Anlaşmazlık ve İhtilafların Çözümü İçin Belli Bir Hakem ve Merci Üzerinde İttifağın Sağlanması
Zira her grubun, diğer gruptan farklı olarak, kendisine göre bir hakemi, ölçüleri ve ihtilaflar halinde kendisine müracaat ettikleri mercisi olduğu sürece; birbirleriyle ihtilaflı ve kavgalı olan gruplar arasında farklı taraflara yönelişi durdurmak, ittifak ve birliği sağlamak mümkün değildir. Bu nedenle Allah yolunda amel eden ihlaslı Müslümanların, herşeyden önce, ihtilafa düşmelerine ve ayrılmalarına sebep olan bütün konuları kendisine iletebilecekleri, ortak bir hakem ve merci üzerinde anlaşmaları gerekir. Daha sonra ise, üzerinde anlaşmaya vardıkları bu merci tarafından verilen karar ve hükümlere, hiçbir itirazda bulunmadan teslimiyet göstermelidirler.
İslam’da, bütün işler hakkında üzerinde ittifak edilmesi gereken hakem; özellikle kendilerinde birçok hayır ve fazilete tanıklık edilen, ilk üç asırdaki salih selefin anlayışının ışığında ele alınması gereken Kur’an ve Sünnet’tir.
Belirttiğimiz bu “Hakem” konusunda bir çok deliller vardır. Allahu Teala şöyle buyurur: “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygambere ve sizden olan emir sahiplerine de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -Allah’a ve ahirete gerçekten iman ediyorsanız- onu Allah’a ve Rasulü’ne götürün; bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha iyidir.”[10] Bir işi Allah ve Rasulüne götürmek, Kitap ve Sünnete müracaat etmek ile olur.
Bu ayetin delalet ettiği şeylerden biri de; dünyevi ve dini işlerde, Müslümanlar arasında ihtilafa sebep olma ihtimali olan herşeyin cevabının ve çözümünün Kitap ve Sünnette bulunuyor olmasıdır. Allahu Teala’nın, bizi yönlendirdiği ve tartıştığımız meselelerde kendisine başvurmamızı istediği hakemde ve kendisine muhakeme olmamızı istediği mercide, tartışmalı olduğumuz konu için yeterli bir çözümü bulamamamızın imkanı yoktur ve böyle bir şeyin olmasından da Allahu Teala’yı tenzih ederiz...
Yine bu ayet delalet etmektedir ki, üzerinde ayrılığa düştüğümüz meseleleri Allah’a ve Rasulüne döndürmemiz, imanın gereklerinden ve sıhhatinin şartlarındandır. Bunun olmaması halinde iman da olmaz.
İbnu’l-Kayyım Rahimehullah şöyle der: “Allahu Teala bunu, imanın gereklerinden kılmıştır. Bunun olmaması halinde iman da olmaz.”[11]
Bunun delillerinden biri de Allahu Teala’nın şu sözüdür: “Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.”[12]
İbnu’l-Kayyım Rahimehullah şöyle der: “Allahu Teala insanların; usul, fürû, şer’i hükümler, uhrevî hükümler ve karşılaşmış oldukları diğer meselelerde Allah’ın Rasulünü hakem olarak tayin etmedikçe, imanlarının olmadığına, mukaddes zatına andederek yemin ediyor. Tek başına, Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem hakem olarak tayin edilmesi de imanın isbatı açısından yeterli değildir. Bununla birlikte içlerinden de hiçbir sıkıntı duymamaları gerekir. İçlerinde sıkıntı duymaları, kişinin gerek Rasulullah’a Sallallahu Aleyhi ve Sellem hükmolunmaktan dolayı ve gerekse onun vereceği hükümden dolayı göğsünün daralmasıdır. Dolayısıyla Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem hükmüne bütün açıklığıyla göğüslerini açmaları, tam olarak onu kabul etmeleri ve bundan razı olmaları gerekir. Onun hükmüne itiraz etmeden, tam bir kabul ve teslimiyet ile yönelmedikçe, iman etmiş olmazlar.”[13]
Allahu Teala şöyle buyurur: “Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber’in sesinden fazla yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber’e yüksek sesle bağırmayın. Öyle yaparsanız, siz farkına varmadan amelleriniz boşa gider.”[14]
Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem vefatından sonra, sesleri onun sesinden fazla yükseltmek, onun sünnetinin önüne geçip, söz ve anlayışları onun sözlerine tercih etmekle olur.
