Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Bilge Kral Aliya Izzetbegoviçten Önemli Tesbitler

H Çevrimdışı

Hattab Amedi

İslam-tr Mudâvimi
İslam-TR Üyesi
Begoviç'in en çok tartışma konusu olan eseri ise İslâmi Deklarasyon adlı çalışmasıdır. Bu eser Müslüman toplumların İslâmlaşması gerektiğini ve Müslümanların manevi muhtaçlık içinde ve maddi ve siyasi olarak bağımlı olduğunu vurguluyordu.

Bu kitabın I. bölümünde Begoviç: Müslümanları yakın bir gelecekte yok olmaktan kurtarmak için İslâmi yenilenmeye ve Kur'an-ı Kerim'i daha sıkı bir okumaya tabi tutmaya ve onu tatbik etmeye çağırıyordu.

Genel olarak diyoruz ki beş büyük dini görev vardır. Şahadet, namaz, oruç, zekat ve Haç.Bugün kü bicimde şartları tanımlayan kimdir bilmiyorum, fakat bu şartların öğrenilmesi ve ezberlenmesi Kur an ı anlayarak öğrenmenin yerini aldı.

Bence islamın özü İman etmek ve iyi amel işlemektir.

Namaz kılınabilir zekat verilebilir oruçta tutulabilir.Fakat yinede ameller boş olabilir. Bir insan Kur an ın iyilik yapma emrini insana dönüşmeden ve öylede kalmadan olmaz.Çünkü Namaz hedef değil…kötülükten uzaklaşmak için bir araçtır…Eğer senin ruhun Allaha olan imanla ve davranışların iyilik etmekle doluysa onlar İslam a aittir.Yok eğer bunlar yoksa bu ibadetler diğer bütün boş inançlar gibi anlamsızdır.

Bu durum bütün yorumlara rağmen İslam kaynağı Kur an a neden dönmemiz gerektiğini açıklamaktadır.

Allah Resulü Muhammed (A.S)

Özellikle Kur an ı kerimde ifade etiği gibi bizim için en güzel örnek Peygamber a.s olduğu için onun hayatını bilmek gerekir. Onu hayatta çeşitli durumlarda görüyoruz:Hz Hatice nin mutlu ve heyecanlı eşi, Hira tepesinde düşüncelere dalmış bir derviş, Uhud savaşında cesur bir savaşcı ,Hubeydiyede mahir bir diplomat,ölü dostunun mezarında ağlıyan normal bir insan ,ve her şeyden önemlisi misyonunun Dünya için önemine sarsılmaz bir biçimde inan ve Dünyanın dör bir tarafına mesaj gönderen lider olarak görüyoruz.


Muhammed a.s güzeldi fakat manken değildi, iyiydi fakat enayi değildi, Cesurdu fakat acımazsız değildi,Akılıydı fakat filozof değildi, basiretliydi fakat hayalperest değildi.Bilgeydi fakat ukala değildi.Bütün bunlar onun şahsında bulunan üstün insanlıkla Muhammed as çevresini fetheden özellikleriydi.


Kavramlar ve eşya içinde hakikati ve özü seviyordu, ölene dek de öyle kaldı.Yaşlandığında ve zaferi elde ettiği halkının lideri ile bütün Arabistanın tartışmasız lideri olduğunda da onun evi en mütevazi evlerden,onun yemeği ise çoğu zaman arpa ekmeği ve bir avuç hurmadır.Kendi mütevazi örtüsünün yırtık ve ayakkabısının söküğünü kendi elleriyle diken,aynı zamanda devlet işlerini yürütürdü.Bütün bunları bildikten sonra bu insanı sevmemek mümkün mü :


Müslümam Mı Yoksa Tebaa Mı Yetiştiriyoruz

Müslüman olan yakın bir arkadaşım Müslüman gencliğin eğitimi hususunda bir makalesini inceledim.Dinin ruhuna uygun bir eğitimde ısrar ederken çocuklar nezdinde nezaket, iyi davranma,tevazu ,kendini ön plana cıkarmama,merhamet,bağışlama,kadere boyun eğme,sabır vs…çalışmaları devam ediyor.O çocukların sokaktan,kovboy ve polisiye filimlerden,faydasız basından,saldırganlık ve yarışmacılık ruhunu tahrik eden sporlardan vs… uzak tutulmaları konusunda eğiticileri özellikle ikaz ediyordu.Özellikle itaat kavramı çok işlenmekte evde ana,babaya,okulda öğretmene,sokakta polise,işte müdüre karşı itaatkar olmalıydı…..

İdealini tasvir etmek maksadıyla her türlü,sokakta dövüşmeyen,polisiye filmi izlemeyen,futbol oynamayan,uzun sacı olmayan,kızlarla konuşmayan bir çocuğu tasvir ediyordu.Çocuk her yerde ve her zaman teşekkür eder ve özür diler.

Yazar söylemiyor ama edebiliriz…Hakkını yiyorlar o susuyor,şamar vuruyorlar o susuyor,karşılık vermiyor sadece bunun iyi bir şey olmadığını ortaya koymaya çalışıyor….


İslam toplumunun asırlardır gerilemesinin en temel sebeplerinden biride hatalı eğitim olduğunu düşünüyorum..


İslam gençliği yanlış eğitilmektedir.Düşmanımız sert ve pervarsız, Müslüman ülkeleri teker teker işgal ederken biz gençliğimize nazik olmasını kaderine boyun eğmesini her türlü iktidarın Allahtan olduğuna göre her türlü iktidara itaat içinde olmasını öğretiyorüz…


Müslüman değil tebaa ……Mükemmel sakin tam tebaa,fitne,esaret ve adaletsizlik dolusu olan bir dünyada,gençliğe sakınmasını,sakin olmasını itaat etmesini öğütmek aynı zamanda kendi halkının ezilmesini ve esir düşmesine ortak olmaktır.


Bügün atalarımızın yaptığı camileri saymaktansa mahallemizdeki caminin catısını tamir etmek daha önemlidir…


En az elli yerinde mücadele ve direniş prensiplerinin zikredildiği Kur an adına öğütlenmesi ayrı bir paradokstur.Rahatlıkla söylenebilirki Kur an teslimiyetciliği yasaklamıştır.Çok sayıda sahte büyüklük ve otorite yerine Kur an sadece,tek ve biricik teslimiyeti tesis etmişitir:Allah a olan teslimiyet.Ancak Allah a olan teslimiyet bu teslimiyette Kur an insan için özgürlük inşa ederek,onun bütün korkularından ve diğer bütün teslimiyetlerden kurtarır..


İslam ın ilerlemesi sakin ve teslimiyetçi kimseler değil,cesur itiraz (isyankar) ruhlu kimseler gercekleştirir..


O, Batı'yı günah keçisi yapmak yerine en sert eleştirilerini tutucu veya modernist olan Müslüman liderlere yöneltiyordu. Çünkü onlar İslâm'ı dünyayı yönetme tarzı yerine salt bir din olarak görüyorlardı.

Ona göre tutucu şeyhler çağdaş dünyayı anlamaktan uzaktı.

Çoğunlukla hükümette bulunan modernistler de Batı'da eğitim almış ve döndüğünde İslâm konusunda bir alçaklık kompleksi sorunu yaşayan kimselerdi. Bunlar Avrupa ve Amerikan değerlerini kendi toplumlarını kurtarmak ve reformize etmek için çabalamaktadır.

Türkiye ve Japonya örnegi

Tabii Begoviç her ne kadar modernist Müslüman liderleri Batı'nın büyüsüne kapılmakla suçlasa da o Batılı değerlere toptan karşı değildir. Modernistlerin sandığı gibi Batı'nın gücü, yaşam biçiminde değil, nasıl çalıştığında; kuvveti modada, ateistlikte, gece kulüplerinde, kontrolden çıkmış genç nesilde değil insanlarının olağanüstü sabır, bilgi ve sorumluluk duygusundadır.

Begoviç'in Batı'yı övmesi, yoksulluk ve az gelişmişlik gibi Müslümanların karmaşık sosyal problemlerine aceleci çözümler bulmaya çalışan modernistlerin göreceli tembelliğini ve dar görüşlülüğünü göstermek içindir. Daha iyi bir topluma ulaşmak Müslümanların büyük kararlılığını ve Kur'an'ın disiplinli okunmasını ve uygulanmasını gerektirir.

Kitabın II. bölümünde yer alan "İslâmi Düzen", Begoviç'i çoğunlukla dünya politik arenasında zor durumda bırakmak amacıyla şiddeti destekleyen kısım olarak lanse edilir.

Begoviç'e göre İslâmi yönetimin en kısa tanımı onun bir inanç ve yasa bütünlüğü, terbiye ve güç, idealler ve maslahatlar, maneviyata sahip bir toplum ve devlet, özgür irade ve kuvvet oluşu şeklindedir. Bu bileşenlerin sentezi olarak İslâmi düzen şu iki temel üzerine kuruludur:

İslâm toplumu ve İslâm otoritesi. İslâm toplumu İslâmi iktidar olmadan eksik ve zayıftır. İslâmi otorite İslâm toplumu olmadan ya ütopya ya da şiddetin kendisidir.

Bu sözler bağlamından koparıldığı zaman Yugoslavya'daki Müslüman olmayan insanları korkutmakta kullanılabilir ancak Begoviç'in bu sözleri modernist ve tutucu İslâm" liderliğin kurumlaştığı siyasi ve sosyal sistemlere sahip İslâm ülkeleri ile ilgilidir. O Batı ülkeleri hakkında konuşmamaktadır. İslâmi yönetim sadece Müslüman nüfusun çoğunlukta olduğu yerlerde icra edilebilir. Aksi takdirde yönetim şiddete dönüşür.

III. bölüm "İslâmi Düzenin Günümüzdeki Problemleri" ise İslâmi yenilenmenin reçetesi niteliğindedir.

Begoviç'e göre güce dayalı olarak kısa yoldan İslâmi düzene geçiş bir sapmadır. Doğru olan, eğitim ile ve ahlaki ilkelerin tebliği edilmesiyle yapılacak bir geçiştir.15 Cihadın zor olanı insanın kendisini kontrol edebilmesine yönelik olanıdır. Dikkatli bir okuma Begoviç'in Müslümanların azınlıkta olduğu (eski Yugoslavya gibi) ülkelerde siyasal değil kültürel bir devrimi desteklediğini gösterir.

Begoviç, bu eserinde İslam'ın bireyin kişisel hayatının tüm alanlarında, ailede ve toplumda pratiğe dökülmesi gerektiğini vurgular. İslami düşünce yenilenmeli ve Fas'tan Endonezya'ya kadar yek vücut bir İslam toplumu oluşturulmalıdır.

Begoviç, İslâmi Deklarasyon kitabında Atatürk'ün reformlarına da büyük eleştiriler getirmiştir. Ona göre İslâm, tüm Müslümanların birleşip manevi, kültürel ve siyasi tek bir toplum oluşturmaları eğilimindedir. İslâm bir ulus değil, uluslar üstü bir dindir. İslâm'ı kabul eden bir ulus ya da birey başka bir ideal için artık hayatını feda edemez. Bir Müslümanın, adı ne olursa olsun bir yönetici için ya da herhangi bir ulusun, partinin şerefi için kendisini feda edemez. Bir Müslüman sadece Allah'ın adıyla ve İslâm'ın onuru için ölebilirdi.

Müslüman milletler İslâm'a karşı olan hiçbir şeyi kabul edemezler, İslâm'a karşı gelenler direnişle karşılaşacaklardır. Tek çıkış yolu İslâm'a uygun düşünen ve hisseden yeni bir zihniyetin oluşturulmasıdır. Bu zihniyet İslâmi düzenin bayrağını yükseltecektir ve Müslüman kitleler de bunu pratiğe geçireceklerdir. Müslüman, genelde birey olarak var olamaz. Müslüman olarak yaşamayı arzuluyorsa, bir çevre, toplum ve düzen oluşturma gayreti içinde olmalıdır. Dünyayı ve kendisini değiştirmelidir. Ulusun yetişmesi ve özellikle yazılı basın, tv ve film sektörü İslâm' ahlâka ve bilgi birikimine sahip insanlar sahip olmalıdır. İslâmi uyanış siyasi devrim olmaksızın hayatiyetini başarılı bir şekilde sürdüremez.23 İslâmi düzen için mücadele cinayet hariç her yöntemi benimseyebilir. Hiç kimsenin kontrolsüz ve aşırı güç kullanımıyla İslâm'ın güzel adını ve bu mücadeleyi lekelemeye hakkı yoktur. İslâmi hareket ahlâki ve sayısal olarak yeterli güce kavuştuğunda mevcut gayr-i İslâmi yönetimi yeni inşa edilecek bir İslâmi otoriteyle değiştirmelidir.

Günümüzde İslâm" düzen için mücadele ve İslâm toplumunun yeniden inşası sadık ve homojen bir organizasyonda teşkilatlanmış deneyimli bireylerle başarılı bir şekilde tesis edilebilir. Bu organizasyon siyasi bir parti değildir.

O, net bir ahlaki ve ideolojik kritere sahip İslâmi ideoloji üzerine kuruludur.

İkinci olarak, İslâmi düzen için mücadele İslâm'ın temel unsurlarını icra çabasıdır. Bu, pratikte bir Müslümanın insanların dini ve ahlâki gelişimini garanti altına alması ve sosyal adalet için temel unsurları tedarik etmesi anlamına gelir.

Üçüncü olarak İslâm cumhuriyetinin işlevi, temelde salt insanların ve Müslümanların kardeşliğini deklare etmek değil, bu yüksek ahlâki ilkeleri pratiğe geçirmektir. Uyanan İslâm daha adil bir düzen için her toplumda bayrağı eline almalıdır. İslâmi mücadele aynı zamanda cahilliğe, haksızlığa, yoksulluğa karşı bir mücadeledir.

İslâmi yönetimin tabii fonksiyonu tüm Müslümanları dünya ölçeğinde bir araya getirmektir. Günümüz şartlarında bu Fas'tan Endonezya'ya tropikal Afrika'dan Orta Asya'ya bir İslâm federasyonu kurmak anlamına gelir.

Begoviç, kitabında Kudüs meselesiyle de ilgilenir. Ona göre Siyonistlerin Filistin'deki politikası dünyadaki tüm Müslümanlara yönelik bir provakasyondur. Kudüs ne salt Filistinlilerin ne de Arapların problemidir. O, tüm Müslüman ulusların meselesidir. Yahudiler Kudüs'ü almak istiyorlarsa İslâm'ı ve Müslümanları yenilgiye uğratmak zorundadır. Hamdolsun bu onların takatinin üstündedir. Siyonist Yahudiler istikbar yolunu seçerlerse İslâm hareketi ve tüm Müslümanlar için tek çözüm vardır: Günden güne, yıldan yıla verilen kurban ve harcanan zamanın miktarı ne olursa olsun savaşa devam etmek, mücadeleyi güçlendirmek ve yaymaktır. Bu mücadele işgal edilen toprakların her karışının alınmasına kadar sürebilir: "Bu temel konuda Filistinli kardeşlerimiz için, her müzakere ve her uzlaşma dünyamızın ahlâkı" sisteminin özünü yok edebilecek bir hiyanet olacaktır."

İzzet Begoviç'in bu eseri, Sırp ve Hırvat ulusçular tarafından stratejik olarak düşmanı tanımlamak için kullanıldı. Aynı zamanda 1983'teki yargılama esnasında ve sonrasında Sırbistan ve Hırvatistan'da ayrıca 1980'li yılların sonlarında ve savaş boyunca yurt dışında yaşayan göçmen Sırp ve Hırvatlar'a İslâmi tehdidin delili olarak dağıtıldı.
 
H Çevrimdışı

Hattab Amedi

İslam-tr Mudâvimi
İslam-TR Üyesi
Aliya’dan Bilge kraldan sözler;

“Akıllı adam nasıl konuşulacağını bilir. Hikmetli adam ise nasıl suskun kalınacağını da bilir.”

“Müslümanların hızla artan nüfusuyla övünmemiz, bana şişmanlığıyla övünen ve aldığı yeni kilolardan haz alan bir adamı hatırlatıyor. Ruhumuza, aklımıza ve başarılarımıza vurgu yapmaya ne zaman başlayacağız?

“Din vermek için, ihtilal ise almak için çağrıda bulunur.


“Ben bir Müslümanım ve öyle kalacağım. Kendimi dünyadaki İslam davasının bir neferi olarak telakki ediyorum ve son günüme kadar da böyle hissedeceğim. Çünkü İslam benim için güzel ve asil olan her şeyin diğer adı; dünyadaki Müslüman halklar için daha iyi bir gelecek vaadinin ya da umudunun, onlar için onurlu ve özgür bir hayatın, kısacası benim inancıma göre uğrunda yaşamaya değer olan her şeyin adıdır.” “İnsanlar tarihe hükmedemezler. Tarihe, Allah hükmeder ve O ne derse, o olur… İnsanlar tarihi yönetemezler. Bunu ne siz yapabilirsiniz, ne de Napolyon, İskender gibi mağrur liderler. Bunu ancak Allah yapar. Bu böyledir.” “Bizler insan olmaya ve insan kalmaya çalıştık ve başarılı olduk. Ancak bunu onlardan(Sırplar’dan) dolayı yapmadığımızın altını çizmeliyim. Kendimizden dolayı insan kalmaya çalıştık, onlardan dolayı değil. Onlara hiçbir şey borçlu değiliz. İnsan olmak ve insan kalmak, Allaha ve kendimize karşı sorumluluğumuzdur. Onlara karşı değil.
 
H Çevrimdışı

Hattab Amedi

İslam-tr Mudâvimi
İslam-TR Üyesi

“Bir gün… Sisli bir kış havası ve günlerden Cuma. Müslümanlar devam eden Sırp bombardımanından korunmak için yüksek binaların duvar diplerinden hızlı adımlarla camiye koşuyordu. Ben de daha güvenlikli bulduğum için Cuma namazını Gazi Hüsrev Bey camiinde kılmaya karar verdim. Cami, savaşa rağmen tıklım tıklım doluydu. Hocaefendi hutbede iken Aliya, oğlu Baqır ve iki koruma girdi. Hoca hutbeyi durdurdu. Hürmeten yer almasını bekledi. Görevliler ayağa kalkıp en önde yer vermek istedi. Ancak Aliya, “burası Allah”ın evidir. Burada farklılık olmaz… Allah katında en üstün olan, takva sahibi olandır. Herkes, bulduğu yere oturur. Ben burada oturacağım. Bilmiyoruz, belki hepimiz çiğnenecek, öleceğiz; amma, İslamı inşallah çiğnetmeyeceğiz… Hocam lütfen hutbeyi tamamlayın!” demişti. Aliya”nın o tavrıyla bütün cemaat duygulanmıştı…” diyor olaya şahit olanlardan biri.

 
H Çevrimdışı

Hattab Amedi

İslam-tr Mudâvimi
İslam-TR Üyesi
“Ben, İslam’ı ve mücadele şuurunu Mevdudi, Seyyid Kutup, Hasan el-Benna ve Fazlurrahman gibi alimlerin kitaplarından öğrendim.” Diyordu.
 
H Çevrimdışı

Hattab Amedi

İslam-tr Mudâvimi
İslam-TR Üyesi
Yargılamalar nasıl geçti?
Ben ve arkadaşım Necîb, Sagirbegoviç askeri mahkemede yargılandık. Ben 21, Necib, 23 yaşındaydı. Ben 3 yıl, Necip 4 yıl ceza aldı. 1946 -1949 yılları arasını hapiste geçirdim. Bizi Zenitsa cezaevinden Stolac'a, ordan da Bele Cezaevine gönderdiler. 6 ay sonra ailem yerimi öğrendi, binbir zorluktan sonra görüşme müsaadesi alabildi. Biz ormanda çalışıyor, Devlet'e kereste hazırlıyorduk. İyi çalışmamız için verilen ekmek arttırıldı, süt vermeye başlanmıştı. Pranga mahkumu gibiydik. Akşam yorgun olduğumuz için bir kenarda yığılıp kalıyorduk.
'İslam Bildirisi' nasıl kaleme alındı?
1970'de müslümanların mevcut durumunu göz önüne alarak 'İslam Bildirisi'ni kaleme aldım. Bu bildiri aslında bir çağrıydı, sadece Bosna ve Yugoslavya müslümanlarına değil, tüm dünya müslümanlarına hitap ediyordu. Çağrımda müslümanlara yeniden uyanış ve dirilişin öncüleri olma ve İslam'da şuûrlanmayı işlemeye çalıştım. Baskılar ve yasaklara karşı siyasî bir şuûrlanmanın başlatılması ve haksızlıklara karşı haklı bir siyasi başkaldırının başlaması gerektiği düşüncesinden hareket etmiştim. Bildiri Yugoslavya'da olduğu gibi İslam dünyasında da büyük yankı uyandırdı ve çokca tartışıldı. Büyük bir kısmını ceza evinde yazdığım "Doğu ve Batı arasında İslam" kitabım da öyle oldu. Kitabın çeşitli dillere tercüme edilerek tartışılmaya başlanması Komünist yönetimi endişelendirdi. Ağustos 1983'te Genç Müslümanlar Teşkilatı üyesi arkadaşımla yeniden tutuklandım, 14 yıla mahkum oldum.


"Affedilmem için yalvarmam istendi"
6 ay sonra itirazda bulunduk, cezamızın hafifletilmesini istedik. Fikir suçlusu olarak cezalarımızın indirileceğine inanmıştık. Ancak 14 yıl 12 yıla indirildi. Bir kere daha dilekçe vererek cezamızın hafifletilmesini talep ettik. Bu sefer 9 yıla indirildi. 1987'de halen sebebini anlayamadığım bir olay oldu. Zamanın 'Af Komisyonu' Başkanı Zdravko Durişiç evime mektub göndererek iki kızımı yanına çağırdı. Onlara 'Bu dilekçeyi babanıza götürün, imzalasın, onu serbest bırakacağız' diyerek bir yazılı dilekçe örneği verdi. Kızlarım sevinç dilekçeyi imzalamamı istediler. Dilekçede 'Yaptıklarım yanlıştı ve pişman oldum. Affımı istiyorum ve bundan sonra, normal hayata döneceğimi ve siyasetle asla uğraşmayacağımı garanti ederim' ifadesi vardı. Asla kabul edemiyeceğim dilekçeye imza atmamı istiyorlardı. Çünkü onlar korkmuşlardı, gelecekde yeni bir örgütlenmeye girişeceğimi iyi biliyorlardı. İmzalamayı reddetim. Kızlarım üzüldü, onlara durumu izah edince gerçekleri anladılar. Kasım 1988'de dış ülkelerin baskısıyla alınmış bir karar bana ulaştırıldı. Yugoslavya Parlamentosu beni affetmiş. Demokratik ülkelerin ve İslam ülkelerinin baskılarının bu afta büyük rolü olmuşdu. İslam ülkeleriyle ticareti geliştirmek isteyen Yugoslav yönetimi bu karara varmış, serbest kalmıştım..
 
A Çevrimdışı

akıncı han

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Bilge kral Islamı Devletinde neden ikame etmemis? Ya da bu konuda neden temeller atmamis?
 
A Çevrimdışı

akıncı han

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Dikkatli okudum .... Silahli Cihadi iptal ediyor ... sofiler gibi nefisle ve teblig ile cihad yapilir mealindeki seyleri söylüyor.
Siyasi devrim felan diyor ...
neyse bu konular tartisilir da vurguladigi Allahin hakimiyeti icin ne adimlar atmis? Bu adamin gücü vardi, isteseydi temel atabilirdi. Teoride iyi de pratikte adim göremedim ...
Ihvanın cizgisinde gibi .... yani bi yandan demokrasi bi yandan tevhid .... o nasil oluyorsa ...
 
H Çevrimdışı

Hattab Amedi

İslam-tr Mudâvimi
İslam-TR Üyesi
Dikkatli okudum .... Silahli Cihadi iptal ediyor ... sofiler gibi nefisle ve teblig ile cihad yapilir mealindeki seyleri söylüyor.
Siyasi devrim felan diyor ...
neyse bu konular tartisilir da vurguladigi Allahin hakimiyeti icin ne adimlar atmis? Bu adamin gücü vardi, isteseydi temel atabilirdi. Teoride iyi de pratikte adim göremedim ...
Ihvanın cizgisinde gibi .... yani bi yandan demokrasi bi yandan tevhid .... o nasil oluyorsa ...
:) Hayret,bu dediklerini nasıl anladın,şaşırdım..halbuki bende okudum..bu kadarda ters anlayacağını sanmıyordum..


Bir konuda karar vermek için,ortamını iyi bilmek gerekir.Bosnanın onun zamanındaki şartlarını bilmek gerekir,sırp ve hırvatlarla içiçe olan bir halk,bosnalılar nasıl katledildi?onu kimler yanlız bıraktı?Avrupanın ortasındaki bu müslümanlar silahsız bir şekilde ve kimlerin koruması altında yok edilip bir soykırıma tabi tutuldu,Aliya tüm bu durumda neler yaptı?neden zindanlarda 10 yıla yakın ve hangi suçlardan yattı?attığı temeller bugün bosnada müslümanım diyen insanların varlığına sebeb oldu,avrupanın ortasında tüm emperyalistlerin ve haçlıların plan ve projelerine karşı varlıklarını nasıl idame ettirdiler?bugün bosnalılar,tıpkı kıbrıslılar gibi asimile oluyor ve dinlerinden kopuk yaşıyorsa bunun sebeblerini bilmeden ve kendimizide sorgulamadan hemen karara varmak ne kadar doğru?kısacası hariçten gazel okumak kolay.
Ben aliya mükemmel bir muvahhid mücahid demiyorum,kusurları vardır,ama mücahid ve muvahhidlik lafla olsaydı,herhalde ortalık onlardan geçilmez olurdu?sen bosnada olsaydın ve sırbların,hırvatların ve diğer emperyal güçlerin boyundurluğu ve zülmü altında olsaydın acaba bir aliya gibi olabilirmiydin?kusura bakma...insanları öyle kolay harcayan ve hemen etiketi vuranlar,doğru bir anlayışa sahib olmazlar..


sofi gibi nefsle cihad yapanlar ne zamandan beri 10 yıl hapis yatmışlar?önce onu tanı sonra gel eleştir...
 
A Çevrimdışı

akıncı han

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Harcamiyoruz soruyoruz sadece .... dikilen fidanlar simdi meyve vermesi gerekiyordu... sirplara karsi mücadelesine laf edecek degilim herhalde. Sadece teoride olani pratik olarak hayata gecirmemis ...
Isteseydi tevhidi bilinci inşaa edebilirdi diyorum .... Ama demokrasi yolu secildi.
 
H Çevrimdışı

Hattab Amedi

İslam-tr Mudâvimi
İslam-TR Üyesi
Harcamiyoruz soruyoruz sadece .... dikilen fidanlar simdi meyve vermesi gerekiyordu... sirplara karsi mücadelesine laf edecek degilim herhalde. Sadece teoride olani pratik olarak hayata gecirmemis ...
Isteseydi tevhidi bilinci inşaa edebilirdi diyorum .... Ama demokrasi yolu secildi.

yanıma not aldığım hususları ekliyorum....

Aliya İzzetbegoviç (8 Ağustos 1925, Şamats – 19 Ekim 2003, Saraybosna)78 yaş..
Doğumu ve Yetişmesi
Aliya İzzetbegoviç, 1925'de Bosna-Hersek'in kuzey batısında bulunan Bosanska Krupa şehrinde dünyaya geldi. Ailesi İslami duyarlılığa sahip bir aileydi. Ancak İzzetbegoviç, İslam karşıtı ve Müslümanları Avrupa'ya dışarıdan girmiş kimseler olarak gören bir çevrede yetişti.
II. Dünya Savaşı Yılları

İzetbegović'in kurduğu Müslüman Gençler Kulübü oldukça önemli faaliyetler gerçekleştirdi. İkinci Dünya Harbi esnasındaki faaliyetleriyle de herkesin dikkatini çeken gözde bir oluşum hâline geldi. Ancak bu savaş esnasında tüm Yugoslavya, Almanların işgaline uğramıştı. Bu savaş esnasında Sırp Çetnikler Alman askerlerinin de desteğinden yararlanarak Bosna'da 100.000 Müslüman’ı öldürdüler.[1]

Komünist Rejim
13 Ocak1946'da Yugoslavya yeniden bağımsızlığına kavuştu. Ancak bu bağımsızlık hareketinde Komünist Parti yanlıları önemli bir rol üstlendiklerinden bağımsızlık sonrasında da ülkede yönetimi ele geçirdiler. Ülkenin resmî statüsünü de federal cumhuriyetler birliği olarak belirlediler. Buna göre Yugoslavya altı federal cumhuriyet ile iki özerk bölgeden oluşacak, cumhuriyetlerden biri de Bosna-Hersek Cumhuriyeti olacaktı.

Komünist rejimin ülke yönetimini ele geçirmesiyle birlikte dinlere özellikle de İslam'a karşı bir savaş başladı. İzetbegović, İslamî faaliyetleriyle tanındığından ve ateizme karşı olduğundan komünist baskının en önemli hedeflerinden biriydi. Bu sebeple 1949'da İslamcılık suçlamasıyla hapse girerek beş yıl hapis cezası çekti.

İzetbegović'in sıkıntıları 1953'te iktidara gelen Tito zamanında daha da arttı. Fakat o bütün baskılara rağmen İslamî konularda kafa yormaya, fikirler üretmeye, etrafını aydınlatmaya devam ediyordu. Bu arada sistemin Müslümanların meseleleriyle ilgilenmesi üzere görevlendirdiği Hasan Duzu ile ilişki kurarak onunla irtibat halinde çalışmalar yürütmeye başladı.

Tito'nun 1974'te yeni bir anayasa hazırlamasından sonra yönetim Müslümanlar üzerindeki baskıyı kısmen hafifleterek bazı geleneksel İslamî kurumların yeniden işlev kazanmasına imkân sağladı. Bu yumuşama üzerine bazı camiler ve medreseler yeniden açıldı. Küçük çapta da olsa bir yumuşamayla bazı dinî kurumların yeniden hayata geçirilmesi Müslümanlar arasında hızlı bir İslamî uzlaşıya zemin hazırladı.

İzetbegović'in İslamî Manifestosu
1980'de Tito ölünce federasyon cumhurbaşkanlığı konusunda bir anlaşmazlık ortaya çıktı. Bunun üzerine altı federal eyaletin her birinin cumhurbaşkanının sırayla bir yıl federasyon cumhurbaşkanlığı yapması üzere anlaşma sağlandı. Bu gelişmeyle birlikte ülkede kısmen bir demokratikleşme sürecine girilmiş oldu. Çünkü federal eyaletlerde yönetime geçmek isteyenler siyasal partiler vasıtasıyla faaliyetler yürütebiliyorlardı. Buna bağlı olarak hürriyetlerde de bir genişleme oldu. İzetbegović'in oğlu bu ortamdan yararlanarak babasının makalelerini bir kitapta toparlayıp, 1983'te "İslamî Manifesto" adıyla yayınladı. İzetbegović'in daha önce 1970'te de bu adla bir kitabı yayınlanmıştı. 1983'te söz konusu kitabın yayınlanması epey bir yankı uyandırdı. Hâkim sistem bu gelişmeye tahammül edemeyerek İzetbegović'i Avrupa'nın ortasında radikal İslamî bir cumhuriyet kurmak için çalışmakla suçladı ve tutuklattı. İzetbegović, mahkeme önüne çıkarılıp “hakim sistemi değiştirmek ve Bosna-Hersek'i İslamî devlete dönüştürmek için çalışmak”la itham edildi ve yargılamadan sonra 14 yıl hapis cezasına mahkûm edildi. Fakat bu mahkûmiyet onun kitabının bütün Bosna'da duyulmasını ve tesirini göstermesini sağladı. Müslümanlar muhtelif yollarla onun söz konusu kitabını temin etmeye çalışıyorlardı. Kitabın yazarının bu kitaptan dolayı hapiste olması okuyanların ruhlarındaki tesirinin daha da artmasına sebep oluyordu.

Hapis Yılları
Yargıtay kararıyla daha sonra mahkûmiyet süresi 11 yıla indirildi. 1988'de çıkarılan bir afla da serbest bırakıldı.

Beş yıllık hapis süresi (1983-1988) İzetbegović'in hayatında önemli etkiler yaptı. Hapiste düşünmeye, fikir üretmeye, daha önce üretilmiş fikirlerden istifade etmeye çokça fırsat buldu. Bunun yanı sıra önemli bir fikri eserinden dolayı hapse atılması olması, onun fikirlerinin çevrede daha çok yankı uyandırmasına sebep oldu. Ayrıca onun hapiste olduğu dönemde yıllarını verdiği "Doğu ve Batı Arasında İslam" adlı meşhur kitabı yayınlandı. Bu kitabını bir arkadaşı neşretti ve çok kısa zamanda geniş bir kitleye ulaşarak büyük yankı uyandırdı. İzetbegović, bu kitabıyla İslam'ı sade ve öz bir şekliyle yetişen nesillere kazandırmayı hedefliyordu.

Siyasi Mücadele

Alija İzetbegović'in 1997 yılındaki Amerika Birleşik Devletleri ziyareti

İzetbegović, hapisten çıktığında Dünya'da komünist rejimler çöküş dönemine girmişti. Yugoslavya'da da eski federatif yapının korunması konusunda çok fazla bir duyarlılık kalmamıştı. Bunun yerine bağımsızlık yanlısı fikirler etkisini göstermeye başlamıştı. Ayrıca eyaletlerde yönetime geçme konusunda etkin siyasi yarışlar başlamıştı. Alija İzetbegović de Bosna-Hersek Özerk Cumhuriyeti’nde Demokratik Eylem Partisi (SDA) adı verilen bir siyasi parti kurdu. Bu parti Bosna-Hersek'te 5 Aralık1990'da gerçekleştirilen genel seçimleri kazanarak lideri Alija İzetbegović cumhurbaşkanı oldu. Bu seçim SDA'nın girdiği ilk seçim olmasına rağmen büyük bir başarı elde etti ve cumhurbaşkanlığını kazanmasının yanı sıra parlamentoda da 86 sandalye elde etti.

