2- BAKARA SÛRESİ
Ayetlerinin sayısı bilittifak 286 olan Bakara Sûresi Medine-i Münevvere'de inen sûrelerden olup içinde Mekke'de nazil olan âyet yoktur ve nüzulü en uzun süren sûredir.[1]
l-4- Elif. Lam. Mîm. İşte bu kitab, onda hiçbir şüphe yoktur. Muttakîler için hidâyetin tâ kendisidir. O muttakîler ki ğayba iman eder, namazı ikame eder ve kendilerine rızık olarak verdiğimizden infâk ederler. Ve onlar sana indirilmiş olana da senden önce indirilmiş olana da iman ederler. Ahirete de onlar îkân sahibidirler.
El-Firyâbi ve İbn Cerir'in Mücahid'den rivayetle tahric ettiklerine göre Bakara Sûresinin ilk dört âyeti mü'minler, onları takip eden iki âyeti kâfirler, ondan sonraki 13 âyet de münafıklar hakkında nazil olmuştur.[2]
Bazıları da şöyle diyor: ilk dört âyet özellikle Ehl-i kitab mü'minleri hakkında, Kur'ân’a imanları sebebiyle nazil olmuştur. Allah Tealâ, Kur'ân'da, onların gizlemekte olduklarını haber verince bu kitabın Hz. Muhammed'e Allah katından indirilmekte olduğunu anlamış, Hz. Muhammed'in peygamberliğine iman etmiş, Kur'ân'da nazil olan hakikatleri de tasdik etmişlerdi.[3]
6-7. Şurası muhakkak ki o küfretmiş olanları inzâr etsen de inzâr etme s en de birdir, iman etmezler, Allah, onların kalblerini de kulaklarını da mühür lemistir. Gözlerinin üzerinde de bir perde var. Onlaradır azâb-ı azim.
îbn Abbâs Bakara 6 âyetinin Hz. Peygamber zamanında Medine civarında bulunan Yahudiler hakkında inmiş olduğunu söylemektedir. Onlar, Hz. Muhammed'in, Allah'ın onlara ve bütün insanlara gönderdiği son elçi olduğunu herkesten daha iyi bildikleri halde onu (herkesten önce tasdik edip ona iman etmeleri gerekirken tam tersine) onu yalanladıkları için onları azarlamak ve suçlamak üzere Allah Tealâ bu âyeti indirmiştir,
İkrime veya Saîd ibn Cübeyr'in yine İbn Abbâs'tan naklettiklerine göre Bakara Sûresinin başından itibaren 100 âyet birer birer isimlerini ve neseblerini saydığı Yahudi hahamları ile Evs ve. Hazrec kabilelerinden münafıklar hakkın-, da inmiştir. Taberî, konuyu uzatmamak için bu kimselerin isimlerini vermediğini söyler. [4]
İbn Cerir'in İbn İshâk kanalıyla İbn Abbâs'tan tahricine göre bu iki âyet Medine Yahudileri hakkında inmiştir.[5] İbn Abbâs'tan gelen bir rivayette ve kelbî'nin söyledikleri de bu görüşle Örtüşmektedir. Onlar da bu âyetin Huy ey ibn Ahtab, Ka'b ibnu'l-Eşref ve benzerleri gibi Yahudi ileri gelenleri hakkında nâzü olduğunu söylemektedirler.
Yine îbn Cerir'in er-Rebi' ibn Enes'den tahricine göre bu iki âyet Bedr gazvesinde öldürülen müşriklerin kumandanları (ileri gelenleri) hakkında inmiştir.[6]
Ancak âyet-i kerimede bunların hiçbiri ismen belirtilmemekle onlar ve tarih boyunca, kıyamete kadar onlar gibi olanlar hakkında bu âyetler inmiştir demek en toplayıcı görüş olacaktır.[7]
8. İnsanlardan öyleleri vardır ki iman etmiş olmadıkları halde "Allah 'a ve âhireî gününe iman ettik. " derler. Halbuki onlar mü 'minler değillerdir.
Müfessirler. bu âyet-i kerimenin münafıklardan bir topluluk hakkında indiğinde ve bu âyette zikredilen sıfatların münafıkların sıfatı olduğunda ittifak etmişlerdir.
İbn Cerîr Taberî'nin Tefsirinde İkrime veya Saîd ibn Cübeyr'in İbn Abbâs'dan rivayetine göre "İnsanlardan kimileri de vardır ki mü'minler olmadıkları halde Allah'a ve âhiret gününe iman ettik, derler." Âyetinde Evs ve Hazrec'den münafıklarla onlar gibi olanlar kastedilmektedir. İbn Abbâs, Übeyy ibn Ka'b'den naklen bunların isimlerini de zikretmiştir.[8]
İbn Abbâs'tan gelen başka bir rivayette ise bu âyetin, mü'minlerle karşılaştıklarında iman ve tasdik üzere olduklarını izhar edip "Biz, kitabımızda Muhammed'in vasıflarını buluyoruz." diyen, birbirleriyle başbaşa kaldıkları zaman ise bunun aksi davranan ehl-i kitab münafıkları hakkında nazil olduğu söylenmektedir ki Abdullah ibn Übeyy, Muattib ibn Kuşeyr ve Vucd ibn Kays bunlardandır.[9]
11-12. Kendilerine "Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın." denildiği zaman "Biz ancak ıslah edicileriz. " derler. Dikkat ediniz! onlar muhakkak bozguncuların ta kendileridir de durumlarının şuurunda değillerdir.
"Onlara: Yeryüzünde fesat çıkarmayın, denildiğinde, Biz ancak ıslah edicileriz, derler." Âyetinde her ne kadar kıyamete kadar gelecek münafıklar kastedilmekte ise de Hz. Peygamber zamanında yaşamış münafıklar hakkında inmiştir. Bu âyetin nüzul sebebinde Selman'dan "Bunlar henüz gelmediler." dediği rivayet edilmişse de herhalde Selman, bu âyetin nüzulüne sebep olanların ölümünden sonra böyle söylemiş olmalıdır. Zaten Selman'm bu sözü "bu âyette belirtilenler daha önce geçmemiştir." şeklinde anlaşılmaz. Veya bu sıfatta olan kimselerin daha sonra gelmeleri, geçmişte benzerlerinin olmasına mani değildir.[10]
14. Onlar, iman etmiş olanlara kavuştukları zaman "İman ettik." derler. Şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında ise "Emin olun biz (onlarla) alay edicileriz. " derler.
Vahidî ve Sa'lebî'nin Muhammed ibn Mervan ve Suddî Sağîr kanalıyla İbn Abbâs'tan tahric ettiklerine göre bu âyet Abdullah ibn Ubeyy ve arkadaşları hakkında nazil olmuştur. Şöyle ki:
Bir gün dışarı çıkmışlardı. Allah'ın Rasûlü (sa)'nün ashabından bir grup karşılarından geliyordu. Abdullah ibn Übeyy: "Bakın, dedi şu beyinsizleri sizden nasıl çevireceğim."
Gelip Hz. Ebu Bekr'in elini tuttu ve: "Merhaba ey Sıddîk, Temîm oğullarının efendisi ve İslâm'ın şeyhi, Allah'ın Rasûlü ile mağaradaki ikinin ikincisi, malını ve canını Rasûluliah yolunda cömertçe harcayan!" dedi.
Sonra Hz. Ömer in elini tutup: "Merhaba ey Adiyy ibn Ka'b oğullarının e-fendisi, Allah'ın dininde en güçlü ve Faruk, Allah'ın Rasûlü yolunda malını ve canını cömertçe harcayan!" dedi.
Sonra Hz. Ali'nin elini yakalayıp: "Merhaba ey Allah Rasûlü'nün amcası oğlu, Rasûlullah'ın damadı, Allah'ın Rasûlü dışında bütün Haşim oğullarının efendisi!" dedi ve ayrıldılar.
Abdullah, arkadaşlarına: "Neyi nasıl yaptığımı gördünüz değil mi? Onları gördüğünüz zaman aynen benim yaptığım gibi yapın; onlara övgüde bulunun." dedi.
Müslümanlar Hz. Peygamber (sa)'in yanına dönüp İbn Übeyy ile aralarında geçeni O'na haber verdiler de bu âyet-i kerîme nazil oldu.
Ancak bu rivayetin isnadı vâhîdir. Çünkü Süddî Sağîr yalancıdır. Kelbî ve Ebu Salih de zayıftırlar.[11]
Yine Kelbî'nin Ebu Salih'ten, onun da İbn Abbâs'tan rivayetine göre ise bu âyet yahudilerin durumu hakkında inmiştir. Buna göre "iman edin" emrinin muhatabları yahudiler, "insanların iman ettiği gibi" ifadesindeki insanlar da Abdullah ibn Selâm ve ashabı gibi müslüman olan yahudilerdir.[12]
İbn Abbâs'tan gelen bir rivayete göre de bu âyet Abdullah ibn Übeyy, Muattib ibn Kuşeyr ve Cedd ibn Kay s gibi yahudi münafıkları hakkında nazil olmuştur. Onlar, mü'minlerle karşılaştıkları zaman iman ve tasdiklerini gösteriyorlar "Biz Muhammed'in niteliklerini, vasıflarını kitabımız Tevrat'ta buluyoruz." diyorlardı. Ancak içleri böyle değildi ki birbirleriyle yalnız kaldıklarında aksini konuşuyorlardı.[13]
19. Yahut onların hali gökten boşanan yağmura tutulmuşun hali gibidir ki 'onda karanlıklar, gök gürültüsü ve şimşek çakışı vardır. Ölüm korkusuyla yıldırımlardan parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Allah kâfirleri çepeçevre kuşatandır.
İbn Cerîr'in Suddî el-Kebîr kanalıyla İbn Abbâs'tan, İbn Mes'ûd'dan ve sahabeden bazılarından rivayetle tahricine göre Medine münafıklarından iki kişi Allah'ın Rasûlü'nden müşriklere kaçmışlardı. Yolda Allah'ın, içinde şiddetli gök gürültüsü, şimşek ve yıldırımlarla zikrettiği yağmura yakalandılar. Her yıldırımda yıldırım kulaklarına girecek de kendilerini öldürecek korkusuyla parmaklarıyla kulaklarını tıkıyorlar; her şimşek parıl damasın da onun şavkında yürüyorlar, şimşek çakmayıp da bir şey göremez oldukları zaman da yürüyerek (eski) yerlerine geliyorlardı. (Sonunda iyice bizar olup "Ah bir sabaha çıksak! Hemen Muhammed'e gelip elimizi eline koyalım (tekrar O'na İmanla biat edelim)." demeye başladılar. Gerçekten de sabah olunca Hz. Muhammed'e gelip yeniden iman ettiler, ellerini Efendimizin eline koyup biat ettiler ve iyi müslümanlar oldular.
Allah Tealâ Medine'den Müşriklere katılmak üzere çıkan bu iki münafığın durumunu Medine'deki münafıklar için bir mesel kıldı: Hz. Peygamber (sa)'in meclisinde hazır bulundukları zaman Hz. Peygamber (sa)'in kendileri hakkında bir şey (vahiy) nazil olduğunu söylemesinden veya herhangi bir şeyle adlarının anılmasından ve öldürülmelerinden korkarak Medine'den çıkan o iki münafığın parmaklarıyla kulaklarını tıkadıkları gibi kulaklarını parmaklarıyla tıkıyorlardı. Şimşek önlerini aydınlattığında yani malları, çocukları çoğalıp bir ganimet elde ettiklerinde veya bir fetih ele geçirdiklerinde o iki münafık nasıl şimşek çaktığında onun aydınlığında yürüyor idiyseler bunlar da o aydınlıkta yürüyorlar; "Muhamed'in dini gerçekten doğru bir din İmiş" diyorlar ve o dinde devam ediyorlar; önleri aydınlık olmayıp karardığında da dikilekalıyorlar yani mallan ve çocukları helak olup başlarına bir belâ geldiğinde ise "Bu, Muhammed'in dini yüzünden." diyor ve şimşek çakmayıp da karanlıkta kalan İki münafığın yaptığı gibi bunlar da dinden dönüp kâfirler oluyorlardı.[14]
Saîd ibn Cubeyr'den başka bir nüzul sebebi rivayet ediliyor. O demiş ki: Bu âyet yahudiler hakkında nazil olmuştur. Allah'ın Rasûlü (sa)'nün çıkışını bekliyor ve onunla araplara karşı zafer kazanacakları, araplara galebe çalacakları umudunu izhar ediyorlardı ama çıkınca onu inkâr ettiler. İşte Hz. Peygamber'in çıkışını beklemeleri (aydınlanmak üzere) ateş yakmalarına, çıkışından sonra inkâr etmeleri de yaktıkları ateşin aydınlığının zevaline benzetilmiştir.[15]
23. Eğer kulumuzun üzerine indirdiğimizden şüphe ediyorsanız haydi onun benzerinden siz de bir sûre getirin. Allah 'in dışında şâhidlerinizi de çağırın eğer (sözünüzde) sâdıklar iseniz.
Müşrikler Kur'ân'ı işittikleri zaman: "Bu, Allah'ın sözüne benzemiyor. Biz doğrusu onun Allah kelâmı olduğundan şüpheliyiz." demişlerdi de âyet bunun üzerine nazil oldu [16]
Elbetteki bu müşriklerin ilk Örnekleri asr-ı saadette Kur'ân'ın ilk muhatabları olan Mekke müşrikleri olmakla birlikte Kur'ân'ın bu meydan okuması kıyamete kadar bütün inkarcılar hakkında geçerlidir.[17]
26. Hiç şüphesiz, bir sivrisinek olsun, daha üstündeki olsun herhangi bir şeyi Allah mesel getirmekten çekinmez. Artık iman edenler onun, Rablerinden bir gerçek olduğunu bilirler. Kâfirler ise "Allah bu misal ile neyi murad etmiştir? " derler. Allah onunla bir çoğunu dalâlette bırakır. Yine onunla bir çoğunu hidâyete ulaştırır. Onunla ancak fâsıkları dalâlette bırakır.
