Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Makale BİDAT EHLİNE RAHMET OKUMAK

Burhanuddin Aldiyaî Çevrimdışı

Burhanuddin Aldiyaî

Aktif Üye
İslam-tr Yazar
Bidat Ehline Rahmet Okumak
28460


Öyle bir zamana denk geldik ki, dinin usul ve kaidelerinden ziyade, en sıkı Müslümanlarda bile bir nevi liberal dini anlayış türemeye başladı. Adeta demokratik hoşgörüler bürüdü etrafı. Herkes bir noktada kendine yakın bulduğuna bir hoşgörü formülü bulmuş oldu artık. Beşeri ideolojilere karşı bir duruşu olanlar bile, sırf bu hususta buluştukları için, söz konusu ideolojilerden geri kalmayan bidat ehlini hoş görmeye başladı. Fikirleri kendisine olsun, düşüncelerini benimsemiyoruz dedikten sonra başlayan amaların ardından şu ehliydi, vefaydı, böyleydi diye dinin sabitelerini aşan hatta reddedenlere dahi rahmetler yağdırılır oldu Allah’ın rahmeti ganimet sanılarak. Oysa hoşgörü, dinin sabiteleri ile ümmetin genel kabulleri içerisinde kalıp, furûattaki ihtilaflar için olmalıydı. Hâlbuki dinin usul ve sabitelerinde müminlerin yolunu terk eden bidat ehline hoşgörü, onların bidatlerini hoş görmektir. Bu sebeple dini bütünlük açısından şaşkınlık yaşandığı şu dönemde bu önemli hususa dikkat çekmek istedim.

Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki burada kastettiğimiz bidat, cüzi ameli uygulamalar değildir. Bu tür bidat uygulamalar, makalemizin dışında kalıp, bu derece ehemmiyet arz etmez. Konumuz bağlamında bidatten kasıt, ümmetin icma ettiği veya ümmetin genel kabulü olan bir hususta ya da bazı hususlarda ümmetten ayrı düşmektir. Ümmetin icma ettiği veya genel bir kabulle benimsediği hususlar içerisinde aslı itibariyle Kur’an ve Sünnet esaslı olmayan hiçbir konu ya da hüküm yoktur. Dolayısıyla herhangi bir hususta ümmetin icmasından bahsederken, aslında Kur’an ve Sünnet’in naslarının ifade ettiği anlam üzerinde ümmetçe bir ittifak, bir fikir birliğinden söz ediyoruz demektir. Netice itibariyle birisi ümmetin ittifakına muhalif olduğunda, temelde Kur’an ve Sünnet’in naslarının kesin anlamlarına muhalif olmuş oluyor.

Ayrıca İslam uleması, ittifak ile ümmetin icma ettiği bir hususa aykırı düşmenin küfür olduğunu söylemiştir. Tabi icma edilen her husus gibi bunun da aslı yine; «Doğru yol kendisine apaçık belli olduktan sonra, peygambere muhalif olup, mü’minlerin yolundan başkasına uyan kimseyi, döndüğü yöne döndürür ve onu cehenneme sokarız.» [Nisa 4/115] gibi Kur’an ayetleri ve İbni Mace [3950], Tirmizi [2167], Ebu Davud [4253] gibi kaynaklarda geçen; «Ümmetim dalalet (sapkınlık) üzerine icma etmeyecektir. Bir ihtilaf gördüğünüzde, sevad-i azama (büyük çoğunluk – ummetin ana kitlesi) tabi olun.» gibi Sünnet naslarına dayanmaktadır.

