Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Benzemekten Sakındırmanın Yararı

I Çevrimdışı

islami bilgiler

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
بســـم الله الرحمن الرحيم


Benzemekten Sakındırmanın Yararı


“Kitab ile sünnet bu benzemeni n meydana geleceğini önceden haber verdikler ine göre bunu yasaklama nın ne faydası olabilir?” diyemeyiz .

Çünkü aynı kitab ve sünnet Kıyamet gününe kadar bu ümmet arasında Allah tarafından Peygamber imize gönderilen gerçeklere bağlı bir kesimin her zaman varolacağını ve yine bu ümmetin hiç bir zaman sapıklıkta birleşmeyeceğini de haber veriyor.

Böyle olunca diğer ümmetlere benzemeyi yasaklama k hakka bağlı kesimin artmasını, kökleşmesini ve imanının kuvvetlen mesini sağlayıcı etki yapar. Duaların kabul edicisi olan Allah'dan, bizleri de bu hakka bağlı kesimden eylemesin i diliyoruz .

Ayrıca bu yasaklama ile hiç kimsenin söz konusu benzerlik ten vazgeçmeyeceği farzedils e bile, verilen bu bilgiler sayesinde bu çirkin tutumun kötülüğü bilinmiş ve buna inanılmış olacaktır. Oysa Allah'ın hoşlanmadığı bir şeyi sırf bilmek ve bu konuda inanç sahibi olmak da yararlı bir şeydir. Her ne kadar bu bilginin gerektird iği gibi davranılmamış olsa bile.

Daha doğrusu bilmek ve inanmak, bilgi ile birlikte olmayan amelden ve davranıştan daha önemli ve daha faydalıdır. Çünkü insanın iyiliği tanıyıp, kötülüğün kötü olduğunu kabul etmesi ne iyiliği tanıyan ve nede kötülüğün kötülüğünü bilen ölü kalbi bir kimse olmasından çok daha iyidir.

Baksanıza, Peygamber imiz (salât ve selâm üzerine olsun) Müslim'de yer alan şu hadiste ne buyuruyor:

“İçinizden kim her hangi bir kötülük görürse onu eli ile değiştirsin (bilfiil ortadan kaldırsın). Eğer buna gücü yetmezse onu dili ile değiştirsin (kötülüğün kötü olduğunu dile getirsin). Eğer buna da gücü yetmezse kötülüğü kalbi ile değiştirsin (ona karşı nefret beslesin). Bu imanın en zayıf derecesid ir.” (S. Müslim, Kitab El-İman, Münkerden sakındırmanın iman gereği olduğu, imanın artıp eksildiği, Marufla, emr, Münker'den sakındırmanın gerekliliği babı, H. No: 49, c. 1, s. 69.)

Başka bir rivayete göre hadisin son kısmı:

“Bunun (kötülüğe karşı kalble nefret duymanın) ötesinde hardal tanesi kadar bile iman yoktur.” şeklindedir. (Bu sözcükleriyle hadis, yine Müslim'de yer almaktadır. Yukarda geçen kitab ve bab, H. No: 50, c. 1, s. 70. Hadis yapmadığını söyleyenler emrolunma dığını yapanlarl a mücadele etme konusunda dır.)

Kalbin kötülüğe karşı çıkışı, söz konusu davranışın kötü olduğuna inanması ve bu yüzden o davranıştan nefret etmesi demektir. Bu durum meydana gelince, kalbde iman var demektir. Buna karşılık kalb, bu doğruyu tanıma ve kötülüğe karşı çıkma yeteneğini kaybedinc e iman ortadan kalkmış olur.

Ayrıca insan bir günahı ısrarla işlemeye devam ettiği, onu sildirece k hiç bir iyilik yapmadığı halde bu günah için istiğfar edebilir ve yaptığı işin günah olduğunu bildiği takdirde, onu daha az işleyebilir ve işlenmesi uğruna daha az istekli olur.

Bütün bunlar bir yana biz insanların kötülüğü bırakmayacaklarını, hatta yaptıkları kötülüğün kötülük olduğunu kabul etmeyecek lerini kesinlikl e bilsek bile, bu durum Peygamber imizin getirdiği mesajı halka tebliğ etmemize, onlara gerçekleri açıklamamıza engel değildir. Hatta bu durum Ahmed b. Hanbel'den gelen iki rivayette n birine ve bir çok bilginin görüşüne göre tebliğ zorunluluğunu, iyiliği emredip kötülüğü yasaklama gereğini ortadan ve omuzlarda n kaldırmaz. (Emr Bil Maruf Nehyi anil Münker. İyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak konusunda daha geniş bilgiyi üstadın (İbn Teymiye) yazdığı, Mecmu El-Fetava, c. 28, s. 121-171'de bulabilir siniz.)

Allah'a hamdolsun ki, Peygamber imizin haber verdiğine göre:

“Kıyamet gününe kadar bu ümmet arasında hakkı tutup destekley en bir kesim her zaman bulunacak tır.”

