Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Arap Kimdir?

I Çevrimdışı

islami bilgiler

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
بســـم الله الرحمن الرحيم


Arap Kimdir?


Öte yandan “Arap” terimi aslında şu üç niteliği biraraya getiren kavmi ifade eder:

1 - Dili arapça olanlar

2 - Arap soyundan gelenler

3 - Arap yarımadasında yaşayanlar.

Arap yarımadası, Kızıl denizden Basra Körfezine ve Yemenin en güney ucundan Şam dolaylarına kadar olan coğrafi alanı kapsamına alır. Yemen bu alanın içinde sayılırken, Şam yöresi bu alanın dışında tutulur. Araplar Peygamber imizden (salât ve selâm üzerine olsun) önceki dönemde ve Peygamber imiz zamanında sınırlarını belirttiğimiz sadece bu topraklar da yaşıyorlardı. Fakat İslâm gelip de müslümanlar yeni yöreler fethedinc e araplar doğunun bir ucundan batının öbür ucuna varan ve Şam (Suriye) sahilleri ile Ermenista na kadar ulaşan büyük alana dağılıp yaşamaya başladılar. Saydığımız bu yeni fethedilm iş yerler farsların, rumlarun, berberile rin ve diğer kavimleri n yurtları idi. Fetihleri n arkasından meydana gelen kaynaşma sonrasında bu yöreler şu iki kısma ayrılır olmuşlardır:

a - Bu yörelerin bir kısmında arapça dili egemendir . Öyle ki, buralarda yaşayan halkın ezici çoğunluğu ya sadece arapça konuşur veya bir başka dilin yanında arapçayı da kullanır. Yalnız konuşulan arapça yer yer şive farklılıkları gösterir. Şam, Irak, Endülüs, ve Mısır gibi yöreler bu kısmın örnekleridir. Fars ve Horasan dolaylarının da eskiden böyle olduğunu sanıyorum.

b - Bu yörelerin diğer bir kısmında arapça dışında bir dil egemendir . Bu kısmın örnekleri Türkistan, Horasan, Ermenista n ve Azerbayca n dolaylarıdır. Bu kısma giren yörelerin kendi aralarında baştan beri arapça konuşanlar, sonradan arapçayı benimseye nler ve arapçadan başka bir dil kullananl ar olmak üzere üçe ayrılırlar. Bu yörelerin halkı, tıpkı dilleri gibi, ırkları bakımından da üçe ayrılırlar:

1 - Bu yörelerin bir bölüm halkı arap soyundan ve arap olma nitelikle rini ya hem dil hem yerlerin bölgesi ya sadece yerleşim bölgesi yahut sadece dil bakımından halen de korumakta dırlar.

2 - Bu yöre halklarının başka bir kesimi aslında arap ırkından, hatta Haşimoğulları soyundandırlar ve araplık nitelikle rini ya hem dil hem yerleşim bölgesi veya bu iki unsurun biri bakımından devam ettirmekt edirler.

3 - Bu yöre halklarının bir üçüncü kesimi var ki, soyları belirsizd ir. Yani arap asıllı mı, yoksa acem asıllı mı olup olmadıklarını bilmemekt edirler. Saydığımız yörelerde yaşayan halkların çoğunluğu böyledir. Bunların bir kesimi vaktiyle hem dil ve hem de yerleşim bölgesi bakımından arap iken diğer bir kısmı da bu unsurların her ikisi bakımından acem idi.

Bu yörelerin halkları arap dili ile ilişkileri bakımından da üçe ayrılırlar:

1 - Bir kısmı arapçayı orijinal arap şivesi ile konuşur.

2 - Bir diğer kısmı arapçayı farklı ve bozuk bir şive ile konuşur. Bunlar ana dilleri başka olup sonradan arapça öğrenenlerdir. Sonradan arapça öğrenen çoğu ilim adamları gibi.

3 - Bir başka kısmı da çok az arapça konuşabilir.

Fetihler sonrası kaynaşmanın meydana getirdiği bu iki tip yörenin bir kısmında arap niteliği egemenken diğer bir kısmında arap dışı (acem) niteliği hakimdir, bir kısmında da her iki nitelik biribirin e denk durumdadır.

Bu duruma göre İslâm dünyasında araplık niteliği hem soy hem dil ve hem de yerleşim bölgesi bakımından farklı kısımlara ayrıldığına göre bazı İslâmî hükümler de bu kısımlardaki farklılaşmaya, özellikle soy ve dil farklılıklarına göre değişiklik gösterir. Meselâ daha önce değindiğimiz Haşimoğullarının zekât alamayacağı ve buna karşılık Humus (savaş ganimetle rinin beşte biri) gelirlerd en pay alma hakkına sahip oldukları hükmü, bu sülâlenin soy özelliğine dayanır ve buna göre dillerini değiştirip arapçadan başka bir dili edinseler bile bu hüküm değişmez. Bunun yanında yine bir kaç sayfa önce arapça ve arap ahlâkı hakkında söylediklerimiz bu nitelikle ri taşıyanlar için söz konusudur . Bu kimseler fars asıllı bile olsalar farketmez . Buna karşılık bu nitelikle ri taşımayanlar için yukarda yapmış olduğumuz değerlendirmeler söz konusu olamaz. Böyle kimseler Haşimî asıllı bile olsalar bu böyledir.

Bu açıklamayı yaparken güttüğümüz amaç;

Bu kitabın başından beri üzerine basa basa vurguladığımız acemlere (yabancılara) benzeme yasağında sadece ilk öncü müslüman kuşağın düşünce ve hayat tarzının ölçü olduğunu belirtmek tir.

Buna göre kim bu örnek neslin düşüncesine ve hayat tarzına daha yakınsa üstün olan odur. Buna karşılık kim düşünce ve hayat tarzı bakımından bu nesle ters düşüyorsa -her ne kadar arap soyundan gelme olsa ve dili arapça da olsa- O kimse İslâma ters ve yabancı düşmüş demektir. İlk dönem müslümanlarının görüşü budur.

Nitekim Hz. Ali'nin torunu Ebu Cafer “kim müslüman olarak doğmuş ise o kimse araptır” diyor. Ebu Cafer'e mal edilen bu söz şöyle açıklanabilir:

Kim müslüman olarak doğmuş ise o kimse arap yurdunda doğmuş ve arapçayı da öğrenmiş olur. işte ilk dönem müslümanlari (selef) bu konuda böyle düşünüyorlardı.

Öte yandan Selefî'nin Ebu Hureyre'ye -Allah ondan razı olsun- dayandırarak naklettiği bir hadise göre Peygamber imiz (salât ve selâm üzerine olsun) şöyle buyuruyor:

“Kim arapça konuşuyorsa o kimse araptır. Yine kim iki göbekten beri müslüman olan bir sülâleden geliyorsa o kimse de araptır.” (Kaynağını bulamadım (Tahkik eden)

Eğer bu hadisin aslı var ise (sahih ise) Peygamber imiz arap olmayı arap niteliği elde etmeyi sadece arapça konuşmaya ve arap soyundan sayılmayı da kişinin iki göbek öncesinden beri (babam ile dedesinin) İslâm devletini n egemenliği altında olmasına bağladığı görülüyor.

Nitekim İmam Ebu Hanife, Peygamber imizin bu sözüne dayanarak evlenmek isteyen eşlerden iki göbek öncesi müslüman veya azadlı olmayan tarafın iki göbekten beri müslüman olan tarafla denk sayılamayacağını, her iki tarafda hem azadlı ve hem de aynı milletten olsa bile bu hükmün değişmeyeceğini ileri sürer. Ebu Yusuf'a göre bu konuda bir göbek öncesi de iki göbek öncesi gibi işlem görür. İmam-ı Şafiî ile İmam-ı Ahmed'e göre evlenecek çiftler arasındaki denkliği belirlerk en bu faktör göz önünde tutulmaz. İmam-ı Ahmed'in böyle düşündüğü belge ile sabittir. (Bkz. İbn Hübeyre, El-Efsah, c. 2, s. 121; Ebî Davud, Mesail-i İmam Ahmed, s. 159.)