İbn Cerîr'in kendi isnadlarıyla Süddî'den tahricinde Abdullah ibn Mes'ûd ve diğer bazı sahabeden rivayetine göre Allah Tealâ, Bakara 17 ve 18'de münafıklarla ilgili iki misali verdiğinde münafıklar: "Allah böyle misaller vermeyecek kadar yücedir." dediler de "İşte onlar gerçekten hüsrana uğrayanlardır." (Bakara 27)'ye kadar olmak üzere "Hiç şüphesiz Allah, sivrisinek ve onun ötesinde bir şeyi misal getirmekten haya etmez..." âyetini indirdi.[18]
Vâhidî'nin... İbn Mes'ûd'dan rivayetine göre ise Allah Tealâ, müşriklerin ilâhlarını zikredip "Ey insanlar bir misal verildi, şimdi onu dinleyin. Allah'ı bırakıp da tapındıklarıniz bunun için bir araya gelseler bile bir sineği bile yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey kapsa, bunu ondan geri de alamazlar. İsteyen de âciz, kendinden istenen de." (Hacc, 73) ve müşriklerin ilâhlarının tuzaklarım zikredip onların tuzaklarını örümcek yuvası gibi olmakla niteleyip "Allah'ın dışında dostlar edinmiş olanların misali örümceğin misali gibidir ki örümcek bir yuva edinmiştir. Halbuki yuvaların en çürüğü hiç kuşkusuz örümceğin yuvasıdır." (Ankebût, 41) buyurunca müşrikler: "Görüyor musunuz Muhammed'e İndirdiklerinde Allah sinek ve Örümceği misal veriyor. Acaba bu kadar değersiz şeyleri misal getiren tanrı nasıl bir tanrıdır ki! Bir tanrı bunu yapar mı?" dediler de Allah Tealâ: "Hiç şüphesiz Allah, sivrisinek ve onun ötesinde bir şeyi misal getirmekten haya etmez..." âyetini indirdi. Bu rivayetin isnad zincirinde bulunan Abdulğanî gerçekten vâhî bir râvidir.[19] Bu rivayet Vâhidî'nin Esbâbu'n-Nüzûl’ünde İbn Abbâs'tan rivayetle yer almaktadır.[20]
Hasen ve Katâde de şöyle diyorlar: Allah Tealâ kitabında sinek ve örümceği zikredip müşriklerin yapmakta olduklarına bunları misal getirince Yahudiler güldüler ve: "Doğrusu bu Allah kelâmına hiç benzemiyor." dediler de bunun üzerine Allah Tealâ bu âyeti indirdi.[21]
Abdurrezzâk da tefsirinde Katâde'den rivayetle şöyle diyor: Allah Tealâ, (Kur*ân'da sinek ve örümceği zikredince müşrikler: "Acaba sinek ve örümceğin nesi var da (Kur'ân'da) anılıyorlar?" dediler de Allah Tealâ bunun üzerine bu âyeti indirdi.
İbn Ebî Hatim'in Hasen'den rivayetine göre ise "Ey insanlar bir misal verildi, şimdi onu dinleyin. Allah'ı bırakıp da tapındıklarınız bunun için bir araya gelseler bile bir sineği bile yaratamazlar..." âyeti nazil olunca müşrikler: "Bu ne biçim misal?!" veya buna benzer bir şeyler söylediler de Allah Tealâ bunun üzerine bu âyet-i kerimeyi inzal buyurdu
Bu rivayetlerden birincisi isnad açısından daha sahih olması yanında sûrenin başında geçenlere de daha uygundur. Aslında diğer rivayetlerde Allah'ın sinek ve örümceği misal getirmesine müşriklerin karşı çıktığı ve onların buna hayretlerini belirtmeleri üzerine bu âyetin indiğinin söylenmesi âyetin medine'de nazil olmuş olmasıyla da uyuşmamaktadır.
Yukardaki rivayetlerden en uygunu Vâhidî'nin rivayet etmiş olduğu sinek ve örümcek misallerine Yahudilerin itiraz ve hayretlerini ifade eden rivayettir.[22]
27. Onlar ki Allah 'm ahdini onu te 'kidle sımsıkı bağladıktan sonra bozarlar, Allah 'in, birleştirilmesini emrettiğim keser, koparırlar, yeryüzünde bozgunculuk yaparlar. İşte onlar hüsrana uğrıyanların ta kendileridir.
"Onlar ki kesin kesin söz verdikten sonra Allah'ın ahdini bozarlar..." âyeti, ehl-i kitabın kâfirleri ve münafıkları, özellikle de Hz. Peygamber'in ashabı muhacirler arasına karışan Yahudi hahamları, onlara yakın duran İsrail oğullan kalıntıları ve şirki üzerinde ısrar eden münafıklar hakkında inmiştir.[23]
41. Yanınızdakini doğrultucu olarak gönderdiğime iman edin, onu inkâr edenlerin ilki siz olmayın. Ayetlerimizi az bir baha ile değişmeyin. Ancak bana korunun.
Hasen ve bazı müfessirler diyorlar ki:
Yahudi hahamları, Hz. Peygamber (sa)'in Tevrat'taki vasıflarını değiştirip bunun için bir ücret yani rüşvet alıyorlardı. Bu âyetle bundan men'edildiler.
"Yahudi hahamları dinlerinin halka öğretme karşılığında ücret alırlardı. Bu âyetle bu yasaklandı" da denilmiştir.
Bu âyet-i kerime her ne kadar İsrailoğullarına mahsus ise de bu konuda onlar gibi davranan herkes bu âyetin hükmüne girer. Yani bir hakkı değiştirmek veya iptal etmek için rüşvet alan veya öğretmesi vacip olan bir şeyi bir ücret almaksızın Öğretmekten veya kendisinden bir başkasının edâ edemiyeceği bir ilmi yine ücret almaksızın edâ etmekten kaçınan kimseler bu âyetin hüküm ve
tehdidi altına girer.[24]
42. Sizler bilip dururken hakkı bâtıla karıştırıp hakkı gizlemeyin.
Ebu'l-Aliye der ki: Yahudiler: "Muhammed peygamber olarak gönde rilmiştir ama bizden başkalarına." demişlerdi. İşte onların "Muhammed pey gamber olarak gönderilmiştir." sözleri hak, "bizden başkalarına gönde rilmiştir." sözleri ise bâtıldır.[25]
44. Sizler insanlara iyiliği emredersiniz de kendilerinizi unutur musunuz? Halbuk kitabı da okuyorsunuz. Halâ akletmiyecek misiniz?
Vahidî ve Sa'lebî'nin Kelbî kanalıyla İbn Abbâs'tan rivayetlerine göre o şöyle demiştir: Bu âyet Medine yahudileri hakkında nazil oldu. Onlardan birisi, müslüman hısım akraba ve süt kardeşlerinden birine: "Üzerinde olduğun din ve bu adamın -Hz. Muhammed'i kastediyorlar- emrettiklerinde sebat et. Çünkü onun işi haktır, doğrudur." demişti. Yani insanlara bunu emrediyor ve fakat kendileri yapmıyorlardı.[26]
İbn Abbâs'tan gelen bir rivayete göre ise yahudi hahamları yahudilere Tevrat'a tabi olmalarını emreder ve fakat kendileri Hz. Muhammed (sa)'in Tevrat'taki vasıflarını inkâr etmek suretiyle Tevrat'a aykırı davranırlardı.
İbn Cureyc der ki: Yahudi hahamları, cemaatlerini Allah'a tâate teşvik eder ve fakat kendileri ma'sıyetlerden sakınmazlar, rahatça günah işlerlerdi.
Bazıları da: Yahudi hahamları halkı sadaka vermeye çağırıp teşvik eder ve fakat kendileri cimri davranırlardı.[27]
Bütün bu vecihler netice itibariyle bir veya birbirine yakın, birbiriyle çelişmeyen sebeplerdir. Aslında âyet Yahudi hahamları (din adamları) hakkında ise de onların bu ve benzeri kabilden işleri ile fiillerinin birbirini tutmaması sıfatında onlara benzeyen herkes âyetin hükmüne dahildir.[28]
48. Ve öyle bir günden korunun ki o günde hiç kimse hiç kimse adına bir şey ödeyemez, ondan hiçbir şefaat kabul olunmaz, ondan bir fidye alınmaz, onlara yardım da edilmez.
Müfessirlerin kaydettiklerine göre bu âyetin nüzul sebebi şudur: İsrail oğullan: ''Bizler Allah'ın oğulları, dostları ve peygamberlerinin çocuklarıyız ve babalarımız bize şefaatçi olacaklardır." diyorlardı. Allah Tealâ da onlara, kıyamet günü onlardan fidyenin de şefaatlerin de kabul edilmeyeceğini bildirdi.[29] Bir rivayette de onların “Bizler Allah'ın dostu olan İbrahim'in evlâtlarıyız. O, Allah'ın rızası için kesmeye yatırdığı İshak'ın babasıdır. Bize şefaat eder ve bizi azâbdan kurtarır." dedikleri, babalan ile kini kastettikleri açık olarak belirtilmiştir.[30]
62. Şüphe yok ki iman etmiş olanlar, yahudiler, hristiyanlar ve sabitler; kim Allah'a ve âhiret gününe iman eder, bununla beraber sâlih amelde bulunursa elbette onların Rableri katında ecirleri vardır. Hem onlara bir korku da yoktur, onlar üzülecek de değillerdir.
İbn Ebî Hatim ve el-Adenî"nin îbn Ebî Necîh kanalıyla Mücâhid'den tahric ettiklerine göre O şöyle anlatmış: Selman dedi ki: Rasûlullâh (sa)'a daha önce birlikte bulunduğum din sâliklerini sordum. Onların dualarını, ibadetlerini zikrettim. Bunun üzerine "Hiç şüphesiz iman etmiş olanlar; Yahudi, hristiyan ve sâbiîlerden Allah'a ve âhiret gününe iman etmiş ve sâlih amel işlemiş olanlar..." âyeti indi.
Yine İbn Ebî Hatim'in tahricinde Mücâhid'den gelen rivayette Selmân şöyle anlatıyor: Allah'ın Rasûlü (sa)'ne, daha önce içlerinde bulunduğum din mensuplarını sordum ve dedim ki: "Ey Allah'ın elçisi, namaz kılıyorlar, oruç tutuyorlar, sana iman ediyorlar ve senin peygamber olarak gönderileceğine şehadet ediyorlardı." Bunun üzerine Allah Tealâ bu âyeti indirdi.[31]
Vahidî'nin de Mücâhid'den rivayetle zikrettiğine göre Selman, Rasûlullâh (sa)'a daha önceki ashabının kıssasını anlattığında Efendimiz: "Onlar cehennemdedirler." buyurmuştu. Selman diyor ki: Sanki o anda dünyam karardı ama hemen akabinde "Hiç şüphesiz iman etmiş olanlar; Yahudi, hristiyan ve sâbiîlerden Allah'a ve âhiret gününe iman etmiş ve sâlih amel işlemiş olanlar...ve onlar mahzun da olmayacaklardır." âyeti nazil oldu da sanki üzerimden bir dağ kalktı.
Vahidî'nin Esbâbu'n-Nüzûl'ünde ise rivayet "Selman'in Hz. Peygamber'e manastırlarda kalanların kıssasını anlattığı ve Hz. Peygamber'in de "Onlar cehennemdedirler." buyurduğu" şeklindedir.[32]
İbn Cerîr ve İbn Ebî Hatim de Süddî'den rivayet ederler ki bu âyet Selman'in İslâm'dan önceki ashabı hakkında nazil olmuştur.[33]
Süddî'den gelen rivayet Vahidî'de şöyledir:
"Hiç şüphesiz iman etmiş olanlar; Yahudi, hristiyan ve sâbiîlerden Allah'a ve âhiret gününe iman etmiş ve sâlih amel işlemiş olanlar..." âyeti Selman el-Fârisî'nin ashabı hakkında nazil olmuştur. Selmân, Hz. Peygamber (sa)'e geldiğinde ashabının (bırakıp geldiği arkadaşlarının) ibadetlerini ve nasıl çalıştıklarını haber verip şöyle dedi: "Ey Allah'ın elçisi, namaz kılıyor, oruç tutuyor, sana iman ediyor ve senin peygamber olarak gönderileceğine şehadet ediyorlardı." Selmân'in, arkadaşlarına olan bu övgüsü bitince Allah'ın Rasûlü (sa): "Onlar cehennemliklerdendir." buyurdu da Allah Tealâ: "Hiç şüphesiz iman etmiş olanlar; Yahudi, hristiyan ve sâbiîlerden Allah'a ve âhiret gününe iman etmiş ve sâlih amel işlemiş olanlar..." âyetini indirdi ve Hz. Peygamber: "ve onlar mahzun da olmayacaklardır." Kadar okudular.[34]
İbn Abbâs, İbn Mes'ûd ve diğer bir takım sahabeden gelen rivayetlerde Selmân'in bırakıp geldiği arkadaşlarının Cündişapur halkının ileri gelenlerinden olduğu bilgisi de vardır.[35]
Taberî, tefsirinde Musa ibn Harun kanalıyla Süddî'den rivayetle hadiseyi çok daha detaylı bir biçimde şöyle vermektedir:
"Hiç şüphesiz iman etmiş olanlar; Yahudi, hristiyan ve sâbiîlerden Allah'a ve âhiret gününe iman etmiş ve sâlih amel işlemiş olanlar..." âyeti Selman Fârisî'nin arkadaşları hakkında nazil olmuştur. Selman (İran'da) Cundişapur şehrinden ve şehrin ileri gelenlerinden idi. Kralın oğlu ile arkadaş idiler ve yedikleri ayrı gitmez kardeşler gibiydiler. Birlikte ava da çıkarlardı. Bir gün yine ava çıkmışlardı. Av esnasında gizlenmiş bir eve rastladılar, kapısından baktıklarında içerde önündeki mushafı okuyan bir adam gördüler. Adam hem okuyor, hem ağlıyordu. Sordular: "Bu da nedir?" adam: "Bu kitapta ne olduğunu öğrenmek isteyen sizin durduğunuz yerde durmaz. Eğer öğrenmek istiyorsanız, girin içeri, size öğreteyim." dedi. Yanına girdiler, adanı: Bu, Allah katından gelmiş bir kitaptır. Onda, kendisine itaati emretmiş, karşı gelinmesini yasaklamış: Zina etmiyeceksin, insanların mallarını bâtıl yollarla almıyacaksın, buyurmuş" deyip kitapta olanları anlatmış. Bu kitap Allah'ın İsa'ya indirdiği İncil imiş. İki genç bundan etkilenerek bu adama (rahibe) tabî olmuşlar. Rahib: Bundan sonra (putperest olan) kavminizin kestiklerini yemek size haramdır, demiş. İki genç bu rahibe gelip gitmeye ve öğrenmeye devam etmişler.
Nihayet bir bayram günü yemekler yapılmış, ileri gelenler ve halk kralın sofrasında toplanmış ve kralm oğlu da bu sofraya davet edilip de gelmeyince kralın oğlunun hristiyan olduğu ortaya çıkmış, kral oğlunu hristiyan yapan rahibi çağırtmış ve sürgün etmiş. Rahib iki gence: 'İşte ben gidiyorum. Musul'da bir manastırda 60 mü'minle birlikte Allah'a kulluk ediyoruz. Eğer imanınızda sâdık iseniz siz de gelin." Demiş. İki genç de peşinden gitmeye karar veriyorlar ancak kralm oğlunun yol hazırlıkları uzayınca Selman sabredemeyip yalnız başına yola çıkar Musul'daki o manastıra gelir ve görür ki hristiyanlığına sebep olan rahib burada rahiplerin başıdır ve buradaki rahibler de dinlerinin emirlerini yerine getirmede çok titizler. Selman da onlara uyar ve günler böyle geçerken baş rahib Selman'a: "Yavrum sen gençsin. Bu kadar çok ibadet etme, korkarım usanırsın. Onun için nefsine ibadeti biraz hafiflet." der. Selman sorar: "Benim yaptığım mı yoksa senin şu emrettiğin mi daha hayırlı?" Başrahib: "Elbette senin yaptığın" der ve Selman bu minval üzere Allah'a ibadete devam eder.
Bir gün manastırın başrahibi Beytu'l-Makdis'i ziyarete karar verir, onun teklifiyle Selman da onunla birlikte yola çıkar. Yolda kötürüm birine rastlarlar. Onun "Ey rahiblerin efendisi bana merhamet et ki Allah da sana merhamet etsin" dileğine iltifat etmezler ve yola devam ederler. Beytu'l-Makdis'e gelince başrahib Selman'ı serbest bırakır ve "Bu mescide bütün dünyadan âlimler gelirler, çık, onları dinle, onlardan öğren" der. Selman bir gün başrahibin yanına üzgün olarak döner. Sebebini sorunca da: "Bizden öncekiler, peygamberler ve onlara tabî olanlar bütün hayırları alıp götürmüşler." der. Başrahib: "Yok hayır öyle değil, bir peygamber daha kaldı ki tâbîleri oun tâbîlerİnden daha hayırlı bir peygamber yok. Çıkacağı zaman da bu zamandır. Ben, ona yetişeceğimi sanmıyorum ama sen gençsin, belki sen ona yetişirsin. O, Arap ülkesinde çıkacaktır. Eğer ona yetişirsen ona iman et, ona tabî ol" der. Selman: "Bana onun alâmetlerinden birini söyler misin?" deyince başrahib: "Sırtında peygamberlik mührü vardır, kendisine hediye edileni yer, ama sadakayı yemez." der.
Beytu'l-Makdis'ten çıkarlar, dönüş yolunda o kötürüme yine rastlarlar. Kö-türümün: "Ey rahiblerin efendisi, bana merhamet eyle ki Allah da sana merhamet eylesin" seslenişi üzerine merkebinden ona doğru eğilir, kötürümü tutar ve yere çalar, onun için dua eder, sonra da: "Allah'ın izniyle kalk." der, adam Selman'ın gözleri önünde sapasağlam ayağa kalkar. Selman şaşkın şaşkın bakı-nırken rahib yoluna devam eder ve gözden kaybolur gider. Selman şaşkınlığından uyanıp rahibi ararsa da bulamaz. Yolda Kelb oğullarından iki arapla karşılaşır, onlara kaybettiği rahibi sorar, onlar da Selman'ı (öyle anlaşılıyor ki köle olarak satmak üzere) yanlarına alarak Medine'ye getirirler. Selman'ı Medine'de Cüheyne kabilesinden bir kadın hayvanlarına çobanlık yapması için satın alır ve Selman, kadının ikinci bir kölesi ile münavebeyle çobanlık yapmaya başlarlar. Selman'ın bir yandan da kulağı çıkmasını beklediği peygamberin haberindedir. Beklediği haber bir gün çoban arkadaşıyla gelir: "Bugün Medine'ye peygamber olduğunu iddia eden birisi geldi" der. Hayvanların başına arkadaşını koyan Selman hemen Medine'ye gelir, Efendimiz'in çevresinde dolanmaya başlar. Selman'ı gören ve niyyetini anlıyan Efendimiz elbisesini omuzundan aşağı bırakır da nübüvvet mührü meydana çıkar, mührü gören Selman Efendimiz'in yanına gelir, onunla konuşur, sonra çıkar gider, bir dinara bir kuzu ve bir miktar ekmek alır Efendimiz'e getirir. Allah'ın Rasûlü: "Bu nedir?" diye sorunca da: "Sadakadır." . der. Efendimiz: "Bizim ona ihtiyacımız yoktur, götür, müslümanlar yesin." buyurur. Selman yine çıkar gider ve tekrar başka bir dinarla bir miktar ekmek ve et satın alıp Efendimiz'e getirir. Onun: "Bu nedir?" sorusuna bu sefer "Hediyedir" cevabı verir. Efendimiz: "Otur o halde." buyurur ve birlikte yerler.
Konuşma sırasında Selman, arkadaşlarından bahseder, onları anlatır ve: "Ey Allah'ın rasûlü, namaz kılar, oruç tutar, sana iman eder ve senin peygamber olarak gönderileceğine şehadet ederlerdi." der. Selman'ın, arkadaşlarına olan övgüleri bitince Efendimiz: " Ey Selman, onlar cehennem ehlindendir." buyurur da bu Selman'a çok ağır gelir. Kaldı ki Efendimiz'e: "Eğer onlar sana yetişmiş olsalardı mutlaka seni tasdik eder ve sana tabî olurlardı." da demişti. İşte bunun üzerine Alalh Tealâ "Hiç şüphesiz iman etmiş olanlar; Yahudi, hristiyan ve sabitlerden Allah'a ve âhiret gününe iman etmiş ve sâlih amel işlemiş olanlar..." âyetini indirir.
Taberî, tefsirinde Selman'ı ihtidaya götüren hadiseleri bu şekilde tafsilâtlı bir şekilde verdikten sonra Müsennâ kanalıyla İbn Abbâs'tan gelen bir rivayete daha yer verir ki buna göre "Hiç şüphesiz iman etmiş olanlar; Yahudi, hristiyan ve sâbiîlerden Allah'a ve âhiret gününe iman etmiş ve sâlih amel işlemiş olanlar..." âyetinden sonra Allah Tealâ "Her kim İslâm'dan başka bir din isterse asla ondan kabul edilmeyecektir." (Alu İmrân, 3/85) âyetini indirmiştir ki bu da birincisinin Selman'ın, arkasında bırakıp geldiği ve Hz. Muhammed'in bi'setini bekleyip de ona yetişmeden ölen o hristiyanlar hakkında müjdeyi ihtiva etmekle birlikte Efendimiz'in bi'setinden sonrakiler hakkında ikinci Alu İmrân âyetiyle nesholunduğu düşüncesini akla getirmektedir.[36]
75. Artık onların size inanacaklarını umar mısınız? Halbuki onlardan bir zümre vardı ki Allah 'in kelâmını dinlerlerdi de akılları aldıktan sonra onlar bunu bile bile tahrif ederlerdi.
Müfessirlerin çoğu, "Şimdi (ey mü'minler), onların size inanacaklarını mı umuyor, bekliyorsunuz!? Oysa ki onlardan bir grup Allah'ın kelâmını işitir de onu iyice anladıktan sonra bile bile onu tahrif ederlerdi." Âyet-i kerîmesi Tevrat* taki recm âyeti ile Hz. Muhammed (sa)'in vasıflarını değiştiren (yahudi âlimleri) hakkında inmiştir.[37]
76. İman edenlere kavuştuklarında inandık, derler. Birbirleriyle yalnız kaldıklarında ise Allah 'in size açtığı şeyi, mü 'minler onunla Rabbınız katında kuvvetli delil getirsinler diye mi onlara söyleyip duruyorsunuz? Buna aklınız ermiyor mu? Derler.
İbn Humeyd kanalıyla İbn Abbâs'tan naklediliyor: Yahudiler mü'minlere rastladıklarında "Biz de iman ettik, yani arkadaşınız Muhammed Allah'ın elçi-sidir ama sadece size." derler, birbirleriyle yalnız kaldıklarında böyle diyenlere çıkışır: "Araplara bunu söylemeyin. Unuttunuz mu onlara karşı bu peygamber hakkı için diye Allah'tan fetih ve zafer dileğinde bulunurdunuz. Meğer bu peygamber bizden değil onlardanmış." derlerdi. İşte bunun üzerine Allah Tealâ "(Yahudi münafıkları) iman edenlere kavuştukları zaman inandık, derler. Birbiriyle yalnız kaldıklarında ise Allah'ın size açtığı şeyi mü'minler onunla rabbınız katında aleyhinize kuvvetli delil getirsinler diye mi onlara söyleyip duruyorsunuz, buna aklınız ermiyor mu? derler." âyetini indirdi.[38]
Mücahid'den rivayet ediliyor: Hz. Peygamber (sa) Kurayza oğullarını kalelerinde kuşattığı zaman kalenin altından yahudilere: "Ey maymun ve domuzların kardeşleri, ey tâğûta tapanlar!" diye seslenmişti. Bunu duyan yahudiler: "Bu adam bunları nereden biliyor? Muhammed'e bunları kim haber verdi? Bu söz, başka değil ancak sizden çıkmıştır." dediler de Allah Tealâ bu âyetleri indirdi.[39]
79. Kitabı elleriyle yazıp da sonra onu az bir baha ile satabilmek için "Bu Allah katımdandır. " diyenlere yuh olsun. Vay ellerinin yazdıklarından başlarına geleceklere, vay şu kazanmakta oldukları yüzünden onlara!
"Kitabı elleriyle yazıp da sonra bu Allah katındandır... diyenlere yuh otsun." Âyeti Hz. Peygamber (sa)'in sıfatını değiştiren, niteliklerini tebdil edenler hakkında inmiştir.
Kelbı'nin verdiği bilgi şöyledir: "Rasûlullâh (sa)'ın kitaplarındaki vasfını değiştirdiler. Kitaplarında o, orta boylu, esmer olarak zikredilirken onu buğday benizli düz (kıvırcık değil) saçlı ve uzun boylu yaptılar. Arkadaşlarına ve kendilerine tabî olanlara da: "Ahir zamanda gönderildiğini iddia eden şu peygambere bakın; kitabımızda zikredilen vasıflara uymuyor." dediler. Haham ve bilginlerin diğer yahudiler için olmıyan bir takim menfaatleri vardı ki eğer Hz. Peygamber (sa)'in kitaplarındaki gerçek vasıflarını açıklarsalar bu menfaatlerinin elden gideceğinden korkmuş ve Hz. Peygamber (sa)'in, kitaplarındaki vasıflarını değiştirmişlerdi.[40]
Neseî ve İbn Ebî Hatim rivayetlerinde Efendimiz (sa)'in vasıfları ile ilgili olarak verilen bilgiler biraz daha farklı ve detaylıdır. İbn Abbâs'tan gelen rivayette o şöyle demiştir: Bu âyet yahudi hahamları hakkında inmiştir. Hz. Peygamber (sa)'in Tevrat'taki vasıflarını "Gözleri sürmeli, orta boylu, kıvırcık saçlı, güzel yüzlüdür." şeklinde bulmuşkan çekememezlikten ve azgınlıklarından (sapıklıklarından) bunları elleriyle silip yerine uo uzun boylu, mavi gözlü, düz saçlıdır." yazdılar.[41]
80. "Sayılı günlerden başka bize kat'iyyen ateş dokunmıyacak." Dediler. De ki; Allah katından bir ahid mi elde ettiniz? Ki Allah ahdinden asla caymaz. Yoksa Allah 'a karşı bilmeyeceğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?