Bağımsızlık Dönemi
1990'lı yıllara girildiğinde Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti içinde bir bağımsızlık hareketi baş gösterdi. Özerk cumhuriyetler birbiri ardından bağımsızlıklarını ilan ediyor ya da bu yönde niyetlerini ortaya koyuyorlardı. Bosna-Hersek de 1 Mart1992'de gerçekleştirdiği referandum sonrasında bağımsızlığını ilan etti. Çünkü yapılan referandumda halkın % 62,8'i bağımsızlığı tercih etmişti. Ancak Sırplar hemen arkasından Bosna-Hersek yönetiminde söz sahibi olan Müslümanlara karşı savaş açarak yeni bir katliam hareketi başlattılar. Hırvatistan ve Slovenya'nın bağımsızlık mücadelesine destek olan Avrupa ülkeleri ve ABD ise Bosna-Hersek'i Sırp saldırıları karşısında yalnız bıraktılar. Bosna-Hersek Müslümanlarını en çok sıkıntıya sokan da, Avrupa'nın üçüncü büyük ordusu Yugoslavya Federal Ordusu'nun Sırpçetnikleriyle birlikte hareket etmesi, onlara destek vermesiydi. Müslümanlarsa herhangi bir askerî destekten yoksun ve silah yönünden çok zayıftılar. Sonuçta Sırplar Bosna-Hersek'in önemli şehirlerini işgal ettiler. Bu işgal hareketi bir milyona yakın Müslüman’ı göçe zorladı. Sırplar işgal ettikleri yerlerde hem katliam hem de yıkım gerçekleştiriyorlardı. Özellikle camileri ve İslamî izler taşıyan tarihî eserleri yıkmaya özen gösteriyorlardı.

Bosna-Hersek meselesinin çözümü için değişik tarihlerde gerçekleştirilen görüşmeler ve arabuluculuk çalışmaları da bir sonuç vermedi. 1994'ün sonuna gelindiğinde Bosna-Hersek'teki iç savaşın aldığı can sayısı 250.000'i, göçe zorladığı insan sayısı ise 1 milyonu aşmıştı.

Bosna-Hersek Cumhuriyeti cumhurbaşkanı Alija İzetbegović çok büyük askerî güce ve imkana sahip olan Sırplarla, her türlü askeri imkandan yoksun ve hiçbir dış desteğe sahip olmayan Bosna-Hersek halkını karşı karşıya getirmemek için önce oldukça temkinli bir politika izledi.

Dayton Anlaşması
Bosna-Hersek Müslümanlarının direnişlerine Müslüman halklar grubu sahip çıktı. İslam dünyasının muhtelif bölgelerinden gençler direnişçiler soykırıma dur demek için bu ülkeye gitti. Direniş ve savaş aynı zamanda Bosna-Hersek Müslümanları arasında İslamî bilinçlenmenin artmasını da sağladı. Ancak ülke yönetimleri Bosna-Hersek Müslümanlarını büyük ölçüde yalnız bıraktılar. Buna ek olarak Avrupa ve ABD, ezilen ve katliamlara maruz kalan Bosna-Hersek halkına hiçbir şekilde destek çıkmadı. Katliamın son raddesine vardığı sırada da Sırpların isteklerini kabul etmeleri için Müslümanlara baskı yaptılar. İşte bu siyasi baskılar ve eşit olmayan savaş şartları karşısında İzetbegović, önüne konulan anlaşmayı kabul etmiştir. Çünkü savaşın devam etmesi Bosna Müslümanlarının tam bir soykırımla karşı karşıya gelmeleri gibi sonucun doğmasına sebep olabileceğini düşünüyordu. Neticede 1995'te ABD tarafından dayatılan Dayton Anlaşması'nın imzalanmasıyla savaş sona erdi. Anlaşma Bosna-Hersek topraklarının % 51'ini Müslümanlara ve Hristiyan Hırvatlara, % 49'unu da Bosna-Hersek Sırplarına (veya bu ülkeye yerleşmiş Sırplara) veriyordu. Yönetimin de bu üç halk arasında paylaşılmasını şart koşuyordu. Anlaşmayla Amerika Birleşik Devletleri, aynı zamanda Müslümanlara ellerindeki silahları imha etmelerini ve ABD patentli silahları, yedek parçasız bir şekilde satın almalarını şart koştu.

Bosna-Hersek Savaşı, ABD ve Avrupa'nın haçlı kimliğini bir kez daha gözler önüne sermiştir. Bunu bizzat Avrupalı tarihçiler ve yorumcular da itiraf etmiş ve bu savaşta Batılıların 19. yüzyıldaki sömürgeci kimliklerine geri döndüklerine dikkat çekmişlerdir.Bazı Eserleri

………………………………..
Hayatı

Boşnak Müslüman lider Aliya İzzet Begoviç 8 Ağustos 1925'te Bosna'da doğdu. Avukat olan Begoviç'in siyasete ilgisi büyüktü. Savaş sonrası yıllarda Müslümanlar kendi kimliklerini açıkça duyurmak amacıyla Miladi Muslimani (Genç Müslümanlar) adlı bir grup oluşturduklarında bu grubun önemli üyelerinden birisi de oydu. 1941'de oluşturulan bu grubun amaçları İslâmi düşüncenin ve kültürün, aslını kaybetmemiş ve dinamik formuyla ihyası, Müslümanların, tarihleri ve dini geleneklerine uygun olarak yeniden eğitilmesi ve Müslüman mültecilerin, yetimlerin ve savaş mağdurlarının ilgilenileceği sosyal ve hayır kurumlarının gelişimiydi. Terörist bir teşkilat olmakla suçlanan bu grup yasaklandı ve üyeleri keyfi bir biçimde hapse atıldı. Hapse konanlar içinde İslâm Birliği (Pan-lslamic) faaliyetlerinden dolayı üç yıl cezaya çarptırılan 21 yaşındaki Aliya İzzet Begoviç de vardı. 1949'da da dört Miladi Muslimani liderine ölüm cezası verildi.

Aliya izzet Begoviç, İslâm birliğine yönelik çalışmaları nedeniyle 1946-1948'de olduğu gibi 1983-1988 yılları arasında da Yugoslavya'da ki totaliter rejim tarafından hapis cezasına çarptırıldı. Yugoslav medyası onu ve diğer Müslüman liderleri Osmanlı işgalcilerinin hayaletleri ya da İmam Humeyni'nin Balkan versiyonları olarak tasvir ettiler.

Miladi Muslimani (Genç Müslümanlar) Teşkilat nasıl çalışıyordu?

Teşkilatta yapılan görev dağılımında Liseliler ve Üniversiteliler diye iki ayrı grupa ayrıldı. Aralık 1940'da yaptığımız bir toplantıda ilk defa biraraya geldi. Ocak ve Şubat aylarındaki toplantılarda Boşnak halkının içinde bulunduğu sıkıntılar ve çıkış yolları tartışıldı. İslam'ı daha iyi anlamak için İslam dini dersleri başlamıştkı. Avrupalıların İslam'a bakışı ve Haçlı Seferleri'nin sebepleri ve Müslümanlara karşı başlatılan yok etme kampanyalarının sebepleri, en çok tartışılan konularıydı. O tarihte İslam ve Müslümanlar aleyhinde büyük bir karalama kampanyası başlatılmıştı. Müslümanım demek suç olmuştu. Aleyhimizdeki bu yoğun kampanyaya karşı kendi başlarına İslam'ı öğrenmek ve İslam'ın hoşgörüsünü tanıtabilmek için yazılar yazmaya çalışıyordular.

"Gizlice İslami eğitim alıyordu"

Aliya İzzetbegoviç, Bosna-Hersek Müslümanları için çok önemli olan ve İkinci Dünya savaşı yıllarında kurulan Genç Müslümanlar Teşkilatı'nın Komünist Sırp yönetiminin baskıları ve Sırp gizli servisinin takiplerine rağmen Boşnak gençler arasında yayılıp örgütlendiğine ilişkin ilginç anekdotlar anlatıyor. İzzetbegoviç, 16 yaşında girdiği Genç Müslümanlar Teşkilatı'ndaki fikri çalışmaları şu sözlerle anlatıyor:

"O sıralarda, Ali Mutevelliç tarafından kaleme alınan ve büyük bir hayranlık duyduğum 'İslam Işığında' adlı eseri okudum. Bu, çok kıymetli bir eserdi ve benim üzerimde büyük etkisi olmuştu. Ayrıca Osman Nuri Haciç'in yazdığı 'Hz. Muhammed ve Kur'an da bana yön veren eserlerdendir. Yaklaşık 300 sahife olan bu kıymetli eser, idealist bir uslûbla yazılmıştır. Bu ve benzeri kıymetli eserler o zamanlar Mostar şehrindeki faaliyet gösteren 'Kalaycı' Kütüphanesi tarafından bastırılmıştı. Bu çok büyük bir hizmet olmuştu ve teşkilatımız üyeleri bu eserlerden büyük ölçüde istifade etmişlerdi. Bu eserler teşkilatımızda okunuyor ve tartışılıyordu. Böylece ilk aylardan başlayarak İslam'ı gerçek kaynaklarından öğrenmeye başlamıştık. Üyelerimizin sayısı büyük bir hızla artıyordu. Müslüman gençlik içinde teşkilatımız büyük bir kabul bulmuş oldu."

Müslümanlar olarak ayakta kalabilmeyi neye borçlu?

Biz o zamanki şanlı mücadelemizin bu günlere gelişimizde büyük rolü olduğu inancındayım. Biz mensubu olduğumuz mukaddes dinimiz İslamla varlığımızı sürdürebileceğimize inanmıştık ve öyle de oldu. Bu şuna benzer: Bir çiçek düşünün, eğer onun köklerini keserseniz; o,topraktaki gıdayı ve suyu alamaz. Bir süre yaşar ve sonunda kurur ve en ufak rüzgar, onun alır kötürür. Kısacası Müslüman Boşnak halkının geleceği İslam'dadır. Bu benim değişmez, sâbit fikrimdir

Aliya İzzet Begoviç 'İslam Bildirisi' nasıl kaleme alındı?

1970'de müslümanların mevcut durumunu göz önüne alarak 'İslam Bildirisi'ni kaleme aldım. Bu bildiri aslında bir çağrıydı, sadece Bosna ve Yugoslavya müslümanlarına değil, tüm dünya müslümanlarına hitap ediyordu. Çağrımda müslümanlara yeniden uyanış ve dirilişin öncüleri olma ve İslam'da şuûrlanmayı işlemeye çalıştım. Baskılar ve yasaklara karşı siyasî bir şuûrlanmanın başlatılması ve haksızlıklara karşı haklı bir siyasi başkaldırının başlaması gerektiği düşüncesinden hareket etmiştim. Bildiri Yugoslavya'da olduğu gibi İslam dünyasında da büyük yankı uyandırdı ve çokca tartışıldı. Büyük bir kısmını ceza evinde yazdığım "Doğu ve Batı arasında İslam" kitabım da öyle oldu. Kitabın çeşitli dillere tercüme edilerek tartışılmaya başlanması Komünist yönetimi endişelendirdi. Ağustos 1983'te Genç Müslümanlar Teşkilatı üyesi arkadaşımla yeniden tutuklandım, 14 yıla mahkum oldum.

Hapisten çıktıktan sonra, siyasi çalışmalarını SDA (Demokratik Eylem Partisi) çatısı altında sürdürdü. 1990'da partinin başkanlığına getirilen Begoviç, aynı yıl Bosna'nın başkanlığına seçildi. Demokratik Eylem Partisi (SDA) Aliya İzzet Begoviç ve arkadaşlarının siyasi arenada Müslüman kimliğini vurgulamak amacıyla kurduğu bir partidir. Bu teşkilat da şeriat amaçladığına dair bir emare göstermemiştir. SDA, Bosna'daki Müslümanları, Sırpları ve Hırvatları ortak menfaatler için bir araya gelmeye teşvik etmiştir.3 Bu nedenledir ki, SDA, 240 sandalyeli Bosna Meclisi'nin 87'sini yani oyların %37,8'ini almayı başarmıştır.4 Bu parti ılımlı bir çizgi takip etmiştir. Aliya İzzet Begoviç İslâmi Deklarasyon adlı kitabıyla her ne kadar fundamentalistlikle suçlansa da bu kitabında ne Bosna'da bir İslâm devleti kurmak istediğini belirtmiş ne de böyle bir şeyi lideri oldu SDA'nın programına koymuştur.5

Begoviç, 1940'lardan bu yana Avrupa'nın gördüğü en büyük barbarlık eylemi olan Müslümanlara yönelik bu zulümler karşısında halkından ayrılmadı ve onları kum çuvallarının ardındaki ofisinde örgütledi. İhtilaflı olduğu Sırp ve Hırvat siyasetçilerle 1995'te Dayton Barış Anlaşması'nı imzaladı. Eylül 1996'da da Bosna'nın üçlü başkanlık yönetiminin liderliğine oturdu. 2000 yılında da başkanlığı bıraktı.

Begoviç, uzun süredir kalbinden rahatsızdı ve Slovenya'da, Suudi Arabistan'da tedavi görüyordu. İki defa kalp krizi geçirdi ve en son geçirdiği krizde yere düşerek kaburga kemiklerini kırdı. 19 Ekim 2003'te iç kanama sonucu hastanede hayatını kaybetti.

Bosna tarihi boyunca kişisel yolculuğunun sonunda Begoviç, "Tekrar hayata dönmem teklif edilseydi, reddederdim. Tekrar dünyaya gelmek zorunda olsaydım, kendi hayatımı tercih ederdim." diyordu. Aliya, baba, filozof, eylemci, siyasetçi, devlet adamı ve çoğuna göre de tarihin göz kamaştırıcılığından uzak bir hayat yaşamaya çalışan hırstan uzak bir kahramandı. O, Tito yönetimine isyan eden liderlerden birisiydi. O, "Amacımız, Müslümanların İslâmlaşmasıdır. Yöntemimiz inanmak ve mücadele etmektir." diyordu.

Eserlerine Kısa Bir Bakış


Aliya, politikacı olduğu kadar saygın bir bilgin ve yazardı. İslâmî Deklarasyon, İslâm Rönesansının Sorunları ve Özgürlüğe Kaçışım ve Doğu ve Batı Arasında İslâm bazı eserleridir. Ancak en iyi eseri yukarıda zikrettiğimiz eserlerin sonuncusudur. Yazar Doğu ve Batı Arasında İslâm adlı eserinde sanat, ahlâk, kültür ve hukuk konusunda, seküler ve İslâmi medeniyetlerin ayrıldığı ve birleştiği noktaları gösterir. Bu eseri 1984'te henüz kendisi komünist Yugoslavya iktidarı döneminde hapisteyken yayınlanmıştır. Bu kitap Fransa'da yasaklanmış olmasına rağmen 1990'lerde Avrupa'da en çok satan eserler arasına girmiştir.

Begoviç'in en çok tartışma konusu olan eseri ise İslâmi Deklarasyon adlı çalışmasıdır. Bu eser Müslüman toplumların İslâmlaşması gerektiğini ve Müslümanların manevi muhtaçlık içinde ve maddi ve siyasi olarak bağımlı olduğunu vurguluyordu.

Bu kitabın I. bölümünde Begoviç: Müslümanları yakın bir gelecekte yok olmaktan kurtarmak için İslâmi yenilenmeye ve Kur'an-ı Kerim'i daha sıkı bir okumaya tabi tutmaya ve onu tatbik etmeye çağırıyordu.

Genel olarak diyoruz ki beş büyük dini görev vardır. Şahadet, namaz, oruç, zekat ve Haç.Bugün kü bicimde şartları tanımlayan kimdir bilmiyorum, fakat bu şartların öğrenilmesi ve ezberlenmesi Kur an ı anlayarak öğrenmenin yerini aldı.

Bence islamın özü İman etmek ve iyi amel işlemektir.

Namaz kılınabilir zekat verilebilir oruçta tutulabilir.Fakat yinede ameller boş olabilir. Bir insan Kur an ın iyilik yapma emrini insana dönüşmeden ve öylede kalmadan olmaz.Çünkü Namaz hedef değil…kötülükten uzaklaşmak için bir araçtır…Eğer senin ruhun Allaha olan imanla ve davranışların iyilik etmekle doluysa onlar İslam a aittir.Yok eğer bunlar yoksa bu ibadetler diğer bütün boş inançlar gibi anlamsızdır.

Bu durum bütün yorumlara rağmen İslam kaynağı Kur an a neden dönmemiz gerektiğini açıklamaktadır.

Allah Resulü Muhammed (A.S)

Özellikle Kur an ı kerimde ifade etiği gibi bizim için en güzel örnek Peygamber a.s olduğu için onun hayatını bilmek gerekir. Onu hayatta çeşitli durumlarda görüyoruz:Hz Hatice nin mutlu ve heyecanlı eşi, Hira tepesinde düşüncelere dalmış bir derviş, Uhud savaşında cesur bir savaşcı ,Hubeydiyede mahir bir diplomat,ölü dostunun mezarında ağlıyan normal bir insan ,ve her şeyden önemlisi misyonunun Dünya için önemine sarsılmaz bir biçimde inan ve Dünyanın dör bir tarafına mesaj gönderen lider olarak görüyoruz.

Muhammed a.s güzeldi fakat manken değildi, iyiydi fakat enayi değildi, Cesurdu fakat acımazsız değildi,Akılıydı fakat filozof değildi, basiretliydi fakat hayalperest değildi.Bilgeydi fakat ukala değildi.Bütün bunlar onun şahsında bulunan üstün insanlıkla Muhammed as çevresini fetheden özellikleriydi.

Kavramlar ve eşya içinde hakikati ve özü seviyordu, ölene dek de öyle kaldı.Yaşlandığında ve zaferi elde ettiği halkının lideri ile bütün Arabistanın tartışmasız lideri olduğunda da onun evi en mütevazi evlerden,onun yemeği ise çoğu zaman arpa ekmeği ve bir avuç hurmadır.Kendi mütevazi örtüsünün yırtık ve ayakkabısının söküğünü kendi elleriyle diken,aynı zamanda devlet işlerini yürütürdü.Bütün bunları bildikten sonra bu insanı sevmemek mümkün mü :

Müslümam Mı Yoksa Tebaa Mı Yetiştiriyoruz

Müslüman olan yakın bir arkadaşım Müslüman gencliğin eğitimi hususunda bir makalesini inceledim.Dinin ruhuna uygun bir eğitimde ısrar ederken çocuklar nezdinde nezaket, iyi davranma,tevazu ,kendini ön plana cıkarmama,merhamet,bağışlama,kadere boyun eğme,sabır vs…çalışmaları devam ediyor.O çocukların sokaktan,kovboy ve polisiye filimlerden,faydasız basından,saldırganlık ve yarışmacılık ruhunu tahrik eden sporlardan vs… uzak tutulmaları konusunda eğiticileri özellikle ikaz ediyordu.Özellikle itaat kavramı çok işlenmekte evde ana,babaya,okulda öğretmene,sokakta polise,işte müdüre karşı itaatkar olmalıydı…..

