Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Bidat Ehlinden Hadis Alınmaz Kuralında Çelişki mi Var?

Abdürrahman et-Türki Çevrimdışı

Abdürrahman et-Türki

Üye
İslam-TR Üyesi
Biliyorsunuz, Muhaddisler arasında bidat ehlinden hadis alınmaz diye veya en azından bidatine davet edenden hadis alınmaz diye bir kural var. Bu kaide çok çelişkili ve mantıksız gözüküyor. Muhadissler bu kuralı neye dayanarak koymuş müemma.

Kuraldaki tutarsızlığı anlamak için bir örnek veriyorum, kendinizi bidat ehli bir ravi yerine koyarak anlamaya çalışın.


Farzedelim ki sen abdest, ibadet konularında hadis rivayet eden bir ravisin, büyük günahların yok hafızan iyi, hiç yalan konuşmuyorsun. Ben de muhaddisim. İkimiz de hanbeli bir sünniyiz. Senden hadis alıyorum. 2 yıl geçiyor sen samimi biçimde ehli sünneti terkediyorsun, diyorsun ki "kardeşim ben araştırdım kader konusunda, kulların fiillerinin yaratılması konusunda mutezilenin açıklamaları Kurana Hadislere bence daha uygun, ben kaderi inkar ediyorum. Bunu da ilim meclislerinde söylüyor ve buna davet ediyorum çünkü hak bu". Nolacak şimdi, rivayet ettiğin hadislerin çöpe mi gidecek? Artık senin abdest konusunda hadislerine şüpheyle mi yaklaşılacak? "Bu adam kaderi inkar ediyor o yüzden absest konusunda hadis uydurabilir veya kaderi inkar etti artık hafızası zayıflayabilir, karıştırabilir" mi diyecez. Bu akla, mantığa uyuyor mu hiç?
 
Abdulmuizz Fida Çevrimiçi

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Ehl-i Bid'at Râvi'den Rivâyet Nakli

Ehli bid’at teriminin ne zaman ortaya çıktığı ve ilk defa kim tarafından kullanıldığı kesin olarak bilinmemekle birlikte rivayete göre Hasan-ı Basrî (ö. 110/728), Ehl-i sünnet’in yanı sıra Ehl-i bid’at tabirini de kullanmıştır. (Dârimî, Ebû Muhammed Abdullah b. Abdirrahmân b. el-Fazl, Sunenu’d-Dârimî, thk. Hüseyin Selîm Esed ed-Dârânî (Riyad: Dâru’l-muğnî, 1420/1999), “Mukaddime”, 23) Ayrıca Ehl-i bid’at’tan olmanın cerh-tâdîl ilminde bir ilke olarak kullanılmasıyla ilgili olarak İbn Sîrîn’den (ö. 110/729) nakledilen, “Önceleri isnaddan sormazlardı. Fitne ortaya çıkınca râvilerinizin adlarını söyleyin denmeye başlandı. Böylece sünnet ehline bakılıp hadisleri alınmaya; bid’at ehline ise bakılıp hadisleri alınmamaya başlandı.(Muslim, Ebu’l-Huseyn Muslim b. el-Haccâc b. Muslim el-Kuşeyrî, Sahîhu Muslim (Beyrut: Dâru İbn Hazm, 2010/1430), “Mukaddime”, 5; Tirmizî, Ebû Îsâ Muhammed b. Îsâ b. Sevre, Sunenu’t-Tirmizî, haz. Muhammed Nâsıruddîn el-Elbânî (Riyad: el-Mektebetu’l-me’arif, ty.),, es-Sünen (Kitâbu’l-İlel), 51; Râmhurmuzî, Ebû Muhammed İbn Hallâd el-Hasen b. Abdirrahmân b. Hallâd el-Fârisî, el-Muhaddisu’l fâsıl beyne’r-râvi ve’l-va’î, thk. Muhammed Accâc el-Hatîb (Kahire: Dâru’l-fikr, 1984/1404), 209; Hatîb, Ebû Bekr Ahmed b. Alî b. Sâbit el-Bağdâdî, el-Kifâye fî ilmi’r-rivâye, thk. Zekeriyya Umeyrât (Beyrut: Dâru’l-kutubi’l-ilmiyye, 2012/1433), 122; İbn Receb el-Hanbelî, Ebu’l-Ferec Zeynüddîn Abdurrahmân b. Ahmed b. Abdirrahmân Receb el-Bağdâdî ed-Dımaşkî, Şerhu ileli’t-Tirmizî, thk. Nûreddîn Itr -Dâru’l-melâh, ty.- , I: 51) sözü ile “Bu ilim dindir. Dininizi kimden aldığınıza dikkat edin.” (Muslim, “Mukaddime”, 7; Hatîb, el-Kifâye, 121-122) şeklinde meşhur iki rivayet bulunmaktadır. Bu şekilde iki çağdaş âlimden nakledilen bid’at kavramıyla sünnete uygun olmayan fiil kastedilmiştir. Ayrıca İbn Sîrîn ve çağdaşlarının sünnet ve bid’at kavramını birbirinin zıddı olarak pek çok kez kullandıkları da ifade edilmiştir. (Hüseyin Hansu, Mutezile ve Hadis -Ankara: Otto, 2012- 297)


