Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Bayram Ezanı

I Çevrimdışı

islami bilgiler

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
بســـم الله الرحمن الرحيم


Bayram Ezanı


Söz konusu yenilikle rin örneği, Ramazan ve Kurban bayramları namazları için ezan okumaktır. Bu adet bazı devlet adamları tarafından ortaya atıldığında müslümanlar bid'at olduğu gerekçesi ile bu uygulamay a karşı çıktılar. Eğer bu uygulamanın bid'at oluşu onun mekruh olduğuna delil olmasaydı, bu adetin:

“Ey müminler, Allah'ı çok çok anınız” (Ahzab: 41) ve

“İnsanları Allah'a çağırandan daha güzel sözlüsü kim olabilir?” (Fussilet: 41) ayetlerin in kapsamına girdiği söylenebileceği gibi cuma namazı için ezan okunması hükmü ile de “kıyas” lanabilir di. (25)

Çünkü bayram namazlarında ezan okumanın “yararlı” olacağını isbatlama ya çalışmak, koyu bir bid'atın yararlılığını kanıtlamaya çalışmaktan çok daha gerekçeli ve yerinde bir çabadır. Hatta:

“İleri sürülen gerekçelere ve her hangi bir önleyici engelin yokluğuna rağmen, Peygamber imizin bu adeti uygulamam ası (yani bayram namazlarında ezan okutmaması) nasıl sünnet ise bu adeti uygulamak da bir başka sünnettir.” denebilir .

Gerçi ilk bakışta böyle düşünmenin yerinde olduğu sanılabilir, ama cuma namazlarında ezan okumayı emrettiğine, buna karşılık bayram namazlarını ezan ve Kamet'siz kıldığına göre sünnet olan uygulama bayram namazlarında ezan okumamaktır. Buna göre, bu sünnete hiç kimse bir şey eklemeye yetkili değildir. Dahası, bu sünnete farklı bir uygulama eklemek namaz vakitleri ne, rekâtlerin sayısına veya Hacc'ın rükünlerine eklemeler, arttırmalar yapmak gibidir.

Başka bir deyimle eğer bir kimse, öğle namazının farzını (dört rekât yerine) beş rekât olarak kılmak istese de “Bu yapacağım şey fazladan iyi bir amel olmaktır” diye davranışını haklı göstermeye çalışsa, bunu yapmaya yetkili değildir. Tıpkı bunun gibi eğer bir kimse Kabe ve Arafat dağı gibi mukaddes yerler dışında başka yerler belirleyi p oralarda Hacc amacı ile ibadet ve zikir etmeye kalkışacak olsa “bu yaptığım şey iyi nitelikli bir bid'attır (Bid'at-i Hasene)” diyerek böyle bir şey yapmaya yetkili değildir. Tersine böyle bir kimseye “Her bid'at bir dalaletti r. (sapıklıktır)” diye karşılık veririz.

Biz böyle bir davranış hakkında, özel bir yasaklayıcı hükmün varolduğundan veya onun yol açacağı kargaşa ve yıkımlardan (mefsedet'ten) önce onun “dalalet (sapıklık)” olduğunu bilir ve söyleriz. Vermiş olduğumuz bu misal Peygamber Efendimiz zamanında gerektiri ci sebebi (gerekçesi) var olan ve -eğer yararlı olsa- önleyici hiç bir engeli bulunmaya n yenilikle rin örneğidir. Böyle bir yeniliği ortaya atan kimsenin göstereceği bütün gerekçeler ve varlığını iddia edeceği bütün yararlar, Peygamber Efendimiz (salât ve selâm üzerine olsun) zamanında da var olduğu halde Peygamber imiz bu işi yapmadı. O halde O'nun bu “yapmayışı (terki)” bütün genelleme lerden ve bütün kıyaslardan önde gelen “özel” bir sünnettir.

İnsanların kusurları veya kötü niyetleri yüzünden ihtiyaç haline gelen bid'atlere örnek Ramazan ve Kurban bayramlarının hutbeleri ni bayram namazının önüne almaktır. Bazı devlet adamları ilk defa böyle bir uygulamayı başlatınca müslümanlar bidat olduğu gerekçesi ile buna karşı çıktılar. Bu uygulamayı getirenle rin, cemaatın şimdilerde bayram namazından sonra hutbeyi dinlemede n dağıldığını, oysa Peygamber imiz zamanında hutbeyi dinlemede n dağılmamış olduklarını savunma olarak söylüyorlar. Bu bid'atı haklı gibi gösterebilmek için kendileri ni böyle savunanla ra şöyle demek gerekir;

“Bunun böyle olmasının sebebi senin kusurun, hatta kötü niyetindi r. Çünkü Peygamber imiz o günün cemaatine yararlı olmak, kendileri ne gerçekleri anlatmak ve doğru yolu bulmalarını sağlamak amacı ile hutbe verirdi. Fakat sen, saltanatını ayakta tutmak amacı ile hutbe veriyorsu n, bu konuşmalarda onlara hiç bir yararlı şeyi öğretmiyorsun. Sırf senden kaynaklan an bu senin öz kabahatin sana yeni bir günah ortaya atma (bid'at çıkarma) yetkisi vermez. Burada senin yapacağın şey, Allah'a tevbe etmek ve Peygamber in sünnetine uymaktır. O zaman durum düzelir. Eğer yine de düzelmez ise Allah sana cemaatın yaptığını değil, kendi yaptıklarını soracaktır.”

Açıkladığımız bu iki ilkeyi iyi kavrayan kimsenin bid'at nitelikli yenilikle rle ilgili şüphelerinin çoğu çözümlenmiş olur. Çünkü Peygamber Efendimiz (salât ve selâm üzerine olsun) konu ile ilgili bir başka hadisinde şu enteresan tesbitte bulunuyor:

“Bir toplumun ortaya çıkardığı her yeni bid'at, bu bid'at kadar bir sünneti kendileri nden alıp götürür.”

Ben bu gerçeğe, bu kitabın daha önceki sayfalarında işaret ederek şeriatin kalbin besini olduğunu, bid'at nitelikli yenilikle rle beslenen kalblerde sünnetlerin fazileti için yer kalamayac ağını ve böylesine kalblerin bozuk besinlerl e beslenen bir canlı vücudu gibi olacağını belirtmiştim.

Meselâ; çoğu devlet adamlarının caiz olmayacak oranda ağır vergiler almaları, işlenen suçlara karşı ölçüsüz biçimde ağır cezalar vermeleri, sırf onların iyiliği emredip kötülükten alıkoyma ilkesini amacından saptırmış olmalarından ileri gelir.

Yoksa onlar caiz olduğu oranda vergi alıp, bu vergileri caiz olan yerlerde kullansal ar ve bu işleri yaparken kendi iktidarla rını perçinlemeyi değil de Allah'ın dinini yürürlüğe koymayı düşünseler, bunlar yanında şeriatın koyduğu yaptırımları zengin-fakir, yakın-uzak herkese eşitlikle uygulasal ar, özendirme ve yıldırmalarında Allah'ın buyurduğu adaleti gözetseler, tıpkı Peygamber imizden sonra başa geçen Raşid halifeler (Hulefa-yi Raşidin) ile Emevi hükümdarlarından Ömer b. Abdülâzîz ve bazı adil devlet adamları gibi, ne ağır vergiler toplamaya ne zalimce cezalar vermeye ve ne de güvenliklerini sağlamak için köle ve uşaklardan oluşmuş silâhlı birlikler kullanmay a muhtaç olurlardı.

Tıpkı bunun gibi; eğer ilim adamları sırf Allah'ın kitabı olan Kur'an'a sarılıp orada yer alan ve bizzat Allah'ın gösterdiği delillerd en ibaret olan açıklamaları derinleme sine kavrasala r ve Allah'ın kullarına peygamber göndermesinin hikmeti olan sünnete her adımda bağlı kalsalar, bu iki kaynakta bütün insanlığın bilgileri ni kapsayaca k genişlikte, her alanla ilgili bilgi bulacakla r ve kazanacak ları bu zengin bilgi hazinesi sayesinde halk arasında haklı ile haksızı birbirind en isabetle ayırma imkânını elde ederek aşağıdaki ayette bu ümmetin özelliği olarak belirtile n “Örnek alma (şahid olma)” niteliğine sahip olacaklar dı.

Cenab-ı Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

“Böylece siz öbür insanlara ve Peygamber de size örnek olsun diye sizi bu ikisi arasında yer alan bir ümmet kıldık.” (Bakara: 143)

Böylece bu alimler, Kelâmcıların dini destekley ici olduklarını sandıkları, bidatçılar tarafından düzülüp ortaya atılmış yanıltıcı delilleri ile kıyas metodunu savunanla rın dinin ayrıntılı hükümlerini tamamlayıcı nitelikte gördükleri şaşırtıcı görüşlere lüzum görmezlerdi.

Deliller içinde isabetli olanlarla görüşler arasında doğru olanların mutlaka Allah'ın kitabı (Kur'an) ile Peygamber imizin sünnetinde dayanağı vardır.

Bunu anlayan anlar ve bu anlayıştan yoksun kalan yoksun kalır.

Sıradan halkın durumu da öyle. Onlar da Allah'ın şeriatında belirlediği söz ve hareketle rin zahiri ile batınını kavrayara k ibadet etmiş olsalar ve Allah'ın Peygamber imize gönderdiği güzel sözlerle iyi amellerin tadına varmış olsalar; Bu sayede nefisleri n ihtirasla rından öylesine arınırlar, öyle yüce olgunluk dereceler ine ererler ve öyle büyük manevî başarılar elde ederler ki, böylece insanı, Kur'an dinlemekt en alıkoyan bid'at nitelikli müzikli coşkulara, bazı kimseler tarafından ibadetler e katılmış çeşitli zikir ve virdlere ve şeriata bağlılığı zayıf kimi adamların ortaya attıkları ilâve ibadetler e hiç ihtiyaçları olmazdı.

Gerçi bu yenilik ve eklemeler i ortaya atan çoğu sıradan kimseler, bilginler ve hatta devlet adamları, ortaya sürdükleri bu bid'atlerden ötürü ictihad gerekçesi ile mazur sayılabilirler. Bizim amacımız doğru delilin hangisi olduğunu tanımaktır. Bu doğru delilden uzak düşen her hangi bir kimse şahsî içtihadından dolayı mazur sayılabilir. Hatta bu kimse çok titiz bir takva adamı da olabilir. Çünkü söylediği her sözün doğru olması ve yaptığı her davranışın sünnet olması titiz bir takva adamı (sıddık) olmanın şartlarından değildir. Yoksa adam Peygamber imizin (salât ve selâm üzerine olsun) düzeyine çıkarılmış olur. Neyse, bu konu hayli geniştir.

Bidatleri n çeşitleri, hükümleri ve nitelikle ri hakkında söylenmesi gereken sözlere, aslında bu kitabın tüm sayfaları yetmez.

Bizim bu açıklamayı yapmaktak i amacımız, yukarda geçen sahih hadise karşı yapılmış itirazların zihinlerd e uyandırabileceği kuşkuları gidermek ve bidatleri kınayan şer'i belgeleri n, pratikte rehber edinilmes i gerektiğini belirtmek tedir.

Daha önce sözünü ettiğimiz sonradan ortaya çıkarılmış bayram ve anma günlerinin ikinci kınanma gerekçesi, bu anma günleri ile törenlerin içerdikleri dinî yozlaşma ve yıkımdır.

Bilmek gerekir bu tür bid'atlerin yol açtıkları yozlaşma ve yıkımın, herkes bir yana, çoğunluk bile farkına varamamak tadır. Özellikle bu bidatler meşru ibadetler ile ayni cinsten olunca söz konusu yıkımı kavramak daha da zorlaşmaktadır. Sadece aklı başında seçkinler bu yıkımların bir kısmını fark edebilmek tedirler.

Bu konuda halka düşen tek görev, Kur'an'a ve sünnete titizlikl e uymaktır. Eğer bu meselenin yararlı ve zararlı yönlerini kavrayamıyorlarsa, şimdi burada bu işin yol açacağı bazı yıkımları vurguluyo ruz:
 
Üst Ana Sayfa Alt