İbnu’l-Kayyım Rahimehullah şöyle der: “Onların seslerini yükseltmeleri, amellerinin boşa gitmesinin nedenidir. O halde görüşlerini, akıllarını, zevklerini, siyasetlerini ve bilgilerini, nasıl olur da Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem getirdiğinin üzerine yükseltirler. Bunu yapmaları, amellerinin boşa gitmesini evleviyatla gerektirmez mi?!”[15] Kişinin ameli ancak küfür ile boşa gider...
Kitap ve Sünnete bağlılık, salih selefin Kitap ve Sünnetin nassları hakkındaki anlayışına uygun olmalıdır. Bu ise değişik yönlerden olur. Şöyle ki:
Kitap ve Sünnetin nassları bize, salih selefin ve özellikle de sahabenin Radıyallahu Anhum vahyin nassları hakkındaki anlayışlarına bağlı kalmamızı gerekli kılmaktadır.
Allahu Teala şöyle buyurur: “Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra, kim Peygamber’e karşı çıkar ve mü’minlerin yolundan başka bir yola giderse, onu o yönde bırakırız ve cehenneme sokarız; o ne kötü bir yerdir.”[16]
İnsanlar arasında, ayette geçen “mü’minler” sıfatına en layık olanlar; sahabe Radıyallahu Anhum ve onların siret ve sünnetlerine bağlı kalan sonrakilerdir.
Ayet şuna delalet etmektedir ki, sahabeden Radıyallahu Anhum ayrılık ve onların yol ve menhecleri dışında başka bir yola ve menhece bağlılık; Rasulullah’tan Sallallahu Aleyhi ve Sellem ayrılık demektir. Bu ise Allahu Teala’nın rahmetinden uzaklaşmayı ve azabı gerektirir.
İbn-i Teymiyye Rahimehullah şöyle der: “Bu ikisi ayrılmaz bir şeydir. Kendisine doğru yol belli olduktan sonra Rasule karşı çıkan herkes, mü’minlerin yoluna uymamış olur. Kendisine doğru yol belli olduktan sonra mü’minlerin yoluna uymamış olan herkes de, Rasule karşı gelmiş olur.”[17]
Allahu Teala’nın şu ayeti de bu kabildendir: “De ki: “İşte bu, benim yolumdur. Ben Allah’a çağırıyorum. Ben ve bana uyanlar aydınlık bir yol üzerindeyiz. Allah’ı (ortaklardan) tenzih ederim! Ve ben ortak koşanlardan değilim.”[18]
“Ben ve bana uyanlar” ifadesi hakkında İbn-i Abbas Radıyallahu Anhuma şöyle der: “Bundan kasıt, Muhammed’in Sallallahu Aleyhi ve Sellem ashabıdır. Onlar, en iyi yol ve en doğru hidayet üzereydiler. İlim madeni, iman hazinesi ve Rahman’ın ordusuydular.”