Bu söylediklerimiz sırf ele aldığımız bu yabancılara benzeme konusuna mahsus değildir. Tersine bu durum, Kur'an ve hadiste meydana geleceği önceden haber verilen her kötülük için geçerlidir.

Kuranda yer alan kafirlere benzemeyi yasaklayıcı delillerd en biri şu ayettir:

“Ey müminler, sakın “Raina (bizi gözet)” demeyiniz . Onun yerine “unzurna (bize bak)” deyiniz. Kâfirleri acı bir azab beklemekt edir.” (Bakara: 104)

Gerek Katade ve gerekse başka bazı tefsir bilginler i bu ayeti açıklarken:

“Yahudiler bu sözü alay etmek maksadı ile kullanıyorlardı. Bu yüzden Cenab-ı Allah, müminlerin onlar tarafından kullanılan bir sözü kullanmal arını hoş görmemiştir.”diyor. (Tefsir b. Cerir, c. 1, s. 374; Tefsir b. Kesir, c. 1, s. 149; Şevkani, Feth El-Kadir, c. 1, s. 374.)

Katade bu konudaki sözlerini:

“Yahudiler Peygamber imize alay etmek maksadı ile “Raina samaka” (işitmenle bizi gözet) derlerdi. Bu söz yahudi dilinde çirkin bir küfür anlamına geliyordu” şeklinde bağlıyor.

(Katade; Bu alim: Katade b. Deame b. Katade El-Südüsî, Ebul-Hitab El-Basrî El-Ama'dır. Tabiin'nin sayılı alimlerin dendir. İbn Sa'd onu, üçüncü kuşak, Basralı Tabiileri nden sayar. Ender rastlanır hadis hafızlanndandır. Muhammed b. Şirin: “O, insanların en güçlü hafızıdır” der. Ahmed İbn Hanbel: “Basralılar'ın en güçlü belleğine sahip kişisidir. Tefsir ve Fıkhı ezberinde koruyan bir alimdir” der. Takrib El-Tehzib, “güvenilirliği kanıtlanmış” olduğunu kaydeder. 117. h'de 57 yaşında vefat etti. (Allah rahmet etsin). Bkz. El-Bidaye Ve El-Nihaye, c. 9, s. 313; Takrib El-Tehzib, c. 2, s. 123, Biyografi No: 81, “Kaf harfi; İbn Sa'd, Tabakat, c. 7, s. 229.)

(Tefsir bilginler i; Bu bilginler den amaç: Sahabe ve Selefçe ünlü olan, İbn Abbas, Ebi El-Aliye, Ebi Malik El-Rebi b. Enes ve Atiye El-Avfi'dir. Bkz. Tefsir-i İbn Kesir, c. 1, s. 148,149; Tefsir b. Cerir, c. 1, s. 374.)

Ahmed b. Hanbelin naklettiğine göre tefsir bilgini Atıyye Avfi bu ayeti açıklarken şöyle diyor:

“Bir gurup yahudi Peygamber imize gelerek “Raina sam'aka (işitmenle bizi gözet)” derlerdi. Zamanla bu deyimi müslümanlar da kullanmay a başlayınca Cenab-ı Allah, onların yahudiler tarafından söylenen bu sözü kullanmal arını hoş görmemişti.” (Tefsir i. Cerir, c. 1, s. 374; Tefsir-i İbn Kesir, c. 1, s. 149.)

(Ahmed b. Hanbelin; Bu kişinin hangi Ahmed olduğunu tesbit edemedim. Îbn Cerir'in tefsirind e, c. 1, s. 374; işaret ettiğine göre, Ahmed b. İshak olması mümkündür. Ahmed b. İshak b. İsa, El-Ahvazî, El-Bezzar'dır bu şahsın asıl ismi. Nesai, “salih bir kimse” olduğunu söylüyor. H. 150'de vefat etti. Tehzib El-Tehzib, c. 5, s. 1514, Biyografi No: 9.)

(Atıyye Avfi; Asıl adı, Atiye b. Sa'd b. Cünade El-Avfî'dir. Kubs kabilesin dendir. Künyesi, Ebu El-Hasandır. Takrib El-Tehzib'de “Çok hata yapmasına rağmen güvenilir bir muhaddist ir ve müdelles -Rivayet ettiği hadisi şeyhinin şeyhine isnad ederek (dayandırarak) kendi şeyhini bilerek atlayan ravi- bir şii olduğu kaydedili yor. Ahmed b. Hanbel zayıf olduğunu,' Yahya b. Main, salih bir kimse olduğunu, İbn Sa'd ise Tabakat'ında, “inşallah güvenilir bir kimsedir, çünkü rivayet ettiği sahih hadisler de vardır, ama bir kısım insanlar onun naklettiği hadisleri hüccet kabul etmezler diyor. 111 H'de vefat etti. Bkz. El-Cerh ve El-Ta'dil, c. 6, s. 382, Biyografi No: 2125; İbn Sa'd, Tabakat, c. 6, s. 304; Takrib El-Tehzib, c. 2, s. 24, Biyografi No: 216.)