İdealini tasvir etmek maksadıyla her türlü,sokakta dövüşmeyen,polisiye filmi izlemeyen,futbol oynamayan,uzun sacı olmayan,kızlarla konuşmayan bir çocuğu tasvir ediyordu.Çocuk her yerde ve her zaman teşekkür eder ve özür diler.

Yazar söylemiyor ama edebiliriz…Hakkını yiyorlar o susuyor,şamar vuruyorlar o susuyor,karşılık vermiyor sadece bunun iyi bir şey olmadığını ortaya koymaya çalışıyor….

İslam toplumunun asırlardır gerilemesinin en temel sebeplerinden biride hatalı eğitim olduğunu düşünüyorum..

İslam gençliği yanlış eğitilmektedir.Düşmanımız sert ve pervarsız, Müslüman ülkeleri teker teker işgal ederken biz gençliğimize nazik olmasını kaderine boyun eğmesini her türlü iktidarın Allahtan olduğuna göre her türlü iktidara itaat içinde olmasını öğretiyorüz…

Müslüman değil tebaa ……Mükemmel sakin tam tebaa,fitne,esaret ve adaletsizlik dolusu olan bir dünyada,gençliğe sakınmasını,sakin olmasını itaat etmesini öğütmek aynı zamanda kendi halkının ezilmesini ve esir düşmesine ortak olmaktır.

Bügün atalarımızın yaptığı camileri saymaktansa mahallemizdeki caminin catısını tamir etmek daha önemlidir…

En az elli yerinde mücadele ve direniş prensiplerinin zikredildiği Kur an adına öğütlenmesi ayrı bir paradokstur.Rahatlıkla söylenebilirki Kur an teslimiyetciliği yasaklamıştır.Çok sayıda sahte büyüklük ve otorite yerine Kur an sadece,tek ve biricik teslimiyeti tesis etmişitir:Allah a olan teslimiyet.Ancak Allah a olan teslimiyet bu teslimiyette Kur an insan için özgürlük inşa ederek,onun bütün korkularından ve diğer bütün teslimiyetlerden kurtarır..

İslam ın ilerlemesi sakin ve teslimiyetçi kimseler değil,cesur itiraz (isyankar) ruhlu kimseler gercekleştirir..

O, Batı'yı günah keçisi yapmak yerine en sert eleştirilerini tutucu veya modernist olan Müslüman liderlere yöneltiyordu. Çünkü onlar İslâm'ı dünyayı yönetme tarzı yerine salt bir din olarak görüyorlardı.

Ona göre tutucu şeyhler çağdaş dünyayı anlamaktan uzaktı.

Çoğunlukla hükümette bulunan modernistler de Batı'da eğitim almış ve döndüğünde İslâm konusunda bir alçaklık kompleksi sorunu yaşayan kimselerdi. Bunlar Avrupa ve Amerikan değerlerini kendi toplumlarını kurtarmak ve reformize etmek için çabalamaktadır.

Türkiye ve Japonya örnegi

Tabii Begoviç her ne kadar modernist Müslüman liderleri Batı'nın büyüsüne kapılmakla suçlasa da o Batılı değerlere toptan karşı değildir. Modernistlerin sandığı gibi Batı'nın gücü, yaşam biçiminde değil, nasıl çalıştığında; kuvveti modada, ateistlikte, gece kulüplerinde, kontrolden çıkmış genç nesilde değil insanlarının olağanüstü sabır, bilgi ve sorumluluk duygusundadır.

Begoviç'in Batı'yı övmesi, yoksulluk ve az gelişmişlik gibi Müslümanların karmaşık sosyal problemlerine aceleci çözümler bulmaya çalışan modernistlerin göreceli tembelliğini ve dar görüşlülüğünü göstermek içindir. Daha iyi bir topluma ulaşmak Müslümanların büyük kararlılığını ve Kur'an'ın disiplinli okunmasını ve uygulanmasını gerektirir.

Kitabın II. bölümünde yer alan "İslâmi Düzen", Begoviç'i çoğunlukla dünya politik arenasında zor durumda bırakmak amacıyla şiddeti destekleyen kısım olarak lanse edilir.

Begoviç'e göre İslâmi yönetimin en kısa tanımı onun bir inanç ve yasa bütünlüğü, terbiye ve güç, idealler ve maslahatlar, maneviyata sahip bir toplum ve devlet, özgür irade ve kuvvet oluşu şeklindedir. Bu bileşenlerin sentezi olarak İslâmi düzen şu iki temel üzerine kuruludur:

İslâm toplumu ve İslâm otoritesi. İslâm toplumu İslâmi iktidar olmadan eksik ve zayıftır. İslâmi otorite İslâm toplumu olmadan ya ütopya ya da şiddetin kendisidir.

Bu sözler bağlamından koparıldığı zaman Yugoslavya'daki Müslüman olmayan insanları korkutmakta kullanılabilir ancak Begoviç'in bu sözleri modernist ve tutucu İslâm" liderliğin kurumlaştığı siyasi ve sosyal sistemlere sahip İslâm ülkeleri ile ilgilidir. O Batı ülkeleri hakkında konuşmamaktadır. İslâmi yönetim sadece Müslüman nüfusun çoğunlukta olduğu yerlerde icra edilebilir. Aksi takdirde yönetim şiddete dönüşür.

III. bölüm "İslâmi Düzenin Günümüzdeki Problemleri" ise İslâmi yenilenmenin reçetesi niteliğindedir.

Begoviç'e göre güce dayalı olarak kısa yoldan İslâmi düzene geçiş bir sapmadır. Doğru olan, eğitim ile ve ahlaki ilkelerin tebliği edilmesiyle yapılacak bir geçiştir.15 Cihadın zor olanı insanın kendisini kontrol edebilmesine yönelik olanıdır. Dikkatli bir okuma Begoviç'in Müslümanların azınlıkta olduğu (eski Yugoslavya gibi) ülkelerde siyasal değil kültürel bir devrimi desteklediğini gösterir.

Begoviç, bu eserinde İslam'ın bireyin kişisel hayatının tüm alanlarında, ailede ve toplumda pratiğe dökülmesi gerektiğini vurgular. İslami düşünce yenilenmeli ve Fas'tan Endonezya'ya kadar yek vücut bir İslam toplumu oluşturulmalıdır.

Begoviç, İslâmi Deklarasyon kitabında Atatürk'ün reformlarına da büyük eleştiriler getirmiştir. Ona göre İslâm, tüm Müslümanların birleşip manevi, kültürel ve siyasi tek bir toplum oluşturmaları eğilimindedir. İslâm bir ulus değil, uluslar üstü bir dindir. İslâm'ı kabul eden bir ulus ya da birey başka bir ideal için artık hayatını feda edemez. Bir Müslümanın, adı ne olursa olsun bir yönetici için ya da herhangi bir ulusun, partinin şerefi için kendisini feda edemez. Bir Müslüman sadece Allah'ın adıyla ve İslâm'ın onuru için ölebilirdi.

Müslüman milletler İslâm'a karşı olan hiçbir şeyi kabul edemezler, İslâm'a karşı gelenler direnişle karşılaşacaklardır. Tek çıkış yolu İslâm'a uygun düşünen ve hisseden yeni bir zihniyetin oluşturulmasıdır. Bu zihniyet İslâmi düzenin bayrağını yükseltecektir ve Müslüman kitleler de bunu pratiğe geçireceklerdir. Müslüman, genelde birey olarak var olamaz. Müslüman olarak yaşamayı arzuluyorsa, bir çevre, toplum ve düzen oluşturma gayreti içinde olmalıdır. Dünyayı ve kendisini değiştirmelidir. Ulusun yetişmesi ve özellikle yazılı basın, tv ve film sektörü İslâm' ahlâka ve bilgi birikimine sahip insanlar sahip olmalıdır. İslâmi uyanış siyasi devrim olmaksızın hayatiyetini başarılı bir şekilde sürdüremez.23 İslâmi düzen için mücadele cinayet hariç her yöntemi benimseyebilir. Hiç kimsenin kontrolsüz ve aşırı güç kullanımıyla İslâm'ın güzel adını ve bu mücadeleyi lekelemeye hakkı yoktur. İslâmi hareket ahlâki ve sayısal olarak yeterli güce kavuştuğunda mevcut gayr-i İslâmi yönetimi yeni inşa edilecek bir İslâmi otoriteyle değiştirmelidir.

Günümüzde İslâm" düzen için mücadele ve İslâm toplumunun yeniden inşası sadık ve homojen bir organizasyonda teşkilatlanmış deneyimli bireylerle başarılı bir şekilde tesis edilebilir. Bu organizasyon siyasi bir parti değildir.

O, net bir ahlaki ve ideolojik kritere sahip İslâmi ideoloji üzerine kuruludur.

İkinci olarak, İslâmi düzen için mücadele İslâm'ın temel unsurlarını icra çabasıdır. Bu, pratikte bir Müslümanın insanların dini ve ahlâki gelişimini garanti altına alması ve sosyal adalet için temel unsurları tedarik etmesi anlamına gelir.

Üçüncü olarak İslâm cumhuriyetinin işlevi, temelde salt insanların ve Müslümanların kardeşliğini deklare etmek değil, bu yüksek ahlâki ilkeleri pratiğe geçirmektir. Uyanan İslâm daha adil bir düzen için her toplumda bayrağı eline almalıdır. İslâmi mücadele aynı zamanda cahilliğe, haksızlığa, yoksulluğa karşı bir mücadeledir.

İslâmi yönetimin tabii fonksiyonu tüm Müslümanları dünya ölçeğinde bir araya getirmektir. Günümüz şartlarında bu Fas'tan Endonezya'ya tropikal Afrika'dan Orta Asya'ya bir İslâm federasyonu kurmak anlamına gelir.

Begoviç, kitabında Kudüs meselesiyle de ilgilenir. Ona göre Siyonistlerin Filistin'deki politikası dünyadaki tüm Müslümanlara yönelik bir provakasyondur. Kudüs ne salt Filistinlilerin ne de Arapların problemidir. O, tüm Müslüman ulusların meselesidir. Yahudiler Kudüs'ü almak istiyorlarsa İslâm'ı ve Müslümanları yenilgiye uğratmak zorundadır. Hamdolsun bu onların takatinin üstündedir. Siyonist Yahudiler istikbar yolunu seçerlerse İslâm hareketi ve tüm Müslümanlar için tek çözüm vardır: Günden güne, yıldan yıla verilen kurban ve harcanan zamanın miktarı ne olursa olsun savaşa devam etmek, mücadeleyi güçlendirmek ve yaymaktır. Bu mücadele işgal edilen toprakların her karışının alınmasına kadar sürebilir: "Bu temel konuda Filistinli kardeşlerimiz için, her müzakere ve her uzlaşma dünyamızın ahlâkı" sisteminin özünü yok edebilecek bir hiyanet olacaktır."

İzzet Begoviç'in bu eseri, Sırp ve Hırvat ulusçular tarafından stratejik olarak düşmanı tanımlamak için kullanıldı. Aynı zamanda 1983'teki yargılama esnasında ve sonrasında Sırbistan ve Hırvatistan'da ayrıca 1980'li yılların sonlarında ve savaş boyunca yurt dışında yaşayan göçmen Sırp ve Hırvatlar'a İslâmi tehdidin delili olarak dağıtıldı.

Günümüzde Bosna

Mayıs 1991'de Yugoslavya dağılmaya başladı. Hırvatistan ve Slovenya, Sırp ağırlıklı Belgrad merkezi yönetiminden bağımsızlığını ilan etti. İzzet Begoviç, Bosna'nın bağımsızlığı konusunda bir referandum düzenledi. Sırplar referandumu boykot etti. 3 Mart 1992'de Begoviç, Bosna Hersek'i bağımsız bir cumhuriyet olarak deklare etti.

Bağımsızlık ilanının ardından Bosna'daki Sırp azınlık isyan etti ve ülkede bir silahlı mücadele patlak verdi. Askeri donanımı yüksek olan Sırplar Bosna'yı Müslümanlardan arındırmaya yöneldiler. Müslümanları topraklarından sürgün ettiler, toplu tecavüzlerde bulundular. Temerküz kamplarında topladılar ve soykırım yaptılar.

Begoviç ve diğer Bosnalı entelektüeller İslâmî Uyanış tabirini komünist sınırlamalardan ve Sırp, Hırvat ulusçularının iddialarından uzak bir şekilde kendi kültürel miraslarını sürdürmek ve geliştirmek olarak tanımlıyordu. Onlara göre komünist Müslümanlar ve komünistlerin seçtiği dini liderler uysal ve kurallara bağlı kimselerdi ve diğer Müslümanlara karşı yabancılaşmışlardı.

Sonuç

Aliya İzzet Begoviç birikimli ve ferasetli bir lider olarak Bosna'da Müslüman kimliğin ortaya çıkmasında ve şekillenmesinde arkadaşlarıyla birlikte önemli bir rol üstlenmiştir. Boşnaklar karşılaştıkları insanlık dışı saldırıların ardından Kur'an ile ve İslâm ümmetine aidiyet duygusuyla tanışmış ve Kur'ani anlamda hızlı bir İslâmlaşma sürecine girmişlerdir. Şu anda Bosna Boşnak, Sırp ve Hırvat unsurların gevşek bir federasyonu halindedir. Avrupa'da bu seviyede bile olsa temsil imkânına kavuşmuş olmalarında Begoviç ve arkadaşlarının rolü kadar dünya Müslümanlarının da işgale karşı gösterildiği duyarlılığın büyük payı vardır.


…….

Aliya’dan Bilge kraldan sözler;

“Akıllı adam nasıl konuşulacağını bilir. Hikmetli adam ise nasıl suskun kalınacağını da bilir.”

“Müslümanların hızla artan nüfusuyla övünmemiz, bana şişmanlığıyla övünen ve aldığı yeni kilolardan haz alan bir adamı hatırlatıyor. Ruhumuza, aklımıza ve başarılarımıza vurgu yapmaya ne zaman başlayacağız?

“Din vermek için, ihtilal ise almak için çağrıda bulunur.


“Ben bir Müslümanım ve öyle kalacağım. Kendimi dünyadaki İslam davasının bir neferi olarak telakki ediyorum ve son günüme kadar da böyle hissedeceğim. Çünkü İslam benim için güzel ve asil olan her şeyin diğer adı; dünyadaki Müslüman halklar için daha iyi bir gelecek vaadinin ya da umudunun, onlar için onurlu ve özgür bir hayatın, kısacası benim inancıma göre uğrunda yaşamaya değer olan her şeyin adıdır.” “İnsanlar tarihe hükmedemezler. Tarihe, Allah hükmeder ve O ne derse, o olur… İnsanlar tarihi yönetemezler. Bunu ne siz yapabilirsiniz, ne de Napolyon, İskender gibi mağrur liderler. Bunu ancak Allah yapar. Bu böyledir.” “Bizler insan olmaya ve insan kalmaya çalıştık ve başarılı olduk. Ancak bunu onlardan(Sırplar’dan) dolayı yapmadığımızın altını çizmeliyim. Kendimizden dolayı insan kalmaya çalıştık, onlardan dolayı değil. Onlara hiçbir şey borçlu değiliz. İnsan olmak ve insan kalmak, Allaha ve kendimize karşı sorumluluğumuzdur. Onlara karşı değil.

Hem “bilge”ydi, hem “kral”… Şaşalı bir hayat değildi onu kral yapan, bilgeliğini yöneticilik kabiliyetiyle pekiştirebilmiş tam bir “önder” olmasıydı. Halkının gönlünde taht kurmuştu taçsız kral, şanı sınırları aşmış tüm İslam coğrafyasında hem bilgeliği hem de devlet başkanlığı sıfatıyla saygı, sevgi ve teveccühe mazhar olmuştu.

“Bir gün… Sisli bir kış havası ve günlerden Cuma. Müslümanlar devam eden Sırp bombardımanından korunmak için yüksek binaların duvar diplerinden hızlı adımlarla camiye koşuyordu. Ben de daha güvenlikli bulduğum için Cuma namazını Gazi Hüsrev Bey camiinde kılmaya karar verdim. Cami, savaşa rağmen tıklım tıklım doluydu. Hocaefendi hutbede iken Aliya, oğlu Baqır ve iki koruma girdi. Hoca hutbeyi durdurdu. Hürmeten yer almasını bekledi. Görevliler ayağa kalkıp en önde yer vermek istedi. Ancak Aliya, “burası Allah”ın evidir. Burada farklılık olmaz… Allah katında en üstün olan, takva sahibi olandır. Herkes, bulduğu yere oturur. Ben burada oturacağım. Bilmiyoruz, belki hepimiz çiğnenecek, öleceğiz; amma, İslamı inşallah çiğnetmeyeceğiz… Hocam lütfen hutbeyi tamamlayın!” demişti. Aliya”nın o tavrıyla bütün cemaat duygulanmıştı…” diyor olaya şahit olanlardan biri.

Asimile edilmek istenen Müslüman bir halkın, hem siyasi hem dini lideri olarak milletini İslam kültürü ile ayağa kaldırmak hedefindeydi. “Ben, İslam’ı ve mücadele şuurunu Mevdudi, Seyyid Kutup, Hasan el-Benna ve Fazlurrahman gibi alimlerin kitaplarından öğrendim.” Diyordu. Aslına bakarsanız İslam’ı öğrendiklerine bakınca bu dava şuurunun, bu direniş şevkinin nereden geldiğini de anlıyorsunuz.


“Ben, her zaman ülkemi sevdim ve severim. Fakat, otorite söz konusu olunca hiçbir otoriteyi, hiçbir zaman sevmem. Otoriteye sadece riayet edebilirim. Çünkü ben, bütün sevgimi özgürlüğe adadım.”

“Evet ilerlemiş yaşıma rağmen, inanıyorum ki, halkımın özgürlüğe ve kurtuluşa ulaştığını görecek kadar yaşayacağım. Ya da daha doğrusu, bunu görecek kadar yaşamayı diliyorum. Çok mu bencilce bir istek bu? Belki de öyle, ancak size hayatım ve ölümüm hakkında hiç de takıntılı olmadığımı söylediğimde bana inanmalısınız. 70 yaşındayım ve daha uzun bir yol var önümüzde. Bireyler ölür, halklar yaşar. Mücadeleler bana bağlı değil. Önemli olan da bu. Sancağı binlerce insan taşıyor. Bunu sürdürecekler.”

“Ben Avrupa’ya giderken kafam önümde eğik gitmiyorum. Çünkü çocuk, kadın ve ihtiyar öldürmedik. Çünkü hiçbir kutsal yere saldırmadık. Oysa, onlar bunların tamamını yaptılar. Hem de Batı’nın gözü önünde; Batı medeniyeti adına.”

“Hayat kısa değil, ben onu uzun buluyorum.”

………………………………………….

'Büyük dedem bir Osmanlı subayıydı'
"Genç Müslümanlar Teşkilatı, özgür Bosna'nın temelidir"
Aliya İzzet Begoviç ailesini ve özyaşam öyküsünü şöyle anlatıyor: 'Ailem, 1868'e kadar Belgrad'da yaşadı. O yıllarda Sırplar'ın taşkınlıkları ve gelişen bazı üzücü olaylardan sonra Müslüman aileler yavaş yavaş Belgrad'ı terketmeye başlamıştı. Dedemin büyük dedesi Belgrad'da Osmanlı Ordusu'nda subay imiş.. Tayini üzerine, Belgrad'dan Bosna-Hersek'in Şamac kentine taşınmış ve ailemiz Şamac'da toprak satın alarak yerleşmiş ve Şamac'ın adı da artık, Aziziye olmuştu. Çünkü, zamanın Osmanlı Sultanı Abdulaziz Belgrad'da Sırplar'ın taşkınlıklarından rahatsız olan Müslüman ailelerin Şamac (Aziziye) bölgesine yerleşerek yeni bir kasaba oluşturmaları emrini emrettmişti. Böylece Müslümanlar'dan oluşan yeni bir kasaba oluştuğu gibi, Müslümanlar da korunmaya alınmış oldu. O zamanlar Belgrad'da Müslümanlar rahat değilmiş ve Sırplar sürekli onlara saldırıyor ve faili meçhul cinayetler çoğalıyormuş. Sultan Abdulaziz'in bu girişimiyle Müslümanlar'ın can ve mal güvenliği sağlanmış. Bu kasaba büyümüş ve Yukarı Aziziye ve Aşağı Aziziye diye ik bölüm halinde anılmış...

Vali dedem Sırpları kurtardı
Benim dedemin adı da Aliya idi. Adını bana vermişler. Rahmetli dedem, 1. Dünya Savaşı'nda Aziziye'nin Valisi idi. Bu vesileyle ilgi çekici bir tarihî anekdot aktarayım.. Haziran 1914'te Saraybosna ziyareti sırasında, Avusturya-Macaristan Arşidükü Ferdinand'a suikast düzenlenmesi ve öldürülmesi ardından Avusturya, Bosna-Hersek Başkomutanı emriyle tüm ülkede Sırplar'ın evinde arama yapılma ve şüphelilerin gözaltına alınmasını emretmişti. Bu emirle Aziziye'ye de gelmişlerdi. Aziziye'de 40 Sırp tutuklanmış, götürülüyorlardı. Dedem vali olarak müdahale etti ve askerlere "Bu sırplar suçsuz. Bunları götürmeyin. Onları tutuklarsanız, beni de tutuklayın" demişti. Aziziye'deki Avusturya askerlerinin başındaki komutan dedemin bu ifadesi üzerine 40 Sırp'ı serbest bırakmıştı.

Ölümün eşiğinden döndüm
Aziziye, daha sonraki yıllarda Hırvat milliyetçileri (Ustaşa'lar) tarafından işgal edilmiş ve Müslümanlar buradan zorla göç etmişlerdi. Ailem de 1927'de Saraybosna'ya yerleşmişti. O yıllarda Saraybosna'da okuyordum. 1944 yılı Haziran ayı idi. 'Ustaşa'lar, beni hayalî Büyük Hırvatistan Ordusu'na almak istiyorlardı. Onlardan kurtulmak için Müslümanlar'ın yoğunlukta olduğu Gradaçac kasabasına kaçmaya karar verdim. Gradaçac'a varmadan, Sırp milliyetçileri (Çetnikler) tarafından yakalandım. Beni ormanlık bölgedeki karargahlarına götürdüler. Bir sürü işkenceden sonra boğazımı keserek öldürmeye karar verdiler. O sırada karargaha dışarıdan bir grup geldi. Alaylı bir şekilde beni sorguladılar. Hırvatlar'ın Aziziye'yi işgali üzerine Saraybosna'ya taşındık. Hırvatlar beni zorla ordularına almak istedikleri için Gradaçac'a kaçmaya karar verdiğimi söyledim. Çetnikler'in komutanı Albay Keseroviç yüksek bir sesle "Bunu öldürmeyin!" dedi. Gerekçesi ilginçti: "Bunun dedesi Aziziye Valisi iken, Avusturya askerleri tarafından suçsuz yere tutuklanan Sırplar'ı kurtarmıştı. Bunlardan biri de benim. Albayın bu gerçeği dile getirmiş olmasına rağmen gözü dönmüş caniler beni öldürmekte kararlıydı. Ancak Albay ısrar edince beni bıraktılar.

Gençlik yıllarım ve Genç Müslümanlar Teşkilatına katılışım
Gençliğiniz nerelerde ve nasıl geçti?
Ailem 1927'de Saraybosna'ya geldiğinde ben 2 yaşımdaydım. Aziziye'deki günlerimi hatırlayamıyorum. Ancak daha sonraki yıllarda yazları amcalarımın yanına giderdim. Orada hâlâ birçok akrabamız var. Eski Yugoslavya döneminde Saraybosna'da orta öğrenimimi tamamladım. Almanya'nın yardımıyla 1941'de kurulan Bağımsız Hırvat Devleti'nin işgali altında bulunan Saraybosna'da 1943'te liseyi bitirdim. Hırvatlar beni askere almak isteyince Saraybosna'dan kaçtım ve Gradaçac'a gittim. Çünkü o tarihde Bosna Hersek'in büyük bir kısmı Faşist Ante Paveliçíin Almanlar'dan aldığı yardımla kurduğu 'NDH' Bağımsız Hırvat Devleti'nin işgali altındaydı. Kuzeydoğu Bosna'nın bir kısmını Müslüman milisler, diğer bir kısmını Sırp Çetnikler kontrol altında tutuyordu. O zaman Sırplar'ın en büyük düşmanı Hırvatlar olduğu için Sırplar Müslümanlarla iyi geçiniyorlardı. Sırplar, 'Müslümanları zorlarsak Hırvat ordusuna katılırlar' diye korkuyorlardı. ll. Dünya Savaşı'nda Kuzey Bosna'da yanı sıra Breçko, Aziziye (Şamaç) ve Modrica bölgelerinde Sırplar tarafından Müslümanlara yönelik bir katliâm duymadım.

Saraybosna'ya ne zaman döndünüz?
1943'ten 1944'e kadar Gradaçac'da gizlendim. Arasıra Saraybosna'ya gizlice gider gelirdim. 1945'te Partizanlar (Tito'nun ordusu) Saraybosna'ya hakim olunca ben de Saraybosna'ya döndüm. 6 Nisan 1945'te Partizanlar evime geldi. Tifo hastalığına yakalanmıştım, ayağa kalkacak halim yoktu. Beni askere almak için gelmişlerdi fakat yatalak olduğumu görünce "İyileşince askerlik için teslim ol" dediler. Gitmeyince bir hafta sonra tekrara geldiler ve beni askere aldılar. Zor bir askerlik yaptım. Askerliğimin sonuna doğru, 1 Mart 1946'da bir asker olarak tutuklandım. İddianame'de 'Mladi Muslimani' (Genç Müslümanlar Teşkilatı) üyesi olmak, Tito'nun fikirlerini eleştirmek ve onun fikirlerini devletleştirmek isteyen savaşcı önderler kabul edilen Partizanlar'a karşı muhalefet oluşturmak ve Sovyet karşıtı gizli propaganda yapmak gibi iddialar yer almıştı.

Doğru muydu bu iddialar?
İddialar doğruydu. Beni çok iyi tesbit etmişlerdi. Hitler ile işbirliği yapan Hırvat Ustaşa'ları ile Sırp milliyetçiliğini temel esas alan Draja Mihailoviç önderliğindeki çetniklere karşı elde edilen zaferden sonra devletini kuran Josef Broz Tito Yugoslavya toprakları içindeki müslüman nüfusun varlığından korkuyordu.

Müslümanları yeni rejim içinde eritmeyi hedefleyen Tito, bu görüşe engel olan tüm teşkilatları yasaklamış ve üyelerinin mahkum edilmesini emretmişti. İşte ben de bu plan çercevesinde tutuklanıp yargılandım. Başlatılan bu kampanya sonucu cezaevleri müslümanlarla doldu. Mladi Muslimanií (Genç Müslümanlar Teşkilatı) öncüsü çok sayıda kişi ağır cezalara carptırıldı.

İSLAM'IN HOŞGÖRÜSÜNÜ ANLATIYORDUK
Mladi Muslimani (Genç Müslümanlar Teşkilatı)'nın kuruluşu ve amaçları hakkında bilgi verir misiniz?


Mladi Muslimani ll. Dünya savaşından önce kuruldu. Sadece Yugoslavya'da değil Avrupa kıtasına yayılmış ve çeşitli Avrupa ülkelerinde yaşamaya mecbur kalmış Boşnak, Arnavut ve çeşitli ırklara mensup Balkan müslümanlarının katılımıyla kurulmuş ise de, teşkilatın öncüleri Boşnak Müslümanları idi. Kısa zamanda tüm Avrupa'da örgütlenmeyi başarmıştı. O zamanlar 16 yaşımdaydım. 1939'da teşkilata karşı başlatılan saldırı, yargı ve yasaklamalar ile teşkilatın lideri olan Mehmed Spaho'nun öldürülmesi ile teşkilat büyük darbe aldı ve başsız kaldı. Bosna Hersek toprakları çoktan paylaşılmıştı. Müslümanlara karşı bir yok etme hareketi başlatılmıştı. Müslümanların malları ellerinden alınmış ve evleri ateşe verilmişti. Bir yanda, Hırvat Ustaşalarının , diğer yandan Sırp Çetniklerinin saldırıları karşısında Müslüman Boşnak halkı, her şeylerini bırakıp belli bölgelere çekilmişti. Müslüman Boşnak halkının varlığını korumak amacıyla 'Mladi Muslimani' kuruldu. Mladi Muslimani (Genç Müslümanlar Teşkilatı)'nin kurulmasının tarihi sebepleri vardı. Milletçe yaralıydık ve Osmanlı'nın bölgeden çekildiği günden beri hep horlanmaktaydık. Topraklarımız gasp edildi. Bu olaylar karşısında yaralarımızı sarmamız lazımdı. Halkımıza geleceğe ümitle bakabilen canından, malından ve namusundan emin olabilecek bir ortamın sağlanması gerekmekdeydi. Bunun için mutlaka teşkilatmamız gerekmekteydi ve âğabeylerimiz bunu yapmıştı.

Siz kaç yılında teşkilata katıldınız?
Lise ikinci sınıftayken 1940'da teşkilata üye oldum. Belgrad Üniversitesi'ne devam eden ve teşkilatın önde gelenlerinden Tarık Muftiç, Esad Karadozoviç, Nusret Başagiç ve Emin Granov'la tanıştım. Üyelerin büyük bir kısmı Saraybosna Lisesi öğrencileriydi. Beraber olduğum Eşref Çampara ve (daha sonra şehîd olan) Muammer Sadoviç ile faaliyetleri tartışıyor ve fikirlerimi geliştiriyordum.

Teşkilat nasıl çalışıyordu?
Teşkilatta yaptığımız görev dağılımında Liseliler ve Üniversiteliler diye iki ayrı grupa ayrıldık. Aralık 1940'da yaptığımız bir toplantıda ilk defa biraraya geldik. Ocak ve Şubat aylarındaki toplantılarda Boşnak halkının içinde bulunduğu sıkıntılar ve çıkış yolları tartışıldı. İslam'ı daha iyi anlamak için İslam dini dersleri başlatmıştık. Avrupalıların İslam'a bakışı ve Haçlı Seferleri'nin sebepleri ve Müslümanlara karşı başlatılan yok etme kampanyalarının sebepleri, en çok tartışılan konularımızdı. O tarihte İslam ve Müslümanlar aleyhinde büyük bir karalama kampanyası başlatılmıştı. Müslümanım demek suç olmuştu. Aleyhimizdeki bu yoğun kampanyaya karşı kendi başımıza İslam'ı öğrenmek ve İslam'ın hoşgörüsünü tanıtabilmek için yazılar yazmaya çalışıyorduk.

"Gizlice İslami eğitim alıyorduk"
İstanbul-Aliya İzzetbegoviç, Bosna-Hersek Müslümanları için çok önemli olan ve İkinci Dünya savaşı yıllarında kurulan Genç Müslümanlar Teşkilatı'nın Komünist Sırp yönetiminin baskıları ve Sırp gizli servisinin takiplerine rağmen Boşnak gençler arasında yayılıp örgütlendiğine ilişkin ilginç anekdotlar anlatıyor. İzzetbegoviç, 16 yaşında girdiği Genç Müslümanlar Teşkilatı'ndaki fikri çalışmaları şu sözlerle anlatıyor:

"O sıralarda, Ali Mutevelliç tarafından kaleme alınan ve büyük bir hayranlık duyduğum 'İslam Işığında' adlı eseri okudum. Bu, çok kıymetli bir eserdi ve benim üzerimde büyük etkisi olmuştu. Ayrıca Osman Nuri Haciç'in yazdığı 'Hz. Muhammed ve Kur'an da bana yön veren eserlerdendir. Yaklaşık 300 sahife olan bu kıymetli eser, idealist bir uslûbla yazılmıştır. Bu ve benzeri kıymetli eserler o zamanlar Mostar şehrindeki faaliyet gösteren 'Kalaycı' Kütüphanesi tarafından bastırılmıştı. Bu çok büyük bir hizmet olmuştu ve teşkilatımız üyeleri bu eserlerden büyük ölçüde istifade etmişlerdi. Bu eserler teşkilatımızda okunuyor ve tartışılıyordu. Böylece ilk aylardan başlayarak İslam'ı gerçek kaynaklarından öğrenmeye başlamıştık. Üyelerimizin sayısı büyük bir hızla artıyordu. Müslüman gençlik içinde teşkilatımız büyük bir kabul bulmuş oldu."

Aliya İzzet Begoviç, Mladi Müslümani(Genç Müslümanlar Teşkilatı)'nin kuruluşunu, yapısını ve faaliyetlerini anlatmaya devam ediyor:

İlk lideriniz kimdi?
Teşkilat 1941 yılının Mart ayının sonunda Yugoslavya Krallığı'nın parçalanmaya başladığı ortaya çıktı. O zaman biz Saraybosna'da Genç Müslümanlar Teşkilatı olarak ilk genel kurulumuzu topladık. Genel Kurulda teşkilat resmen ilan edildi. Genel Kurula 50 üyemiz katılmıştı. Çünkü herkes katılmaya korkuyordu. O zamanki anayasa gereği, genel kurulumuza bir polis katıldı. Kurulumuzun açılış konuşmasını Tarik Muftiç yaptı ve ilk liderimiz o oldu. Genel Kurul'umuzdan 15 gün sonra savaş patlak verdi. Genel kurul kararları,yeni yönetim kurulu protokolü ve yeni tüzük mahkemeye verilemedi. Şavaşla birlikte işgal geldi ve Bağımsız Hırvat Devleti ilan edildi ve Ustaşa'lar (Hırvat Milliyetçileri) yeni bir hükümet kurdular. Hitler Almanyası'nın desteğinde olan bu hükümet, Hitleri örnek alarak örgütlenmeye başlamıştı. Hükümete bağlı ''Genç Ustaşalar Teşkilatı'' kuruldu.

