ateistlere bir bir tebliğ edeceksiniz.

Nasıl İmam-ı Gazali, içinde yaşadığı Dehriler, tasavvuf ehlini, kelamcıları, felsefecileri (onların takip etmiş olduğu yolları, usulleri bir bir öğrenerek) onları davet ediyor: „Geliniz ey ateistler, Allah’ı inkâr edenler! Münazara yapalım, tasavvufa bir takım insan kafası karışmış. Tabiri caizse tuttuğunu yere yatırıyor.“
Şimdi meydan sizde. İmam-ı Gazali gibi evvela ilme çalışacaksınız. Zamanın Nursiler’ini, Süleymaniler’ini, kemalistleri, ateistleri, ehl-i kitabın sırtını bir bir yere getireceksiniz. Zaten onlar korkularından karşınıza çıkamaz. Biliyorlar hemen mağlub olacaklarını, yanaşmıyorlar, yanaşamazlar. Neden? Tuttukları dallar çürük, gitmiş oldukları yolları yanlış. Onun için çıkamazlar, ne hocası çıkıyor, ne hacısı, ne lideri, ne şeyhi. Hiç birisi çıkamıyor ama dipde köşede bol bol konuşuyorlar.
Fakat elhamdülillah öyle bir inanca sahipsiniz ki, „Şirke hayır, Tevhid’e evet!“ demişsiniz. Yeryüzünde en büyük hastalık olan şirk hastalığıdır. Başta Anadolu toprakları olmak üzere bugün revaçta olan demokrasi hastalığıdır. İstisnalar kaideyi bozmaz, İslam âleminin tümüne sızmış. Onun için hastalıktan kurtarmak lazım o insanları. Tedavisi nedir? Tevhid inancı! „İni'l-hükmü illa lillah“ = Hâkimiyyet kayıtsız ve şartsız Allah’ındır!" dedi mi o, şirk hastalığından kurtulmuş olur. Mülk Allah’ın, yeryüzü Allah’ın, insanlar da Allah’ın kulları. Allah’ın mülkünde Allah’ın sözü geçerlidir.

Allah’ın kulları da yeryüzünün her tarafında Allah’a kulluk vazifelerini yerine getirecek. Kimsenin bir şey demeye hakkı yok. Dinimizi yaşamak, inancımızı yaşamak ve müslümanlara yaşatmak en tabii hakkımız. Evvela kendimiz yaşayacağız, sonra müslümanlara anlatacağız, yaşatacağız. Nerede bir müslüman varsa orada mutlaka İslam vardır. Kimsenin kızmaya, müdahale etmeye hakkı yoktur. Avrupa’da müslümanlar var. Müslümanın olduğu yerde mutlaka İslam vardır.

Biz ne yapıyoruz? İslam’ın gerçeklerini müslümanlara anlatmaya çalışıyoruz. Hz. Ali’nin ifadesine göre, Muaz b. Cebel’in ifadesine göre hakkın etrafında toplandın mı artık cemaatsın, velev ki bir kişi de olsan. Halbuki Arapça’da cemi, üç ve daha fazla kişiden olur. Sen haklı mısın, hakkın etrafında mı toplandın, bir kişi de olsan sen cemaatsın. Onun için sayımız azdır demiyeceksiniz. Kemiyetten ziyade keyfiyet mühimdir. Haklı mıyız, hakkın etrafında bir cemaat mıyız artık sayıya bakmayacağız.

Batılın etrafında yer alırsan, toplanırsan ona da cemaat denmez, tefrika denir yine Hz. Ali’nin ifadesine göre. Misal verecek olursak batıla, tefrikaya particiler işte. Batılın etrafında toplanmışlar, onlar birer fırkadır cemaat denmez. Hakkın etrafında toplanan cemaat, işte bu cemaattır, hem de tek olan bir cemaatsınız evelAllah.
Hilâfet Devleti’siniz zaten, yeryüzünde teksiniz, her yönüyle teksiniz. Kılık-kıyafetinize de dikkat edeceksiniz. Bazı başı açıklar görüyorum. Sarık sünnet’tir. Sarık, âlâmet-i farikadır. Senin deden sarık yüzünden idam edildi. Rahmetli dedemi, yüzbaşı atın üstünde sürüdü kasabaya kadar, bu nedir, sarık takıyorsun, diye. Erzurum’da rivayetlere göre 17 tane hoca sarık yüzünden idam edilmiş.