Tefsir bilginler inden Ata, bu konuda:

“Bu söz, cahiliye döneminde Ensar (Medinelil er) arasında kullanılan yöresel bir deyimdi” (Tefsir i. Cerir, c. 1, s. 374; Tefsir-i İbn Kesir, c. 1, s. 149.) derken;

Ebu Aliye aynı konuda:

“Arap müşrikleri biribirle rine bir şey anlattıkları zaman olayı anlatan taraf arkadaşına “Rainisama k (işitmenle beni gözet)” derdi. Bu yüzden müslümanların bu deyimi kullanmal arı yasaklandı” diyor ve Dehhak da bu açıklamaya katılıyor. (Tefsir i. Cerir, c. 1, s. 374; Tefsir-i İbn Kesir, c. 1, s. 149.)

(Ata; Bu hadisçi, Ata b. Ebî Rebâha'dır. Ebu Rebaha, babasıdır. Mekke'li Tabiileri n büyüklerindendir. Bilgili ve erdemli bir kimseydi. Çok güvenilir bir hadisçi ve fikıhçıdır. Sahabi'den bir çoğuna yetişti ve onlardan hadis rivayet etti. H. 114'de 88 yaşında iken vefat etti. Bkz. İbn Sa'd Tabakat El-Kübra, c. 5, s. 467-470; Takrib El-Tehzib, c. 2, s. 22, Biyografi No: 190, “Ayın” harfi.)

(Ebu Aliye; Basralı, Beni Temim oymağından olan bu alim, Refi b. Mihran El-Riyahî'dir Yahya b. Main, Ebu Zer'a'ya göre “güvenilir” dir. Takrib El-Tehzib: “Mürsel rivayetle rinin çok olmasına rağmen güvenilir olduğunu kaydediyo r. H. 90'da öldü. (Allah rahmet etsin) Bkz. Takrib El-Tehzib, c. 1, s. 252, Biyografi No: 105.)

(Dehhak; Asıl adı, El-Dahhak b. Müzahim, El-Hilalf, El-Horasanî'dir. Tefsir'de imam olan bu zat, Tabii'nin büyüklerindendir. El-Sevrî: “Tefsiri dört kişiden öğrenin: Mücahid, Derime, Sa'd b. Cübeyr, ve Dahhak'dan” diyor. Takrib El-Tehzib'de “Mürsel rivayetle rinin çokluğuna rağmen güvenilirdir yazıyor. İbn Hibban ve Ahmed'e (Hanbel'e göre si'ka, Yahya b. Said El-Kattanî'ye göre, zayıftır. H. 105'de öldü. (Allah rahmet etsin) El-Bidaye Ve El-Nihaye, c. 9, s. 223; Takrib El-Tehzib, c. 1, s. 373, Biyografi No: 17.)

Tefsircil erin bu açıklamaları kesinlikl e belirliyo r ki; bu deyim müslümanların dilinde yahudi dilinde olduğu gibi küfür anlamına gelmemesi ne rağmen, yahudiler tarafından kullanıldığı için müslümanların onu ağıza almaları yasaklanmıştır.

Sebebine gelince; bu noktada yahudiler e benzemek, kâfirlere benzemeni n bir unsuru ve onların amaçlarını gerçekleştirmelerinin bir aracı sayılmıştır.

Şimdi de şu ayetleri okuyalım:

“Dinlerind e ayrılığa düşüp gurup gurup bölünenlerle Sen'in hiç bir işin yoktur, onların işi Allah'a kalmıştır. İlerde Allah onlara yaptıklarını tek tek bildirece ktir.” (Enam: 159)

Bilindiği gibi “Dinlerind e ayrılığa düşüp gurup gurup bölünenler” kâfirlerdir.

Nitekim Cenab-ı Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

“Sakın kendileri ne açık deliller geldikten sonra ayrılığa saplanıp ihtilafa düşenler gibi olmayınız.” (Âl-i İmran: 105)

“Kitab ehli, ancak kendileri ne açık delil geldikten sonra ayrılığa düştüler.” (Beyyine: 4)

“Biz Hristiyanız diyenlerd en de söz almıştık, ama onlar uyarıldıkları konuda paylarını almayı unuttular . Bu yüzden Kıyamet gününe kadar onların arasına kin ve düşmanlık saldık. Allah ilerde onlara ne yaptıklarını bir bir haber verecekti r.” (Mâide: 14)

Cenab-ı Allah (c.c.) yahudiler le ilgili olarak da şöyle buyuruyor:

“Hiç şüphesiz, Rabbinden sana indirilen gerçekler onların çoğunun azgınlığını ve küfrünü arttıracaktır. Bu yüzden biz onların arasına Kıyamet gününe kadar sürecek bir kin ve düşmanlık saldık.” (Maide: 64)

Okuduğumuz ayetlerin ilkinde Cenab-ı Allah, Peygamber ine:

“Onlarla Sen'in hiç bir işin, hiç bir ilgin yoktur.” buyuruyor . Bu ifade Rasûlüllah'ın kâfirlerden her bakımdan ve her konuda ilgisini kesmesini, onlardan uzak olmasını gerektiri r. Çünkü her hangi bir özel konuda başkasına uyan kimse o konuda “Ondan”dır. Bilindiği gibi insan “Ben falancada nım” veya “falanca bendendir” demek ister. Çünkü iki tekil şahıs ancak tür bakımından birleşebilirler. Tıpkı Cenab-ı Allah'ın (c.c.):

“Onlar biribirle rindendir ” şeklindeki ayeti ve Rasûlüllah'ın Hz. Ali'ye:

“Sen Ben'densin. Ben de sendenim” demesi gibi. (Bu ifade, Tirmizi'nin Bera B. Azib'den rivayet ettiği hadisten bir parçadır. Tamamı, Tirmizi, Kitab El-Menakib, Ali'nin Menkıbeleri, Bab, 21'de kaydedilm iş. Tirmizi: “Hadis, “Hasen” ve “Sahih”dir” diyor. Bkz. S. El-Tirmizi, c. 5, s. 635, H. No: 3716. Aynı hadisi Buhari, Kitab El-Suluh, altınca bab, H. No: 2699, c. 5, s. 303-304, Feth El-Bari'de rivayet ediyor. Yine aynı hadisi, Kitab El-Megazî, Umrenin Kazası Babı H. No: 4251'de naklediyo r: Ahmed b. H. ise, El-Müsned, c. 5, s. 204, Üsame b. Zeyd isnadıyla rivayet ediyor.)

Buna karşılık eğer “biri “Benim falanca ile hiç bir ilgim, hiç bir işim yok” derse bu söz “Benim onunla hiç bir ortak yönüm yok, ben onun her şeyinden uzak ve ilgisizim” demektir.

Şimdi düşünelim. Cenab-ı Allah, Peygamber i ile kâfirler arasında hiç bir ilginin, hiç bir ortak yönün bulunmadığını açıkça belirttiğine göre, gerçekten Peygamber e bağlı olanların, tıpkı Peygamber imiz gibi kâfirlerden uzak ve onlarla ortak yönlerinin bulunmama sı gerekir.

Buna karşılık kim kâfirlerle uyum ve bağdaşma halinde olursa, bu uyum ve bağdaşma oranında Rasûlüllah'a ters düşüyor demektir. Çünkü ortada dinleri yönünden biribirin e taban tabana zıt iki kişi düşünürsek bunlardan birine ne oranda benzersen öbürüne o oranda ters düşmüş olursun.

Şimdi de şu ayetleri inceleyel im:

“Göklerde ve yerde bulunan varlıkların tümü Allah'a aittir, içinizdeki duyguları gizleseni z de açığa vursanız da Allah sizi bunlardan hesaba çeker, sonra da dilediğini af edip dilediğini azaba çarptırır, Allah her şeye kadirdir.

Peygamber, Rabbi'nden kendisine indirilen gerçeklere inandı, müminler de öyle. Hepsi Allah'a, Allah'ın melekleri ne, kitablarına ve peygamber lerine inandılar ve “O'nun peygamber lerinden hiç birini diğerinden ayırmayız. Duyduk ve uyduk. Rabbimiz, bizi bağışlamanı dileriz. Dönüşümüz sanadır.

Allah, hiç kimseye gücünün dışında bir şey teklif etmez. Herkesin kazandığı iyilik kendi yararına, işlediği kötülük de kendi zararınadır.

Rabbimiz, eğer unutur veya yanılırsak bizi sorumlu tutma! Bize bizden öncekiler gibi ağır yük yükleme. Rabb'imiz, bize gücümüzün yetmeyeceği yükleri yükleme! Bizi affet bizi bağışla, bize acı! Sen bizim mevlâmızsın (efendimiz, koruyucum uzsun), kâfirler güruhuna karşı bize yardım eyle.” (Bakara: 284-286)

Müslim'de yer aldığına göre sahabiler den Ebu Hureyre -Allah ondan razı olsun- şöyle diyor:

Yukarıdaki ayetlerin ilki inince sahabiler sıkıntılı bir şekilde Peygamber imizin yanına koştular. Yanından ayrılmak üzere hayvanlarının sırtına binecekle ri sırada:

“Ya Rasûlüllah, bize yapabilec eğimiz kadar namaz, oruç, cihad ve zekât yükle. Fakat sana inen bu ayetin gereğini yerine getirmeye gücümüz yetmez” dediler.

Bunun üzerine Peygamber imiz kendileri ne şu karşılığı verdi:

“Yoksa sizden önceki ehl-i kitab gibi -Duyduk ve karşı geldik- mi demek istiyorsu nuz? Tersine sizler -Duyduk ve boyun eğdik. Rabbimiz Sen'den mağfiret dileriz, dönüşümüz sanadır- deyiniz.”

Sahabiler bu sözleri tekrarlayıp dillerini bunlara alıştırdıktan kısa bir süre sonra Cenab-ı Allah (c.c.):

“Peygamber, Rabbinden kendisine indirilen gerçeklere inandı, müminler de öyle. Hepsi Allah'a, Allah'ın melekleri ne, kitablarına, peygamber lerine inandılar ve “O'nun peygamber lerinden hiç birini diğerinden ayırmayız. Duyduk ve uyduk. Rabb'imiz Sen'den mağfiret dileriz, dönüşümüz sanadır” anlamındaki ayetleri indirdi.

Sahabiler bu ayetlerde ki buyruğa uyunca, Cenab-ı Allah (c.c.) ilk ayetin hükmünü neshedere k (yürürlükten kaldırarak) şu ayeti indirdi:

“Allah hiç kimseye gücünün dışında bir şey teklif etmez. Herkesin kazandığı iyilik kendi yararına, işlediği kötülük de kendi zararınadır.”

“Rabbi'miz, eğer unutur ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma, bize bizden öncekiler gibi ağır yük yükleme! Rabb'imiz, bize gücümüzün yetmeyeceği yükleri yükleme, bizi affet, bizi bağışla. Sen bizim mevlâmızsın! Kâfirler güruhuna karşı bize yardım eyle” (S. Müslim, Kitab El-İman, Eksiklikl erden Uzak Yüce Allah, Gücünün Çekmediğini Kimseye Teklif Etmez Babı, H. No: 125, c. 1, s. 115, 116; M. Ahmed (b. Hanbel), c. 2, s. 412.)

Görüldüğü Peygamber imiz kendisi ile görüşmeye gelen sahabiler e Allah'ın emirlerin i daha önceki ehl-i kitab gibi karşılamaktan sakındırarak, onlara “Duyduk ve uyduk” demelerin i emrediyor . Bunun üzerine de Allah sahabiler in bu tutumlarından hoşnut olarak daha önceki ümmetlerin omuzlarına yüklemiş olduğu ağır yükleri ve yükümlülükleri onların üzerinden kaldırıyor.

Nitekim Cenab-ı Allah, Peygamber imizin nitelikle rini belirtirk en:

“Üzerlerinde daha önceden kalan ağır yükleri ve taşınması zor sorumlulu kları kaldırır” diye buyurarak O'nun, kitab ehlinin sırtlarında bulunan ağır yükleri ve taşınması zor zorunlulu kları ümmetinin sırtından kaldırdığını belirtiyo r. (Araf: 157)

Az önce belirttiğimiz gibi müminler bu yolda Allah'a dua edince Peygamber imiz onlara dualarının kabul edildiğini haber vermişti. Bu durum her ne kadar farz kılınanı ve haram edileni ortadan kaldırmak ise de Cenab-ı Allah, kendisine karşı gelinmesi ni istemediği gibi izin verdiği kolaylıkların kullanılmasını da sever. (Hadis, El-Müsned'de (A. İbn Hanbel) Abdullah b. Ömer'den rivayet ediliyor. Rasülüllah (salât ve selâm üzerine olsun) buyurdu: “Kuşkusuz Allah, yasakladıklarını yapmamayı istediği gibi tanıdığı toleransında kullanılmasını ister (sever) Müsned-i İ. Ahmed, c. 2, s. 108, Aynı hadisi Süyûtî, Cami El-Sağir isimli eserinde nakledili yor ve hadis sahilidir diyor. İbn Hibban sahihinde Beyhaki, imanın bölümleri babında aynı isnadla rivayet ediyorlar . Bkz. El-Camî El-Sağîr, c. 1, s. 288, H. No: 1894. İbn Huzeyme sahihinde, Kitab, El-Sıyam, H. No: 2027, c. 3, s. 259'da tahriç ediyor. Sözcükler şöyle “İnnellahe yuhibbu en tü'ta ruhsatahü kema yuhibbu en tütreke ma'sıyetühü.”)

Aynı şey Peygamber imiz için de geçerlidir.

Gerçekten Peygamber imiz bu tip ağır yükler ve taşınmazı zor zorunlulu klar bakımından kitab ehline benzemeyi hoş karşılamadığı için:

“İslâmda ruhbanlık yoktur.” diyerek sahabiler ini ömür boyu bekâr yaşama zorunluluğundan uzak durmaya çağırmış, sahurda yemek yemeyi emrederek geceleri ara vermeksiz in oruç tutmayı yasaklamış ve keşişlerden bahsederk en “onlar kitab ehlinin manastırlarda kalan artıklarıdır” diyerek bizi onlara benzemekt en alakoymuştur. Bu konu gerçekten çok geniştir.

(Ruhbanlık: Hıristiyan rahibleri n yaptığı gibi İbadet amacıyla insanlard an el etek kesmek ve kendini buna zorlamaktır. Çokluk Hıristiyan (rahipler) insanlard an ayrılıp, dünya nimetleri ni bırakarak Manastırlarda kendileri ni ibadete verirler. Bunları yaparken hakka çağırmayı ve cihadı bir tarafa bırakırlar. Bkz. El-Kamus El-Muhid, El-Ra bölümü, c. 1, s. 79.)