Ustaşaların amacı neydi?
Bu örgütün hedefi tüm Hırvat ve müslüman gençleri çatısı altında toplamak ve ilan edilen Bağımsız Hırvat Devletinin ordusuna katmaktı. Kimseye sorulmadan tüm gençler kaydedilmiş ve toplantılara zorla getiriliyorlardı. Oluşturulan eğitim kamplarında ideolojik seminerler veriliyordu. Büyük Hırvatistan hayali taşıyan bu eğitim seminerlerinde müslüman Boşnakların aslen Hırvat oldukları ve Osmanlılar tarafından zorla müslümanlaştırıldıkları israrla vurgulanıyordu. Beni ve benim gibi çok sayıda müslüman genç bu kamplarda verilen eğitimlere katılmak zorunda bırakılmıştı. Ancak biz birbirimizi tanıyorduk ve Hırvatların oluşturduğu gençlik kamplarında gizlice biraraya gelip İslami eğitim ve teşkilatlanma dersleri yapıyorduk. Onların seminerleri hiçbir arkadaşımıza tesir etmiyordu, çünkü biz onların amaçlarını çok iyi biliyorduk.

Hırvatlar teşkilata nasıl bakıyorlardı?
İnanır mısınız, o günlerde yaptığımız gizli çalışmalar sayesinde sayımız hızla çoğaldı. Elbette Hırvatlar bizim gizli çalışmalarımızı tesbit etmişti, ancak 'onlardan kaçıp, sırpların safına geçeriz..' korkusundan varlığımızı bilmiyorlarmış gibi görüntü veriyorlardı. Ayrıca onlarla bir ortak yönümüz vardı; biz de onlar gibi komünistlere karşıydık. Saraybosna Üniversitesi ve liselerde müslüman gençlik arasında örgütlemeyi tamamlamış evlerde gizlice sohbet toplantıları düzenliyorduk. Yani, vaziyete hakimdik. Ancak rahat değildik ve illegal idik. Bazı arkadaşlar teşkilatımıza resmiyet kazandırmak için bazı girişimlerde bulundu ise de Hırvatlar müsaade etmediler. Bu durumlar karşısında, bazı arkadaşlarımız, imamlar tarafından 1930'larda kurulan 'El'Hidayeh' teşkilatına katılarak resmiyet kazanmamızın doğru olacağını savunmuşlardı... Bu teklife ben ve bir grup arkadaş karşı çıktık. Çünkü bu teşkilat imamlar tarafından kurulmuş ve çok pasifti. Teşkilatın başında büyük alim Mehmet Efendi Hanciç vardı, ancak bu teşkilatın adı var, hiçbir etkinliği ve gücü yoktu. Onlara katılırsak biz de pasifleşir ve mücadele azmimizi kaybederiz diye düşünüyorduk. Bazı arkadaşlar bu teşkilata katıldı ve yöneticilik aldılar. Neticede biz haklı çıktık ve onlar da daha sonra bu teşkilattan ayrıldılar.. Biz arkadaşlarımızla 'Merhamet' adlı teşkilata katıldık. Müslümanlar tarafından kurulan bir yardım teşkilatı idi. Biz burada Genç Müslümanlar Teşkilatını yeniden örgütlemek ve savaş sebebiyle mağdur kalmış müslüman ailelere sahip çıkmak için bazı çalışmalar başlatmıştık. Önemli ve faydalı şeyler de yapmış olduk. Ancak imkanlarımız çok sınırlı idi.

Müslümanlar olarak ayakta kalabilmeyi neye borçlusunuz?
Biz o zamanki şanlı mücadelemizin bu günlere gelişimizde büyük rolü olduğu inancındayım. Biz mensubu olduğumuz mukaddes dinimiz İslamla varlığımızı sürdürebileceğimize inanmıştık ve öyle de oldu. Bu şuna benzer: Bir çiçek düşünün, eğer onun köklerini keserseniz; o,topraktaki gıdayı ve suyu alamaz. Bir süre yaşar ve sonunda kurur ve en ufak rüzgar, onun alır kötürür. Kısacası Müslüman Boşnak halkının geleceği İslam'dadır. Bu benim değişmez, sâbit fikrimdir.

Faşist Ustaşalara da karşıydık
Mladi Müslümani olarak, İkinci Dünya Savaşı sırasında faşistlerle işbirliği yaparak katliâmlara katıldığınız iddiaları doğru mu?

Kesinlikle doğru değil, Sırplar ve Hırvatlar karşılıklı katliamlar yapıyorlardı. Biz Komünistlere olduğu kadar Faşistlere de karşıydık. Bu nedenle ne Hırvatların yanında yer aldık ve ne de Sırpların. Bize göre ikisi de birdi. Ancak hem Sırplar ve hem Hırvatlar işgal ettikleri bölgelerdeki müslümanları zorla askere alıp cepheye sürmüşlerdi. Bu zoraki olan bir hadiseydi. Yani, hiçbir müslüman gönüllü taraf olmamıştır. Biz müslüman Boşnaklar kendi kimliğimizi korumanın mücadelesini veriyorduk. Elbette savaşın içindeydik ve savaşla ilgimiz olmadığı halde en çok zarar görenlerden birisi de biz olduk. Hırvatlar ve Sırplar bizi kendilerine çekebilmek için bazı belediyelerde görevler teklif ettilir; ancak hiçbir Genç Müslümanlar Teşkilatı üyesi bu görevleri kabullenmedi. Ve hiçbir üyemiz faşist Ustaşaların SS ordusuna katılmadı. çoğunluğumuz asker kaçağı idi. Biz Hırvatlar tarafından Sırplara karşı yapılan katliâmları sürekli kınadık. Biz Hırvat ve Sırpların sivil halka yönelik katliâmlarını kınayan bir bildiriye teşkilatımızın imzasını bile koyduk.

Af dilekçesini İMZALAMAYI reddettim
"Savcıların gözleri dönmüştü"
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, Tito rejimi Hırvat Ustaşalarını ve onlara katılan müslümanları cezalandırmıştı. Burada bir ayırım yapmaları lazımdı, yapmadılar. Çünkü, Hırvatlar gönüllü idi, müslümanlar ise zorla orduya alınmıştı. Bizim davalar ise 1 Mart 1946'tan sonra başladı. Genç Müslümanlar'ı, gruplar halinde ve sistemli şekilde yargıladılar. Birinci grup 1946'da; İkinci, Üçüncü grup 1947'de, dördüncü ve beşinci gruplar 1948'de ve son tutuklama 1949'da yapıldı. Hiç unutmam, savcı "Bunlara öyle ceza verelim ki bir daha böyle bir şeyi düşündükleri zaman damarlarındaki kanları buz tutsun" diye haykırıyordu.

Yargılamalar nasıl geçti?
Ben ve arkadaşım Necîb, Sagirbegoviç askeri mahkemede yargılandık. Ben 21, Necib, 23 yaşındaydı. Ben 3 yıl, Necip 4 yıl ceza aldı. 1946 -1949 yılları arasını hapiste geçirdim. Bizi Zenitsa cezaevinden Stolac'a, ordan da Bele Cezaevine gönderdiler. 6 ay sonra ailem yerimi öğrendi, binbir zorluktan sonra görüşme müsaadesi alabildi. Biz ormanda çalışıyor, Devlet'e kereste hazırlıyorduk. İyi çalışmamız için verilen ekmek arttırıldı, süt vermeye başlanmıştı. Pranga mahkumu gibiydik. Akşam yorgun olduğumuz için bir kenarda yığılıp kalıyorduk.

'İslam Bildirisi' nasıl kaleme alındı?
1970'de müslümanların mevcut durumunu göz önüne alarak 'İslam Bildirisi'ni kaleme aldım. Bu bildiri aslında bir çağrıydı, sadece Bosna ve Yugoslavya müslümanlarına değil, tüm dünya müslümanlarına hitap ediyordu. Çağrımda müslümanlara yeniden uyanış ve dirilişin öncüleri olma ve İslam'da şuûrlanmayı işlemeye çalıştım. Baskılar ve yasaklara karşı siyasî bir şuûrlanmanın başlatılması ve haksızlıklara karşı haklı bir siyasi başkaldırının başlaması gerektiği düşüncesinden hareket etmiştim. Bildiri Yugoslavya'da olduğu gibi İslam dünyasında da büyük yankı uyandırdı ve çokca tartışıldı. Büyük bir kısmını ceza evinde yazdığım "Doğu ve Batı arasında İslam" kitabım da öyle oldu. Kitabın çeşitli dillere tercüme edilerek tartışılmaya başlanması Komünist yönetimi endişelendirdi. Ağustos 1983'te Genç Müslümanlar Teşkilatı üyesi arkadaşımla yeniden tutuklandım, 14 yıla mahkum oldum.

"Affedilmem için yalvarmam istendi"
6 ay sonra itirazda bulunduk, cezamızın hafifletilmesini istedik. Fikir suçlusu olarak cezalarımızın indirileceğine inanmıştık. Ancak 14 yıl 12 yıla indirildi. Bir kere daha dilekçe vererek cezamızın hafifletilmesini talep ettik. Bu sefer 9 yıla indirildi. 1987'de halen sebebini anlayamadığım bir olay oldu. Zamanın 'Af Komisyonu' Başkanı Zdravko Durişiç evime mektub göndererek iki kızımı yanına çağırdı. Onlara 'Bu dilekçeyi babanıza götürün, imzalasın, onu serbest bırakacağız' diyerek bir yazılı dilekçe örneği verdi. Kızlarım sevinç dilekçeyi imzalamamı istediler. Dilekçede 'Yaptıklarım yanlıştı ve pişman oldum. Affımı istiyorum ve bundan sonra, normal hayata döneceğimi ve siyasetle asla uğraşmayacağımı garanti ederim' ifadesi vardı. Asla kabul edemiyeceğim dilekçeye imza atmamı istiyorlardı. Çünkü onlar korkmuşlardı, gelecekde yeni bir örgütlenmeye girişeceğimi iyi biliyorlardı. İmzalamayı reddetim. Kızlarım üzüldü, onlara durumu izah edince gerçekleri anladılar. Kasım 1988'de dış ülkelerin baskısıyla alınmış bir karar bana ulaştırıldı. Yugoslavya Parlamentosu beni affetmiş. Demokratik ülkelerin ve İslam ülkelerinin baskılarının bu afta büyük rolü olmuşdu. İslam ülkeleriyle ticareti geliştirmek isteyen Yugoslav yönetimi bu karara varmış, serbest kalmıştım..

Yaşlanmıştık, ama içimizdeki ateş çok gençti
1989'da hapisten çıkar-çıkmaz ziyaretime gelen arkadaşları uyardım. Yugoslavyanın parçalanacağını, bu ihtimali göz önüne alarak siyasi çalışmaları gecikmeden başlatmamız gerektiğini söyledim. Bazıları "tekrar hapse atacaklar seni, gel bu işlere girme!" dedi. Bazıları ise, benim gibi düşünüyorlardı. Ben ve arkadaşlarım korkmuyorduk. Zira, hiçbir zaman korkuyla arkadaş olmamıştık. Mladi Muslimani Teşkilatı eski üyeleri ile yeniden biraraya geldik. Aradan yıllar geçti ve artık hepimiz yaşlanmıştık. Ancak, içimizdeki ateş çok gençti. Milletimiz için bize bir kere daha tarihi bir görev düştüğünün bilinci içinde yeniden yola çıktık. Tam bir yıl sonra 1989 Kasım'ında partiyi kurduk. Ve tam bir yıl sonra seçilmiş olarak parlamentoya girdim. Bu nedenle Kasım ayı benim için önemli bir aydır. Ve bu olaylar hep birer yıl arayla gerçekleşti.

Çektiğimiz zulümleri imanımızla göğüsledik
Müslüman Boşnakların efsanevi lideri merhum Aliya İzzetbegoviç, Genç Müslümanlar Teşkilatı'nın devamı olarak kurulan SDA(Demokratik Eylem Partisi)'nın kuruluşunun öyküsünü şöyle anlatıyor: "GMT incelediğinde fonksiyonunun çok güçlü olduğu ve insanlarda derin izler bıraktığı görülecektir. Komünist rejim karşısında teslim olmayan tek teşkilat olmuştur.Yok edilmek istenen müslüman Boşnak halkının kimliğini korumak en büyük emelimizdi, bizi ayakta tutan güç buydu. Zulümleri imanımızla göğüsledik. Uzun yıllar cezaevi hayatı çeken üyelerimizle 1989'da gizlice biraraya geldik, o ruhu parti kurarak yaşatmaya karar verdik.

GMT'nin ihtiyarlayan ama ruhları genç olan bir grup insan hayatı bahasına yeniden ortaya çıktı ve SD kuruldu. Çocuklarımızı yanımıza alarak yola çıktık. Çünkü genç yaşımızda yemin ettik: İslam ve müslümanlar için çalışacağımız hususunda Allah'a söz verdik. Bunca cefaya rağmen yolumuzdan ayrılmadık. Komünistler battıkça, partimiz Bosna semalarında yükseldi ve beklenen güneş doğdu. Partimizin aydınlık yolundan yürüyen halkımız kimliğine sahip çıktı, partimizi iktidara taşıdı. Sevinç göz yaşları aktı, camilerde şükür namazları kılınarak Allah'a hamd edildi. Dünya bir kere daha görmüştür ki müslüman Boşnak halkı yok edilemedi. Bu bize Allah'ın lütfudur. İnanıyorumki, GMT ve onun devamı SDA, Yugoslavya müslümanlarının uyanışında tarihi rol oynadı.

Parti kurma fikri nasıl gelişti?
Parti kurma fikri aklıma cezaevindeyken geldi. Komunizmin birgün biteceğine inanmıştım ve planlarımı buna göre kurardım. Arkadaşlarıma cezaevindeyken bunları söylediğimde gülerlerdi. Mahkemede bile bu fikri savundum. Bu fikrimin yakın olduğunu, dünyada yaşanan siyasi ekonomik çalkantılardan anlamıştım. Bu çalkantıların Komünistsiz bir dünyanın doğum sancıları olduğu anlaşılmıştı. Bu günler için hazırlıklara başlanması gerektiğine inanarak parti kurmayı o zamandan kararlaştırdım. Zaman beni haklı çıkardı. Cezaevinde başlattığım parti çalışmalarımı çıktıkdan sonra arkadaşlarımla fiiliyata koyduk. SDA cezaevinde kuruldu. Tüm hazırlıkları arkadaşlarımızla içerde iken tamamlamıştık. SDA Yugoslavya tarihinde en hızlı örgütlenen parti olmuştur.

Neden SDA adını seçtiniz..?
Henüz ayrılık olmamıştı ve biz Bosna-Hersek'te yaşayan Sırp ve Hırvatları vatandaşlarımız kabul ediyorduk. Partimizin adını ünlü sanatçımız Saffet İseviç buldu. Görüş birliğiyle, partimizin adı SDA oldu. SDA'yı resmen Mart 1990'da kurduk. Kurultayımızı 26 Mayıs 1990'da topladık. Yugoslavya'da yüz küsur parti vardı. Elhamdülillah partimiz bunların içinde en büyük parti durumuna geldi. Müslümanlar olarak çok baskı gördük. Dinimizi öğrenebilecek kadar özgür olamadık. Ben İslamı ve mücadele şuurunu Mevdudi, Seyyit Kutup, Hasan El Benna ve Fazlurrahman gibi âlimlerin kitaplarından öğrendim. Partimizin kazandığı zaferler sayesinde İslam yeniden ülkemizde hayat bulmaya başladı. İlk seçimde oyların % 33'ünü alarak 130 sandalyeli parlamentoda 42 Milletvekilliği kazandık. Bu Müslüman Boşnak halkının ilk demokrasi zaferi oldu. Kısacası yok edilmek istenen bir halkın kimliğini ayağa kaldırdık, biz varız dedik."

Aliya ikinci defa başkan
Aliya İzzetbegoviç'in anlattıkları burada bitiyor. Boşnak halkı 200 bin şehidin ardından özgürlüklerine kavuştular. ABD'nin Dayton kentinde parafe edilen ve Paris'te imzalanan anlaşmayla 4 yıl süren kanlı savaşın yaşandığı savaş resmen bitmiş olsada Bosna Hersek'te normal hayata dönüş kolay değildi. Yakılıp yıkılan bu ülkenin yeniden yapılanması birinci derecede düşündüren faktör olmakla birlikte, ülkeyi kim yönetecek, seçimler nasıl gerçekleştirileçek düşüncesi herşeyin önündeydi. Müslüman Boşnak, Hırvat ve Sırplardan oluşan taraflar kadar Dayton antlaşmasına imza koyan garantör ülkeler de, seçimin sonucunu merak ediyorlardı. 14 Eylül 1996'daki seçimlerde 24 ayrı parti ve bağımsızlarla birlikte 3398 aday yarıştı. En çok oyu toplayan Aliya ikinci defa Cumhurbaşkanı seçildi. Sırp ve Hırvatlar tarafından bölgeden kovulmak istenen müslümanlar verdikleri onurlu direniş sonunda hem bu bölgede kalmayı hem ülke yönetimini yeniden ele geçirmeyi başardılar. Aliya 1998'e kadar Cumhurbaşkanlığı yaptı. 13-14 Eylül 1998'da yapılan Devlet Başkanlığı seçiminde Aliya'nın şahsında müslüman Boşnak halkı bu zaferi yenilemiş oldu. Özgür ve Demokrat Bosna Hersek adı altında SDA (Demokratik Eylem Partisi), ZABİH ( Herşey Bosna İçin Partisi) ve LP (Liberal Parti)'den oluşan seçim koalisyonu Aliya'yı Devlet Başkanlığına aday gösterdi. Aliya Bosna Hersek Cumhurbaşkanlık Konseyi Başkanlığına seçildi. Sırp aday Zivko Radişik ve Hırvat aday Ante Yelaviç, Aliya'ya yardımcı olarak seçildiler. Böylece Aliya, halkı tarafından kabul bulmuş karizmatik lider olduğunu bir kere daha isbatlamış oldu


…………………………….


