Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Bid'at ve Heva Ehlinin Tekfiri Meselesi

K Çevrimdışı

kıtmir

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Ibn-i Teymiyye

Çeviren: Muaz Özyigit

Günümüzdeki problemlerimizden biri de bazi sebepler öne sürerek baska müslüman kardeslerimizi tekfir etmeye egilim göstermemizdir. Halbuki tekfir çok agir, çok mesuliyetli bir is... Çünkü bir sahis için o kafirdir dedigimizde onu kendi gözümüzde Islam dairesinden çikarmis, nikahini düsürmüs, ebedi azaba aday olmus görüyoruz demektir.

Bu konuda merhum ibn-i Teymiyye, ehli sünnetin tavrini asagida gayet ilmi bir sekilde açikliyor. Müslümanlara müthis zararlar vermis bir firka bile tekfir edilmezken, ulu orta baskalarini tekfir etmenin ne büyük bir hata olacagi, bu yazi okunduktan sonra daha iyi anlasilacaktir.

Asgidaki satirlar, Hafiz Zehebi'nin el-Mukiza adli kitabina dipnotlariyla güzel açiklamalar yapan Abdulfettah Ebu Gudde'nin kitabin sonuna ekledigi iktibaslardan (147-165 sayfalar) ibn-i Teymiyye'ye ait bir kismin Türkçe tercümesidir.

Faydali olmasi dilegiyle...

Muaz Özyigit

--------------------------------------------------------------------------------

Abdulfettah Ebu Gudde'den:

Seyh, imam, hafiz, seyhülIslam ibn-i Teymiyye Minhac-us-sünnet-ün-nebeviyye'de 3:27,60-62 sayfalarda içtihadda isabet edildiginde iki ecir, hata edildiginde bir ecir alma konusundan bahsederken söyle diyor:

Imam olsun, hakim, alim veya bir idareci ya da benzeri veya bir müftü olsun delillere dayanarak içtihad eden kimse, içtihadinda Allah'dan gücü yettigince takva ederse iste bu, Allah'in onu mükellef kildigi seydir. Iste o zaman Allah'a itaat etmis ve sevaba hak kazanmis olur. Cebirci cehmiyyenin görüsünün aksine, süphesiz Allah onu bundan dolayi ikab etmez. Böyle biri Allah'a itaat açisindan dogru hareket etmis demektir.

Bununla birlikte müctehid dogruyu bulabilir de, bulmayabilir de. Bunun hilafina olarak kaderiyye ve mutezile söyle derler: Her kim elden geldigi kadar çaba gösterirse dogruya erisir. Halbuki bu görüs batildir. Bilakis kim elden geldigince çaba gösterirse sevaba hak kazanir. Bu konu iki meseleye dayanmaktadir:

Günah, sahibinin küfrünü gerektirmez. Hariciler ise gerektirdigini söyler. Halbuki ateste ebedi kalmayi gerektirmez. Mutezilenin dediginin aksine günah, sefaatten mahrum kalmayi da gerektirmez.
Bir kimse Rasulullah'a (s.a.v.) uymak maksadi ile içtihad ederek yanlis bir tevile ulassa, bu kimse ne küfür ile, ne de fisk ile itham edilmez.
Aslinda bu nokta ameli meselelerde halk arasinda yaygin olarak bilinir. Akaid meselelerinde ise çoklari hata yapanlari tekfir etmislerdir.

Halbuki ne sahabeden ne de onlara güzelce uyan tabiinden böyle bir görüs bilinmemektedir. Ne de müslümanlarin imamlarindan böyle bir sey duyulmustur. Bu görüs aslinda hariciler, mutezile ve cehmiyye gibi kendilerine muhalefet edenleri tekfir ederek bid'ate düsen firkalarin görüsüdür.

Bu tutum malikiler, safiiler, hanbeliler ve diger imamlara tabi olanlarin çogunda da görülmüstür. Bunlar da tekfirde bu yolu tutabilirler. Bazilari bütün bid'at ehlini tekfir eder. Sonra bu görüsünden farkli düsünenleri bid'atçi olmakla itham eder. Halbuki bu, aynen haricilerin, mutezile ve cehmiyyenin görüsüdür.

Bu görüs, yani her bid'atçiyi tekfir etme, ne dört mezheb imaminda, ne de diger ulemada bulunmaz. Onlarin içinde her bid'atçiyi tekfir eden kimse yoktur. Bilakis onlardan yapilan sarih nakiller bunun aksinedir. O imamlardan bazen bazi sözleri söyleyenlerin tekfiri naklolunmussa da bununla o sözün küfür oldugunu, kaçinilmasi gerektigini kasdetmislerdir.

Bilmeyerek ve tevil ile küfür sözü söyleyen herkesi tekfir etmek de gerekmez. Belirli bir sahisda küfrün sübut bulmasi onun hakkinda ahirette cezanin sübut bulmasi gibidir ki baska yerde genisce açikladigimiz gibi bunun sartlari ve engelleri vardir.

Eger bir insan kafir olmazsa münafik da olamaz. Ancak mümindir. Onun için istigfar edilir, merhamet duyulur. Bir müslüman "Rabbimiz bize ve imanda bizden önce geçmis kardeslerimize magfiret et" [1] dedigi zaman, kendinden önceki asirlarda yasamis ümmeti kasdetmektedir. Eger bir mümin yanlis bir tevilde bulunsa, sünnete aykiri düsse, günah islese bile yine de imanda önceki kardeslerimizdendir ve ayetteki genel mananin çerçevesine girer.

Bir kisi 72 (sapik) firkadan olsa bile bu firkalarin çogu da kafir degil bilakis mümindirler. Nasil ki günahkar müminler Allah'in tehdidine muhatab iseler o firkadakiler de dalalet ve günahlari sebebiyle cezaya müstahak olacaklardir. Nebi (s.a.v.) onlari Islamdan çikarmadi, bilakis ümmetinden saydi. Onlarin ateste ebedi kalacagini da söylemedi. Iste bu, gözetilmesi gereken büyük bir prensiptir. Sünnete intisab edenlerin çogunda rafizi ve haricilerin bid'atleri türünden bir bid'at bulunmaktadir.

Rasulullah (s.a.v.)in ashabi, Ali b. Ebi Talib (r.a.) ve digerleri kendileriyle savasan haricileri tekfir etmediler. Bilakis onlarin Harura'da çiktiklari, taatten ve cemaatten ayrildiklari davalarini tevil ettiler. Ali b. Ebi Talib (r.a.) onlara söyle demisti: Sizleri mescidlerimizden men etmeyiz, feydeki hakkinizdan mahrum birakmayiz. Sonra onlara ibn-i Abbas'i gönderdi. Ibn-i Abbas (r.a.) onlarla münazara etti. Bunun üzerine haricilerin yaklasik yarisi geri döndü. Sonra Hz. Ali digerleri ile savasti ve onlari yendi.

Bununla birlikte ne onlari köle yapti, ne onlardan ganimet aldi, ne de sahabenin Müseylemet-ül-kezzab ve benzeri mürtedlere yaptigi muameleyi yapti. Aksine Hz. Ali'nin ve sahabenin haricilere muameleleri, sahabenin mürtedlere yaptigindan farkli idi. Sahabenin hiç biri de Hz. Ali'nin bu uygulamasini inkar etmedi. Bundan haricilerin Islam dininden dönmediklerine dair sahabenin ittifak içinde olduklari anlasilir.

Ishak dedi ki: Veki bize Ebu Halid'den tahdis etti, o da Hakim b. Cabir'den, dedi ki: Nehrevan taifesini [Hariciler - M. Ö.] öldürdügünde Hz. Ali'ye soruldu:

Onlar müsrik mi idiler?

Hz. Ali: Onlar sirkten kaçtilar.

Peki Münafik mi idiler?

Hz. Ali: Münafiklar Allah'i çok az zikrederler.

Peki o zaman ne idiler?

Hz. Ali: Bizimle harb eden bir gurup. Biz de onlarla harbettik. Bize karsi savastilar, biz de savastik. [2]

Derim ki [yani ibn-i Teymiyye -- M. Ö.] ilk hadisde ve bu hadisde nebi (s.a.v) in bir çok hadislerinde zemmettigi ve savasmayi emrettigi Nehrevan'daki Harura haricileri hakkinda Hz. Ali'nin bu sözü söyledigi açiktir. Ki o hariciler Osman'i, Ali'yi ve onlari sevenleri tekfir ederler. Onlara göre kim onlarla beraber olmazsa kafirdir! Yurtlari da dar-ul-küfürdür. Ancak kendi yurtlari dar-ul-Islamdir.

