Rabb'iniz buyurdu ki: "Bana dua edin, Ben de duanızı kabul edeyim. Şüphesiz Bana ibadeti büyüklüklerine yedirmeyenler yakında hor ve hakir olarak cehenneme gireceklerdir."(Mûmin - 60)
"Rabb'iniz buyurdu ki: Bana dua edin, Ben de duanızı kabul edeyim." ayeti ile ilgili olarak en-Numan b, Beşir'in şöyle dediği rivayet edilmektedir: Peygamber (s.a.v.)'ı şöyle buyururken dinledim: "Dua ibadetin kendisidir." Sonra da Yüce Allah'ın: "Rabb'iniz buyurdu ki: Bana dua edin, Ben de duanızı kabul edeyim. Şüphesiz Bana ibadeti büyüklüklerine yedirmeyenler yakında hor ve hakir olarak cehenneme gireceklerdir" buyruğunu okudu, Ebu İsa dedi ki: Bu hasen, sahih bir hadistir.
Leys, Şehr b. Havşeb'den, o Ubade b. es-Samit'ten diye rivayet etmiştir. Buna göre Ubade b. es-Samit dedi ki: Rasulullah (s.a.v.)'ı şöyle buyururken dinledim: "ummetime ancak peygamberlere verilmiş üç şey verilmiştir. Yüce Allah bir peygamberi gönderdi mi ona: Bana dua et, Ben de senin duanı kabul edeyim, diye buyururdu. Bu ümmete de: "Bana dua edin, Ben de duanızı kabul edeyim" diye buyurmuştur. Bir peygamber gönderdi mi: Senin üzerine dinde herhangi bir zorluk kılmamıştır, denilirdi. Yüce Allah bu ümmete de: "Dinde size güçlük vermedi" (el-Hac, 78) diye buyurmuştur. Yüce Allah bir peygamber gönderdi mi onu kendi kavmine şahit kılardı. O bu ümmeti de, bütün insanlara karşı şahid kılmıştır." Bunu et-Tirmizı el-Hakim "Nevadiru'l- Usul" adlı eserinde zikretmiş bulunmaktadır.
Aynı şekilde Halid er-Rıh'! de şöyle derdi: Bu ümmetin işine şaşılır. Ona:
"Bana dua edin, Ben de duanızı kabul edeyim." denilerek hem dua etmelerini emretti, hem de dualarını kabul edeceği vaadinde bulundu. Her ikisi arasında da herhangi bir şart bulunmamaktadır. Birisi ona: Ne gibi diye sorunca, o da şöyle dedi: Mesela Yüce Allah:
"İman edip salih amel işleyenlere de şunu müjdele ... " (Bakara, 25) diye buyurmaktadır. Görüldüğü gibi bu buyrukta bir şart bulunmaktadır. Diğer taraftan: "İman edenlere Rabb'leri katında kendileri için muhakkak bir kadem-i sıdk olduğunu müjdele" (Yunus, 2) buyruğunda ise amel şartı bulunmamaktadır.
Diğer taraftan Yüce Allah'ın: "öyle ise ... dini yalnız Allah'a halis kılanlar olarak Allah'a dua edin" (el-Mûmin, 11) buyruğunda şart vardır. Buna karşılık Yüce Allah'ın: "Bana dua edin, Ben de duanızı kabul edeyim" buyruğunda herhangi bir şart yoktur. Daha önceki ümmetler herhangi bir ihtiyaçlarının görülmesi için peygamberleri o hususta kendilerine dua etsin diye peygamberlerine gider başvururlardı. (Kaynak: Kurtubî - El-Cami' li Ahkam el-Kur'an Mü'min - 60 Tefsiri)
Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Çünkü bana ibadetten büyüklük taslayıp uzaklaşanlar, hor ve hakir olarak cehenneme gireceklerdir" buyurmuştur. Dâhirîn "aşağılanmış ve hor hakir olarak" demektir. Ki, duayı terketme hususunda böylesi şiddetli bir tehdidi getirmiş olması bakımından bu, Allah'ın büyük bir lütfü ve ihsanıdır. Buna göre şayet, "Peygamber (s.a.v.), bir hadis-i kudsîde, Allah (c.c)'ın, "Beni zikretmesinden dolayı Benden istemeye (bana duâ etmeye) vakit bulamayan kimseye, (bana duâ etmek suretiyle) isteyenlere verdiğimden daha fazlasını veririm" Tirmizi, Sevabu'l-Kur'ân, 25(5/184). buyurduğunu anlatmıştır. Binâenaleyh bu haber, duâ etmemenin efdal olduğunu; bu ayet ise, duayı terketmenin, büyük bir tehdidi gerektirdiğini göstermektedir. Şu halde, bu iki durum nasıl birleştirilebilir?" denilirse, biz deriz ki: Akıl, Allah'ı övgüye dalıp buna garkolduğunda, bu hal, duâ etmekten daha efdal ve üstün olur. Çünkü duâ etmek, bir pay elde etmek için yapılır. Halbuki, Allah'ın yüce marifetine dalıp garkolmak ise, pay talep etmeden daha üstündür. Ama böylesi bir istiğrak ve manevî dalış söz konusu değilse, duâ etmek evlâ olur. Çünkü duâ, rubûbiyyetin izzetini, kulluğun ise, zilletini tanımayı ve bilmeyi ifâde eder. (Kaynak: Fahreddin er-Râzî - Mefâtîhu'l-Gayb Mûmin - 60 Tefsiri )
Mûcâhid’in [v. 103/721] tefsirinde, “Bana kulluk edin, sizi mükâfatlandırayım.” şeklinde geçmektedir. Hasan-ı Basrî de -bu âyet sorulduğunda- şöyle demiştir: “Amel edin ve sevinin; çünkü iman edip salih ameller işleyenlere Allah mükâfat verecek ve mükâfatı lütfuyla artıracaktır.” Yine nakledildiğine göre, Süfyân-ı Sevrî’ye [v. 161/778] “(Bizim için) Allah’a dua et.” denince, “Günahları terk etmek duanın ta kendisidir.” demiş. [Kutsî] hadiste de şöyle geçer: “Bana itaat etmesi, kulumu dua etmekten alıkoyduğunda ona, dua edenlere verdiğimden fazlasını veririm.” Nu‘mân b. Beşîr (r.a.) [v. 64/684] da, Peygamber (s.a.)’in “Dua ibadetin ta kendisidir.” [Tirmizî, “De‘avât”, 1; İbn Mâce, “Du‘â”, 1] sözünü rivayet etmiş ve bu âyeti okumuştur. (Kaynak: Zemahşerî - el-Keşşâf an Hakâikı't-Tenzîl - Mûmin - 60 Tefsiri)
"Rabb'iniz buyurdu ki: Bana dua edin, Ben de duanızı kabul edeyim." ayeti ile ilgili olarak en-Numan b, Beşir'in şöyle dediği rivayet edilmektedir: Peygamber (s.a.v.)'ı şöyle buyururken dinledim: "Dua ibadetin kendisidir." Sonra da Yüce Allah'ın: "Rabb'iniz buyurdu ki: Bana dua edin, Ben de duanızı kabul edeyim. Şüphesiz Bana ibadeti büyüklüklerine yedirmeyenler yakında hor ve hakir olarak cehenneme gireceklerdir" buyruğunu okudu, Ebu İsa dedi ki: Bu hasen, sahih bir hadistir.
Leys, Şehr b. Havşeb'den, o Ubade b. es-Samit'ten diye rivayet etmiştir. Buna göre Ubade b. es-Samit dedi ki: Rasulullah (s.a.v.)'ı şöyle buyururken dinledim: "ummetime ancak peygamberlere verilmiş üç şey verilmiştir. Yüce Allah bir peygamberi gönderdi mi ona: Bana dua et, Ben de senin duanı kabul edeyim, diye buyururdu. Bu ümmete de: "Bana dua edin, Ben de duanızı kabul edeyim" diye buyurmuştur. Bir peygamber gönderdi mi: Senin üzerine dinde herhangi bir zorluk kılmamıştır, denilirdi. Yüce Allah bu ümmete de: "Dinde size güçlük vermedi" (el-Hac, 78) diye buyurmuştur. Yüce Allah bir peygamber gönderdi mi onu kendi kavmine şahit kılardı. O bu ümmeti de, bütün insanlara karşı şahid kılmıştır." Bunu et-Tirmizı el-Hakim "Nevadiru'l- Usul" adlı eserinde zikretmiş bulunmaktadır.