(Hadis bu sözcüklerle Beğavî'nin Şerh El-Sünne, c. 2, s. 371'de geçiyor. Bağavi hadisi anlattıktan sonra şöyle ekliyor: “Ümmetimin yolculuğu cihaddır...” “İslamda ruhbanlık yoktur” bölümünü, senedini (ravi zinciri) zikretmed en rivayet ediyor. Fakat aynı sözcüklerle rivayet edilen bu hadisin 1. Ahmed'in El-Müsned'inde anlatıcılarıvar. age., c. 6, s. 226. Rasûlüllah'ın bu sözü Osman b. Mad'un'adır. Rasülüllah şöyle buyuruyor:

“Ya Osman! Kuşkusuz, ruhbanlık bize yazılmadı -mecbur edilmedi- ya da -farz kılınmadı-”

Hadisin ravileri güvenilirdir. Daremi'nin Süneninde “İnni lem ûmir bir-Rahbaniyye- Ben ruhbanlıkla emrolunma dım” ibaresi var. Bkz. Sünen El-Daremî, c. 2, s. 133, Hadise, Süyutî de işaret ediyor. Orada şöyledir hadisin sözcükleri: “Ve La Terheb Fi El-İslam” -İslamda ruhbanlık yoktur.- El-Cami isimli eserinde Abdurrezz ak, Tavus'dan mürsel olarak rivayet ediyor aynı hadisi. Hadis “zayıftır” diyor. Bkz. age., c. 2, s. 746. Aynı hadis için ayrıca bkz. El-Ta'lik, Ala hamiş şerh El-Sünne li El-Begavî, c. 2, s. 371. El-Aclünî de bu hadisi Keşf El-Hafa, isimli eserinde anlatıyor. Ne var ki, hadis hakkında, İbn Hacer'in “Bu sözcüklere hiç bir yerde rastlayam adım” görüşünden başka bir şey söylemiyor. Bkz. Keşf El-Hafa, c. 2, s. 528, H. No: 3154.)

(Rasülüllah (s): Sahur yapın zira sahurda bereket vardır buyuruyor . Buharî-Müslim rivayette hemfikird irler. Bkz. Buhari, Kitab El-Savm, Zorunlulu k Olmaksızın Sahur Yapmak ve Sahurun Bereketli olması Babı, Feth El-Bâri, H. No: 1923, c. 4, s. 129; Müslim-Kitab El-Sıyam-Sahurun Üstünlüğü, Mübahlığının uygulanma sı (Te'kid edilmesi) babı, H. No: 1095, c. 2, s. 770.)

(İbn Ömer Rasûlüllah'tan rivayet etti. Rasülüllah, “Ara vermeksiz in oruç tutmayı yasakladı” S. Müslim, Kitab El Siyam, Ara Vermeksiz in oruç Tutmanın Yasaklanm ası, Babı, H. No: 1102 c. 2, s. 774; S. Buhari, Kitab El-Savm, El-Visal, H. No: 1962, Feth El-Bari, c. 4, s. 203. Müsnedlerde, Sünenlerde ve diğer sahih sünnet kitaplarında hadisin bir çok rivayet tariki ve ravisi var.)

Şimdi de şu ayeti okuyalım:

“Ey müminler, sakın yahudiler ile hristiyan ları dost edinmeyin iz. Onlar biribirle rinin dostudurl ar. Sizden kim onları dost edinirse o artık onlardandır.” (Maide: 51)

Cenab-ı Allah (c.c.) başka bir ayette de yahudiler i dost edinen münafıkları kınayarak şöyle buyuruyor:

“Allah'ın gazabına uğramış bir kavmi dost edinenler e baksana! Onlar ne sizdendir ler ve ne de onlardan. Onlar bile bile yalan yere yemin ederler.

Allah onlar için ağır bir azab hazırladı. Onlar ne kötü bir iş yapmışlardır!

Yeminleri ni kalkan yapıp insanları Allah'ın yolundan çevirdiler. Bu yüzden onları, küçük düşürücü bir azab bekliyor.

Onların ne malları ve ne de evlâdları başlarına gelecek olan Allah'ın azabından hiç bir şey savamaz. Onlar orada ebedi kalmak üzere cehenneml iktirler.

Allah onların hepsini yeniden dirilttiği gün dünyada size yemin ettikleri gibi O'na da yemin edip müslüman olduklarını söyleyecekler ve yalan yere yemin etmenin kendileri ne bir faydası olacağını sanacakla rdır. Haberiniz olsun ki, onlar gerçekten yalancıdırlar.

Şeytan onları pençesi altına alarak kendileri ne Allah'ı anmayı unutturmuştur. Onlar şeytanın hizbidirl er. Haberiniz olsun ki, şeytanın hizbi kaybedece ktir.