Abdullah bin Mes’ud Radıyallahu Anhu şöyle der: “Bir yol takip etmek isteyen; bu yolu, ölmüş olanların yolundan seçsin. Zira hayatta olanların fitnesinden emin olunamaz. Ölmüş olanlar ise Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem ashabıdır. Onlar bu ümmetin en faziletlileri, en temiz kalplileri ve en derin ilme sahip olanlarıdır. Allahu Teala, Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem dostları olarak ve dininin ikamesi için onları seçmiştir. Öyleyse sizler onların üstünlüğünü anlayın, onların yolundan gidin, elinizden geldikçe onların ahlakını ve yaşayış tarzlarını kendinize örnek edinin. Zira onlar en doğru yolda idiler.”[19]
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurur: “Yahudiler yetmiş bir fırkaya bölündüler. Onlardan sadece bir fırka cennetliktir, yetmiş fırka ise ateştedir. Hristiyanlar yetmiş iki fırkaya bölündüler. Bunlardan da yetmiş bir fırka ateştedir, sadece biri cennetliktir. Muhammed’in nefsi elinde olana yemin olsun ki! Benim ümmetim yetmiş üç fırkaya bölünecektir. Bunlardan biri cennetlik, yetmiş ikisi ise ateştedir.” Bunun üzerine; “Ey Allah’ın Rasulü! Cennetlikler kimlerdir?” diye soruldu. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: “Onlar, cemaattir.”[20]
Tirmizi, Abdullah bin Amr’dan şöyle rivayet eder: “Benî İsrail yetmiş iki millete (fırkaya) bölünmüştü. Benim ümmetim de yetmiş üç millete bölünecektir. Bunlardan bir tanesi hariç hepsi ateştedir.” Bunun üzerine “Bu fırka hangisidir, ey Allah’ın Rasulü?” denildi. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: “Bugün benim ve ashabımın üzerinde bulunduğudur.”[21]
Yine Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem şu sözleri de bu kabildendir: “Size ashabımı, sonra onların peşinden gelecekleri, sonra da onların peşinden gelecekleri tavsiye ediyorum. Daha sonra (gelenler arasında) yalan öylesine yayılacak ki; kişi, kendisinden yemin talep edilmediği halde yemin edecek ve şahidliği istenmediği halde şehadette bulunacak. Size cemaati tavsiye ederim. Ayrılıktan sakının. Zira şeytan, tek kalanla birlikte olur. İki kişiden uzak durur. Kim cennetin ortasını dilerse, cemaatten ayrılmasın.”[22]
“Benden sonra şiddetli ihtilaflar göreceksiniz. Size, benim ve benden sonraki raşid halifelerin sünnetine azı dişlerinizle sarılmanızı tavsiye ederim. Sonradan çıkarılan şeylere karşı da son derece dikkatli olun. Çünkü her bid’at sapıklıktır.”[23]
“Ümmetimin en hayırlısı benim asrımdakilerdir. Sonra bunları takip edenler, sonra da bunları takiben gelenlerdir.”[24]
Abdullah bin Mes’ud’dan Radıyallahu Anhu şöyle rivayet edilmiştir[25]: “Şüphesiz Allahu Teala kullarının kalplerine baktı; Muhammed’in kalbinin, kullarının en hayırlı kalbi olduğunu gördü. Onu kendisi için seçti ve risaletiyle gönderdi. Muhammed’in Sallallahu Aleyhi ve Sellem kalbinden sonra kulların kalplerine tekrar baktı; sahabenin kalplerinin, kulları içinde en hayırlı kalbler olduğunu gördü. Sahabeyi de elçisine vezirler kıldı. Onlar, Allah’ın dini için savaştılar. Müslümanların iyilik olarak gördükleri, Allah katında iyi; onların kötülük olarak gördükleri de Allah katında kötüdür.”[26]
İbn-i Abbas’tan Radıyallahu Anhuma şöyle rivayet edilmiştir: “Muhammed’in ashabına sövmeyin. Onların birisinin (Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile birlikte geçirdiği) bir saatlik konumu, sizin kırk yıllık amelinizden daha hayırlıdır.”[27] Diğer bir rivayette ise şöyle geçer: “Sizden birinizin bir ömür boyu ibadet etmesinden daha hayırlıdır.”
Ümmetin, sahabenin anlayışına tutunmasını, onların yoluna, menhecine ve sünnete bağlı kalmasını gerektiren daha bir çok nass bulunmaktadır.
Vahiy nassları hususunda sahabenin anlayışına uymamak, bu nasslar hususunda farklı anlayışların doğmasını gerektirir. Çünkü insanlardan her birinin nassı anlamada kendine özgü anlayışı olabilir. Herkesin kendi anlayışına sarılması ise; tefrika, kavga, ihtilaf ve bid’atların çoğalıp sünnetin kaybolmasını gerektiren bir durumdur.
