Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Bid'atlara Bakış Açımız

I Çevrimdışı

islami bilgiler

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
بســـم الله الرحمن الرحيم


Bid'atlara Bakış Açımız


Bu kategoriy e giren kötülükler arasında İslâm'da yeri olmayan, sonradan ortaya çıkarılmış diğer bütün bayram ve kutlama törenleri de yer alır. Bunların hepsi mekruh olan kötülüklerdir (münkerattır).

- Kimi harama yakın anlamda mekruhken,

- kimindeki kerahet oranı bu derece fazla değildir.

Sebebine gelince, bilindiği gibi ehl-i Kitab ile acemlerin bayramları şu iki gerekçe ile yasaklanmıştır:

1 - Bu bayramlar a katılmak, kâfirlere benzemek, onlara Özenmek anlamına gelir.

2 - Bu bayramlar İslâmda yeri olmayan birer bid'attır.

Buna göre İslâmda yeri olmamasına rağmen sonradan ortaya atılan bütün bayram ve kutlama törenleri, kâfirlere özenme niteliği taşımasalar bile, bu iki bakımdan kötüdürler.

Birinci sebep; bu bayram ve anma törenleri bidat ve sonradan uydurulmuş gelenekle r kapsamına girerler. Öyle olunca da, Müslim'in Cabir'den (Allah ondan razı olsun) naklettiği şu hadisin uyarı ve yasaklama alanı içinde yer alırlar. Cabir diyor ki:

“Peygamber imiz (salât ve selâm üzerine olsun) bir minberden bize hitap ederken gözleri kızardı, sesinin tonu yükseldi ve öfkesi kabardı. Sanki akşam-sabah saldıracak bir düşman ordusunun üzerimize gelmekte olduğunu haber veriyor gibi işaret parmağı ile orta parmağını birleştirerek:

“Benim Peygamber olarak gönderilmemin tarihi ile Kıyametin kopması bu ikisi kadar biribirin e yakındır” dedikten sonra sözlerine şöyle devam etti:

“İmdi, sözlerin en hayırlısı (doğrusu) Allah'ın Kitabı (Kur'an) ve hidayetle rin en hayırlısı Muhammedi n rehberliğidir. (en hayırlı yolu gösteren Rasulünün sünnetidir). En kötü (şerli) şeyler de sonradan uydurulup ortaya çıkarılan (bidat olan) şeylerdir. Her bidat (İslâmda yeri olmayan uydurma) birer dalaletti r. (sapıklıktır). ” (Müslim, c. 3, s. 592, H. No: 867, K. Cuma, Bab: Namaz ve Hutbeyi Kısa Tutma; Hadisin kalan kısmı şöyledir: “Ben her inanana kendinden daha öndeyim.”)

Nesaî'nin rivayetin e göre hadisin sonu:

“ve her sapıklık (dalalet) ateştedir (cehennemd edir).” şeklindedir. (Hadisi Nesaî'nin Sünen El-Suğra'sının basılı nüshasında bulamadım. Ancak Sünen El-Kübra'da yer alması muhtemeld ir.)

Bu konuda Buhari'ye göre Hz. Ayşe'nin (Allah ondan razı olsun) rivayet ettiği hadiste de Peygamber imiz (salât ve selâm üzerine olsun) şöyle buyuruyor:

“Kim bizim tutumuza uymayan bir iş yaparsa, yaptığı iş tarafımızdan reddedilm iştir.” (Müslim, c. 3, s. 1343,1344, H. No: 1718, (18), K. Kazalar, Bab: Asılsız (batıl) Hükümlerin Bozulması ve Bid'atların Reddi.)

Aynı hadisin Buharı ile Müslim'in ortaklaşa yer verdikler i farklı bir rivayetin e göre sözleri şöyledir:

“Kim bizim bu dinimizde yeri olmayan yeni bir şey ortaya atarsa, ortaya attığı şey tarafımızdan reddedilm iştir.” (Buhari, c. 5, s. 301, Feth El-Bâri den, H. No: 2697, K. Sulh Bab: Zorla Bir Sulh (barış) Üzerine Anlaşıldığında Barış, Reddedilm iştir; Müslim, H. No: 1818 (15)

Aynı konuda hadis kaynaklarının İrbaz b. Sariye'ye(5) (Allah ondan razı olsun) rivayet ettikleri bir hadise göre de Peygamber Efendimiz (salât ve selâm üzerine olsun) şöyle buyuruyor:

“Benden sonra yaşayacak olanlarınız birçok ihtilâflar göreceklerdir. Buna göre sakın benim ve benden sonraki raşid halifeler imin sünnetinden (yolundan) ayrılmayınız. Buna sımsıkı sarılınız ve azı dişlerinizle yapışınız. Sonradan ortaya atılacak olan şeylerden kesinlikl e uzak durunuz. Çünkü her bidat bir sapıklıktır.”