Sahabe ve onlardan sonraki ulema haricilerle savas etme üzerinde ittifak etmislerdir. Hariciler kendi mezheplerine uyandan baska bütün müslümanlara asidirler. Müslümanlara karsi savasi baslatan onlardir ve serleri ancak savas ile defedilebilmektedir. Müslümanlar için yol kesen eskiyadan daha zararli oldular. Yol kesenin maksadi mal ve paradir. Verildi mi öldürmezler. Insanlarin bazisina zarar verirler. Halbuki hariciler insanlarla din üzerine, kitab, sünnet ve sahabe icmai ile sabit olan yoldan, kendi bid'atlerine, batil tevillerine ve Kur'an'i fasid anlayislarina dönene kadar savas ederler. Bununla birlikte Ali (r.a.) onlarin kafir degil, münafik degil, mümin olduklarini belirtmistir.

Bu, Ebu Ishak el-isferayini ve ona uyanlar gibi bazilarinin görüslerinin hilafinadir. Onlar derler ki: Ancak bizi tekfir edenleri tekfir ederiz. Halbuki tekfir onlarin degil Allah'in hakkidir.


[Abdulfettah Ebu Gudde burada söyle bir not düsüyor: Allah rahmet eylesin Ebu Hanife'nin gögsü ne genis, insafi ne olgun! Kendisini tekfir edene kafir deyip demeyecegi soruldugunda söyle demistir: Beni tekfir edene kafir demem, yalan söylüyor derim. Bu ifade el-alim vel-müteallim kitabindadir. Ebu Mukatil Hafs ibn-i Selm es-semerkandi ondan sayfa 62-67 de söyle rivayet eder: "Dedim ki: sana kafir diyen hakkinda ne dersin? Dedi ki [yani Ebu Hanife -- Çeviren]: Onun yalanci oldugunu söylerim. Ona kafir demem. Fakat yalanci olarak isimlendiririm. Çünkü ihlal edilmesi haram kilinmis haklar ikidir: Biri Allah'la ilgili, öbürü ise kullarla ilgilidir. Allah'la ilgili hakkin haram olan ihlali, ona sirk kosmak, onu tekzib etmek ve küfürdür. Kullarla ilgili olarak ihlal edilmesi haram kilinmis seyler de aralarinda meydana gelen çesitli haksizliklardir. Allah'a karsi yalan söyleyenle bana karsi yalan söyleyenin ayni olmasi yarasmaz. Çünkü Allah ve rasulunu yalanlamak, diger bütün insanlar hakkinda yalan söylemekden daha büyük bir günahtir. Benim kafir oldugumu söyleyen benim nazarimda yalancidir. Benim hakkimda yalan söyledi diye benim de onun hakkinda yalan söylemem helal olmaz. Çünkü Allah teala söyle buyurdu: 'Bir kavme olan garaziniz sizi adaletten alikoymasin. Adalet ediniz, bu takvaya en yakin olandir.' [3] Dedi ki: (yani) bir kavme olan düsmanliginiz sizi onlara adil davranmaktan vazgeçmeye sevketmesin." Ebu Hanife'nin (r.aleyh) sözü ve Ebu Gudde'nin notu burada bitti. -- M. Ö.]

[Ibn-i Teymiyye devamla söyle diyor -- M. Ö.:]
Insana kendini yalanlayan hakkinda yalan söylemesi veya kendine karsi çirkin hareket edene çirkin hareketle karsilik vermesi yakismaz.

Sahabenin haricileri tekfir etmemelerine bir baska delil de onlarin haricilerin arkasinda namaz kilmalaridir. Abdullah b. Ömer (r.a.) ve baska sahabiler Necdet-el-haruri'nin arkasinda namaz kilarlardi. Sahabiler onlarla bir müslümanin müslümanla konustugu gibi konusur, fetva verir, hutbe söylerlerdi. Ayni sekilde Necdet-el-haruri mesele sormak için adam gönderdiginde, Abdullah b. Abbas cevaplandirirdi. Yine Buhari'deki hadisde [4] Nafi b. el-ezrak'i meshur meselelerde cevaplandirdigi gibi. Nafi onunla Kur'an'la ilgili konularda iki müslümanin yaptigi gibi münazara ediyordu. Müslümanlarin tavri hala böyledir. Rasulullah (s.a.v.)in sahih hadislerde onlarla savasmayi emretmesi ile birlikte müslümanlar, haricilere, (Ebu Bekir) es-siddik (r.a.)in savastigi mürtedler gibi bakmadilar.

Onlarin yeryüzünde öldürülenlerin en serlisi oldugu, onlari öldürenlerin en hayirli savasçilar olduguna dair hadis Ebu Umame tarafindan Tirmizi ve baskalarinca rivayet edilmistir. Bunun manasi onlarin müslümanlara karsi baskalarindan daha serli olmasidir. Yani kimse müslümanlara o kadar serli olmamistir. Ne yahudiler, ne de hristiyanlar... Çünkü hariciler kendilerine uymayan her müslümanin öldürülmesine, kanlarinin, mallarinin ve çocuklarinin katlinin helal kilinmasina içtihad etmis, onlari tekfir etmislerdi. Sapik bid'atlerinin ve cehaletlerinin büyüklügünden ötürü bu sekilde inaniyorlardi.

Bununla birlikte sahabe ve onlara güzelce uyan tabiin, onlari tekfir etmediler, mürted saymadilar. Onlara karsi ne sözde, ne fiilde asiri gitmediler. Aksine o konuda Allah'dan takva ettiler ve böylece adil bir tavir içinde oldular. Sia, mutezile ve sair bid'at ve heva ehli için de ayni sey söz konusudur.

Kim 72 firkanin hepsini tekfir ederse, kitaba, sünnete, sahabe icmaina ve onlara güzelce uyan tabiine muhalefet etmis olur. Her ne kadar bu "72 firka" hadisi Sahihayn'da yoksa da, ibn-i Hazm ve baskalari "zayif" dedilerse de Hakim gibi digerleri "hasen", yahut "sahih" demislerdir. Sünenlerde çesitli yollardan rivayet edilmistir.

"72 firka ateste ve bir firka cennettedir" sözü, "yetimlerin mallarini haksiz yere yiyenler, karinlarina ancak ates dolduruyorlar ve sonra da çilgin bir atese gireceklerdir" [5] ayetinden veya "Kim bunu zulmen veya düsmanca yaparsa onu atese sokacagiz. Bu Allah'a kolaydir" [6] ayetinden daha büyük degildir. Daha bunun gibi kim söyle yaparsa atese girecektir türünden baska nasslar da vardir.

Bununla birlikte birisi için mutlaka atese girecektir diyemeyiz. Belki tövbe edecektir, belki hasenati seyyiatini giderecek kadar çoktur veya basina gelen musibetler Allah tarafindan günahina keffaret sayilmistir vs.

Bilakis, Allah'a ve rasulune zahiren ve batinen iman etmis, rasulden gelenle hakka uymaya niyet etmis bir kisi, hakki bilmeyip hata ettiginde, Allah'in onu mazur görmesi, bilerek, kasden günah isleyene kiyasla daha evladir. Bildigi halde kasden günah isleyen süphesiz azaba müstahakdir. Ama öbürü kasden degil, hataen günah islemistir. Allah teala ise bu ümmetin kasitsiz hata ve unutmasini cezalandirmayacaktir...


--------------------------------------------------------------------------------
[1] Hasr 10
[2] Arapça metinde, bu noktada ayni manada, farkli senette üç hadis veriyor ibn-i Teymiyye. Manalar ayni oldugundan çeviriyi kisaltma amaciyla ilk ikisi alinmadi.
[3] Maide 8
[4] Abdulfettah Ebu Gudde bu hadisin Buhari'de degil, Müslim de oldugunu, ibn-i Teymiyye'nin yanlis hatirladigini belirtiyor.
[5] Nisa 10
[6] Nisa 30
 
T Çevrimdışı

Tevhid-Dini

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
güncel

Özellikle İbn Teymiyye nin izinden gittiklerini zannedenlerin çok dikkatlice okumaları gereken bir yazı olduğunu düşünüyorum..

Asrımızda insanlar İbn-i Teymiyye hakkında iki guruba ayrılmışlardır. Bunlardan birincisi, onun tüm sözlerini gökten inmiş vahiy gibi kabul etmiş ve cumhura muhalif de olsa onun görüşlerini almada mübalağaya kaçmışlardır. İkinci gurup ise, onu, cumhura muhalif bazı görüşlerinde dolayı Ehl-i sünnet’in dışında görmüşlerdir. Bense bu ikisi arasındayım ve Zehebi’nin dediği gibi demekteyim; “O eşi olmayan ilimler deryası, şeyhülislamdır. Bununla birlikte her beşer gibi, günah ve hataları vardır. İnsanlar ağızlarını onu tahkir etmekten korusun ve sözlerini iyi tetkik etsinler.(Abdülhay el Leknevi )


Tekfir, hakaret, aşağılama, rencide etme, onların mukaddes değerlerine ve ilahlarına sövmek gibi davranışlar, sadece onların İslam'dan soğumalarına ve İslam'ı yanlış tanımalarına neden olacaktır. Bizim yaptığımız bir hata bizimle sınırlı kalmayacaktır, İslam'a mal edilecektir. Bunun vebali de ağırdır. Unutulmamalı ki, tekfir konusu bir inanç, bir akidedir.Bizim gibi olmayanlara hakaret ve aşağılama vasıtası değildir. Tebliğ'in hedefi tekfir değildir. Tebliğ ise hikmetle, güzel öğütle, yumuşak sözle, muhatabın iyiliğini isteyerek, bu iyi niyeti ve güveni karşımızdakilere vererek yapılmalıdır.Umarım bazı kardeşler bu hususa dikkat ederler. Bedeviye bile nazik bir Peygamberin ümmeti olduğumuzu unutmayalım.
 
T Çevrimdışı

Tevhid-Dini

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi


Kardeşler bu yazıyı sakin bir şekilde okumanızı tavsiye ederim.

"Biz, Zâhire Göre Hükmederiz" Sözünün Anlamı Nedir?

نحن نحكم بالظواهر


"Nahnu nahkumu bi'z Zevâhir" yani; "biz zevâhir'e göre hüküm veririz" kâidesi, "dış görünüşe bakarak hükmederiz" anlamına gelmez.

Günümüzde pek çok kimse böyle anlamaktadır. Dış görünüş itibariyle sakallı, tesettürlü, namaz kılan yani İslam'dan bazı görüntüler taşıyan kimselere Müslüman hükmü vermektedirler. Oysa bu kâide bu anlamda değildir. Zevâhir'e göre hükmederiz, denilmektedir. Zevâhir, zâhir kelimesinin çoğuludur ve insanların tüm zevâhir'ini kapsamaktadır.

Zevâhir; ef'âl (fiiller), akvâl (sözler), ahvâl (hal ve durumlar) ve ahlâk (kişilik ve ahlâk) demektir.
Bir insanı bir bütün olarak kişiliğiyle, ahlakıyla, yaşantısıyla ve konuşmalarıyla tanımadan onun hakkında müsbet yada menfî fikir beyan etmek câiz değildir. Bir insanı tanıyacak kadar onunla beraber olmadan onun hakkında şâhitlik de yapılamaz. Özellikle de İslam'ın yürürlükte olmadığı toplumlarda insanlar; kültürler, gelenekler, inanç ve âdetler yönüyle kozmopolit bir yapıdadır. Bir kimsenin fotoğrafından hüküm verir gibi, "şu Müslüman, şu kâfir" demek doğru değildir.

Hadislerde geçtiği ve vâkıî olarak da bilindiği gibi, şirk koşanlar içinde de sakal bırakanlar, tesettürlü yaşayanlar, namaz kılanlar, Kur'an okuyanlar, hatta hafız olanlar dahi vardır. Sadece dış görünüşe göre insanlar hakkında hüküm vermek doğru olsaydı; Firavun'a sakallı olduğu, Ebû Cehil'e sarık sardığı, rahibelere tesettüre girdikleri için Müslüman demek icap ederdi.

Şunu unutmayalım ki; tanımadığımız kimseler hakkında yorum yapmak ve hüküm vermekle mükellef değiliz.

Herkes kendi çevresini, muhîtini bilir ve tanır, bilmedikleri kimseler hakkında da "tanımıyorum" der; kararsız kaldığı kimseler hakkında da tevakkuf (hüküm vermekten imtinâ) eder.

Herkes hakkında özel olarak hüküm vermek zorunda değiliz. Zaten böyle bir şeye gücümüz de yetmez. Allah, tanımadığımız kimseler hakkında ilimsizce, araştırmadan konuşmayı yasaklamıştır. Davetçiyiz, kâdî (hâkim) değiliz, sloganını bazıları kendilerine ilke edinerek; Müslümanın görevinin sadece anlatmak olduğunu, küfür işleyenleri ve Lâ ilâhe illallah'ı bozucu amellerde bulunanları dahi tekfir etmenin doğru olmadığını iddia etmeye başlamışlardır. Küfür ve şirk içinde olanları tekfir etmek kınanır olmuştur. Tekfirden, açıkça ve ismen insanların kâfir olduğunu ilan etmeyi kastetmiyoruz. Buna ihtiyaç olmadığı gibi, mahzûrları çoktur ve imanî olarak bunu yapmak zorunda da değiliz; onların küfür içinde olduğuna itikad etmek ve onlara durumlarına göre tebliğ yapmak yeterlidir.

"Biz davetçiyiz, hâkim değiliz" ifadesi şerhe muhtaçtır. Hâkim olmadığımız ve mahkemelik meselelerde hüküm verilemeyeceği muhakkaktır ama gözümüzün önünde müşrikçe yaşayan bir kimseye küfür hükmü vermek de imanın bir gereğidir. "Kâdî değiliz" diyenler bu sözü çarpıtarak, hiç bir kimseye küfür hükmü verilemeyeceğini, tekfir etmenin çirkin bir iş olduğunu söyleyerek, tekfir edenleri kınarlarken, küfür işleyenlere arka çıkmaktadırlar.

Anlatılanların sağduyulu şekilde anlaşılması gerekir; tekfircilik ve tebliğe tekfirle başlamak ve her ortamda insanları tekfir etmeyi gündemde tutmak doğru değildir.

Tekfir kalben, itikâden olmalıdır; gerekirse yani muhataplara açıkça söylemek, maslahat ve hikmet açısından daha hayırlı veya zorunlu olursa bu durumda kavlen yapılmalıdır. Hz.Yûsuf'un zindan arkadaşlarına tebliğ ederken; açıkça onların şirk içinde olduklarını açıklaması gibi.. İlmi olmayanların tekfirden uzak durmaları gerekir...

"Biz zâhir'e göre hükmederiz" ifadesi, çarpıtılmadığı ve sahih olarak anlaşıldığı sürece ilke olarak doğrudur. Çünkü hem tekfircilik yapanlar hem de modernizmin sadık savunucuları bu ilkeyi benimserken farklı anlamaktadırlar.

Tekfirciler, kılık-kıyafet, şekil, görünüş, tip ve konuşma tarzlarına göre tekfircilik yaparlarken; modernistler ise "Allah" diyene, namaz kılana, sakallı olana, Müslümanlık iddiasında bulunana "Müslüman" demektedirler. Bir taraf, kendi bakış açısına göre insanlara "kâfir" derken; diğer taraf ise, kendi anlayışıyla insanlara "Müslüman" hükmü vermektedir.

Oysa insanlar hakkında hüküm verirken önyargıdan ve peşin hükümden sakınmak daha âdil bir yaklaşımdır. Zira bugün yedi milyarlık dünyada kendisini "Müslüman" diye tanımlayan insanların sayısı, dünya nüfusunun yedide biridir. Kendisini "Müslüman" diye tanımlayanların hepsinin akidesinin "Tevhid" olup olmadığı, meselenin diğer boyutu olmakla birlikte; dünyadaki diğer altı milyar insan kendilerine "Müslüman" denmesini hakaret saymaktadırlar. Cihanşümul hükümler va'z eden İslam dininin hükümlerinin bu gerçeği gözardı ederek nâkıs hükümler koyması mümkün müdür? Tevhid akidesini benimsemeyen ve bu akide üzerinde yaşamayanların İslam'a nisbet edilmesi nasıl makûl olabilir?

Bu "zâhir'e göre hüküm" meselesi, İslamî bir takım renkler ve görüntüler taşıyanları İslam'a; gayr-i İslamî görüntüler sergileyenleri de küfre nisbet etmenin ne kadar gayr-i İslamî bir tutum ve bir paradoks olduğu açıktır.

İslam'a göre; Tevhid akidesini benimseyen bir kimse, bu akideyi bozucu davranışlardan sakınmalı ve mükelleflerin yapmakla sorumlu oldukları ibadetleri de yerine getirmelidir.

"Kim, Lâ ilâhe illallah derse, cennete girer" şeklindeki Hadislere bakarak iman'ı sadece ikrardan ibaret görmek büyük bir yanılgıdır. Sadece dil ile söylemek iman için yeterli olsaydı, münafıkların imanının da sahih kabul edilmesi gerekirdi! Zira onlar da zahiren dil ile iman ikrarında bulunurken, küfürlerini kalplarinde gizliyorlardı. Kur'an, onların şehâdetlerinin yalan olduğunu, çünkü kalpleriyle inanmadıklarını dilleriyle söylediklerini belirtmektedir. “İnsanlarla Lâ ilâhe illallah deyinceye, Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet edinceye ve namaz kılıp zekat verinceye kadar onlarla çarpışmakla emrolundum" şeklindeki Hadislerdeki "Lâ ilâhe illallah demek" tabiri, sadece dil ile ikrardan ibaret değildir.

Çok sayıda Hadisler bu tabiri tefsir etmektedir. "Demek"ten kasıt, şehâdettir. Ayrıca şehâdet'in gerektirdiği kulluğu ortaya koymaktır. İnsanların zâhir'i de bu yönlerin tespitidir. İslam, bâtın'a göre hüküm vermez. Bâtın, insanların içyüzü ve gizli halleridir. İnsanların kalbinde ve kafasında olanları Allah'dan başka kimse bilemeyeceği için Allah'ın kulları, insanlar hakkında zâhirlerine göre hüküm verirler.

Ancak burada tekrar şu gerçeğin altını çizelim ki; insanları tam olarak tanımadan iyi-kötü, kâfir-Müslüman hükmü vermek asla kabul edilemez. Hatta aleyhine kesin ve sabit bir delil bulunmadıkça kimse küfürle itham edilemez.

Bir kimsenin aleyhine doksandokuz alâmet bile olsa, kesin bir delil olmadıkça o kimse için; "kâfirdir" demek yanlıştır.

Bu konuyu İbn-i Ömer'den rivâyet edilen Peygamberimizin bir Hadisiyle bitirelim. "İnsanlar, Allah'dan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğuna şehâdet edip, namazı dosdoğru kılıp, zekatı verinceye kadar onlarla savaşmakla emrolundum. Bunları yaptıkları takdirde benden canlarını ve mallarını korumuş olurlar. Ancak İslam'ın hakkı müstesnâ. Onların hesapları Allah'a kalmıştır." (Buhâri, Müslim)

Bu Hadis'ten de anlaşıldığı gibi iman iddiası, ikrardan ibaret değil, şehâdettir; yani ispattır. Ayrıca bu Hadis bize, hükmün zâhir'e göre olduğunu bildiriyor. İnsanlar, Müslümanca yaşadıkları zaman, biz onlara "Müslüman" hükmü veririz; onların gizli halleri Allah'a kalmıştır. İnsanların gizli hallerine göre Allah hüküm verecektir. Biz bâtınî yönlerinden habersiz olduğumuz için; Kelime-i Şehâdet getiren, Tevhid'i bozucu söz ve fiillerden uzak duranı "Müslüman" biliriz.

Sadece Lâ ilâhe illallah demenin Müslüman olmak için yetmediği hususunda Müslim'deki bir Hadis'le yetinelim. “Kim, Lâ ilâhe illallah der ve Allah’dan başka tapılanları reddederse malı ve kanı haram olur. Sonra onun hesabı Allah’a aittir.” (Müslim)

Tevhid kelimesini söylemek, Allah dışında kendisine tapılan sahte ilâhları ve putları reddetmeyi gerektirir. Tevhid, bir akidedir, yaşam tarzıdır, dindir; dört kelimeden ibaret, anlam ve derinliği olmayan salt bir slogan değildir.

Tevhid'e vahiy istikametinde inananların hayatında şirk, küfür ve nifak bulunmaz ve muvahhid'in zâhirî hayatı, İslam'dır. Muvahhid'i tanıyan kimse de onun Müslümanlığına şehâdet eder. Muvahhid olmayan kimsenin hayatı da şirk ve küfür ile iç içedir, bazı İslamî nitelikte söz ve ameller kendisinden sâdır olsa dahi, onun zâhiri gayr-i İslamîdir. "Zâhir'e göre hüküm" ilkesi, hüküm verme konusunda bir metodoloji öğretmektedir.
 
Üst Ana Sayfa Alt