Günümüz İslami cemaatlarının yaşadıkları tefrika, parçalanma ve ihtilafın sebebi bu önemli noktayı ihlal etmeleri ve her cemaatın veya liderin, Kitap ve Sünnetin nassları hakkında kendi özel anlayışını müstakil hale getirmesidir.
Bunun tabii bir sonucu olarak, ortaya birbirinden hoşlanmayan, birbiri ile kavgalı olan yüzlerce fırka ve grup çıkmaktadır. Bu fırkalaşma ise, çok ağır bedeller ödenmesine sebep olmuştur.
Sahabe Radıyallahu Anhum, vahyin indiği asırda yaşamışlardı ve vahyin nüzul sebebini biliyorlardı. Aynı şekilde Peygambere en yakın olan ve ilmi direk ondan en saf hali ile öğrenenler de onlardı... Dolayısıyla, bu tür özelliğe sahip olmayanlara nisbeten, şari’in muradını en iyi anlayanlar da onlardır.
Allahu Teala, sahabe ve onlara güzellikle tabi olanlar hakkında şöyle buyurmaktadır: “(İslam dinine girme hususunda) öne geçen ilk muhacirler ve ensar ile onlara güzellikle tabi olanlar var ya, işte Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. Allah onlara, içinde ebedi kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük kurtuluştur.”[28]
Allahu Teala’nın bir kişiden razı olması, o kişinin din ve akidesinin selametinden ve doğru menhec üzerindeki istikametinden razı olması ile olur. Bu, sahabe ve onlara güzellikle tabi olanların, Allahu Teala’nın dini konusunda doğru bir anlayışa sahip olduklarına ve bu anlayış konusunda yüksek bir derecede bulunduklarına delalet eder.
Bu özel bir vasıftır ve onlardan başkasının bu niteliğe sahip olması mümkün değildir. Zira bu gaybi bir durumdur ve bir başkası hakkında da bu nitelik ile hükmetmek ancak sarih ve sahih bir delil ile sabit olur.
Abdu’l-Mun’im Mustafa
Zira her grubun, diğer gruptan farklı olarak, kendisine göre bir hakemi, ölçüleri ve ihtilaflar halinde kendisine müracaat ettikleri mercisi olduğu sürece; birbirleriyle ihtilaflı ve kavgalı olan gruplar arasında farklı taraflara yönelişi durdurmak, ittifak ve birliği sağlamak mümkün değildir. Bu nedenle Allah yolunda amel eden ihlaslı Müslümanların, herşeyden önce, ihtilafa düşmelerine ve ayrılmalarına sebep olan bütün konuları kendisine iletebilecekleri, ortak bir hakem ve merci üzerinde anlaşmaları gerekir. Daha sonra ise, üzerinde anlaşmaya vardıkları bu merci tarafından verilen karar ve hükümlere, hiçbir itirazda bulunmadan teslimiyet göstermelidirler.
İslam’da, bütün işler hakkında üzerinde ittifak edilmesi gereken hakem; özellikle kendilerinde birçok hayır ve fazilete tanıklık edilen, ilk üç asırdaki salih selefin anlayışının ışığında ele alınması gereken Kur’an ve Sünnet’tir.
Belirttiğimiz bu “Hakem” konusunda bir çok deliller vardır. Allahu Teala şöyle buyurur: “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygambere ve sizden olan emir sahiplerine de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -Allah’a ve ahirete gerçekten iman ediyorsanız- onu Allah’a ve Rasulü’ne götürün; bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha iyidir.”[10] Bir işi Allah ve Rasulüne götürmek, Kitap ve Sünnete müracaat etmek ile olur.
Bu ayetin delalet ettiği şeylerden biri de; dünyevi ve dini işlerde, Müslümanlar arasında ihtilafa sebep olma ihtimali olan herşeyin cevabının ve çözümünün Kitap ve Sünnette bulunuyor olmasıdır. Allahu Teala’nın, bizi yönlendirdiği ve tartıştığımız meselelerde kendisine başvurmamızı istediği hakemde ve kendisine muhakeme olmamızı istediği mercide, tartışmalı olduğumuz konu için yeterli bir çözümü bulamamamızın imkanı yoktur ve böyle bir şeyin olmasından da Allahu Teala’yı tenzih ederiz...
Yine bu ayet delalet etmektedir ki, üzerinde ayrılığa düştüğümüz meseleleri Allah’a ve Rasulüne döndürmemiz, imanın gereklerinden ve sıhhatinin şartlarındandır. Bunun olmaması halinde iman da olmaz.
İbnu’l-Kayyım Rahimehullah şöyle der: “Allahu Teala bunu, imanın gereklerinden kılmıştır. Bunun olmaması halinde iman da olmaz.”[11]
Bunun delillerinden biri de Allahu Teala’nın şu sözüdür: “Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.”[12]
İbnu’l-Kayyım Rahimehullah şöyle der: “Allahu Teala insanların; usul, fürû, şer’i hükümler, uhrevî hükümler ve karşılaşmış oldukları diğer meselelerde Allah’ın Rasulünü hakem olarak tayin etmedikçe, imanlarının olmadığına, mukaddes zatına andederek yemin ediyor. Tek başına, Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem hakem olarak tayin edilmesi de imanın isbatı açısından yeterli değildir. Bununla birlikte içlerinden de hiçbir sıkıntı duymamaları gerekir. İçlerinde sıkıntı duymaları, kişinin gerek Rasulullah’a Sallallahu Aleyhi ve Sellem hükmolunmaktan dolayı ve gerekse onun vereceği hükümden dolayı göğsünün daralmasıdır. Dolayısıyla Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem hükmüne bütün açıklığıyla göğüslerini açmaları, tam olarak onu kabul etmeleri ve bundan razı olmaları gerekir. Onun hükmüne itiraz etmeden, tam bir kabul ve teslimiyet ile yönelmedikçe, iman etmiş olmazlar.”[13]
Allahu Teala şöyle buyurur: “Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber’in sesinden fazla yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber’e yüksek sesle bağırmayın. Öyle yaparsanız, siz farkına varmadan amelleriniz boşa gider.”[14]
Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem vefatından sonra, sesleri onun sesinden fazla yükseltmek, onun sünnetinin önüne geçip, söz ve anlayışları onun sözlerine tercih etmekle olur.
İbnu’l-Kayyım Rahimehullah şöyle der: “Onların seslerini yükseltmeleri, amellerinin boşa gitmesinin nedenidir. O halde görüşlerini, akıllarını, zevklerini, siyasetlerini ve bilgilerini, nasıl olur da Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem getirdiğinin üzerine yükseltirler. Bunu yapmaları, amellerinin boşa gitmesini evleviyatla gerektirmez mi?!”[15] Kişinin ameli ancak küfür ile boşa gider...
Kitap ve Sünnete bağlılık, salih selefin Kitap ve Sünnetin nassları hakkındaki anlayışına uygun olmalıdır. Bu ise değişik yönlerden olur. Şöyle ki:
Kitap ve Sünnetin nassları bize, salih selefin ve özellikle de sahabenin Radıyallahu Anhum vahyin nassları hakkındaki anlayışlarına bağlı kalmamızı gerekli kılmaktadır.
Allahu Teala şöyle buyurur: “Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra, kim Peygamber’e karşı çıkar ve mü’minlerin yolundan başka bir yola giderse, onu o yönde bırakırız ve cehenneme sokarız; o ne kötü bir yerdir.”[16]
İnsanlar arasında, ayette geçen “mü’minler” sıfatına en layık olanlar; sahabe Radıyallahu Anhum ve onların siret ve sünnetlerine bağlı kalan sonrakilerdir.
Ayet şuna delalet etmektedir ki, sahabeden Radıyallahu Anhum ayrılık ve onların yol ve menhecleri dışında başka bir yola ve menhece bağlılık; Rasulullah’tan Sallallahu Aleyhi ve Sellem ayrılık demektir. Bu ise Allahu Teala’nın rahmetinden uzaklaşmayı ve azabı gerektirir.
İbn-i Teymiyye Rahimehullah şöyle der: “Bu ikisi ayrılmaz bir şeydir. Kendisine doğru yol belli olduktan sonra Rasule karşı çıkan herkes, mü’minlerin yoluna uymamış olur. Kendisine doğru yol belli olduktan sonra mü’minlerin yoluna uymamış olan herkes de, Rasule karşı gelmiş olur.”[17]
Allahu Teala’nın şu ayeti de bu kabildendir: “De ki: “İşte bu, benim yolumdur. Ben Allah’a çağırıyorum. Ben ve bana uyanlar aydınlık bir yol üzerindeyiz. Allah’ı (ortaklardan) tenzih ederim! Ve ben ortak koşanlardan değilim.”[18]
“Ben ve bana uyanlar” ifadesi hakkında İbn-i Abbas Radıyallahu Anhuma şöyle der: “Bundan kasıt, Muhammed’in Sallallahu Aleyhi ve Sellem ashabıdır. Onlar, en iyi yol ve en doğru hidayet üzereydiler. İlim madeni, iman hazinesi ve Rahman’ın ordusuydular.”
Abdullah bin Mes’ud Radıyallahu Anhu şöyle der: “Bir yol takip etmek isteyen; bu yolu, ölmüş olanların yolundan seçsin. Zira hayatta olanların fitnesinden emin olunamaz. Ölmüş olanlar ise Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem ashabıdır. Onlar bu ümmetin en faziletlileri, en temiz kalplileri ve en derin ilme sahip olanlarıdır. Allahu Teala, Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem dostları olarak ve dininin ikamesi için onları seçmiştir. Öyleyse sizler onların üstünlüğünü anlayın, onların yolundan gidin, elinizden geldikçe onların ahlakını ve yaşayış tarzlarını kendinize örnek edinin. Zira onlar en doğru yolda idiler.”[19]
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurur: “Yahudiler yetmiş bir fırkaya bölündüler. Onlardan sadece bir fırka cennetliktir, yetmiş fırka ise ateştedir. Hristiyanlar yetmiş iki fırkaya bölündüler. Bunlardan da yetmiş bir fırka ateştedir, sadece biri cennetliktir. Muhammed’in nefsi elinde olana yemin olsun ki! Benim ümmetim yetmiş üç fırkaya bölünecektir. Bunlardan biri cennetlik, yetmiş ikisi ise ateştedir.” Bunun üzerine; “Ey Allah’ın Rasulü! Cennetlikler kimlerdir?” diye soruldu. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: “Onlar, cemaattir.”[20]
Tirmizi, Abdullah bin Amr’dan şöyle rivayet eder: “Benî İsrail yetmiş iki millete (fırkaya) bölünmüştü. Benim ümmetim de yetmiş üç millete bölünecektir. Bunlardan bir tanesi hariç hepsi ateştedir.” Bunun üzerine “Bu fırka hangisidir, ey Allah’ın Rasulü?” denildi. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: “Bugün benim ve ashabımın üzerinde bulunduğudur.”[21]
Yine Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem şu sözleri de bu kabildendir: “Size ashabımı, sonra onların peşinden gelecekleri, sonra da onların peşinden gelecekleri tavsiye ediyorum. Daha sonra (gelenler arasında) yalan öylesine yayılacak ki; kişi, kendisinden yemin talep edilmediği halde yemin edecek ve şahidliği istenmediği halde şehadette bulunacak. Size cemaati tavsiye ederim. Ayrılıktan sakının. Zira şeytan, tek kalanla birlikte olur. İki kişiden uzak durur. Kim cennetin ortasını dilerse, cemaatten ayrılmasın.”[22]
“Benden sonra şiddetli ihtilaflar göreceksiniz. Size, benim ve benden sonraki raşid halifelerin sünnetine azı dişlerinizle sarılmanızı tavsiye ederim. Sonradan çıkarılan şeylere karşı da son derece dikkatli olun. Çünkü her bid’at sapıklıktır.”[23]