(Sünen Ebî Davud, c. 5, s. 13, H. No: 4607, K. Sünnet Bab, Sünnetin Gerekliliği; Tirmizi, Sünen, H. No: 2676, K. İlim, Bab: Sünneti Alma ile ilgili Hadisler. Tirmizi hadisi hasen sahih olarak tanımlamaktadır; İbn Mace, c. 1, s. 15,16, H. 42. Mukaddime, Bab: Raşid Halifeler in Yoluna Uyma; Ahmed, c. 4, s. 126, 127. Hakim Hadisi Müstedrek'inde birden çok kanalla naklediyo r. Birisinde şöyle diyor örneğin: “Bu hadis illetsiz, sahihtir.”)

( İrbaz b. Sariye; Sahabî'nin ulularından olan bu zatın asıl adı El-İrbad b. Sariye El-Sülemi; Künyesi: Ebu Nüceyh'tir. İlk müslüman olan sahabiler den olup fıkıhçıdır. “Kendileri ni (binek sağlayıp) bindirmen için sana geldikler i zaman...” (Tevbe: 92) ayeti hakkında inenler arasında bu zat da vardı. Hicrî 75 yılında öldü. Bkz. El-İsabe, c. 2, s. 473; biy. No: 5501.)

Bu hem sünnet (Peygamber imizin söz ve uygulamal arı) hem icma-ı ümmet (İslâm bilginler inin ortak görüşü) ve üstelik hem Allah'ın Kitabı Kur'an tarafından belirleni p vurgulana n temel bir kuraldır.

Nitekim Cenab-ı Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

“Yoksa onların Allah'ın izin vermemiş olduğu şeyleri din adına ortaya atan ortakları mı var?” (Şura: 21)

Buna göre kim Allah tarafından ortaya konmamış olan bir şeyi Allah'a yaklaştırıcı bir davranış diye tavsiye eder veya sözü ve hareketi ile böyle bir davranışı başkalarına empoze etmeye kalkışırsa “Allah'ın izin vermemiş olduğu şeyleri din adına ortaya atmış” olur ve böyle bir kimsenin peşinden giden kimse de sözünü ettiğimiz uydurmacıyı Allah'a ortak saymış, başka bir deyimle bu uydurmacıya “Allah'ın izin vermemiş olduğu şeyleri din adına ortaya koyma” yetkisi tanımış olur.

Yalnız bu konuda şu da doğrudur. Böyle bir kimse din alanında farklı bir şey ortaya atarken yorum yetkisine dayanabil ir ve bu sayede günahkâr olmaktan kurtulabi lir. Bunun için söz konusu kimsenin yanılgıyı affettird iği gibi gerçeği araştırma gayretine sevap yazdıran anlamda gerçek bir ilmî araştırmacı (müctehid) olması gerekir.

Fakat böyle bir araştırıcının eğer gerçeğe aykırı bir görüş ortaya attığına inanılıyorsa ileri sürdüğü yeni görüşe uymak caiz değildir. Her ne kadar böyle bir görüşü ileri süren veya işleyen kimse mükâfatlı ve mazur görülse bile.

Şimdi Cenab-ı Allah'ın (c.c.) şu buyruğunu okuyalım:

“Onlar; hahamlarını, rahibleri ni Allah’tan başka rabler edindiler . Meryem oğlu İsa’yı da (rab edindiler)... Oysa tek ilaha ibadet etmekle emrolunmuşlardı. O’ndan başka ibadete layık ilah yoktur. O, onların ortak koştuklarından yücedir.” (Tevbe:31)

Bu ayetle ilgili olarak sahabiler den Adiy b. Hatem Peygamber imize:

“Ya Rasûlullah, onlar (yahudi ve hristiyan lar) hahamlarına ve rahipleri ne tapmış değildiler ki” deyince Rasûlullah'dan aynen şu cevabı aldı:

“Evet, onlara tapmamışlardı, ama hahamlarl a rahipler haramları helâl saydılar, onlar da onlara itaat ettiler. Yine onlar helâlleri haram saydılar, onlar da kendileri ne itaat ettiler.”