Bu bilinen, daha bilinmeyen nice alimler Konya’da, Anadolu’nun diğer yerlerinde idam edilmiş. Elin kâfiri, gavur şapkasını giyeceksin demiş ve giymeyenlerini bir bir idam ettirmiş. Vallahi, billahi bu Peygamber sünneti’ni yapmazsak, başta Peygamber olmak üzere ecdadımız davacı olur. Onun için sarıktan korkmıyacaksınız. Size manevî bir güç getirir. Başı açık gezme yok. Peygamber hiç başı açık gezmemiş, biz araştırdık bulamadık.

Bulan varsa getirsin göstersin bize, gözümüze soksun o ibareyi. Ya sarık giymiş, ya da sarıksız takke. Onun için sarık nedir? Miğferdir. Siz askersiniz, sarığınız miğfer olacak, kefeniniz olacak. Onun için bölge gençlik emirleri, hocalar sakallı, sarıklı ve cübbeli olacaklar. Sakalsız biz kimseye görev vermiyoruz.

Onun için elhamdülillah bu davanın erleri sarıklı, cübbeli. Kadınlar da asker sizler de askersiniz. 7’den 70’e herkes askerdir! Onların kıyafeti çarşaf, sizinki sarık ve cübbe.
Sizin sarığınızdan korkuyor kemalistler. Rahmetli Halife’mizin cenazesinde yaşadınız; kardeşler polislere diyorlar İstanbul’da Mahmud Efendi'ler vs. onların adamları da sarıklı, cübbeli geziyorlar onlara niye müdahale etmiyorsunuz da bize müdahale ediyorsunuz?
„Sizin sarığınız başka“ diyorlar, „Sizin sarığınızdan korkulur, bu rejimi deviren, yıkan, alaşağı eden sizlersiniz!“ diyorlar.
Ne Mahmud Efendiler, ne Esad Çoşanlar, ne Fethullah Gülenler... bunlardan kemalist rejim korkmuyor, bilakis onlara yardım ediyor. Esas bunların boynunu vurmak lazım. Siz bir fiil harekete geçtiğiniz zaman iki camia sizin karşınıza dikilecek: Biri Diyanet camiası, diğeri de Refah camiası. Onları önünüze katacaksınız silip, süpürüp tarihin çöplüğüne atacaksınız. Bugün rejim sizden korkuyor!
Askeriyeden atılan subaylara çağrı yaptık. Bırakın o kemalist orduyu, kızılordudan daha beter olan dinsiz orduyu bırakın. Allah ordusunun erlerinin ve kurmaylarının bulunduğu camiaya katılın, hem dünyanız kurtulsun, hem de ahiretiniz. Böylece onlara da çağrı yapıp onları da o zalimlerin elinden kurtarmaya çalışmaktayız. Geliniz, biz orduyuz, askeriz. Erkân-ı Harbiye-i Umumiye dairemiz vardır. Onun için kendinizi küçük addetmeyiniz, bizim sayımız nedir demeyin. O kâfirler de biliyorlar, diyorlar ki, şuurlu ve azimli gruplar galib gelirler. Tarihte de böyle olmuş.
Bu hareket 15 seneden beri nice badireler atlattı. Fakat elhamdülillah camii tıklım tıklım doldu. Bu hareketi hacılar, hocalar, hekimler, doktorlar durduramadı! Kim bu harekete kem gözle bakarsa, Allah onun gözünü kör eder ve etmiştir. Ne kelli-felli insanlar katıldı bu kervana, elhamdülillah yok oldu gittiler, fakat halis-muhlis, samimi, cesaretli, saf süzülmüş sizler kaldınız işte.

Onun için dua edin, gece-gündüz dua edelim de „Ya Rabb’i ayağımızı kaydırma! Akşamdan mü’min olarak giriyor yatağa, sabaha kâfir olarak çıkıyor yataktan. Bunun da tersi var. Onun için Ya Rabb’i bu yolda canımızı al da yamukluk yaptırma!“ Yamukluk çok kötü. Onun için hep beraber kalbimizi yoklayacağız, yatağa girmeden evvel kalbimizi, içimizi yoklayacağız ona göre yatağa gireceğiz. Sonra da, „Ya Rabb’i bizi nasıl girdiysek o halde kaldır!“ diye de dua yapalım.
Sarık, cübbe, kılık-kıyafet ve misvak da kullanmalısınız. Misvak yüzünden Mısır’ın fethi gecikiyor hikâyeyi bilirsiniz. Onun için Allah erlerinin ve kurmaylarının vasıflarından birisi de cebinde misvak olacak, tesbih olacak... Bunlar mühim! İnsan az şeyden kazanır, az şeyden kaybeder...
Ve selamün alel Mürselin vel hamdü lillahi Rabb’ilâlemin!..
 
Üst Ana Sayfa Alt