Ehl-i sünnet âlimlerine göre ise Cehmiyye, Havâric, Murcie, Şîa, Kaderiyye ve Mûtezile gibi fırkalar Ehl-i bid’at olarak kabul edilmiştir. (İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdillah b. Muslim, Te’vilu muhtelifi’l-hadis, thk. Muhammed Muhyiddîn el-Asfar (Beyrut: el-Mektebu’l-İslâmî, 1999/1419), 47-60; Abdulkâhir el-Bağdâdî, el-Fark beyne’l fırak, thk. Muhammed Osman (Kahire: Mektebetu İbn Sinâ, ty.), 31; Yavuz, “Ehl-i Bid’at”, X: 501-502; Yaran, “Bid’at”, VI: 131) Bid’at ehlinden olmanın hadis rivayeti için bir kusur sayılıp sayılmayacağı, bu râvilerin aktardığı hadislerin delil olarak kabul edilip edilmeyeceği, onlardan hadis rivayet edilip edilemeyeceğini değerlendirmişlerdir. Bid’at ehlinin kâfir ya da fâsık olup olmadığını tartışmışlardır. Neticede geçmişten zamanımıza kadar hadisçilerin bu konudaki görüşleri genel olarak dört guruba ayrılmıştır.

1. Bir grup hadisçiye göre, bid’at ehli itikadî sapmalara girdiği ve ehl-i sünnet çizgisinden uzaklaştığı için kâfir olmuştur ve bunlardan hadis rivayet edilmez. Bu grubun başında Muhammed b. Sîrîn (ö.110/728)
(İbn Sîrîn konuyla ilgili şöyle demiştir: “Hadis dindir, dininizi kimden aldığınıza dikkat edin” ve “önceleri insanlar isnad sormazlardı, ne zaman ki fitne vuku buldu o zaman isnad sormaya başladılar. Böylece Ehl-i Sünnetin hadisini naklettiler ve ehl-i bid’atin hadisini terkettiler.” bk. Ebû Bekir Ahmed b. Ali el-Hatîb el-Bağdâdî, Kitâbu’l-Kifâye fî ‘ilmi’r rivâye, Beyrut 1409/1988, sf: 121-122) İmam Malik (ö.179/795) (O, “İnsanları bid’atine davet eden bid’atçiden hadis alınmaz” Hatîb, el-Kifâye, s. 116; “Kaderiyye’den hadis alınmaz”, “kimden hadis alacağına dikkat et” ( Hatîb, el-Kifâye, sf: 124) demiştir.), Ebû Bekir b. Ayyâş (ö.193/808) (O, sırf mezhebinden ötürü Fıtr b. Halife’den (ö.155/771) hadis rivayet etmeyi terk ettiğini ifade etmiştir. Hatîb, el-Kifâye, sf: 123) Sufyân b. ‘Uyeyne (ö.198/813) (Kaderiyye’ye ait görüşleri naklettiği için Said b. Ebi Arube’den hadis almayı azaltmıştır. Hatîb, el-Kifâye, sf: 123) ve Humeydî (ö.219/834) gibi ünlü muhaddisler gelmektedir. Bu hadisçilerin en önemli gerekçesi bid’at ehli bazı râvilerin kendi mezhebleri lehine hadis uydurmuş olmalarıdır. (Misalen, Hâricî fırkasına mensub olup daha sonra bid’atinden dönen bir şeyh “bu hadisleri kimden aldığınıza bakın. Biz (zamanında) benimsediğimiz fikirlerimizi hadis haline getirirdik” demiştir. Hatîb, el-Kifâye, sf: 123)