Allah'a ve O'nun Rasûlüne düşman olanlar en alçak kimseler arasındadırlar.

Allah -Ben ve peygamber lerim kesinlikl e galip geleceğiz- diye yazdı. Hiç şüphesiz Allah güçlü ve üstündür.

Allah'a ve ahiret gününe inananların, babaları, oğulları, kardeşleri veya akrabaları bile olsa, Allah'a ve Rasûlüllah'a düşman olanlarla dostluk kurduklarını göremezsin. Onlar o kimselerd ir ki, Allah kalblerin e iman yazmış ve kendinden bir ruh ile desteklem iştir. Allah onları altlarından ırmaklar akan cennetler e ebedi olarak yerleştirecektir. Allah onlardan razı, onlar da O'ndan razıdırlar. İşte bunlar Allah'ın hizbidirl er. Haberiniz olsun ki, Allah'ın hizbine mensup olanlar kurtuluşa erenlerin ta kendileri dirler.” (Mücadele: 14-22)

Cenab-ı Allah (c.c.) Kur'an'ın başka bir yerinde de şöyle buyuruyor:

“Onlar ki, iman ettiler, hicret ettiler, Allah yolunda malları ve canları ile savaştılar ve onlar ki yurtlarına göçenleri barındırıp korudular . İşte bunlar birbirler inin dostları (velileri) dırlar. İman edip de göç etmeyerek müşrikler arasında kalanlara gelince kendileri göç edinceye kadar onlara karşı hiç bir koruyucul uk (velilik) sorumluluğunuz yoktur. Fakat eğer din konusunda sizden yardım isterlers e onlara yardım etmeniz gerekir. Yalnız bu yardım anlaşmalı olduğunuz bir guruba karşı olmamalıdır. Allah yaptıklarınızı görür.

İnkâr edenler de birbirler inin dostlarıdırlar. Eğer bu prensibe uymayarak biribirle rinizi desteklem ezseniz yer yüzünde büyük bir fitne ve kargaşalık meydana gelir.

Onlar ki, iman ettiler, hicret ettiler, Allah yolunda savaştılar ve onlar ki, kentlerin e göç eden müminleri barındırdılar, onlara yardım ettiler. İşte gerçek müminler onlardır, onlar için bağış ve keremli rızık vardır.

Onlar ki, sonradan iman edip göçederek sizinle birlikte savaştılar. İşte onlar da sizdendir ler.” (Enfal: 72-75)

Görüldüğü gibi Cenab-ı Allah (c.c.) bu ayetlerde Mekke'li (muhacir) ve Medine'li (ensar) müslümanlar arasında ve bunlarla daha sonra Kıyamet gününe kadar iman edip göçederek Allah yolunda savaşacaklar arasında dostluk ilişkisi kuruyor. Muhacir (göçmen) aslında Allah'ın yasaklarından kaçınan kimse demektir. (Hadisi Buhari şu sözcüklerle rivayet ediyor. “Ve El-Muhaciru Men Hecere Mâ nehellahü anhü” (Muhacir Allah'ın sakındırdıklarından sakınan kimsedir)... Buhari, Kitab El-İman, Müslüman, Elinden Ve Dilinden Müslümanların Güvenlikte Olduğu Kimsedir. Babı, H. No: 10, Feth El-Bârî, c. 1, s. 53; Kitab El Rekaik, Yasaklard an sakındırma Babı, c. 11, s. 316.)

Cihad (Allah yolunda savaşmak) da Kıyamet gününe kadar geçerlidir.

(Ebu Davud hadisi peygamber den şöyle rivayet ediyor: “Cihad, Allah'ın beni göndermesinden ümmetimin en sonunun Deccal'le savaşmasına kadar sürecektir...” Ebu Davud, Kitab El-Cihad, Zalim Krallarla Savaşma Babı, H. No: 2532, c. 3, s. 40. Hadisin ravi zincirine Yezid b. Ebi Neşbe'yi de ekliyor. İbn Hacer, Tehzib El-Tehzib'de, bu ravinin bilinmediğini söylüyor.)

Allah yolunda cihad ve savaşın kıyamete kadar süreceğini bildiren bir çok hadis var. Örneğin, Müslim'in rivayet ettiği bir hadiste: “Müslümanlardan bir gurup -Hadiste “El-Asabe” geçiyor- Allah'ın dinin ayakta (yürürlükte) tutabilme k için kıyamet sabahına kadar Allah yolunda cihad edip savaşacaktır. “Bkz. S. Müslim, Kitab El-İmare, Bab, 53, H. No: 1922, c. 3, s. 1524; Müsned-i ahmed, c 5, s. 92-94-98-103 ve 104.)

Bu iki sıfat her insanda ayrı ayrı bulunabil ir. Gerçekten çoğu yumuşak huylu insanlar kötülüklerden sakınmaya yatkındırlar, fakat cihada eğilimli değildirler. Buna karşılık sert mizaçlı insanlar da, cihada yatkın olurken kötülüklerden uzak kalmaya eğilimli değildirler. Oysa, Cenab-ı Allah, bu iki sıfatı kişiliklerinde birleştirenler arasında dostluk ilişkisi kuruyor. Bu özelliğe sahip olanlar gerçekten inanmış Muhammed (salât ve selâm üzerine olsun) ümmetidir.

Kur'anın başka bir yerinde de şu ayetlerle karşılaşıyoruz:

“Sizin dostunuz ancak Allah, Allah'ın Rasûlü ile namazlarını kılan, zekâtlarını veren ve rüküa varan müminlerdir.

Kim Allah'ı, Allah'ın Rasûlünü ve mü'minleri dost edinirse bilsin ki, galip gelecek olanlar yalnız Allah'ın hizbinin mensupları, Allah'ın taraftarl arıdırlar.

Ey müminler, sizden önce kitab verilmiş olanlarda n dininizi alay ve eğlence konusu yapanlarl a kâfirleri dost edinmeyin iz. Eğer inanıyorsanız sadece Allahdan korkunuz.” (Maide: 55-57)

Bu ayetlerin Kur'an da bir çok benzerler i vardır. Bu ayetlerde Cenab-ı Allah (c.c.) kendisini n hizbi, ordusu ve taraftarl arı olarak nitelediği müminler arasında gerçek anlamlı bir dostluk kurulmasını emrederke n, bu kimseleri n kâfirleri sevemeyec eklerini ve dost edinemeye ceklerini haber vermekted ir.

Sevgi ve dostluk kalble ilgili duygular olmakla birlikte görünüş bakımından kâfirlerden farklı ve başka olmak, mümin için onlarla ilişkileri koparıp zıtlaşmaya girişmekten daha kolaydır. Buna karşılık kafirlere görünüş bakımından ortak olmak, eğer şu veya bu şekilde, uzaktan ve yakından sevginin ve dostluğun sebebi veya bahanesi değilse, bu tutum ilişkileri koparmak ve zıtlaşmaya girişme durumunun yararına değildir, tam tersine şu veya bu şekilde ilişki kurmaya sürükleyici bir faktördür. Tabii kurallar böyle gerektird iği gibi, şimdiye kadarki deneyler bunu göstermiştir. Böyle olduğu içindir ki, ilk dönem müslümanları bu ayetleri kamu görevlerinde kâfirlerin çalıştırılmaması gerektiğinin delilleri saymışlardır.

Nitekim Ahmed b. Hanbel'in rivayet ettiğine göre Ebu Musa el-Eşarî şöyle bir olay anlatıyor:

Bir defasında halife Hz. Ömer'e:

“Benim hristiyan bir sekreteri m var, buna ne dersin?” diye sordum. Bana:

“Allah canını almasın, niye böyle yaptın? Cenab-ı Allah'ın: “Ey müminler, sakın yahudiler ile hristiyan ları dost edinmeyin iz, onlar biribirle rinin dostlarıdırlar- şeklindeki ayetini duymadın mı? Bir müslüman sekreter tutsaydın ya” diye karşılık verdi.

Kendisine: “Ey Emirülmü'minin, beni ilgilendi ren onun yazı yazmasıdır, dini onu ilgilendi rir” deyince de, bana:

“Allah onları horladığı için ben onları onurlandıramam, Allah onları aşağıladığı için ben onları yükseltemem, Allah onları uzaklaştırdığı için ben onları yakınıma alamam” şeklinde cevap verdi.

(Ahmed'in El-Müsned'inde böyle bir olaya rastlayam adım. Yalnız Beyhaki' süneninde -müellifin yukarda işaret ettiği kıssaya benzer bir kıssa kaydediyo r. Bkz. Sünen El-Beyhaki, c. 9, s. 204, kitab El Cizye İzinsiz Mescide Girmeyin Babı. )

(Ebu Musa el-Eşarî; Sahabinin büyüklerindendir. Asıl adı, Abdullah b. Kays b. Selim İbn Hadar b. Harb b. Amir El-Eş'ari'dir. Künyesi, Ebu Musa'dır. Rasûlüllahla (salât ve selâm üzerine olsun) Hicret'den önce Mekke'de karşılaştı. Müslüman oldu ve iki hicrete de katıldı. Mekke'de Rasûlüllah'a müslüman olduğunu bildiren üçüncü Yemenlidi r. Kur'an'ı güzel sesle okurdu.

Vergi toplaması için Rasûlüllah onu, Zebid, Aden ve yemen sahilleri ne gönderdi. Hz. Ömer, Küfe ve Basra'ya vali teyin etti. Ahvaz ve İsfahan'ı fethetti. Kûfe'de öldü. (h. 50). Bkz. Nevevi, Tehzib El-Esma ve El-Lüğat, Birinci bölüm, cüz, 2, s. 268. Biy. No: 425.)
 
Benzer konular Forum Tarih
ibni kayyım Akide - İtikad 0 46K

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt