Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Ayirici Bir Çizgi - Seyyid Kutub

E Çevrimdışı

EBU SEHRAN

Üyeliği İptal Edildi
Banned
AYIRICI BIR ÇİZGİ

Seyyid KUTUB

Kur'an-ı Kerim, hakkı açıklayıp ortaya koymaktadır. Bundan tek maksat, mü'min ve salih kimselerin yolunu belirlemek değildir. Çünkü Kur'an, bu metoduyla bâtılı da açıklayıp ortaya koymaktadır. Sapık ve mücrimlerin de yolunu belirlemek içindir bu açıklama. Mücrimlerin yolunu belirlemek; mü'minlerin yolunu belirlemenin bir zorunluluğudur. Bu, tıpkı yol ayrımında bulunan ayırıcı bir çizgi gibidir:

"(Kur'an) ayetlerini (hakkın izharı) ve mücrimlerin yolunun belirlenmesi için açıklıyoruz." (6 En'am/55)

Bu, Allah (Subhabehu ve Tealâ)'nın tayin ettiği bir metodtur. Maksat beşerî nefisleri tanıtmaktır. Allah (Subhabehu ve Tealâ), hak ve hayra ilişkin kesinleşmiş bir inanç oluşturmanın, meselenin diğer yüzünü; yani bâtıl ve şerri tanımayı da gerektirdiğini elbette ki, bilmektedir. Çünkü insanın "şu, tam anlamıyla şer ve bâtıldır, şu da tam anlamıyla hak ve hayırdır" diye kesin bir karara varmasının yolu budur. Şu da var. Hakla ortaya atılmanın güç kaynağı, hak sahibinin elindekinin hak olduğunu bilmesinden ibaret değildir. Çünkü karşıdaki düşmanın; davası uğrunda savaşan bâtıl ehli olduğunu ve bu kimselerin mücrimlerin yolunu izlediğini bilmek de hak sahibine güç verir. Nitekim Allah (Subhabehu ve Tealâ), her peygambere mücrimlerden bir düşman verdiğini bildirdiği başka bir ayet-i kerimede şöyle buyurmaktadır:

"Her peygamber'e mücrimlerden bir düşman da verdik." (25 Furkan/31)

Bundan da maksat, gerek Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ve gerekse mü'minlerin; mücrim kimselerin düşmanlıklarıyla karşı karşıya olduklarını kuşkuya yer vermez bir kesinlik ve açıklıkta bilmeleridir. Şerrin, mücrimliğin ve küfrün hakla savaşması kaçınılmazdır. İmanın, ıslahın ve hayrın belli olması, bir de mücrimlerin yolunun ortaya çıkması için bu, zorunludur. Bu, Rabbanî ayetlerin açıkça ortaya koyduğu bir hedeftir. Mücrimlerin tutum ve yollarında söz konusu olabilecek herhangi bir şüphe veya karışıklık; mü'minlerin tavır ve yolunda da bir karmaşa ve şüpheye neden olabilir. Çünkü bunlar iki zıt durum ve birbirinden ayrı iki yoldur. Bu bakımdan çizgi ve renklerin iyice ortaya çıkması gerekir.

Şu halde her İslâmî hareketin ilk görevi, mü'min ve mücrimlerin yollarını tayin etmektir. Önce mü'minlerin, daha sonra da mücrimlerin yolunu tayin etmek gerekir. Mü'minlerin ayırıcı özellikleri yanında, mücrimlerin de ayırıcı özelliklerini tanıtmak gerekir. Ayrıca bu tanımların pratik, yani teorik çerçeveyi aşan bir değeri olacaktır. Ta ki İslâm davetçileri ve hareket adamları, etraflarında bulunan mü'minleri de mücrimleri de tanıyabilsinler. Bunun da çaresi, mü'minlerin metod, yol ve alâmetleri yanında, mücrimlerin de yol ve alâmetlerini hiç bir karışıklığa meydan vermeden belirlemektir. Mü'min ve mücrimlerin belli başlı alâmet, özellik ve ünvanlarının birbirine karışmasına meydan vermemektir. Bu tayin ve tanıtma, İslâm'ın Arabistan yarımadasındaki müşriklere hitap ettiği ilk günden itibaren yapılmaya başlamıştı. Öyle ki salih müslümanların yolu, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ve beraberindeki mü'minlerin yoluydu.

Mücrim müşriklerin yolu ise, bu dini kabul etmeyen kimselerin yoluydu. İşte Kur'an-ı Kerim, böylesine bir açıklık ve belirlilik ortamında iniyordu. Allah (Subhabehu ve Tealâ), mücrimlerin yolunu da tanıtır nitelikte ayetlerini açıklıyordu.

İslâm'ın şirk, putperestlik, dinsizlik ve değişikliğe uğramış veya beşerî zevklere göre değiştirilmiş semavî kökenli farklı diyanetlere hitap ettiği her ortamda mü'minlerin de, kafir ve müşrik mücrimlerin de yolu belirlenmiştir. Birbirine karışmaya meydan verilmeyecek kadar belirlenmiştir. Ne var ki, gerçek bir İslâmî hareketin -bugün için- karşılaştığı en büyük problem, bunların hiç biri değildir. Çünkü günümüzdeki bu en büyük zorluğun nedeni, bir zamanların İslâm yurdu olan ülkelerde yaşayıp müslümanların soyundan gelen insanların varlığıdır, öyle ki günün birinde üzerinde Allah'ın Dini’nin egemen olup şeriatının uygulandığı bu topraklarda, "müslüman" adını kullanan; ama gerçekte İslâm'dan kopmuş, İslâm'ın hem itikadî, hem de pratik değerlerinden uzaklaşmış bir takım insanların varlığı...

Çünkü İslâm, "La ilahe illallah, Muhammedun Resulullah" şahitliğine dayalı olarak kainatın yaratıcı ve mutasarrıfının ortaksız bir tek Allah olduğuna inanmaktır. Günlük ibadet ve hayat faaliyetlerini bir tek Allah'a ait kılmaktır. Allah (Subhabehu ve Tealâ)'dan başka hiç bir kimseden hayat kanunlarının alınamayacağına ve tüm hayat işlerinde ilâhî hükümden başkasına boyun eğilemeyeceğine inanmaktır.

İşte şehadet kelimesinin anlamı budur. "La ilahe illallah"a bu anlamıyla şehadet etmeyen bir kimse, kim olursa olsun; adı, lakabı ve soyu ne olursa olsun, şehadet getirmemiş ve henüz İslâm'a girmemiş demektir. Aynı şekilde üzerinde "La ilahe illallah" şahitliğinin bu anlamıyla egemen olmadığı bir ülke de Allah'ın dinine boyun eğip İslâm dinine girmemiştir. Bu toprakların üstünde yaşayanlar, "müslüman isimler" kullanıp müslümanların soyundan gelse de bu hüküm değişmez. O ülkelerin bir zamanların "Dar'ul-İslâm'ı" olması da bu durumu değiştirmez. Çünkü bu tür insanlar, gerçek anlamıyla şehadet getirmemişlerdir. Çünkü bugün şehadet kelimesinin gerçek anlamına uygun olarak Allah (Subhabehu ve Tealâ)'ya itaat eden ülkeler de yoktur.

İşte bugün gerçek bir İslâm hareketinin söz konusu yurt ve insanların içinde karşılaştığı en büyük problem budur. Bir yandan "La ilahe illallah" şehadeti ve İslâm'ın gerçek anlamı, diğer taraftan da şirk ve cahiliyenin gerçek anlamları etrafında var olan karmaşa, karışıklık ve şüpheler, İslâmî hareketin başına gelebilecek değişik türdeki belalardan çok daha büyük bir problem durumundadır. Çünkü bunun sonucu olarak salih mü'minlerin yoluyla, mücrim müşriklerin yolu belirlenmemekle beraber etiket ve ünvanlar karmaşası oluşmakta, isim ve sıfatlar da birbirine karıştırılmaktadır. Kısaca öyle bir boşluk ki bu, yol ayrımı bir türlü tesbit edilememektedir.

İslâm hareketinin düşmanları bu boşluğun farkındadırlar. Meseleyi daha da karıştırmak, bulandırmak ve tereddütler yaymak için durmadan çalışmalarının nedeni budur. Öyle ki, bu ortamda hak kelimeyi söylemek, baş aşağı asılmayı gerektirecek bir töhmet haline gelmiştir. Müslümanları tekfir töhmeti haline gelmiştir. İslâm, küfür konusunda bir hüküm vermek, Allah ve Resulü'nün buyruğuna değil halkın gelenek ve kavramlarına başvurmayı gerektiren bir mesele olmuştur. İşte günümüzün en büyük problemi budur. Her kuşaktaki İslâm davetçilerinin aşmaları gereken ilk engel budur.

Bundan dolayı davete, mü'min ve mücrimlerin yolunu belirlemekle başlamak şarttır. Dava adamı, ayırıcı olan hak kelimeyi söylemek konusunda tavizkâr olamaz. İnsanlara yaranmaya çalışmaz. Bu konuda korkuya kapılmamak, insanların kınamasından çekinmemek ve "Bakın bunlar müslümanları tekfir ediyor" diyen çığırtkanları dinlememek zorundadırlar.

Çünkü İslâm, aldanmış bazı insanların sandığı gibi bulanık bir din değildir. Çünkü İslâm, besbelli ortadadır. Küfür de besbelli ortadadır. İslâm, yukarıda belirttiğimiz anlam ve muhtevasıyla "La ilahe illallah" şehadetini getirmektir.

Bu şehadeti bu anlamıyla getirmeyen ve hayatına buna göre yön vermeyen kimsenin hakkındaki Allah ve Resulü'nün hükmü; küfür, zulüm, fısk ve mücrimliktir.

"Ve ayetleri, mücrimlerin yolunu belirlemek için açıklıyoruz."

Evet dava adamlarının bu engeli aşmaları gerekiyor. Bu belirlenmeye en başta kendilerinin uyması gerekiyor. Bu engel aşılmalı ki; hiç bir şüpheye kapılmadan, bulandırma ve karmaşalardan etkilenmeden tüm enerjilerini Allah'ın Dini yolunda harcayabilsinler. Çünkü tüm güçleriyle çalışmaları; kendilerinin "müslümanlar" olduğuna, yollarında duranların ve insanları Allah'ın Dini’ne girmekten önleyenlerin de "mücrimler" olduğuna kesin bir şekilde inanmış olmalarına bağlıdır."Müşrikler kimlerdir?" Kendimizi bunu açıklamak zorunda hissediyoruz. Müşrik; ilahlık vasfını, hangi konuda olursa olsun Allah (Subhabehu ve Tealâ) ile beraber başkasına veren kimsedir.

Bu şirk ister itikadı alanda olsun, ister ibadetleri Allah (Subhabehu ve Tealâ) ile beraber başkalarına sunmakta olsun, isterse de Allah (Subhabehu ve Tealâ)’dan başkasının hakimiyet ve şeriatini kabullenmekle olsun aynı hükme tâbidir. Buna göre söz konusu ilahlık özelliklerinden sadece birini iddia eden kimseler, müslüman isimlerini taşımış olsalar bile durumları bellidir, öyleyse görevimiz, dinimiz konusunda kesin bir inancın üzerinde olmamızdır. Evet Allah Dini’nin davetçileri bu dar geçiti aşmak ve yol ayrılığına en başta kendileri uymak zorundadırlar.

Bu davanın bir iman ve küfür meselesi olduğuna, kavimleriyle yol ayrımı noktasında bulunduklarına; yani kendileriyle kavimlerinin ayrı ayrı millet ve dinler üzerinde bulunduklarına inanmadan yolun zorluklarına katlanmaları mümkün değildir.

" (Kur'an'ın) ayetlerini (hakkın izharı) ve mücrimlerin yolunun belirlenmesi için açıklıyoruz."

Ve Allah (Subhabehu ve Tealâ), elbette ki doğru söylemiştir.
 
Üst Ana Sayfa Alt