2. Bir diğer görüşe göre mezhebi lehine yalancılığı câiz görmeyen bid’at ehlinin rivayeti kabul edilir.
Bu görüşü kabul edenlerin başında Sufyân es-Sevrî (ö.161/777), Yahya b. Said el-Kattân (198/813), İmam Şafi‘î (ö.204/819)
(Rafizîler’de mezhebi lehine yalancılığı helal sayan Hattâbiyye kolu hariç, ehl-i bid’atin şehadetinin kabul edileceğini söylemiştir. Hatîb, el-Kifâye, sf: 120) ve Ali b. el-Medînî (ö.234/848) gelmektedir. (Hatîb, el-Kifâye, sf: 120) Bu görüşü beyan edenler, dikkat edilmesi ve kaçınılması gereken asıl hususun “hadis uydurmacılığı” olduğu fikrini ortaya koymuşlardır.

3. Muhaddisler arasında en yaygın olan görüş ise, mezhebinin davetçisi olmayan bid’at ehlinin rivayet ettiği hadislerin delil olarak kullanılabileceği ve onlardan hadis rivayet edilebileceğidir.
Ancak mezhebinin propagandasını yapan bid’atçinin hadisleri ile ihticac olunmaz ve kendisinden de hadis rivayet edilmez.
Bu görüşü savunanların başında Ahmed b. Hanbel (ö.241/855) gelmektedir.(Hatîb, el-Kifâye, sf: 120) Mezheb propagandisti olup olmamanın ölçü kabul edilmesinin arkasında yatan ana fikir de yine mezhebi lehine hadis uydurma vakıasına karşı önlem almaktır.

4. Bu husustaki bir başka görüş de te’vil yoluyla ister fıska düşmüş olarak kabul edilsin, isterse küfre düşmüş olsun bid’at ehlinin rivayetlerinin mutlak surette kabul edileceğidir. (Hatîb, el-Kifâye, sf: 121)


İlk bakışta birbirinden farklı gibi görünen bu yaklaşımların aslında, “hadis uyduran râviden uzak durma” ortak paydasında birleştiği rahatlıkla görülmektedir. Dolayısıyla bid’atin bir cerh sebebi sayılması mutlak bir ölçü olmamakta, râvinin “yalancı” olması ya da “hadiste yalanı caiz addetmesi” ile kayıtlanmaktadır. Nitekim bid’atu’r-râvi, metâin-i aşera olarak bilinen on cerh sebebi arasında adaleti zedeleyen tenkid noktalarının en hafifidir. On tenkid noktası şiddetliden hafife doğru sıralandığında ise bid’atu’r-râvi, dokuzuncu sırada hemen sû-i hıfzdan önce gelir. Dolayısıyla ehl-i bid’at olarak adlandırılan bir fırkaya mensubiyet, râvinin rivayetini terk etmeyi gerektiren ağır bir kusur ya da tek başına yeterli bir cerh sebebi değildir. (Haldûn el-Ahdeb, Esbâbu İhtilâfi’l-Muhaddisîn, Dâru’s-Saûdiyye, Cidde 1407/1987, c. 2, sf: 483-514)


Ehl-i Bid’atten Hadis Rivayeti Râvinin bid’at sahibi olması, rivayetini etkileyen kusurlardan biridir. Bid’at, sahibini ya küfre ya da fıska götürür. Bundan dolayı bid’at ile suçlanmak ağır bir ithamdır. Cerh-tâdîl âlimleri bu nedenle bir râvinin bid’at ehli olup olmaması noktasında dikkatli davranmışlardır.(İbn Hacer, Nuzhetu’n-nazar fi tavdîhi nuhbeti’l-fiker fi mustalahi ehli’l-eser, thk. Abdullah b. Dayfullah er-Rahîlî (Riyad: Mektebetu Melik Fahd el-vataniyye, 2001/1422), 126-127; Kerîme Sûdânî, Menhecu’l-İmâmi’l-Buharî fi’r-rivayeti ani’l-mubtedi’âti min hilali’l-Câmi’i’s-sahîh (Riyad: Mektebetu’r ruşd, 1425/2004), 11)

Ehli bid’atin tekfiri konusunda görüş birliği bulunmamakla birlikte cumhur, zarûrât-ı diniyyeden
(Subûtu ve delâleti kesin nasla sabit olan dinî hususlar. Mahmut Çınar, “Zarûrât-ı Dîniyye”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (İstanbul: TDV. Yayınları, 2013), XLIV: 138.) herhangi birini inkâr edenlerin, yani Galiyye (Daha çok Şîa’ya mensub olan ve aşırı düşünceler taşıyan gruplar için kullanılan, İslâm toplumu tarafından tasvib edilmemeyi belirten bir terimdir. bk. Mustafa Öz, “Gâliyye”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (İstanbul: TDV. Yayınları, 1996), XIII: 333-337) ve ona bağlı bütün fırkaların tekfir edilmesi gerektiği hususunda birleşmiştir. Zarûrât-ı diniyyeyi kabul etmekle birlikte bunların herhangi birini ortadan kaldırma sonucunu doğurmayan yorumları benimseyenleri ise tekfir etmemişler, onları sadece İslam’ın dosdoğru yolundan sapmış gruplar (fırak-ı dâlle) olarak görmüşlerdir. (Dârimî, Ebû Saîd Osman b. Saîd b. Hâlid, er-Red ale’l-cehmiyye, nşr. Ebû Yusuf Bedr b. Abdillah b. Bedr (Kuveyt: ed-Dâr li-selefiyye, 1985/1405), 103; Bağdâdî, el-Fark, 27; İbn Hazm, Ebû Muhammed Alî b. Ahmed b. Saîd el-Endelusî el-Kurtubî, el-Fasl fi’l-milel ve’l-ehvâi ve’n-nihal, thk. Muhammed İbrahim Nusayr-Abdurrahman Umeyrâ (Beyrut: Dâru’l-ceyl, 1996/1416), II: 271-276; Şehristânî, Muhammed b. Abdilkerîm b. Ebî Bekr Ahmed, el-Milel ve’n-nihal, thk. Emîr Ali Mehnâ-Ali Hasan Fa’ûr (Beyrut: Dâru’l-ma’rife, 1993/1414), I: 240)

Bu nedenle cerh-tâdîl âlimleri içerisinde Kaderiyye mezhebine mensub olmayı küfre götüren bid’at olarak kabul edenin olmadığı ifade edilmiştir. Hatta aynı âlimler taassub derecesinde bağlılık ve her fırsatta propagandasını yapmak söz konusu olmadıkça Şîa da dâhil herhangi bir mezhebin görüşlerini paylaşmanın da sahibini dinden eden bid’at olmadığını belirtmişlerdir. Bununla beraber Ebû Saîd ed-Dârimî (ö. 280/894), Âcurrî (ö. 360/970), İbn Teymiyye (ö. 728/1328) gibi selef âlimleriyle Abdulkâhir el-Bağdâdî (ö. 429/1037) gibi Eş’arî kelâmcıları Cehmiyye ve Mûtezile’yi bazen de Şîa’yı tekfir etmişlerdir. (Dârimî, er-Red ale’l-Cehmiyye, 103-104; Ahmed b. Hanbel, Ebû Abdillâh Ahmed b. Muhammed b. Hanbel eş-Şeybânî el-Mervezî, er-Red ale’l-Cehmiyye ve’z-zenâdıka, thk. Sabrî Selâme Şahîn (Riyad: Dâru’s-sebât, 1423/2003), 12 (muhakkikin mukaddimesi); Bağdâdî, el-Fark, 31; Mucteba Uğur, İmâm Buhârî (Ankara: TDV. Yayınları, 2005), 34)
Küfrü gerektiren bid’at sahibinin rivayeti, ulema tarafından kabul edilmemiştir. Zayıf bir görüşe göre kabul edilir. Bid’atle tekfir olunmayan mubtedi’nin rivayetinin kabulü konusunda ise ihtilaf edilmiştir. İbn Sîrîn ve Humeydî (ö. 219/834) gibi âlimler bid’atiyle fıska düştüğü için mutlak olarak rivayetinin reddolunacağını söylemişlerdir. Ebû Hanîfe (ö. 150/767), Şâfiî (ö. 204/820) ve Ali b. el-Medînî’ye (ö. 234/848) göre ise mezhebini ya da mezheb ehlini desteklemek için yalan söylemeyi helal görmedikçe mubtedi’nin -ister dâî olsun isterse olmasın- rivayeti kabul edilir. Cumhura göre dâî kişilerin rivayeti kabul olunmaz, dâî olmayanların rivayeti kabul edilir. Abdullah b. Mubârak (ö. 181/797), İbn Mehdî (ö. 198/813), Ahmed b. Hanbel (ö. 241/855) ve Yahya b. Maîn (ö. 233/848) ve bir rivayete göre İmâm Mâlik (ö. 179/795) bu görüştedir.
(Hatîb, el-Kifâye, 120-124; Dâ’ûr, Muyesser Receb Muhammed, Şuyûhu’l-Buhârî el-mütekellem fîhim fi’l Câmi’i’s-sahîh dirâseten nakdiyyeten tahliliyyeten (Doktora Tezi, el-Câmi’atu’l-Ürdüniyye, 2010), 16; Kerîme Sûdânî, Menhecu’l-İmâmi’l-Buharî fi’r-rivayeti ani’l-mubtedi’âti min hilali’l-Câmi’i’s-sahîh (Riyad: Mektebetu’r-ruşd, 1425/2004), 64. Tebeu’t-tâbiîn dönemi munekkitlerinin bu konudaki metodu hakkında detaylı bilgi için bk. Halil İbrahim Turhan, Ricâl Tenkidinin Doğuşu ve Gelişimi Hicri İlk İki Asır (İstanbul: MÜİFAV. Yayınları, 2015), 115-459)

İbn Hibbân da (ö. 354/965) “Bid’atine davet eden bid’atçinin rivayetiyle ihticâc bütün imamlarımıza göre kesinlikle caiz değildir. Ben bu konuda ihtilaf olduğunu bilmiyorum.” demiştir. (İbn Hibbân, Ebû Hâtim Muhammed b. Hibbân b. Ahmed el-Bustî, Kitâbu’l-mecrûhîn mine’l-muhaddisîn ve’d-Duafâ ve’l-metrûkîn, thk. Mahmud İbrahim Zâyed (Beyrut: Dârul-ma’rife, 1992/1412), III: 63-64; a.mlf., Kitâbu’s-sikât, thk. Seyyid Şerefuddîn Ahmed (Dâiretu’l-me’arifi’l-Osmaniyye, 1973/1393), VI: 140; İbnu’s-Salâh, Ebû Amr Osman b. Abdurrahman eş-Şehrezûrî, Mukaddimetu İbnu’s-Salâh, thk. Nûreddîn Itr (Dımeşk: Dâru’l-fikr, 2012/1433), 114-115; İbn Receb, Şerhu ilel, I: 53-54; Talat Koçyiğit, Hadisçilerle Kelâmcılar Arasındaki Münakaşalar (Ankara: TDV. Yayınları, 1989), 269)
İbn Hâcer, bir bid’atle tekfir olunan herkesin rivayetlerinin reddolunamayacağı şeklindeki görüşün isabetli olduğunu belirtmiştir. Çünkü her mezheb, karşıt görüşte olanın mubtedi’ (bid’at sahibi) olduğu iddiasında bulunur, onu tekfir eder. Öyle ki bu itham mutlak kabul edilirse tekfir edilmemiş kimse kalmaz. (İbn Hacer, Nuzhe, 127; İbn Hacer, Hedyu’s-sârî, 549)

Muhaddislerden misal verecek olursak;
İmam Muslim, mezkûr eserinin önsözünde hadisleri üç kısma ayırmıştır: Birincisi, sağlam hafızların aktardıkları hadisler. İkincisi, hafıza ve sağlamlıkta orta halli olan mestur râvilerin hadisleri, üçüncüsü de zayıf ve metrûk râvilerin aktardıkları hadislerdir. Birinci kısımdaki hadisleri verdikten sonra ikinci kısmı oluşturanları sıralamıştır. Üçüncü kısım hadisleriyse kitabına almamıştır. (Muhammed Ebû Zehv, Hadîs ve Hadîsçiler, trc. Selman Başaran-M. Ali Sönmez (İstanbul: Ensar Neşriyat, 2016), 402; M. Zubeyr Sıddıkî, Hadis Edebiyatı Tarihi, trc. Yusuf Ziya Kavakçı (İstanbul: Yeni Zamanlar Yayınları, 2004), 170; Ahmed Davudoğlu, Sahîh-i Muslim Tercüme ve Şerhi (İstanbul: Işık Yayınları, 2013), I: 38)

Hadis imamlarından bir kısmı, kâfir olmayan bir bid’atçının rivayetlerinin makbul olması için ileri sürülen bütün şartları ve sınırlandırmaları gereksiz görerek, sadece üzerinde ittifak edilen adâlet şartlarını taşımalarını yeterli görmüşlerdir. Bu şartı taşımayanların rivayetlerini reddetmişlerdir. Bid’at küfre götürücü olmadığı, râvi de İslam sınırları içerisinde kaldığı, sıdk, itkân, verâ ve takva ile mârûf olduğu sürece kendisinden hadis alınır. Buhârî, Muslim ve diğer bazı muhaddisler bu görüştedirler. (Abdussettâr Abdulhamîd el-Kudsî, “Râvinin Adâleti Problemi Açısından Ehl-i Bid’atın Rivayetleri”, Hadis Araştırmaları, trc. Salahattin Polat (İstanbul: İnsan Yayınları, 2003), 92; Yaran, “Bid’at”, VI: 130- 131; Hammâd, Nafiz Huseyin, “Ruvâtu’s-Sahîhayn el-muttehimûne bi’l-vad’ dirâseten-tevsîkiyyeten”, Mecelletu’s-sırât, yıl 13, 22, 1432/2011, 31) Bu hususta Muslim şöyle demiştir: “Bilmiş ol ki rivayetlerin sahih ile sakimini onları nakledenlerin mutemet olanlarıyla, muttehemlerini birbirinden ayırmayı bilen herkese vâcib olanlardan biri de töhmet altında olan aşırı bid’atçilerin rivayetlerinden sakınmaktır.” (Muslim, “Mukaddime”, 1)

Muhaddis, fukaha ve usûl âlimlerinin söylediklerine göre bid’ati dolayısıyla küfre giden bid’atçinin rivayeti ittifakla kabul edilmez. Bid’atinden ötürü kâfir olmayanın rivayeti hakkında ise ihtilaf etmişlerdir. Kimileri fâsık olduğundan ötürü kayıtsız ve şartsız olarak reddetmiş, kimileri de ister propagandist olsun isterse olmasın kendi mezhebini ya da mezhebine mensub olanları desteklemek maksadıyla yalan söylemeyi helal kabul edenlerden birisi olmaması şartıyla mutlak olarak rivâyetini kabul etmişlerdir. Bazılarına göre ise dâî (propagandist) ise kabul edilmez, değilse kabul edilir. Bu hususta da Buhârî ve Muslim’in Sahîh’lerinde propaganda yapmayan bid’at sahibinin rivayetlerinin olması delil gösterilmiştir. (Nevevî, Ebû Zekeriyyâ Yahyâ b. Şeref b. Murî, el-Minhâc şerhu Sahîh’i Muslim b. Haccâc (Mısır: el Matba’atu’l-Mısrıyye, 1929/1347), I: 60-61)

Bu hadis imamlarının aranan diğer ehliyetlere sahib bid’atçı râvilerden hadis almalarının sebebinin, sadece onların rivayet ettiği merviyâtın tamamen zayi olmamasını temin etmek ve onları muhtelif gruplara ayırarak ummetin birliğini bozan aşırı taassubu önlemek olduğu ifade edilmiştir. (M. Yaşar Kandemir, Mevzû Hadisler (Ankara: DİB. Yayınları, ty.), 115)

Muslim, râvinin Ehl-i sünnet akîdesinde olmasına önem vermiş ancak muhalif bir gruptan olsa bile râvi eda ve tahammülde tesebbüt ehlinden ise bu durum ondan rivayet etmesine engel olmamıştır. Yani ona göre Ehl-i bid’at olarak adlandırılan bir fırkaya mensubiyet râvinin rivayetini terk etmeyi gerektiren ağır bir kusur ya da tek başına bir cerh sebebi değildir. Bununla birlikte bid’at sahibinden hadis rivayeti konusundaki farklı yaklaşımların “hadis uyduran râviden uzak durma” ilkesinde birleştikleri görülmektedir. (Ataullah Şahyar, “Bid’at Ehlinden Hadis Rivayeti Kapsamında Mihne Sürecinin Cerh ve Tâdîle Etkisi”, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2013/2, c. 12, 24, 34. krş. Uğur, İmâm Buhârî, 34)
Bu hususta Ahmed Naim (ö. 1872/1934) şöyle demektedir: “Herhalde bir rivayetin medâr-ı kabul veya reddi, râvinin zâbıt ve adl olup olmaması olduğundan duât-ı Havâric’den olan mesela İmrân b. Hittân’ın (ö. 84/703) rivayetini Buhârî, Murcie rusasından (önde gelenleri) olan Abdulhamîd b. Abdurrahman el-Himmânî (ö. 202/817) ile Ebû Hasan el-A’rec’in (ö. 117/735) rivayetlerini Buhârî ile Muslim -sikâttan olduklarına bakarak- pekâlâ kabul etmişlerdir. Ancak selef-i sâlihine sebbeden Revâfız’ın rivayetini kabul etmemekte muhaddisin hemen hemen müttefik gibi görünüyorlar.” (Zebîdî, Zeynuddin Ahmed bin Ahmed Abdillatif, Sahih’i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, trc. Ahmed Naim (Ankara: DİB. Yayınları, 1987), 331. (Tecrîd Mukaddimesi) Yani bazı muhaddisler bir râviden rivayet etmenin ölçüsü olarak râvinin mensub olduğu fırkaları değil hadis rivayetine ehil olup olmamasını belirlemişlerdir. Râvi mensub olduğu mezhebin propagandasını yapmadığı ve râvinin bu mensubiyetinin de rivayetlerine herhangi bir etkisi de olmadığı sürece o râviden hadis alınmasında bir problemin olmadığı görülmektedir. İbnu’l-Mubârak, Vekî’ (ö. 197/812), Buhârî, Muslim, Ebû Dâvud (ö. 275/889), Tirmizî (ö. 279/892) ve Nesâî (ö. 303/915) gibi pek çok hadis imamı rivayetlerinde hata gâlib gelmeyen, hataları hakkında ihtilaf edilmiş kişilerin rivayetlerini mutâbaat ve şevâhid amaçlı rivayet etmişlerdir. Bu nedenle Buhârî ve Muslim’in râvileri iki kısımda değerlendirilmektedir: Birincisi onların şartına göre sika olup asıl olarak rivayet ettiği râvilerdir. İkinci grup ise zayıf olup mutâbaat ve şâhid olarak rivayet ettiği râvilerdir. Bu rivayetler asıl rivayetleri destekler. (Zerkeşî, Ebû Abdillâh Bedruddîn Muhammed b. Bahâdır b. Abdillâh et-Türkî el-Mısrî el-Minhâcî eş-Şâfiî, en-Nuket ‘âlâ mukaddimeti İbnu’s-Salâh, tah. Zeynel’abidîn b. Muhammed Belâ Ferîc (Riyad: Mektebetu advâu’s-selef, 1998/1419), I: 253; İbn Hacer, en-Nüket âlâ kitâbi İbni’s-Salâh, thk. Rebî b. Hâdî Umeyr (Riyad: Dâru’r-râye, 1415/1994), I: 288; İndunisiyyen Hâlid Muhammed Hassûn, Menhecu’l-İmâmi’l-Buhârî fi’r-rivayeti ‘ammen rumiye bi’l-bid’ati ve merviyyâtihim fi’l-Câmi’i’s-sahîh (Yüksek Lisans Tezi, Mekke: Ummu’l-Kura, 1424), 170; Hâşim, Mahmûd Ömer, “el-İmâmu’l-Buhârî ve eseruhu fi’s-sunne”, y.y., ty., 206)

Her ikisinin veya birinin güvenip dayandığı, ama râvi hakkında herhangi bir cerh veya tâdîl ifadesi kullanılmamış bir râvi sikadır, hadisi de güçlüdür. Her ikisi veya birisi güvenip dayandığı halde hakkında eleştiri de bulunulan râvi ise ya cumhurun sika saymakta olduğu ve hakkında gereksiz biçimde konuşulan birisidir ki bunun hadisi de güçlüdür –veya yetersizliği ve hafıza durumu üzerine yapılan eleştirilerin haklılık payı vardır. Bu durumda da hadisi “sahihin en alt düzeyi” olarak adlandırılabilecek hasen derecesinden aşağıya düşmez. (Zehebî, el-Mûkizâ fî ilmi mustalahi’l-hadîs, nşr: Abdulfettâh Ebû Gudde (Haleb: Mektebetu’l matbu’ati’l-İslâmiyye, 1405/1984), 79-80)

Adâlet ve zabt itibariyle Sahîh’i Buhârî Sahîh’i Muslim’e râcihtir. Çünkü Muslim’in eserindeki ricâl arasında tâ’n olunanlar Buhârî’nin eserindeki tenkit edilen ricalden daha fazladır. Buhârî’de tenkit edilen râvi sayısı 80 kadardır. Muslim’de ise bu sayı 160 kişiye çıkmaktadır. Adâlet, zabt ve diğer hususlar Buhârî de daha üst seviyededir. Buhârî’nin sıhhat hususunda şartı daha kuvvetlidir. Zikredilen nedenlerle Sahîh’i Buhârî Sahîh’i Muslim’e râcihtir. Buhârî lika şartını koymuştur. Muslim ise böyle bir imkânın varlığını ittisal için yeterli görmektedir. Yani Buhârî’nin buradaki şartı daha şiddetlidir. Yine Buhârî’nin Sahîh’inin şaz ve illet açısından da Muslim’in eserine üstünlüğü vardır. Muslim’de tenkit edilen hadis sayısı Buhârî’den fazladır. Muslim, Buhârî’nin talebesidir. Bu hususlar Buhârî’deki tâlîk ve terâcimlerin dışındadır. (Suyûtî, Ebu’l-Fazl Celâluddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr b. Muhammed el-Hudayrî eş-Şafiî, Tedrîbu’r râvi fi şerhi Takrîbi’n-Nevevî (Beyrut: Dâru İbn Hazm, 1430/2009), 41-42; İzmirli İsmâil Hakkı, Hadis Tarihi, Tenkitli Neşir: İbrahim Hatiboğlu (İstanbul: Darulhadis, 2002), 87-88; Ömer b. Muhammed b. Fettûh el-Beykûni, el-Manzûmetu’l-Beykûniyye Hadis Istılahları, Şerh: Abdullah Siracuddin, trc. Ersan Urcan (İstanbul: Nida Yayıncılık, 2014), 41-42)

Ebû Ali en-Neysâbûrî’nin “Yeryüzünde Muslim’in Sahih’inden daha sahih bir kitab yoktur” sözü onun Buhârî’nin Sahih’ini görmemesi şeklinde yorumlanmıştır. Yine Mağrib’de Muslim’in Sahîh’i Buhârî’nin Sahîh’ine tercih edilmiştir. (İbnu’s-Salâh, Ulûmu’l-hadîs, 19; Zehebî, Kitâbu tezkireti’l-huffâz, thk. Abdurrahman b. Yahya el Muallimî (Beyrut: Dâru’l-kutubi’l-ilmiyye, 1954/1374), II: 589)
 
Üst Ana Sayfa Alt