Bosna Soykırımı-Soykırım Öncesi
II. Dünya Savaşı'nın ardından Josip Tito'nun liderliğinde kurulan komünist Yugoslav Devleti 3 değişik din (Ortodoksluk, Katoliklik ve İslâm) ve çok sayıda etnik grubu (Sırp, Hırvat, Boşnak, Arnavut, Sloven, Makedon) biraraya getiren bir ülkeydi. Sovyet Blokunda yerini aldı ancak zamanla bağımsız bir hâle geldi. 1980 yılında Tito'nun ölümü ve 1990 yılında bu bloğun parçalanmaya başlamasıyla farklı etnik grupları Yugoslavya içinde bir arada tutmak imkânsız hâle geldi. 25 Haziran 1991'de Slovenya ve Hırvatistan, Almanya ve İtalya′nın desteklemesi ile bağımsızlıklarını ilan ettiler. Eylül 1991'de de Makedonya bağımsızlığını ilan etti. Şubat-Mart 1992'de Bosna-Hersek Devleti ülke çapında bağımsızlık ilan edilmesi konusunda bir referandum yaptı. Bosnalı Sırpların çoğunun boykot ettiği bu referandum bağımsızlığın kabul edilmesiyle sonuçlandı. 5 Nisan 1992'de Bosna-Hersek Cumhuriyeti hükümeti bağımsızlığını ilan etti. 6 Nisan'da da ABD ve Avrupa ülkeleri Bosna-Hersek'in bağımsızlığını tanıdılar.

Bağımsızlığın anayurtları olan Sırbistan'dan kendilerini koparacağını düşünen ve “Büyük Sırbistan” hayalleri olan Bosnalı Sırplar, Sırbistan'dan aldıkları askeri yardımlarla Bosna'da bir Sırp Cumhuriyeti kurduklarını ilan ettiler. Kendi bölgelerinde bulunan Müslüman (Boşnaklar) ve Katoliklerden (Hırvatlar) bu bölgeyi terk etmelerini istediler. Bunu hızlandırmak içinse, özellikle dehşet yaratarak halkın dayanma gücünü kırmak, insanları bölgeden derhal uzaklaştırmak için insanlık dışı uygulamalara yöneldiler.

Soykırımın başlangıcı
Nisan 1992’de Srebrenica’nın hemen dışında bulunan Bratunac köyünde, 350 Bosnalı Müslüman, Sırp paramiliter ve özel polis güçleri tarafından ölümcül işkenceye tabi tutularak katledildi. Burada yaşananlar hakkındaki bilgiler, ancak aylar sonra katliam sırasında çekilen görüntülerin yayınlanması ile anlaşıldı.

Sırpların bu vahşet siyasetinin Dünya'da duyulması, düşünülenin aksine Bosnalı Boşnakların kurtulma ümitlerini arttırmadı. Aksine, BM ve NATO desteğinde özellikle Sırplar hedef alınarak bir ambargo başlatıldı. Fakat hem Sırpların eski müttefikleri olan Rusların yardımı, hem de coğrafi olarak daha iç kesimlerde bulunan Bosnalı Müslümanlara göre daha avantajlı olmaları sebebiyle, bu ambargodan BosnalıSırplar neredeyse hiç etkilenmediler. Olan zaten silah ve lojistik olarak çok zayıf olan Müslümanlara oldu. Dünya'nın en büyük ordularından birine sahip Yugoslavya'nın, bu gücünü Sırplar neredeyse sonuna kadar kullanmışlardır.

Zamanla Dünya'da yükselen tepkiler ve özellikle bâzı destekçilerinin durumun vehametini anlamaya başlamaları ile Müslümanlara yönelik bâzı yardımlar ulaştırılmaya başlanmıştır. Birçok ülkede Bosna'ya yardım kampanyaları düzenlenmiştir. Bosnalıların şanssızlığı burada da devam etmiş, güvendikleri Müslüman ülkelerde kampanya paraları kendilerine ulaştırılmak şöyle dursun, başka politik amaçlar için kullanılmış ve büyük bölümü asla yerine ulaştırılmamıştır.

Srebrenitsa Soykırımı

Zamanla gücünü toparlayan Nasır Oriç liderliğindeki Müslüman direniş örgütü Sırplara karşı koymaya ve bâzı başarılar elde etmeye başladılar. Bu duruma artık bir son vermenin zamanının geldiğini düşünen BM[özgün araştırma?], Dayton görüşmelerini başlattı. Sırplar, görüşmelerde avantaj elde etmek için iki stratejik kent olan Gorajde ve Srebrenitsa'yı ele geçirmek maksadıyla bütün güçleriyle bu iki kente saldırdılar. Tarihin gördüğü en büyük katliamlardan birini tüm Dünya'nın seyirci bakışları arasında sergilediler. BM tarafından güvenli bölge olarak ilan edildikten iki yıl sonra Srebrenitsa, 1995 yılının yaz ayında II. Dünya Savaşı’ndan sonra meydana gelen en büyük toplu soykırıma uğradılar. Sırplar topladıkları ve günlerce sistematik işkenceden geçirdikleri Bosnalı Müslümanları, evlatlarının kardeşlerinin gözleri önünde öldürdükten sonra, cesetlerini yine onlara gömdürdüler. Bosna Savaşı'nın bu en kanlı olayı Srebrenitsa Katliamı olarak adlandırılmıştır.

Srebrenitsa Katliamında öldürülenlenlerin kesin sayısı bilinmemekle birlikte BM'nin Eski Yugoslavya Savaş Suçları Mahkemesi savcısı, 7.000 ila 8.000 kişinin öldürüldüğünü belirtmiştir. Bosna Sırplarının hükümetinin hazırladığı bir raporda ölü sayısı 7.779, Boşnak hükümetinin raporunda ise 8.374'den fazla olarak gösterilmektedir. Şimdiye kadar Srebrenitsa etrafında 42 toplu mezar bulunmuş ve uzmanlara göre 22 bölgede daha toplu mezar olduğunu tahmin edilmektedir. Şimdiye kadar 2.070 kurbanın kesin kimlik tespiti yapılırken 7.000'den fazla ceset torbasında ise parçalanmış ceset parçaları kesin kimlik tespiti için bekletilmektedir. Cesetler toplu mezarlara atılırken parçalandığı için kimlik tespiti güçlükle yürütülmektedir. Ayrıca Sırplar katliamı gizlemek için bâzı cesetleri ilk gömüldükleri toplu mezarlardan çıkarıp başka yerlere tekrar gömdüklerinden katliamla ilgili deliller bozulmuş ya da yok olmuştur.

1992-1995 arasında Uluslararası Kızılhaç Örgütü verilerine göre Bosna-Hersek'te 312.000 kişi hayatını kaybetmiştir. Bu kayıpların 200.000 kadarı Boşnak halkına ait olup Bosnalılar, Dünya'nın gözü önünde ve Avrupa'nın göbeğinde sistematik bir soykırınama tâbî tutulmuştur. Sadece Srebrenica'da olanlar hakkında elle tutulur delillerin varlığı söz konusu olsa da çok yakın tarihte gerçekleşen soykırımını aydınlatmaya yetmemektedir.

Soykırım sorumluları
Lahey'deki Savaş Suçları Mahkemesi'nde görülen davada Sırp Partisi lideri Radovan Karadzic, Sırp Ordusu komutanı Ratko Mladiç, Vujadin Popoviç (Bosnalı Sırp komutan), Ljubisa Beara (Genelkurmay Başkanı), Drago Nikoliç (güvenlik şefi), Ljubomir Borovcanin (özel polis müdürü), Radivoje Miletiç (Genelkurmay Başkan Yardımcısı), Milan Gvero (komutan yardımcısı, Vinko Pandureviç (tugay komutanı) Bosna Savaşı sırasında Srebrenitsa'da 8.000'den fazla sivilin katledilmesinden sorumlu oldukları iddiasıyla gıyaplarında haklarında dava açılmıştır.

Bosna'da meydana gelen iç savaş sırasında Sırp ordusunun yapmış olduğu katliamın arkasındaki itici güç Sırbistan Demokrat Partisi ve lideri Radovan Karadziç'tir. Parti bağımsızlık ilanı ile birlikte hükümetten de çekilerek yasadışı bir örgüt gibi çalışmalarını yürüterek Müslüman bölgelerinde katliamları yapmışlardır. Sırp denetimindeki Ilıca bölgesinde Bosna Oteli'nde faaliyet gösteren parti lideri Radovan Karadziç ve arkadaşlarını korumakla görevli Sırp militanların uniformalarında Sırbistan bayrağı ve Çetniklerin kullandığı madenî bir para büyüklüğündeki siyah renkli bir arma bulunmaktaydı. Bütün bu katliamları gerçekleştirmek için gereken ekonomik ve askerî güç, temelde Federal Yugoslavya Ordusu'nda bulunuyordu. Ancak bu gücü yönetebilecek yetki ise Sırbistan'daydı. Dolayısıyla katliamları gerçekleştiren Sırp milislerin Sırbistan ile bağlantılı olmamalarına imkân yoktu. Sırp militanları ve Sırbistan Federal Ordusu arasındaki bu işbirliği kanıtlanamamıştır. Unutulmaması gereken en önemli hususlardan birisi de SDS'nin bu faaliyetlerine birçok Sırp ordu ve hükümet yetkilisi muhalefet etmiş, o zor koşullara rağmen görevlerini bırakmışlardır.

Savaşın bitişi
Bosna Savaşı'nı sona erdiren Dayton Anlaşması, Paris’te 14 Aralık 1995'te imzalandı. 300.000 kişinin ölümüne ve yüz binlerce sivilin yurtlarından göçmesine neden olan dört yıllık savaşı durduran bu anlaşma, dönemin ABDBalkan Özel TemsilcisiRichard Holbrook’un başkanlığında ABD’nin Ohio eyaletine bağlı Dayton adlı kasabadaki bir hava üssünde haftalar süren müzakerelerden sonra karara bağlanmıştır. Bosna-Hersek Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç’in ifadesiyle ‘âdil olmasa da olabileceğin en iyisi’ olan bu anlaşma, türünün tek örneğidir. Anlaşmanın bir bölümü, Bosna-Hersek Devleti’nin anayasal yapısını ortaya koyarken Bosna-Hersek adı verilen yeni bir devlet altında son derece karmaşık ve çok katmanlı bürokratik bir yapı öngörülmüştü. Anlaşma neticesinde Bosna-Hersek Federasyonu ve Sırp Cumhuriyeti adında iki entite kurulmuş, etnik temellere dayalı entiteler üzerinde ise zayıf otoriteye sahip merkezî bir hükümet modeli ve etnisiteleri yansıtan ortak kurumlar oluşturulmuştur. Birbirleriyle savaşmış üç etnik toplumun yeniden bir arada yaşamasını ve Bosna-Hersek’in tüm kurumlarıyla işlemesini amaçlayan Dayton Barış Anlaşması’nın sivil yönlerinin uygulanmasına ilişkin sorumluluk ise Yüksek Temsilcilik'e verilmiştir.[2]

Soykırım sonuçları
Bosna-Hersek Cumhuriyeti'nin bağımsızlığını ilan etmesi ve devlet içindeki Sırpların ayrılıkçı bir hareket başlatarak bu hareketi Sırbistan destekli bir iç savaşa döndürmesi ile katliamlar, siyasî amaçlı olarak yapılmıştır. Bu katliamlar sonucunda Bosna-Hersek Devleti Sırplar ve Bosnalı Müslümanlar arasında paylaştırılmıştır. Açılan mahkemelerde katliamcıların soykırım suçu işlediklerine kadar verilmiş olmasına rağmen suçlar bireyselleştirilerek katliamın esas plânlayıcısı olduğu iddia edilen Sırbistan Cumhuriyeti'nin sorumluluğunun olmadığına hükmedilmiş, böylece öldürülen binlerce Bosnalı Müslüman ailelerinin tazminat almaları imkânsızlaşmıştır.

Katliamların Dünya'da duyulması ile Avrupa'daki Hrıstiyan devletlerin kıtada Müslüman bir devlet daha istemediği kanısını güçlendirecek gelişmeler yaşanmıştır. Avrupa güçleri, kendilerine çok yakın konumda bulunan sorun bölgelerine müdahale edememiş, gerekli koordinasyon ve harekat plânlaması hem NATO, hem Avrupa Birliği ülkelerince yapılamamıştır. Bu durum, özellikle Avrupa Birliği ülkelerinin askerî yönden hâlâ ABD'ye bağımlı olduğu yönündeki iddiaları güçlendirmiştir. Özellikle Fransa liderliğindeki bâzı ülkeler, Avrupa'nın kendi ordusunu kurmasının bu gibi sorunlara daha etkin ve gerçekçi müdahaleye imkân sağlayacağı yönünde görüşler üretmeye başlamışlardır.

Neticede insan hakları ve demokrasinin önde gelen savunucuları olduklarını iddia eden Avrupa devletleri katliamlara engel olamadıkları için gelişen sosyo-politik olaylara yön verebilme kabiliyetlerinin düşündükleri kadar etkin olamayabileceğini Dünya'ya göstermişlerdir. Ayrıca Avrupa'nın sözde adalet mekanizmaları bu savaş konusunda Sırbistan'ı aklamıştır. Bunda Avrupa'nın Sırbistan'la ilişkilerini geliştirmek istemesinin yanında mağdurların Müslüman olması da çok etkili olmuştur.

Soykırımın Sırp olmayan destekçileri

Katliamları gerçekleştiren Sırp milislerin nereden yardım aldıkları konusunda çeşitli iddialar bulunmaktadır. Ancak Bosna Savaşı sırasında meydana gelen bâzı olaylar şüpheye yer bırakmaksızın Sırp katliamcıların işlerini kolaylaştırmıştır. Bunların bâzıları:

  1. BM'nin Srebrenitsa'yı korumakla görevlendirilen 700 Hollanda askeri, bölgeye "güvenli" olma güvencesi ile sığınmış 8.000 kadar Bosnalı Müslümanı katledilecekleri bilindiği halde Sırp milislere teslim etmiştir. Kendilerine göstermiş oldukları "üstün hizmet" sebebiyle daha sonra madalya töreni düzenlenmiş ve ödüllendirilmişlerdir.[6]
  2. FransızAFP ajansına göre bir grup Yunan sempatizan, Srebrenitsa Katliamı'nda Sırp milislerle beraber Bosnalı Müslümanları katletmiştir. Haberi bâzı Yunan kaynaklı siteler de teyit etmektedir.[7]
  3. NATO'nun BM gözetiminde yaptığı Sırplara yönelik hava harekât plânlarını, Fransa'nın Sırplara sızdırdığı konusunda ciddi kuşkular bulunmaktadır.
  4. Bosna devletine yardım için bâzı ülkelerde düzenlenen yardım kampanyaları hakkında ciddi suçlar içeren haberler yayınlanmıştır. Türkiye'de toplanan paralar ile ilgili olarak dönemin başbakanı, koalisyon ortağı olduğu partiye paraların yerlerine ulaştırılmadığı yolunda suçlamalarda
 
Moderatör tarafında düzenlendi:
A Çevrimdışı

akıncı han

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Akhi sen kendi paylastigini okumuyorsun galiba :) Demokrasinin zaferinden felan bahsediyor :)
Yani bugün AKPlilerin güttüğü zihniyet ...
 
Al-Alameyn Çevrimdışı

Al-Alameyn

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Aliya İzzetbegoviç’in (rahimahullah) ölümünden 11 yıl geçmesine rağmen, kendisi gerek Boşnak, Türk müslümanları ve gerekse de ümmet tarafından unutulmadı.. Şunun altının çizilmesi gerekir; onun Müslüman bir lider olarak, El Kaide, IŞİD, Boko Haram gibi cihad liderliğine soyunmuş kişilerin özde ve denli bir şekilde örnek alması gereken liderlerden biridir.. Sanki mezarından bunlara seslenerek "Cihadın zor olanı insanın kendisini kontrol edebilmesine yönelik olanıdır” diyerek onlara yanlış yolda olduklarını tekrar ediyordu.. Acaba bugün cihad liderliğine soyunan gruplardan hangisinin lideri, rahmetli Aliya’nın bu sözünü dillerinde bir kez de olsa dolaştırmaktadır?

Daha öncede bahsi geçen şu kısmının da altının çizilmesinde fayda var: “Begoviç'e göre güce dayalı olarak kısa yoldan İslâmi düzene geçiş bir sapmadır. Doğru olan, eğitim ile ve ahlaki ilkelerin tebliği edilmesiyle yapılacak bir geçiştir.” Bu kısmın doğruluğunu bugün Bağdadi önderliğindeki IŞİD’in yaptığı birçok cürümde müşahede etmekteyiz.. Başka bir sözünde de şöyle demişti: “İslami bir düzen oluşturulmasındaki mücadelede cürüm dışındaki tüm yollar caizdir. Hiç kimsenin İslam’ın güzel adını ve bu mücadeleyi kontrolsüz ve aşırı şiddetle kirletmeye hakkı yoktur.” Bu söz de IŞİD’in güya cihad ve halifelik adı altında İslam’ın adını ne derece kirlettiğini bana hatırlatmaktadır.. Bağdadi önderliğindeki IŞİD’in Suriye ve Irak başta olmak üzere yaptıkları İslam’ın ana unsurlarına büyük zıtlık teşkil eden hareketleri, ümmetin adının kirletilmesine ve onların içten daha da çökertilmesine neden olmuş ve olmaktadır..
 