İbn Abbâs'tan rivayet ediliyor: Hz. Peygamber (sa) Medine-i Münevve-re'ye geldiğinde yahudiler; "Bu dünya hayatı yedi bin senedir. İnsanlar âhirette, dünyadaki her bin sene için âhiret günleriyle bir gün azâb olunacaklar, bu da sadece yedi gün demektir ki bu yedi günün sonunda azâb kesilecek, sona erecektir." diyorlardı. Onların bu sözleri üzerine "(İsrail oğullan): Sayılı bir kaç gün dışında bize azâb dokunmıyacaktır, dediler. De ki..." âyeti nazil oldu.[42] Bu, aynı zamanda Mücâhid'in de kavlidir.[43]
Yahudilerin, âhirette kendilerine dokunacak azabın ancak buzağıya tapındıkları gün sayısınca yani sadece 40 gün olacağını iddia ettikleri ve bu âyetin bu sebeple nazil olduğu rivayeti de vardır ki Katâde ve İbn Abbâs'tan rivayet edilmiştir.[44]
Yine azabın kırk gün olacağını söyleyen ve fakat bunu Tevrat'a dayandırdıklarını belirten başka bir rivayet şöyledir: Tevrat'ta, cehennemin 40 yıllık yürüyüş genişliğinde olduğu ve yahudilerin bir günde bir yıllık yol kat'ederek cehennemi kırk günde geçecekleri ve böylece cehennemdeki kalışlarının biteceği yazılı imiş. Bu da Dahhâk tarafından İbn Abbâs'tan rivayet edilmiştir.
Yine İbn Abbâs'tan buna benzer başka bir rivayet daha geliyor: Yahudiler zannediyorlar ki Tevrat'ta şöyle yazılı bulmuşlar: Cehennemin iki ucu arası 40 senelik yoldur. Yolun sonunda Zakkum ağacına ulaşılır. Yahudiler diyorlar ki: İşte biz, Zakkum ağacına ulaşıncaya kadar azâb göreceğiz. Biz zakkum ağacına ulaşınca azâb sona erecek ve cehennem de helak olacak." İşte Allah Tealâ, yahudilerin bütün bu iddialarını yalanlamak üzere "(İsrail oğulları): Sayılı bir kaç gün dışında bize azâb dokunmıyacaktır, dediler. De ki..." âyetini indirdi.[45]
85. Sonra sizler, yine onlarsınız ki kendilerinizi öldürüyor, içinizden bir fırkayı, onları yurtlarından çıkarmak size haram kılınmış olduğu halde (hem çıkarıyor, hem de) size esirler olarak geldiklerinde kendileriyle fidyeleşir (esir mübadelesi yapar, yine onların yurtlarında kalmalarına müsaade etmezjsiniz. Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıyorsunuz da bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?...
"Onları yurtlarından çıkarmak size haram kılınmış olduğu halde (hem çıkarıyor, hem de) size esirler olarak geldiklerinde kendileriyle fıdyeleşir (esir mübadelesi yapar, yine onların yurtlarında kalmalarına müsaade etmez)siniz." âyeti yahudilerden Kaynukâ, Kurayza ve Nadîr oğulları hakkında nazil olmuştur. Kaynukâ oğulları, Kurayzalıların düşmanı idiler. Ansardan Evs kabilesi Kaynukâ oğullan ile antlaşmalı; Hazrec kabilesi de Kurayzalıların antlaşmalısı idiler. Nadîr oğulları Evs ve Hazrec ile kardeş iken Nadîr oğulları ile Kurayzalılar da kardeştiler. Sonradan aralan bozuldu, aralarında savaş ve sonunda birbirlerinden esir olanlar oldu. Savaş bitince esirleri karşılıklı olarak fidye karşılığı serbest bıraktılar da Allah Tealâ bundan dolayı onları kınama sadedinde bu âyeti indirdi.[46]
89. Ne zaman ki onlara Allah katından, yanlarında olanı tasdik edici bir kitab geldi, ki daha evvel kâfirler aleyhine Allah 'tan bir fetih istiyorlardı. İşte o tanıdıkları şey (Kur'ân veya Hz. Muhammed) kendilerine gelince onu inkâr ettiler. Artık Allah'ın laneti kâfirlerin tepesine.
İbn Humeyd kanalıyla Asım ibn Ömer ibn Katâde'den, onun da şeyhlerinden rivayetinde şöyle anlatmışlar: "Daha evvel kâfirler aleyhine Allah'tan bir fetih istiyorlardı. İşte o tanıdıkları şey (Kur'ân veya Hz. Muhammed) kendilerine gelince onu inkâr ettiler. Artık Allah'ın laneti kâfirlerin tepesine." âyeti vallahi bizim ve onların hakkında yani ansar ve onların komşuları olan yahudiler hakkında indi. Câhiliye devrinde bir süre biz onlara galip gelmiştik, biz putperest, onlar ise kitab ehli idiler. "Bir peygamber gönderilmesi zamanı geldi, gönderilmesinin gölgesi üzerinize düştü. O peygamberle birlikte Ad ve İrem'in katledildiği gibi sizi katledeceğiz, öldüreceğiz." derlerdi. Allah Tealâ Rasûlü'nü Kureyş'ten gönderip biz de ona iman edince o peygamberi inkâr ettiler [47]
Yine İbn Humeyd'in... İbn Abbâs'tan naklettiğine göre Hz. Peygamber peygamber olarak gönderiImezden önce yahudiler Evs ve Hazrec'e karşı onunla fetih umudu taşıyorlar; o gelince onunla birlikte Evs ve Hazrec'e galip gelecekleri umudunu dile getiriyorlardı. Ama Allah Tealâ onu kendilerinden değil de araplardan gönderince onu ve hakkında daha önceden söylemekte olduklarını da inkâr ettiler. Muâz ibn Cebel ve Selime oğullan kardeşi Bişr ibn el-Berâ ibn Ma'rûr: "Ey yahudiler topluluğu, Allah'tan korkun ve müslüman olun. Siz daha önceden bize karşı, bizler müşriklerken Muhammed ile üstün gelme umudunuzu dile getiriyordunuz. Bize onun peygamber olarak gönderileceğini siz haber vermiş, sıfatlarını bize yine siz söylemiştiniz." dediler. Nadîr oğulları kardeşi Selâm ibn Mişkem: "Bize bildiğimiz, tanıdığımız bir şey getirmedi. O bizim size söylediğimiz peygamber de değil." dedi de Alalh Tealâ: "Ne zaman ki onlara Allah katından yanlarında bulunanı tasdik eden bir kitab geldi, ki daha evvel küfredenlerin aleyhine Alalh'dan onunla fetih ve zafer istiyorlardı. İşte tanıdıkları o şey kendilerine gelince onu inkâr ettiler. Artık Allah'ın laneti o kâfirlerin
tepesine." ayetini indirdi.[48]
İbn Abbâs anlatıyor: Hayber yahudileri ile Gatafan arasında savaş vardı ve Hayber yahudileri ne zaman Gatafan'la karşılaşsalar yeniliyorlardı. Sonunda:
"Ey Allahımız, Ahir zamanda çıkarmayı va'dettiğin o ümmî peygamber hakkı için senden bizi muzaffer kılmanı diliyoruz." duasına sığınmayı kararlaştırdılar ve Gatafan'la karşılaşınca bu duayı yaptılar da yapılan savaşta Gatafan'ı bozguna uğrattılar. Allah Tealâ, onların duasında geçen Hz. Muhammed (sa)'i peygamber olarak gönderince onun peygamberliğini inkâr ettiler de bunun üzerine Allah Tealâ: "Daha önce (o peygamberin adını kullanarak, onun hakkı için diyerek) kâfirlere karşı zafer isterlerken... İşte Allah'ın laneti böyle kâfirleredir." âyetini indirdi.[49]
94. De ki: Allah yanında âhir et yurdu insanların değil de yalnız sizinse, sâdıklardan iseniz haydi ölümü temenni edin.
Yahudiler, Allah Tealâ'nın cenneti yalnız İsrail oğullan ve onların çocukları için yarattığını sanıyorlardı. Bunun üzerine bu âyet nazil oldu.[50]
97. De ki: Her kim Cebrail 'e düşman olursa (kahrından gebersin!) Çünkü kendinden önceki leri tasdik edici ve mü 'minler için sırf bir hidayet ve müjde olan Kur'ân’ı Allah 'in izniyle senin kalbinin üstüne o indirmiştir.
98. Kim Allah'a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrail'e, MîkâîVe düşman olursa şüphesiz Allah da o kâfirlerin düşmanıdır.
99. Andolsun ki Biz sana apaçık âyetler indirdik. Onları/âşıklardan başkası inkâr etmez.
Müfessirler bu âyetlerin yahudiler hakkında, İsrail oğullarından yahudilere cevap olarak nazil olduğunda ittifak halindedirler. Ancak yahudilerle müslümanlar arasında bu âyetlerin nüzulüne ilişkin olarak rivayet edilen hadisenin kahramanları ile oluş şekli ve yeri üzerinde rivayetler arasında bazı farklılıklar vardır. Bu rivayetleri şöylece sıralıyabiliriz:
İbn Abbâs hadiseyi şöyle anlatıyor: Yahudiler Hz. Peygamber (sa)'e geldiler ve: "Ey Ebu'l-Kasım, sana bazı şeyler soracağız. Eğer bunlara cevap verebi-1 irsen sana tabî olacağız; haber ver bize, sana meleklerden kim geliyor? Çünkü hiçbir peygamber yoktur ki Rabbı katından risaleti ve vahyi ona bir melek getirmesin. Senin (sana Rabbından vahy getiren) dostun kimdir?" dediler. Efendimiz: "Cibril'dir." dedi. Yahudiler: "O, savaşı, kıtali indiren melektir ve o bizim düşmanımızdır. Eğer yağmuru ve rahmeti indiren Mikâîl'dir, deseydin sana tabî olacaktık." dediler de Allah Tealâ: "De ki: Her kim Cibrîl’e düşman olursa... Allah kâfirlerin düşmanıdır." âyetlerini indirdi.[51] Bu hadisi Tirmizi de tahric etmiştir.[52]
Taberî'deki İbn Abbâs rivayeti biraz değişik ve daha detaylıdır. Şöyle ki:
Bir yahudi cemaati Hz. Peygamber (sa)'in yanma geldiler ve: "Ey EbuM-Kasım, sana bazı şeyler soracağız. Onları ancak bir peygamber bilebilir." Dediler. Efendimiz: "Ne isterseniz sorun ve fakat Yakub'un oğullarından aldığı Allah'ın zimmetini kılın, Allah adına söz verin: Ben size bir şey söylerim de siz onu bilecek olursanız (söylediğim şey sizin bildiğinizle uyuşursa) İslâm üzere bana tabî olacaksınız." buyurdular. Onlar da kabul ettiler "Tamam bu sözü sana veriyoruz." dediler. Efendimiz tekrar: "Sorun dilediğinizi." buyurdular. "Sana soracağımız dört şeyi bize haber ver: Tevrat indirilmezden önce İsrail'in kendisine haram kıldığı yiyecek hangisiydi? Bize haber ver. Kadının suyu ile erkeğin suyu nasıldır? Onlardan çocuk nasıl erkek, nasıl dişi olur? Bize haber ver. Uykudaki şu ümmî peygamberi ve meleklerden dostunun kim olduğunu bize haber ver." dediler. Allah'ın Rasûlü (sa): "Unutmayın Allah adına söz verdiniz. Size bunları haber verirsem bana tabî olacaksınız." diye tekrar hatırlattı da onun istediği ahdi ve misakı verdiler. Efendimiz şöyle cevap verdi: "Tevrat'ı Musa'ya indiren Allah adına; biliyor musunuz İsrail hastalanmış, hastalığı uzamış ve eğer Allah bu hastalığına şifa verirse en sevdiği yiyecek ve içeceği kendisine haram kılacağı adağında bulunmuştu. En sevdiği yiyecek deve eti, en sevdiği içecek de deve sütü idi, değil mi?" Yahudiler: Allah için evet." dediler. Efendimiz: "Allah'ı size şahit tutuyorum, yegâne ilâh olan, Musa'ya Tevrat'ı indiren Allah adına erkeğin suyunun beyaz ve kalın, kadının suyunun sarı ve ince olduğunu, hangisi üstün gelirse çocuğun o cinsten olup ona benzediğini; binaenaleyh erkeğin suyunun kadının suyuna üstün gelmesi halinde Allah'ın izniyle çocuğun erkek olacağını, kadının suyunun erkeğin suyuna üstün gelmesi halinde de Allah'ın izniyle çocuğun kız (dişi) olacağını biliyor musunuz?" diye sordu, "Ey Allahım, evet." Dediler. Efendimiz: "Allahım şahit ol!" buyurdu ve şöyle devam etti: "Musa'ya Tevrat'ı indiren Allah adına şu ümmî peygamberin gözünün uyuduğunu ama kalbinin uyumadığını biliyor musunuz?" Onlar: "Allah için evet." dediler, Efendimiz de: "Ey Allahım şahit ol!" dedi. Yahudiler: Şimdi de bize söyle bakalım, meleklerden dostun kim? Buna cevabına göre sana uyacak, ya da senden ayrılacağız." Dediler. Efendimiz: "Benim dostum Cibril'dir. Allah hangi peygamberi göndermişse Cibril onun dostudur." Buyurdular. Yahudiler: İşte şimdi senden ayrılıyoruz. Şayet meleklerden dostun Cibril'den bir başkası olsaydı sana uyar ve seni tasdik ederdik." Dediler. Efendimiz: "Onu tasdikinizi engelleyen nedir?" diye sordu, şöyle dediler: "O bizim düşmanımızdır. O öyle bir melek ki ancak şiddeti ,harbi, zorluğu ve kan dökmeyi getirir." Dediler de Allah Tealâ "Kendilerine kitab verilenlerden bir güruh sanki onlar bilmiyorlarmış gibi Allah'ın kitabını sırtlarının arkasına atmışlardır."a kadar olmak üzere "De ki: Her kim Cebrail'e düşman olursa (kahrından gebersin!) Çünkü kendinden öncekileri tasdik edici ve mü'minler için sırf bir hidayet ve müjde olan Kur'ân'ı Allah'ın izniyle senin kalbinin üstüne o indirmiştir..." Âyetlerini indirdi.[53] Ebu Dâvûd et-Tayâlisî'nin Müsned'inde aynı rivayet vardır ve bu hâdise üzerine bu âyetle birlikte bir de "Gazab üstüne gazaba döndüler." (Bakara, 2/90) âyetinin indiği ilâvesi vardır.[54]
Ayetlerinin sayısı bilittifak 286 olan Bakara Sûresi Medine-i Münevvere'de inen sûrelerden olup içinde Mekke'de nazil olan âyet yoktur ve nüzulü en uzun süren sûredir.[1]
l-4- Elif. Lam. Mîm. İşte bu kitab, onda hiçbir şüphe yoktur. Muttakîler için hidâyetin tâ kendisidir. O muttakîler ki ğayba iman eder, namazı ikame eder ve kendilerine rızık olarak verdiğimizden infâk ederler. Ve onlar sana indirilmiş olana da senden önce indirilmiş olana da iman ederler. Ahirete de onlar îkân sahibidirler.
El-Firyâbi ve İbn Cerir'in Mücahid'den rivayetle tahric ettiklerine göre Bakara Sûresinin ilk dört âyeti mü'minler, onları takip eden iki âyeti kâfirler, ondan sonraki 13 âyet de münafıklar hakkında nazil olmuştur.[2]
Bazıları da şöyle diyor: ilk dört âyet özellikle Ehl-i kitab mü'minleri hakkında, Kur'ân’a imanları sebebiyle nazil olmuştur. Allah Tealâ, Kur'ân'da, onların gizlemekte olduklarını haber verince bu kitabın Hz. Muhammed'e Allah katından indirilmekte olduğunu anlamış, Hz. Muhammed'in peygamberliğine iman etmiş, Kur'ân'da nazil olan hakikatleri de tasdik etmişlerdi.[3]
6-7. Şurası muhakkak ki o küfretmiş olanları inzâr etsen de inzâr etme s en de birdir, iman etmezler, Allah, onların kalblerini de kulaklarını da mühür lemistir. Gözlerinin üzerinde de bir perde var. Onlaradır azâb-ı azim.
îbn Abbâs Bakara 6 âyetinin Hz. Peygamber zamanında Medine civarında bulunan Yahudiler hakkında inmiş olduğunu söylemektedir. Onlar, Hz. Muhammed'in, Allah'ın onlara ve bütün insanlara gönderdiği son elçi olduğunu herkesten daha iyi bildikleri halde onu (herkesten önce tasdik edip ona iman etmeleri gerekirken tam tersine) onu yalanladıkları için onları azarlamak ve suçlamak üzere Allah Tealâ bu âyeti indirmiştir,
İkrime veya Saîd ibn Cübeyr'in yine İbn Abbâs'tan naklettiklerine göre Bakara Sûresinin başından itibaren 100 âyet birer birer isimlerini ve neseblerini saydığı Yahudi hahamları ile Evs ve. Hazrec kabilelerinden münafıklar hakkın-, da inmiştir. Taberî, konuyu uzatmamak için bu kimselerin isimlerini vermediğini söyler. [4]
İbn Cerir'in İbn İshâk kanalıyla İbn Abbâs'tan tahricine göre bu iki âyet Medine Yahudileri hakkında inmiştir.[5] İbn Abbâs'tan gelen bir rivayette ve kelbî'nin söyledikleri de bu görüşle Örtüşmektedir. Onlar da bu âyetin Huy ey ibn Ahtab, Ka'b ibnu'l-Eşref ve benzerleri gibi Yahudi ileri gelenleri hakkında nâzü olduğunu söylemektedirler.
Yine îbn Cerir'in er-Rebi' ibn Enes'den tahricine göre bu iki âyet Bedr gazvesinde öldürülen müşriklerin kumandanları (ileri gelenleri) hakkında inmiştir.[6]
Ancak âyet-i kerimede bunların hiçbiri ismen belirtilmemekle onlar ve tarih boyunca, kıyamete kadar onlar gibi olanlar hakkında bu âyetler inmiştir demek en toplayıcı görüş olacaktır.[7]
8. İnsanlardan öyleleri vardır ki iman etmiş olmadıkları halde "Allah 'a ve âhireî gününe iman ettik. " derler. Halbuki onlar mü 'minler değillerdir.
Müfessirler. bu âyet-i kerimenin münafıklardan bir topluluk hakkında indiğinde ve bu âyette zikredilen sıfatların münafıkların sıfatı olduğunda ittifak etmişlerdir.
İbn Cerîr Taberî'nin Tefsirinde İkrime veya Saîd ibn Cübeyr'in İbn Abbâs'dan rivayetine göre "İnsanlardan kimileri de vardır ki mü'minler olmadıkları halde Allah'a ve âhiret gününe iman ettik, derler." Âyetinde Evs ve Hazrec'den münafıklarla onlar gibi olanlar kastedilmektedir. İbn Abbâs, Übeyy ibn Ka'b'den naklen bunların isimlerini de zikretmiştir.[8]
İbn Abbâs'tan gelen başka bir rivayette ise bu âyetin, mü'minlerle karşılaştıklarında iman ve tasdik üzere olduklarını izhar edip "Biz, kitabımızda Muhammed'in vasıflarını buluyoruz." diyen, birbirleriyle başbaşa kaldıkları zaman ise bunun aksi davranan ehl-i kitab münafıkları hakkında nazil olduğu söylenmektedir ki Abdullah ibn Übeyy, Muattib ibn Kuşeyr ve Vucd ibn Kays bunlardandır.[9]
11-12. Kendilerine "Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın." denildiği zaman "Biz ancak ıslah edicileriz. " derler. Dikkat ediniz! onlar muhakkak bozguncuların ta kendileridir de durumlarının şuurunda değillerdir.
"Onlara: Yeryüzünde fesat çıkarmayın, denildiğinde, Biz ancak ıslah edicileriz, derler." Âyetinde her ne kadar kıyamete kadar gelecek münafıklar kastedilmekte ise de Hz. Peygamber zamanında yaşamış münafıklar hakkında inmiştir. Bu âyetin nüzul sebebinde Selman'dan "Bunlar henüz gelmediler." dediği rivayet edilmişse de herhalde Selman, bu âyetin nüzulüne sebep olanların ölümünden sonra böyle söylemiş olmalıdır. Zaten Selman'm bu sözü "bu âyette belirtilenler daha önce geçmemiştir." şeklinde anlaşılmaz. Veya bu sıfatta olan kimselerin daha sonra gelmeleri, geçmişte benzerlerinin olmasına mani değildir.[10]
14. Onlar, iman etmiş olanlara kavuştukları zaman "İman ettik." derler. Şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında ise "Emin olun biz (onlarla) alay edicileriz. " derler.
Vahidî ve Sa'lebî'nin Muhammed ibn Mervan ve Suddî Sağîr kanalıyla İbn Abbâs'tan tahric ettiklerine göre bu âyet Abdullah ibn Ubeyy ve arkadaşları hakkında nazil olmuştur. Şöyle ki:
Bir gün dışarı çıkmışlardı. Allah'ın Rasûlü (sa)'nün ashabından bir grup karşılarından geliyordu. Abdullah ibn Übeyy: "Bakın, dedi şu beyinsizleri sizden nasıl çevireceğim."
Gelip Hz. Ebu Bekr'in elini tuttu ve: "Merhaba ey Sıddîk, Temîm oğullarının efendisi ve İslâm'ın şeyhi, Allah'ın Rasûlü ile mağaradaki ikinin ikincisi, malını ve canını Rasûluliah yolunda cömertçe harcayan!" dedi.
Sonra Hz. Ömer in elini tutup: "Merhaba ey Adiyy ibn Ka'b oğullarının e-fendisi, Allah'ın dininde en güçlü ve Faruk, Allah'ın Rasûlü yolunda malını ve canını cömertçe harcayan!" dedi.
Sonra Hz. Ali'nin elini yakalayıp: "Merhaba ey Allah Rasûlü'nün amcası oğlu, Rasûlullah'ın damadı, Allah'ın Rasûlü dışında bütün Haşim oğullarının efendisi!" dedi ve ayrıldılar.
Abdullah, arkadaşlarına: "Neyi nasıl yaptığımı gördünüz değil mi? Onları gördüğünüz zaman aynen benim yaptığım gibi yapın; onlara övgüde bulunun." dedi.
Müslümanlar Hz. Peygamber (sa)'in yanına dönüp İbn Übeyy ile aralarında geçeni O'na haber verdiler de bu âyet-i kerîme nazil oldu.
Ancak bu rivayetin isnadı vâhîdir. Çünkü Süddî Sağîr yalancıdır. Kelbî ve Ebu Salih de zayıftırlar.[11]
Yine Kelbî'nin Ebu Salih'ten, onun da İbn Abbâs'tan rivayetine göre ise bu âyet yahudilerin durumu hakkında inmiştir. Buna göre "iman edin" emrinin muhatabları yahudiler, "insanların iman ettiği gibi" ifadesindeki insanlar da Abdullah ibn Selâm ve ashabı gibi müslüman olan yahudilerdir.[12]
İbn Abbâs'tan gelen bir rivayete göre de bu âyet Abdullah ibn Übeyy, Muattib ibn Kuşeyr ve Cedd ibn Kay s gibi yahudi münafıkları hakkında nazil olmuştur. Onlar, mü'minlerle karşılaştıkları zaman iman ve tasdiklerini gösteriyorlar "Biz Muhammed'in niteliklerini, vasıflarını kitabımız Tevrat'ta buluyoruz." diyorlardı. Ancak içleri böyle değildi ki birbirleriyle yalnız kaldıklarında aksini konuşuyorlardı.[13]
19. Yahut onların hali gökten boşanan yağmura tutulmuşun hali gibidir ki 'onda karanlıklar, gök gürültüsü ve şimşek çakışı vardır. Ölüm korkusuyla yıldırımlardan parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Allah kâfirleri çepeçevre kuşatandır.
İbn Cerîr'in Suddî el-Kebîr kanalıyla İbn Abbâs'tan, İbn Mes'ûd'dan ve sahabeden bazılarından rivayetle tahricine göre Medine münafıklarından iki kişi Allah'ın Rasûlü'nden müşriklere kaçmışlardı. Yolda Allah'ın, içinde şiddetli gök gürültüsü, şimşek ve yıldırımlarla zikrettiği yağmura yakalandılar. Her yıldırımda yıldırım kulaklarına girecek de kendilerini öldürecek korkusuyla parmaklarıyla kulaklarını tıkıyorlar; her şimşek parıl damasın da onun şavkında yürüyorlar, şimşek çakmayıp da bir şey göremez oldukları zaman da yürüyerek (eski) yerlerine geliyorlardı. (Sonunda iyice bizar olup "Ah bir sabaha çıksak! Hemen Muhammed'e gelip elimizi eline koyalım (tekrar O'na İmanla biat edelim)." demeye başladılar. Gerçekten de sabah olunca Hz. Muhammed'e gelip yeniden iman ettiler, ellerini Efendimizin eline koyup biat ettiler ve iyi müslümanlar oldular.
Allah Tealâ Medine'den Müşriklere katılmak üzere çıkan bu iki münafığın durumunu Medine'deki münafıklar için bir mesel kıldı: Hz. Peygamber (sa)'in meclisinde hazır bulundukları zaman Hz. Peygamber (sa)'in kendileri hakkında bir şey (vahiy) nazil olduğunu söylemesinden veya herhangi bir şeyle adlarının anılmasından ve öldürülmelerinden korkarak Medine'den çıkan o iki münafığın parmaklarıyla kulaklarını tıkadıkları gibi kulaklarını parmaklarıyla tıkıyorlardı. Şimşek önlerini aydınlattığında yani malları, çocukları çoğalıp bir ganimet elde ettiklerinde veya bir fetih ele geçirdiklerinde o iki münafık nasıl şimşek çaktığında onun aydınlığında yürüyor idiyseler bunlar da o aydınlıkta yürüyorlar; "Muhamed'in dini gerçekten doğru bir din İmiş" diyorlar ve o dinde devam ediyorlar; önleri aydınlık olmayıp karardığında da dikilekalıyorlar yani mallan ve çocukları helak olup başlarına bir belâ geldiğinde ise "Bu, Muhammed'in dini yüzünden." diyor ve şimşek çakmayıp da karanlıkta kalan İki münafığın yaptığı gibi bunlar da dinden dönüp kâfirler oluyorlardı.[14]
Saîd ibn Cubeyr'den başka bir nüzul sebebi rivayet ediliyor. O demiş ki: Bu âyet yahudiler hakkında nazil olmuştur. Allah'ın Rasûlü (sa)'nün çıkışını bekliyor ve onunla araplara karşı zafer kazanacakları, araplara galebe çalacakları umudunu izhar ediyorlardı ama çıkınca onu inkâr ettiler. İşte Hz. Peygamber'in çıkışını beklemeleri (aydınlanmak üzere) ateş yakmalarına, çıkışından sonra inkâr etmeleri de yaktıkları ateşin aydınlığının zevaline benzetilmiştir.[15]
23. Eğer kulumuzun üzerine indirdiğimizden şüphe ediyorsanız haydi onun benzerinden siz de bir sûre getirin. Allah 'in dışında şâhidlerinizi de çağırın eğer (sözünüzde) sâdıklar iseniz.
Müşrikler Kur'ân'ı işittikleri zaman: "Bu, Allah'ın sözüne benzemiyor. Biz doğrusu onun Allah kelâmı olduğundan şüpheliyiz." demişlerdi de âyet bunun üzerine nazil oldu [16]
Elbetteki bu müşriklerin ilk Örnekleri asr-ı saadette Kur'ân'ın ilk muhatabları olan Mekke müşrikleri olmakla birlikte Kur'ân'ın bu meydan okuması kıyamete kadar bütün inkarcılar hakkında geçerlidir.[17]
26. Hiç şüphesiz, bir sivrisinek olsun, daha üstündeki olsun herhangi bir şeyi Allah mesel getirmekten çekinmez. Artık iman edenler onun, Rablerinden bir gerçek olduğunu bilirler. Kâfirler ise "Allah bu misal ile neyi murad etmiştir? " derler. Allah onunla bir çoğunu dalâlette bırakır. Yine onunla bir çoğunu hidâyete ulaştırır. Onunla ancak fâsıkları dalâlette bırakır.