Şunu da açıklamakta yarar vardır ki, yukarıda değindiğimiz bidat de kendi içinde iki türe ayrılır. İlki, Mutezile’nin rû’yetullahı (Allah’ın kıyamette görülmesini) inkâr etmesi gibi ilmi teviller sonucu varılan aykırı görüşlerdir ve bunlar mükeffir (dinden çıkaran) bidatler kabilinden değildir. Razi’nin tefsirinde açıkladığı üzere bu bir kaidedir; ilmi teviller sonucu ortaya çıkan aykırılıklar, her ne kadar bidat ve kötü olsa da, sahibi tekfir edilmemiştir. İkincisi ise, bir tane dahi olsa, mütevatir hadisleri inkâr etmek gibi mükeffir olan bidatlerdir. Burada ilmi tevil gibi bir iddia da söz konusu olmaz. Zira Kur’an ayeti gibi sübutu kati olan bir nassın inkârı söz konusudur. Serahsi’nin Usulü, Zerkeşi’nin el-Behru’l Muhit’i, Dr. Faruk Hamade’nin el-Menhecu’l İslami’si gibi birçok kaynağın aktardığı üzere ummetin mütevatir olduğuna icma ettiği mutevatir bir hadisi inkâr etmek, icma ile küfürdür.

Bunun yanında, Sünnet’i ummetin icma ettiği mahiyetinden farklı bir yere koyarak Rasûlullah ﷺ’ın hadislerini gelişigüzel inkâr etmek de, mutevatir bir hadisi inkâr etmekten aşağı kalmaz. Çünkü burada herhangi bir rivayetin Rasûlullah ﷺ’a ait olup olmadığının ilmi ispatı söz konusu değildir. Daha çok Sünnet’in gerçek mahiyetinden çıkarılması ve Rasûlullah ﷺ’ın hadislerini heva ve hevese kurban edilmesi mevzu bahistir. Diğer bir ifadeyle herhangi bir rivayetin Rasûlullah ﷺ’a ait olmadığının ilmi usuller çerçevesinde tespit edilmesi ile, Sünnet’in temelden hakikatinden çıkarılması arasında büyük fark vardır.

Ehil kişiler tarafından yapılması durumunda, ilki ilmin gereği olurken, ikincisi Rasûlullah ﷺ’ın Sünneti’ni reddetmenin bahanesidir ve mutevatir hadisleri inkâr etmekten daha büyük bir bidattir. Dolayısıyla kısmen de olsa, bu şekildeki hadis inkârı, İmam Şafii, İmam Suyûti, İbni Salah, İbni Hazm, İbni Vezir, İbni Raheveyhi gibi birçok âlimin açıkça ifade ettiği üzere mükeffirdir. Konuyla alakalı daha detaylı bilgi için örnek olarak İmam Şafiî’nin el-Um ve er-Risale, İmam Suyuti’nin Miftahu’l Cenneti fi’l İhticaci bi’s Sünneti ve İbni Vezir’in el-Avasim mine’l Kavasim adlı eserlerine bakılabilir. Netice itibariyle hadisleri bu şekilde inkâr etmek de, dinin temel bir aslında ümmetten ayrı düşmek ve asli bir hususta bidat ehli olmak demektir.

Şunu da belirmek gerekir ki, bidat bir yolda bidatçilerin peşinden sürüklenen sıradan veya avamdan bireyler ile, dinin usullerinde ümmete aykırı düşerek bidat inançlar üreten ve buna çağırarak insanları saptıran öncüler arasında aşikardır ki çok büyük fark vardır. Bu sebeple ikisini aynı kefede görmek, ne ilme, ne insafa ve ne de hakkaniyete uyar. Peyra için gösterilebilecek mazeret ile tolerans, tevbe edip bidatinden döndüğü bilinmediği sürece öncüler için gösterilemez.

Bu girizgâhtan sonra hemen belirtelim ki günahkâr mûminler min erkekler ile mümin kadınlar için istiğfar et.» [1] ayeti gibi nice ayet ve hadisin gereğidir. Bu sebeple günahlarından dolayı müminlere rahmet okumaktan geri durulmaz. Aksine, yakın akrabalardan başlayarak müminler için mağfiret dilemek gerekir. Nitekim Allah Teâlâ İbrahim (as)’ın diliyle; «Rabbimiz! Hesab görülecek gün beni, anne babamı ve müminleri mağfiret et.» [2] buyurarak bize bunu öğretmektedir. Burada bir ihtilaf olmaz ve daha fazla detaya da ihtiyaç duymaz.

Bidat ehline gelince, İslam uleması mükeffir (dinden çıkaran) olan bidat ile bu sınıra varmayan bidat arasında fark gördüğü gibi, ileri sürdüğü bidate davet eden ile sadece kendisi öyle düşünüp kimseyi düşüncesine çağırmayan bidat ehli arasında da fark görmüştür. Buradan hareketle dinde mükeffir bir bidat üreten veya üretilen böyle bir bidate bilinçli olarak inanan kişinin, Tevbe Suresi 9/84-113 gibi birçok ayet ve hadis gereği namazı kılınamaz ve kendisine rahmet okunamaz. Zira zahiri itibariyle iman üzere ölmemiştir. Tabi bu kısmı ciddi ilmi tahkik ve ilmi ehliyet gerektirir. Herkesin kendi başına konuşabileceği bir alan değildir. O sebeple bu kadarıyla yetinelim.
Ürettiği veya inandığı bidati mükeffir olmayan birisinin namazını kılmak, cenazesine katılmak, taziyesine gitmek ya da rahmet okumak ise, şeri maslahata göre değişir. Örneğin bidat ehli olduğu halde, bidatini yaymayan, kimseyi buna davet etmeyen, toplum içerisinde de bidati ile şöhret bulmayan ve dolayısıyla namazını kılmak ya da cenazesine katılmak ile bidati meşrulaştırılmayacak birisine dua etmekte beis görülmemiştir. Aynı şekilde öncü ve sembol olmayan birisinin de namazını kılmak ya da taziyesine gidip dua etmekte sakınca yoktur. Çünkü dinden çıkmadığı sürece her mümine dua etmekte sakınca olmaz, aksine edilmelidir. Şeri açıdan da böyle birisine dua etmek veya cenazesine katılmak, insanların bidatini meşru zannedip sapmasına sebep olmayacağı için, bir beis taşımaz. Fıkıh kaynaklarımızın örneğin facirin namazının kılınması konusu gibi kısımlarında buna dair bolca detay bulunabilir.

Mükeffir olmayan bir bidate ya da büyük günaha davet eden, yayan ve toplum içerisinde böyle bilinen birisinin namazının kılınması, taziyesine gidilmesi veya aleni olarak rahmet okunması, insanların ifsadına sebep olacağından, şeri olarak caiz görülmemiştir. Aksine, herkese ibret olması ve kimsenin ona kanmaması için hecredilmeli yani namazı, cenazesi, taziyesi terk edilmeli ve en azından alenen rahmet okunmamalıdır. Aksi halde nesli ifsad etmeye yardım edilmiş olur ki hem Kur’an, hem Sünnet ve hem de İslam ulemasının icmasına aykırı düşülür. Zira Allah Teâlâ ekini ve nesli bozanları sevmediğini açıklar. [3] Yine iyilik ve takva üzerine işbirliği yapmamızı emrederken, günah ve düşmanlığa yardım etmekten de şiddetle sakındırmaktadır. [4]

Rasûlullah ﷺ da örnek olarak bir hadiste, münker yani şeri açıdan doğru olmayan bir şey görüldüğünde fiziki olarak müdahale edilip engellenmesini, buna güç yetirilmemesi durumunda sözlü müdahalede bulunulmasını ve bunun da mümkün olmaması halinde kalben nefret edilmesini istemiştir. Üstelik kalbi olarak sevmemenin de imani açıdan son nokta olduğunu belirtmiştir. [5] Diğer örnek bir hadiste ise, yanından geçen bir cenaze için, “Rahat etti, rahat edildi.” deyince, kim rahat etti, kimden rahat edildi sorusuna muhatap olur. Bunun üzerine, mümin kul dünya cefası ve eziyetinden Allah’ın rahmetine kavuşarak kurtulup rahat eder. Facir (günahkâr, fasık, kâfir) kul ise, kullar, beldeler, ağaçlar ve hayvanlar ondan kurtularak rahat ederler der. [6]

İmam Ahmed’in Usulü’s Sünne’si, Razilerin Akidesi, Sabuni’nin Akidetu’s Selefi gibi birçok kaynakta aktarıldığı üzere İslam uleması bidat ile meşhur olmuş birisinin namazının kılınması, cenazesine katılması veya aleni olarak rahmet okunmasının caiz olmadığında icma etmiştir. Bu bağlamda örnek olarak İbni Teymiyye der ki: “İnsanların kanmaması için bidat ehli ve fasıklıkla meşhur olmuş olana aleni rahmet okunmaz.” [7]
Hatta İslam âlimleri bidat ehlinin öncü ve fikir babalarının ölümüne sevindiklerini gizlememişlerdir. Örneğin İmam Ahmed’e, Mutezile’den Kur’an mahlûktur fitnesini ortaya atanlardan birisi olan İbni Ebi Düad ile arkadaşlarının başına gelene sevinmek günah olur mu diye sorulunca, kim buna sevinmez diye cevap vermiştir. [8] Diğer bir örnek olarak Bağdat Mürciesi’nden olan Bişru’l Merissi’nin ölüm haberi Bişr b. Haris’e ulaşınca, hamd ederek sevinir. [9] İbni Kesir’in tarihi gibi birçok kaynakta buna benzer rivayetler çoktur.

Netice olarak küfür bir bidate inanan kişinin namazı kılınamaz, dua edilemez. Aksi halde en başta bu Allah’ın ayetlerine muhalefet etmek olur. Ancak küfür olmayan bir bidat ehlinin namazının kılınması veya aleni olarak kendisine dua edilmesinin şeri hükmü, Müslümanlara yönelik etkisi açısından değişir. Eğer birisi bidat olan bir itikada sahip olsa dahi, bunu yaymıyorsa ve örneğin cenazesine katılmak, bu bidatinin Müslümanlar içerisinde meşruiyet kazanmasına sebep olmayacaksa, namazını kılmak veya ona rahmet okumakta beis olmaz.

Ancak taşıdığı bidat fikirlerine çağırıyor, bunları yayıyorsa ve ona aleni olarak rahmet okumak, bidatinin normal görünmesine sebep olacaksa, İslam uleması Kur’an, Sünnet ve şeri usullerden hareketle bunun caiz olmadığında ittifak etmiştir. Zira Müslümanların ifsadına ve fitneye düşmesine sebep olunmuş olur ki bu, İslam’ın nazarında çok büyük bir vebal ve sorumluluk doğurur. Neticede insanların doğru bir şekilde hidayet bulmaları İslam’ın temel amaç ve hedeflerindendir. Bu amaç ve hedefin önünde engel olan her şey, Allah’ın yolundan alıkoymak ve eğriltmektir. [10]

Allah‘ım! Bize hakkı hak olarak gösterip tabi olmayı, batılı da batıl olarak gösterip uzak durmayı nasib eyle. Bizi, kullarının ifsadına sebep olabilecek her durumdan uzak tut. İnsanlığa hidayet olarak gönderdiğin dinini eğip büken bidat, fitne ve ifsad ehlinin revaç bulmasına sebep olabilecek her söz ve davranıştan sana sığınırız.


Burhanüddin Aldiyaî
______________________________
[1] Muhammed 47/19
[2] İbrahim 14/41
[3] Bakara 2/205
[4] Maide 5/2
[5] Müslim, Hadis No. 49
[6] Buhari, Hadis No. 6512
[7] El-İhtiyaratü’l Fikhiyye, İbni Teymiyye
[8] Es-Sünnet, Hallal
[9] Lisanü’l Mizan, İbni Hacer
[10] Araf 7/45
 
Üst Ana Sayfa Alt