A'raf 163-164
Onlara deniz kıyısındaki o kasabanın durumunu da sor. Hani onlar Cumartesi gününde haddi aşmışlardı. Çünkü Cumartesilerinde balıkları akın akın meydana çıkarak yanlarına geliyor, tatil yapmadıkları gün İse yanlarına gelmiyordu. İşte Biz, İtaatten çıktıklarından dolayı kendilerini böylece İmtihan ediyorduk.
Hani içlerinden bir topluluk: "Allah'ın kendilerini helak edeceği veya çetin bir azab İle cezalandıracağı bir kavme ne dîye öğüt veriyorsunuz?" dediği zaman onlar: "Rabbinize karşı mazeret olsun ve belki bunlar da sakınırlar diye" demişlerdi.
Bu âyet-i kerime ile ilgili kıssalar arasında rivayet olunduğuna göre bu olay, Davud (a.s) zamanında olmuştu. İblis de bunlara telkinde bulunarak şöyle demişti: Size bu balıkları Cumartesi günü yakalamanız yasaklandı. Bunun için siz havuzlar yapın. Bu sefer onlar da Cuma günü balıkları havuzlara sürüklüyorlar, orada kalıyorlar ve suyun azlığı dolayısıyla da oradan çıkmak imkanını bulamıyorlardı. Onlar da Pazar günü bu balıkları tutup çıkartıyorlardı.
Eşheb, Malik'ten şöyle dediğini rivayet eder: İbn Numan'ın iddiasına göre onlardan herhangi bir kimse ip alır, bu ipin ucuna iki uçlu bir düğüm atar, bu düğümü de balığın kuyruğuna atardı, ipin diğer ucu ise bir kazığa bağlı bulunurdu. O, ipi bu haliyle Pazar gününe kadar bırakırdı. Daha sonra bu işi yapanın başına herhangi bir bela gelmediğini görünce, diğer insanlar da bu şekilde davranmaya başladılar ve nihayet balık avı oldukça çoğaldı. Bahklar pazarlarda satılmaya ve haddi aşmış fasıldar açıktan açığa balık avlamaya başladı. İsrailoğultanndan bir kesim kalkıp bu işten vazgeçmelerini istedi. Açıktan açığa bunu yasaklamaya çalıştılar ve bu işi yapanlardan uzaklaştılar.
Denildiğine göre bu yasağın çiğnenmesine karşı çıkanlar, biz sizinle bir arada kalamayız, diyerek kasabayı bir duvarla ikiye ayırdılar. Bu yasağın çiğnenmesine karşı çıkanlar bir seferinde meclislerinde bulundukları sırada, yasağı çiğneyenlerden kimsenin dışarı çıkmadığını gördüler. Mutlaka bunların başına bir iş gelmiştir, diyerek duvara tırmanıp onlara baktılar, maymunlara dönüştürülmüş olduklarını gördüler. Kapıyı açıp yanlarına gittiler. Maymunlar insanlar arasından akrabalarını tanıdılar. Fakat insanlar, maymunlar arasındaki akrabalarını tanıyamadılar. Bu sefer her bir maymun insanlardan olan akrabasının yanına gidiyor, elbiselerini koklayıp ağlamaya başlıyordu. İnsanlar onlara: Biz size bu İşten vazgeçmenizi söylemiyor muyduk? diyorlar, maymunlar ise başlarını; evet anlamında hareket ettiriyorlardı.
Katade der ki: Genç olanları maymunlara, yaşlıları da domuzlara dönüştürüldü. Aralarından yalnızca bu işten vazgeçmelerini isteyenler bu azaptan kurtuldular, diğerleri ise helak edildiler.
Bu görüşe göre İsrailoğulları ancak iki kesime ayrılmış oldular. Buna göre yüce Allah'ın: "Hani içlerinden bir topluluk: Allah'ın kendilerini helak edeceği veya çetin bir azab ile azaplandıracağı bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz dediği zaman..." Yani, bu işi yapanlar öğüt verenlere öğütleri sırasında şöyle demişlerdi: Eğer sizler, Allah'ın bizi helak edeceğini biliyorsanız bize ne diye öğüt veriyorsunuz? Bunun üzerine Allah da onları maymunlara dönüştürmüştü.
(Öğüt verenler ise): "Rabbinize karşı mazeret olsun ve belki bunlar da sakınırlar diye demişlerdi." Yani, öğüt verenler şu cevabı vermişlerdi: Bizim size öğüt verişimiz, Rabbinize karşı bizim için mazeret olsun diyedir. Yani, belki siz sakınırsınız diye size öğüt vermemiz bizim için bir görevdir. Ta-berî bu görüşü İbnİ'l-Kelbî'den, senediyle nakletmektedir.
Müfessirlerin cumhuru (çoğunluğu) ise, şöyle demişlerdir: İsrailoğulları üç fırkaya ayrılmışlardı. Âyeti kerimedeki zamirlerden zahiren anlaşılan da budur. Bu fırkanın birisi isyan etmiş ve balık avlamıştı. Bunlar da yaklaşık yetmiş kişi idiler. Bir kesim bu işi terketmelerini istemiş ve onlardan ayrılmıştı, bunlar da oniki bin kişi İdiler. Diğer bir kesim ise, avlayanlardan ayrılmakla birlikte ne vazgeçmelerini istedi, ne de isyan etmişti. İşte bu üçüncü kesim, Öbürlerini yaptıklarından vazgeçirmeye çalışanlara; sizler, -zann-ı galibe ve yüce Allah'ın o dönemlerde isyan eden toplumlara yaptıklarından anlaşıldığına göre- Allah'ın helak edeceği yahut azaba uğratacağı bir topluluğa -İsyan edenleri kastediyorlar- ne diye öğüt veriyorsunuz demişlerdi.
Bunun üzerine bu günahı işleyenleri vazgeçirmek isteyenler şu cevabı vermişlerdi: Bizim öğüt verişimizin sebebi, Allah'a karşı bizim mazeretimiz olması içindir ve belki de onlar bu işten sakınırlar diyedir. Eğer iki kesim olsalardı bu işten vazgeçmelerini istiyen kesimin isyan eden kesime: "...ve olur ki, sakınırsınız" demeleri gerekirdi.
Bundan sonra da şu hususta ihtilaf edilerek bir kesim şöyle demiştir: İsyan edenlere vazgeçmelerini söylemeyen, kendileri de isyan etmeyen kesim de, bu vazgeçirmeyi terkettiklerinden dolayı ceza olmak üzere isyan eden kesimle birlikte helak edildiler. Bunu İbn Abbas ifade etmiştir. Yine o, ben bunlara ne yapıldığını bilemiyorum, demiştir. Âyet-i kerimenin zahirinden de anlaşılan budur. (Âyet-i kerime bunların akıbetinden söz etmemektedir).
Kurtubi, Tefsir
Onlara deniz kıyısındaki o kasabanın durumunu da sor. Hani onlar Cumartesi gününde haddi aşmışlardı. Çünkü Cumartesilerinde balıkları akın akın meydana çıkarak yanlarına geliyor, tatil yapmadıkları gün İse yanlarına gelmiyordu. İşte Biz, İtaatten çıktıklarından dolayı kendilerini böylece İmtihan ediyorduk.
Hani içlerinden bir topluluk: "Allah'ın kendilerini helak edeceği veya çetin bir azab İle cezalandıracağı bir kavme ne dîye öğüt veriyorsunuz?" dediği zaman onlar: "Rabbinize karşı mazeret olsun ve belki bunlar da sakınırlar diye" demişlerdi.
Bu âyet-i kerime ile ilgili kıssalar arasında rivayet olunduğuna göre bu olay, Davud (a.s) zamanında olmuştu. İblis de bunlara telkinde bulunarak şöyle demişti: Size bu balıkları Cumartesi günü yakalamanız yasaklandı. Bunun için siz havuzlar yapın. Bu sefer onlar da Cuma günü balıkları havuzlara sürüklüyorlar, orada kalıyorlar ve suyun azlığı dolayısıyla da oradan çıkmak imkanını bulamıyorlardı. Onlar da Pazar günü bu balıkları tutup çıkartıyorlardı.
Eşheb, Malik'ten şöyle dediğini rivayet eder: İbn Numan'ın iddiasına göre onlardan herhangi bir kimse ip alır, bu ipin ucuna iki uçlu bir düğüm atar, bu düğümü de balığın kuyruğuna atardı, ipin diğer ucu ise bir kazığa bağlı bulunurdu. O, ipi bu haliyle Pazar gününe kadar bırakırdı. Daha sonra bu işi yapanın başına herhangi bir bela gelmediğini görünce, diğer insanlar da bu şekilde davranmaya başladılar ve nihayet balık avı oldukça çoğaldı. Bahklar pazarlarda satılmaya ve haddi aşmış fasıldar açıktan açığa balık avlamaya başladı. İsrailoğultanndan bir kesim kalkıp bu işten vazgeçmelerini istedi. Açıktan açığa bunu yasaklamaya çalıştılar ve bu işi yapanlardan uzaklaştılar.
Denildiğine göre bu yasağın çiğnenmesine karşı çıkanlar, biz sizinle bir arada kalamayız, diyerek kasabayı bir duvarla ikiye ayırdılar. Bu yasağın çiğnenmesine karşı çıkanlar bir seferinde meclislerinde bulundukları sırada, yasağı çiğneyenlerden kimsenin dışarı çıkmadığını gördüler. Mutlaka bunların başına bir iş gelmiştir, diyerek duvara tırmanıp onlara baktılar, maymunlara dönüştürülmüş olduklarını gördüler. Kapıyı açıp yanlarına gittiler. Maymunlar insanlar arasından akrabalarını tanıdılar. Fakat insanlar, maymunlar arasındaki akrabalarını tanıyamadılar. Bu sefer her bir maymun insanlardan olan akrabasının yanına gidiyor, elbiselerini koklayıp ağlamaya başlıyordu. İnsanlar onlara: Biz size bu İşten vazgeçmenizi söylemiyor muyduk? diyorlar, maymunlar ise başlarını; evet anlamında hareket ettiriyorlardı.
Katade der ki: Genç olanları maymunlara, yaşlıları da domuzlara dönüştürüldü. Aralarından yalnızca bu işten vazgeçmelerini isteyenler bu azaptan kurtuldular, diğerleri ise helak edildiler.
Bu görüşe göre İsrailoğulları ancak iki kesime ayrılmış oldular. Buna göre yüce Allah'ın: "Hani içlerinden bir topluluk: Allah'ın kendilerini helak edeceği veya çetin bir azab ile azaplandıracağı bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz dediği zaman..." Yani, bu işi yapanlar öğüt verenlere öğütleri sırasında şöyle demişlerdi: Eğer sizler, Allah'ın bizi helak edeceğini biliyorsanız bize ne diye öğüt veriyorsunuz? Bunun üzerine Allah da onları maymunlara dönüştürmüştü.
(Öğüt verenler ise): "Rabbinize karşı mazeret olsun ve belki bunlar da sakınırlar diye demişlerdi." Yani, öğüt verenler şu cevabı vermişlerdi: Bizim size öğüt verişimiz, Rabbinize karşı bizim için mazeret olsun diyedir. Yani, belki siz sakınırsınız diye size öğüt vermemiz bizim için bir görevdir. Ta-berî bu görüşü İbnİ'l-Kelbî'den, senediyle nakletmektedir.
Müfessirlerin cumhuru (çoğunluğu) ise, şöyle demişlerdir: İsrailoğulları üç fırkaya ayrılmışlardı. Âyeti kerimedeki zamirlerden zahiren anlaşılan da budur. Bu fırkanın birisi isyan etmiş ve balık avlamıştı. Bunlar da yaklaşık yetmiş kişi idiler. Bir kesim bu işi terketmelerini istemiş ve onlardan ayrılmıştı, bunlar da oniki bin kişi İdiler. Diğer bir kesim ise, avlayanlardan ayrılmakla birlikte ne vazgeçmelerini istedi, ne de isyan etmişti. İşte bu üçüncü kesim, Öbürlerini yaptıklarından vazgeçirmeye çalışanlara; sizler, -zann-ı galibe ve yüce Allah'ın o dönemlerde isyan eden toplumlara yaptıklarından anlaşıldığına göre- Allah'ın helak edeceği yahut azaba uğratacağı bir topluluğa -İsyan edenleri kastediyorlar- ne diye öğüt veriyorsunuz demişlerdi.
Bunun üzerine bu günahı işleyenleri vazgeçirmek isteyenler şu cevabı vermişlerdi: Bizim öğüt verişimizin sebebi, Allah'a karşı bizim mazeretimiz olması içindir ve belki de onlar bu işten sakınırlar diyedir. Eğer iki kesim olsalardı bu işten vazgeçmelerini istiyen kesimin isyan eden kesime: "...ve olur ki, sakınırsınız" demeleri gerekirdi.
Bundan sonra da şu hususta ihtilaf edilerek bir kesim şöyle demiştir: İsyan edenlere vazgeçmelerini söylemeyen, kendileri de isyan etmeyen kesim de, bu vazgeçirmeyi terkettiklerinden dolayı ceza olmak üzere isyan eden kesimle birlikte helak edildiler. Bunu İbn Abbas ifade etmiştir. Yine o, ben bunlara ne yapıldığını bilemiyorum, demiştir. Âyet-i kerimenin zahirinden de anlaşılan budur. (Âyet-i kerime bunların akıbetinden söz etmemektedir).
Kurtubi, Tefsir