Buna göre kim dinde Allah'ın izni ile bağdaşmayan yeni bir helâl, haram, müstehab veya farz ileri sürer de biri ona itaat ederse, bu itaat eden kimse bu ayetteki “kınama”dan payını alır. Tıpkı söz konusu asılsız emir ve yasakları ortaya koyan kimsenin aynı “kınamadan” pay alacağı gibi.

Bunun yanında emir ile yasağı ortaya koyan kimsenin iyi niyetli ve yeterli bir gerçek araştırıcı olması durumunda, hem bu tarafların her ikisi bağışlanabilir ve hem de gerçeği araştıran taraf bu gayreti yüzünden sevap kazanabil ir. O zaman da temel gerekçe varlığını sürdürmekle birlikte gerekli şartlar eksik olduğu veya engellend iği için ayetteki “kınama”dan uzak kalır. Bu arada gerçeği bildiği halde ona uymayan veya yeterli derecede araştırmadığı için ona ulaşamayan yahut şahsi arzu ve vurdumduy mazlık gibi sebepler yüzünden onu araştırmaktan kaçınan kimseleri n de ayetteki “kınama” da payları vardır.

Ayrıca bir de meseleye şu açıdan bakalım. Cenab-ı Allah (c.c.) müşriklerde şu iki tutumu ayıplamış, kınamıştır:

1 - Müşrikler, “Allah'ın haklarında hiç bir delil indirmemiş olduğu şeyleri” O'na ortak saymışlar.

2 - Yine müşrikler “Allah'ın haram kılmamış olduğu (yasaklama dığı) şeyleri” yasak saymışlar.

Müslim'in, Iyaz b. Hımar'a dayanarak bildirdiğine göre Peygamber imiz (salât ve selâm üzerine olsun) Kutsi bir hadiste bu gerçeği şöyle belirtiyo r:

“Ulu Allah buyuruyor ki: Ben kullarıma dengeli (hanif) bir yol sundum. Fakat şeytan kendileri ni ayartarak benim helâl kıldıklarımı onlara haram saydırmış ve haklarında hiç bir delil indirmemiş olduğum şeyleri de bana ortak saydırmıştır.” (Müslim, c. 4, 2197, H. 2865, Kitap: Cennet, Bab: Kendileri yle cennetin tanındığı nitelikle r.)

Nitekim Cenab-ı Allah (c.c.) Kur'anda da şöyle buyuruyor:

“Şirk koşanlar diyecekle r ki: “Şayet Allah dileseydi, biz ve babalarımız şirk koşmazdık ve hiçbirşeyi de haram kılmazdık.” Onlardan öncekiler de bizim şiddetli azabımızı tadıncaya kadar, işte böyle yalanlamışlardı. De ki: “Yanınızda bize çıkarabileceğiniz bir ilim var mı? Siz ancak zanna tabi oluyorsun uz ve siz sadece tahminde bulunuyor sunuz.” (Enam: 148)

Demek oluyor ki, müşrikler hem Allah'a ortak koşmuşlar ve hem de O'nun haram kılmadığı şeyleri haram saymışlardır.

“Şirk (ortak koşma)” kavramı; Allah'ın izin vermemiş olduğu her türlü tapınma (kulluk yapma / ibadet etme) eylemini (fiilini) kapsar.

Bilindiği gibi müşrikler yapmış oldukları tapınma (kulluk yapma / ibadet etme) eylemleri nin ya vacip veya müstehab olduğunu ve bunları yapmanın yapmamakt an daha hayırlı olduğunu sanırlar.

Ayrıca kimi müşrikler, kendileri ni Allah'a yaklaştırma aracı olsunlar diye Allah'dan başka bazı şeylere (putlara) taparlark en, bazıları da şahsî kanaatler ine göre Allah'a ibadet etme fonksiyon unu yerine getiren uydurma bir din icad etmişlerdir. Tıpkı hristiyan ların uydurdukl arı çeşitli tapınma (kulluk yapma / ibadet etme) eylemleri / fiilleri gibi.

Sözün kısası; yeryüzü halkının sapıklığı şu iki sakat tutumun birinden kaynaklanır.

1 - Ya Allah tarafından ortaya konmamış sözde (uydurma) bir din benimseme k;

2 - veya Allah'ın haram kılmadığı şeyleri haram saymak.

Bu yüzdendir ki, aralarında Ahmed İbn Hanbelî'nin de bulunduğu bütün mezhep imamları, mezhebler ini şu temel ilkeye dayandırmışlardır:

İnsanların tüm davranışları;

- din olarak benimsene n veya ahirette ve hem ahiret hem de dünyada yararlı olan “ibadet” nitelikli hareketle rle;

- dünya hayatı alanında yarar sağlayan “adet” nitelikli hareketle rden meydana gelir.

İbadetler konusunda göz önünde tutulması gereken temel ilke; Allah tarafından ortaya konmamış olan hiç bir unsuru bu kategoriy e katmamak;

Adetlerle ilgili temel ilke de; Allah tarafından yasaklanm amış hiç bir adeti yasak saymaya kalkışmamaktır.

İşte sözünü ettiğimiz İslâmın özünden kaynaklan mayan anma günleri ve törenler, inşaallah ilerde ayrıntılı biçimde açıklayacağımız üzere, sırf sonradan uydurulmuş sözde (uydurma) bir dinin unsuru olma niteliği taşıdıkları için yasaklanmışlardır.

Bilmek gerekir ki, vurguladığımız temel kural; yani;

“her hangi bir şeyin bidat (sonradan uydurulup ortaya atılmış) oluşunu o şeyin mekruh oluşunun yeterli delili saymamız kuralı” genel karakterl i ve çok anlamlı bir kuraldır.

Bu kuralı tam olarak anlatabil mek için onunla çelişen anlayışı açıkça ortaya koyup cevaplandırmak gerekir. Bunun için söze şöyle girmek gerekir.

Bazı kimseler; “Bidatler güzel (hasene) ve çirkin (kabiha) olmak üzere ikiye ayrılır” derler. Böyle derken de bazan Hz. Ömer'in (Allah ondan razı olsun) teravih namazının cemaatle kılınışı ile ilgili olarak:

“Bu ne güzel bidattir” şeklindeki sözünü delil gösterirler. Kimi zaman da Peygamber Efendimiz den (salât ve selâm üzerine olsun) sonra ortaya çıkan ve İcma-i ümmet yada Kıyaslama metodu ile mekruh sayılmamış, hatta güzel kabul edilmiş olan bazı davranış ve sözleri gerekçe olarak ileri sürerler.

Kimi zaman da bu iki gerekçeye halk arasında yaygın adet ve gelenekle ri ilmin denetimin den kaçırma yada sağlıklı biçimde ilmin ölçülerine vurmama tutumu eklenir ve bu tutum, bazı bidatleri n güzelliğinin delili olarak kullanılır.

Bu iş, ya insanın öteden beri uyguladığı yada alıştığı bir davranışı, o konuda diğer müslümanların ne düşündüklerini arama zahmetine katlanmak sızın icma-ı ümmet gereği sayarak veya alışılmışı terk etmeyi tuhaf yada ters görmek suretiyle meydana çıkar.

Tıpkı Cenab-ı Allah'ın (c.c.) şu ayette bize anlattığı gibi:

“Onlara -Allah'ın indirdiği prensiple re ve Rasulün söylediklerine geliniz- dendiği zaman -bize atalarımızdan kalan adet ve gelenekle r yeter- derler. Ya ataları birşey bilmeyen ve hidayet bulmamış kimseler iseler?” (Maide:104)

Gerçekten bazı ilim dallarında uzmanlaşmış veya bazı ibadet biçimleri ile sivrilmiş kimi kimseleri n, dinin temel ilkeleri ile bağdaşmayan sözde gerekçelere sımsıkı sarılarak bunları şahsî tutumlarının yanılmaz delilleri diye gösterdikleri, çok görülmüş bir şeydir.

 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt