Allahın kanunu,insanların kanunu
Fikirler ve ideolojiler yaşandığı sürece canlılık kazan*makta, olumlu veya olumsuz yönleri yaşandığı zaman or*taya çıkmaktadır. Birçok beşeri ideoloji kitap sayfalarında, seminerlerde ve konferanslarda insanlara cazip gelmesine rağmen, bu ideolojiler yaşandığı zaman çarpıklık ve tezat*ları günyüzürıe çıkmaktadır. Tabi ki bu 'durum, hak ve doğru görüşler için de geçerlidir. Teori düzleminde tartışılabilen birçok doğru, pratiğe geçirildiği zaman tartışılmaz gerçekliğini kabul ettirebilmektedir.
Bu genel yaklaşımı dikkate alarak hırsızlık meselesine İslami ve gayriislami müdahalelerin neticesine bakmamız gerekecektir. Çünkü söylediğimiz ve belirttiğimiz gibi teorile*rin veya görüşlerin en güzel sağlaması, bu görüşlerin pra*tikteki neticeleriyle mümkündür.
İslam'ın hakim olduğu geçmiş toplumlarda hırsızlık olayının çok nadir olduğuna; verilen ahlaki öğreti ve kıs*men de olsa gerçekleştirilen sosyal adalet ile hırsızlık ne*denlerinin ortadan kaldırıldığına; 200-300 yıl gibi bir za*man diliminde sadece birkaç el kesildiğine ve buna mukabil toplumun mal ve can güvenliğinin sağlandığına, tarih şahitlik etmektedir. Mesela Kanuni döneminde İstan*bul'u gezmeye gelen batılı bir bilimadamı, İslam'da hırsızların elinin kesildiğini bildiği için İstanbul'da birçok elsiz kim*seyle karşılaşacağını zanneder. İstanbul halkının yüzüne bakmadan önce eline bakan fakat tek bir elsiz kimseyle karşılaşmayan bu insan, duyduğu şaşkınlığı hatıratına yaz*mış ve açık bir belge olarak tarihe maletmiştir.
Çağımızdaki beşeri hukukun neticelerine gelince, sa*dece bir gözümüzü açarak etrafımıza ve dünyaya bakma*mız yeterli olacaktır. Zaten bu konuda karşılaşılan gerçeği, resmi makamlar da gizlemeye gerek duymadan ifade edebilmektedirler. Mesela İslam'a ve İslami hükümlere düşman olan İngiltere yönetimi, kendi ideolojisine göre bir hukuk sistemi ortaya koymuş ve bu hukuk sistemiyle suç oranları*nın azalacağını ileri sürmüştür. Ne var ki İngiltere'nin 1982 yılma ilişkin yaptığı resmi beyanda; bir yıl içinde sa*dece dosyalara geçen suç olayının birmiiyondokuzyüzbin olduğu bildirilmekte ve bu suçların birmilyondan fazlasını hırsızlık teşkil etmektedir. Silahlı hırsızlık olayında ise aynı yıl içinde 400'e yakın İngiliz vatandaşı öldürülmüştür.
İslami hükümlerin pratik neticesiyle, beşeri hukukun pratik neticesine ait bu iki kısa örneği verdikten sonra, meseleye sadece merhametle yaklaşan günümüz insanına şunları sormak istiyoruz.
Üçyüz yılda birkaç elin kesilmesine mi acıyalım, yoksa bir yılda üçyüzden fazla olan ölümlere mi? Cüzdanı için boğazı kesilen adamcağız, bilezikleri için kolu kopanlan kadıncağız, merhamete daha layık değil mi?
Hem bu durumları önleyici ve hem de merhamete dayalı bir tercih yapmamız gerekirse, tercihimiz hangi yön*de olmalıdır?
Hiçbir suçları olmayan bu masum insanlara mı mer*hamet etmemiz gerekir, yoksa ahlaki, sosyal ve ekonomik önlemlere rağmen yine de başkasının hakkına uzandığı için kesilen ele mi?
Bir insanın yaşatılması için gerekirse vücudunun yarı*sını kesmek tıbben doğru bir yaklaşım oluyor da, hırsızlığa ve hırsızlık yönelişine kurban giden yüzlerce insanı yaşat*mak için birkaç el kesilmesi yanlış mı oluyor?
Tıbda doğru olan bu yaklaşım, sosyal hukukta yanlış mı?
Evet, İslam'ın hırsızlığa ve hırsıza yaklaşımıyla ilgili bu çok kısa açıklamayı yaptıktan sonra,
artık sözü, “Şeriat İnsanların elini kesiyor” diyerek çı*ğırtkanlık yapanlara bırakıyoruz, İslam'ın sosyal adaleti ve bu adaleti sağlayan evrensel hükümleri konusunda zaten bir şey söyleyemiyorsunuz. İslam'ın günümüzde yaşanabilirliği konusunda en çok yadır*gadığınız, en çok suistimal ettiğiniz hırsızlık vakıasına karşı ise İslam'ın genel yaklaşımı kısaca bu şekildedir.
İslam'ın ve beşeri ideolojilerin meseleye nasıl yaklaştı*ğını dikkate alarak, bu adil yaklaşımı nasıl reddedebileceği*nizi ve kendi yaklaşımlannızı nasıl savunabileceğinizi söyle*yin artık!.
Teori ve pratik düzleminde söyleyeceklerinizi, hem biz ve hem de yıllardır aldattığınız bu insanlar dinlemek istiyor.
Konuşacak bir şeyiniz varsa, konuşun lütfen!..
Bizlerin ise İslam'ın evrenselliği konusundaki son sö*zümüz yine aynıdır. İslam, bütün bir insanlık için evrensel bir dindir. Geçmişte yaşandığı gibi günümüzde de, gele*cekte de yaşanabilecek bir dindir, İslam dininde beyan edi*len mutlak hükümler, kıyamete kadar bütün bir insanlığı zulümlerden kurtarabilecek; mal, can, , nesil ve din gü*venliğini sağlayarak adaleti gerçek manada tesis edecek hükümlerdir.
Ayrıca şu hususunda belirtilmesi gerekir ki, İsiam hu*kuku genel itibariyle dogmatik değildir. Zamana ve meka*na göre değişebilen birçok meselede pratikle ilgili hüküm*ler, değişebilen bu şartlar ve İslami dünya görüşü dikkate alınarak belirlenir. Şanı yüce Rabbimiz müslüman alimleri*ni bu gibi meselelerde, beili sınır taşlannın dikkate alınma*sı kaydıyie zaten muhayyer bırakmıştır. Mesela zamanımızdaki İslam ekonomisi, hiç şüphesiz ki Medine İslam Devletinin ekonomisinden çok daha gelişmiş olacaktır. An*cak bu gelişme, başına buyruk veya bazı zümrelerin men*faatini gözetebilecek bir gelişme değil, yine İslam'ın ekono*miyle ilgili temel esaslarından hareket edilerek meydana gelecek bir gelişmedir. Bu temel esaslardan sapmak de*mek, adaletten sapmak veya diğer bir deyişle zulme yönel*mek demektir. Çünkü insan ve toplum gerçeğini hakkıyle bilen Rabbimizin beyan ettiği bu temel esaslar, hangi ko*nuda olursa olsun zamana ve mekana göre değişmeyecek olan evrensel esaslardır.
Sosyal ve ekonomik adaletin gerekliliği, nasıl ki za*mana ve mekana göre değişmeyecek olan evrensel bir gereklilikse işte bu evrensel gerekliliği tesis edecek olan temel esaslar da, aynı şekilde evrensel esaslardır.
Evrensel olan yüce İslam dininin, yine evrensel olan temel esaslandır
Fikirler ve ideolojiler yaşandığı sürece canlılık kazan*makta, olumlu veya olumsuz yönleri yaşandığı zaman or*taya çıkmaktadır. Birçok beşeri ideoloji kitap sayfalarında, seminerlerde ve konferanslarda insanlara cazip gelmesine rağmen, bu ideolojiler yaşandığı zaman çarpıklık ve tezat*ları günyüzürıe çıkmaktadır. Tabi ki bu 'durum, hak ve doğru görüşler için de geçerlidir. Teori düzleminde tartışılabilen birçok doğru, pratiğe geçirildiği zaman tartışılmaz gerçekliğini kabul ettirebilmektedir.
Bu genel yaklaşımı dikkate alarak hırsızlık meselesine İslami ve gayriislami müdahalelerin neticesine bakmamız gerekecektir. Çünkü söylediğimiz ve belirttiğimiz gibi teorile*rin veya görüşlerin en güzel sağlaması, bu görüşlerin pra*tikteki neticeleriyle mümkündür.
İslam'ın hakim olduğu geçmiş toplumlarda hırsızlık olayının çok nadir olduğuna; verilen ahlaki öğreti ve kıs*men de olsa gerçekleştirilen sosyal adalet ile hırsızlık ne*denlerinin ortadan kaldırıldığına; 200-300 yıl gibi bir za*man diliminde sadece birkaç el kesildiğine ve buna mukabil toplumun mal ve can güvenliğinin sağlandığına, tarih şahitlik etmektedir. Mesela Kanuni döneminde İstan*bul'u gezmeye gelen batılı bir bilimadamı, İslam'da hırsızların elinin kesildiğini bildiği için İstanbul'da birçok elsiz kim*seyle karşılaşacağını zanneder. İstanbul halkının yüzüne bakmadan önce eline bakan fakat tek bir elsiz kimseyle karşılaşmayan bu insan, duyduğu şaşkınlığı hatıratına yaz*mış ve açık bir belge olarak tarihe maletmiştir.
Çağımızdaki beşeri hukukun neticelerine gelince, sa*dece bir gözümüzü açarak etrafımıza ve dünyaya bakma*mız yeterli olacaktır. Zaten bu konuda karşılaşılan gerçeği, resmi makamlar da gizlemeye gerek duymadan ifade edebilmektedirler. Mesela İslam'a ve İslami hükümlere düşman olan İngiltere yönetimi, kendi ideolojisine göre bir hukuk sistemi ortaya koymuş ve bu hukuk sistemiyle suç oranları*nın azalacağını ileri sürmüştür. Ne var ki İngiltere'nin 1982 yılma ilişkin yaptığı resmi beyanda; bir yıl içinde sa*dece dosyalara geçen suç olayının birmiiyondokuzyüzbin olduğu bildirilmekte ve bu suçların birmilyondan fazlasını hırsızlık teşkil etmektedir. Silahlı hırsızlık olayında ise aynı yıl içinde 400'e yakın İngiliz vatandaşı öldürülmüştür.
İslami hükümlerin pratik neticesiyle, beşeri hukukun pratik neticesine ait bu iki kısa örneği verdikten sonra, meseleye sadece merhametle yaklaşan günümüz insanına şunları sormak istiyoruz.
Üçyüz yılda birkaç elin kesilmesine mi acıyalım, yoksa bir yılda üçyüzden fazla olan ölümlere mi? Cüzdanı için boğazı kesilen adamcağız, bilezikleri için kolu kopanlan kadıncağız, merhamete daha layık değil mi?
Hem bu durumları önleyici ve hem de merhamete dayalı bir tercih yapmamız gerekirse, tercihimiz hangi yön*de olmalıdır?
Hiçbir suçları olmayan bu masum insanlara mı mer*hamet etmemiz gerekir, yoksa ahlaki, sosyal ve ekonomik önlemlere rağmen yine de başkasının hakkına uzandığı için kesilen ele mi?
Bir insanın yaşatılması için gerekirse vücudunun yarı*sını kesmek tıbben doğru bir yaklaşım oluyor da, hırsızlığa ve hırsızlık yönelişine kurban giden yüzlerce insanı yaşat*mak için birkaç el kesilmesi yanlış mı oluyor?
Tıbda doğru olan bu yaklaşım, sosyal hukukta yanlış mı?
Evet, İslam'ın hırsızlığa ve hırsıza yaklaşımıyla ilgili bu çok kısa açıklamayı yaptıktan sonra,
artık sözü, “Şeriat İnsanların elini kesiyor” diyerek çı*ğırtkanlık yapanlara bırakıyoruz, İslam'ın sosyal adaleti ve bu adaleti sağlayan evrensel hükümleri konusunda zaten bir şey söyleyemiyorsunuz. İslam'ın günümüzde yaşanabilirliği konusunda en çok yadır*gadığınız, en çok suistimal ettiğiniz hırsızlık vakıasına karşı ise İslam'ın genel yaklaşımı kısaca bu şekildedir.
İslam'ın ve beşeri ideolojilerin meseleye nasıl yaklaştı*ğını dikkate alarak, bu adil yaklaşımı nasıl reddedebileceği*nizi ve kendi yaklaşımlannızı nasıl savunabileceğinizi söyle*yin artık!.
Teori ve pratik düzleminde söyleyeceklerinizi, hem biz ve hem de yıllardır aldattığınız bu insanlar dinlemek istiyor.
Konuşacak bir şeyiniz varsa, konuşun lütfen!..
Bizlerin ise İslam'ın evrenselliği konusundaki son sö*zümüz yine aynıdır. İslam, bütün bir insanlık için evrensel bir dindir. Geçmişte yaşandığı gibi günümüzde de, gele*cekte de yaşanabilecek bir dindir, İslam dininde beyan edi*len mutlak hükümler, kıyamete kadar bütün bir insanlığı zulümlerden kurtarabilecek; mal, can, , nesil ve din gü*venliğini sağlayarak adaleti gerçek manada tesis edecek hükümlerdir.
Ayrıca şu hususunda belirtilmesi gerekir ki, İsiam hu*kuku genel itibariyle dogmatik değildir. Zamana ve meka*na göre değişebilen birçok meselede pratikle ilgili hüküm*ler, değişebilen bu şartlar ve İslami dünya görüşü dikkate alınarak belirlenir. Şanı yüce Rabbimiz müslüman alimleri*ni bu gibi meselelerde, beili sınır taşlannın dikkate alınma*sı kaydıyie zaten muhayyer bırakmıştır. Mesela zamanımızdaki İslam ekonomisi, hiç şüphesiz ki Medine İslam Devletinin ekonomisinden çok daha gelişmiş olacaktır. An*cak bu gelişme, başına buyruk veya bazı zümrelerin men*faatini gözetebilecek bir gelişme değil, yine İslam'ın ekono*miyle ilgili temel esaslarından hareket edilerek meydana gelecek bir gelişmedir. Bu temel esaslardan sapmak de*mek, adaletten sapmak veya diğer bir deyişle zulme yönel*mek demektir. Çünkü insan ve toplum gerçeğini hakkıyle bilen Rabbimizin beyan ettiği bu temel esaslar, hangi ko*nuda olursa olsun zamana ve mekana göre değişmeyecek olan evrensel esaslardır.
Sosyal ve ekonomik adaletin gerekliliği, nasıl ki za*mana ve mekana göre değişmeyecek olan evrensel bir gereklilikse işte bu evrensel gerekliliği tesis edecek olan temel esaslar da, aynı şekilde evrensel esaslardır.
Evrensel olan yüce İslam dininin, yine evrensel olan temel esaslandır