“Ümmetimin en hayırlısı benim asrımdakilerdir. Sonra bunları takip edenler, sonra da bunları takiben gelenlerdir.”[24]
Abdullah bin Mes’ud’dan Radıyallahu Anhu şöyle rivayet edilmiştir[25]: “Şüphesiz Allahu Teala kullarının kalplerine baktı; Muhammed’in kalbinin, kullarının en hayırlı kalbi olduğunu gördü. Onu kendisi için seçti ve risaletiyle gönderdi. Muhammed’in Sallallahu Aleyhi ve Sellem kalbinden sonra kulların kalplerine tekrar baktı; sahabenin kalplerinin, kulları içinde en hayırlı kalbler olduğunu gördü. Sahabeyi de elçisine vezirler kıldı. Onlar, Allah’ın dini için savaştılar. Müslümanların iyilik olarak gördükleri, Allah katında iyi; onların kötülük olarak gördükleri de Allah katında kötüdür.”[26]
İbn-i Abbas’tan Radıyallahu Anhuma şöyle rivayet edilmiştir: “Muhammed’in ashabına sövmeyin. Onların birisinin (Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile birlikte geçirdiği) bir saatlik konumu, sizin kırk yıllık amelinizden daha hayırlıdır.”[27] Diğer bir rivayette ise şöyle geçer: “Sizden birinizin bir ömür boyu ibadet etmesinden daha hayırlıdır.”
Ümmetin, sahabenin anlayışına tutunmasını, onların yoluna, menhecine ve sünnete bağlı kalmasını gerektiren daha bir çok nass bulunmaktadır.
Vahiy nassları hususunda sahabenin anlayışına uymamak, bu nasslar hususunda farklı anlayışların doğmasını gerektirir. Çünkü insanlardan her birinin nassı anlamada kendine özgü anlayışı olabilir. Herkesin kendi anlayışına sarılması ise; tefrika, kavga, ihtilaf ve bid’atların çoğalıp sünnetin kaybolmasını gerektiren bir durumdur.
Günümüz İslami cemaatlarının yaşadıkları tefrika, parçalanma ve ihtilafın sebebi bu önemli noktayı ihlal etmeleri ve her cemaatın veya liderin, Kitap ve Sünnetin nassları hakkında kendi özel anlayışını müstakil hale getirmesidir.
Bunun tabii bir sonucu olarak, ortaya birbirinden hoşlanmayan, birbiri ile kavgalı olan yüzlerce fırka ve grup çıkmaktadır. Bu fırkalaşma ise, çok ağır bedeller ödenmesine sebep olmuştur.
Sahabe Radıyallahu Anhum, vahyin indiği asırda yaşamışlardı ve vahyin nüzul sebebini biliyorlardı. Aynı şekilde Peygambere en yakın olan ve ilmi direk ondan en saf hali ile öğrenenler de onlardı... Dolayısıyla, bu tür özelliğe sahip olmayanlara nisbeten, şari’in muradını en iyi anlayanlar da onlardır.
Allahu Teala, sahabe ve onlara güzellikle tabi olanlar hakkında şöyle buyurmaktadır: “(İslam dinine girme hususunda) öne geçen ilk muhacirler ve ensar ile onlara güzellikle tabi olanlar var ya, işte Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. Allah onlara, içinde ebedi kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük kurtuluştur.”[28]
Allahu Teala’nın bir kişiden razı olması, o kişinin din ve akidesinin selametinden ve doğru menhec üzerindeki istikametinden razı olması ile olur. Bu, sahabe ve onlara güzellikle tabi olanların, Allahu Teala’nın dini konusunda doğru bir anlayışa sahip olduklarına ve bu anlayış konusunda yüksek bir derecede bulunduklarına delalet eder.
Bu özel bir vasıftır ve onlardan başkasının bu niteliğe sahip olması mümkün değildir. Zira bu gaybi bir durumdur ve bir başkası hakkında da bu nitelik ile hükmetmek ancak sarih ve sahih bir delil ile sabit olur.
Abdu’l-Mun’im Mustafa