“Mü’minler, sırf Allah’a dayanıp güvensin!” (İbrahîm, 11)
Tevekkül, lügat mânâsıyla, ‘işi başkasına ısmarlamak’ demektir. Geniş ve ıstılâhî mânâda ise; sebeplere mürâcaat edip onlara riâyet ettikten sonra ve kendine âit vazifeyi yaptıktan sonra, neticenin hayırlı olmasını, kudreti sonsuz olan Allah’tan dilemek ve neticenin mâhiyetini O’na bırakmaktır.
Tevekkül; Yüceler Yücesinin küllî iradesine tam teslim olmak, sonsuz kudretine tam îtimat etmek, engin rahmetinden tam emin olmak, üstün izzetine tam güvenmek, geniş hikmetini tam kabullenmek, ihatalı ilmini tam bilmek, her şeyden haberdar olduğunu tam hissetmek ve tesirli hükmün sadece O’na âit olduğunu bilip hükmüne tereddütsüz boyun eğmektir.
İnsan, fıtraten çok zayıf, zayıf olduğu kadar da nihayetsiz şeylere muhtaç bir varlıktır. Her şeyi arzular, her şeyi sever. Fakat ne arzu ettiklerini her vakit elde edebilir, ne de sevdiklerine tam olarak nâil olabilir. Öyleyse böyle bir varlık, mutlaka her şeye gücü yeten, her şeyi elinde bulunduran birine dayanmak zorundadır. Bu zorunluluğu, iliklerine kadar rûhunda hisseden insanın, Cenâb-ı Hakk’ın kudretine dayanmaktan başka çaresi yoktur.
İnanan insanların, inandıkları ölçüde imtihanları da ağır ve çeşitli olacaktır. İçten ve dıştan düşmanları en amansız saldırılarını yapacaktır. Böyle bir varlığın; isteklerini yerine getirecek, korktuklarından emin kılacak, kendisine yetecek birine sığınması zaruridir. Allah (cc) meâlen şöyle buyuruyor: “Kim Allah’a tevekkül ederse, O ona yeter.” (Talak, 3) “Kuluna Allah yetmez mi?” (Zümer,36) Bir kutsi hadiste de Cenâb-ı Hakk; “Kulum beni nasıl tanıyorsa, ben ona öyle muamele ederim.” buyuruyor. Yani, Allah’ı güçlü, inayetli, merhametli bilerek, işlerini Allah’a ısmarlayan, O’na güvenen, ve O’na dayanan insanı Allah zayî etmeyecektir.
Tevekkülün içinde ve mânâsında ciddi bir huzur, sürekli bir rahatlık vardır. O’nun içindir ki, başta Resûlullah olmak üzere, bütün evliyâ, asfiyâ ve diğer kâmil insanlar; rahatı, huzuru, tevekkülde bulmuşlar ve hep onu tavsiye etmişlerdir. Hatta bazıları, kendi iradesinden tamamen sıyrılarak, her şeyiyle Allah’ın iradesine sığınmış ve gerçek rahatı ve huzuru yakalamışlardır.
Tevekkülün neticesi, Allah’ın kefilliğini, vekilliğini, veliliğini kazanmaktır. Kur’ân bize bu hakikati meâlen şöyle haykırıyor: “Sen Allah’a tevekkül et, vekil olarak Allah yeter.” (Ahzab,3) “Allah’a dayanan kimse şüphesiz istikamet yoluna iletilmiş demektir.” (Âl-i İmran, 101)
TEVEKKÜL VE SEBEPLER
Tevekkül; esbap dairesinde eksiksiz sebeplere riâyet edip, sonra da Kudreti Sonsuz’un üzerimizdeki tasarrufunu beklemektir ki, iki adım ötesi, teslim mertebesidir. Birkaç adım ötede de her şeyi bütün bütün Allah’a havâle edip, yine her şeyi O’ndan bekleme makamı sayılan tefviz gelir. Tevekkül, hiç bir zaman, çalışmayı ve sebebe sarılmayı terkedip, “Allah’ın dediği olur” diyerek kenara çekilmek değildir. Biz sebepler âleminde yaşıyoruz. Bu dünyada her şey sebepler neticesinde husûle gelmektedir. Bizler de bu âlemin düsturu olan sebeplere riâyet etme mecburiyetindeyiz.
“DUÂNA KATRAN KAT!”
Yaşlı bir kadının biricik devesi uyuz olmuştu. Ölürse bütün işleri altüst olacak, bağına, bahçesine giderken eşyasını yükleyecek vasıtadan mahrum kalacaktı. Bunun için günlerce düşünmüş, bir tedbir hatırına gelmemişti. Durmadan duâ ediyor, devesini kurtarmasını Allah’tan diliyordu. Bir gün yine kıra çıkardığı devesinin ot yemeyip, su içmediğini, iskelet haline geldiğini görünce üzüntüsü bir kat daha arttı, başladı ağlamaya. Hem ellerini açmış duâ ediyor, hem de durmadan ağlıyordu. İşte bu sırada Peygamberimiz, ashâbıyla birlikte oradan geçmekteydi.
Yaşlı kadının ağladığını görünce sordu: “Ey Allah’ın kulu, niçin gözyaşı döküp ağlıyorsun?” Kadın titrek sesle cevap verdi: “Niçin olacak, dedi, devem için. Devem benim her şeyim. Ya ölürse halim ne olur? Yakalandığı hastalıktan kurtarması için Rabbime günlerdir el açıp duâ ediyorum, fakat bir türlü kabul edilmiyor.” Tebessüm eden Peygamberimiz şöyle cevap verdi: “Kabul olmasını istiyorsan duâna biraz da katran kat, katran!” Kadın düşünmeye başladı. Ne demekti duasına katran katmak? Nihayet anlar gibi oldu. Bu defa gidip komşulardan katran bulan kadın, uyuz devesine önce iyice bir katran sürdü. Bundan sonra da ellerini açıp duâya başladı. Katranla uyuz sivilcelerindeki mikroplar tümüyle ölmüş, böylece deve uyuzdan kurtulmuştu.
TEVEKKÜLDE EMNİYET VARDIR
İnsan, kendinin sahibi değildir. Onun sahibi Allah’tır. Öyleyse, insan kendi yükünü çekme zahmetinden kurtulmalı, her şeyi esas sahibine vermelidir. Bu da O’na imanla, kadere rıza göstermekle ve O’na tam teslim olmakla mümkündür. Tevekkül eden, bütün korkulardan emin olur. En zor anlarda bile Allah’a olan imanı ve tevekkülü sayesinde sahil-i selâmete çıkar ve kurtulur.