T Çevrimdışı

Tarık Yıldız

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
El Kaide, IŞİD, Boko Haram gibi cihad liderliğine soyunmuş kişilerin özde ve denli bir şekilde örnek alması gereken liderlerden biridir.. Sanki mezarından bunlara seslenerek "Cihadın zor olanı insanın kendisini kontrol edebilmesine yönelik olanıdır” diyerek onlara yanlış yolda olduklarını tekrar ediyordu.. Acaba bugün cihad liderliğine soyunan gruplardan hangisinin lideri, rahmetli Aliya’nın bu sözünü dillerinde bir kez de olsa dolaştırmaktadır? [QUOTE]

Fesuphanallah.Cihadın zor olanının o olduğunu kim malum etmiş ona?Nefisle yapılan cihat büyük cihattır doğru.Ama nefisle cihat edebilmekte rahatın içinde yapılcak şey değildir.El Kaide'nin yanlış yolda olduğunu iddaa ediyorsun.Peki doğrusu nedir?İşleri demokrasi ile mi çözsünler?

Bak burada da ne demiş Begoviç:

İslam ın ilerlemesi sakin ve teslimiyetçi kimseler değil,cesur itiraz (isyankar) ruhlu kimseler gercekleştirir..
BİLGE
KRAL
 
heycan Çevrimdışı

heycan

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Aliya İzzetbegoviç’in (rahimahullah) ölümünden 11 yıl geçmesine rağmen, kendisi gerek Boşnak, Türk müslümanları ve gerekse de ümmet tarafından unutulmadı.. Şunun altının çizilmesi gerekir; onun Müslüman bir lider olarak, El Kaide, IŞİD, Boko Haram gibi cihad liderliğine soyunmuş kişilerin özde ve denli bir şekilde örnek alması gereken liderlerden biridir.. Sanki mezarından bunlara seslenerek "Cihadın zor olanı insanın kendisini kontrol edebilmesine yönelik olanıdır” diyerek onlara yanlış yolda olduklarını tekrar ediyordu.. Acaba bugün cihad liderliğine soyunan gruplardan hangisinin lideri, rahmetli Aliya’nın bu sözünü dillerinde bir kez de olsa dolaştırmaktadır?

Daha öncede bahsi geçen şu kısmının da altının çizilmesinde fayda var: “Begoviç'e göre güce dayalı olarak kısa yoldan İslâmi düzene geçiş bir sapmadır. Doğru olan, eğitim ile ve ahlaki ilkelerin tebliği edilmesiyle yapılacak bir geçiştir.” Bu kısmın doğruluğunu bugün Bağdadi önderliğindeki IŞİD’in yaptığı birçok cürümde müşahede etmekteyiz.. Başka bir sözünde de şöyle demişti: “İslami bir düzen oluşturulmasındaki mücadelede cürüm dışındaki tüm yollar caizdir. Hiç kimsenin İslam’ın güzel adını ve bu mücadeleyi kontrolsüz ve aşırı şiddetle kirletmeye hakkı yoktur.” Bu söz de IŞİD’in güya cihad ve halifelik adı altında İslam’ın adını ne derece kirlettiğini bana hatırlatmaktadır.. Bağdadi önderliğindeki IŞİD’in Suriye ve Irak başta olmak üzere yaptıkları İslam’ın ana unsurlarına büyük zıtlık teşkil eden hareketleri, ümmetin adının kirletilmesine ve onların içten daha da çökertilmesine neden olmuş ve olmaktadır..
sen cihadi liderlerin ayaklarının altındaki toza kurban ol hemen hemen her mesajında cihada bi ayar verme aklın sıra bir eleştirme var Allah'tan kork yeter artık subhanAllah
 
Al-Alameyn Çevrimdışı

Al-Alameyn

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Fesuphanallah.Cihadın zor olanının o olduğunu kim malum etmiş ona?Nefisle yapılan cihat büyük cihattır doğru.Ama nefisle cihat edebilmekte rahatın içinde yapılcak şey değildir.El Kaide'nin yanlış yolda olduğunu iddaa ediyorsun.Peki doğrusu nedir?İşleri demokrasi ile mi çözsünler?

Bak burada da ne demiş Begoviç:

Tarık Yıldız akhi, Allah c.c. cevabından dolayı senden razı olsun..

Bakınız burada Aliya İzzetbegoviç’in çizdiği ve fiilen yürüttüğü cihad cizgisi ve IŞİD başta olmak üzere diğer grupların yürüttüğü cihad anlayışı ve çoğunluğu müslümanların ölümüne neden olan eylemler arasında büyük bir fark vardır.. Bugün eğer halen Aliya İzzetbegoviç’in Bosnalı müslümanlar için yaptıklarını unutmuyor ve IŞİD ve diğer grupların cihad adı altında yaptıklarını çok sert biçimde eleştiriyorsak veya eleştirmemiz gerekirken, bunlar “cihad” veya İslami bir direniş kisvesine büründürülerek müslümanların üzerine empoze ettirilmeye çalıştırılıyorsa, bu o zaman gerek İzzetbegoviç ve gerekse onun İslam anlayışını anlayamamızdan kaynaklanmaktadır..

Cihad konusu defalarca tekraklandığı için burada tekrar açmayacağım, fakat birkaç ay önce 126 İslam aliminin Bağdadi’nin Temmuz ayındaki konuşmasına atfen yayımladıkları bildiriden şu satırların tekrar hatırlatılmasında fayda var.. “Büyük cihad, nefse ve onun silahına karşı yapılan ve Allah’ı anmak ve nefsin temizlenmesi maksadıyla yapılan cihaddır. İlaveten, Allah iki cihad arasındaki ilişkiyi başka bir ayetle izah etmektedir: ‘Ey iman edenler! (Savaş için) bir toplulukla karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah'ı çok anın ki kurtuluşa eresiniz.’ Nitekim, sebat etmek küçük cihaddır ve büyük cihada bağlıdır ki Allah’ı zikretmek ve nefsi arıtmakla yapılan egoya [yani nefse] karşı yapılan cihaddır.”

Bakınız geçenlerde El Kaide Arap Yarımadası’nın dini liderlerinden Şeyh Haris el Nazari 30 kişinin IŞİD’e biat ettiği konusundaki iddialarına karşı bazı açıklamalarda bulunmuştu.. Bunlar özetle şöyle:

1. Ümmetin başına gelen en büyük musibet Müslüman kanının dökülmesidir.

2. IŞİD diğer İslami gruplarla arasındaki sorunları çözmeden ve gerekli şartlar da yerine getirilmemişken hilafet ilanında bulundu.

3. IŞİD zamanı gelmeden hilafet ilan etti ve bu fitneye neden oldu.

4. IŞİD’in hilafet ilanı hatalıdır, devamı için başvurduğu yöntemler de hatalıdır.

Şimdi el Nazari’nin dediklerini Bağdadi’nin son konuşmasındaki cihad ve diğer konulardaki açıklamalarına bir göz atarak değerlendirelim:

1. Bağdadi konuşmasında cihadı kıtal ile eşleştirmekte ve her ikisini birbirinin yerine kullanmaktadır..

2. Kimin cihada katılıp katılmayacağı konusunda herhangi bir istisnanın olmadığını söylemektedir ki az çok ilmi olanın cihadın şartları ve kimler tarafından ifa edileceğini bilir..

3. Savaşın durmaksızın devam edeceğini söylemektedir.. Fakat Resulullah s.a.v. başlattığı her savaşı bir sonuca bağlamıştır..

4. Son müslümana kadar bile savaşacağını söyleyerek müslümanların kanı ve canlarının hiçbir öneme hasıl olmadığını tekrar ve tekrar teyid etmektedir..

5. Müslümanları birbirine kırdırmaya devam etmektedir..

Yukarıdaki ana noktalara dikkat edilirse, El-Nazari, Şeyh Tartusi, Makdisi, Muritani, Ebu Katade, ve daha birçok alim ve önde gelen liderlerin özellikle cihad konusundaki yaptıkları büyük infiali cürümlere dikkat çekerek, IŞİD ve lideri Bağdadi’nin yaptıklarının bir cihad değil fakat sadece ümmetin başına gelen büyük bir fitne olduğunu tekrar tekrak dile getirmektedirler.. İşte bu nedenledir ki Bağdadi ve benzerleri rahmetli İzzetbegoviç’i anlamadıkları ve onun güce dayalı ve kestirmeden kurulmak istenilen İslami düzenin bir sapma olduğu sözünü de es geçmektedirler..

Doğrusu olan, daha önce de arzettiğimiz gibi Allah c.c. ve O’nun Resulü Muhammed s.a.v.’in yolundan gitmektir ki, bu da gerek El Kaide, Boko Haram, Şebab vs. örgütlerin Kuran ve Sünnet’i tam hakkıyla tatbik etmeyerek Kabe’nin yıkılmasında daha da kutsal olan müslüman kanının direk veye indirek yollarla akıtılmasına meydan verdiklerindendir ki, arzu edilen savaşın bitmesi ve cihadın asıl maksatlarına ulaşması da sağlanamamıştır..

Şimdi karşımızda iki lider var: Aliya İzzetbegoviç ve Bağdadi.. Rahmetli İzzetbegoviç halifelik ilan etmedi, müslümanları birbirine kırdırtmadı, ve sonunda zafere nail oldu.. Eğer burada ders alınması gereken ve İslam’ın gerçek cihad kısımlarını tatbik ettiğinden dolayı örnek alınması gereken birisi varsa o da Aliye İzzetbegoviç’tir, kesinlikle Bağdadi değildir..
 
A Çevrimdışı

Aleyna

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Aliya İzzetbegoviç’in (rahimahullah) ölümünden 11 yıl geçmesine rağmen, kendisi gerek Boşnak, Türk müslümanları ve gerekse de ümmet tarafından unutulmadı.. Şunun altının çizilmesi gerekir; onun Müslüman bir lider olarak, El Kaide, IŞİD, Boko Haram gibi cihad liderliğine soyunmuş kişilerin özde ve denli bir şekilde örnek alması gereken liderlerden biridir.. Sanki mezarından bunlara seslenerek "Cihadın zor olanı insanın kendisini kontrol edebilmesine yönelik olanıdır” diyerek onlara yanlış yolda olduklarını tekrar ediyordu.. Acaba bugün cihad liderliğine soyunan gruplardan hangisinin lideri, rahmetli Aliya’nın bu sözünü dillerinde bir kez de olsa dolaştırmaktadır?

Daha öncede bahsi geçen şu kısmının da altının çizilmesinde fayda var: “Begoviç'e göre güce dayalı olarak kısa yoldan İslâmi düzene geçiş bir sapmadır. Doğru olan, eğitim ile ve ahlaki ilkelerin tebliği edilmesiyle yapılacak bir geçiştir.” Bu kısmın doğruluğunu bugün Bağdadi önderliğindeki IŞİD’in yaptığı birçok cürümde müşahede etmekteyiz.. Başka bir sözünde de şöyle demişti: “İslami bir düzen oluşturulmasındaki mücadelede cürüm dışındaki tüm yollar caizdir. Hiç kimsenin İslam’ın güzel adını ve bu mücadeleyi kontrolsüz ve aşırı şiddetle kirletmeye hakkı yoktur.” Bu söz de IŞİD’in güya cihad ve halifelik adı altında İslam’ın adını ne derece kirlettiğini bana hatırlatmaktadır.. Bağdadi önderliğindeki IŞİD’in Suriye ve Irak başta olmak üzere yaptıkları İslam’ın ana unsurlarına büyük zıtlık teşkil eden hareketleri, ümmetin adının kirletilmesine ve onların içten daha da çökertilmesine neden olmuş ve olmaktadır..

Tarık Yıldız akhi, Allah c.c. cevabından dolayı senden razı olsun..

Bakınız burada Aliya İzzetbegoviç’in çizdiği ve fiilen yürüttüğü cihad cizgisi ve IŞİD başta olmak üzere diğer grupların yürüttüğü cihad anlayışı ve çoğunluğu müslümanların ölümüne neden olan eylemler arasında büyük bir fark vardır.. Bugün eğer halen Aliya İzzetbegoviç’in Bosnalı müslümanlar için yaptıklarını unutmuyor ve IŞİD ve diğer grupların cihad adı altında yaptıklarını çok sert biçimde eleştiriyorsak veya eleştirmemiz gerekirken, bunlar “cihad” veya İslami bir direniş kisvesine büründürülerek müslümanların üzerine empoze ettirilmeye çalıştırılıyorsa, bu o zaman gerek İzzetbegoviç ve gerekse onun İslam anlayışını anlayamamızdan kaynaklanmaktadır..

Cihad konusu defalarca tekraklandığı için burada tekrar açmayacağım, fakat birkaç ay önce 126 İslam aliminin Bağdadi’nin

Temmuz ayındaki konuşmasına atfen yayımladıkları bildiriden şu satırların tekrar hatırlatılmasında fayda var.. “Büyük cihad, nefse ve onun silahına karşı yapılan ve Allah’ı anmak ve nefsin temizlenmesi maksadıyla yapılan cihaddır. İlaveten, Allah iki cihad arasındaki ilişkiyi başka bir ayetle izah etmektedir: ‘Ey iman edenler! (Savaş için) bir toplulukla karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah'ı çok anın ki kurtuluşa eresiniz.’ Nitekim, sebat etmek küçük cihaddır ve büyük cihada bağlıdır ki Allah’ı zikretmek ve nefsi arıtmakla yapılan egoya [yani nefse] karşı yapılan cihaddır.”

Bakınız geçenlerde El Kaide Arap Yarımadası’nın dini liderlerinden Şeyh Haris el Nazari 30 kişinin IŞİD’e biat ettiği konusundaki iddialarına karşı bazı açıklamalarda bulunmuştu.. Bunlar özetle şöyle:

1. Ümmetin başına gelen en büyük musibet Müslüman kanının dökülmesidir.

2. IŞİD diğer İslami gruplarla arasındaki sorunları çözmeden ve gerekli şartlar da yerine getirilmemişken hilafet ilanında bulundu.

3. IŞİD zamanı gelmeden hilafet ilan etti ve bu fitneye neden oldu.

4. IŞİD’in hilafet ilanı hatalıdır, devamı için başvurduğu yöntemler de hatalıdır.

Şimdi el Nazari’nin dediklerini Bağdadi’nin son konuşmasındaki cihad ve diğer konulardaki açıklamalarına bir göz atarak değerlendirelim:

1. Bağdadi konuşmasında cihadı kıtal ile eşleştirmekte ve her ikisini birbirinin yerine kullanmaktadır..

2. Kimin cihada katılıp katılmayacağı konusunda herhangi bir istisnanın olmadığını söylemektedir ki az çok ilmi olanın cihadın şartları ve kimler tarafından ifa edileceğini bilir..

3. Savaşın durmaksızın devam edeceğini söylemektedir.. Fakat Resulullah s.a.v. başlattığı her savaşı bir sonuca bağlamıştır..

4. Son müslümana kadar bile savaşacağını söyleyerek müslümanların kanı ve canlarının hiçbir öneme hasıl olmadığını tekrar ve tekrar teyid etmektedir..

5. Müslümanları birbirine kırdırmaya devam etmektedir..

Yukarıdaki ana noktalara dikkat edilirse, El-Nazari, Şeyh Tartusi, Makdisi, Muritani, Ebu Katade, ve daha birçok alim ve önde gelen liderlerin özellikle cihad konusundaki yaptıkları büyük infiali cürümlere dikkat çekerek, IŞİD ve lideri Bağdadi’nin yaptıklarının bir cihad değil fakat sadece ümmetin başına gelen büyük bir fitne olduğunu tekrar tekrak dile getirmektedirler.. İşte bu nedenledir ki Bağdadi ve benzerleri rahmetli İzzetbegoviç’i anlamadıkları ve onun güce dayalı ve kestirmeden kurulmak istenilen İslami düzenin bir sapma olduğu sözünü de es geçmektedirler..

Doğrusu olan, daha önce de arzettiğimiz gibi Allah c.c. ve O’nun Resulü Muhammed s.a.v.’in yolundan gitmektir ki, bu da gerek El Kaide, Boko Haram, Şebab vs. örgütlerin Kuran ve Sünnet’i tam hakkıyla tatbik etmeyerek Kabe’nin yıkılmasında daha da kutsal olan müslüman kanının direk veye indirek yollarla akıtılmasına meydan verdiklerindendir ki, arzu edilen savaşın bitmesi ve cihadın asıl maksatlarına ulaşması da sağlanamamıştır..

Şimdi karşımızda iki lider var: Aliya İzzetbegoviç ve Bağdadi.. Rahmetli İzzetbegoviç halifelik ilan etmedi, müslümanları birbirine kırdırtmadı, ve sonunda zafere nail oldu.. Eğer burada ders alınması gereken ve İslam’ın gerçek cihad kısımlarını tatbik ettiğinden dolayı örnek alınması gereken birisi varsa o da Aliye İzzetbegoviç’tir, kesinlikle Bağdadi değildir..

Allah razı olsun kardeşim , çok güzel bir yorum rabbim sizin gibi hem vicdanlı hem akıllı hem sağduyulu müslümanların sayısını arttırsın.
ben boşnak kızı olarak olayların içinden birisiyim, yapılan direnişin ve emeğin karşılığında ona dua edip Allah razı olsun diyeceklerine bir de eleştıri yapıyorlar, nasıl bir kalp taşıyorsunuz yahu...??
bir müslüman, onurlu ve şerefli islami mücadele veren bir müslümana (bu kim olursa olsun ) verdiği değer, kendi değerini gösterir.
hattaab amedi kardeşe ayrıca teşekkür ediyorum. işte sizler örnek müslümanlarsınız.
 
Son düzenleme:
Üst Ana Sayfa Alt