İbn Cerîr'in kendi isnadlarıyla Süddî'den tahricinde Abdullah ibn Mes'ûd ve diğer bazı sahabeden rivayetine göre Allah Tealâ, Bakara 17 ve 18'de münafıklarla ilgili iki misali verdiğinde münafıklar: "Allah böyle misaller vermeyecek kadar yücedir." dediler de "İşte onlar gerçekten hüsrana uğrayanlardır." (Bakara 27)'ye kadar olmak üzere "Hiç şüphesiz Allah, sivrisinek ve onun ötesinde bir şeyi misal getirmekten haya etmez..." âyetini indirdi.[18]
Vâhidî'nin... İbn Mes'ûd'dan rivayetine göre ise Allah Tealâ, müşriklerin ilâhlarını zikredip "Ey insanlar bir misal verildi, şimdi onu dinleyin. Allah'ı bırakıp da tapındıklarıniz bunun için bir araya gelseler bile bir sineği bile yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey kapsa, bunu ondan geri de alamazlar. İsteyen de âciz, kendinden istenen de." (Hacc, 73) ve müşriklerin ilâhlarının tuzaklarım zikredip onların tuzaklarını örümcek yuvası gibi olmakla niteleyip "Allah'ın dışında dostlar edinmiş olanların misali örümceğin misali gibidir ki örümcek bir yuva edinmiştir. Halbuki yuvaların en çürüğü hiç kuşkusuz örümceğin yuvasıdır." (Ankebût, 41) buyurunca müşrikler: "Görüyor musunuz Muhammed'e İndirdiklerinde Allah sinek ve Örümceği misal veriyor. Acaba bu kadar değersiz şeyleri misal getiren tanrı nasıl bir tanrıdır ki! Bir tanrı bunu yapar mı?" dediler de Allah Tealâ: "Hiç şüphesiz Allah, sivrisinek ve onun ötesinde bir şeyi misal getirmekten haya etmez..." âyetini indirdi. Bu rivayetin isnad zincirinde bulunan Abdulğanî gerçekten vâhî bir râvidir.[19] Bu rivayet Vâhidî'nin Esbâbu'n-Nüzûl’ünde İbn Abbâs'tan rivayetle yer almaktadır.[20]
Hasen ve Katâde de şöyle diyorlar: Allah Tealâ kitabında sinek ve örümceği zikredip müşriklerin yapmakta olduklarına bunları misal getirince Yahudiler güldüler ve: "Doğrusu bu Allah kelâmına hiç benzemiyor." dediler de bunun üzerine Allah Tealâ bu âyeti indirdi.[21]
Abdurrezzâk da tefsirinde Katâde'den rivayetle şöyle diyor: Allah Tealâ, (Kur*ân'da sinek ve örümceği zikredince müşrikler: "Acaba sinek ve örümceğin nesi var da (Kur'ân'da) anılıyorlar?" dediler de Allah Tealâ bunun üzerine bu âyeti indirdi.
İbn Ebî Hatim'in Hasen'den rivayetine göre ise "Ey insanlar bir misal verildi, şimdi onu dinleyin. Allah'ı bırakıp da tapındıklarınız bunun için bir araya gelseler bile bir sineği bile yaratamazlar..." âyeti nazil olunca müşrikler: "Bu ne biçim misal?!" veya buna benzer bir şeyler söylediler de Allah Tealâ bunun üzerine bu âyet-i kerimeyi inzal buyurdu
Bu rivayetlerden birincisi isnad açısından daha sahih olması yanında sûrenin başında geçenlere de daha uygundur. Aslında diğer rivayetlerde Allah'ın sinek ve örümceği misal getirmesine müşriklerin karşı çıktığı ve onların buna hayretlerini belirtmeleri üzerine bu âyetin indiğinin söylenmesi âyetin medine'de nazil olmuş olmasıyla da uyuşmamaktadır.
Yukardaki rivayetlerden en uygunu Vâhidî'nin rivayet etmiş olduğu sinek ve örümcek misallerine Yahudilerin itiraz ve hayretlerini ifade eden rivayettir.[22]
27. Onlar ki Allah 'm ahdini onu te 'kidle sımsıkı bağladıktan sonra bozarlar, Allah 'in, birleştirilmesini emrettiğim keser, koparırlar, yeryüzünde bozgunculuk yaparlar. İşte onlar hüsrana uğrıyanların ta kendileridir.
"Onlar ki kesin kesin söz verdikten sonra Allah'ın ahdini bozarlar..." âyeti, ehl-i kitabın kâfirleri ve münafıkları, özellikle de Hz. Peygamber'in ashabı muhacirler arasına karışan Yahudi hahamları, onlara yakın duran İsrail oğullan kalıntıları ve şirki üzerinde ısrar eden münafıklar hakkında inmiştir.[23]
41. Yanınızdakini doğrultucu olarak gönderdiğime iman edin, onu inkâr edenlerin ilki siz olmayın. Ayetlerimizi az bir baha ile değişmeyin. Ancak bana korunun.
Hasen ve bazı müfessirler diyorlar ki:
Yahudi hahamları, Hz. Peygamber (sa)'in Tevrat'taki vasıflarını değiştirip bunun için bir ücret yani rüşvet alıyorlardı. Bu âyetle bundan men'edildiler.
"Yahudi hahamları dinlerinin halka öğretme karşılığında ücret alırlardı. Bu âyetle bu yasaklandı" da denilmiştir.
Bu âyet-i kerime her ne kadar İsrailoğullarına mahsus ise de bu konuda onlar gibi davranan herkes bu âyetin hükmüne girer. Yani bir hakkı değiştirmek veya iptal etmek için rüşvet alan veya öğretmesi vacip olan bir şeyi bir ücret almaksızın Öğretmekten veya kendisinden bir başkasının edâ edemiyeceği bir ilmi yine ücret almaksızın edâ etmekten kaçınan kimseler bu âyetin hüküm ve
tehdidi altına girer.[24]
42. Sizler bilip dururken hakkı bâtıla karıştırıp hakkı gizlemeyin.
Ebu'l-Aliye der ki: Yahudiler: "Muhammed peygamber olarak gönde rilmiştir ama bizden başkalarına." demişlerdi. İşte onların "Muhammed pey gamber olarak gönderilmiştir." sözleri hak, "bizden başkalarına gönde rilmiştir." sözleri ise bâtıldır.[25]
44. Sizler insanlara iyiliği emredersiniz de kendilerinizi unutur musunuz? Halbuk kitabı da okuyorsunuz. Halâ akletmiyecek misiniz?
Vahidî ve Sa'lebî'nin Kelbî kanalıyla İbn Abbâs'tan rivayetlerine göre o şöyle demiştir: Bu âyet Medine yahudileri hakkında nazil oldu. Onlardan birisi, müslüman hısım akraba ve süt kardeşlerinden birine: "Üzerinde olduğun din ve bu adamın -Hz. Muhammed'i kastediyorlar- emrettiklerinde sebat et. Çünkü onun işi haktır, doğrudur." demişti. Yani insanlara bunu emrediyor ve fakat kendileri yapmıyorlardı.[26]
İbn Abbâs'tan gelen bir rivayete göre ise yahudi hahamları yahudilere Tevrat'a tabi olmalarını emreder ve fakat kendileri Hz. Muhammed (sa)'in Tevrat'taki vasıflarını inkâr etmek suretiyle Tevrat'a aykırı davranırlardı.
İbn Cureyc der ki: Yahudi hahamları, cemaatlerini Allah'a tâate teşvik eder ve fakat kendileri ma'sıyetlerden sakınmazlar, rahatça günah işlerlerdi.
Bazıları da: Yahudi hahamları halkı sadaka vermeye çağırıp teşvik eder ve fakat kendileri cimri davranırlardı.[27]
Bütün bu vecihler netice itibariyle bir veya birbirine yakın, birbiriyle çelişmeyen sebeplerdir. Aslında âyet Yahudi hahamları (din adamları) hakkında ise de onların bu ve benzeri kabilden işleri ile fiillerinin birbirini tutmaması sıfatında onlara benzeyen herkes âyetin hükmüne dahildir.[28]
48. Ve öyle bir günden korunun ki o günde hiç kimse hiç kimse adına bir şey ödeyemez, ondan hiçbir şefaat kabul olunmaz, ondan bir fidye alınmaz, onlara yardım da edilmez.
Müfessirlerin kaydettiklerine göre bu âyetin nüzul sebebi şudur: İsrail oğullan: ''Bizler Allah'ın oğulları, dostları ve peygamberlerinin çocuklarıyız ve babalarımız bize şefaatçi olacaklardır." diyorlardı. Allah Tealâ da onlara, kıyamet günü onlardan fidyenin de şefaatlerin de kabul edilmeyeceğini bildirdi.[29] Bir rivayette de onların “Bizler Allah'ın dostu olan İbrahim'in evlâtlarıyız. O, Allah'ın rızası için kesmeye yatırdığı İshak'ın babasıdır. Bize şefaat eder ve bizi azâbdan kurtarır." dedikleri, babalan ile kini kastettikleri açık olarak belirtilmiştir.[30]
62. Şüphe yok ki iman etmiş olanlar, yahudiler, hristiyanlar ve sabitler; kim Allah'a ve âhiret gününe iman eder, bununla beraber sâlih amelde bulunursa elbette onların Rableri katında ecirleri vardır. Hem onlara bir korku da yoktur, onlar üzülecek de değillerdir.
İbn Ebî Hatim ve el-Adenî"nin îbn Ebî Necîh kanalıyla Mücâhid'den tahric ettiklerine göre O şöyle anlatmış: Selman dedi ki: Rasûlullâh (sa)'a daha önce birlikte bulunduğum din sâliklerini sordum. Onların dualarını, ibadetlerini zikrettim. Bunun üzerine "Hiç şüphesiz iman etmiş olanlar; Yahudi, hristiyan ve sâbiîlerden Allah'a ve âhiret gününe iman etmiş ve sâlih amel işlemiş olanlar..." âyeti indi.
Yine İbn Ebî Hatim'in tahricinde Mücâhid'den gelen rivayette Selmân şöyle anlatıyor: Allah'ın Rasûlü (sa)'ne, daha önce içlerinde bulunduğum din mensuplarını sordum ve dedim ki: "Ey Allah'ın elçisi, namaz kılıyorlar, oruç tutuyorlar, sana iman ediyorlar ve senin peygamber olarak gönderileceğine şehadet ediyorlardı." Bunun üzerine Allah Tealâ bu âyeti indirdi.[31]
Vahidî'nin de Mücâhid'den rivayetle zikrettiğine göre Selman, Rasûlullâh (sa)'a daha önceki ashabının kıssasını anlattığında Efendimiz: "Onlar cehennemdedirler." buyurmuştu. Selman diyor ki: Sanki o anda dünyam karardı ama hemen akabinde "Hiç şüphesiz iman etmiş olanlar; Yahudi, hristiyan ve sâbiîlerden Allah'a ve âhiret gününe iman etmiş ve sâlih amel işlemiş olanlar...ve onlar mahzun da olmayacaklardır." âyeti nazil oldu da sanki üzerimden bir dağ kalktı.
Vahidî'nin Esbâbu'n-Nüzûl'ünde ise rivayet "Selman'in Hz. Peygamber'e manastırlarda kalanların kıssasını anlattığı ve Hz. Peygamber'in de "Onlar cehennemdedirler." buyurduğu" şeklindedir.[32]
İbn Cerîr ve İbn Ebî Hatim de Süddî'den rivayet ederler ki bu âyet Selman'in İslâm'dan önceki ashabı hakkında nazil olmuştur.[33]
Süddî'den gelen rivayet Vahidî'de şöyledir:
"Hiç şüphesiz iman etmiş olanlar; Yahudi, hristiyan ve sâbiîlerden Allah'a ve âhiret gününe iman etmiş ve sâlih amel işlemiş olanlar..." âyeti Selman el-Fârisî'nin ashabı hakkında nazil olmuştur. Selmân, Hz. Peygamber (sa)'e geldiğinde ashabının (bırakıp geldiği arkadaşlarının) ibadetlerini ve nasıl çalıştıklarını haber verip şöyle dedi: "Ey Allah'ın elçisi, namaz kılıyor, oruç tutuyor, sana iman ediyor ve senin peygamber olarak gönderileceğine şehadet ediyorlardı." Selmân'in, arkadaşlarına olan bu övgüsü bitince Allah'ın Rasûlü (sa): "Onlar cehennemliklerdendir." buyurdu da Allah Tealâ: "Hiç şüphesiz iman etmiş olanlar; Yahudi, hristiyan ve sâbiîlerden Allah'a ve âhiret gününe iman etmiş ve sâlih amel işlemiş olanlar..." âyetini indirdi ve Hz. Peygamber: "ve onlar mahzun da olmayacaklardır." Kadar okudular.[34]
İbn Abbâs, İbn Mes'ûd ve diğer bir takım sahabeden gelen rivayetlerde Selmân'in bırakıp geldiği arkadaşlarının Cündişapur halkının ileri gelenlerinden olduğu bilgisi de vardır.[35]
Taberî, tefsirinde Musa ibn Harun kanalıyla Süddî'den rivayetle hadiseyi çok daha detaylı bir biçimde şöyle vermektedir:
"Hiç şüphesiz iman etmiş olanlar; Yahudi, hristiyan ve sâbiîlerden Allah'a ve âhiret gününe iman etmiş ve sâlih amel işlemiş olanlar..." âyeti Selman Fârisî'nin arkadaşları hakkında nazil olmuştur. Selman (İran'da) Cundişapur şehrinden ve şehrin ileri gelenlerinden idi. Kralın oğlu ile arkadaş idiler ve yedikleri ayrı gitmez kardeşler gibiydiler. Birlikte ava da çıkarlardı. Bir gün yine ava çıkmışlardı. Av esnasında gizlenmiş bir eve rastladılar, kapısından baktıklarında içerde önündeki mushafı okuyan bir adam gördüler. Adam hem okuyor, hem ağlıyordu. Sordular: "Bu da nedir?" adam: "Bu kitapta ne olduğunu öğrenmek isteyen sizin durduğunuz yerde durmaz. Eğer öğrenmek istiyorsanız, girin içeri, size öğreteyim." dedi. Yanına girdiler, adanı: Bu, Allah katından gelmiş bir kitaptır. Onda, kendisine itaati emretmiş, karşı gelinmesini yasaklamış: Zina etmiyeceksin, insanların mallarını bâtıl yollarla almıyacaksın, buyurmuş" deyip kitapta olanları anlatmış. Bu kitap Allah'ın İsa'ya indirdiği İncil imiş. İki genç bundan etkilenerek bu adama (rahibe) tabî olmuşlar. Rahib: Bundan sonra (putperest olan) kavminizin kestiklerini yemek size haramdır, demiş. İki genç bu rahibe gelip gitmeye ve öğrenmeye devam etmişler.