Bu konu ile ilgili olarak Hafız-ı Selefi, Peygamber imize (salât ve selâm üzerine olsun) dayanan şöyle bir olay anlatıyor:

“Sahabiler den Ebu Seleme b. Abdurrahm an'ın bildirdiğine göre bir gün Kays b. Ratate sahabiler den Suheyb-i Rumî,(52) Selman-ı Farisî ve Bilâl-i Habeşî'den meydana gelen gurubun yanına gelerek:

“Şu Evs ve Hazreç kabileler i bu adamı (Peygamber imizi kasdedere k) desteklem eye koyuldula r. Bunlar hakkında ne diyorsunu z?” dedi.

O sırada orada bulunan Muaz b. Cebel, bu sözleri üzerine hemen ayağa kalkarak adamın yakasından tuttu ve kendisini Rasûlüllah'ın yanına götürerek söylediklerini ona nakletti. Bunun üzerine Peygamber imiz öfkeli bir şekilde ayağa kalktı ve cübbesi yerlerde sürüne sürüne acele bir biçimde Mescide geldi. “Haydi, namaza” çağrısı yapıldıktan sonra Rasûlüllah minbere çıkarak şu sözleri söyledi:

“İmdi, ey insanlar! Bilesiniz ki, Rabb'imiz tek, atamız bir ve dinimiz aynıdır. Hiç birinizin araplığı ana ve baba yolu ile değildir. Araplık sadece dile dayanır. Kim arapça konuşuyorsa o araptır.”

Peygamber imizin bu sözleri üzerine ayağa kalkan Muaz b. Cebel olayın müsebbibi olan Kays b. Ratate'yi kasderere k münafık adama ne yapmamızı emredersi niz?” diye sordu.

Peygamber imiz kendisine:

“Bırakın onu, cehenneme kadar yolu var” diye karşılık verdi. Sözü edilen Kays b. Ratade, bir süre sonra İslâmdan dönen ve bu yüzden öldürülenlerden biri oldu.

(Bu hadisi Eşlem b. Sehl El-Rezzaz El-Vasîtî Tarih-î Vasıt, adlı kitabında kaydediyo r: s. 251-252. Hadisin nakilcile rinden Kurra'nın kişiliği bilinmiyo r. Ebubekir El-Hezelî, Mekruktur . Zaten müellif yukarda hadisin zayıflığına işaret ediyor.)

Bu hadis gerçi zayıftır, ama anlam bakımından yabana atılacak cinsten değildir. Hatta daha önce belirttiğimiz gibi, başka bazı rivayet kanallarından gelen şekli ile sahihdir (doğrudur).

Bu konuda şimdiye kadar söylediklerimizi düşünerek okuyan kimse şeriatın neye uymamızı ve nelere karşı çıkmamızı emrettiğini iyi anlar. Ayrıca okuyucula rımız bu uyma ve karşı çıkmanın delilleri ile bir kısım gerekçe ve sebepleri ni ve bazı hikmetler ini de inceleme imkânına kavuşmuşlardır.

(Suheyb-i Rumî; Sahabinin büyüklerinden olan bu zatın asıl adı, Suhayb b. Sinan b. Malik, El-Rebî, El-Nemri'dir. Rumi diye isimlendi rmesi Rum diyarından esir edilmesin dendir. Künyesi, Ebû Yahya'dır. Mekke'de ilk müslüman olanlarda ndır. Bu künyeyi ona Allah Rasûlü -üzerine selam- vermiştir. Müslüman olmasından dolayı Mekke'de işkence gören Mustafaza flardandır. Medine'ye hicret edeceği zaman Kureyş Müşrikleri onu engelledi ler. Bunun üzerine bütün malını onlara bıraktı, onlar da yolunu açtılar. Allah Rasûlü bu nedenle ticaretin de kazançlı çıktın ey Ebu Yahya dedi. Allah'ın şu ayeti onun hakkında indirilmiştir: “İnsanlardan öylesi de vardır ki Allah rızasını isteyerek nefsini satın alır.” (Bakara 207) Bütün savaşlara Allah Elçisi ile birlikte katıldı. Ömer, kendisine karşı girişilen suikast sonucu yaralandığında Suheyb'i namazları kıldırmak için kendine halef tayin etti. Medine'de h. 39 yılında 73 yaşında iken öldü. (Allah Razı olsun) Bkz. Esed El-Ğabe, c. 3, s. 30-33.)
 
Üst Ana Sayfa Alt