Aynı şekilde Halid er-Rıh'! de şöyle derdi: Bu ümmetin işine şaşılır. Ona:
"Bana dua edin, Ben de duanızı kabul edeyim." denilerek hem dua etmelerini emretti, hem de dualarını kabul edeceği vaadinde bulundu. Her ikisi arasında da herhangi bir şart bulunmamaktadır. Birisi ona: Ne gibi diye sorunca, o da şöyle dedi: Mesela Yüce Allah:
"İman edip salih amel işleyenlere de şunu müjdele ... " (Bakara, 25) diye buyurmaktadır. Görüldüğü gibi bu buyrukta bir şart bulunmaktadır. Diğer taraftan: "İman edenlere Rabb'leri katında kendileri için muhakkak bir kadem-i sıdk olduğunu müjdele" (Yunus, 2) buyruğunda ise amel şartı bulunmamaktadır.
Diğer taraftan Yüce Allah'ın: "öyle ise ... dini yalnız Allah'a halis kılanlar olarak Allah'a dua edin" (el-Mûmin, 11) buyruğunda şart vardır. Buna karşılık Yüce Allah'ın: "Bana dua edin, Ben de duanızı kabul edeyim" buyruğunda herhangi bir şart yoktur. Daha önceki ümmetler herhangi bir ihtiyaçlarının görülmesi için peygamberleri o hususta kendilerine dua etsin diye peygamberlerine gider başvururlardı. (Kaynak: Kurtubî - El-Cami' li Ahkam el-Kur'an Mü'min - 60 Tefsiri)
Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Çünkü bana ibadetten büyüklük taslayıp uzaklaşanlar, hor ve hakir olarak cehenneme gireceklerdir" buyurmuştur. Dâhirîn "aşağılanmış ve hor hakir olarak" demektir. Ki, duayı terketme hususunda böylesi şiddetli bir tehdidi getirmiş olması bakımından bu, Allah'ın büyük bir lütfü ve ihsanıdır. Buna göre şayet, "Peygamber (s.a.v.), bir hadis-i kudsîde, Allah (c.c)'ın, "Beni zikretmesinden dolayı Benden istemeye (bana duâ etmeye) vakit bulamayan kimseye, (bana duâ etmek suretiyle) isteyenlere verdiğimden daha fazlasını veririm" Tirmizi, Sevabu'l-Kur'ân, 25(5/184). buyurduğunu anlatmıştır. Binâenaleyh bu haber, duâ etmemenin efdal olduğunu; bu ayet ise, duayı terketmenin, büyük bir tehdidi gerektirdiğini göstermektedir. Şu halde, bu iki durum nasıl birleştirilebilir?" denilirse, biz deriz ki: Akıl, Allah'ı övgüye dalıp buna garkolduğunda, bu hal, duâ etmekten daha efdal ve üstün olur. Çünkü duâ etmek, bir pay elde etmek için yapılır. Halbuki, Allah'ın yüce marifetine dalıp garkolmak ise, pay talep etmeden daha üstündür. Ama böylesi bir istiğrak ve manevî dalış söz konusu değilse, duâ etmek evlâ olur. Çünkü duâ, rubûbiyyetin izzetini, kulluğun ise, zilletini tanımayı ve bilmeyi ifâde eder. (Kaynak: Fahreddin er-Râzî - Mefâtîhu'l-Gayb Mûmin - 60 Tefsiri )
Mûcâhid’in [v. 103/721] tefsirinde, “Bana kulluk edin, sizi mükâfatlandırayım.” şeklinde geçmektedir. Hasan-ı Basrî de -bu âyet sorulduğunda- şöyle demiştir: “Amel edin ve sevinin; çünkü iman edip salih ameller işleyenlere Allah mükâfat verecek ve mükâfatı lütfuyla artıracaktır.” Yine nakledildiğine göre, Süfyân-ı Sevrî’ye [v. 161/778] “(Bizim için) Allah’a dua et.” denince, “Günahları terk etmek duanın ta kendisidir.” demiş. [Kutsî] hadiste de şöyle geçer: “Bana itaat etmesi, kulumu dua etmekten alıkoyduğunda ona, dua edenlere verdiğimden fazlasını veririm.” Nu‘mân b. Beşîr (r.a.) [v. 64/684] da, Peygamber (s.a.)’in “Dua ibadetin ta kendisidir.” [Tirmizî, “De‘avât”, 1; İbn Mâce, “Du‘â”, 1] sözünü rivayet etmiş ve bu âyeti okumuştur. (Kaynak: Zemahşerî - el-Keşşâf an Hakâikı't-Tenzîl - Mûmin - 60 Tefsiri)