Nihayet bir bayram günü yemekler yapılmış, ileri gelenler ve halk kralın sofrasında toplanmış ve kralm oğlu da bu sofraya davet edilip de gelmeyince kralın oğlunun hristiyan olduğu ortaya çıkmış, kral oğlunu hristiyan yapan rahibi çağırtmış ve sürgün etmiş. Rahib iki gence: 'İşte ben gidiyorum. Musul'da bir manastırda 60 mü'minle birlikte Allah'a kulluk ediyoruz. Eğer imanınızda sâdık iseniz siz de gelin." Demiş. İki genç de peşinden gitmeye karar veriyorlar ancak kralm oğlunun yol hazırlıkları uzayınca Selman sabredemeyip yalnız başına yola çıkar Musul'daki o manastıra gelir ve görür ki hristiyanlığına sebep olan rahib burada rahiplerin başıdır ve buradaki rahibler de dinlerinin emirlerini yerine getirmede çok titizler. Selman da onlara uyar ve günler böyle geçerken baş rahib Selman'a: "Yavrum sen gençsin. Bu kadar çok ibadet etme, korkarım usanırsın. Onun için nefsine ibadeti biraz hafiflet." der. Selman sorar: "Benim yaptığım mı yoksa senin şu emrettiğin mi daha hayırlı?" Başrahib: "Elbette senin yaptığın" der ve Selman bu minval üzere Allah'a ibadete devam eder.
Bir gün manastırın başrahibi Beytu'l-Makdis'i ziyarete karar verir, onun teklifiyle Selman da onunla birlikte yola çıkar. Yolda kötürüm birine rastlarlar. Onun "Ey rahiblerin efendisi bana merhamet et ki Allah da sana merhamet etsin" dileğine iltifat etmezler ve yola devam ederler. Beytu'l-Makdis'e gelince başrahib Selman'ı serbest bırakır ve "Bu mescide bütün dünyadan âlimler gelirler, çık, onları dinle, onlardan öğren" der. Selman bir gün başrahibin yanına üzgün olarak döner. Sebebini sorunca da: "Bizden öncekiler, peygamberler ve onlara tabî olanlar bütün hayırları alıp götürmüşler." der. Başrahib: "Yok hayır öyle değil, bir peygamber daha kaldı ki tâbîleri oun tâbîlerİnden daha hayırlı bir peygamber yok. Çıkacağı zaman da bu zamandır. Ben, ona yetişeceğimi sanmıyorum ama sen gençsin, belki sen ona yetişirsin. O, Arap ülkesinde çıkacaktır. Eğer ona yetişirsen ona iman et, ona tabî ol" der. Selman: "Bana onun alâmetlerinden birini söyler misin?" deyince başrahib: "Sırtında peygamberlik mührü vardır, kendisine hediye edileni yer, ama sadakayı yemez." der.
Beytu'l-Makdis'ten çıkarlar, dönüş yolunda o kötürüme yine rastlarlar. Kö-türümün: "Ey rahiblerin efendisi, bana merhamet eyle ki Allah da sana merhamet eylesin" seslenişi üzerine merkebinden ona doğru eğilir, kötürümü tutar ve yere çalar, onun için dua eder, sonra da: "Allah'ın izniyle kalk." der, adam Selman'ın gözleri önünde sapasağlam ayağa kalkar. Selman şaşkın şaşkın bakı-nırken rahib yoluna devam eder ve gözden kaybolur gider. Selman şaşkınlığından uyanıp rahibi ararsa da bulamaz. Yolda Kelb oğullarından iki arapla karşılaşır, onlara kaybettiği rahibi sorar, onlar da Selman'ı (öyle anlaşılıyor ki köle olarak satmak üzere) yanlarına alarak Medine'ye getirirler. Selman'ı Medine'de Cüheyne kabilesinden bir kadın hayvanlarına çobanlık yapması için satın alır ve Selman, kadının ikinci bir kölesi ile münavebeyle çobanlık yapmaya başlarlar. Selman'ın bir yandan da kulağı çıkmasını beklediği peygamberin haberindedir. Beklediği haber bir gün çoban arkadaşıyla gelir: "Bugün Medine'ye peygamber olduğunu iddia eden birisi geldi" der. Hayvanların başına arkadaşını koyan Selman hemen Medine'ye gelir, Efendimiz'in çevresinde dolanmaya başlar. Selman'ı gören ve niyyetini anlıyan Efendimiz elbisesini omuzundan aşağı bırakır da nübüvvet mührü meydana çıkar, mührü gören Selman Efendimiz'in yanına gelir, onunla konuşur, sonra çıkar gider, bir dinara bir kuzu ve bir miktar ekmek alır Efendimiz'e getirir. Allah'ın Rasûlü: "Bu nedir?" diye sorunca da: "Sadakadır." . der. Efendimiz: "Bizim ona ihtiyacımız yoktur, götür, müslümanlar yesin." buyurur. Selman yine çıkar gider ve tekrar başka bir dinarla bir miktar ekmek ve et satın alıp Efendimiz'e getirir. Onun: "Bu nedir?" sorusuna bu sefer "Hediyedir" cevabı verir. Efendimiz: "Otur o halde." buyurur ve birlikte yerler.
Konuşma sırasında Selman, arkadaşlarından bahseder, onları anlatır ve: "Ey Allah'ın rasûlü, namaz kılar, oruç tutar, sana iman eder ve senin peygamber olarak gönderileceğine şehadet ederlerdi." der. Selman'ın, arkadaşlarına olan övgüleri bitince Efendimiz: " Ey Selman, onlar cehennem ehlindendir." buyurur da bu Selman'a çok ağır gelir. Kaldı ki Efendimiz'e: "Eğer onlar sana yetişmiş olsalardı mutlaka seni tasdik eder ve sana tabî olurlardı." da demişti. İşte bunun üzerine Alalh Tealâ "Hiç şüphesiz iman etmiş olanlar; Yahudi, hristiyan ve sabitlerden Allah'a ve âhiret gününe iman etmiş ve sâlih amel işlemiş olanlar..." âyetini indirir.
Taberî, tefsirinde Selman'ı ihtidaya götüren hadiseleri bu şekilde tafsilâtlı bir şekilde verdikten sonra Müsennâ kanalıyla İbn Abbâs'tan gelen bir rivayete daha yer verir ki buna göre "Hiç şüphesiz iman etmiş olanlar; Yahudi, hristiyan ve sâbiîlerden Allah'a ve âhiret gününe iman etmiş ve sâlih amel işlemiş olanlar..." âyetinden sonra Allah Tealâ "Her kim İslâm'dan başka bir din isterse asla ondan kabul edilmeyecektir." (Alu İmrân, 3/85) âyetini indirmiştir ki bu da birincisinin Selman'ın, arkasında bırakıp geldiği ve Hz. Muhammed'in bi'setini bekleyip de ona yetişmeden ölen o hristiyanlar hakkında müjdeyi ihtiva etmekle birlikte Efendimiz'in bi'setinden sonrakiler hakkında ikinci Alu İmrân âyetiyle nesholunduğu düşüncesini akla getirmektedir.[36]
75. Artık onların size inanacaklarını umar mısınız? Halbuki onlardan bir zümre vardı ki Allah 'in kelâmını dinlerlerdi de akılları aldıktan sonra onlar bunu bile bile tahrif ederlerdi.
Müfessirlerin çoğu, "Şimdi (ey mü'minler), onların size inanacaklarını mı umuyor, bekliyorsunuz!? Oysa ki onlardan bir grup Allah'ın kelâmını işitir de onu iyice anladıktan sonra bile bile onu tahrif ederlerdi." Âyet-i kerîmesi Tevrat* taki recm âyeti ile Hz. Muhammed (sa)'in vasıflarını değiştiren (yahudi âlimleri) hakkında inmiştir.[37]
76. İman edenlere kavuştuklarında inandık, derler. Birbirleriyle yalnız kaldıklarında ise Allah 'in size açtığı şeyi, mü 'minler onunla Rabbınız katında kuvvetli delil getirsinler diye mi onlara söyleyip duruyorsunuz? Buna aklınız ermiyor mu? Derler.
İbn Humeyd kanalıyla İbn Abbâs'tan naklediliyor: Yahudiler mü'minlere rastladıklarında "Biz de iman ettik, yani arkadaşınız Muhammed Allah'ın elçi-sidir ama sadece size." derler, birbirleriyle yalnız kaldıklarında böyle diyenlere çıkışır: "Araplara bunu söylemeyin. Unuttunuz mu onlara karşı bu peygamber hakkı için diye Allah'tan fetih ve zafer dileğinde bulunurdunuz. Meğer bu peygamber bizden değil onlardanmış." derlerdi. İşte bunun üzerine Allah Tealâ "(Yahudi münafıkları) iman edenlere kavuştukları zaman inandık, derler. Birbiriyle yalnız kaldıklarında ise Allah'ın size açtığı şeyi mü'minler onunla rabbınız katında aleyhinize kuvvetli delil getirsinler diye mi onlara söyleyip duruyorsunuz, buna aklınız ermiyor mu? derler." âyetini indirdi.[38]
Mücahid'den rivayet ediliyor: Hz. Peygamber (sa) Kurayza oğullarını kalelerinde kuşattığı zaman kalenin altından yahudilere: "Ey maymun ve domuzların kardeşleri, ey tâğûta tapanlar!" diye seslenmişti. Bunu duyan yahudiler: "Bu adam bunları nereden biliyor? Muhammed'e bunları kim haber verdi? Bu söz, başka değil ancak sizden çıkmıştır." dediler de Allah Tealâ bu âyetleri indirdi.[39]
79. Kitabı elleriyle yazıp da sonra onu az bir baha ile satabilmek için "Bu Allah katımdandır. " diyenlere yuh olsun. Vay ellerinin yazdıklarından başlarına geleceklere, vay şu kazanmakta oldukları yüzünden onlara!
"Kitabı elleriyle yazıp da sonra bu Allah katındandır... diyenlere yuh otsun." Âyeti Hz. Peygamber (sa)'in sıfatını değiştiren, niteliklerini tebdil edenler hakkında inmiştir.
Kelbı'nin verdiği bilgi şöyledir: "Rasûlullâh (sa)'ın kitaplarındaki vasfını değiştirdiler. Kitaplarında o, orta boylu, esmer olarak zikredilirken onu buğday benizli düz (kıvırcık değil) saçlı ve uzun boylu yaptılar. Arkadaşlarına ve kendilerine tabî olanlara da: "Ahir zamanda gönderildiğini iddia eden şu peygambere bakın; kitabımızda zikredilen vasıflara uymuyor." dediler. Haham ve bilginlerin diğer yahudiler için olmıyan bir takim menfaatleri vardı ki eğer Hz. Peygamber (sa)'in kitaplarındaki gerçek vasıflarını açıklarsalar bu menfaatlerinin elden gideceğinden korkmuş ve Hz. Peygamber (sa)'in, kitaplarındaki vasıflarını değiştirmişlerdi.[40]
Neseî ve İbn Ebî Hatim rivayetlerinde Efendimiz (sa)'in vasıfları ile ilgili olarak verilen bilgiler biraz daha farklı ve detaylıdır. İbn Abbâs'tan gelen rivayette o şöyle demiştir: Bu âyet yahudi hahamları hakkında inmiştir. Hz. Peygamber (sa)'in Tevrat'taki vasıflarını "Gözleri sürmeli, orta boylu, kıvırcık saçlı, güzel yüzlüdür." şeklinde bulmuşkan çekememezlikten ve azgınlıklarından (sapıklıklarından) bunları elleriyle silip yerine uo uzun boylu, mavi gözlü, düz saçlıdır." yazdılar.[41]
80. "Sayılı günlerden başka bize kat'iyyen ateş dokunmıyacak." Dediler. De ki; Allah katından bir ahid mi elde ettiniz? Ki Allah ahdinden asla caymaz. Yoksa Allah 'a karşı bilmeyeceğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?
İbn Abbâs'tan rivayet ediliyor: Hz. Peygamber (sa) Medine-i Münevve-re'ye geldiğinde yahudiler; "Bu dünya hayatı yedi bin senedir. İnsanlar âhirette, dünyadaki her bin sene için âhiret günleriyle bir gün azâb olunacaklar, bu da sadece yedi gün demektir ki bu yedi günün sonunda azâb kesilecek, sona erecektir." diyorlardı. Onların bu sözleri üzerine "(İsrail oğullan): Sayılı bir kaç gün dışında bize azâb dokunmıyacaktır, dediler. De ki..." âyeti nazil oldu.[42] Bu, aynı zamanda Mücâhid'in de kavlidir.[43]
Yahudilerin, âhirette kendilerine dokunacak azabın ancak buzağıya tapındıkları gün sayısınca yani sadece 40 gün olacağını iddia ettikleri ve bu âyetin bu sebeple nazil olduğu rivayeti de vardır ki Katâde ve İbn Abbâs'tan rivayet edilmiştir.[44]
Yine azabın kırk gün olacağını söyleyen ve fakat bunu Tevrat'a dayandırdıklarını belirten başka bir rivayet şöyledir: Tevrat'ta, cehennemin 40 yıllık yürüyüş genişliğinde olduğu ve yahudilerin bir günde bir yıllık yol kat'ederek cehennemi kırk günde geçecekleri ve böylece cehennemdeki kalışlarının biteceği yazılı imiş. Bu da Dahhâk tarafından İbn Abbâs'tan rivayet edilmiştir.
Yine İbn Abbâs'tan buna benzer başka bir rivayet daha geliyor: Yahudiler zannediyorlar ki Tevrat'ta şöyle yazılı bulmuşlar: Cehennemin iki ucu arası 40 senelik yoldur. Yolun sonunda Zakkum ağacına ulaşılır. Yahudiler diyorlar ki: İşte biz, Zakkum ağacına ulaşıncaya kadar azâb göreceğiz. Biz zakkum ağacına ulaşınca azâb sona erecek ve cehennem de helak olacak." İşte Allah Tealâ, yahudilerin bütün bu iddialarını yalanlamak üzere "(İsrail oğulları): Sayılı bir kaç gün dışında bize azâb dokunmıyacaktır, dediler. De ki..." âyetini indirdi.[45]
85. Sonra sizler, yine onlarsınız ki kendilerinizi öldürüyor, içinizden bir fırkayı, onları yurtlarından çıkarmak size haram kılınmış olduğu halde (hem çıkarıyor, hem de) size esirler olarak geldiklerinde kendileriyle fidyeleşir (esir mübadelesi yapar, yine onların yurtlarında kalmalarına müsaade etmezjsiniz. Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıyorsunuz da bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?...
"Onları yurtlarından çıkarmak size haram kılınmış olduğu halde (hem çıkarıyor, hem de) size esirler olarak geldiklerinde kendileriyle fıdyeleşir (esir mübadelesi yapar, yine onların yurtlarında kalmalarına müsaade etmez)siniz." âyeti yahudilerden Kaynukâ, Kurayza ve Nadîr oğulları hakkında nazil olmuştur. Kaynukâ oğulları, Kurayzalıların düşmanı idiler. Ansardan Evs kabilesi Kaynukâ oğullan ile antlaşmalı; Hazrec kabilesi de Kurayzalıların antlaşmalısı idiler. Nadîr oğulları Evs ve Hazrec ile kardeş iken Nadîr oğulları ile Kurayzalılar da kardeştiler. Sonradan aralan bozuldu, aralarında savaş ve sonunda birbirlerinden esir olanlar oldu. Savaş bitince esirleri karşılıklı olarak fidye karşılığı serbest bıraktılar da Allah Tealâ bundan dolayı onları kınama sadedinde bu âyeti indirdi.[46]
89. Ne zaman ki onlara Allah katından, yanlarında olanı tasdik edici bir kitab geldi, ki daha evvel kâfirler aleyhine Allah 'tan bir fetih istiyorlardı. İşte o tanıdıkları şey (Kur'ân veya Hz. Muhammed) kendilerine gelince onu inkâr ettiler. Artık Allah'ın laneti kâfirlerin tepesine.
İbn Humeyd kanalıyla Asım ibn Ömer ibn Katâde'den, onun da şeyhlerinden rivayetinde şöyle anlatmışlar: "Daha evvel kâfirler aleyhine Allah'tan bir fetih istiyorlardı. İşte o tanıdıkları şey (Kur'ân veya Hz. Muhammed) kendilerine gelince onu inkâr ettiler. Artık Allah'ın laneti kâfirlerin tepesine." âyeti vallahi bizim ve onların hakkında yani ansar ve onların komşuları olan yahudiler hakkında indi. Câhiliye devrinde bir süre biz onlara galip gelmiştik, biz putperest, onlar ise kitab ehli idiler. "Bir peygamber gönderilmesi zamanı geldi, gönderilmesinin gölgesi üzerinize düştü. O peygamberle birlikte Ad ve İrem'in katledildiği gibi sizi katledeceğiz, öldüreceğiz." derlerdi. Allah Tealâ Rasûlü'nü Kureyş'ten gönderip biz de ona iman edince o peygamberi inkâr ettiler [47]
Yine İbn Humeyd'in... İbn Abbâs'tan naklettiğine göre Hz. Peygamber peygamber olarak gönderiImezden önce yahudiler Evs ve Hazrec'e karşı onunla fetih umudu taşıyorlar; o gelince onunla birlikte Evs ve Hazrec'e galip gelecekleri umudunu dile getiriyorlardı. Ama Allah Tealâ onu kendilerinden değil de araplardan gönderince onu ve hakkında daha önceden söylemekte olduklarını da inkâr ettiler. Muâz ibn Cebel ve Selime oğullan kardeşi Bişr ibn el-Berâ ibn Ma'rûr: "Ey yahudiler topluluğu, Allah'tan korkun ve müslüman olun. Siz daha önceden bize karşı, bizler müşriklerken Muhammed ile üstün gelme umudunuzu dile getiriyordunuz. Bize onun peygamber olarak gönderileceğini siz haber vermiş, sıfatlarını bize yine siz söylemiştiniz." dediler. Nadîr oğulları kardeşi Selâm ibn Mişkem: "Bize bildiğimiz, tanıdığımız bir şey getirmedi. O bizim size söylediğimiz peygamber de değil." dedi de Alalh Tealâ: "Ne zaman ki onlara Allah katından yanlarında bulunanı tasdik eden bir kitab geldi, ki daha evvel küfredenlerin aleyhine Alalh'dan onunla fetih ve zafer istiyorlardı. İşte tanıdıkları o şey kendilerine gelince onu inkâr ettiler. Artık Allah'ın laneti o kâfirlerin
tepesine." ayetini indirdi.[48]
İbn Abbâs anlatıyor: Hayber yahudileri ile Gatafan arasında savaş vardı ve Hayber yahudileri ne zaman Gatafan'la karşılaşsalar yeniliyorlardı. Sonunda:
"Ey Allahımız, Ahir zamanda çıkarmayı va'dettiğin o ümmî peygamber hakkı için senden bizi muzaffer kılmanı diliyoruz." duasına sığınmayı kararlaştırdılar ve Gatafan'la karşılaşınca bu duayı yaptılar da yapılan savaşta Gatafan'ı bozguna uğrattılar. Allah Tealâ, onların duasında geçen Hz. Muhammed (sa)'i peygamber olarak gönderince onun peygamberliğini inkâr ettiler de bunun üzerine Allah Tealâ: "Daha önce (o peygamberin adını kullanarak, onun hakkı için diyerek) kâfirlere karşı zafer isterlerken... İşte Allah'ın laneti böyle kâfirleredir." âyetini indirdi.[49]
94. De ki: Allah yanında âhir et yurdu insanların değil de yalnız sizinse, sâdıklardan iseniz haydi ölümü temenni edin.
Yahudiler, Allah Tealâ'nın cenneti yalnız İsrail oğullan ve onların çocukları için yarattığını sanıyorlardı. Bunun üzerine bu âyet nazil oldu.[50]
97. De ki: Her kim Cebrail 'e düşman olursa (kahrından gebersin!) Çünkü kendinden önceki leri tasdik edici ve mü 'minler için sırf bir hidayet ve müjde olan Kur'ân’ı Allah 'in izniyle senin kalbinin üstüne o indirmiştir.
98. Kim Allah'a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrail'e, MîkâîVe düşman olursa şüphesiz Allah da o kâfirlerin düşmanıdır.
99. Andolsun ki Biz sana apaçık âyetler indirdik. Onları/âşıklardan başkası inkâr etmez.
Müfessirler bu âyetlerin yahudiler hakkında, İsrail oğullarından yahudilere cevap olarak nazil olduğunda ittifak halindedirler. Ancak yahudilerle müslümanlar arasında bu âyetlerin nüzulüne ilişkin olarak rivayet edilen hadisenin kahramanları ile oluş şekli ve yeri üzerinde rivayetler arasında bazı farklılıklar vardır. Bu rivayetleri şöylece sıralıyabiliriz:
İbn Abbâs hadiseyi şöyle anlatıyor: Yahudiler Hz. Peygamber (sa)'e geldiler ve: "Ey Ebu'l-Kasım, sana bazı şeyler soracağız. Eğer bunlara cevap verebi-1 irsen sana tabî olacağız; haber ver bize, sana meleklerden kim geliyor? Çünkü hiçbir peygamber yoktur ki Rabbı katından risaleti ve vahyi ona bir melek getirmesin. Senin (sana Rabbından vahy getiren) dostun kimdir?" dediler. Efendimiz: "Cibril'dir." dedi. Yahudiler: "O, savaşı, kıtali indiren melektir ve o bizim düşmanımızdır. Eğer yağmuru ve rahmeti indiren Mikâîl'dir, deseydin sana tabî olacaktık." dediler de Allah Tealâ: "De ki: Her kim Cibrîl’e düşman olursa... Allah kâfirlerin düşmanıdır." âyetlerini indirdi.[51] Bu hadisi Tirmizi de tahric etmiştir.[52]
Taberî'deki İbn Abbâs rivayeti biraz değişik ve daha detaylıdır. Şöyle ki:
Bir yahudi cemaati Hz. Peygamber (sa)'in yanma geldiler ve: "Ey EbuM-Kasım, sana bazı şeyler soracağız. Onları ancak bir peygamber bilebilir." Dediler. Efendimiz: "Ne isterseniz sorun ve fakat Yakub'un oğullarından aldığı Allah'ın zimmetini kılın, Allah adına söz verin: Ben size bir şey söylerim de siz onu bilecek olursanız (söylediğim şey sizin bildiğinizle uyuşursa) İslâm üzere bana tabî olacaksınız." buyurdular. Onlar da kabul ettiler "Tamam bu sözü sana veriyoruz." dediler. Efendimiz tekrar: "Sorun dilediğinizi." buyurdular. "Sana soracağımız dört şeyi bize haber ver: Tevrat indirilmezden önce İsrail'in kendisine haram kıldığı yiyecek hangisiydi? Bize haber ver. Kadının suyu ile erkeğin suyu nasıldır? Onlardan çocuk nasıl erkek, nasıl dişi olur? Bize haber ver. Uykudaki şu ümmî peygamberi ve meleklerden dostunun kim olduğunu bize haber ver." dediler. Allah'ın Rasûlü (sa): "Unutmayın Allah adına söz verdiniz. Size bunları haber verirsem bana tabî olacaksınız." diye tekrar hatırlattı da onun istediği ahdi ve misakı verdiler. Efendimiz şöyle cevap verdi: "Tevrat'ı Musa'ya indiren Allah adına; biliyor musunuz İsrail hastalanmış, hastalığı uzamış ve eğer Allah bu hastalığına şifa verirse en sevdiği yiyecek ve içeceği kendisine haram kılacağı adağında bulunmuştu. En sevdiği yiyecek deve eti, en sevdiği içecek de deve sütü idi, değil mi?" Yahudiler: Allah için evet." dediler. Efendimiz: "Allah'ı size şahit tutuyorum, yegâne ilâh olan, Musa'ya Tevrat'ı indiren Allah adına erkeğin suyunun beyaz ve kalın, kadının suyunun sarı ve ince olduğunu, hangisi üstün gelirse çocuğun o cinsten olup ona benzediğini; binaenaleyh erkeğin suyunun kadının suyuna üstün gelmesi halinde Allah'ın izniyle çocuğun erkek olacağını, kadının suyunun erkeğin suyuna üstün gelmesi halinde de Allah'ın izniyle çocuğun kız (dişi) olacağını biliyor musunuz?" diye sordu, "Ey Allahım, evet." Dediler. Efendimiz: "Allahım şahit ol!" buyurdu ve şöyle devam etti: "Musa'ya Tevrat'ı indiren Allah adına şu ümmî peygamberin gözünün uyuduğunu ama kalbinin uyumadığını biliyor musunuz?" Onlar: "Allah için evet." dediler, Efendimiz de: "Ey Allahım şahit ol!" dedi. Yahudiler: Şimdi de bize söyle bakalım, meleklerden dostun kim? Buna cevabına göre sana uyacak, ya da senden ayrılacağız." Dediler. Efendimiz: "Benim dostum Cibril'dir. Allah hangi peygamberi göndermişse Cibril onun dostudur." Buyurdular. Yahudiler: İşte şimdi senden ayrılıyoruz. Şayet meleklerden dostun Cibril'den bir başkası olsaydı sana uyar ve seni tasdik ederdik." Dediler. Efendimiz: "Onu tasdikinizi engelleyen nedir?" diye sordu, şöyle dediler: "O bizim düşmanımızdır. O öyle bir melek ki ancak şiddeti ,harbi, zorluğu ve kan dökmeyi getirir." Dediler de Allah Tealâ "Kendilerine kitab verilenlerden bir güruh sanki onlar bilmiyorlarmış gibi Allah'ın kitabını sırtlarının arkasına atmışlardır."a kadar olmak üzere "De ki: Her kim Cebrail'e düşman olursa (kahrından gebersin!) Çünkü kendinden öncekileri tasdik edici ve mü'minler için sırf bir hidayet ve müjde olan Kur'ân'ı Allah'ın izniyle senin kalbinin üstüne o indirmiştir..." Âyetlerini indirdi.[53] Ebu Dâvûd et-Tayâlisî'nin Müsned'inde aynı rivayet vardır ve bu hâdise üzerine bu âyetle birlikte bir de "Gazab üstüne gazaba döndüler." (Bakara, 2/90) âyetinin indiği ilâvesi vardır.[54]