Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Haber Bir Fitnenin Tarihçesi (ekim 2013-kasım 2014)

İ Çevrimdışı

İbn Muhammed

الله اكبر و العزة الله
İslam-TR Üyesi
logo.png


بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ


إِنَّ الْحَمْدَ لِلَّهِ نَحْمَدُهُ وَنَسْتَعِينُهُ مَنْ يَهْدِهِ اللَّهُ فَلاَ مُضِلَّ لَهُ وَمَنْ يُضْلِلْ
فَلاَ هَادِي لَهُ وَأَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ
وَأَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ


قَالَ رَبِّ اشْرَحْ لٖى صَدْرٖی وَيَسِّرْ لٖى اَمْرٖی وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِنْ لِسَانٖی يَفْقَهُوا قَوْلٖی

Bu konu forumda farklı zamanlarda başlayan ve bir türlü sonu gelmeyen devle meselesini derleyip toparlamak adına hazırlanmıştır. Konudaki haberler, Ekim 2013-Kasım 2014 Tarihleri arasında Ummetislam, Islahhaber, Pressmedya, İncanews başta olmak üzere çeşitli haber sitelerinin yaptığı haberlerdir, ayrıca islam-tr.org’dan kardeşlerimin haber bölümünde paylaştıklarıdır. Konu yaklaşık 9 bölümden oluşacaktır. Kardeşlerimden ve forum yöneticilerinden ricam, bölümlerin tamamı bitene kadar haber paylaşımı dışında bir yorumda bulunulmamasıdır. Bu konu forumda çeşitli yerlerde ve zamanlarda tartışıldı, tartışılıyor ve şüphesiz ki tartışılmaya devam edilecektir...

Kararsızların karanlığına ışık tutar inşaAllah...

BÖLÜM - 1



Şeyh Eymen el Zevahiri: Cihadimizin Temel Prensipleri:


fft99_mf783157.Jpeg

Mücadelemizin Genel Esasları



1. Bu aşamada çalışmalarımızın iki boyutu olduğu sır değildir:



Birincisi askeri, ikincisi tebliğ ve propaganda boyutudur.



2. Askeri çalışmalar öncelikle küresel küfrün başı olan Amerika ve müttefiki İsrail’i, sonrasında ise ülkelerimizi yöneten yerel müttefiklerini hedef alır.



a. Amerika’yı hedef almanın amacı gücünü tüketmek ve eski Sovyetler Birliği’nin kaderiyle karşılaşması için askeri, insani ve iktisadi kayıpların altında ezilerek kan kaybından ölmesini sağlamaktır. Bunun neticesinde topraklarımız üzerindeki hakimiyeti zayıflayacak ve müttefikleri birbiri ardınca düşecektir.



Arap dünyasındaki devrimler Amerikan nüfuzunun zayıfladığını ortaya çıkardı. Afganistan ve Irak’ta mücahidlerin eliyle aralıksız darbeler alan ve Eylül 2001’den beri iç güvenliğine dair sürekli tehditlerle karşılaşan Amerika, Müslüman ülkelerdeki baskıdan kurtulmak için ileri karakollar kurmaya karar verdi. Ancak hadiseler temsilcilerinin yüzünde patladı. Allah’ın izniyle gelecek aşama dünya meselelerinde Amerikan nüfuzunun daha da azaldığına ve Amerika’nın kendi kabuğuna geri çekildiğine şahit olacak ve hükümetlerdeki temsilcileri ile müttefiklerini de zayıflatacaktır.



b. Amerika’nın temsilcileri yerden yere değişmektedir. Bu konuda temel prensip kendileri ile çatışmanın kaçınılmaz olduğu ülkeler hariç onlarla savaşmaktan uzak durmaktır.



Mesela Afganistan’da onlara karşı mücadele Amerika’ya karşı verilen savaşın bir parçasıdır.



Pakistan’da onlara karşı mücadele etmek Afganistan’ı Amerikan işgalindan kurtarmak için verilen savaşı tamamlamaktır, daha sonra ise Pakistan’daki mücahidler için güvenli bir sığınak vazifesi görecek ve Pakistan’da İslami sistemin kurulması için verilecek mücadelede başlangıç noktası olarak kullanılacak bölgeler oluşturma amacını taşımaktadır.



Irak’ta onlara karşı verilen mücadele Sünni topraklarını Amerika’nın Safevi (Şii) varislerinden kurtarma amacını taşımaktadır.



Amerikan varlığının ihmal edilebilir ve belirsiz olduğu Cezayir’de sisteme karşı verilen mücadele sistemi zayıflatmak, Cihadi nüfuzunu İslami Mağrib’e, Batı Afrika’nın sahil bölgelerine ve Sahra’nın güneyine ulaştırma amacını taşımaktadır. Bir süredir bu bölgede Amerika ve müttefikleri ile çatışma ihtimali aşikar hale gelmektedir.



Arabistan Yarımadası’ndaki mücadele Amerika’nın vekaletini yaptıkları içindir.



Somali’de Amerika’nın vekilleri ile verilen mücadele Haçlı işgaline öncülük yaptıkları içindir.



Suriye’deki mücadele idarecilerin -bırakın cihâdîyi-, yalnızca İslami olan bir teşebbüsün varolmasına bile izin vermemeleri ve iyi bilinen İslam’ın kökünü kazıma çabaları gerçeğine dayanmaktadır.



Kudüs muhitinde en önemli ve birincil mücadele Yahudilere karşıdır ve Oslo görüşmeleri ile iktidara gelen yerel yöneticiler konusunda mümkün olduğu kadar sabredilmelidir.



3. Tebliğ ve propaganda faaliyetlerine gelince, bunlar Haçlı saldırısının getirdiği tehditler hakkında ümmeti bilinçlendirmek, hüküm ve idarenin yalnızca Allah’a ait olduğu bağlamında Tevhid’in gerçek manasını anlatmak, İslam kardeşliğinin önemi ve Müslüman topraklarının bütünlüğünü vurgulamaktır. Allah’ın izniyle bu Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in metoduna dayalı Hilafeti kurmada bir önsöz vazifesi görecektir.



Tebliğ alanında iki cepheye odaklanılmalıdır:



Birincisi: Allah’ın izniyle Hilafet kurulana kadar Haçlılar ve müttefikleri ile mücadele sorumluluğunu sırtlayan ve sırtlamaya devam edecek olan Mücahid öncüleri eğitmek ve yetiştirmek.



İkincisi: Kitleleri bilinçlendirmek, teşvik etmek, seferber olup idarecilerine isyan etmeleri ve İslam’ın ve İslam için çalışanların saflarına katılmaları için caba sarf etmek.



İkinci Kısım: Gerekli Esaslar



Bu önsöze dayanarak şer’î siyaset kaideleri ışığında menfaati koruma (maslahat) ve zarardan kaçınma (mefsedet) amacı taşıyan aşağıdaki kuralları ortaya koyabiliriz:



1. Seferber olmalarını sağlamak amacıyla halk arasındaki bilinçlenmeyi artırmaya odaklanmak. Benzer şekilde İslam inancı güçlü, kurallarına uyan, müminlere karşı alçakgönüllülük gösteren ve kafirlere karşı izzetli duran organize, birleşik, fikriyatı güçlü ve uyanık bir cihadi güç oluşturmak için Mücahid öncüleri arasındaki bilinç ve idraki güçlendirmeye odaklanmak. Aynı zamanda mesaj ve fikriyatımızın korunması ve Cihad çağrımızın Müslümanlar arasında yayılması için Mücahidlerin saflarındaki ilim ve propaganda kabiliyetlerine sahip kişilerin öne çıkmasının sağlanmasına azami çaba sarfedilmelidir.



2. Askeri alanda küresel küfrün başı Amerika’nın askeri ve finansal olarak kan kaybederek ölmesine, insan kaynakları kuruyup bir ric’at ve inziva aşamasına ulaşmasına ve kendi kabuğuna çekilmesine kadar mütemadiyen zayıflatılmasına odaklanılmalıdır. Allah’ın izniyle çok yakında olacak.



Bütün mücahid kardeşler Batı-Siyonist-Haçlı ittifakının dünyanın her yerindeki çıkarlarını hedef almayı başlıca görevleri olarak düşünmelidir. Bu amaçla ellerinden gelen çabayı göstermeliler.



Benzer şekilde kardeşler mümkün olan bütün metodları kullanarak Müslüman esirleri kurtarmak için azami çaba sarfetmeliler. Bu metodlara esirlerin tutulduğu hapishaneleri basmak ve karşılığında Müslüman esirlerin serbest bırakılması için İslam topraklarının işgaline katılan ülkelerin vatandaşlarını rehin almak da dahildir.



Bunları söylemekle birlikte, inançsızlığın başı Amerika’ya odaklanma siyasetimizin Müslüman kitlelerin dilleri ile cihad etmeleri veya kendilerine zulmeden idarecilere karşı silaha sarılma hakları ile çelişmediğini netleştirmek gerekir. Bu sebeple Kafkaslardaki kardeşlerimizin Rus zalimleri ile cihad etmeleri doğrudur. Bu sebeple Keşmir’deki kardeşlerimizin mücrim Hindularla cihad etmek haklarıdır. Doğu Türkistan’daki kardeşlerimizin de Çinli zalimlere karşı cihad etmeleri aynı şekilde haklarıdır. Benzer şekilde kardeşlerimizin Filipinler, Burma ve Müslümanların zulme uğradığı her toprak parçasında zalimlerle cihad etmeleri haktır.



3. Mecbur bırakılmadıkça yerel rejimlerle silahlı çatışmaya girmekten kaçının. Mesela Afganistan’da olduğu gibi yerel rejim Amerikan güçlerinin bir parçasıysa, Somali ve Arap Yarımadası’nda olduğu gibi Amerikalıların adına Mücahidlerle savaşıyorsa veya İslami Mağrib, Suriye ve Irak’taki gibi Mücahidlerin varlığına bile tahammül edemiyorsa.



Ancak mümkün olduğu kadar yerel rejimlerle silahlı çatışmaya girmekten kaçınılmalıdır.



Eğer savaşmaya zorlanırsak onlara karşı mücadelemizin Haçlıların Müslümanlara saldırısına karşı direnişimizin bir parçası olduğunu net olarak belirtmeliyiz.



Ayrıca yerel idarecilerle olan çatışmamızı pasifize etmeye güç yetirebildiğimiz zamanlarda tebliğ fırsatlarını kullanmak, bakış açımızı ifade etmek, inananları teşvik etmek, eleman temini, finansman temini ve destekçiler kazanmak için bu fırsatı en iyi şekilde değerlendirmemiz gerekmektedir. Mücadelemiz uzun bir mücadeledir ve Cihad güvenli üslere ve istikrarlı biçimde adama, finansman ve teknik desteğe ihtiyaç duymaktadır.



Ancak bu politika hiçbir şekilde Haçlı saldırısının vekilleri olan yerel rejimlere kolay av olmadığımız mesajını vermekle çelişmemektedir. Bir süre sonra gelse bile her şeye münasip bir cevap verilmelidir. Bu kural kendi şartları çerçevesinde neyin uygun olduğuna bakılarak her cephede uygulanmalıdır.



4. Ehl-i Sünnet’le savaşmadıkları takdirde Rafiziler, İsmaililer, Kadiyaniler ve aşırı Sufiler (Ğulât-ı Sûfiyye) gibi sapkın mezheplerle savaşmaktan kaçınılmalıdır. Ehl-i Sünnet’le savaşsalar bile verilen cevap doğrudan savaşa katılanlarla sınırlı olmalıdır. Aynı zamanda sadece kendimizi savunduğumuzu net olarak belirtmeliyiz. Aralarındaki bize karşı savaşa katılmayanlar ve aileleri evlerinde, ibadet yerlerinde, dini merasimleri ve dini toplantılarında hedef alınmamalıdır. Ancak bu bizleri itikat ve amellerindeki sapkınlığı devamlı olarak belirtmekten alıkoymamalıdır.



Mücahidlerin kontrolleri altındaki alanlara gelince, bu mezheplere hikmetle muamele edilmeli, İslam’a davet edilmeli, şüpheleri yok edilerek bilinçlendirilmeli ve daha büyük bir zarara yol açmayacak şekilde iyiliği emredip kötülük nehyedilmeli, bu suretle Mücahidlerin sürülmesi, kitlelerin isyan etmesi ve düşmanların bu bölgeleri işgal etmek için istismar edebileceği huzursuzluklar çıkması gibi hadiselerin önüne geçilmelidir.



5. Müslüman topraklarında yaşayan Hrıstiyan, Sih ve Hindu topluluklarına karışmaktan kaçının. Eğer hadlerini aşarlarsa buna mukabil haddi aşmaları ile orantılı bir cevap yeterli olacaktır. Bu ise küresel küfrün başı Amerika ile mücadele ettiğimiz ve kendileri ile bir savaş başlatmak istemediğimiz, inşallah yakın gelecekte İslam devleti kurulunca kendileri ile barış içinde yaşamayı arzu ettiğimizi ifade eden bir açıklama ile birlikte yapılmalıdır.



6. Genel olarak bize karşı silaha sarılmamış veya düşmanca bir faaliyete yardım etmemiş kişilerle savaşmaktan ve onları hedef almaktan kaçının, Haçlı ittifakı ile Haçlıların yerel vasilerine odaklanın.



7. Bizimle savaşanların aileleri olsalar bile muharip olmayan kadın ve çocuklarla savaşmaktan ve onları öldürmekten kaçının. Mümkün olduğu kadar onları hedef almayın.



8. Müslümanlara patlamalarla, öldürme ile, kaçırma ile, mal ve zenginliklerini yok etme ile zarar vermekten kaçının.



9. Düşmanı başka Müslümanlarla veya bizimle savaşmayanlarla karışık halde bulundukları camiler, pazarlar ve toplantılarda hedef almaktan kaçının.



10. İslam alimlerine saygı gösterin ve şereflerini savunun. Onlar Peygamberin (sav) varisleri ve ümmetin liderleridir. Bu zorunluluk doğruyu söyleyen ve bu uğurda fedakarlıklarda bulunan alimler söz konusu olduğunda daha da önemlidir. Şeytani alimlerle mücadelemiz ortaya attıkları şüpheleri çürütmek ve inkar edilemez ihanetlerinin delillerini halka sunmakla sınırlıdır. Müslümanlara ya da Mücahidlere karşı askeri bir eyleme girişmedikleri müddetçe kendileriyle savaşılmamalı ve öldürülmemelidirler.



11. Diğer İslami gruplarla alakalı duruşumuz:



a. Anlaştığımız noktalarda birlikte hareket eder ve anlaşamadığımız noktalarda birbirimizi düzeltir ve nasihat ederiz.



b. Bizim asıl savaşımız İslam düşmanları ve İslam’a düşmanlık besleyenlere karşıdır. Bu sebeple diğer İslami gruplarla olan farklılıklarımız bizi askeri, propaganda, ideolojik ve siyasi cephelerde İslam düşmanlarının karşılarına çıkmaktan alıkoymamalıdır.



c. Eğer İslam’a bağlılığını bildiren bir grubun kafir düşmanların yanında bize karşı savaşa karıştığı vaki olursa Müslümanlar arasında fitne kapısını kapatmak ve düşmanla birlikte savaşmayanlara zarar vermemek için bu gruba saldırganlığını durdurmaya kafi gelecek asgari bir cevaptan fazlası ile karşılık verilmemelidir.



12. Mazlumların zalimlere karşı devrimleriyle alakalı duruşumuz:



Destek-Katılım-Rehberlik:



a. Destek: İki taraftan birinin Müslüman yahut gayri müslim olduğuna bakılmaksızın zalime karşı zulme uğrayanı desteklemek Şeriat’ın bir zorunluluğu olduğu için zulme uğrayan desteklenir.



b. Katılım: Zalime karşı mazlumu savunmak bizlere farz kılınan iyiliği emretmek ve kötülükten nehyetmenin bir parçası olduğu için zulme uğrayan savunulur.



c. Rehberlik: Amellerin gayesinin Allah’ın emirlerine uyarak Tevhid’i kurmak, İslami bir sistem ve İslami bir devlet kurarak Şeriat’ı en üstün yapma olduğu anlatılarak yapılır.



13. Zulme uğrayan Müslümanların hakkını savunan ve sözleri, faaliyetleri ve fikirleri ile haddi aşan zalimlerin karşısına çıkan herkesi desteklemek ve cesaretlendirmek. Destek vermeye devam ettikleri müddetçe bu kişilere sözlü yahut fiziksel saldırıda bulunmaktan kaçının ve Müslümanlara düşmanlık göstermeyin.



14. Müslümanların haklarını korumak ve nerde olursa olsun kutsallarına saygı göstermek.



15. Müslüman veya gayri müslim zulüm mağduru olmuş kişilere yardım etmek ve zalimlere karşı destek vermek. Gayri müslim olsalar dahi bu kişilere yardım edenleri desteklemek ve yardımda bulunmak.



16. Mücahidler kendilerine yapılan yanlış ve adaletsiz her ithamı çürütmek için çaba göstermeli ve bu ithamlarla alakalı hakikatleri açığa kavuşturmalıdır. Eğer mücahidlerin bir hata yaptıkları belli olursa Mücahidler hatalarından dolayı Allah’tan bağışlanma dilemeli, kendilerinin hataya düşen şahsın yaptığı yanlıştan beri olduklarını ilan etmeli, Şeriat’ın kuralları çerçevesinde ve güçlerinin azami miktarınca zarar gören kişileri tazmin etmeye çalışmalıdırlar.



17. Bu belge gizli bir sır içermemektedir ve daha ziyade genel bir açık rehber niteliğindedir. El Kaide Cihad Cemaati altında çalışan tüm grupların liderlerine, sorumluluk ve vazife sahibi kişiler olsun sıradan insanlar olsun tüm destekçi ve sempatizanlara bu rehberi takipçileri arasında yaymaları çağrısında bulunuyoruz. Bu belgenin amacı sadece Şeriat’ın getirdiği kuralları korumak ve İslami Cihad çalışmasının bu aşamasında Şeriat’ın kuralları ile çelişmeyen ve prensipleri ile bağdaşan yorum ile muhtemel zararların önüne geçmektir.



Biz yalnızca Allah’ın rızasını isteriz ve doğru yola ileten yalnızca O’dur. Salat ve selam Muhammed’in, ailesinin ve ashabının üzerine olsun. Son duamız şudur ki tüm hamd ve senalar alemlerin rabbi olan Allah’adır.


Kaynak: Pressmedya
http://www.pressmedya.com/?aType=yazarHaber&ArticleID=4830



El Kaide'nin Cihad Adina Islenen Suclardan Beraat Ilani:


jihad-1.jpg

El Kaide Sozcusu Azzam Amriki’nin Ocak 2011 Tarihli Tavsiye Mektubu



Bu belge Amerikali El Kaide sozcusu Adam Gadahn (Azzam Amriki) tarafindan tarafindan Ocak 2011’de bilinmeyen birisine yazilmistir. Belgenin birinci kisminda Gadahn 11 Eylul’un onuncu yildonumu hakkinda El Kaide’ye medya stratejisi tavsiyeleri vermektedir. Bu mektup esasen Bin Ladin’in Ekim 2010’da Atiyye’ye mektubunda (Belge arsiv no: SOCOM-2012-0000015) yazdigi rica ve sorulara bir cevap niteligi tasimaktadir. Belgenin diger kisimlarinda Gadahn Irak Islam Devleti ve Pakistan Talibani’nin taktiklerini elestirmekte, metodlarini keskin bir bicimde hedef almakta ve El Kaide’ye her iki grupla da munasebetini bitirdigini acikca ilan etmesini tavsiye etmektedir. Belge bu meselelerin samimi bir degerlendirmesinin yer aldigi bir beyanat ile bitmektedir.



Adam Gadahn’in mektubunun belge arsiv nosu: SOCOM-2012-0000004



Ceviren notu:Metinde Seyh olarak bahsedilen kisi Usame bin Ladin’dir. Iki Seyh lafzindan kasit ise Usame bin Ladin ve Eymen Zevahiri’dir.



Tam Metin Cevirisinin Baslangici



Bismillahirrahmanirrahim



1- Konusmanin iceriginin incelenmesi ve seyhin bu asamada ortaya cikmasinin faydasinin degerlendirilmesinden sonra:



Konusmanin icerigi guzel, ve ara secimlere gore duzenlenmemis olmamasi iyi, istenilen herhangi bir zamanda yayinlanabilir, en dogrusunu Allah bilir. Ancak konusmada bahsedilen bir eski baskana dair uyarida bulunmak istiyorum. Eger kastedilen Seyh Eymen’in de bir aciklamasinda bahsettigi Benjamin Franklin ise, hatirlatmak isterim ki Benjamin Franklin baskan degil, bir devlet adamidir, Amerika’nin ve Amerikan anayasasinin kurucularindandir. Onun soyledigi rivayet edilen bu sozleri Seyh Eymen’in aciklamasindan baska bir yerde duymadim. Bu hikayenin kaynagini ve Amerikalilar arasindaki populerligini bilmiyorum. Ancak boyle bir hata insanlar tarafindan Seyhe hakaret etmek ve bilmedigi konularda konusmakla suclamalarina sebep olabilir. Buna delil olarak baskanlarla baskan olmayan devlet adamlarini karistirmasi gosterilebilir. Aslinda dolarin uzerinde resmi oldugu icin bircok Amerikali da Benjamin Franklin’in devlet baskani oldugunu dusunur ancak bu hata politika hakkinda konusanlar, tartisan ve fikir beyan edenler tarafindan yapilmaz. Bu normal insanlar arasinda cok yapilan ancak uzmanlarin yapmadigi bir hatadir.



Bu sozlerim “onceki baskan” lafziyla Benjamin Franklin kast edildi isedir. Baska biri kastediliyorsa bu yazdiklarimi dikkate almayin.



Seyhi bu asamada meydana cikarmanin faydasina gelince bu meseleye tum yonleriyle bakmali ve su noktalari dikkate almaliyiz:



- Ara secimlerin gecmesinden bagimsiz olarak bu an Seyhin konusmasini yayinlamasi icin uygun bir zamandir. Bu, Amerika’daki tum konusmalarin ekonomi uzerine olmasi ve bunlar konusurlurken savas ve savasin ekonomiyi zayiflatmasi hususu unutuldugu veya gozardi edildigi icindir. Tipki Amerika’daki bir Pakistanli gazetecinin dedigi gibi, Obama’nin secim sonrasi basin konferansinda gelen tum sorular ekonomik durumun kotulugu ve krizden cikmanin yollari uzerineydi. Ancak tek bir gazeteci bile Obama’ya Irak ve Afganistan’daki savaslarina harcanan milyarlarca dolarin Amerikan ekonomisine etkisini sorarak onu utandirmaya cesaret edemedi.



- Su anda Seyhin gorunmesi munasiptir boylece Manhattan ve Washington saldirilarinin 10. yildonumunde ortaya cikmis olacaktir. Gunluk veya haftada bir iki defa olmadikca Seyhin her gorunusunun etkisi olacaktir. El Kaide’ye karsi yurutulen acimasiz savastan bagimsiz olarak Seyhin medyada gorunmesi basli basina dikkat ceken birseydir.



- Unutmamaliyiz ki Islam dunyasinda Seyhin sirf sihhat ve afiyette oldugunu bilmek icin gorunmesini isteyen milyonlarca hayrani vardir. Mesaj ve konusmalarimizda soylediklerimizi dinlemeyen ve degerlendirmeyen Amerikali ve Avrupalilardan once bu kisiler hedeflenmelidir.



- Ayrica cephelerde kritik anlar yasayan ve badire ustune badire atlatan mucahid kardeslerimizi de unutmamaliyiz. Onlar Seyhi gormekten mutlu olacaklar ve Seyhin gorunusu Allah’in izniyle morallerini artiracaktir. Seyhin tum bolgelerdeki mucahidlere yonelik bir video konusmasi yayinlayarak onlara moral vermesi, sabir tavsiye etmesi, yaptiklarini dogrulamasi ve yol gostermesinin munasip olacagini dusunuyorum. Cogu insan yazilari okumaz, okusa bile gorsellerden daha cok etkilenir.



Onemli olan sey, Seyhin videoda gozukmesinin bir guvenlik sorununa yol acmayacagi ve konusmada duzeltilmesi gereken bir hata olmadigidir. Seyh secimlerden sonra yayinlamada mutmain oldugu takdirde –sukut ikrardan gelir- tereddutsuz ve gecikme olmadan yayinlanabilecegi kanaatindeyim, en dogrusunu Allah bilir.



2- 10. Sene-i devriyeye hazirlanma meselesi, medyaya sunulmasi ve medyanin genel olarak nasil kullanilacagi meselesi:



11 Eylul yildonumu oncesi ve sonrasinda mesajlarimizi iletmek icin kullanilacak Amerikan kanallari arasinda sahsi kanaatime gore tarafsizlik ve profesyonellik acisindan bir fark yoktur. Profesyonel bir bakis acisiyla Fox News haricindeki tum kanallar ayni seviyededir, bu (Fox News) bildiginiz gibi tarafsiz degildir.



CNN Ingilizce kanalinin tarafsizligina gelince, bu kanal digerlerinden daha fazla hukumetle isbirligi icinde gozukmektedir (tabiiki Fox News haric ). CNN’in Arapca versiyonu Es Sahab yayinlari hakkinda kaliteli raporlar sunmakta ve orijinal metinlerden bolca alinti yapmaktadir. (CNN Arapca) diger kanallardan farkli olarak Reuters, AP vb ajanslardan degil, dogrudan orijinal yayinlarimizdan alinti yapiyorlar.



MSNBC kanalinin iyi ve tarafsiz olabilecegini dusunurdum ancak gecenlerde tartismaya acik beyanlarda bulunduklari icin en meshur muhabirlerinden iki tanesini kovdu, Keith Olberman ve Lubnanli Octavia Nasser. (Lubnanli muhabir olumunden sonra bir Sii imami Muhammed Huseyin Fazlallah’i ovdu ve Hizbullah’in mucizelerinden biri diye adlandirdi, galiba kendisi Sii).



CBS kanalindan Seyh bahsetmisti, onun da digerleri gibi oldugunu dusunuyorum ancak 60 dakika adinda meshur populer bir programlari var uzun yayin saatleri sebebiyle iyi bir sohrete sahip.



ABC kanali fena degil, aslinda bizim icin en iyi kanallardan biri olabilir. El Kaide meselesi ile oldukca ilgililer, ozellikle de terorizm uzmani muhabir Brian Ross. Kanal Seyhle yaptigi roportajdan hala gurur duyuyor. (11 Eylul’un) 4. yildonumunde de benim konusmamdan kesitler yayinladi ve metni internet sitesinde nesretti.



Sonuc olarak diyebilirim ki mesajlarimizi yayinlamak icin guvenebilecegimiz bir kanal yoktur. Bunlar yayinlayan kanallar mesaji carpitabilir. Bunu da mesaji istedikleri sekilde yorumlayacak analist ve uzmanlari yayina cikararak yaparlar. Veya mesaji gozardi edip sahislara karsi bildigin butun metodlari kullanarak bir karalama kampanyasi da baslatabilirler.



Ancak mesela onumuzdeki yildonumu icin sorulari kanalin hazirlayacagi, iyi bir kamera ile cekilecek yuzyuze ozel bir roportaj yapmayi kabul edecek bir kanal bulabiliriz. Bu sefer ozel bir haber yapmak icin bunu kabul edeceklerdir: 10 yildan beri Seyh Usame veya Seyh Eymen’le yapilan ilk basin roportaji. Ozellikle de roportaj yapilacak kisi Seyhin kendisi ise. Bu son 9 yildir ortalikta fazla gozukmemesi sebebiyledir. Son iki video yayinimizdaki kotu kamera kalitesi muminlerin videodaki kisinin Seyh olup olmadigi hakkinda spekulasyon yapmasina sebep oldu, El Cezire’de yayinlanan –Bin Ladin, canli mi olu mu?- programini gormussunuzdur.



Bu minvalde yuksek kalite (HD) bir konusma videosu 10. yildonumunde bazi kanallarin ilgisini cekebilir. Eger Seyhin yeni konusmasinin kalitesi onceki iki konusmaya gore cok yuksek olursa kaliteyi azaltarak oncekilere benzer hale getirin, bu konuda ciddiyim.



Genel olarak gonderdigimiz butun materyalleri birden fazla kanala gonderelim ki aralarinda bir rekabet olsun. Mesela ABC, CBS, NBC ve CNN kanallarina, belki PBS ve VOA’ya gonderilebilir. Fox News’i ise birakin ofkesinde gebersin. Tabiki bu onerim belli bir kanalla roportaj vb yayinlar icin ozel bir anlasma yapmadi iseniz gecerlidir.



Ikinci metod onerime gelince bu Seyhin Abdulbari Atwan ve Robert Fisk’le iletisiminde bahsettigine yakindir. Materyalleri farkli ulkelerde El Kaide meselelerine ilgi gosteren bir grup yazar ve bagimsiz gazeteciye gondermeyi oneriyorum. Ingiltere’de Atwan ve Fisk, beli baskalari da, Amerika’da Brian Russ, Simon Hirsh, Jerry van Dyke ve baskalari, Kanada’da Eric Margolis ve Gwynne Dyer bunlardandir. Avrupa’da ise Kunar’daki Taliban’la bir sure zaman geciren ve sonra Taliban’in da normal hayati, ailesi, cocuklari olan, gulup eglenen insanlar olduklarini gosteren bir film cektigi icin Bati’da elestirilen Norvecli muhabir (Paul Refsdal- Ceviren). Pakistan’da Hamid Mir ve Salim Safi, Geo kanalindaki Jirga programinin yapimcisi, Rahimullah Yusuf Ziya ve Jamal Ismail. El Cezire’de …. (varsa birisi bosluga isimlerini yaz). Misir’da Dr Muhammed Abbas ve digerleri, Urdun’de Ekrem Hicazi, Yemen’de Abdulillah Haydar Sai -hapisten birakildiysa ve hala El Kaide ile ilgiliyse. 30-50 gazeteci ve yazara gonderirsek guzel olur. Bunlarin hepsine bir grup uluslararasi medya mensubu arasina ozel olarak secildiklerini ve 11 Eylul’in 10. yildonumunde kendilerine onlara ozel medya materyalleri gonderecegimizi bildiririz. Konuya ilgilerini celbetmek ve misyonumuzu anlatmak vb gerekceler sebebiyle.Seyhin mesajinda bahsettigi seyler de bu materyallerin icinde olursa iyi olur. Onlari mesela yildonumunden 5 gun once bir sifre ile bu materyalleri indirebilecekleri bir siteye yonlendirebiliriz. Bunu yapmanin internet ve medyada calisan kardeslerimiz icin kolay oldugunu zannediyorum.



Irtibata gectiklerimizin ucte birinin konuya ilgi duydugunu dusunurseniz bu misyonumuzu gazete ve televizyonlarda yayinlayacak 10 gazeteci demektir. Bu deneme basarili olursa her onemli hadisede bunu tekrar etmenizi oneririm, listedeki mesajlarimizi alacak gazeteci ve muhabir sayisi da artirilabilir.



Sadece El Cezire ve cihad forumlarina dayali bir medya stratejisi kullanisli degil. El Cezire de artik diger kanallar ve ajanslar gibi El Kaide duyurularini yayinlamak icin sartlar koymaktadir. Diplomatik nitelikteki mesajlar ise onlarin medyasinda yayinlanmaya uygun degildir, mesela iki Seyhin (Ladin ve Zevahiri) sel hakkindaki mesajlari, zira El Kaide’nin bu yuzu insanlara gosterilmemelidir.



Cihad forumlari ise Muslumanlarin coguna itici gelmektedir veya onlara kapalidir. Bu forumlardaki katilimcilarin sert soylemleri ve bagnazliklari El Kaide’nin imajini carpitmaktadir. Forumlar ayrica Selefilere fazla meyillidir, herhangi bir selefiye de degil, Muslumanlar icindeki kucuk bir akimin icindeki kucuk bir akim olan cihadci selefilere yonelik pozitif onyargi vardir. Cihadci Selefilerse trendlerin icinde sadece kucuk bir trenddir.



Bu arada, Dr Muhammed Misari’nin cihad forumlarinda mukemmel yorumlari var, ancak onun forumu (El Tecdid) digerlerinden iyi degil, hatta bana daha kotu gibi gorunuyor. Misari diger cihad sahalarina gore Irak hakkindaki analizinde de dogru tesbitler yapmisti. Supheleri sona erdirmek icin diyorum ki: Dr’un (Misari) kitabindaki yorumlarimi okuyanlar forumlar ve Irak Islam Devleti hakkinda bahsedilenlere benzer seyler soyledigimi bilirler. Bunlarin hepsi Devle’nin emirleri olduruldukten sonra Misari’nin yaptigi duyurudan oncedir. Dr’un kitabina yaptigim yorumlar bundan 2 ay oncedir, dolayisiyla dusuncelerim Misari’nin kitabindan kaynaklanmadi. Ancak bu iki meselede aramizda fikir birligi vardi. (Diger meselelerde ise, mesela Tevhid’in tanimi, bazi fikih meseleleri, onun Siilere karsi abartili sertligi, turbe ve mezarlari ziyaret edenler, bidat ve şirkle alakali fikirlerinde ise aramizda hicbir fikir birligi yoktur).



Vurgulamak istiyorum ki uzun suredir devlet ilan etmek konusunda icim rahatti. Ancak Zerkavi’nin (Allah rahmet eylesin) El Kaide adina yaptigi islerden rahatsizdim. Butun bunlar Seyhler Zevahiri, Atiyye ve Ubeyde (Munir) tarafindan bilinmektedir. Benim bu konudaki durusum yeni degil ancak fitne cikarmaktan korktugum icin organizasyonun resmi durusunu takip ettim ve kendi kendimi elestirdim. Not edilmelidir ki bu durusumu sizin gibi alimler ve bazen de Es Sahab’daki kardesler haricinde kimseyle konusmuyorum. En nihayetinde bunlar bazi fikir ve tavsiyelerdir, bunlari dusunup degerlendirmek icin zaman ayirmanizi rica ediyorum, Allah sizi ve beni dogru fikirlere iletsin. Fikirlerimde onyargili degilim, onyargim sebebiyle birilerini savunuyor veya elestiriyor degilim. Eger bu konuya giristeki sozlerimde bir keskinlik varsa bu konusmalarda ve yazilarda alistigim tarz sebebiyledir. Ancak tarzimi daha esnek ve daha az keskin hale getirmeye calisiyorum, yardim Allah’tandir.



3- Davamizin Hakliligini Tum Dunyaya, Ozellikle Avrupalilara Gostermek ve Bunun Onundeki Engeller:



Faziletli Seyh Manhattan savasinin 10. yildonumu hazirliklari hakkinda konusurken davamizin hakliligini dunyaya ve ozellikle de Avrupalilara anlatmamizin oneminden bahsetti. Seyh bu noktayi onceki mesaj ve aciklamalarinda vurguladi. Bu talimatlara cevaben ve Ubeyde kardesle istisare ettikten sonra Irlandalilara bir mesaj hazirlamaya basliyordum, bunun icin gerekli materyalleri toplamaya baslamistim. Bunu yapmaya Irlandalilarin Filistin meselesine sempatisini, Irlanda mahkemelerinin terorizmle suclanan Muslumanlara yumusak muamelesini ve Bush’un hacli savaslarina katilmamasini fark ettikten sonra karar verdim (ancak Irlanda’nin Somali ordusunu egitmek icin Avrupa Birligi gucu bunyesinde kucuk bir birligi var). Bu mesaja yardimci olan bir baska sey de Irlanda’yi etkileyip gencleri ulke disina gitmeye surukleyen son ekonomik krizdi. Diger bir sey de seks skandallari vb seylerden sonra Irlanda’da Katolik kilisesine karsi buyuyen ofkeydi. Ordaki insanlar sekulerizme yoneliyorlar ki onlar ateist Avrupa’nin en dindar milletiydi, neden onlara Islam’i gostermeyelim?



Ayrica Arap dunyasindaki Hristiyanlara da Arapca bir mesaj hazirlayarak onlari Islam’a davet etmeye ve Islam Devleti’ne karsi olan isgalci Islam dusmanlariyla isbirligi yapmamalari konusunda uyarmayi dusunuyordum. Muslumanlar Hz Omer zamaninda Kudus’u fethettigi zaman atalarinin sevinmesi gibi onlar da Islami ilerlemeyi hos karsilamaliydilar.



Tam bu esnada Bagdat’ta Katolik kilisesine saldiri meydana geldi, saldiri bizim de destekledigimiz Irak Islam Devleti orgutu tarafindan yapilmisti ve ister begenelim ister begenmeyelim insanlar bu orgutu Irak El Kaidesi olarak biliyordu. Bu saldiri beni durdurdu ve iki tane mesaj projem uzerinde tekrar dusundum. Eylemler sozden daha etkili oldugu icin yaptiklari sey ve sonrasinda yayinladiklari aciklama insanlarin sempatisini kazanmaya yardimci olmuyor. Bu saldiri Ortadogu Katolikleri Israil’le anlasmazliklarini izhar edip Yahudileri ve muttefiklerini kizdirmis, ve Katolikler Filistin isgalini hakli cikarmak icin Incil’i gerekce olarak kullanmayi reddetmisken yapilmistir.



Ayrica Katolikler tarihsel olarak Yahudilerin onemli dusmanlari olmustur. Hacli seferlerinin basini ceken Evanjelik Protestanlarin da orijinal dusmanlaridirlar. Katoliklerin geneli bugunlerde diger Ortodox ve Protestanlara gore Muslumanlara karsi daha anlayislidir. Bunlari soylerken –aramizdaki- dusmanligi kaldirmiyor ve imkanlari olsa Anglo-Saxon Protestanlarin yaptigi gibi Muslumanlarla savasmazlardi demiyorum. Papa’nin ve diger kilise liderlerinin de Islam’a dusmanliklarini inkar etmiyorum, Islam onlarin guclerinin devamina en buyuk tehdit, ozellikle de Avrupa’da. Suraya buraya misyonerler gondererek Muslumanlara dinden cikmalarini telkin ettiklerini de inkar etmiyorum. Ancak burda halktan, gunumuzdeki durumdan, dusmanliklarinin ve misyonerlik faaliyetlerinin boyutundan bahsediyorum. Katoliklerin Islam’a karsi cabalarini diger kiliselerin, Evanjelik Protestanlar, Kipti Kilisesi ve diger nefret dolu Ortodoxlarla kiyaslayamayiz. Bosna’da bile Katolik Hirvatlarin Ortodox Sirplara karsi Muslumanlarin yaninda durdugunu gorduk. Gecenlerde de Venezuella hakkinda bir raporda uzerinde “Islam herkesin mirasidir” yazan bir duvar resmini gordum.



Sonuc olarak Katolikler ozellikle kilise skandallari ve kabul edilmeyen politikalari sonrasinda Vatikan’a karsi buyuyen ofke sebebiyle Allah’a cagirmak ve mucahidlerin hakli davasina ikna edilmek icin bereketli bir topraktir. Ancak Bagdat’ta ve daha once Musul’da yapilanlar gibi Irak’ta Hristiyanlara yapilan saldirilar bu mesaji iletmemize yardimci olmamaktadir. Kendileriyle konustugumuz kisiler Vatikan’a karsi bir ofke duysalar dahi normal insanlarin, kadinlar , cocuklar ve erkeklerin kilisede ayin esnasinda hedef alinmasini anlamayacaktir.



Medyada rapor edildigine gore bu hadisedeki en tuhaf meselelerden biri de saldirganlarin Kipti kilisesi (Ortodox) manastirlarindan birinde hapsettigi Kamelia Sihata ve Vefa Qastantin’i serbest birakmadigi takdirde ellerindeki rehineleri oldureceklerini ve Irak’taki Hristiyanlara topyekun savas ilan edeceklerini soylemeleridir. Hristiyanligi ve mezheplerini bilen herkese malumdur ki Katolik kilisesi ile Ortodox kilisesi arasinda hicbir iliski yoktur ve iki taraf da digerini bidatci hurafeci saymaktadir. Eger bariscil ortak yasam ve diyalog caginda olmasaydik bu iki mezhep gecmiste oldugu gibi birbirinin kanini dokerdi.



Hristiyanlarin bakis acisiyla ornek vermek gerekirse herhangi bir mezhebe bagli bir silahli grup Felluce’de bir Sunni camisine saldirsa (Sahva camisine degil), namaz kilan cemaati esir alip Irak’taki Ehli Sunnete savas acmakla tehdit etse Siiler Bagdat’in Sadr semtindeki Huseyniyelerde tuttuklari Sunnileri serbest birakir mi? Bu akil sahibi bir kisiye mumkun gozukmekte midir? Boyle bir durumda bu silahli grubun neden bu eylemi yaptigini mi yoksa arkasinda kim oldugunu, kimlerle isbirligi yaptigini mi dusunuruz?



Irak Islam Devleti’nin bu politikasi Bush’un Avrupa’yi ve dunyadaki akil insanlari tersleyen politikasinin aynisi degil midir? Bush ya bizimle yada teroristlerle birliktesiniz demis ve tarafsizliga meydan birakmamisti. Irak’taki bu grup da burda Hristiyanlara ya bizimle yada Maliki hukumetiyle birliktesiniz demekte ve tarafsiz kalmalarina izin vermemektedir. Ya kendisini savunmaktan aciz olan ve sizi savunma ihtimali hic olmayan hayali devletimize cizye odersiniz yada sizin mulklerinizi yok ederiz. Bizim konustugumuz ve Seyh’in beyanat ve mesajlarinda bahsettigi adalet bu mudur?



Irak’taki Hristiyanlarin Amerika’nin veya hukumetin yaninda yeraldigina dair delil var midir? Benim fikrime gore –yaniliyor olabilirim- bu meselenin zayif Hristiyan gruplarinin Amerika yada hukumetle isbirligi yapmasi ile bir alakasi yoktur. Aksine bu, Devle grubunun hayali devletlerinin gercekligine inanmalari ve Omer Bagdadi (o zamanki Irak Islam Devleti lideri-Ceviren) tarafindan soylenen herseye inanmaya meyilli olmalari ile alakalidir. Bagdadi Irak Hristiyanlarinin Islam Devleti’nin kurallarina gore yeni bir anlasma imzalamasi ve cizye odemesi gerektigini soyluyor. Neye karsi? Hic.



Bu konuda alimlerin beyanatlarina dayanmak gereksizdir. Burda maslahat ve oncelikler hakkinda konusuyoruz, meselenin kokleri hakkinda degil.



Gecenlerde Seyh Usame’nin konusmasinda bahsettigi sey ne guzeldir: Atalarimizin (selefin) yaptigi sert beyanatlar guc ve hukumranlik sahibi olunan gunlerde yapilmistir ve zayiflik zamanlarina uygun degildir. Ben de diyorum ki: Alimlerin cihadla alakali bazi fetvalari da boyledir, bu fetvalar Islam’in guclu ve savunulabilir oldugu zamanlarda verilmistir. Yani bu fetvalar gunumuz gibi zayiflik zamanlarinda uygulanamaz. (Burda kastettigim seyler bazilarinin bahsettigi mesela kiliseleri yikmak, sapkinlik dolu dini kitaplari yakmak ve gunumuz cihadina uymayabilecek bu gibi diger seylerdir. Bizim savasimiz tabiati onlarinkinden farklidir ve bizim saldirilardan korunmak gibi baska onceliklerimiz vardir).



Seyh Usame’nin uc yil onceki “Cozum” konusmasina gore Irak Islam Devleti’nin Hristiyanlara tavri nasildir? -Irak Islam Devleti’nin Hristiyanlara olan tavri- Seyh Eymen’in Beraat Kitabi’nda Kiptilere yaptigi konusmada verdigi mesajin neresindedir? (Kitabi gozden gecirdim ve bu kismi 14. bolumde “10. kisimda bahsedilenler uzerine notlar” dipnotunda buldum. Herkesin burayi okumasini tavsiye ediyorum zira burda yazilanlar hayali Irak Hilafeti’nin iki Seyh Usame ve Eymen’in durusuna aykiri yaptiklari ihlalleri gosteriyor). Bu tavir Seyh Abdullah Azzam’in Arap topraklarindaki Hristiyanlar hakkindaki esnek durusunun (Tevbe suresinin tefsirine bakin) neresindedir? Bu tavir kiliselerin patlatilmasi fikrine karsi cikan Ebu Muhammed Makdisi’nin durusunun neresindedir? Uyari: Makdisi kilise bos olsa bile patlatilmasina karsi cikiyor, ya insan dolu bir kilisenin patlatilmasi nasildir?



Ceviren notu: 2011 Ocak ayinda yazilan bu mektupta Irak Islam Devleti’nden Irak Hilafeti diye bahsedilmesi kayda deger. Bu El Kaide’nin Isid’in hilafet arayisinda oldugunu basindan beri bildigini gosterir.



Yemin ederim ki liderlerimiz ve alimlerimizin aciklamalariyla onlarin muttefiklerinin, veya baska bir ifadeyle onlari takip ettigini iddia edenlerin yaptiklari arasindaki tezat tuhaftir.



Ozet olarak bazi Musluman gruplarin kafirlere yonelik iyi analiz edilmemis ve anlasilmamis davranislarina karsi durusumuzu netlestirmeliyiz. Tanzim’in (Kaide) ve liderlerinin bu konulardaki pozisyonu net bir sekilde tanimlanmalidir.



Sozde Irak Islam Devleti’nin El Kaide’nin talimati olmaksizin veya herhangi bir istisarede bulunmaksizin yaptigi eylemlerden duydugumuz memnuniyetsizligi belirtmenin El Kaide’ye bir zarari olacagini ve bunu belirtmenin onunde bir engel oldugunu dusunmuyorum. Bu beyan er yada gec yapilmalidir, mumkunse ivedilikle yapilmalidir. El Kaide’nin Irak Islam Devleti orgutu ile arasindaki kurumsal baglari kopardigini ilan etmesi gerektigini dusunuyorum. Tanzim Kaide’tul Cihad ile Irak Islam Devleti arasinda senelerdir zaten bir munasebet mevcut degil. (2006’daki) Devlet ilan etme karari El Kaide liderleri ile istisare edilmeden alinmisti. Bu kendilerinden menkul kararlari hem Irak icinde hem Irak disinda mucahidlerin ve destekcilerinin saflarinda bolunmelere yol acti. Tanzim Kaide ile Irak Islam Devleti arasinda iyiligi emr ve kotulugu nehyetmemizi tavsiye eden iman ve Islam’dan baska ne baglanti kalmistir?



Bu Tanzim Kaide icin tek cikar yoldur, aksi takdirde Irak Islam Devleti grubunun fiilleri ve aciklamalari sebebiyle itibari daha fazla zarar gorecektir; bu grubun yaptiklari El Kaide’ye mal edilmektedir. Ve kesinlikle yasak olan igrenc isler arasinda camilerin ve diger yerlerin patlayicilarla (bombalarla) hedef alinmasi vardir, bu eylemler Afganistan, Pakistan ve bazen de Irak’ta meydana gelmektedir. Bu meseledeki durusumuzu ve gerekcelerimizi Avrupalilardan once Muslumanlara anlatmak zorundayiz. (Bu konunun detaylari icin bir sonraki kisma bakin).



Robert Fisk’in kendisinin ve diger insanlarin Bagdat’taki kilise saldirisina tepkisini anlattigi yeni bir makalesini okudum, yazinin onemli bolumlerini ve anafikrini tercume etmeme izin verin.



Yazinin basligi: Bati El Kaide saldirisini kolaylastiriyor. Tarihi 6 Kasim 2010.



“Bagdat’taki kilise katliaminin Ortadogu’daki insanlari korkutma hizi ayaklarinin altindaki topragin ne kadar kaygan oldugunun bir isaretidir. Bizim Bati’daki televizyon haberlerinden farkli olarak El Cezire ve El Arabiya bu katliamin tum dehsetini gosteriyor. Kollar, bacaklar, bassiz govdeler katliamin anlami hakkinda bir suphe birakmiyor. Bolgedeki butun Hristiyanlar bu saldirinin manasini anladi. Esasen Irak Siilerine yapilan saldirilarin mezhepci tabiatina baktigimda El Kaide’nin –dusundugumuzden farkli olarak dunya terorunun merkezi olmak yerine- icat edilen en mezhepci organizasyonlardan biri olup olmadigini merak ediyorum. Bolgedeki zulumler araciligi ile Bati’nin (Israil’i de sayiyorum) yaptigi kan naklinden beslenen bir degil birden cok El Kaide oldugunu dusunuyorum. (Robert Fisk bolgedeki zulumleri bir hastayi dirilten kan nakillerine benzetiyor).



Aslinda hukumetlerimizin bizi korkutmak, dehsete dusurmek ve kucuk hayatlarimiza guvenlik getirmek icin kendilerine itaat etmemizi saglamak icin bu terore ihtiyac duyup duymadiklarini da merak ediyorum. Ayni zamanda hukumetlerimizin Ortadogu’da yaptiklarinin bizim guvenligimizi tehdit eden asil seyler oldugu gercegini bir gun anlayip anlamayacaklarini da merak ediyorum. Isfahan Lordu Blair bunu hep inkar etti, hatta 7/7 bombacilarindan biri olum sonrasi yayinlanan videosunda Londra’daki katliami gerceklestirme sebebinin Irak’ta yapilanlar oldugunu dikkatlice izah etmesine ragmen. Bush da bunu hep inkar etti ve El Kaide Fransa’ya saldirma vaadini yerine getirirse Sarkozy de inkar edecektir.



Notlar: 7/7: 7 Temmuz 2005’te Londra metrosunu hedef alan, 52 kisinin oldugu 4 bombali saldiri. (Ceviren)



Isfahan Lordu Blair: Fisk (Ingiltere basbakani Tony) Blair’i eski Ingiliz imparatorlugu temsilcilerine benzetiyor. Irak isgali esnasinda onu Kut’ul Amare Lordu Blair diye cagirirdi, simdi savas ruzgarlari Iran’a dogru eserken Isfahan Lordu Blair diye cagiriyor.



El Kaide’ye (Irak Islam Devleti- Ceviren) gelince, bolgede misket bombasi gibi tehditler yaymaktadir. Ortadogu’daki tum Hristiyanlar da hedef olacaktir, Misir’in 2 milyon Kipti Hristiyani Luxor’daki iki haftalik dini festivallerinde korunmak zorunda olacaktir. El Kaide 2 Musluman kadinin rizalari hilafina Kipti kilisesi tarafindan tutuldugunu iddia ettikten sonra (festival) yuzlerce polis tarafindan kusatilmistir. Bu kadinlarin durumu Islam’a donup kocalarini bosamalarindan kaynaklanmis bir mesele olabilir, Misir’daki Kipti kilisesi bosanmaya izin vermemektedir.



(Sonra Fisk Hizbullah’in Lubnan hukumetine Hariri suikasti ile alakali uluslararasi sorusturmayi reddetmesini talep etmesinin akabinde Lubnan Sunnileri ile Siiler arasinda ortaya cikan problemlerden bahsediyor. Sonra guney Beyrut’ta bir Hristiyan mezarinin hakarete ugramasi sonrasinda Muslumanlarla Hristiyanlar arasinda artan sorunlardan ve atesli Siiler ve Hristiyanlarin Bagdat kilise saldirisi hakkinda yaptigi aciklamalardan bahsediyor).



Bati korkmus Hristiyanlara yardim etmek icin yeterli guce sahip degildir. Hristiyan politikacilarin yaptiklari, Ortadogu’da yeni bir Hristiyan trajedisi ortaya cikarmistir.



Sonra Fisk Kaliforniya’daki Amerikalilarin Hristiyanligin doguya degil batiya ait bir din olduguna inandiklarindan bahsediyor. El Kaide onemsizligi dolayisiyla Lubnan’daki mezar saldirisinin sorumlulugunu kabul etmedi. Ancak Sii Iran’in ve Hizbullah’in muttefigi Bessar Esed’in belirttigi gibi El Kaide’nin Lubnan’da varligi bulunmaktadir ve bu (Hizbullah’la ittifaki) Esed’i Bin Ladin’in organizasyonuna dusman yapmaktadir. Sonra Fisk Bessar’in El Hayat gazetesine verdigi bir demecten bahsediyor: “Biz El Kaide’den birlesik ve guclu bir yapiymis gibi bahsediyoruz. Bu dogru degil, ancak kendisini El Kaide olarak adlandiran bir entelektuel trend halinde mevcut. Bu organizasyon durumun bir sonucudur, bir sebep degildir. Anarsi ve zayif kalkinmanin bir sonucudur, siyasi hatalarin bir sonucudur. Bu organizasyonun her yerde, Suriye, Arap ve tum Islam ulkelerinde varoldugunu soylemek onun yaygin ve popularite sahibi oldugu anlamina gelmez.”



Ancak Esed ne butun siyasi toplantilari gozetim ve kontrol altinda tutan kendi rejimini ne de diger Arap ulkelerini aklayabilir. Bu kontroller Muslumanlari ziyaret ettikleri tek kurum olan camilerde siyaseti konusmaya zorladi. Bu haftanin en buyuk ironisi efendilerimiz ve patronlarimizin Suudi Arabistan’daki Vehhabi rejimini ucaklardaki kargo bombalari hakkinda Bati’yi uyardiklari icin ovmeleri oldu. Halbuki Usame bin Ladin ve adamlarini senelerce besleyen ayni Suudi Arabistan’di.



Ortadogu diktatorleri halklarini korkutmak da istemektedirler ve Misir’in fakir halki idarecilerinden nefret etmektedir (Sanki El Kaide’yi kuran Suudi Arabistan’dir demek istiyor). Ancak ayni zamanda bu idareciler Misir’da bir Islam devrimi gerceklesmesini de onlemek istemektedirler. Ve Bati da Kahire’de, Libya’da, Cezayir’de, Suriye’de, Suudi Arabistan’da… ve diger ulkelerde bir Islam devrimi olmamasini temin etmek istemektedir. Oncelikli problem hem El Kaide’nin hem de Bati’nin bu rejimlere zarar vermeye calismasidir. Boylece (Bati) Irak’i Sii ve Hristiyanlarla corba yapiyor (Irak eski Baasci dusmanlarini infaz etmekle mesgulken ve bir hukumete sahip degilken Irak’in demokrasi olup olmadigi sorusu alakasiz). Ve Pakistan’da drone saldirilari yapmaya, Afganistan’da masumlari bombalamaya ve Arap dunyasindaki iskence rejimlerini tolere etmeye devam ediyoruz. Ve Israil’in daha fazla Filistin topragi calmasina musade ediyoruz. Korkarim ki bu ayni eski hikaye. Barisi getirecek olan dunya terorune karsi istihbarat savaslari degil adalettir, ancak liderlerimiz bunu hala itiraf etmeyecek.”



Fisk’in makalesinin sonu.



4- Bu Artik Tahammul Sinirini Asmistir: Kan Dokulmesine Musamaha Gosterme Trajedisi ve Bu Tehlikeli Olguya Karsi Vazifemiz:



Mucahidler olarak adlandirilan bazi kisiler tarafindan halka acik mekanlarin ve camilerin bombalanmasi trajedisi devam etmektedir ve bugunlerde en zirvesindedir. O kadar ki bunlar bos iddialar degildir. Bildigim bazi korkunc hadiselerden bahsedecegim, bilmediklerim ise bildiklerimden daha korkunctur.



- (Pakistan) Carsadda koyunde Aftab Ahmed Khan Shirbow’u oldurmek amaciyla bayram namazi esnasinda bir caminin patlatilmasi. Saldiri basarisiz olmus ve 50’den fazla siradan koylu hayatini kaybetmistir. Bu saldiri emrini Beytullah Mesud vermistir.



- Vezir asiretinden Iyiligi Emr ve Kotulukten Nehy organizasyonunun lideri Haci Namdar’i oldurmek icin Hayber’de bir caminin patlatilmasi. Kendisi oldurulmemis, aksine camideki 15 kisi hayatini kaybetmistir. Bu saldiri emri Beytullah Mesud tarafindan verilmistir. Birkac ay sonra Haci Namdar bir toplantida silahli saldirida oldurulmustur.



- Pesaver yakinlarindaki Camrud’da Cuma namazi esnasinda baska bir caminin patlatilmasi. Patlamada 50’den fazla insan hayatini kaybetmis ve cok sayida kisi yaralanmistir. Cami askeri kislanin yakinlarindaydi ve camide namaz kilan askerler de bulunuyordu. Olenler arasinda askerler de vardi ancak cami herkese aciktir. Camide bolge halki ve ana caddeye yakin oldugu icin seyahat edenler de bulunuyordu.



- Butun bolgelerde kalabalik yerlerde, yayalarin, alisverise cikanlarin ve normal halkin yogun oldugu yerlerde herhangi bir gerekce belirtmeksizin isgalci askerlere, kukla askerlere ve polislere, hukumet memurlarina, hukumetten ihale alan ozel sirket calisanlarina yapilan cok sayida saldiri. Bu kisilere daha dikkatli ve hassas saldirilar yapilabilirdi, veya bu saldirilar pazarlardan, kalabalik caddelerden ve meskun bolgelerden uzakta yapilabilirdi.



- Somali baskentinde 3 bakani oldurmek icin doktorlarin mezuniyet torenine yapilan bir bombali saldiri. Bakanlar cok sayida yeni mezun doktorla birlikte saldirida oldu. Sebab Hareketi saldiriyla alakalari oldugunu reddetti. En dogrusunu Allah bilir.



- Serhad vilayetinde Lakki Marwat sehrinde bir halka acik oyun sahasinda gerceklesen patlama. Oyunu seyreden 100 kisi olduruldu. Oyun sahasinin hedef alinma gerekcesi orda bulunan birkac lesker (asker) ve Baris Komiteleri olarak bilinen seyin orda kurulmasiydi. Bu komitenin mucahidlere bir kere bile saldirdigi ispat edilmemistir. Simdi bu gunahkar operasyondan sonra hicbir sakalli insan Taliban uyesi oldugu suphesiyle sorgulanmadan bolgeye girememektedir. Bu saldiridan sorumlu olan kisinin Kuzey Veziristan’da bir Taliban lideri oldugu soyleniyor, ismi Bedr Mesud olabilir.



- Bircok bolgedeki kontrol noktalarina caiz olmayan yontemlerle bombali saldiri yapilmasi. Bu kontrol noktalarina saldirilar kalabalik saatlerde cok sayida yaya ve arac bulundugu esnada yapiliyor. Trafigin yavas oldugu diger zamanlarda hedef alinabilinirlerdi. Baska bir mesele de var; fedai eylemcisi baska bir yere saldiri yapmaya giderken kontrol noktasinda yolu kesilip arabasi ve ustu aranmaya kalkildigi zaman cevresindeki insanlara ne olur diye dusunmeden bombayi patlatiyor. Eylemciye boyle durumlarda olene kadar savasmasi icin silah verilmelidir, bu silahi cevresindeki insanlari korkutup uzaklastirarak bombayi patlatmak icin de kullanabilir. Bu fetvalari kimin verdigini yada bu tur saldirilarin mesru oldugunu kimin soyledigini bilmiyorum.



- Guney Veziristan’da Candola sehrinde bir restoranda Turkistan Batani ve muttefigi olan Qara Zeyneddin’e yapilan basarisiz oldurme tesebbusu. Patlamada korumalarindan iki tanesi oldu ve olen diger 10 kisi Mesud ve Batani asiretlerinden restoranda bulunan normal insanlardi.



- Mohmand asiret bolgesinde bir pazarda 3 ay once gerceklestirilen bombali saldiri. Saldiri Jirga’yi hedef aliyordu. (Jirga: Asiret onde gelenlerinin istisare toplantisi- Ceviren). Saldiranlar Jirga’nin orda yapildigini dusunduler ancak Jirga tedbir olarak baska bir yere alinmisti. Saldirida 100’den fazla insan oldu ve nerdeyse hepsi de Jirga ile hic alakasi olmayan normal alisveris yapan insanlardi. Taliban, sozcusu Ihsanulllah Ihsan araciligiyla bu saldiriyi ustlendi ve halktan olenler icin uzuntu duyduklarini belirterek taziyelerini iletti. Biz de ona en azindan durust oldugu icin tesekkur ediyoruz.



Azzam Amriki’nin Mektubu- 2. Kisim



- Islamabad’daki Islam Universitesi’nin bombalanarak cok sayida kiz ve erkek ogrencinin oldurulmesi. Bu saldiri Kari Huseyin Mahmud tarafindan ustlenildi.



- Pakistan Takhar vilayetinin Talekan sehrinde merkez camiinin bombalanmasi. Saldirinin amaci Kunduz eyaleti valisi Muhammed Omer’i oldurmekti. Patlamada vali ile birlikte namaz kilan 30 kisi daha hayatini kaybetti.



- Guney Veziristan’in Wana sehrinde Ramazan ayinin ortasinda Mevlevi Nur Muhammed’in camisinde meydana gelen patlama. Mevlevi ile birlikte camide Kuran ogrenen 30 kisi daha saldirida hayatini kaybetti. Saldiridan Ozbekler ve Hekimullah Mesud’un grubu sorumlu tutuldu.



- Son olarak Dera Adam Khel’de bir camiye Cuma namazi esnasinda yapilan saldirida 70 kisinin olmesi ve cok sayida kisinin yaralanmasi. Saldiridan sorumlu kisinin Tarik Afridi oldugu ve saldirinin hedefinin Afridi’ye muhalif olan asiret liderleri veya Afridi karsiti Taliban uyeleri oldugu soyleniyordu. Bu gruplarin arasinda uzun suredir suikastler ve adam kacirmalarla dolu bir kan davasi vardi. Tarik Afridi’nin grubu saldiriyi ustlendi. Ona muhalif olan gruba Mumin Afridi liderlik ediyordu ve Veziristan’da ikamet ettigi ve Vezir asireti ile iyi iliskileri oldugu soyleniyordu. Butun bu detaylari gazetelerden aldim ve dogrulugu hakkinda 100% emin degilim. Ancak Pakistan Talibani’nin kotu sohretinden dolayi ve bu olaylar birbirini dogruladigi icin soylediklerimden suphem yoktur. Bu hadiseler Pakistan Talibani’ni bilen Rahimullah Yusuf Ziya gibi gazeteciler tarafindan bildirilmistir, en dogrusunu Allah bilir. Bu saldirinin ayni gunu aksam bazi saldirganlar Pesaver’de bir camiye aksam namazi esnasinda bomba atti. Hedef Pakistan Talibani’na muhalif bir asiret lideri veya polislerden birinin ailesiydi. Saldirida Afgani camisinin imam dahil 5 kisi oldu ve cok sayida kisi yaralandi.



Not: Azam Tarik ve Veliurrahman Mesud Dera Azam Khel’deki saldiridan bir gun sonra gazeteleri arayarak Pakistan Talibani’nin bu saldiri ile bir alakasi olmadigini ve Blackwater sirketinin bu olayin arkasinda oldugunu soyledi. Tarik Afridi adina gazetecilere acilan telefonun sahte oldugunu soylediler. Burda tuhaf olan saldiriyi yaptigi iddia edilen Tarik Afridi’nin kendini savunmak icin gazetecileri aramamasidir. Belki telefonu calismiyordu veya telefon numarasinda bir problem vardi, belki de telefonunu kullanma konusunda Veliurrahman’dan daha dikkatliydi. Burda bahsedilmesi gereken baska bir sey de gazetecilerle telefon gorusmesinde Azam Tarik’in New York’daki Times meydanini patlatmak isteyen Faysal Sehzad ile Pakistan Talibani arasinda bir baglanti olmadigini soylemesidir. Ancak bu konuda Tehrik-i Taliban’in medya kolu Umar Studio bir film yayinlamisti. Bundan sonra Azam Tarik’in soylediklerine kim inanacaktir?



Ayrica Ozbeklerin oldugunu tahmin ettigim Umma Medya tum kabaliklari ile Lal Mescidi saldirisina misilleme olarak camileri patlatacaklarini ve asiret bolgelerindeki diger camileri bombalayacaklari sozu verdikleri bir film yayinladi. Filmde Dera Adam Khel, Kohat, Mohmand ve diger bolgelerde egitim yaptiklari gosteriliyordu. Ayrica gazetecileri oldurme tehdidinde bulundular ve El Cezire muhabirinin pazar bombalamalarinin Pakistan Talibani’nin isi olmadigini soyledigi bir goruntu yayinladilar, ancak digerleri Taliban’i sucluyordu. (Gazetecinin) bu tavri o gunahkarlarin yaptiklarini hafifletmedi.



Bu beyanatlari durumun vehametini ve saflarin icindeki yaygin cehaleti gosteren iki hikaye ile noktaliyorum.



Birinci hikaye: Bir yildan biraz fazla bir sure once Arap muhacirlerden birinin ogluyla aramda Pakistan’da camilerde meydana gelen patlamalarla alakali bir konusma gecti. Ona bunun kabul edilebilir olmadigini, organizasyonun liderlerinin ve ilim talebelerinin camilere saldirilarin durdurulmasini istediklerini soyledim. Hatta cami bir askeri veya hukumet yerleskesinde olsa ve bunu bildiren bir aciklama yayinlanmis olsa bile. Pakistan’daki alimler Siileri kafir goren Seyh Isa’nin bile (Allah onu esaretten kurtarsin) Pakistan’daki Sii camilerinin patlatilmasini kabul etmedigi soyledi.



Elbette bunun istisnalari vardir, zira Seyh Isa bayram namazi esnasinda ordunun ve hukumetin onde gelenlerine saldirmayi planliyordu ve Rawalpindi’deki askeri camiye El Kaide’deki kardeslerin saldirdigi bana bildirildi. Bu cami diger camilerden farkli olarak iceri girmek icin askeri kimlik karti gerektiriyordu). Bu genc benim anlattiklarimi kabul etmedi ve camilerin cogunun –belki de hepsinin- muhbirler, casuslar ve hukumet memurlari ile dolu ser mekanlari oldugunu, bu kisilere merhametleri olmadigini soyledi. Bunu da babasinin kendisine anlattigi Seyyid Kutub’un Fizilal’il Kuran isimli tefsirinden bir bolume dayandiriyordu. Ona dedim ki: Peki, eger bu camileri seytani mekanlar olarak goruyorsan onlari yik, ama icinde ibadet eden insanlar varken patlatma. Tartisma burda sona erdi, onun ikna olup olmadigini bilmiyorum.



Dusunun ki bir genc adam Seyyid Kutub’un bir beyanini genellestirerek camileri icindekilerle birlikte patlatmaya hazir.



Ikinci hikaye: Bir grup savasci ordu ile savasmak icin Kurram asiret bolgesine giderek bolgedeki Pakistan Talibani ile bulustu. Ana caddelerin birinde orduya pusu kurdular. Ordu devriyesinin gecisi gecikti. Iclerinden biri eger askerler gelmezse ne yapacagiz diye sordu. Gruptaki Taliban lideri o zaman Siilere saldiririz dedi. Soru soran tekrar peki ya Siiler de gelmezse diye sordu, yerel grubun lideri o zaman munafiklara saldiririz dedi, yani normal halk ve yoldan gecenlere. Disaridan gelen grubun lideri ofkelendi ve buna karsi cikti, yerel grubun lideri ise utandi ve saka yaptigini soyledi. Disardan gelen grubun lideri “savascilarinin ve grubunun uyelerinin onunde boyle bir saka nasil yapabilirsin?” dedi. Bu hikaye bana o disardan gelen grubun komutani olan kardes tarafindan anlatildi.



Bu soylediklerim selden bir damladir zira mucahidlere ve guvendigim kisilere gore dogru oldugundan emin oldugum hadiselere odaklanmaya calistim. Yoksa bu liste gayet uzundur ve bu kisiler tarafindan gerceklestirilen soygun, adam kacirma ve diger suclara hic deginmedim.



Camilere saldirma ve masumlarin kanini dokmenin tarihte Hariciler, Karamitalar, Haccac bin Yusuf, Haclilar, Mogollar ve Ozbekistan’in milli kahramani Timurlenk, Yahudi ve Rafizilere has bir davranis oldugu biliniyor. (Timurlenk Ozbek degil ancak Ozbekler onun sertligini ve acimasizligini seviyor gibi gorunuyor). Gunumuzde ise Amerikalilar, Hicaz ve Necd’in krallari, Suriye’nin idarecileri ve Pakistan’in Pervez Muserref’i gibi Arap ve diger tagutlar bunlardandir. Simdi Hamas, Afgan ve Pakistan Taliban Hareketleri gibi mucahidlere atfedilen bu tur davranislari yapanlar kimlerdir?



Suphem yoktur ki bu ulkelerdeki cihadi hareketlerin basina gelen seyler talihsizlik degil, bilakis bizim gunah ve adaletsizliklerimiz, icimizden bazilarinin gunahlari ve digerlerinin buna sessiz kalmalari sebebiyle Allah’in bize verdigi bir cezadir.Bu sozlerimin bir abarti veya goz korkutma oldugunu dusunmuyorum zira bu konuda cok sayida Kuran ayeti, hadis ve alimlerin sozleri vardir ve onlari tekrara hacet yoktur. Bunlarin bazilari Ebu Yahya (Libi)’nin El Rabiyun ve Zafer Yuruyusu mektubunda belirtilmisti, ben de bazilarini bu konuyla alakali hazirladigim aciklamada belirttim ve insallah daha sonra yazacagim.



Diyebilirsiniz ki: Fakat biz bu haddi asanlari kabullenmedik, onlara hala razi gelmiyor ve onlari dogru yola iletmek icin her firsatta rehberlik ediyor ve nasihatte bulunuyoruz. Ben de derim ki: Evet, bunlari biliyorum, cok da iyi yaptiniz. Zira belirttigim hadiselerin bazilari bu cami patlatmalarini onlemek icin bu gruplara nasihat ve tavsiyelerde bulunan ancak maalesef cogu sefer muhataplarinin dar vizyonu, kucuk akillari, kalplerinin acimasizlik, gaddarlik, asirilik ve tolerans gostermemeye meyilli olmasindan dolayi basarisiz olan alimler tarafindan bana iletilmistir.



Ben derim ki: Bu meseledeki gayretlerinizle guzel bir is yaptiniz, ancak sizin bu fiilleri tekziplerinizde kullandiginiz usluba dair nacizane fikrimi belirtmeme izin verin. Bana oyle geliyor ki uslubunuz bu fiilleri reddetme derecesine erismemektedir; nasihat ve tekziplerinizi gizlilik icinde yapiyor, bu gizlilikte bir maslahat goruyor ve fiilleri acikca reddettiginizi ilan etmenin saflarda bolunmeye yol acacagini, zaafiyetlerinizi afise edecegini ve dusmanlarin bu zayif noktalarinizi kullanacagini dusunuyorsunuz.



Saflarin bolunmesi ihtimalini ele alirsak, bu sadece bir ihtimaldir ve belki de bu sahislarin mucahidlerin arasinda bulunmamasi daha hayirlidir, zira onlar yikanip temizlenmesi gereken kirli bir nokta gibidirler.



Zayif noktalarimizi dusmanlarimiza afise etmemeye gelince, bu saldirilar yemin ederim ki daha buyuk bir utanc ve daha fena bir zayifliktir ve dusmanlarimiz tarafindan bizim aleyhimize ziyadesiyle istismar edilmektedir. Bu saldirilar dindar ve sadik mucahidlerin imajini bozmak icin istismar edildi. Artik bircok insan mucahidleri batil yollarla insanlarin mallarini almada tereddut etmeyen, camileri patlatan ve bir iki dusman oldurmek icin onlarca insanin kanini doken insanlar olarak goruyor. Bunlari yaparken de muzik dinlemiyor ve yabanci kadinlara bakmaktan sakiniyorlar, ancak bunlar halk icin ufak meselelerdir ve fazla birsey ifade etmemektedir. Elbette bunlar onemsiz meseleler degildir ancak bahsettigimiz gunahlar ile de kiyas edilebilir mikyasta degildir. Bu baglamda bazi Seyhler ve vaizler mucahidleri zamanin Karamitasi olarak tarif etmektedir ve bu iddialarina cok kisiyi inandirmayi basardilar. Bunun sorumlulugu –veya sorumlulugun buyuk kismi- bizim omuzlarimizdadir. Bu yasak fiillerle alakali meselelerdeki durusumuzu netlestirmeyerek yanlis anlasilmalara katkida bulunduk. Ayrica suclamalari fiilleri yapan kisilere degil de Blackwater sirketine yonelterek bu mucrimlerin fiillerine devam etmelerine imkan tanidik.



Seyh Abdurrahman’in –Atiyyetullah- gecen sene Pazar saldirilari ile alakali fetvasinin taslaginda bu fiillerin bazi cihad gruplari tarafindan islenme ihtimaline degindigini, saldirgan ve curumus davranislari olanlari vurguladigini, ancak bazi kardeslerin tavsiyesi uzerine fetvayi yayinlamadan once bu paragrafi cikardigini ogrendim. (Allah onlara rehberlik etsin).



Bu kismi silmesini tavsiye eden kisiler bu tur saldirilarin bizim saflarimizdaki kisiler tarafindan gerceklestirildigini itiraf etmememiz gerektigini soylediler: Bu demektir ki bir medya blokaji uyguluyoruz! Ve bu davranis bircok acidan yanlistir: Bu dini bir meseledir, bir fetvadir, iyiligi emredip kotulugu nehyetmedir, medya ablukasi uygulanacak basit bir kurumsal sır degildir. Hakikati gizlemenin veya geciktirmenin dini acidan bircok mahzuru vardir ve bunu biliyorsunuz. Artik bu mesele herkese ifsa olmustur ve uzak yakin herkes tarafindan bilinmektedir, sessizligimiz ancak insanlar tarafindan nefret edilmemize yol acacak, onlerinde Sessiz Seytanlar olarak gozukecegiz. Haram fiillerin islendigini goruyoruz ve hicbir harekette bulunmuyoruz, tavizkar gorunuyoruz, bu katiller hayatta iken onlari ovuyoruz ve oldukleri zaman taziye gonderiyoruz, ahlaksizliklarina dair ne bilirsek bilelim onlari iyi isler yapanlardan sayiyoruz. En iyi ihtimalle bizler etrafinda olup bitenden haberdar olmayan dikkatsiz ve ihmalkar kisiler olarak goruluyoruz.



Bu fiilleri reddetme konusunda benimsedigimiz gizlilik meselesine geri donersek derim ki: Reddettigimiz bu fiilerin insanlar uzerinde hicbir cekinme ve utanma olmaksizin islenmesi durumu ile karsi karsiyayiz. Bu davranis saflarimizi bir ates gibi sarmistir. Bilinen yasak fiil isleyenden baskasinin yasak oldugunu bilmedigi bir fiilden farkli degerlendirilir. Ikinci tur fiilde gizlilik ve bunun reddedildigini ilan etmemek ise yarar ancak ilk tur fiilde ret aciktir. Bu (acikca reddetmek) reddedilen fiili islemeyi planlayanlari veya bu isi yapanlari taklit etmeyi dusunenleri caydirabilir. Bu reddin ilanini biz ihmal ediyoruz. Bu sekilde bizim reddimiz eksik kalmistir, en dogrusunu Allah bilir.



En azindan “Allah’im, Halid’in yaptigindan ben beriyim” diyen Peygamberimiz (sav)’in sozunu ornek almaliyiz. O bu sozu14 yuzyil sonra bize kadar ulasti, bunun uzerinde dusunun.



Dusunce: Yapilmasi gereken sey bu fiilleri isleyenleri teker teker cagirip azarlamak degildir, gereken fiilin kinanip tekzip edilmesi, failin iyiliklerini sevmek ve kotuluklerine, Seriat’tan uzaklasmasina bugz etmektir. Bazi durumlarda failleri acikca uyarmak ve insanlari onlar hakkinda ikaz etmek gerekebilir. Bu eger bu kimseler halk icinde ve kendi icimizde vahsetleri ile sohret kazanmislar, bu fiilleri isledikleri ispat edilmis, fiiller mukerrer defalar islenmis ve nasihate kulak asilmamis isedir.



Burada eklemek isterim ki bu fiilleri reddettigimizi ilan etmeyi lazim kilan sebeplerden biri de alimlerin gizliden veya aciktan tekzip edememesidir. Bu daha once bahsettigim fiillerden mesul olan bazi kimselerden habersiz olmamiza ektir.



Soylediklerimize dayanarak hatalardan tevbe etmek, yolu duzeltmek, zafer cagrisi yapmak icin ve bize elem veren acilardan kurtulma yolunda ilk adim olarak bu yaziyi hazirladim. Umarim ki Allah alimlere bu konuyu inceleyip gozden gecirme ve benzer acikmalar yapmalari icin yardim eder. Bu konuda iyi tanimlanmis ve dogrudan meseleye egilen konusmalara ihtiyacimiz var.



Onerilen metin su sekildedir:



Beraat ve Ikaz



Rahman ve Rahim Olan Allah’in Adiyla



Kadir olan Allah svt. buyurmustur ki: Sizinle savasanlarla savasin ve asiri gitmeyin, suphesiz Allah asiri gidenleri sevmez (Bakara-190).



El Kaide organizasyonu, Emirleri, alimleri ve destekcileri muteaddit defalar Muslumanlari toplanma mekanlarinda hedef alan silahli operasyonlari, Muslumanlarin kanlarinin, vucutlarinin, ruhlarinin ve mallarinin kutsalligini dikkate almayan operasyonlara karsi cikmistir. Bu beraat Muslumanlarin bulundugu pazarlar, caddeler, restoran ve otelleri icermektedir. Bu beraat esas olarak camilerin patlatilarak ibadet eden Muslumanlarin basina yikilmasini da icermektedir. Bunlarla alakali olarak Kuran’in ve diger dini kitaplarin yikim ve tahrip amacli yorumlanmasi da bu beraata dahildir.



El Kaide organizasyonunun bu fiillerden beraat ilani sadece bos bir medya odakli adim degildir, El Kaide bu fiilleri isleyenlere dogrudan ve ozel kanallar araciligi ile nasihat uzerine nasihat vermistir ve vermektedir. Bu nasihatlerle feci islerin tekrarinin onlenmesi ve yanlislarinin duzeltilmesi hedeflenmistir. Bu cabalar bazi durumlarda meyve vermis ve bazi kisiler dogru yola geri donmustur. Ancak kendilerini hayal kirikligina ugratan, dusmanlarinin safinda yer alan veya ihanet eden kimselerden intikam almak icin yanlis metodlari ve carpik bir fikhi takip eden kimseler vardir, bu kimseler masum Muslumanlarin kanlari pahasina bile olsa bu yontemleri takip etmede israr etmektedir. Bu kör intikam ruhu ve cahiliye toleranssizligi durust olan sadik mucahidlerin davranislarindan degildir.



Burada tekraren acikca ilan ediyoruz: Herhangi bir cihad grubunun gerceklestirdigi Muslumanlarin kanlari ve mallarinin kutsalligini dikkate almayan operasyonlari reddediyoruz. Bu suclarin El Kaide Cihad Organizasyonu’na atfedilmesini reddediyoruz. Bu saldirilardan sorumlu kisilerin El Kaide ile baglantili oldugu ispat edilirse El Kaide o kisilerle alakali gerekli islemleri yapacaktir. El Kaide’nin bu konudaki pozisyonu ve karari suc olan fiil cihad adina ve Seriati ikame etmek adina veya iyiligi emredip kotulukten nehyetme adina gerceklestirilirse dahi degismeyecektir. Allah’in dininde yasaklanmis olan bu eylemlerle bir alakamiz yoktur. Bu kisisel suclari farz olan cihad vazifesinden caymak icin bir bahane olarak kullanmak da kabul edilemez, zira bir hata daha buyuk bir hatayi mazur kilmaz. Bu suclarin mesulu olan kimseleri zillet icinde bir dunya hayati ve aci verici azapla dolu bir ahiret hayati ile ikaz ediyoruz. Zulmetmenin vahim sonuclari vardir ve Hesap Gunu’nde zulum karanliktir.



Adaletten ayrilmak yenilgi ve hayal kirikliginin, Muslumanlarin ve mucahidlerin basina gelen felaketlerin ve fitnelerin sebeplerinden biridir. Allah svt. buyurur ki: Icinizde sadece zulmedenlere isabet etmekle kalmayan bir musibetten korkun. Bilin ki Allah’in azabi pek cetindir (Enfal-25). Bu curumleri ve cahiliye fiillerini islemede israr edenler bilmelidir ki digerlerinin orumcek agindan zayif oldugu argumani ile kendi gruplari, ideolojileri ve sancaklari icin Musluman kani doken diger bolgelerdeki gruplarin kaderi onlar icin kacinilmaz sondur.



Muslim’in rivayet ettigi bir hadiste Rasulullah (sav) buyurur ki: Kim itaatten disari cikar ve cemaatten ayrilir ve bu hal uzere olurse cahiliye olumu ile olur. Kim ki koru korune cekilmis bir bayrak altinda savasir, asabiyet (irkcilik) icin ofkelenir ve asabiyete cagirir ve bu esnada oldurulurse bu cahiliye olumudur. Kim ki ummetimin uzerine gelip iyi ile kotu olan arasinda ayrim yapmadan vurur, mumin olanlara hurmet etmez ve ahid sahibine verdigi sozu yerine getirmezse o benden degildir, ben de ondan degilim. (Muslim- Imaret 53).



Hayret ediyorum ki bazi kimseler o mekanda bulunan bir veya birkac kisiyi oldurme adina kendilerine ve baskalarina ibadet eden Muslumanlarla dolu camileri, Muslumanlarin toplandigi mekanlari patlatma izni veriyorlar. Hayretim bu patlamalar tufeklerin bolca bulundugu, kolayca ve ucuza alinabildigi yerlerde gerceklestigi zaman daha da artmaktadir. Eger hedef alinan sahis gercekten oldurulmeyi hak ediyorsa neden hicbir aklin ve dinin kabul etmeyecegi dostla dusmani, cocukla yasliyi, erkekle kadini ve Muslumanla kafiri ayirmayan gelisiguzel saldirilar yerine baska yontemler kullanmiyoruz? Kafirlerin kalelerinde degil de Musluman sehirlerinde savastiginizi unuttunuz mu?



Eger bu barbarca yontemin asiret geleneklerinizde, halkinizin adetlerinde bulundugu veya Emiriniz ve Seyhiniz tarafindan buna musamaha gosterildigini iddia ederseniz deriz ki: Bizim Islam’imizda buna izin yoktur, sizin adet ve gelenekleriniz yerin dibine batsin! Seriat kaidelerine gore idare edilmeyen bir savasin serefi yoktur. Eger bu savas Seriati ihlal eden insan yapimi anayasa ve kanunlardan farki olmayan asiret geleneklerine ve insanlarin fikirlerine gore idare ediliyorsa bilin ki biz bu kurallari takip etmiyor ve reddediyoruz.



Mucahid kardesim: Bu fiillerden mutmain olan, bunlarin emrini veren veya uygulayan ya egitilmeye muhtac bir cahildir yada dusmanlara fayda saglamak icin mucahidlerin saflarina sokulmus bir ajandir.



Mucahidleri ve cihadi tahrif eden bu suc fiillerden sorumlu olanlarin yalnizca az sayida marjinali temsil ettigini umit ediyoruz. Ancak herkese iyiligi emredip kotulugu nehyetme ve zalimi cezalandirma vazifesini hatirlatiyoruz. Allah’in elcisi (sav) demistir ki: "Ya iyiligi emredip kotulukten alikoyarsiniz yada Allah size oyle bir ceza gonderir ki ona dua edersiniz ancak Allah duaniza icabet etmez (Tirmizi rivayet etmistir).

Veya buyurdugu gibi insanlar zalimi gorup de durdurmazsa Allah uzerlerine bela gonderir.

Veya baska bir sozunde buyurdugu gibi: Kardesinizi zalim de olsa zulum de gorse destekleyin. Sordular: Ey Allah’in elcisi, zulme ugrayana yardim ederiz ancak zalime nasil yardim edelim? Dedi ki: Zulm etmesine engel olarak."



Bu yuzden her Musluman ve mucahid yasaklanmis olan bu zulum fiillerini isleme niyetine olan insanlar veya liderler taniyorsa bu zat kendi Emiri bile olsa uyarmali ve nasihat etmelidir. Eger nasihate kulak asmazsa bu kisiyi rapor etmelidir. Ancak putperestlerin guvenlik guclerine degil, zira bu daha buyuk bir adaletsizlik, hata ve fena bir suctur. Gerekli tedbirleri alacagindan emin oldugu alimlere ve mucahid liderlerine rapor etmelidir. Bu Kadir olan Allah’in emrinin yerine getirilmesidir: Ey iman edenler. Kendi nefsinizin, ana babanizin ve yakinlarinizin aleyhine bile olsa Allah icin sahitlikte bulunarak adaleti geregi gibi uygulayan kimseler olun (Nisa-135).


Mucahidin Allah’a itaatsizlikte Emirine itaat etmesi yasaklanmistir. Eger bir Musluman Allah’in seriatini ihlal eden bir mesele uzerine emrolunursa Allah’in kilici Halid bin Velid (Allah ondan razi olsun) bile olsa Emirine itaat etmemelidir. Oyleyse emri veren daha asagi bir mevkide ise durumu nedir? Eger emir konusunda kafasi karisiksa ve bir alime danisma imkani yoksa kalbine danismali, dinine ve ahiret hayatini dusunmelidir. Muslumanlarin nefsleri, mallari ve serefleri haklarindaki hukmu ve buyuk gunahlari hatirlamalidir. Gun ortasindaki gunesten daha parlak olan bir delil olmadikca Muslumanlarin kanlarinin asla dokulmemesi gerektigini, mallarinin gaspedilip onurlarina halel getirilmemesi gerektigini, ona zarar verip kafir ilan etmemek gerektigini unutmamalidir.



Allah buyurdu ki: Kim bir mumini kasten oldururse onun cezasi ebedi kalacagi cehennemdir. Allah ona gazap etmis, onu lanetlemis ve ona buyuk bir azap hazirlamistir. Ey iman edenler! Allah yolunda savasa ciktiginiz zaman dostu dusmani ayirt etmek icin iyi anlayip dinleyin, iyice arastirin. Size selam verip Musluman oldugunu soyleyen kimselere dunya hayatinin menfaatlerine goz dikerek sen mumin degilsin demeyin. Allah katinda cokca ganimetler vardir. Onceleri siz de onlar gibiydiniz de Allah size lutufta bulundu. O halde iyi anlayip dinleyin, suphesiz Allah islediginiz gizli acik butun amellerden haberdardir (Nisa 93-94). Buhari’den rivayet edilen bir hadiste “mumin haram kani dokmedikce din uzere olur” buyrulmaktadir.



Rasulullah (sav): “Mumin insanlarin elinden ve dilinden emin oldugu kimsedir, muhacir ise Allah’in yasak ettigi seylerden uzaklasip onlari terk edendir” buyurmustur.



Son olarak Mucahid kardesleri uyarmak isterim ki cihad vazifesinde bulunmak ve hatta Allah icin can vermek cihadimizi buyuk gunahlarla bozmus ve gec olmadan tovbe etmemissek bizi Allah’in gazabindan korumaz. Bunun iyi bir ornegi Tebuk seferine katildiklari halde Allah’in ayetleri ile alay eden bir grup insandir. Baska bir ornek Rasulullah’in savaslarindan birinde oldurulen bir adamin hikayesidir. Insanlar o sehit oldu dediler, Rasulullah (sav) bunu yalanladi ve “hayir, ben onu cehennem elbisesi icinde gordum” dedi. Sonra Rasulullah Omer bin Hattab’a “Omer, git ve insanlara Cennete ancak inananlar girebilir diye seslen” dedi. Omer dedi ki: Disari ciktim ve Cennete ancak inananlar girebilir diye nida ettim. Muslim’den rivayet edilmistir.



Yani bu dunyadaki her sehit Hesap Gunu’nde sehit degildir. Ayrica obur dunyada sehidin tum gunahlari da affolunmaz. Bunlarin icinde para borcu bulunmaktadir. Muslim’in naklettigi bir hadiste peygamberimiz “Borcu haric sehidin tum gunahlari affolunur” buyurmustur. Imam Nevevi bu hadis uzerine demistir ki: Borcun muaf tutulmasi tum kul haklari uzerine bir ifadedir. Cihad ve sehadet insanlarin uzerindeki kul haklarini ortadan kaldirmamakta, ancak Allah’in haklari affedilmektedir. Bazi rivayetlerde belirtildigi gibi sehit olan zatin birkac dinar borcu varsa bu borc odenmeden cennete alinmaz. Oyleyse birsuru, hatta yuzlerce Muslumani mutlak bir zulumle oldurenin hali nasildir? Bu kisi cennete alinmamaya daha layiktir.



O halde gunahlarimizdan tovbe etmek icin insiyatifi ele alalim, en kucugunden en buyugune kadar affolunmalari icin dua ve niyazda bulunalim, Allah’in zaferini isteyip gazabindan sakinalim. Mallarimizin ve evlatlarimizin bize fayda saglamayacagi gun gelmeden once hatalardan donmeli ve adaleti tesis etmeliyiz.



Alemlerin Rabbi Allah’a hamd, Muhammed’e (sav), ailesine ve ashabina selam olsun.



-Beraat Deklarasyonunun Sonu-



Bu beyanattan tatmin olduysaniz hem Pakistan hem de Afganistan’daki Taliban Hareketi’nin hikmet sahibi liderleri ve diger gruplar tarafindan gozden gecirilmesini tavsiye ediyorum. Bu beyanat bu minvalde genis bir kampanyanin baslangici olmalidir. Ubeyde kardesin guzel bir fikri var, -Selahaddin’in Torunlari veya baskalari tarafindan gonderilen- teyplerin sonuna cihadda yapilan yaygin hatalara karsi uyaracak ve fikhi talimatlar verecek bir konusma eklenmesini oneriyor. Bu konusma mesela onerdigim deklarasyon metninde gecen ayet ve hadisleri icerebilir. “Size selam verip Musluman oldugunu soyleyen kimselere dunya hayatinin menfaatlerine goz dikerek sen mumin degilsin demeyin”, “mumin haram kani dokmedikce din uzere olur” veya “mumin insanlarin elinden ve dilinden emin oldugu kimsedir, muhacir ise Allah’in yasak ettigi seylerden uzaklasip onlari terk edendir” gibi. Bunun oncesinde de “Mucahid kardes, Allah’in su ayetini hatirla” veya “Ey mucahid, Allah’in elcisinin su sozlerini hatirla” gibi uyarilar yerlestirebiliriz. Veya ayet ve hadisler yerine kendimiz tavsiye verebiliriz, mesela: “Cami ve pazarlarin bombalanmasina hayir, haram kani dokmek ve calinti mala el koymak zulumdur, haddi asmak Allah’in gazabini celbeder ve zaferi geciktirir” gibi.



Mucadele edilmesi gereken baska hatalar da vardir, bunlari baska bir yazimda degerlendirebilirim.



Son olarak alemlerin Rabbi Allah’a hamd edelim, Allah’im sana sukrederiz ve sehadet ederiz ki Allah’tan baska ilah yoktur ve senden magfiret dileriz.

Ceviren: Ekrem Yilmaz 22/10/2014
Kaynak: http://justpaste.it/AzzamAmriki

BÖLÜM – 1 SONU
 
İ Çevrimdışı

İbn Muhammed

الله اكبر و العزة الله
İslam-TR Üyesi
BÖLÜM - 2


Nusret Cephesi'nden Rakka Emiri'nin ISID Tarafindan Katli Aciklamasi:

flag_of_jabhat_al_nusra1_by_gultalibk-d6wxfpz.jpg


Nusret Cephesi emirini öldüren IŞİD'e sert uyarılarda bulundu.


Nusret Cephesi Rakka emiri Hadrami'nin IŞİD (Irak Şam İslam Devleti) tarafından kaçırılıp öldürülmesi ile ilgili cephenin yeni bildirisi.



3 ay önce Rakka’nın Deyr Hafir bölgesinde Nusret Cephesi Rakka emiri Ebu Said Hadrami kayboldu.Esed medyası : ”Bazı vatandaşlar Ebu Said Hadrami’yi kaçırıp bize teslim etti” şeklinde açıklama yaptı.IŞİD'e 75 gün sorduk ''Şeyh yanınızda mı ?'' diye fakat onlar hep inkar ettiler ve çok büyük yeminler ederek ret ettiler.




Bundan 3 hafta önce IŞİD şok bir açıklama yaparak Hadrami’nin ellerinde olduğunu, bir suç işlemediğini ve yakında serbest kalacağını belirttiler.Daha sonra şeri heyetlerinden birisi : ” Hadrami mürtet oldu vebu durum delillerle sabit.”şeklinde açıklama yaptı.




Korkmaya başladık ve IŞİD'den şeyhin bırakılmasını istedik.



IŞİD'in açıklaması



Taleplerimiz üzerine Devlet'ten bir açıklama yapıldı, şölye ki:




''Rakka vilayetine mensup Hadrami'yi mürtet olduğunu itiraf etmesi sonucunda infaz ettik.Onun geçmişini biliyoruz.İslam Devleti, bundan 3 ay önce Allah’ın hükmünü yerine getirmede hiç tereddüt etmedi.Hadrami’nin itirafında da belirttiği gibi, hem mürtet hem de kafir oldu.Şeri heyetimiz bu konuda Allah’ın hükmünü uygulamıştır ve bunda tereddüt etmemiştir.Ebu Said Hadrami’nin özel korumasını serbest bıraktk, çünkü onun üzerinde herhangi bir suç unsuru bulunmadı.



Bugüne kadar neden sabır ettik ?



Zannetmeyin ki Allah’ın hükmü sadece sıradan kişilere uygulanır, Allah’ın hükmü herkese uygulanır.Bunu yapmasaydık büyük bir zararda olacaktık ve doğru yolda da olmayacaktık.''



Bu davranışı küçük cihad grupları dahi yapmadı



Bu davranışı küçük cihad gurupları dahi yapmaz.Şeri mahkeme nerede ?, onun itirifaları nerede ?, durum bu kadar basitse neden bu zamana kadar beklediniz ?




Hadrami’nin lakabı Ebu Said idi, Rakka ilindendir ve Suriyeli bir müslüman.Etrafına çok tebessüm eder ve ahlaken yüksek bir kişidir.Onu her gören kişi severdi.Kardeşlerin arasında oldukça mütevazi biridir, onu kim görse emir olarak anlamaz çünkü oldukça mütevazi ve alçak gönüllü biriydi ve selef yolunda mültezim bir insandı.Rejim karşısında Rakka’da ilk baş kaldıran insanlardan biridir.




Kısa zaman içerisinde kendisi ve grubuyla Nusret Cephesi'ne dahil oldu. Allah onun,onların ve diğer grupların eliyle Rakka şehrinin fethini müyesser kıldı.Rakka rejimin elinden kurtulan ilk şehir oldu.Devletin şu an olduğu durumda Allah'ın fazlından sonra Ebu Said’in büyük payı vardır.Ebu Said, valilik binasını kurtaran ve rejimin valisini esir alan kişidir, buda Rakka şehrinin özgürleştirilmesinde başlangıç olmuştur.




Bu derece büyük bir mücahit ve kahraman nasıl bir anda mürtet olur ?



Allah şahadetini kabul etsin, din gününde makamını yükseltsin.


Devlet ile Nusret Cephesi arasında ayrılık olduğunda Ebu Said ve arkadaşları Nusret Cephesi'nde kalmayı tercih ettiler.Ta ki Zevahiri’nin açıklamaları gelene kadar.Devlet ona hile ile bir teklifte bulundu.Teklif : “Sen bize biat et, Zevahiri’nin açıklaması ne olursa olsun ona biz uyarız'' diye, onu biat konusunda ikna ettiler.Cevap bildiğiniz gibi geldikten sonra kendisi Devlet’in suçlarını ve masum insanlara basit sebeplerle işkence yaptıklarını görünce onları bıraktı ve tekrar Nusret Cephesi'ne katıldı.


Ebu Said kendisine yakın olan insanlara, IŞİD'in suçlarını ve hatalarını anlatıyordu, öldürülmesine büyük bir sebepte bu olmuştu.


Rakka ehli Ebu Said’e umut bağlamıştı, insaf edecek ve zulümlerden kurtaracak diye.Hatta aşiret büyükleri onun Rakka’ya gelmesini istediler.Nusret Cephesi ona Rakka dışında kalması oraya girmesi sonucu IŞİD ile problem yaşanmaması konusunda uyardı.


Ebu Said'in kim olduğunu yetimlere ve dul kadınlara sorun, aşiret büyüklerine de sorun, ondan daha ötesi IŞİD'in askerlerine sorun, onlara sorun size cevap vereceklerdir.Cömertliği, ahlakı, cesurluğu, takvası, dini hakkında cevap vereceklerdir.


Hangi adil mahkeme senin mürtet olduğuna karar verdi ? Hangi erdemli devlet seni kaçırdı ?


Hangi zalim idam etti ? Bizde burada soruyoruz.


Kaçıran, savcı, hakim, infaz eden ve işkence eden insan aynı kişi nasıl olur ?


Malumdur ki Ebu Said, kaçırılması ile ve IŞİD'i bırakması arasında sadece 20 gün vardır.Nasıl bu kadar kısa zamanda başınızda emir olarak gördüğünüz kişi mürtet olur ? Bu nasıl bir gühtandır ?


Soruyoruz Ebu Said’e infaz kararı verelere


Allah’ın hükmünü nasıl hem zayıf hem güçlü insana uyguluyorsunuz ? Rakka’daki şereflilerinizi görmüyor musunuz?.


Hesapsız geziyorlar ve zulüm ediyor, insanların kanlarını döküyorlar.Elimizde çok büyük bir liste var, mahkemesiz işkence sonrası öldürülen kişilerin listesi.




Nusret Cephesi emirine bu şekilde yaptınızsa, sıradan halka zayıf ve güçleri olmayan insanlara neler yapıyorsunuz ? Allah ne güzel vekil ve ne güzel yardımcıdır.




Sonuç olarak,




IŞİD'den şunu istiyoruz, Ebu Said’in öldürmesinde kimin eli varsa müstakil ve şeri bir mahkemeye teslim edilmesini talep ediyoruz.Bu olmadığı halde adil bir kısas onları bekliyor.




IŞİD'de olan kardeşlerimize sesleniyoruz !



Komutanlarını gözden geçirmelerini ve onlardan insanlara haksız ve hukuksuz bir şekilde zulüm eden komutanlar ile işbirliği yapmamalarına ek olarak Allah'ın şu ayeti kerimesini hatırlatmak istiyoruz,


''Zulmedenlere meyletmeyin; sonra size ateş dokunur (cehennemde yanarsınız). Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur. Sonra (O’ndan da) yardım göremezsiniz!'' (Hud 113)



Şunu hatırlatmak istiyoruz !



Nusret Cephesi askerlerine şu talimatı verdik, kimseye saldırmayın sadece kendinizi savunun ve bu savaşa dahil olmayın.Orada olan çatışma da kendinizi savunun çünkü IŞİD'in adamları bizim karargaha saldırdı ve yağmur gibi kurşun yağdırdı.O günden bugüne Nusret Cephesi Rakka’daki emirlerine bu çatışmayı durdurmalarını ve Allah’ın hükmüne uymalarını söyledi.




IŞİD'e şunu hatırlatalım




Nusret Cephesi IŞİD'in bir adamını yanlışlıkla öldürdüğünde şeri mahkemeyi 3 günde kurduk.İki tarafın şeri’leri de bulundu, sonunda diyet vermesine karar verildi ve problemde bu şekilde çözülmüştü.Sizde bu olayı şeri mahkemede çözseydiniz ve Allah'ın rızası doğrultusunda çözülmüş olsaydı.




Ebu Said’in ailesine, kardeşlerine :




Emin olun ki Ebu Said’in kanı yerde kalmayacak.Allah’ın adaleti gerçekleşecektir.Bazıları bunu istese de istemese de Allah’ın adaleti gerçekleşecektir.




''Onu satın alan Mısırlı, karısına «Bu çocuğa iyi bak, ilerde işimize yarayabilir, belki de onu evlâd ediniriz» dedi. Böylece Yusuf'a güvenli bir barınak sağladık, ona olayların (ya da rüyaların) yorumuna ilişkin bazı bilgiler öğrettik. Allah, meramını kesinlikle yürütür. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.'' (Yusuf 21 )




Cephetun nusra Beyaz Minare Müesessi

13 Rebbievvel 1435 / 15 01 2014

Bildirinin orjinali ,

cats.20140116234517.jpg

İŞİD'in öldürdüğü Nusret Cephesi Rakka emiri Ebu Said Hadrami,

oldurulen-rakka-emiri.png

Suriye Haber Ajansı
Çeviri : islahhaber.net
KAYNAK: http://www.timeturk.com/tr/2014/01/...d-e-sert-uyarilarda-bulundu.html#.VH1_nzGsVv9


NUSRET CEPHESİ’NDEN CEMAL MARUF’LA İŞBİRLİĞİ İDDİALARINA CEVAP:

flag_of_jabhat_al_nusra1_by_gultalibk-d6wxfpz.jpg

İnternet ortamında paylaşılan bir videoda Ebu Muhammed el-Emriki’nin Nusret Cephesi’ne ağır ithamlar içeren konuşması olmuştu. Bu kişinin Nusret Cephesi’nin İdlip’in Atme ilçesi eski komutanı olduğu iddia edilmekteydi. Nusret Cephesi, konuyla ilgili iddialara cevap niteliğinde bir ses kaydı yayınladı, bu ses kaydının Türkçesini sizlere sunuyoruz.




Konuşmayı yapan Nusra’nın Atmeh komutanın ses kaydının Türkçe tercümesi:



Ebu Suleyman el Masri’nin iki eski Nusra savaşçısının ithamlarına cevabı Bu kendisinden silah alma karşılığında Atme’den silahla geçmelerine izin vererek Cemal Maruf’la işbirliği yaptığımız iddialarına cevaptır. Kardeşlerimizin (Muhammed el Amriki ve Ebubekir el Cezravi) şüphelendikleri ve zannettikleri şeyler yanlıştır, bu konuyu bize sorabilirlerdi ancak kendileri şüphelerine dayanarak karar vermeyi seçtiler. Kardeşimiz Muhammed el Amriki Arapça bilmediği için toplantılarda konuşulanlardan ve olanlardan habersizdir. Ebubekir (Cezravi) ise daha kampa alınmayı bekleyen bir askerdi. Allah’ın huzurunda bize yönelik amellerini (bizi tekfir etmelerini) onların boyunlarına asacağız ve kendilerinden haklarımızı isteyeceğiz. Allah’ın düşmanlarına karşı savaşımızda başarılı olduğumuz için İslam düşmanları bizi terörist olarak tanımladı. Kendilerine yardım ettiğimiz, koruduğumuz, malımızı paylaştığımız insanların onları ve dinimizi biraz para ve silah için sattığımız ithamlarına şaşarız. Biz buraya İslam’ın sancağını yüceltmek ve kardeşlerimizi korumaktan başka bir amaçla hicret edip kanlarımızı ve mallarımızı sunmadık.



Bu duygusal söylemler Nusret Cephesi ile savaşmak için meşru bir zemin oluşturma amaçlıdır ve herkes böyle bir şeyin Şam cihadına vereceği zararı bilmektedir. Birincisi Atmeh’deki Nusret Cephesi olarak Atmeh’de kontrol noktası veya mahkememizin olmadığını bildiririz. Bu bölge bizim kontrolümüzde değildir, Atmeh’deki diğer gruplar gibi şehirde bir karargâhımız ve kampımız vardı. Kontrol noktaları ve mahkemeler ISID kontrolünde, sinir kapısı ise İslami Cephe ve OSO kontrolü altındaydı. Sinir kapısından gecen her şey, Cemal Maruf’a yahut diğer askeri konseylere giden silahlar dâhil IŞİD’in gözlerinin önünden geçiyordu. Muhammed Amriki ve Ebubekir Cezravi’nin meydana getirdiği bazı şüpheleri izah etmek istiyoruz. Halep kırsalında iç çatışma başlayıp Atmeh’e sıçradığında diğer gruplar ISİD’le savaşmak için silahlanıyor ve hazinlik yapıyordu. Atmeh’deki IŞİD lideri Ebu Sa’d ile konuşarak şehirde muhacir aileleri, mülteciler ve yaralılar olduğu için şehirde çatışma olmaması konusunda anlaştık. Ebu Sa’d bizim kamplarımızda kalmayı ve İslami Cephe kontrol noktasının 300 metre ilerisindeki IŞİD kontrol noktasını terk etmeyi kabul etti.



Biz güçlerimizin bir kısmını bu kontrol noktasına yerleştirdik ve şehirdeki halk ve silahlı gruplarla IŞİD’le savaşılmaması üzerinde anlaşma yaptık. Birisiyle meselesi olan bağımsız bir mahkemeye giderek bunu çözecek ve şahsi hatalar sebebiyle IŞİD ile savaşılmayacaktı. Herkes bunu kabul etti ve Atmeh IŞİD için emniyetli bir sığınak haline geldi, şehirdeki asker ve yaralılarının sayısı 400’u buldu. Cemal Maruf’la alakalı olanlar ise su şekildedir: Bu hadiseler başladığında Cemal Maruf’un bir konvoyunun IŞİD’e saldırmak için Atmeh’e geldiğini haber aldık. Biz Nusret Cephesi olarak güçlerimizi seferber ettik ve İslami Cephe kontrol noktasına haber göndererek IŞİD ile hiçbir mensubuna zarar gelmeyeceğine dair anlaşmamız bulunduğunu ilettik. Böylece ben, Ahrar lideri Ebu Nur ve Ebu Leys konvoyun Atmeh’e giremeyeceği konusunda fikir birliğine vardık.



Durum böyle olunca Cemal Maruf bize bir adam göndererek IŞİD’e saldırmak için değil sinir kapısından silahları almak için geldiğini söyledi. Biz gene kendilerine ret cevabi verdik ve şehre giremeden geri gittiler. Sonra Atmeh’deki ISID lideri Ebu Sa’d ile konuştum ve Cemal Maruf’un sınırdan silahları almak istediğini söyledim. Kendilerine engel olamayacağımızı, IŞİD’in de buna engel olamadığını ve bunun bir realite olduğunu söyledi. Gene de deneyeceğimizi söyledim. Bu bize elimizden geldiği kadar silahların Cemal Maruf’a ulaşmasını engelleme emri gelmeden önce yaptıklarımızdır. Sonra ise Darul Izzeh ve Seyh Suleyman kampında muhasara edilen IŞİD’deki kardeşlerimizi korumakla meşgul olduk. Muhammed el Amriki de benimle birlikteydi ve bu esnada silahların Ahrar adına geldiğini, bunun normal karşılandığını ve IŞİD’in de bu durumu önceleri kabullendiğini öğrendik. Ahrar-ISID çatışması karsısında duruşumuz kendilerine barış yaptırmaktı. Öyleyse nasıl bizi bir komplonun parçası olmakla suçlayabilirler? Ve ISID bölgede bizden daha güçlü ve daha iyi silahlı ve sayıca fazlaydı. Cemal Maruf hadisesinden 4 gün sonra biz Darul Izze’de kuşatılan IŞİD’deki kardeşlerin daveti üzerine ordaydık. Atmeh’e gece yarısı geri geldiğimizde Cemal Maruf’un adamlarının geldiğini ve sinir kapısına lastiğini öğrendik.



Bundan sonra kuvvetlerimizi –kendilerine engel olmak için- ilk kontrol noktasına yerleştirdik ki içlerinde Muhammed Amriki ve Ebubekir Cezravi de vardı.Bu noktada iki şeyi netleştirmek durumundayız:1- Muhacirler IŞİD üyesi olmakla suçlandığından kontrol noktalarına asla muhacirleri yerleştirmeyiz. Bu sadece acil durumlarda yapılır. 2- Ebu Leys’in Cemal Maruf’la anlaşması. Atmeh’e döndüğümüzde gençlerden bunu haber aldık ve eğer böyle bir şey varsa mahkemede yargılanması gerektiğini söyledim. Ebubekir Cezravi’ye gelince, kendisini dinleyen birisi IŞİD’le savaşan herkesi mürted diye isimlendirerek çoktan hüküm vermiş olduğunu görür. Kendisi Suriye’de yenidir ve fazla bir ilmi de yoktur.



Cemal Maruf’la anlaşma yaptığımızı iddia edenlere gelince, bu yanlıştır. Bizim yaptığımız şey mümkün olduğu kadar kendilerine engel olmaktı. Kendilerini ikinci gelişlerinde gece 1’den sabah 6’ya kadar oyaladık ancak kendilerini durduracak kadar kuvvetimiz yoktu. Atmeh bölgesinde çok sayıda mülteci ve yaralı olduğundan kendileri ile bir çatışmaya girmek de istemiyorduk. Allah’ın izniyle kendilerine elimizden geldiği kadar engel olduk ve o anda askeri bir çözüme hazır değildik.



Cemal Maruf’un konvoyu ikiye ayrıldı, bir kısmı yoluna devam ederken bir kısmı kendilerine saldıracağımızdan korkarak sınırda kaldı. Ebubekir’e gelince, bir gün önce konvoyu durdurmak için emir aldığımızı söylemiştim. Diğer gün konvoyun geçmesine izin vermelerini söylediğimde “bir hisse üzerine anlaştın mı” dedi. Kendisine “Allah’tan kork” tan başka bir şey söylemedim. Zaten ayni gün özür diledi. Allah’a yemin ederim elimizden geldiği kadar kendilerine engel olduk hatta kendileri için pusu kurduk. Sinir kapısı Cemal Maruf’a sadece 1 hafta açık kalacaktı ve kendisinin hareketlerini felç ettik. Ebubekir’in kampımızda silah yüklü 2 kamyon gördüğü iddiasına gelince o is düşündüğü gibi değildir.



16 Ocak 2014 Perşembe


KAYNAK: Islah Haber
http://www.islahhaber.net/57879--30428.html



Tartusi, IŞİD Hakkında Fetva Yayınladı:



1687.jpg


İslam dünyasındaki cihad hareketlerinin çok önemli isimlerinden Ebu Basir el Tartusi, IŞİD hakkında fetva yayınladı. Tartusi, El Kaide lideri Zevahiri'ye çağrıda bulundu.



İslam dünyasının tanınmış din adamlarından ve cihad hareketlerinin ideologlarından Ebu Basir El Tartusi, Suriye'de direniş grupları arasında yaşanan çatışmalar hakkında bir bildiri yayınladı.



Tartusi, IŞİD'in "harici" bir örgüt olduğunu söyleyerek "tüm samimi direnişçileri" IŞİD'i terk etmeye çağırdı.



IŞİD'in kötü niyetli olduğunu söyleyen Tartusi, IŞİD'in Suriyeli direniş grupları ve Suriye halkıyla savaşmayı bırakmaması halinde bu örgütle savaşmanın tüm Suriyeli direnişçiler üzerine bir zorunluluk olduğunu vurguladı.



Tartusi, El Kaide lideri Zevahiri'ye de bir çağrıda bulunarak "sefih ve katil" olarak tanımladığı IŞİD'i reddetmesini istedi.



Yayınlanan Bildirinin Tam Metni:



IŞİD Örgütü ile Mücahidler Arasındaki Çatışmalar Hakkında Açıklama



Şeyh Ebu Basir El Tartusi'den Beyanat



''Bismillahirrahmanirrahim.



Tek olan Allah'a hamd ederim. Salat ve selam son peygamber Muhammed'in (sav) üzerine olsun.



Biz, Şam ehlini ve mücahidlerini, Şam topraklarında IŞİD Örgütü'nün ortaya çıkması ile beraber, onların azgın ve kanlı bir örgüt olduğunu, Mücahidler ve Şam Ehline karşı savaş açacak bir programa sahip oldukları konusunda uyarmıştık. Bu konudaki uyarımız elbette Allah'ın lütfu ile olmuştu. Bu örgütün Müslümanlar arasında fitne çıkarma konusunda yetenekli olduğunu söylemiştik. Bunlar, "İslam Devleti" ismini kullanarak "hak bir kelime ile batılı" istemektedirler.



Bizlere o zaman karşı çıkanlar oldu. Fakat, günler geçtikçe IŞİD bizim kendileri hakkındaki kanaatimizi pekiştirecek davranışlarda bulundu. Yaptıkları alçak Nusayrilerin yaptıklarına benzemektedir. Mücahidleri ve Suriye halkını tekfir etmişler; onları mürted ilan etmişler hatta kaçırıp hapsetmişlerdir. Müslüman esirleri topluca katletmişlerdir. Masum insanlara pusu kurmuş ve varolan tüm güçleriyle mücahidlerin karargahlarını hedef almışlardır. Zulümlerinden kimse kaçamamıştır. Müslümanların genel maslahatına riayet etmemişlerdir. Yaptıkları Beşar Esed'in ve yandaşlarının menfaatini sağlamıştır. Suriye halkı, bu örgütün ve Beşar Esed rejiminin vahşiliklerini ayırt edememektedir. Bütün bu cürümleri, hiçbir gerçekliği olmayan sadece hasta kafalarında kurdukları "devlet"leri içindir.



Beşar Esed rejimine karşı neredeyse hiçbir faaliyette bulunmazken, silahlarını mücahidlere ve Müslümanlara karşı çevirmişlerdir. Cihad meydanlarında göstermedikleri şiddeti, söz konusu Müslümanlar ve Mücahidler olduğunda vahşice göstermektedirler.



Bunları Rasulullah (sav) şöyle tanımlamaktadır: "Onlar putperestleri bırakır da, Müslümanları öldürmeye çalışırlar. Ben onlara yetişmiş olsa idim, Ad Kavminin tepelendiği gibi tepelerdim" (Müttefikun Aleyh)



6 ay önce Muhacir kardeşlerimi uyarmış ve bunlarla ilgili bir açıklama yapmıştım. Muhacirlerin gayesi Esed rejimine karşı "Şam ehline ve Şam mücahidlerine" yardımdır. Onlara, "namlularınızı sizi buraya getiren asıl gayenizden başka bir yere çevirmeyiniz" demiştim. O zaman bizlere karşı çıkanlar oldu. "Muhacirler hakkında nasıl suizan edersin" diyenler oldu. Aradan günler geçtikçe korktuğumuz başımıza geldi. IŞİD bazı muhacir mücahidleri kendi menfaatlerine alet etmede ve onları Şam'ın mücahidlerine ve Müslümanlarına karşı kullanmada başarılı oldu. Muhacirleri haksız bir savaşa yönlendirdi ve muhacirlerin ölümlerinden bizzat kendisi sorumlu oldu.



Zalimlerin zulmünü ve azgınlığını çoğaltan ise alimlerin sopayı "ortasından" tutmaları (tarafsız bir tutum almaları) olmuştur. Hem hak sahiplerinin hakkını müdafaa etmemişler, hem de batılın peşindekileri uyarmamışlardır. Bu sebeple bu açıklamayı yapma ihtiyacı duyduk.



Ve diyorum ki; IŞİD "gulat haricilerdendir". Hatta bunlardan da ötesidir. Bunlar; kin, isyan, düşmanlık ve haksız yere kan akıtmayı bünyelerinde birleştirmişlerdir. Rasullah (sav) şöyle buyurmuştur: "Hariciler, cehennem köpekleridir." (Sahih Sünen İbn-i Mace, 143)



Ve yine Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur:"Ahir zamanda bir kavim çıkacak, yaşları genç, akılları hafif olacak. Sözleri ise halkın en iyi sözlüsü olacak. İmanları hançerelerinden aşağı inmeyecek. Ve onlar İslamiyet'ten okun yaydan çıkması gibi çıkacaklar. Kendilerine rastladığınızda onları öldürün. Zira kıyamet gününde Allah katında onları öldüren için nice ecir vardır." (Müttefikun Aleyh)



Ve yine Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur:"Onlar ümmetimin en kötüleridir. Ve ümmetimin en hayırlıları onları öldürenlerdir." (İbni Hacer, Kitab-ul Feth, 298/12 (Hasen))



Ali İbn-i Talib şöyle buyurdu: "Rasulullah'ın (sav) şöyle dediğini işittim. “Ümmetimden bir kavim çıkacaktır ki Kur’an okurlar, sizin okumanız onların okuması yanında hiçbir şeydir. Sizin namazınız onların namazı yanında hiçbir şeydir. Sizin orucunuz onların orucu yanında hiçbir şeydir. Kur’an’ın lehlerine olduğunu sanırlar, oysa aleyhlerinedir. Namazları köprücük kemiklerini geçmez. Ok yaydan nasıl çıkarsa onlar da İslam’dan öyle çıkarlar.” (İmam Ahmed, Musahhih Şeyh Nasuriddin Albani, Kitab-ı Sünne li İbn-i Ebu Asım)



Yuseyr İbn Amr: "Ben Suheyl İbn Ahnef'e dedim ki; Rasulullah'ı (sav) Haricilerle ilgili konuşurken duydun mu? Rasulullah eliyle Irak'ı işaret ederek şöyle dedi: " Bir kavim ortaya çıkacaktır ki, bunlar Kur'ân okuyacaklardır, ama bu okudukları köprücük kemiklerinin ilerisine geçmeyecektir. onlar, okun hedefini geçişi gibi dinden çıkacaklardır." (Muttefikun Aleyh)



İbn Ömer (ra) dedi ki: "Onlar Kafirler hakkında inmiş ayetleri, Mü'minlere hamlettiler. (Buhari) Küfür ahkamını mü'minlere atfettiler ve onlara kafir muamelesi yaptılar."



Binaenaleyh, eğer IŞİD, Şam Ehline ve Mücahidlerine yaptığı bu zulmünden, isyanından ve düşmanlığından vazgeçmez; fazilet ve akıl sahibi kişilerin akle ve nakle dayanan çağrılarına kulak asmaz ise tüm Şam mücahidlerine söylüyorum ki, onlara karşı savaşmak vaciptir.



Ve bu Allah yolunda cihad olacaktır! Ve o zaman yakinen şehadet ederiz ki; tüm Suriye'deki Mücahidler bu yolda ölürse şehid olurlar. Ve IŞİD'in savaşçıları günahkar olarak ölürler. Ve cehennemi boylarlar! Ve hatta cehennemin köpeklerindendirler! Onlar, Suriye halkına ve mücahidlerine karşı verdikleri bu savaşta Beşşar Esed'in safındadırlar!



Habib-i Mustafa'nın (sav) onlar hakkında söylediği gibi:"Onları öldüren ve onlar tarafından öldürülenler ne mübarektir."



Biz hala bu örgütte olup ta "muhlis olan" kişilere bu "dalalet fırkası"yla irtibatlarını koparmaya, onlardan ve onların yaptıklarından beri olduklarını ilan etmeye ve Suriye'de cihad eden Şam birliklerine (yerli direniş örgütleri) katılmaya çağırıyoruz.



Bu örgütün içinde kalmak, onlarla birlikte savaşmak caiz değildir!



Muhacirlere gelince, onlar bizden, biz onlardanız!



Bizim olan onlarındır! Görevimiz, görevinizdir!



Fakat muhacirlerden IŞİD isimli dalalet örgütünde kalmakta ve Suriye halkına ve mücahidlerine karşı savaşmakta ısrar edenler hakkındaki hüküm: IŞİD'in diğer savaşçılarına verilen hükümle aynı olacaktır! Sakın bu konuda kendinizden başkasını suçlamayınız.



Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur: "Kim bir kavmin dalaletini varlığıyla desteklerse o da onlardandır." Şeytanın vesvesesine uyarak zannetmesin ki, IŞİD'le birlikte savaştığında Allah yolunda savaşıyor olsun. Bir savaşın Allah yolunda olması için tamamen ihlas ve Sünnet-i Seniyyeye üzere olması gerekir. Şayet bir mücadele bid'at ve nefsin arzuları üzere kurulur ise Haricilerin savaşı gibi olur. Bu kimseler, her ne kadar Allah yolunda savaşıyoruz derlerse de gittikleri yer cehennem olur!"



Son olarak; Ehl-i Şam'ın ulemasının ve mücahidlerinin Şeyh Eymen el-Zevahiri'den bir ricası ve talepleri vardır: Bu sefil ve aşırılık yanlısı kişiler hakkındaki hükmünü ve kanaatini açıkça bildirmesidir. Çünkü, bu kişiler bir dönem O'nun ve cemaatinin ismini kullanarak savaşmışlardır. Ayrıca, Şeyh Zevahiri'den Suriye halkına zarar verecek hiçbir grupla irtibat kurmamalarını "Şam mücahidlerine" salık vermesini rica ediyoruz. Suriye Halkı, Suriye tağutunu, Baas Partisini ve askerini ve onlara yardım eden Rafizileri dize getirmeden başka güçlerle hesaplaşabilecek güçte değildir. Eğer Şeyh Zevahiri, bu yönde bir beyanda bulunursa, Şam Ehli (Suriye Halkı), alimleri ve mücahidleri kendisine müteşekkir olacaktır. Biz Şeyhimizin hikmetinde hayırdan başkasını ummayız. Allah'tan dileğim odur ki, bize ve Şeyh Zevahiri'ye hakkı Hak, batılı batıl görmeyi nasip eylesin. Alemlerin Rabbi'ne hamd olsun.''



Abdulmunim Mustafa Halim (Ebu Basir el Tartusi)



15 Ocak 2014 / 1435 h.




Tartusi Suriye'ye Dönmüştü



Tartusi Esed rejimine karşı muhalefeti sebebiyle 33 yıl boyunca Suriye'ye dönememişti.



Suriye'de başlayan ayaklanma sonrası Tartusi Suriye'ye giderek direnişe destek vermişti.








KAYNAK: Suriye Haber Ajansı

http://www.suriyehaberajansi.com/tartusi,-isid-hakkinda-fetva-yayinladi-779h.htm


Seyh Muhaysini'nin ISID Aciklamasi:


muhaysini_eski_kabe_imami_falan_degilmis_h7961.jpg

Kabe imamlarından Şeyh Muheysini Suriye konusunda açıklamalarda bulundu.



Suriye'de son bir aydır devam eden direniş grupları arasındaki çatışma konusunda her gün her taraflar lehine ve aleyhine bir çok haber yayınlanırken büyük bir haber kirliliği olduğu gözleniyor. Ancak Suriye muhalefetinin içinden bir çok kişi olaylarda laik ve Batı yanlısı kesimlerin planlarının etkisi olsa da IŞİD'in büyük hatalarının çatışmaların ana kaynağı olduğu konusunda hemfikir.



Muheysini'nin Değerlendirmelerinin Türkçe Metni:



Eğer biz gerçekten kız kardeşlerimize yardım etmeyi, ırzlarını korumayı istiyorsak, kargaşanın durması ve cihadın devam etmesi için aramızda yüce Allah’ın hükmüne hakem olarak razı oluruz. O zaman kan dökülmez, o gün ırzlara dokunulmaz.



Allah biliyor ki ben bu şahitliği Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın huzurunda da yapacağım. Allah aşkına kardeşlerim, biz bunun için mi çıktık evlerimizden? Bu mu Allah’ın haklarında ferman buyurduğu mustazaflara yardım etmek?



Kıyamet günü onlara gelip çattığında LA İLAHE İLLALLAH’ı ne yapacaklar?



Bismillahirrahmanirrahim



Allah’ım, tebliğ ettim mi?



Her halimize hamdolsun. Bize savaşı yazan Sübhân’a hamd ederiz. Salat ve selam savaşçılara ışıldayan bir yüzle bakan Peygamberimize, onun âline, arslanlar gibi savaşan arkadaşlarına ve Kıyamet (dönüş) gününe kadar onların metodu üzere olanlara olsun.



Şimdi…



Cihad ve nöbet sahası olan Şam toprağına ayağımı bastığım günden bu yana çeşitli olaylar hakkında birçok beyanatta bulundum. Birçok müzakereye katıldım ve gücüm yettiğince girişimlerde bulunmaya çalıştım. Allah da bizi, kanın durması ve zulümlerin kalkması için bazılarında muvaffak kıldı…



Son girişimlerimizde de öyle. Bu sayede Allah katında bir mazerete sahip olmamız bize yeter…



Olayların çoğunda söylediğim şekilde bir tutumum oldu. Doğru ve isabetli olanlar Allah’tandır, hatalı olanlar ise nefsimden ve şeytandandır…



Her zaman dedim ve yine diyorum ki: Şahsi kazanç elde etmek için –ki biz bu hakkımızı Allah için feda ettik ve kabul etmesini dileriz- herhangi bir tarafı kayıran bir tutum izlemediğimi Allah biliyor. Nefsim kudret elinde olana yemin olsun ki; şöhreti ve birinin kayırmasını isteseydim buna seferber olmadan erişirdim. Şayet âleme yağcılık etmek isteseydim, evimde, ebeveynim, eşim ve çocuğumun yanında kalırdım. Ki ben Allah’ın ihsanı ve keremiyle halkımın içinde servet sahibi biriydim. Dünya da bana kapılarını açmıştı…



Allah’tan onun şerrinden bizi korumasını dileriz.



Ey, yeryüzünün doğusunda ve batısında olan kardeşlerim! Bilhassa da mücahid kardeşlerim:



Şimdi benim bu beyânım, Allah’ın huzurunda kendisiyle duracağım büyük bir tavır belirlemedir. Şüphesiz ki bu Allah için, sonra da tarih için kaleme aldığım büyük bir şehadettir (tanıklıktır). Allah beni bundan sorguya çekecek: “Onların şahitlikleri yazılacak ve sorguya çekileceklerdir.” Ben bunun ecrini de sadece Allah’tan bekliyorum ve de bunu nefsime en zor gelen durumlardan biri olarak görüyorum.



Merâmıma geçmeden önce, bunu dinleyen herkese sesleniyorum: Kendisinden başka ilâh olmayan Allah hakkı için, sizden benim bu sözlerimi Allah’ın gözetimi ve Rasûlünün (sav) emrine uyma hali hariç her şeyden soyutlanmış olarak dinlemenizi istiyorum. Ondan sonra konuşaların sözüne karşı bir tavır belirle ve delilini iste. Çünkü bugün belirlenecek tavırlar çok mühim. Bu sözler, kendisinde tertemiz kanların aktığı cihad meydanı hakkındaki sözlerdir.



Bu söz –mücahid kardeşim- kendisiyle dünyamızı üç talakla boşadığımız Allah’a verdiğimiz biat hakkındadır. Bizler bugün tehlikeli bir yol ayrımındayız. Allah aşkına, sadece Allah’a yönelin. Nefsim kudret elinde olana yemin olsun ki, bugün ancak Allah’ın kitabına, Rasûlünün sünnetine azı dişleriyle sımsıkı tutunandan başka kimse kurtulamayacak.



Ey Mücahid Kardeşlerim!



Şam’da cihad meydanı açılıp, mücahidler tevhid bayrağını yükseltmek ve Allah’ın hükümranlığını O’nun arzında yaymak için ruhlarını Allah’a satmaya başladıklarında; Allah bana lütfetti ve Şam topraklarına ulaştım. O zaman kendime bir söz vererek cihad gruplarının herhangi biri hakkında zihnimde önceden oluşmuş her hayali bırakmaya ve iptal etmeye karar verdim. Çünkü ben kulaklarımın duyduğuna göre değil, gözlerimin gördüğüne göre kendim hüküm vermek ve tevhid bayrağını yükseltmek niyetiyle Allah yolunda cihad eden her mücahidle beraber olarak, ona yardım etmek ve şerefini müdafaa etmek istedim. Sonra İŞİD’deki kardeşlerimi ziyaret ettim ve uzun geceler onların karargâhında kaldım. Yine Cebhet’ul İslamiyye’deki, Ahrar’daki kardeşlerimi de. Bu ihtilaf belirtilerini açık olarak ve anlaşmazlık tohumlarını mevcut olarak gördüğümde, bunu Allah’ın kitabına arz ettim ve onu apaçık, muhkem bir nas olarak buldum: “Ayrılığa düştüğünüz her konuda hüküm Allah’a aittir.” İşte o zaman “İslâmi Mahkeme Girişimi” ne niyetlendim ve işin başında İŞİD’in liderleri bana ilk onaylarını bildirdiklerinde bunu hayra yordum ve diğerleriyle müzakereleri tamamladım.



Mevcut grupların fikir ve metot açısından farklılaşmalarına bakınca, kendilerine has metotlarıyla tanınan ketibelerdeki kadıların, karar ertelemekten, aidiyetten vs. uzak bir şekilde safi kalmalarını önerdim. Bizim metotlarına şaibeler karışmış kadıların tahakkümüne çağırmamız nasıl mümkün olabilir? “Girişim”de merhale kat ettikten ve herkesin onayını aldıktan sonra İŞİD’in “mahkeme girişimi” ni reddi hususundaki son tavrı ile şok oldum ve açıklama yapılmasını istedim. Bana dediler ki: “Bazı gruplar hakkındaki mülahazalardan dolayı” “O zaman kadılar metotları bilinen, cihad meydanlarında tecrübesi olan birliklerden olsun, mesela Sukûru’l İzz, Ketibetu’l Hadra, Şam’ul İslam ve diğerleri gibi mi?” dedim. Buna da özür beyan ettiler. “Peki, adil, bağımsız bir kadı olsun” dedim ve metot sahiplerinin hakkaniyetine ve imametine şehadet ettikleri bazı isimler önerdim, Allame şeyhimiz Alvân, Mücahid şeyh İbrahim er-Rubeyş ve diğerleri gibi. Reddettiler. Kadı’nın Horasan’dan bağımsız olarak gelen fakih kardeşler gibi Şam sahasındaki ilim talebelerinden olmasını teklif ettim, bunu da reddettiler. Ben de İŞİD’deki kardeşlere dedim ki: “Öyleyse bana Allah’ın kanunu ile hükmetmemiz için herhangi bir girişim önerin ki aramızdaki meselede Allah’ın emrine uyalım ve onu hem kendi nefislerimize, hem de kardeşlerimize hakem yapalım” Bizim mücahidler için kendi aralarında hüküm verecek, hasmın hakem olmayacağı bir mahkemeye ihtiyacımız var. İŞİD’deki kardeşlerime dedim ki: “Diğer mücahid gruplardaki kardeşleriniz diyorlar ki: “Nasıl bizim onlarla olan anlaşmazlığımız konusunda İŞİD’in mahkemelerine başvurmamızı istiyorsun, muhalif biri nasıl hakem olur?! Sonra hem onlar bizim onların mahkemelerine, kendilerinin de bizim mahkemelerimize başvurmasından razı olacaklar mı?!” Allahu Teala: Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Resûlüne davet edildiklerinde, müminlerin sözü ancak “İşittik ve itaat ettik” demeleridir. İşte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir, buyurmadı mı? Kardeşlerimize ne oluyor da “işittik ve itaat ettik” demiyorlar” Buna rağmen İŞİD’deki kardeşlerim girişimi reddettiler. Yalnız Allah’tır yardım istenecek olan.



O vakit, girişim dosyası rafa kalktı ve ben de olan bitenle ilgili ayrıntıları anlatmamaya karar verdim. Umulur ki Allah bana başka bir çözüm yolu gösterir de bu sayede, tüm cihad sahasının, tatbiki uğrunda seferber olduğumuz Allah’ın şeriatı ile hükme bağlanmasını sağlayabiliriz.



Allah biliyor ya İŞİD konusundaki suskunluğum sebebiyle ihanetle suçlandım ve itham edildim, ama bütün bunlara, çaba harcadığım faydaya ulaşma arzusuyla katlandım. Umulur ki Allah, İŞİD’deki kardeşlerimizi şer’i mahkemeyi kabul hususunda doğru yola eriştirir.



Cihad sahasında olaylar halen tekerrür ediyor ve ben de her defasında İŞİD’deki kardeşlerimin şer’i mahkemeye razı olmaları için çaba göstermeyi sürdürüyorum. Onlar da özürlerle, söylentilerle bahaneler ileri sürüyorlardı ki, sonunda Muhammed Faris kardeşin öldürülme hadisesi ve Meskene olayları baş gösterdi. Allah’ın hükmü ile çekişmenin sona ermesi için müdahale etmeyi denedim. Ahrar’dan kardeşler de “müreccih olmamı” / tercihte bulunmamı önerdiler, oysa İŞİD’deki kardeşler bunu reddetti. Sonra İŞİD’den bir kardeş öldürüldüğünde –Allah’tan onun şehadetini kabul etmesini dileriz- İŞİD benim müreccih –hakem- olmamı kabul etti. Ben de kendi kendime dedim ki: “Onlar haksızken benim hakem olmama razı değilken, haklı iken benim hakem olmama nasıl rıza gösterecekler?!” Bunu içimde gizledim ve kimseye söylemedim. Sonra da: “Umulur ki Allah çıkış yolunda olduğumuz bu anda bize bir kolaylık gösterir” dedim.



Şam’da olaylar halen üst üste geliyor, şahıslar dolduruşa getiriliyor, birlikler öfkeleniyor ve şöyle diyorlarken: “Fertleri bize karşı hata işlerken İŞİD, neden Allah’ın hükmüne razı olmuyor?!”



İşte o gün geldi. Olayların başladığı Perşembe günü. Atarib’deki olaylar sırasında ilk kurşun atıldığında orada olmam Allah’ın bir takdiri gerçekten. Oraya girdiğimde Atarib ahalisi oldukça öfkeliydi. Bizim İŞİD’den olduğumuzu zannederek bizim olduğumuz tarafa ateş açtılar. Girdim ve sordum: “Mesele nedir? Allah’ın benim elimle kanı durdurmasını dilerim” Bana dediler ki:



“İŞİD, Atarib’e girdi ve bizden birini tutuklamak istedi, biz de ‘Onu sadece şer’i mahkeme yoluyla alabilirsiniz, mümkün değil’ dedik ve İŞİD’den gelen adam geri döndü. Ertesi gün olduğunda istedikleri kardeş kaçırıldı ve sonra da onun cesedini bulduk. Atarib ahalisi: ‘Onu Hattab Lîbî öldürdü’ diyorlar.” Onlara: “Biraz bekleyemez misiniz, belki ben İŞİD’le müzakere edebilirim?” dedim. Onlar da dediler ki: “İŞİD’le nasıl müzakere edeceksin ki, onlar her defasında senin girişimlerini de, şer’i mahkemeleri de reddetmiyorlar mı?!”



O anda, şaşkın, üzgün bir vaziyette derdimi ve kederimi Allah’a şikâyet ederek çıktım. Sonrasında Atarib’de ağır çatışmalar çıktı ve İŞİD geri çekildi. Atarib civarında (Fevc bölgesi 46) bazı tugaylar var, Şüheda’ul Atarib, Cebhet’un Nusra ve Suriye Süvvar Cephesi onlardan bazıları. İŞİD, Fevc’e hücum etti ve Nusra’dan 10, diğerlerinden de birkaç kişiyi öldürdü. Onun akabinde savaş alanı İŞİD’in aleyhine olarak, Cebel ez-Zaviye, Rikka ve Hama’ya kadar genişledi. Her birliğin Fevc 46 bölgesinde hakkı var ve İŞİD’in Fevc 46’da öldürdüklerine öfkelerinden ötürü İŞİD ile başka bölgelerde de çatıştılar. Bu noktada İŞİD’e Atarib içib destek geldi. Yolda Nureddin Zengi Tugayına rastladılar. Zengi’nin askerleri destek kuvvetinin geçişini redderek: “Size de, Özgür Suriye ordusuna da geçiş için izin vermeyecek, biz fitneye köprü olmayacağız” dediler. İŞİD de güç kullanarak girmek isteyince, Zengi bunu reddetti. Zengi’nin İŞİD ile daha önceden iyi ilişkileri olmasına rağmen ve Zengi Tugayının Suriye yönetimiyle cihadda güzel bir bela olduğunun da bilinmesine rağmen çatışma tamamlandığında Batı Haleb bölgesi tüm alev almıştı.



Daha sonra da, her tugay daha önceden İŞİD tarafından bir zulme uğradığından, her biri, uğradığı zulmün öcünü almak istedi. Geçmişte İŞİD tarafından zulme uğrayan her tugay zulmünün karşılığını almaya başladı. Şam tutuştu, sonra hırsızlar, hainler ortaya çıktı ve Suriye yönetimi orayı, burayı ateşe vermeye başladı ve iş iyice karıştı. Durum bazılarının zannettiği gibi İslam’a karşı ya da İslam Devleti’nin kurulmasına karşı bir savaş değil. Eğer öyle olmuş olsaydı, Dünyadaki tüm sistemlerin kendisine düşman olduğu Kaide örgütü olan Cebhetu’n Nusra’ya karşı niçin bu olaylar olmamıştı, bu cepheler açılmamıştı. Bu örgüt ki onu Şeyh Üsame kurdu –Allah şehadetini kabul etsin- sonra da ümmetin bilgini Şeyh Zevahiri –Allah onu korusun- onu takip etti. İnsanların düşmanlığı senin metodunun doğruluğuna delil değildir. Eğer böyle olsaydı, Mısır’da İhvan insanların hakka en yakın olanı olurdu ki insanlar onlara her yönden düşmanlıklarını göstermişlerdi. Yine Kaddafi de zâlim değil, mazlum olurdu. Onunla savaşmak için Libya halkının hepsi toplanmıştı, onun arkasında ise bir grup insan vardı.



İnsanların yanıltıldığı bir başka husus da, düşmanların çokluğunun metodun doğruluğuna delil olduğu iddiası. Aksine bu insanlara yapılan zulmün ve uygulanan şiddetin çokluğuna da delil olabilir. Nefsim kudret elinde olana yemin olsun ki; ben onu gördüm ve Allah’ın huzurunda ondan sorguya çekileceğim. Olaylardan önce Atarib camiinde hutbe verdiğim o günü unutmayacağım. İnsanlar bana İŞİD tarafından uğradıkları büyük zulümlerden şikâyet ederek etrafımda toplanmıştı, hâlbuki onlara fayda sağlayacak ne bir gücüm, ne de bir kuvvetim vardı. Allah’a andolsun ki, Şam’da İŞİD tarafından işlenen, bebeklerin saçlarını ağartacak zulümler gördüm ve bunlar da işte bugün ulaştığımız durumun sebebi. Yalnızca Allah’tır yardım istenecek olan.



Hapishanelerde tutuklular arasında suçsuz, itham da edilmemiş ne kimseler gördük. Yine şüpheyle öldürülen kimseler gördük ve tutukluların tasfiye edilmesini. Belki de sonuncusu bu olaylar sırasındaydı, İŞİD’in esir aldığı kardeşlerimin serbest bırakılması ve değiş tokuş yapılması için görüşmeler yapıyordum. İŞİD’in kadısının sözleriyle şaşırdım: “Biz içtihad ettik ve onları ortadan kaldırdık (tasfiye ettik)” Bu sözle afalladım ve dedim ki: “Onları mürted olarak mı görüyorsunuz?” “Hayır, ama böyle içtihad ettik” dedi. “Peki, değiş tokuş yapacağımız esir kardeşlerimiz, onlar ne haldeler?” dedim. “Bu bizim içtihadımız” dedi!



Uveycil kentinin havan toplarıyla vurulması, kadınların, çocukların öldürülmesi bizden çok uzakta değil. Buna ben şahsen vâkıf olmuştum ve o zaman İŞİD’in liderlerine dedim ki: “İnsanları bombalarla nasıl öldürüyorsunuz Allah şöyle buyururken: ‘Kim bir mümini kasten öldürürse cezası, içinde ebediyen kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu lânetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.’ ?!” Dedi ki: “Bir bomba yirmi kişiyi öldürürken, Allah onunla yüz kişiyi koruyor!!”



HasbunAllahu ve ni’mel vekîl (Allah bize yeter, O ne güzel vekildir)



Özgür Suriye Ordusu’ndaki bazı grupların ve diğerlerinin yaptığı zulümlerin varlığını, hem de dehşet boyutta olanlarını inkâr ediyor değiliz. Ama biz şu anda Allah’ın kanunu ile hükmetme ve Rasûlünün yol göstericiliği ile hidayete erme konusunda kendisinin model olmasının beklendiği İslami bir yapılanmadan bahsediyoruz.



Sonra durum iyice kızıştıktan ve insanlara karışık gelmeye başladıktan sonra, birisi diyor ki: “Bunlar sahve güçleri” Başkası: “Bunlar hâriciler”… Ben de: “Bu anlaşmazlık ancak Allah’ın kanunları ile çözülür, sonra da Allah’ın kanunları, kimin saldırgan olduğunu, kimin sahve ya da başka bir şey olduğunu belirleyecektir” dedim. Yine, “Bu çekişmenin gölgesinde Allah’ın kanunları ile hükmetmeye çağıran bir girişimde bulunmak sahve güçlerinin ve diğerlerinin yolunu kesecektir. Çünkü onlar eğer İslamla savaş için salınmışlarsa Allah’ın kanunun hakemliğini kabul etmeyeceklerdir. Zira Allah’ın kanunlarının hakemliğini kabullenmeleri İslami yapılanmaya karşı yaptıkları savaşta onların yolunu kesecektir” dedim ve akabinde “Ümmeti Girişimi” ni başlattık. Girişimde de, kadıların bilhassa da Allah-u Teâla’nın kanunlarıyla hükmetme, tağutu inkâr etme ve İslami yapıyla muhalif olan her şeyi terk etme konularında metotlarıyla bilinen kişiler olmasını şart koştuk. Kadıların metotlarındaki kusurların ortaya koydukları hükmün geri çekilmesine sebebiyet vereceği gizlenemez. Girişimin kabul görmesi için bir müddet belirledik. Ümmet ve âlimleri onu destekleyecektir. Onların başında da Allah hakkı için büyük belâlara duçar olan büyük âlimler var. Bazıları da halen hapisteler. Destekleyenler arasında şu isimler var: Filistinli Mücahid Şeyh Ebu Katade, Ebu Muhammed el-Makdisi, Dr.İyad Kunaybi, Dr. Yusuf Ahmed, Dr.Ekrem Hicazi ve Şeyh Hüseyin Mahmud ve diğerleri. Daha sonra da iyisiyle kötüsüyle farklı gruplar; Şam’da anlaşmazlığın sona ermesi ve kendilerine yardım etmeyi istediğimiz mustazaflara karşı haddi aşmış ve zulmetmiş Nusayri rejimine karşı savaşımıza geri dönmek için, aralarında Allah’ın hükmünü hakem kabul ettiklerini ilan ettiler. Böylece tüm birlikler Allah’ın şeriatı ile muhakeme olmak üzerinde anlaştılar. Allah onlara hidayet etsin, İŞİD’deki kardeşlerimize gelince; onlar, ancak muhaliflerine dayattıkları şartlarla Allah’ın şeriatını hakem kabul edeceklerini içeren bir bildiri yayınladılar. Ben bu şartlar üzerine diyorum ki: Bu şartlar, ne Allah’ın kitabında ne de O’nun Resulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in sünnetinde vardır. Ben bunu, tağutu inkâr etmenin ve Allah’a iman etmenin, Allah’ın şeriatı ile çatışan bütün projeleri terk etmenin gerekliliğine dair sözlerimiz ve çağrımızla birlikle söylüyorum. Ancak bize muhalif olan herkesin, daha sonra kendisiyle Allah’ın şeriatını hakem kılmaya razı olalım diye bu meseleleri şart koşmayı ilan etmesi, Allah’ın dininden olan bir şey değildir. Aksine ilim ehlinden bir başkası kâfirin Müslümanla arasında hükmetmesi için kadıya başvurduğunda hükmün vacip olduğuna dair bir icmâ nakletmiştir. Allah: “Onların aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet” buyurmamış mıdır? Yine: “Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz –Allah’a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız- onu Allah’a ve Resûl’e götürün; bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.” Ve “Hüküm ancak Allah’ındır” buyurmamış mıdır?



Sonra, eğer Allah bize yeryüzünde iktidar verirse, hırsızlara, isyancılara hatta Yahudi ve Hıristiyanlara, hakeme başvurmadan önce onlarla mahkemeleşmeyi kabul etmemiz için îtikadî meselelerdeki tutumlarını açıklamaları şart koşulabilir mi?



Hükmedecek kadılar hakkında zikredilen şartlardan ise, evet itikatlarının salim olması hükümlerini etkileyecektir. Bunu, alandaki grupların, laik ve demokratik projeler ve Allah’ın indirdikleri dışında hükmeden devletlere ve Batı’nın emrine boğun eğenlere karşı tutumlarını açıklamalarını destekleyerek ve onaylayarak söylüyoruz. Bizim itirazımız bu iki şartın bahanesi altında Allah’ın şeriatı ile muhakeme olmayı reddetmeyedir, şikâyetimiz de yalnız Allah’adır.



İŞİD’in bildirisinde, savaşın fitne savaşı olduğuna dair itirazına gelince, ben bunu İŞİD’deki ikinci adama sordum; “Bugün savaştığınız kimseler Zinki ve onunla beraber olan mürtetler gibi mi?” Bana “Vallahi bizim için onların dinden dönmeleri sabit olmamıştır, eğer sabit olsaydı açıklardık” dedi. Bundan sonra da Adnanî’yi onların sahveler olduğuna dair ve bunun gibi şeyler hakkında konuşurken duyunca şok oldum.



İŞİD’deki kardeşlerimizin, sahadaki her bir cemaate karşı tutumlarını samimi bir şekilde belirtmeleri, meseleyi kardeşlerimiz İŞİD’in askerleri arasında değişken bir vaziyette bırakmamaları gerekmez mi? Ben İŞİD’deki kardeşlerim arasında, gruplara karşı dinden dönme ve başka konular hakkında hüküm vermede büyük bir ihtilaf gördüm.



Sahada savaşan grupların fikri yaklaşımlarının birbirinden ayrı olması ve projelerinin farklılığı bir sır değil. Onlardan kimi ulusal koalisyona bir örtü ve temsilci olarak razı oldu, kimi de ondan söz ve fiil olarak beri olduğunu ilan etti.



Bundan sonra da mücadele-savaş alanı genişledi ve tecavüze uğrayan kardeşler olduğuna dair haberler ortaya çıkmaya, yalanlar yayılmaya başladı. Allah biliyor ki ben birden fazla konumda gittim ve bu mevzunun sadece bir söylenti olduğunu, aslının da, orada bir etkisinin de olmadığını gördüm. Belki bazı şeyler ve olaylar vukuu bulabiliyor lakin bu konudaki konuşma şekliyle Müslümanların kendi aralarındaki savaşa katılmaları için gençlerden ordu toplanması amaçlanıyor.



Böylece de savaştan kaçınmayı ve geri durmayı isteyen herkese; kardeşlerini nasıl yalnız bırakır, kız kardeşlerini tecavüze uğrar bir halde nasıl terk edersin? Deniliyor. Ey eksikliklerden münezzeh olan Rabbim, eğer biz gerçekten kız kardeşlerimize yardım etmeyi, ırzlarını korumayı istiyorsak, kargaşanın durması ve cihadın devam etmesi için aramızda yüce Allah’ın hükmüne hakem olarak razı oluruz. O zaman kan dökülmez, o gün ırzlara dokunulmaz. Halka açık alanlar bombalarla vurulurken, insanları fitneden uzaklaşmaya çağırdığımızda, nefsim elinde olana yemin ederim ki, ben bizzat o alanların birçoğuna vakıf oldum. Derkuş’ta bomba halka açık bir alanda patladı ve ben İŞİD’in valisine “kimi hedeflediniz” diye sordum. “Muhaliflerimizden otuz kişi öldü” dedi. Tehlikeye rağmen gittim ve kendim vakıf oldum ve gördüm ki kendini patlatan kişi ve halktan bir adam dışında kimse ölmemiş, dört çocuk yaralanmış. Yine Kefernaha’da bir çocuk ve kendini patlatanın öldüğünü gördüm. Ve yine Kefricum’da sadece kendini patlatan öldü. Bütün bunlara ben bizzat vakıf oldum. Allah biliyor ki ben bu şahitliği Âlemlerin Rabbi Allah’ın huzurunda da yapacağım. Allah aşkına kardeşlerim, biz bunun için mi çıktık evlerimizden? Bu mu Allah’ın haklarında şöyle dediği mustazaflara yardım etmek? “Size ne oluyor da: Rabbimiz, halkı zalim olan şu şehirden bizi kurtar, katından bize bir sahip gönder, bir yardımcı yolla, diyen; zavallı çocuklar, erkekler ve kadınlar uğrunda ve Allah yolunda savaşmıyorsunuz?”



Ey eksikliklerden münezzeh Rabbim! Gençlerimizin canları bu kadar mı ucuz ki çocukları ve adamları -Allah kanlarının dökülmesini esirgesin- öldürmek için bombalara itiliyor?



Yine hangi hakla bomba yüklü araçlar, Ahrar, Tevhid ve başka gruplardan kardeşlerinizin karargâhlarında patlatılıyor da önde gelenlerce haklarında irtidat yada kan bedeli hükmü sabit olmamışken, cihat eden kardeşlerinizi öldürüyor? Sonra yine farz edelim ki sizin gruplarınız ve onların grupları arasında haksızlıklar var, peki ya kısas bu şekilde mi olur?



Allah şöyle buyurmamış mıdır? “Kim, zulmedilerek öldürülürse; gerçekten Biz, onun velisine bir yetki kılmışızdır. Artık o da öldürmekte aşırı gitmesin. Muhakkak ki o, yardım görenlerden olmuştur.”



Ey Allah’ım! Tuzak kuranlar, patlatanlar, gönderenler ve destekleyenler ne yapacak… Kıyamet günü onlara gelip çattığında Allah’tan başka ilah yoktur ile ne yapacaklar?



Bu küçük çocuğa, şu kocamış ihtiyara ne diyecekler? Suçsuz yere bu bombanın vurduğu tertemiz masum canlara ne diyecekler? Allah’ım, ben sana bu bombalamalardan da, şu patlayıcılardan da beri olduğumu ilan ederim!



Mücahit kardeşim, Allah aşkına sözlerimi tüm insaf ve adaletinle oku.



Biliyorum ki ben bu beyandan sonra ihanetle veya dinimle ve ya birçok şeyle itham edileceğim!



Benim bu sözlerimden etkilenmeni istemeyen birisi sana gelip bana ait eski tweetleri ortaya çıkarabilir. Onları benim yazmadığımı, orada yazanları kabul etmediğimi ve onlardan beri olduğumu söyledim. Bütün bunlar, aynı bütün ulemaları hatta Allah’ın dini uğrunda belalara duçar olmuş cihat ulemasını dahi düşürmeye çalıştıkları gibi, beni düşürmeye çalışmak için. Allah esaretten kurtarsın, esir şeyhimiz Süleyman Alvan, mücahitlerin şeyhi Makdisi, Filistinli Ebu Katade, Doktor İyad Kunaybi, Muhaddis Abdulaziz Tarifi, Şeyh Yusuf Ahmet gibi âlimleri düşürmeye çalıştılar. Hatta bazıları, ömrünü cihatla tüketmiş ve Allah’ın cihat ruhunu, elleriyle diriltmeyi yazdığı ümmetin bilgelerini de ayıplamaya ve kınamaya başladı!



Allah için sana soruyorum… Neden âlimlerden veya arabuluculardan her ne zaman biri İŞİD’in davranışlarına ve zulümlerine muhalif olsa, biri bu âlimi düşürmek için harekete geçiyor ve söyledikleriyle insanları hak yolundan alıkoymakla itham ediliyor? Bu âlim için “Uzakta olduğundan gerçeği bilmiyor” Diğeri için, “Esir olduğundan hakikat ona olduğu gibi aktarılmadı!” Üçüncüsü için “Önyargılı”, dördüncüsü içinse “Yeni olduğundan sahayı bilmiyor!” deniliyor. Sonuçta da bu tür eleştirilerden İŞİD’e tabi olanlar dışında kimse kurtulamıyor!



Allah’a yemin olsun ki yeryüzünde İslami projeyi eleştiren ve Şam’da devlet projesini eleştirmek üzerinde ittifak ettikleri gibi bir ayrılığa düşen hiçbir cihat alimi görmedim. Benim cihat öncesindeki tutumum ise şöyle idi: gösterişten ve pohpohlamaktan uzak bir şekilde ileri gelenlere gittim. Bunu hiç yazmamıştım, bundan hiç söz etmemiştim. Ancak hatırlatmam gerekti. Bununla birlikte işler böyle gidince ithamlar yapılmaya başladı… Karşı koyanlarca eleştirildim, gözden düşürülmek istediler. Vallahi hiç önemi yok! Ben Allah’ın dinini zafere ulaştırmak, Allah için benimsediğim hakkı haykırmak ve Allah düşmanları karşısında ve Allah şeriatının ikamesi uğrunda Allah’ın izniyle şehadete nail olmak için, Allah’ın izniyle arkama bile bakmamak üzere geldim.



Bu şahitliğin zahirini değiştirmeye ya da örtmeye çalışan olabilir. Ama vallahi ben Allah’ın önünde bunu sana delil getireceğim. Allah için bunu tarafsız olarak oku ve sonra karar ver. Vallahi ben bu tutumundan dolayı neye nail olacağımı da çok iyi biliyorum, fakat ben bu beyanı Kıyamet Günü boynuma asılmasın diye yazdım.



Sevgili kardeşim, Allah biliyor ki ben İslami hilafet kurulması projesine bir düşman değilim. Bilakis onun pahasına canlarımızı ve kanlarımızı feda ediyoruz. Fakat nebevi yolda insanları nefret ettirmek, zulmetmek, cihad saflarını bölmek, Allah’ın hakkında hiçbir delil indirmediği, sahibi için hüccet olmayacak, sudan bahaneler altında Allah’ın hükmünü hakem kılacak girişimleri reddetmek yoktur.



Kardeşim… Allah biliyor ki ben Irak’taki İslam Devleti’nin en sıkı destekçilerindenim ve onun hakkında yayılan her şeyi tekzip ediyordum. Ve hala da Irak’ta onun hakkında hüküm vermiyorum, çünkü bu şahit olmadığım bir şeydir. Bilakis yakın ve uzak olanlar onun Irak’ta Allah’ın düşmanlarını hezimete uğrattığına, Amerikan ve Rafızilerin burunlarını sürttüğüne, oradaki Müslümanları esaretten kurtardığına şahit olmuşlardır.



Şam’da ise, nefsim elinde olan Allah’a yemin olsun ki, Allah’ın önünde duracağım gün temize çıkmak için, insanların önünde gördüğüm gibi şahitlikte bulundum.



Hayır, nefsim elinde olana yemin olsun ki -bu bildiren sonra iddia edecekleri gibi- ben “Sahve” de değilim, “Sururi” de değilim, “Mürciî” de değilim. Fakat ben Allah’ın izni ile hakkı söyleyen ve haykıran biriyim.



Ben bunu bana kardeşlerimden bana uyanlara söylüyorum ve Allah yolunda hiçbir kınayıcının kınamasından korkmayacağım. “Şehitlerin efendisi, zalim yöneticiye karşı çıkıp ona iyiliği emredip kötülükten neyhettiği için katledilen kimsedir.”



Mücahit kardeşim… Bu beyanda zikrettiğim İŞİD’in Allah’ın hükmü ile muhakeme girişimlerini red etmesi ve gördüğüm haksızlıklardan sonra Allah’a yemin ediyorum ki Şeyh Ebu Bekir el-Bağdadi Şam’da yüce Allah’ın şu emrine uyarak halka açık bir İslami mahkemeye razı olacaktır. “Aralarında hükmetmesi için Allah’a ve Rasulüne çağrıldıkları zaman; müminlerin sözü, sadece: İşittik ve itaat ettik, demekten ibarettir.” Bizler de işittik ve itaat ettik diyelim, geçen çatışmaları ortaya koyması, iyi ve kötülere yeni gelişen olaylarda hakem olması için, Şam’da İslami bir mahkemeye razı olalım. Aynı insanların, itaatkârı ve isyankârıyla Allah resulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i hakem tayin ettikleri gibi. Her kim Allah’ın hükmü ile muhakemeyi kabul ettiyse artık kadı, adil, sahih metoda ve safi bir itikada sahip olduğu sürece nasıl düşünüyorsa öyle yapsın. Önemli olan kadıdır, davacı değil. Eğer bu olmazsa ben cihat komutanları ve ulemasına katılıyorum. Bu ulemanın başında da mücahitlerin şeyhi Eymen Zevahiri – Allah onu korusun- esir muhaddis şeyh Süleyman Alvan, Şeyh Muhammet Makdisi, Filistinli Ebu Katade ve diğer âlimler ve saygıdeğer üstatlar geliyor.



Bütün bu ulemaya katılıyorum ve şeyh Ebu Bekir Ba’dadi kardeşi bugün yeryüzünün öveceği, Müslümanların kanlarının akmasını önleyecek ve Allah’ın dinine yardım edecek bir pozisyonda durmaya çağırıyorum. Bu şekilde Irak’taki İslam devleti Rafızîlerin boğazlarında yumru, Batı’nın yolunda diken olarak kalacaktır. Şam’daki Nusret Cephesi ise yeryüzünde Hilafeti geri getirmek için İslami projeyi tamamlayıcı olarak kalacaktır. Öyleyse hepimiz bir arada Allah’ın arzında Allah’ın hükmünü yerleştirmek ve çalınmış Hilafeti geri getirmek için harekete geçelim.



Mücahit kardeşim. Şam toprakları dışında destek olan kardeşim… Ben Allah’a yemin olsun ki seni Şeyh Üsame’nin ve onun halefi Şeyh Eymen Zevahiri’nin başlattığı, sonra Şam’da Şeyh Fatih Cevlani’nin aynı yol üzere yürüdüğü, Şam’daki ümmet projesine katılmaya, yeryüzünde İslam Devleti kurmak için apaçık bir metodu yani Nusret cephesi, Ahrar-u Şam ve diğerleri gibi insanların sevdiği İslami birlikleri takip etmeye çağırıyorum.



Bu birlikler, yer yüzde Allah’ın şeriatını ve İslami Hilafeti ikame etmek için çabaladıklarını, Sykes-Picot sınırlarını tanımadıklarını açık bir şekilde ilan etmişlerdir. Ben böyle bir kararın nefse ağır ve zor geldiğini biliyorum. Fakat bu Allah’a yemin olsun ki ümmetin maslahatını, nefislerin arzularına öncelemektir. Muhakkak ki Allah’ın dinini muzaffer kılma uğrunda dünyasından hicret eden ve ehlinden ayrılabilen kimsenin, böyle bir karar almaya da gücü yetecektir.



Nusret Cephesi, İslam Devleti’ni ikame etmek için çalışmıyor mu ve onun yeryüzünde büyük bir ağırlığı yok mu?



O halde neden insanların geneli onu bizimle zorla ve istemeyerek değil, gönüllü olarak ikame ediyorken, İslam Devleti’nin ve yeryüzünde Hilafet’in ikamesi için onun projesine yardım etmiyoruz?



O halde Allah’ın dinine ayrılma ve çatışma ile mi yardım ediyoruz, yoksa Allah’ın kabul edilmesini yazdığı bir projeyi destekleyerek mi? Allah aşkına bugün çık ve insanların Nusret Cephesine olan muhabbetlerine bir bak. Allah’ın hükmünü yerleştirmek için onun projesini desteklememiz gerekmez mi?



Sorun duygular ya da sloganlar sorunu değil. Lakin sorun o olmadan canlarımızın kanlarımızın ve azalarımızın tükendiği proje sorunudur.



Yine -Allah onu korusun- Şeyh Eymen Zevahiri’nin söylediği gibi: Biz Şam’a hükmetmek için gelmedik, aksine Şam’da Allah’ın şeriatı ile hükmedilsin diye geldik.



Allah için sana soruyorum: İŞİD’in Şam’daki projesini eleştirdikleri zaman, cihat uleması ve dünyadaki âlimlerin çoğu batıl ve dalalet üzere midirler?



Evet, mühim olan çoğunluk değil. Fakat biz Allah için çile çeken, cihada ve cihat ehline yardım etmede önde gelenlerden oldukları bilinen, Rabbani ulemadan bahsediyoruz.



Ey mücahitler… Ben bütün bunları zikredilenlere bizzat vakıf olduktan sonra diyorum. Ve ben bunlardan Allah’ın önünde hesap görüldüğü gün sorguya çekileceğim.



Bu önce Allah için, sonra da tarih için bir şahitliktir.



Ve sonuç olarak ben… Allah aşkına, temize çıkma, Allah’ın dinine yardım etme ve Allah için şahitlik etme için bu beyanı duyan veya okuyan herkesten yaymalarını istiyorum.



Yegâne yardım istenecek olan Allah’tır ve Allah edip eylediği işlerde böyle galiptir; ne var ki, insanların çoğu bunu bilmez.



Tebliğ ettim, öyle değil mi? Şahit ol ey Allah’ım



Tebliğ ettim, öyle değil mi? Şahit ol ey Allah’ım



Tebliğ ettim, öyle değil mi? Şahit ol ey Allah’ım


KAYNAK: Haksöz Haber

http://www.haksozhaber.net/dr-muheysininin-suriye-aciklamasi-45090h.htm


BÖLÜM - 2 SONU
 
Son düzenleme:
İ Çevrimdışı

İbn Muhammed

الله اكبر و العزة الله
İslam-TR Üyesi
Esselamu Aleykum ve Rahmetullah

BÖLÜM - 3


Devletu'l Islam, Islam Devleti Mi? Bir Direnisciden Mektup:

nusret-cephesi.jpg

Suriye'de IŞİD ile İslami gruplar arasında yaşanan çatışmalar hakkında Türkiyeli bir direnişçi tarafından internet sitemize gönderilen mektubu ilginize sunuyoruz


Mektup Suriye direnişi içerisinden yazıldığı için önemli detaylar içeriyor.


Mektubun tam metni:


Devlet ul İslam, İslam Devleti mi ?


Hamd muttakilerin velisi olan ve din düşmanlarını yenik düşüren Allahu Teâlâ'ya aittir.


Salatın en güzeli ve selamın en mükemmeli, büyük hesap günü olan kıyametin biraz öncesinde kılıçla gönderilen, rızkı mızrağının gölgesi altında bulunan, zillet, horluk ve alçalmanın emrine muhalefet edenlere verildiği şanlı elçisi Rasulullah'a (s.a.v) ve O'nun bize öğrettiği şekilde yolundan giden, şirkten beri olmuş bütün müslüman, mücahid kardeşlerimize olsun...


Bu risale canlarını biricik İslam Devletlerini korumak ve kurtarmak için feda etmeye hazır muvahhid kardeşlere, üzerimizdeki vacibiyetin yerine gelmesi ve onların farkında olmayarak dalalet ehline meyletmemeleri için hazırlanmıştır. Allah subhan ve tealadan muvafakiyet dileriz..



Yaklaşık 10 yıldır hepimiz, Iraktaki mücahit kardeşlerimizin yürekleri ferahlatan filmleri ile rahatlıyoruz. Irakta yaptıkları sistemli ve başarılı operasyonlarla bütün cihad aşkı ile yanan gençlerin ulaşmak isteyip de ulaşamadıkları bir cihad akademisi oldu bu ümmet için, Irak İslam Devleti.



Müslüman medyasında dolaşan haberlere bakarsak, Şam beldesinde de tecrübesini artırmış ve bir çok bölgeyi kurtararak, halka yardım çalışmalarından, eğitime, belediye işlerinden, hastanelere kadar bir çok alanda Müslümanların bu son yüzyılda ulaşamadıkları başarılara imzasını atmıştı yine Zerkavi’nin torunları. Kurtarılmış bölgelerde ne kadar harami, hırsız yapılanma varsa hepsini çökertmiş ve dağıtmış, böylelikle savaştan ve zulümden yorulmuş olan halkına daha güvenli ve rahat bir yaşama ortamı sunmuştu Irak ve Şam İslam Devleti.



Kalbi islamın izzetli günlerini aramakla çarpanlar, şirk dolu dünyadan kaçacak bir tevhid binası arayanlar için bundan daha sevindirici, daha güzel bir haber elbette olamazdı. Bu günleri gösteren Rabbimize hamdolsun ki artık yer yüzünde bizim gibi sağlam akide sahibi kardeşlerin kurduğu, Allah azze ve cellenin kanunlarından başkasına asla yüz vermeyecek olan, dostluk ve düşmanlık akidesini olması gerektiği gibi kavramış, Müslümanlara şefkatli, Kafirlere ise şiddetli bir izzet devleti artık kolaylıkla ulaşabileceğimiz kadar yakınımızdaydı.



Büyük bedeller ödeyerek 10 yıldır tecrübe üzerine tecrübe ekleyen bu mücahit kardeşlerimiz elbette kendilerini bekleyen dış düşmanlar kadar iç düşmanlarında oyunlarını biliyor ve bunlara karşı hazırlık yapıyorlardı. Askerlerine; bekleyin, yakında işbirlikçilerle karşılaşacaksınız, sizi dışarıdan yıkamayanlar içerden yıkmak için saldıracaklar. İslam Devletinin kurulmasını istemeyen kafirler üzerinize aç kurtlar gibi işbirlikçileri gönderecekler fakat, biz onların tuzaklarını İnşaAllah başlarına geçireceğiz diye nasihatte bulunuyorlardı. Gerçekten de tecrübeli olan onlardı ve söyledikleri de birkaç ay içinde, aynı söyledikleri şekilde gerçekleşmeye başladı.



2014 Ocak ayının ilk günlerinde El- Nusra hariç hemen bütün cemaat ve ketibeler Irak ve Şam İslam Devletine (IŞİD) savaş açtığını ilan ettiler. Gerçektende bunların büyük bir kısmı bu karar için Türkiye de toplanmış ve IŞİD a karşı savaşma sözüyle yardımlar almışlardı. 17 tane grubun bu karara imza attığı haberi IŞİD’ın içindeki hemen her mücahit tarafından bilinen bir gerçektir. Sonunda beklenen günler gelmiş ve Suriye deki Nizam kafirine karşı büyük operasyon hazırlığında bulunan İslam Devletimize, ansızın arkadan saldırmak suretiyle topyekun savaş açan işbirlikçi mürtetlere karşı savaşmak her muvahhit Müslüman üzerine farz ul ayn olmuştu.



Bütün bu süreç boyunca İslami medya, kardeşlerine oynanan oyunlardan, akide sahibi ilim talebeleri ise ne pahasına olursa olsun İslam Devletinin bu hain tuzaktan kurtarılması gerektiğinden bahsederek, kalbi Allah azze ve cellenin sevgisi ile çarpan gençleri bu sahalara adeta uçarcasına getirdi. Hakikaten, eğer bugün gidip gözbebeğiniz olan İslam Devletini savunmazsanız, bacılarımızın namuslarına saldıran bu mürtetlere karşı savaşmazsanız, nerede kaldı sizin Müslümanlığınız sesine kulak veren onlarca kardeş, bütün ihlasıyla yüce tevhid dinine ve kardeşlerine yardım edebilmek için bu seferberliğe gönüllü olarak katıldı ve hala katılmaya devam etmektedir.



Bu İslamın hakimiyetine susamış ve Adnani’nin deyimiyle işbirlikçilerin kanı ile sükunet bulacak olan İslam Devletinin aslanları, büyük bir iman ve benzeri görülmemiş bir cesaret ile düşmanı üzerine atıldı ve bu uğurda gereken ne varsa yapmaya başladı. Öyle ki; bastıkları bir mürtet merkezinin kapısını içerden kilitli görünce uzaklaş-uzaklaş diyerek arkadaşlarını yanından uzaklaştırdıktan sonra üzerindeki yeleği patlatarak kapıyı açacak kadar bu devlet için canını feda etmeye hazır olan yiğitlerin sayısı oldukça fazla idi.



Yukarıda, sağlam akide sahibi olan, Müslümanları Şam topraklarında hemen hemen tek çatı altında toplayan ve oynanan iğrenç tuzakları kafirlerin başlarına geçiren bir İslam Devleti, bazı İslami medya kuruluşları ve Şam beldelerine kısa süreli gidip dönen kardeşler aracılığıyla, sorumluluk sahibi Müslümanların gözleri önüne bu şekilde getiriliyordu. İşin doğrusu hangi muvahhid, Türkiye de oturup, bu olayları oraya gidip gelenlerden ve İslami haber sitelerinden takip edecek olsa, hiç şüphesiz oralara gider ve bu tevhid ve şirk, iman ve küfür savaşında IŞİD in yanında yerini alarak Allah c.c a en büyük kulluk görevini yapardı.



Bu risalenin yazılma nedeni, işte burada gizlenen aldatmalara karşı, ihlaslı muvahhitleri uyarmak ve olaylara karşı, duyduklarının dışında başka bir bakış açısı olduğunu sunmaktır.



Öncelikle bilinmeli ki; Şam cihadına gelip gidenlerin bir çoğunun olayları doğru tahlil edecek bilgilere ulaşma imkanı olmamıştır. Bir çoğu geldikleri cemaat tarafından merkezlere ya da Ribat yerlerine konularak dışarı dünya ile bağları kesildiğinden, bulundukları cemaat tarafından ne anlatılırsa, ancak o bilgilere ve bakış açısına sahip olabilmektedirler. Bu nedenle, olayları tahlil etmeden bu fitnenin bir tarafında olmayacağını söyleyenlerin bile bir zaman sonra “kafamda hiçbir soru işareti kalmadı” dediğine şahit olabilirsiniz. Böyle söyleyen kardeşe, soru işaretlerinin ortadan kalkması için hangi gruplardan insanlarla görüştün ? diye sorsanız, kendi grubundan başkası ile görüşmediğine şahit olursunuz. Olayları doğru tahlil edebilmek, bir çok bakış açısına ulaşabilen insanlar için bile kolay olmazken bunlar için nasıl mümkün olabilir. Bu bakımdan-Allah yolunda cihad etmiş mücahitlerin kıymetine zarar verecek bir kasıt bulunmadan-özellikle Şam cihadından gelenlerin bir çoğunun anlattıkları, yaşanan olayları doğru yansıtmamaktadır.



Bu risaleden murad edilen, anlatılanların hemen doğru kabul edilmesi değil, sorumluluk sahibi Müslümanları daha detaylı bir araştırma yapmaya teşvik etmesi ve bu sayede aldatılmamalarını sağlamaktır. Çünkü ortada Müslümanların birbirini öldürdüğüne dair mü’minlerin ahiretini helak edebilecek çok büyük ve korkunç bir iddia bulunmaktadır.



Gerçekten de olaylara ve olaylarla ilgili yansıtılan haberlere baktığımızda taraflar açısından meselenin çok fazla yoruma açık yönlerinin bulunduğunu görüyoruz. Bunların arasından ise hangisinin hak olduğunu anlamak, sahanın içindeki mücahitler için bile çok karmaşık ve zor görülmektedir.



Risalenin başında IŞİD ile alakalı anlatılan süreci, birde karşı taraf gözüyle ele alarak değerlendirmek gereklidir. Belki bu sayede cihad yolculuğunda büyük tecrübelerin sahibi Şeyh Zevahiri, Rabbani alimlerin en önde sayılan isimlerinden Ebu Katade Filistini, Ebu Muhammed Makdisi ve daha bunlar gibi nice büyük önder ve alimlerin, olayları doğru tahlil edip değerlendirecek feraset ve ilminin olmamasına şaşıranlar içinde, bir cevap bulunmuş olur.



Doğrusu, bu emir ve alimler, bizler gibi duydukları her haberin peşinden olayları değerlendiren, özelliklede ümmetin selameti ve akıtılan Müslüman kanları konu olduğunda, asla meselenin iç yüzünü anladığından emin olmadan, olaylarla ilgili açıklama ve yorumlarda bulunmazlar. Nasıl olur ki, ümmet onların ağzının içine bakarken, böylesine önemli olaylarla ilgili doğru bilgiye ulaşmadan açıklamada bulunsunlar. Aslında bu bile IŞİD ile beraber bu mürtetlere (!) karşı savaşmak isteyenlerin biraz durup düşünmeleri ve olayları daha iyi araştırmaları için yeterli bir sebeptir.



Bu açıdan Şam da neler olduğunu anlamak isteyenler, Şeyh Ebu Katade nin 2-3 ay kadar önce “Şam Mücahitlerine Nasihatler” isimli 4 -5 sayfalık risalesini, Şeyh Eymen’in IŞİD ve El-Nusra nın ihtilafı ile alakalı açıklamasını ve IŞİD emirlerinin bu risaleye cevaplarını, yine Şeyh Makdisi, Şeyh Ebu Katade ve Abdulaziz Et- Tarifi nin bu son olaylarla ilgili açıklamalarını, araştırmalarının içine mutlaka katmaları gerekir. Ebu Basir Tartusinin görüşlerini ise bu isimler arasında, mücahidler açısından Rabbani olma özelliğini yitirmiş olmasından dolayı zikretmeye gerek duymadık. Allah azze ve celle kendisine itibar edilen Rabbani alim ve emirleri (Allah c.c katında kimseyi temize çıkarmıyoruz.) ümmetin başından eksik etmesin.



Risalenin başında, IŞİD taraftarlarının aktardığı açıdan yazılan süreci, başka bir açıdan değerlendirmek istediğimizde öncelikle, Şam da ilan edilen Irak ve Şam İslam Devleti ilanına ve bu ilanın neleri ifade ettiğine kısaca göz atmamız gerekir.


Herkesin bildiği gibi beklenmedik bir zamanda Irak İslam Devleti, Şam’ daki uzantısı El-Nusra ismini iptal ederek Irak ve Şam İslam Devletini ilan ettiklerini açıklamıştı.



İslam Devletinin hasreti ile yanan, şirk toplumuna ve tağutlara karşı bilenen Müslüman bir genç açısından bu çok güzel bir haber gibi görünse de, aklı selim ve tecrübeli kişiler tarafından büyük bir hata olarak değerlendirilmiştir. İslam Devleti ilanına karşı çıkmanın, ya da bunu hata olarak görmenin nasıl bir haklı sebebi olabilir ki? tepkisinde bulunanlara, müslümanların bu zamandaki ilim ve emir sahiplerinin, IŞİD i bu süreçte neden desteklemediklerini iyi düşünüp, bu konuyu daha detaylı araştırmasını tavsiye ederiz.



Cevaplanması gereken soruların başında; IŞİD, kendi emiri olan El- Kaide’ye danışmadan devlet ilan etmek gibi önemli bir kararı neden almış ve açıklamış olabilir? sorusu gelmektedir. Bilinen sebeblerin en başında El-Nusra idarecilerinin, Iraklıların usüllerinden bıkıp onları pasivize etmeye başlaması gelmektedir. Iraklıların, yönetim kadrosuna gönderdiği bazı isimleri, bir zaman sonra El-Nusra nın pasif ve merkezden uzak bölgelere sürgün eder gibi ataması şüphesiz bunun ilk nedenlerindendir. Bereketlerin mücahitlere her yerden aktığı Şam bölgesindeki otoritesini kaybetmeden önce IŞİD, baştan beri planını kurduğu Irak ve Şam İslam Devletini, Şam daki otoritesini yakalamak adına zamansız da olsa ilan etmek zorunda kaldı.




IŞİD ın devlet ilanının sahada yankılarını ve yansımasını değerlendirecek olursak ;


Öncelikle bu ilanı, El-Nusranın emiri ile görüşüp anlaşmadan yaptığı için bu kararı, duruma el koyma, başka bir ifade ile darbe olarak adlandırabiliriz. Burada IŞİD in inanılmaz bir özgüvene sahip olduğu ve kendisini çok tehlikeli bir sürece hazırladığı açıkça anlaşılmıştır. Şöyle ki;


Özgüvene sahip olduğunun delili, El-Nusra ya karşı elinde yeterli sayıda ve görevde kadrosu olmadan bu darbe girişimine karar vermiş olmasıdır. El-Nusra çoğunluğu ensardan oluşan bir yapıydı. İçindeki muhacirlerin de bir çoğu, en azından bu darbede onların safına katılacağı güvenini verecek kadar IŞİD in asli kadrosu ile doğrudan iletişime geçmemişti.



Devlet ilanından hemen sonra El-Nusra, eğer IŞİD kadar kararlı ve sert olsaydı, çok kanlar aksa da adamlarının ve mallarının çoğu elinde kalır ve yoluna bu kadar yıpranmamış olarak devam ederdi. Fakat bunun aksine, müslüman kanının kutsiyetinin her şeyden önemli olması esasına göre hareket etti ve kendilerine saldıranlara karşılık vermedi.



Anlatılmak istenen IŞİD in elinde yeterli bir kadrosu görünmemesine rağmen bu darbeye kalkışması ve El-Nusra nın şiddetten kaçma eğilimine karşı, kendisinin şiddet eğiliminde olmasıdır. Eğer El-Nusra da IŞİD gibi saldırgan davransaydı kanlı çatışmalar yaşanacaktı ki, işte IŞİD in bu çatışmayı göze alması onun anlatılmak istenilen tehlikeli sürece hazır olduğunun ispatıdır. Yani o süreçten bu yana IŞİD, Müslüman kanının kutsiyetine yönelik hassasiyetini hiçbir zaman ortaya koymadı. O dönemde oralarda olan bir çok Müslüman yaşanan şiddet ve tehdit olaylarına şahit olmuştur.



IŞİD in özgüveninin diğer bir delili ise devlet ilanını kendi emiri olan Ez- Zevahiri’ye haber vermemesidir. Daha önce Irak İslam Devleti ilanında da aynı hatanın yapıldığı bilinmektedir. Şeyh Usame kardeşlerine hüsnü zan ile muamele ederek bu hatalarını önemsemeyip onları desteklemişti. Özellikle Şam’daki bu devlet ilanının yapıldığı dönemlerde, Zevahirinin, grupların birbirlerine yakın ilişki içinde olması tavsiyelerini sık sık yaptığını göz önüne alırsak, El-Kaide’nin Şam’da ki bu İslam Devleti İlanını onaylamayacağı açıktı. Netice itibari ile IŞİD, Zevahiri’nin böyle bir karara nasıl tepki vereceğini umursamadı ve bu aslında onun El-Kaide yi çokta önemsemediğini ortaya koymaktaydı.



Anlatılanlara göre Bağdadi, Zevahiri’ninIrak a dönünrisalesinden sonra şur’asını toplayarak itaat edeceğine söz verdiğini ve itaat edeceğini söylemiş, şu’rası ise buna karşı çıkmıştı. Buna rağmen Bağdadi, şer’i bir delil olmadığı sürece itaatten ayrılmayacağı konusunda ısrar etmişti. Beklenen şer’i delil, Zevahirinin risalesinden sonra ki, IŞİD’ın sözcüsü Adnani’nin ilim ve hikmet kokan ilk beyanatında bulunmaktadır.


Bunların dışında bölgede, kendisinin dışındaki, kafirlere karşı cihad eden diğer büyük İslami grupları önemsememesi ve onlarla devlet ilanı konusunda uzlaşmaya çalışmaması da IŞİD in büyük hatalarındandır. Sahada kendisi gibi mücadele eden gruplarla genel bir uyum içinde olması gerekirken, biz İslam Devletini kurduk, emirimiz Bağdadi’dir, size ise itaat etmek düşer anlamına gelen bu çıkış, normal olarak diğerleri tarafından tepki ile karşılanmıştır.



El-Nusra ile aralarında ki iktidar kavgasından dolayı, ortada hiçbir varlığı bulunmayan devletin ilanı, diğer bu gruplar tarafından normal karşılanabilir mi ? IŞİD sahadaki Ahrar uş Şam gibi diğer İslami gruplara güvenilirliğini ispat etmiş mi ki, onu daha tanımadan, sahada görmeden itaatine girsinler. Bağdadi ve onun soy ağacını ortaya koymak, büyük bedellerle başlatılan bu mücadeleyi teslim almak için yeterlimidir. Bunun yeterli olduğunu düşünmek bile bu büyük göreve ehil olunmadığının en güzel ve açık delilidir.



Sonraki süreçte IŞİD in attığı adımlar bunun büyük bir hatadan daha çok, menheci bir sapıklık olduğunu gösterdi. Evet… “ben İslam Devletiyim, benim mahkemelerim de yargılanacak ve bana itaat edeceksiniz” anlayışını, diğer hiçbir grup ile oturup konuşmadan, onların bu olaya vereceği tepkileri önemsemeden ve daha kötüsü bu tekelleşmenin ileride doğurabileceği problemleri, kaçınılmaz çatışmaları hesaplamadan daha da kötüsü hesaplayarak ve göze alarak, Şam cihadının sürecini böyle kısır bir sokağa çekmek menheci bir sapıklık değilse nedir.


IŞİD kendisinden başkasına hesap verme niyeti olmayan siyasetini belli etmeye başladığında, bugünkü çatışmaların yaşanacağı görülmeye başlanmıştı. Şam’da uzun süredir mücadele eden grupların hepsinin birden, yeni tanımaya başladıkları bir cemaate gidip itaat edeceklerini beklemek elbette en şiddetli fesattır. Yani birileri mutlaka buna karşı çıkacak ve geçmişini bilmedikleri bu sözde İslam devletine itaat etmeyecekti.



İşin doğrusu IŞİD bütün grupların ortak kurduğu ve kabul ettiği Şer’i Mahkemeleri itaat edilmesi gereken merkeze koyarak, kendisine bağlı olan mücahitleri de bu mahkemenin emrinde ve ıslahında kullansaydı, bu kurumda reformlar yaparak, onu hastalıklarından temizleseydi, belki de İslam Devletini kurma yolunda en büyük adımı atmış olurdu. Oysa bunun yerine, kendisini merkeze koydu ve sahada bulunan bir çok grup ve cemaatin tanımadığı, bilmediği karmaşık yapısına itaat edilmesini bekledi. Daha da kötüsü bu itaate yanaşmayanlara sert ve katı davrandı. Kendisini İslamın tek temsilcisi, kendisini kabul etmeyenleri ise İslamı istemeyenler olarak lanse etti.



Adalet ve takva sahibi her akıllı Müslüman bunu düşünmelidir. Şam cihadında bulunan bir çok yerli gruplar var ki, bunların çoğu cehaletten yeni çıkmış ve İslamı doğru anlama gayreti içindedirler. Ceyş ul Hür, Liva ul tevhid gibi gruplara bağlı nice yerli Müslüman mücahitler var ki, bunlar İslam şer’iatından başka bir yönetime razı olmayan, fakat sahada neler olduğunu anlayamayacak kadar şer’i siyasetten uzak müslümanlardır. İlim, adalet ve hikmet sahipleri, bu insanların bir çok oynanan oyun ve aldatmanın olduğu şu sahada, kendilerine İslam devleti diyen bu insanlara tabi olmamasını, mürtetlik olarak kabul edebilir mi? Hangi ilim ehli, sahih bir delil ile bu gruplara bağlı olan herkese mürtet hükmü verebilir? Irak ve Şam İslam Devleti ümmetin ittifakı ile bir İslam devletimidir ki onunla olmamak mürtetlik olsun.


2006 yılından günümüze kadar,bu Müslüman katillerine dur diyecek ümmetin alimleri nerede! diye haykıran, fakat bir muhatap bulamayan Irakta ki El-Ensar cemaatinin, Irak İslam Devleti aleyhinde ki haykırışları, Şam sahasında anlam kazanmaya başladı. El-Ensar’ında mı akidesinde sorunlar vardı acaba? El-Ensar’ın şikayetleri iftiraydı ama bu gerçek mi demeliyiz?



Irak İslam Devletinin şer’i kadılığını yaparken, aniden Afganistan’a giden ve oradaki şeyhlerden “sen bizim içimizde en genç fakat en ilimli olanımızsın” iltifatını alan Şeyh Süleyman El-Uteybi r.h’ı, Irak’tan bir daha geri dönmemek üzere çıkartan, bu şiddet eğiliminden başka bir sebep midir ? Rasulullah a.s dünyanın yok olması, bir tek mü’minin ölmesinden daha iyidir buyuruyor.



Bilinmelidir ki, Irak ve Şam İslam Devleti, daha önce Liva ul tevhid’e bağlı olupta olaylar çıktığında fitneye karışmamak için merkezlerinden çıkmama kararı alan gruplara da saldırdı ve onlardan da bazılarını öldürdü. Hiçbir gruba bağlı olmayan halktan bazılarını da evinde silah bulundurduğu için öldürdü. Kargaşaların hüküm sürdüğü Şam’da, insanın evinde silah bulundurması, cezası ölüm olan bir suç mudur.


Bu sürecin başladığı günden bu güne kadar patlatılan arabalar, yelekler ve başka bir çok şekilde öldürülen yüzlerce insanın içinde hiç mi Müslüman yoktu ? Rakka’da, El-Nusra ve Ahrar ile IŞİD arasında çatışmalar çıktığında El-Nusra ve Ahrar dan büyük bir grup çatışmalara katılmak istemediğini söyleyerek bölgeden çıkmak için IŞİD dan eman aldığı ve IŞİD in eman verdikten sonra El-Nusra’dan 86 ve Ahrar’dan 100 müslümanı katlettiği, olayları yakından takip eden herkesin bildiği yaşanmış bir gerçektir.



Şeyh Atiyetullah Libi r.h bırakın bütün programlarımız, tanzimimiz, cemaatimiz ve işlerimiz yıkılıp yok olsun, ama elimiz bir müslümanın kanına dokunmasın derken, bu zihniyet, bırakın her şey yok olsun fakat devletimiz var olsun diyerek, bütün muhaliflerini mürtet veya mürtetlik eğiliminde görmektedir. Onlar mı bu dini anlayamadılar, yoksa bunlar mı?



İslam Devletinin vacibiyeti, Emri bil maruf ve Nehyi anil münker’den gelir. İyiliğin emredilmesi ve kötülükten nehyedilmesi, ancak kuvvet ile olduğundan, kuvvetin oluşması da ancak İslam Devleti ile mümkün olduğundan, İslam Devletinin kurulması vaciptir. En büyük münker olan Müslüman kanı üzerinden İslam Devleti kurmak ise icma ile caiz değildir?



Düzeltilmesi gereken diğer bir meselede bilen bilmeyen herkesin, IŞİD in kafir nizama karşı ribatlarda iken arkadan vurulduğunu söylemesi ki, sahada biraz sorumluluk almış olanlar bunun doğru olmadığını çok iyi bilirler. Aslında IŞİD, nizama karşı en az savaşan gruplardan birisi olmakla tanınmaktadır. Son çatışma olayları başladığında IŞİD in elindeki bütün ribat noktalarından çekilmesinin, Skek ve Duveyrina bölgeleri hariç diğer hiçbir bölgede neredeyse hiçbir değişikliğe neden olmaması konunun anlaşılması için yeterlidir. IŞİD’in elindeki ribat noktaları o kadar azdı ki, buralardan çekildiğinde hemen yerlerine oranın halkından gruplar giderek açığı kapattılar. Diğer iki bölgede etkili olmasının nedeni ise kimseye haber vermeden çekilmesi olmuştur.




Ayrıca IŞİD, içeride uyguladığı başına buyruk kimseye hesap vermeyen siyasetini, savaş hatlarında da aynen göstermiştir. IŞİD kaynaklı açıklamalarda, Sefira bölgesinde İslami cepheye bağlı felan grubun kimseye haber vermeden çekilmesi IŞİD’den şu kadar, El-Nusra dan bu kadar şehit verilmesine ve bölgenin nizamın kontrolüne geçmesine neden olmuştur şeklinde ki haberler apaçık bir yalandır. Doğrusu bunun tam aksidir. El-Nusra ya bağlı bölge emirlerinden bir tanesi, askeri bir toplantıda nizamın nasıl ilerlediğini haritanın önünde anlatırken,“ biz şurdan bu tarafa doğru şu şekilde ilerleyerek onları şu noktada sıkıştırmak üzereydikdedive biraz sustuktan sonra hıçkırarak ağlamaya başladı ve devam etti. Baktık ki devle (IŞİD) nin olduğu diğer bölgeden kafir askerler sel gibi üzerimize geliyor ” ve IŞİD’in, Skek ve Duveyrina bölgelerinden kimseye haber vermeden nasıl çekildiğini anlattı. Toplantıda bulunan emirler IŞİD in nereye, hangi bölgeye çekildiğini öğrenmeye çalışırken, IŞİD in bölge emirlerinden birisi El-Nusra dan bir mesul ile odaya girdi. Haritanın karşısına geçip biraz baktıktan sonra


-şu ve şu noktalardan çekilmek zorunda kaldık


-nereye çekildiniz ?


-başka bir bölgeye


-başka bir bölgeye nereye ?


-nereye çekinildiğini bilmiyorum..


Başka bir ortamda neden çekilirken haber vermediniz sorusuna ise telsizimizin bataryaları bitmişti cevabını vermekle yetindiler.


Sadece kendilerini değil, ümmeti ilgilendiren olaylarla ilgili de kimseye hesap vermeyen IŞİD, cihad konusu açıldığında sesi en çok çıkan grup olarak bilinmektedir. İçerisinde çok cesur mücahitler olmasına rağmen, IŞİD’in ribat bölgelerinde sebat etmesi neredeyse hiç söz konusu değildir. Nizam kafirinin halepte ilerlediği bu son dönemde, geri çekilme anına kadar IŞİD ile hareket eden kardeşler bu düzensizliği ve kargaşa ortamını çok iyi bilirler. Buna nispeten Liva ul tevhid gibi içinde muhacir bulunmayan gruplar bile, bir çok yerde onlardan daha çok sebat etmişlerdir.


Okuyanları sıkmamak için konuyu uzatmamak gerekiyor ama bilinmelidir ki, IŞİD in baştan beri El-Nusra ve Ahrar’da dahil, kimse ile yakınlaşmaması ve yaptığı hatalardan dolayı kimseye hesap vermeyen tavırlarını açıkça göstermesi Şam topraklarında bu fitnenin çıkmasının en başlıca sebebi olmuştur.



Bunun yanında IŞİD in, medyayı iyi kullanması, istediği haberlerin istediği şekilde duyulmasını sağlamaktadır. Tabi burada kast edilen İslami medya dır. Buna en iyi örneklerden biri ise son olaylarda muhacir kadınlara tecavüz edildiği haberidir ki bu apaçık bir iftiradır.




Öncelikle Şam ehli iffetli kadınlara el uzatacak kadar alçak değildir. IŞİD e saldırmak için fırsat bekleyen harami, hırsız grupların bu alçaklığı yaptığını farz etsek bile bu, İslami Cephe, muhacir bacılarımıza tecavüz ediyor diye yaygara yapmayı gerekli ve haklı kılmaz. Kendilerine bu günahın hangi bölgede kimler tarafından işlendiği defalarca sorulmasına rağmen net bir cevap alınamamıştır.


Meselenin doğrusu İslami cephe, bazı bölgelerden IŞİD i çıkardıktan sonra bölgede bunlardan kimsenin kalıp kalmadığını öğrenmek için muhacir evlerini basmış ve oradaki ailelere rağmen evlerde arama yapmışlardır. IŞİD, işte bu olayı fırsat bilerek seferberlik ilan etmiştir. O bölgede yaşayan muhacirlerden El-Nusra nın evlerine de baskın yapılmış ve onlarda evlerine girilmesi ve evlerdeki silahların toplanması şeklinde ki aynı muameleyi görmüşlerdir.



Bundan daha fazlasının iddia edildiği bir bölgede İslami cephe, IŞİD den bir Emire eman vererek aileleri kendi gözleri ile görmesini istedi. Emir gelip ailelerin evlerinde rahat olduklarını ve ne ihtiyaçları varsa karşılandığını gördü. Geri dönerken İslami cephenin adamları, biz bu iftiraları kaldıramayız, bu kadınları ve onların kocalarını alın, götürün diyerek kadınları, kendilerine karşı savaşan eşleriyle birlikte serbest bıraktı.



İslami cephede esir olduktan sonra çok iyi muamele gördüğü için IŞİD i bırakanların sayısı oldukça fazladır.IŞİD in elindeki İslami cepheye bağlı esirlerden ise, neredeyse hiçbir kimse sağ kurtulamamıştır. Biz son dönemde yaşanan örnekleri anlatmakla bitiremeyiz. Adalet ve takva sahibi Müslümanların, olayları iyice araştırmaları için bu anlatılanlar yeterlidir.




Doğrusu IŞİD, bu zamana kadar halkın ve diğer grupların içinde nefret tohumlarını ekti ve bu aynı zamanda diline doladığı Sahveninde temellerini oluşturdu.Olayları IŞİD in merkezlerinden, internet haberlerinden ve yaldızlı yapılan IŞİD filmlerinden izleyenlerin bunları görmesi mümkün değildir.



Bununla beraber, yerel Şam kanallarındaelinde kılıçla bekleyen IŞİD cellatının önünde, elleri bağlı, yüzünde İslam alameti olan sakalıyla, cellatına dönerek“Eşhedu an La İlahe İllallah ve eşhedu en ne Muhammed -en Rasulullah, Radiytu Billahi Rabben, ve bi İslami dinen, ve bi Muhammed in Rasulen, sallallahu aleyhi vesellem”dedikten sonra celladı tarafından kafası kesilen müslümanın görüntülerine rastlamak gayet normal bir durumdur.Şam’da İnsanlar artık bir müslümanın, diğerini soğukkanlılıkla öldürmesini gayet doğal karşılamaktadırlar.




Şuan kendisine karşı mürtet olarak savaştığını iddia ettiği grupların bir çoğu, IŞİD in bu zamana kadar kendilerine sert ve katı tutumundan dolayı savaşmaktadır. 15 yaşında sakalı bitmemiş çocuğun kontrol noktasında babası yaşındaki adama fırça atması, IŞİD in kontrol noktalarında çok doğal ve normal bir manzaradır. Halka karşı takındıkları sert tavırla İslam’ın güzel birer temsilcisi olmak yerine İslamın yüz karası olmuşlar ve halkta İslamilere karşı soğukluk oluşmasına neden olmuşlardır.



Sonuç olarak, anlaşılıyor ki; Irak İslam Devleti, herkesin anlattığı Iraktaki hatalarından hiçbir ders çıkarmadan aynı hatalara ısrarla devam etmektedir. Ümmetin Rabbani alimlerinin anlayamadığı inceliği yakaladığını sanan, emir sahiplerine itaat etmemekle beraber onlara karşı konuşma üsluplarında haddini aşan, cihadi geçmişleri sayılı birkaç seneden ileriye ulaşmayan bu yeni yetme aşırı gençlik, devlet kurduğunu ilan etti ve İslam Devleti gibi Müslümanları cezbeden güzel kelimelerle gençleri arkasına aldı. Kendileri hak ehli olmadıkları halde insanları hakka davet ettiler. Müslüman kanının kutsiyetini cahilce silip attılar. İlk başlarda Ceyş ul Hür sonra Liva ul tevhid ve ardından Ahrar uş Şam a sataştılar. Bunlardan nasibini elbet El-Nusra da alacaktır.



Bunların katında kıymetliler, dinde ilim sahibi olan kişiler değil, aksine bunların bayrağını en şiddetli savunanlardır. İlimde ilerleyenler dinde hükümden konuşmanın önemini anladıkça, tekfir konularında çok susan ve az konuşan olurken, cahiller ise cehaletleri içinde bocalayarak daha da cesur olmaya devam etmektedirler.


İlim ehlinin tekfir konularında bizlere nasihati şudur : Bil ki tekfir ikidir. Birincisi, tekfir etmezsen seninde kafir olacağın Allah azze ve cellenin açık nas ile kafir dediği asli kafirlerdir. Kafire kafir demeyen kafir olur kaidesi bunlar içindir. İkincisi ise ihtilaflı olanlardır ki bu konuda da ancak alimler konuşur. Avam isabet etse de hata etmiştir.


Muteber alimlerden, birbirleriyle savaşan bu fırkalardan birini toplu olarak tekfir eden kimseyi gördün mü?



Görünen o ki ; Devlet ul İslam bu sahada çalışmalarına ara vermeden devam edeceğe ve daha çok müslümanın kanını akıtacağa benziyor. Susturucuları çalıştırmaya başladıklarında canlarının istediği, bütün mürtetleri (!) öldürecekler. Devletin içinde bulunan kardeşler, bu savaşta öldürdüklerinin içinde hiçbir tane Müslüman olmadığına emin olabilirler mi ? Bilinen, bilinmeyen o kadar insan bomba yüklü arabalarla toplu olarak öldürülmüşken bundan kim emin olabilir.



İlim ehlinin açıklaması gereken diğer bir konuda kendini patlatan kişilerin bu meselede hiçbir kaide gözetmemesidir. Risalenin başında kısaca değindiğim üzerinde ki yeleği, kapıyı açmak için patlatma hadisesi gerçektir. Ondan daha garibi ise tek başına bir binada sıkışan IŞİD’lı mücahidin, İslami Cephenin teslim ol, bir şey yapmayacağız demesi üzerine, el bombasını çekip kendini yukarıdan aşağıya atarak karşılık vermesi ve bunun sonucunda ölmesi olmuştur. Diğer bir hadise ise, yine bir mücahidin, patlayıcı yüklü araba ile gelirken fark edilip üzerine ateş edilmesi sonucu tekerleri patlayan aracını, etrafında herhangi bir hedef yokken patlatması ve bu sayede kendini öldürmesidir.



Şam sahasında üzerinde patlayıcı yelek ile gezmek El-Nusra ve IŞİD mücahitleri için doğal bir olaydır ve ilim ehlinin bu konuda bu kardeşleri uyarması gerekmektedir.


Sahada tecrübe ve ilim ehli olanların böylesine kritik bir dönemde karar alırken çok daha ince eleyip sık dokuması gerekir ki; onlar, insanların kendilerini takip ettikleri önder kimselerdir. Allah c.c dan korkmaya ve adaleti ayakta tutmaya yine onlar en layık olanlardır.




Bitirirken; İslami cephe her ne gerekçe ileri sürerse sürsün, IŞİD e karşı kurulmuş bir yapıdır ve kuruluş amacı, tamamen IŞİD i pasif konuma düşürmek yada sahada bitirmektir. Bunun için Türkiye de antlaşmalar yapan ve yardımlar alan cemaatlerin olduğunu kimse inkar edemez. Bunların içinde İslam’dan başka dinin peşinden koşanlar olduğu gibi, çıkar için dinlerini satanlarda elbette vardır.


IŞİD e karşı savaşan grupların içinde; silahlarınızı onları öldürmek için atmayın ve yapabilirseniz onları kaçırmaya çalışın diye Müslüman kanına bulaşmamak için adamlarına talimat veren ve bu emir gereği açıkça hedefe girmesine rağmen Müslümanların üzerlerine ateş etmeyen mücahitlere de sıkça rastlarsınız. Bunun tersi, kadınlarımızı cariye almak isteyen bu alçakları öldürün diyenlere de elbette rastlarsınız.



IŞİD ile İslami cephenin telsiz konuşmalarının kayıtlarını nette bulabilirseniz mutlaka dinleyin.



Anlatılmak istenen, Şam ehli genel olarak dinine ve mücahitlere sahip çıkan bir halktır. İçlerinde her türlü insan elbette vardır. İslami hassasiyeti olanları bile bu savaşta, karşı tarafa iten, yine IŞİD in at gözlüklerini takması ve kendi doğrularından başkasına bakmaması olmuştur.


Bununla beraber, IŞİD’in uzlaşmaya yanaşmayan ve her tarafa saldırmaya hazır tavrı, IŞİD ile beraber olmayan herkesi endişe ettirmekte ve IŞİD bittikten sonra sırada El-Nusra var diyenlerin yerine, İslami cephe daha bitmeden sırada El-Nusra var diyenleri, göreceğiz ki daha haklı çıkaracaktır.


Ayrıca IŞİD, eğer Şam’da biterse, kimse bugün İslami cephenin içindeki dışarı destekli gruplarla savaşılmayacağını da inkar etmesin.



EBU ABDULLAH TURKi
Kaynak: Press Medya

http://www.pressmedya.com/haber/16943/suriyeli-direnisciden-mektup.html

Dr Iyad Kunaybi'nin ISID'in Ummet Girisimi'ni Reddine Yorumu:



1233510_597426256983250_163025473_n.jpg
İyad Kunaybi yaptığı açıklamada IŞİD’in, Kabe eski imamı Abdullah el-Muhaysini’nin "Ümmet Girişimi" ismini taşıyan, Kuzey Suriye’de devam eden çatışmaları bitirmeye yönelik barış planını reddine dair değerlendirmelerde bulunmuştu. İncanews olarak bu açıklamanın Türkçe tercümesini değerli okurlarımıza sunuyoruz.

İyad Kunaybi yaptığı açıklamada IŞİD’in, Kabe eski imamı Abdullah el-Muhaysini’nin "Ümmet Girişimi" ismini taşıyan, Kuzey Suriye’de devam eden çatışmaları bitirmeye yönelik barış planını reddine dair değerlendirmelerde bulunmuştu. İncanews olarak bu açıklamanın Türkçe tercümesini değerli okurlarımıza sunuyoruz.

IŞİD’in bazı itiraz noktalarının anlaşılabilir olduğunu belirten Kunaybi, bununla birlikte IŞİD’in planı reddederek ihtilaf halindeki tarafların İslam mahkemesinde yargılanmasının önünü kapattığını, Allah’ın indirdiği hükümler ile hükmedilmesine engel olunduğunu belirtti. IŞİD’e ve diğer tüm gruplara birbirlerine haksız ve yargısız ithamlarda bulunmamaları gerektiği uyarısında bulundu.





VİDEO LİNK :

Îyad Kunaybi’nin, IŞİD’in,“Ümmet girişimi” önerisine karşı tepkisiyle alakalı açıklaması

Bismillah ve’l-hamdu lillah ve’s-selatu ve’s-selamu alâ Resulillah

Bu, mücahid şeyh Abdullah El-Muhaysini’nin açıkladığı ve Şam’daki mücahid âlimlerin ve diğermücahidlerinonayladığı “Ümmet girişimiyle” ilgili Devlet’in “açıklaması” hakkında bir değerlendirmedir.

Devletin açıklaması, “girişim” sahiplerinden, öncelikle kendilerinin daha sonra bu girişimle ilgili tarafların, önemli olan iki hususa bağlı kalmalarını talep etmiştir.

Bu ‘girişimi’ destekleyici sıfatımla şunları söylemek isterim:

‘Açıklamada’ zikrolunan iki husus gerçekten de önemlidir:

A) Şam’da İslam şeriatının hükmolunmasına zıt olan metotlar ve zıt olan bu metotları temsil eden kurumlar hakkında eğilip bükülmeden açık bir şer’i tutumun beyanı. B) Ve bölgede hâkim olan devletler hakkında açık bir şekilde şer’i hükmün belirtilmesi.

Yine açıklamada zikrolunan şu konuda da onlarla müttefikim: “Bizler, bu kritik merhalede Allah yolunda savaşan her cihat cemaatinin veya kendisini Allah yolundaki mücahidlerin birliğine nispet eden herkesin, bu tür meselelerdeki şer’i tutumunu açıklamasının bir vacip olduğunu düşünüyoruz. Böylece herkes ayak bastığı yerleri ve kimlerle muamelede bulunduğunu bilecek ve bundan sonra yaşayan bir beyyine üzerine yaşayacak, ölende bir beyyine üzerine ölecektir.”

Evet, bunda müttefikiz. Özelliklede, şeriatın hâkim kılınmasındaki kapalılık –Mısır’da olduğu gibi- birçok gerilemelere ve musibetlere sebebiyet vermiştir. Ümmet, önceki cihat projelerinin yumuşatılması nedeniyle büyük sıkıntılar yaşamıştır. Ve yine bölgedeki ülkeler Şam cihadını ifsat etmek için çabalamaktadırlar. Tüm bunlardan ötürü, bu meselelerde açık olunması ve asla gevşek davranılmaması gerekir.

Mücahidler, ‘Nusayri zulmü altında kalmaktan daha iyi’ olduğu gerekçesiyle demokratik devletin kabul edilmesi sloganlarını reddetmelidirler.

– Dünya devletlerinde olduğu gibi-, bölgede bulunan tüm devletlerin hiçbirinin İslam ile nitelendirilemeyeceği ve hiç birinin dost devlet olmadığını hatta hepsinin uluslararası düzene tabi olduklarını, Şam’daki İslami projenin başarısızlığa uğratılması girişimlerinde ortak olduklarını ve sundukları desteklerinin de onları bu çerçeveden çıkarmayacağını net bir şekilde belirtmelidirler.

“Komisyonun”, “Heyetu’l-erkan’nın/Kurmaylar heyeti’nin” ve bunların çatısı altında savaşanların, mücahidlere ve şeriatın hâkim kılınması projesine düşman oldukları açıklamasında da müttefikiz. Buna ziyade olarak şunu da belirtmek isteriz ki, bunlardan bazılarının “Ümmet girişimini” kabulü, onların güvenilir yada haklarında iyi zanda bulunulacağı anlamına da gelmez. Veya bizim onlarla olan sorunlarımızın müstakil bir mahkeme ile hallolacağı anlamına da gelmez. Hatta onlar bir tarafta, mücahidler iste başka bir taraftadır. Hiçbir grubun, onlar, komisyonları ve kurmayları hakkında kapalı bir tutum sergilemeleri kabul edilemez.

Tüm bu maddelerde, “açıklamayla” farklı olmadığımız gibi bilakis bunları tekit etmekteyiz. Yine bizler gerek “İslam cephesinin” gerekse de “Ceyşu’l-mucahid’inin” konuyla ilgili tutumlarından tamamıyla razı olduğumuzu iddia etmiyoruz. Bu açıklamadaki hedef, “Devletin” hasımlarının istenileni gerçekleştirdikleri ve eleştiri için bir söz bırakmadıkları değildir.

Ancak devletle ittifak etmediğimiz bazı hususlar bulunmaktadır:

1- Devletin,‘hasımları arasında, cürümleri ve hırsızlıklarıyla bilinen cemaatlerin bulunması deliliyle’ var olan savaşın,“mücahidler arasındaki fitne savaşı” diye adlandırılmasının çirkin gösterilmesi.

Bu şekilde bir açıklama, “Devletin”, hasımlarını tek bir sınıf yaparak, bazılarını diğerlerinin suçu ile yargılamadır. Bu, insaftan değildir! Şeyh Muhaysini’nin bir grup hakkında “ümmet girişimini” kabul ettiğini açıklaması, o grubu tezkiye ettiği yada o grup hakkında husnü-zan beslediği anlamına gelmez. Bilakis bu, -neticesi kısas bile olsa- onları mahkeme sonuçlarına bağlamaktır ve haddi aşmaları anında onların uzaklaştırılmalarıyla da çelişmez. Cevlani, Muhaysini ve diğerleri, var olanbirçoksavaşların fitne savaşı olduğunu ve savaşanlarıngenelininMüslümanlar olduklarını belirtmişlerdir. Acaba devletin açıklaması “birçok” ve “geneli” ifadelerinden gafil mi kalmıştır?!

Sonra, hangi muteber mücahid veya âlim, kokuşmuş laik menheci, şeraitin hâkim olunmasını reddetmesi veya -isimle bile olsa- İslami olan herhangi bir projeyi reddetmesi kapalı olmayan grupların –“açıklamada” geçtiği üzere- mücahid olduklarını söylemiştir.

Devletin hasımlarının yalnızca bunlardan oluşmadıkları niçin görmezden gelinmektedir. Bilakis onların geneli, cihatları ile meşhur olan ve misaklarında şeriatın ikamesini istediklerini ilan eden gruplardır. Eğer açıklama “Suud ailesinin uşakları, Amerika ve Fransa istihbaratları” ifadeleriyle bunları kast ediyorsa; bunlar, -genel yerme ve hainlik ithamında bulunma türünden ibarelerin yerine- ispatı yada reddi için mahkemeye ihtiyaç duyulan şeylerdir.

Akide ve doğru menhec sahiplerinin hem kendileri hem de ümmet katında ayrışması için; mahkemeyi kabul etmeleri ve -herkesi tek bir potaya koymaları yerine-, bunları (akide ve menhec sahiplerini) kardeş edinmeleri, bunlara karşı velayet beslemeleri ve -komisyon ve kurmay birlikleri karşısında- onları desteklemeleri “Devlet” için daha doğru bir tutum değil miydi?

2- “Devletin”, mahkemeyi kabulünden önce, ‘grupların, kurmaylar, komisyon ve civar devletler hakkındaki tutumlarını açıklamaları’ şartını öne sürmelerinde de devletle müttefik değiliz.

Zira dinimizde, bir kimse muhakeme olunmak için Allah’ın kitabına çağrıldığında, ‘öncelikle hasmının akidesinin doğru olması’ şartının öne sürülmesi nerede bulunmaktadır? Resulullah (sallallahu aleyhi ve selem) hasmı Yahudiler olduğu halde Sa’d b. Muaz’ın(radiyallahu anh) hakemliğini kabul etmemiş miydi? Avnu’l-Mabud adlı eserin sahibi, ‘bir kâfirin bir Müslüman ile davası olduğunda mahkemenin vacip oluşunda icma olduğunu’ nakletmiştir.

Başlı başına böyle bir şart koşmak, Allah’ın kitabı ve Resulünün sünnetine başvurmak mıdır yoksa “Devlet’in” yükselttiği ve ‘kendisinin bununla diğerlerinden ayrıştığı’ şiarlarına zıt bir tutum mudur?

Eğer yarın “Devlet” işleri ele alır ve bir dava üzerine halktan birisi gelirse, “Devlet” ona, ‘davasına bakmadan önce akide ve menhecini açıklama’ şartını koşacak mıdır?

“Devletin” bu şartları, “ümmet girişiminin” belirttiği ve diğer gruplarla aralarında hüküm verecek olan hakimler hakkında getirmelerini anlayabilirim. Çünkü bu hakimlerin menheclerindeki bozukluk, verecekleri hükümlerdeki bozukluğu gerektirecektir. “Girişim” hakimlerin –bildiğimiz üzere- tümünün akidelerinden razı olunan mücahidler olduklarını belirtmektedir. Bunu söyleyen, “Cihat davetçileri merkezi” başkanı, -bildiğimiz üzere- akide ve menhecindeki saflığı ile bilinen Dr. Muhaysini’dir.

Ancak bunu hasımlarda şart koşmalarının hiçbir delili bulunmamaktadır.

Bu sapma niyedir? Gruplar, “Devlet” hakkında menhecle ilgisi olmayan meselelerde şikâyetlerde bulunmaktadırlar. Hatta kan, mal ve silah konularında davalardan bahsedilmektedir. Öyleyse niçin bu davalarda mahkemenin önüne geçilmesi için menhec ortaya sürülmektedir.

3- Taraf olan herkesin, ‘civar devletler hakkında akide ve menhecini ortaya koyma zorunluluğu’ konusunda da “Devlet’le” müttefik değiliz. Ancak herkesin bu konuda ‘batıl bir şey söylememekle sorumlu tutulması’ konusunda “Devlet’le” müttefikiz. Var olan taraflardan hangisi, ‘bu devletlerin meşru olduklarını’ veya ‘oralarda olan meselelerin iç meseleler olduğunu ve hiç kimsenin müdahale hakkı olmadığını’ açıklayabilir. Yada Şam’da kurulması ümit edilen İslam devletinin Sykes-Picot sınırlarını geçmeyen yöresel bir devlet olacağını söyleyebilir. Bu türden bir açıklama, tabi ki sahibinin menheci hakkında bir töhmet ve halel sebebidir.

4- Eğer “Devlet” mezkûr olan bu iki hususta (şeriatın hükmü ve civar devletler) hasımlarını, tutumlarındaki bozuklukla itham ediyorsa,müstakil hakemlik ithamının doğruluğunu ispat etmek için “girişimi" kabul etmesi daha yerinde olacaktır. Aksine bu ithamı mahkemenin önünde bir engel olarak tutmamalıdır! Devlet gibi bizlerde, bu iki hususta, mücahidlerde kapalılık bulunmasından hoşnut olmayız. Yine problemin ortaya çıkarılmasına, çözümlenmesine ve -insanların sakınmaları için- tedaviyi kabul etmeyenlerin ortaya çıkarılmasında son derece istekliyiz.

Ancak tüm bunlar, delillerin sunulduğu, ithamların doğru olup olmadıklarının ortaya çıkacağı, hakemlerin hükmüyle birlikte, varsa doğruluk ve yanlışlık dereceleri ve bu ithamlardan kendisine nispet edilen grupların cevaplarının dinlenilebileceği müstakil bir mahkemede olmalıdır.

Savaşın, ithamların ve kanların akmasının sürdürülmesiyle birlikte, bunların hiçbirisi gerçekleşmeyecektir. İthamın doğruluğu ortaya çıkmayacak ve komutanlarının hayır üzere olduklarını zanneden askerler, cihatlarının İslam devleti için olduğunu ve “Devlet’in” onlara karşı bağiliklerinden ötürü savaştığını düşünerek, diğer grupların askerlerinin kanlarını dökecek ve daha sonra kendi ölülerine sahip çıkmak isteyen kendi halkının kanını heder görecektir. Değneğin ortasından tutulması ve ispat yada reddedecek bir mahkemenin önüne ithamların geçirilmesi, bunların dışında başka sorunlar da doğuracaktır.

5- Mezkûr olan iki hususta sorunlar bulunduğu konusunda bizler, “Devlet’in” hasımlarını tam anlamıyla temize çıkarmadığımız gibi aynı şekilde “Devlet’i” de temize çıkarmıyoruz! Zira “Devlet’in” hasımları şunları söyleyebilirler:

“Devlet” bizlere, İslam şeriatının hükmolunmasına zıt davranışı konusunda, eğilip bükülmeden şer’i tutumunu açıklamadığı sürece bu “girişimi” bizlerde kabul etmeyiz. Çünkü “Devlet” her hangi bir delil, şahit veya açık bir mahkeme bulunmadan, adam öldürüyor ve öldürdüğü kimse hakkında hiçbir delil bulunmadan,‘Celal bayırlı’nın haini, Hadrami nin mürtedi’ gibi hiçbir delili olmayan ithamlarda bulunuyor. Bu Allah’ın indirdiklerinden başkası ile hükümde bulunmadır. Bununla birlikte İslami şiarların yükseltilmesi ve insanlarla bunun üzerinden pazarlığa gidilmesi hiçbir yarar sağlamayacaktır!”

Şöyle de diyebilirler: “Eğer “Devlet” bizim mali kaynaklarımız hakkında ithamda bulunuyorsa, kendisi de bizim ona nispet ettiğimiz; mali desteğini, genel mülkleri, merkezleri ve silahları hakkı olmadan gasp ederek sağladığıyla ilgili tutumunu bize açıklamadığı sürece bu “girişimi” bizde kabul etmeyeceğiz. Yapılan bu zulüm, hakkımızda iddiada bulundukları zulümden daha aşağı olmadığı gibi, şiar olarak yükselttikleri şeriat ile hükmolunmayla da bir ilgisi yoktur!”

“Devlet”, adeta kendisi tüm ithamlardan beri, diğerleri ise şüphe yatakları gibi bir tutuma gitmemelidir. Bu kapı açıldığı taktirde, töhmetler atılacak ve “Devlet’in” hasımlarının da söyleyecekleri şeyler olacaktır. Peki, ateşkes ve mahkemeyi kabul yerine, bu atışmaların sürdürülmesi kimin çıkarına olacaktır?

6- Şeriatın hâkim olması vedemokrasi ve medeni devletler karşısındaki tutumun açıklanmasını Nusret cephesi kendi misakında talep etmişti. Eğer sözlerin fiillere muhalif olduğu söylenirse, bizde şöyle deriz: Bunu ispat edecek yada geçersiz kılacak olan, mahkemedir. Bu durumda “Devlet’in” talep ettiği üzere, şer’i tutumun açıklanmasının hiçbir yararı olmayacaktır.

7- “Devlet”, mahkemenin olabilmesi için hasımlarından, rafizi yapıların altında bulunan, cemaat, grup ve yapılar karşısında açık şer’i tutumlarını talep etmiştir. Yine civar devletlerle, istihbaratlarıyla yada batı devletlerinin istihbaratlarıyla ilişkiye giren, cemaat ve gruplar hakkındaki şer’i tutumun ne olduğunu istemiştir.


“Devlet’in” hasımlarından beklenen cevap ne olabilir? Şöyle söyleyebilirler:

Bizim tutumumuz,“Komisyon”,“Kurmaylar” ve birimlerinden, civar ülkelerden ve istihbaratlarından beriyiz. Ancak -üzerimizdeki bu zayıflıkla birlikte- bu merhalede onlara karşı savaşın bir vacip olduğunu düşünmüyoruz. Ancak bu şekilde bizi öldüren, sürgün eden, bize işkence eden ve kadınlarımıza tecavüz edenlere yoğunlaşabiliriz.”

“Devlet’in” hasımları şöyle de diyebilir: “Bizim tutumumuz,şerden kaçınma ve şerrin imtihanına girmemektir. Önceliklerin düzenlenmesi, saldırganın def edilmesine odaklanmamızı gerektirmektedir. Kötü ketibelerden bir saldırganlık vuku bulursa, kısasın müstakil bir şer’i mahkemeyle olmasına çabalarız yada onlara karşı yeni bir cephe açmadan düşmanlıklarını engelleyecek kadar onlara karşı mücadele veririz. Bu, o zaman onlara karşı ayrı bir uygulama olacağı otorite zamanına kadardır.”

Peki, bu, “Devlet’i” razı edecek midir? Eğer o zaman “Devlet” ‘savhalarla savaşmak Nusayrilerle savaşmaktan daha evladır’ derse, bunu ya da diğer görüşü tercih edecek kimdir? Bu aşamada, “Komisyonun”, “Kurmayların” ve tabilerinin meşru hedefler olduğunda devlete tabi olunması gerektiği hükmünü kim verebilir? Veya bunların hedef alınmasının, asıl savaşa harcanan gücü böleceği, herkese zarar vereceği ve ayrıca asıl hedeflerden mahrum kalınacağı hükmünü kim verebilir?

‘Bunun bir akide meselesi olduğu ve buna muhalefet edenin kafir olacağını’veya‘şer’i siyaset babından fıkhi bir içtihat olduğu’ hükmünü kim verecektir? Bu tür meselelerde ‘tutumun açıklanması’ şartının koşulmasının faydası nedir? Açıklamadan sonra da yeni ihtilaflar çıkacaktır ve bunlar hakkında da yine ancak müstakil bir mahkeme tercihte bulunabilecektir?

Entrikacılarla ilişkiye girmenin tüm şekillerinin her halükarda haram olduğu veya doğrudan silah almakla entrikacılardan alan kara pazardan silah alma arasında hiçbir fark yoktur. Önemli olan, bu silahların neye karşı kullanıldıklarıdır; saldırgan kâfire karşı savaşta mı yoksa -sahva ve hariciler adı altında- Müslümanlara karşı savaşta mı? Yada buna karşılık tavizler ve garantiler mi takdim edilmelidir?

“Devlet’in” şu sözünün hangi ketibeleri kapsadığına kim hüküm verecektir: “Şam’daki pis projelerini uygulamak için hükümetlere ve istihbarat birimlerine yardım edenler…” Bunlar, hükümetlere karşı takiye yapanlar mı, yoksa tüm kesimleri kışkırtıp, -sahvelerle savaş adı altında- Müslümanları iç savaşla meşgul ederek, fiilen projelerini gerçekleştirmede civar devletlere ve istihbaratlara yardım edenler midir?

Her iki tarafında -ifrat ve tefritleri arasında-Müslüman gençlerin yitirilmesi ile sonuçlanan bu olaylarda pay sahibi olduğu hükmünü kim verecektir?

Herhangi bir açıklama yada tutumun Allahu teala’nın şu buyruğunda ki beraate zıt olduğu hükmünü kim verecektir: “İbrahim ve onunla birlikte olanlarda size güzel bir örnek vardır. Hani kendi kavimlerine demişlerdi ki: "Biz, sizlerden ve Allah’ın dışında taptıklarınızdan gerçekten uzağız. Sizi (artık) tanımayıp-inkâr ettik. Sizinle aramızda, siz Allah’a bir olarak iman edinceye kadar ebedi bir düşmanlık ve bir kin baş göstermiştir.”(Mumtehina 4) Veya Allahu teala’nın şu buyruğunda olduğu gibi, şerden korunma babından olduğu hükmünü:“Mü’minler, mü’minleri bırakıp da kâfirleri veliler edinmesinler. Kim böyle yaparsa, Allah’tan hiç bir şey (yardım) yoktur. Ancak onlardan korunma gayesiyle sakınma(nız) başka.”(Ali-İmran: 28)

Tüm bu nedenlerden ötürü, ateşkesin ve müstakil mahkemenin kabul edilmesi ve “Devlet” cemaatinin koştuğu şartların koşulmaması gerekir. Sürekli olarak ‘kendilerine zulmedenlerden kısas alınacağı,acınmadan güçlerinin kırılacağıve onlardan el çekenden el çekileceği’ siyasetine devam mı edilecektir. Bu, yeniden hasmın da hükmünde bir olmasını, ona zulmedenlerin tanımını sadece kendisinin yapacağının, “acımadan gücün kırılmasının” tanımını kendisinin yapacağının yeni bir ifade şeklidir ki buda, kan sellerinin, karmaşanın ve zulümlerin daha da artması anlamına gelir.

Ey “Devlet’in” akıllıları! Kanların korunması ve ağrının giderilmesi için bu son fırsat olarak gözükmektedir. Allah’tan korkun, temiz grupların ve muteber ilim ehlinin kabul ettiği bu “girişimi” reddederek, hem kendi günahlarınızı hemde ümmetin günahlarını yüklenmeyin. Bu, bunlardan önce ve bunların üzerinde, en basit şekliyle; onun için çıkmış olduğunuz Allah’ın kitabına muhakeme olunmaya bir davettir!

Allahu teala’nın, şeriatına hükmolunmaya çağrıldığında ondan yüzçevireni zemmini ve ona itaat edeni övmesini hatırlayın:“Aralarında hükmetmesi için Allah’a ve Resulüne çağrıldıkları zaman, onlardan bir grup yüz çevirir. Eğer hak lehlerinde ise, ona boyun eğerek gelirler.

Bunların kalplerinde hastalık mı var? Yoksa kuşkuya mı kapıldılar? Yoksa Allah’ın ve resulünün kendilerine karşı haksızlık yapacağından mı korkuyorlar? Hayır, onlar zalim kimselerdir.

Aralarında hükmetmesi için, Allah’a ve resulüne çağrıldıkları zaman mü’min olanların sözü: "İşittik ve itaat ettik" demeleridir. İşte felaha kavuşanlar bunlardır. Kim Allah’a ve Resûlü’ne itaat ederse ve Allah’tan korkup O’ndan sakınırsa, işte ‘kurtuluşa ve mutluluğa’ erenler bunlardır.”(Nur 50-52)

Allah’tan, hepimizi, sevdiği ve razı olduğuna hidayet etmesini istiyorum. Es-selamu aleykum ve rahmetullah.

Kaynak: Turkish News
http://www.turkishnews.com/content/...binin-isidin-ummet-girisimini-reddine-yorumu/


Nusret Cephesi Seriat Komitesi adina Abdullah Sami'nin ISID Aciklamasi:


flag_of_jabhat_al_nusra1_by_gultalibk-d6wxfpz.jpg


Nusret Cephesi Şura Meclisi ve Şeriat Komitesi üyesi Abdullah El Şami Suriye’de Nusret cephesi ve IŞİD arasında cereyan eden sorunlara ilişkin 04 Mart 2014 günü bir ses kaydı yayınladı.


1 saat 15 dakikalık yayınlanan ses kaydında güncel gelişmelere değinen Abdullah El Şami, cephenin IŞİD karşısında alacağı tavrı ve IŞİD’ın Irak’ta yaptıklarını Suriye’de de yapmak istediğini, ISID’in bir sene önce kurulmasından itibaren işlediği, Nusret Cephesinin bizzat yaşayıp tecrübe ettiği bazı cürümlerden bahsedererek buna benzer bir çok konu hakkında önemli açıklamalarda bulundu.


İşte Nusret Cephesi Şura Meclisi ve Şeriat Komitesi üyesi Abdullah El Şami’nin Suriye’de Nusret cephesi ve IŞİD arasında olanlar hakkındaki önemli konuşmasının tam metni


Allah Resulü Muhammed, salat ve selam üzerine olsun, buyurmuştur ki: “Sizden öncekileri yok eden dinde aşırılıktan sakının.”


Allah mücahidlere sekülerlerin projelerini açığa çıkarmalarına yârdim etti. Bütün bu projeler Müslümanları Haçlılara kul etmeyi hedefliyor. Ayni şekilde Allah Mücahidlere haklarından feragat etmeyi telkin edenleri (Suud âlimleri) de açığa çıkarmaya yârdim etti. Mücahidler önceki projelere odaklanıp yanlışlıklarını ümmete açıklamış ve planları bozmuştur.


Geriye Mücahidlerin insanları aşırıya giden kişiler hakkında uyarması kalmıştır. Bu aşırılıklar cihadı tehdit etmektedir. Önümüzde aşırılıkların cihadı sabote ettiği bir Cezayir örneği vardır. Cezayir tarihini okursanız, ihtiyaç olduğu halde neden orda bir Tunus yahut bir Libya gibi devrim gerçekleşmediğini anlarsınız. Bunlarla 90’larin baslarında yaşananları kastediyoruz, simdi burada geçmişten dersler alan kardeşler vardır. Ve bu kardeşler Şeyh Ebu Musab Abdulvedud (İslami Magrib El Kaidesi lideri) öncülüğünde yeni bir cihad yolunda yürümekteler. Cezayir’deki problemleri Suriye’de yasamamak için IŞİD grubunu açıklamak ve yasadıklarımızın resmini net bir şekilde çizmek zorundayız.


Ebu Katade ve Makdisi gibi âlimlerin IŞİD’e savaş açmama yönündeki tavsiyeleri bize ulaştı. Bu mesajlara IŞİD’le olan mücadeleyi genişletmeyerek ve mücadelemizi bize saldırdıkları bölgelerdeki tecavüzlerini püskürtmekle sinirli tutarak cevap veriyoruz. Bu onlar İslami Mahkemeyi kabul edene kadar devam edecektir. Halep’teki savaşçılarımıza Sarkiye’deki kardeşlere yardım etmeleri çağrısında bulunuyoruz.


Âlimlere Suriye’deki mücahidlere yönelik talimat ve tavsiyelerini artırmaları çağrısı yapıyoruz. Bu vesileyle biz de IŞİD hakkındaki Şer’i pozisyonumuzu belirtiyoruz.


Birincisi IŞİD fikriyatı ve akidesinden masum olduğumuzu, bu ideolojinin bizden yahut El Kaide’den olmadığını belirtiriz. Özellikle Usame bin Ladin, Eymen Zevahiri, Yahya ve Atiyyetullah Libi, Ebu Musab Zerkavi’nin mesajlarına baktığınızda menhec ve metotlarında, kendileri ile ayni fikirde olmayanlara karşı muamelelerinde –IŞİD ile aralarında- acık farklar görürsünüz. IŞİD doğru yoldan sapmıştır. Zerkavi’nin bu akideden masumiyetini vurgulamak istiyoruz, O kendisine muhalif olanları tekfir etmemiştir. Zerkavi çalışabildikleriyle çalışır, kendisine muhalif olanlarla savaşmak için Amerikalılarla olan savaştan yüz çevirmezdi.


İnsanlar sanıyorlar ki Nusra ile IŞİD arasında problemler IŞİD ilan edildiğinde başladı. Bu doğru değildir. Bu ilanın sebebi, IŞİD’in Irak’taki hatalarını Suriye’ye taşımak istemesidir ve Nusra –ilandan önce- 9 ay buna tahammül etmiştir. Kaldı ki Nusra ve IŞİD bu konuda anlaşma yapmıştı ve Bağdadi Cevlani’ye “Irak realitelerini Suriye’ye taşımanın intihar olacağını” söylemişti. Irak cihadının birçok olumlu noktası olduğunu kimse inkar etmiyor, ancak burada Irak’ta yapılan ve her yerde olabilecek yanlışlardan bahsediyoruz.


Devlet ilanını reddedişimiz Suriye halkının üzerine kendini Şura olmaksızın empoze etmenin Ehli Sünnetin menhecinde yeri olmadığı gibi bazı gerekçelere dayanıyordu. Burada Şeriat isteyen birçok grup bulunmaktadır ve bu Suriyelilerin hakkini ihlal olacak, cihada zarar verecekti.


Irak’ta ise yarayan metotların Suriye’de de ise yarayacağını düşündüler ve bütün stratejilerini bunun üzerine kurdular. IŞİD’in ilan edilmesinin sebebi Nusret Cephesi ile El Kaide merkez arasındaki bağlantıları kesmekti. Bu, Bağdadi’nin aracılara söylediği şeydir. Çünkü devlet ilanı için gerekli unsurlara sahip değillerdi. Nasıl olmayan bir şeyi ilan edip de sonra o ilan edilen şeyi kurmaya girişebilirsiniz?


Bağdadi’ye Irak İslam Devleti aracılığı olmadan El Kaide ile doğrudan iletişim kurmamızın kendisi tarafından kabul edilip edilmeyeceğini sorduk, evet dedi. Bağdadi gibi bölge komutanları, parçası oldukları El Kaide’ye danışmaksızın böyle önemli kararlar alma yetkisine sahip değillerdir. Bölge komutanı yetkilerini asmakla günah islemiştir. Ki Bağdadi aracıların önünde devlet ilanının (IŞİD) erken yapıldığını itiraf etmiştir. Eğer kendisi müçtehit ise ve hatasının farkında ise bu hatadan dönmelidir. Kendisi hatada ısrar etmekle günah işlemektedir ve ona uyarsak biz de günah islemiş olacağız. Bağdadi’ye itaat etmemenin Selefte de benzer örnekleri vardır (Burada Halid bin Velid’in esiri infaz emrini reddeden bir sahabiyi örnek veriyor).


İki taraf da hakemliğine razı olduğu ve ikimizin de lideri olduğu için bu meseleyi Zevahiri’ye ilettik. Bize tüm meseleleri Şeyh’e danışmamız söylendi ve yaptığımız da bu idi. Şeyh’ten gelen karar ise Suriye’de El Kaide’nin şubesinin Nusret Cephesi olduğu idi.


Ancak IŞİD Zevahiri’nin hükmünü reddetti ve mütecaviz hareketlerine devam ederek Suriye’yi bugünkü uçuruma sürükledi. Nusra’yı mütecaviz taraf ve münafık olmakla, bozgunculuk yapmakla suçladılar, bazen de mürtet ilan ettiler. Nusayrilerle savaşan grupların çoğunu da mürtet ilan ettiler. Burada IŞİD’in bir sene önce kurulmasından itibaren islediği, bizim bizzat yasayıp tecrübe ettiğimiz bazı cürümlerinden bahsedeceğiz:


A- “Devletlerini ve ideolojilerine meşruiyet kazandırmak için El Kaide merkez ile olan ilişkilerini çarpıtmak, bizlere ve mensuplarına Zevahiri’nin hükmüne itaat edeceklerini söylemeleri gibi yalan ve hilelere başvurmak”. Bağdadi Usame bin Ladin’e biati olduğunu, olumundan sonra Zevahiri’ye biat ettiğini söyledi. Buna dayanarak Cevlani Bağdadi’ye biat etti. Sonraları ise IŞİD, amirine (Bağdadi’ye) itaatsizlik eden asker (Cevlani) hikâyesini uydurarak askerleri nezdinde Nusra’yı itibarsızlaştırmaya çalıştı. Zevahiri’nin nihai hüküm verilene kadar her şeyin dondurulduğunu bildiren ilk mesajı geldiğinde bunu gizlediler. Zevahiri’nin nihai hüküm mektubu gelene kadar Nusra üslerine ve mülklerine tecavüzleri devam etti ve mesajı da gizlediler (IŞİD’e Irak’a dönmesini emreden mektup- çevirmen). Bu sefer IŞİD üyelerine bu mektubun gerçek olup olmadığının bilinmediğini söylediler. Ayrıca hükme itaat etmemek için Zevahiri ile olan münasebetlerinin sadece kurumsal olduğunu ve bu mektubun son karar olmadığını söylediler. Ayni zamanda cihad liderlerini lekelemek için taraftarları arasında bir kampanya yürütüyorlardı.


B- “Nusra’nın mallarına el koymak”. Devlet ilanından sonra Nusra üslerini ve askeri kamplarını ele geçirdiler. O zaman Nusra Zevahiri hüküm verene kadar bütün silahlara el koysalar bile IŞİD ile çatışmaya girilmemesi seklinde bir emir yayınladı.


C- “Maslahat için öldürmek”. Burada ümmet tek bir lider tarafından yönetildiğinde Müslümanları bölmeye çalışanların öldürülebileceğine dair uzun bir hadisi izah ediyor. Ve bu IŞİD çevrelerinde öğretilen şeydir ki biz buna kendi gözlerimizle görene kadar inanmadık. Bu Bağdadi’nin halife olduğu ve IŞİD askerlerinin bu gerçeğe dayanarak amel edecekleri anlamına gelmektedir. Bu yoruma göre Nusra bölücü olmaktadır.


D- “Yolları kesmek”. Rakka’da tüm Müslümanların yararına olduğu halde buğday gibi Nusra’ya giden malzemeleri engellediler. Bunu (yol kesmeyi) İslami bir elbise içinde sundular ve dinleri için iyiymis gibi bunu askerlerine ogrettiler. Son zamanlarda bu davranışlar ön cephedekilerin tedarik yollarının kesilmesine kadar vardı. Mesela Deyrizur’da yüzlerce Nusra savaşçısı mahsur kalmıştı.


E- “Rekabette sapkınlık”. Birisi kendileri ile anlaşmazlığa düştüğünde, daha önce kendisini övmüşlerse bile ona karşı tavır almak ve itibarsızlaştırmak. Nusra liderleri, Zevahiri, Iyad Kuneybi ve Ebu Süleyman Muhacir gibi ilk fitnedeki aracılar. Mesela önceleri Zevahiri’yi över ve kendisine itaat edilmesini söylerlerdi çünkü Zevahiri tabiatlarını öğrenmeden önce onları överdi. Ancak Zevahiri hükmünü verdiğinde Sykes Picot sınırlarını tanımakla eleştirmeye ve hükmüne karşı gelmek için Şer’i delillere sahip olduklarını söylemeye başladılar. Ayni şeyi Süleyman Ulvan, Ebu Katade ve Muhammed Makdisi’ye de yaptılar, bu kişiler kendileriyle anlaşmazlığa düşer düşmez “sahadaki gerçeklerden kopuk” olmakla itham edildiler.


F- “İhanet ve kalleşlik”. Kadı’larının barış anlaşması şartlarını müzakere etmek için Livau’t Tevhid’e elçi olarak gittiğinde yaptıkları buna örnektir. Livau’t Tevhid IŞİD kadısının emniyette olduğunu temin etmek için birkaç askerini rehin olarak IŞİD’e verdi. Burada IŞİD 3 kalleşlik sergiledi. Elçi kendisini patlattı. Bu birinci kalleşliktir çünkü elçiler öldürmez ve öldürülmezler. Sonrasında IŞİD anlaşmanın yapılacağı yere baskın yaptı ki bu ikinci kalleşliktir. Sonrasında IŞİD Livaut Tevhid rehinlerini infaz etti ve cesetleri bir köpek leşi eşliğinde geri gönderdi, bu da üçüncü kalleşliktir.


G- “Anlaşmayı bozmak”. Bağdadi’nin Zevahiri’nin hükmüne uyacaklarını söylemesi gibi. Hatta Bağdadi’nin yardımcısı “eğer hüküm Nusra’nın lehine olursa hepimiz Nusra oluruz” dedi. Yakın tarihte meydana gelen hadiselerde Nusra’nın arabuluculuk yaptığı bazı şehirlerde Nusra ile yapılan anlaşmaları bozmak. Mesela Nusret Cephesi, IŞİD ile Ceyşul Mücahidin arasındaki çatışmaya müdahale edip Şeyh Süleyman Kampı’nın Nusra’ya teslim edilmesi üzerine anlaşıldıktan sonra bu üsten koyun bombalanması.


H- “Cepheyi terk etmek”. Liderlerinden biri geri çekilip Nusayrilerin şehre girip öldürme ve tecavüzlerine karşı diğer grupların ne yapacaklarını izleyeceklerini söyledi.


I- “Takiyye yapmak”. Diğer grupların önünde söyledikleri şeyler kendi halkalarında iken tamamen tersidir. Mesela Adnani (IŞİD sözcüsü – çevirmen) ile Ahrar arasındaki gizli bir görüşmede Adnani’nin Ahrar’a akidelerinin doğru olduğunu söylemesi. Ahrar bunu yazılı bir bildiri halinde yayınlamasını söylediğinde askerlerinin gözünden düşmemek için yapmadı. Peki, Adnani askerlerine Ahrar’ın akidesi hakkında ne söylemişti?


J- “Yalan yere Allah’a yemin etmek”. Liderleri Zevahiri’nin hükmüne uyacaklarına dair Allah’a yemin etmişlerdi. Adnani “Allah’a yemin ederim hüküm geldiğinde itaat edeceğiz” dedi. İtaat etmediler. Tıpkı Hadrami’yi kaçırmadıklarına yemin ettikleri gibi (Sa’d Hadrami, IŞİD’in tekfir edip öldürdüğü Nusra Rakka emiridir- çevirmen).


K- “Şüpheli ve suçluları saklamak”. Nusra’dan para çalan bir adamı saklamakla kalmayıp Deyrizur’a vali tayin etmeleri gibi. Müslümanlara hatta Hadrami gibi mücahidlere işkence eden ve öldüren IŞİD’in Rakka valisi gibi. Ve Orman Şeriatı ile amel edeceğini söyleyip birçok kişi ve gruba saldıran Sahil (Lazkiye) valisi gibi. Ve Binnis’de İslami mahkemede iki kişiyi öldüren, sonra da IŞİD’e katılan Liva Davud gibi. (Liva Davud daha sonra IŞİD’den ayrıldı -çevirmen)


L- Sahve bulunduğu gerekçesi ile köylere saldırmak, Ahrar’a intihar saldırıları yapmak gibi pervasız davranışlar. Atiyyetullah el Libi’nin dediği gibi istişhad operasyonu düzenleyenlerin komutanları onları kandırmamalı ve şüpheli hedeflere göndermemelidir. Istişhadi neye saldırdığından emin olmalıdır yoksa Allah onu sorgulayacak ve cezalandıracaktır.


M- “Aldatmaca”. Sadece diğer gruplara değil kendi askerlerine karşı bile. Mücahidlere saldırırken PKK ile savaştıklarını düşünmelerini sağlamaları gibi.


N- Halid es Suri, Ebu Sa’d Hadrami, Ebu Reyyan, Muhammed Faris, Ebu Ubeyde ve başka liderleri öldürmek ve tehdit etmek. (Halid es Suri’nin ölümü hakkındaki) Beyanatları kendilerini suçtan temize çıkarmamıştır, daha ziyade saldırı emri vermediklerini söylemeleri kendilerini suça ortak etmiştir. Emir vermeseler bile savaşçılarını bu yönde kışkırtmaktaydılar ve suçluyu İslam mahkemesine teslim etmeleri gerekmektedir. Kendisini daha önce tehdit ettiler hatta onu öldüreceklerini söylediler. Ayrıca başka hangi grup Mücahid karargâhlarına ingimasi (intihar bombacısı) göndermektedir? Taziye bile yayınlamadılar ve sadece Rahimehullah dediler.


O- “Başka grupların haklarına tecavüz”. Rakka’da çatışmadan sonra tüm ganimetleri kendilerine almaları gibi, Rakka’da bütün tankları kendileri aldılar. Kendilerinden küçük ve zayıf gruplara sürekli saldırılar düzenleyerek silahlarına, mallarına ve üslerine el koymaları. (Haseke eyaletindeki) Sedadi şehrinde Ahrar karargâhına saldırıp silahları ele geçirmeleri ve aynısını daha sonra Nusra’ya da yapmaları gibi.


P- “İslami mahkemeyi reddetmek”. Daha sonra detaylı olarak anlatacağım şekilde bütün uzlaşma tekliflerini reddettiler.


Q- “On cephelerdeki mücahidlere saldırmak”. PKK ile savaşırken cephede Ahrar ve Nusra’ya saldırmaları, Nusayrilerle savaşırken Livau’t Tevhid’e saldırmaları gibi.


R- “Aşırılık”. Mesela tekfir meselesinde Hariciler büyük günahlar için tekfir yaparlardı. IŞİD ise çok daha küçük şeyler için tekfir yapıyor. Şeyhul İslam haricilerin günah sayılmayacak şeyleri günah sayıp tekfir ettiklerini söyler. Şeyhul İslam haricilerin işaretinin günahları sevap sayıp sevapları günah saymak olduğunu söyler. IŞİD kâfirle oturduğu için insanları tekfir etmektedir ki kafirle oturmak tek başına küfür yahut günah değildir. Aşırılıklarının başka bir işaret şüpheler ve ihtimaller üzerine tekfir yapmalarıdır. Grupları Sahve olarak adlandırmak ve onlara bu şekilde muamele etmek gibi gelecekte meydana gelme ihtimali olan şeylere dayanarak hüküm vermektedirler. Ve simdi kendileri ile savaşan herkes Sahve olarak adlandırılmaktadır ki bu kendi saldırganlıklarına karşı bir tepki olsa bile. Böylece kan dökmeyi helal kıldılar.


İslami Cephe ve diğer İslami gruplara, en sonunda da Nusret Cephesi’ne yaptıkları gibi. Deyrizur’la alakalı beyanatlarında demişlerdi ki: “Onlar Bati için çalışan Sahve ile ayni siperdedirler”. Onlar diyerek Nusra’yı kastediyorlar. Ya IŞİD Rakka emirinin ÖSO’dan biat aldığı için infaz edildiğini söylediği Ebu Sa’d Hadrami? Bu da mı irtidat? Ve biatteki aşırılıkları. Biat-i Umumi talep edip biat etmeyen herkesi günahkâr saymaları gibi.


Bunlar IŞİD’in Suriye’de islediği bazı suçlardır. 46. Alay kampında olanları ise aşağıda izah edeceğiz:


Etarib’deki çatışma başlamadan önce IŞİD Etarib’de bir ÖSO komutanını kaçırdı. Bu kişi kaçırıldığı bölgede ölü bulundu ve IŞİD sonra başka bir ÖSO üyesini kaçırdı. OSO Nusret Cephesi’nden korunma talep etti, bizse doğrudan müdahale etmek istemediğimiz için meseleyi Halep İslam Mahkemesi’ne havale ettik. Kampa (46. Alaya) IŞİD’in baskın yapmasından önceki gece IŞİD Livau’l Ensar’dan kontrol noktasını kendilerine bir gece ödünç vermelerini istedi. Livau’l Ensar kabul ederek kontrol noktasını terk etti. Sonraki sabah ise mevzilerini terk etmediler, silahları da geri vermediler, kampı muhasara edip içindekileri tehdit ettiler. Sonunda biz IŞİD dâhil herkesin kampı terk etmesi doğrultusunda anlaşmaya vardık ve her zamanki gibi IŞİD hariç herkes anlaşmaya uydu. IŞİD bu fırsatı kullanarak kampa baskın yapıp Nusra savaşçıları da dâhil bazı kişileri oldurdu. Sonra Kibt el Cebel köyüne ulaşmak için Etarib’i bombaladılar ve Nureddin Zengi grubu ile çatıştılar. Bu şekilde savaş başladı.


Sonrasında Ebu Reyyan hadisesi, Meskene’yi geri almak ve 46. Alay kampına yârdim etmek gibi sebeplerden dolayı Ahrar bazı cephelere dâhil oldu. Grupların çoğu haklarını almak için IŞİD’e karsı harekete geçti. IŞİD’in elinde esirleri bulunduğu için Livau’t Tevhid (LT) de bu grupların içindeydi. Livau’t Tevhid –esir değişimi için- bazı IŞİD üyelerini kaçırdı, IŞİD ise bunu bilmesine rağmen elindeki LT esirlerini infaz etmeyi seçti.


Rakka’da Ahrar&Nusra ile IŞİD arasındaki çatışmalar IŞİD’in bir Nusra kontrol noktasına saldırmasıyla başladı ve iç savaş patlak verdi. Rakka’da binalara keskin nişancılar yerleştirdiler, Tel Abyad’i bombaladılar. Bir hastaneye girip yaralı Ahrar savaşçılarını öldürdüler. Rakka’da 70 Nusra savaşçısı ve 100 civarında Ahrar savaşçısı öldürdüler.


Dana şehrinde ise IŞİD her taraftan sarılmıştı, bu yüzden şehri Nusret Cephesi’ne teslim etmeye karar verdiler. Nusra şehre girip sancağını diktikten sonra ise anlaşmayı bozdular. Nusra şehirden çekildi ve IŞİD zorla şehirden çıkarıldı. Aynisi diğer yerlerde de oldu, üslerini/şehirlerini Nusra’ya devrettikleri bölgelerin çoğunda anlaşmayı bozdular.


Halep’e gelince, Meskene’de Ahrar ile IŞİD arasında çatışmalar olmuş, IŞİD bazı Ahrar üslerini ele geçirmişti. Hastanedeki herkesi infaz ettikten sonra çekildiler, medyadaki resimler gerçektir ve Nusra’dan da bir kişiyi öldürdüler. Hastaneyi geri vermeleri gerekiyordu ancak bunun yerine herkesi oldurup geri çekilmeyi seçtiler. Kadınlarına tecavüz edildiği bahanesiyle doğudan Ömer Şişani’yi getirdiler, eğer bu iddia doğruysa bizim şehadetimiz onların namusundan önce gelecektir. Fakat IŞİD bunu tekfir edip Sahve diye adlandırdıkları gruplara karsı insanları kışkırtmak için bir araç olarak kullandı. Sisani El Bab’a girdiğinde Halid es Suri ile arasındaki anlaşmayı bozdu ve hala orada savaşmaktadır. Halep’teki gruplar üzerindeki IŞİD baskısı bazı grupların IŞİD saldırılarını püskürtmek için cepheden çekilmesine yol açtı. Rejim de bu fırsatı kullandı, bugün Halep tehlike altındadır. IŞİD Badiye’ye (doğu Humus) çekildikten sonra tecavüzlerine orda da devam etti. Haseke’de PKK ile savaşırken Ahrar’a sildirdi, bazıları kaçtı bazılarını ise biate zorladı. Bu hadiseyi Deyrizur’da Nusra’ya saldırarak bazı üslerini ve petrol rafinerisini işgal etmeleri takip etti. Yüzlerce askerimizin olduğu yerde tedarik yolunu kestiler. Ve bu Deyrizur’da iç çatışmanın başlamasının tek sebebi de değildir. Bu Nusra ve İslam Mahkemesi’ne yönelik aylar suren saldırılardan sonra başladı.


IŞİD’in planı tüm doğu bölgesini ele geçirip diğer grupları kovmaktı. Nusra kendilerine bir mesaj göndererek mahkeme istediklerini bildirdi. Cevaben “bu daha başlangıç” dediler. Sonra Nusra IŞİD’e ültimatom verdi ve üslerini geri almaya hazırlandı. Sonra IŞİD Haseke’deki Nusra üslerine saldırarak Nusra’yi Deyrizur’a çekilmeye zorladı. Çatışma başladıktan sonra Nusra konvoyuna saldırması için bir intihar bombacısı gönderdiler fakat bu kişi açığa cifti. Sonraki gün başka bir intihar bombacısı gönderdiler, bu kişinin yolda arabası bozulunca itmeleri için insanlardan yârdim istedi. İnsanlar araçtaki bombayı görünce şüphelendiler ve IŞİD savaşçısı aracı patlattı. Ayni IŞİD’in Nusra liderinin evine 3 intihar bombacısı göndermesi gibi. Ayni başka bir liderin evine motosikletli intihar bombacısı göndermeleri gibi, orda 2 çocuk yaralandı ve hala hastanedeler. Mayadin’de Ahrar’a karsı bombalı araçlar kullandılar. Nusra başından beri uzlaşma yolunu seçti ve Şeriata uyma çağrısı yaptı. Fakat ilk günden beri IŞİD bütün uzlaşma cabalarını reddetti, bunları şimdi anlatacağız:


A- Zevahiri’nin hükmü ve Halid es Suri’yi arabulucu ataması. Bunu reddettiler hatta Halid es Suri’yi öldürdüler.


B- Cevlani Nusra’nın liderliğini bırakmayı, hem Irak İslam Devleti hem Nusra’nın yeni lider seçmesini teklif etti. Reddedildi.


C- Cevlani, Abdulaziz Katari ile haber göndererek El Kaide ismi altında birleşmeyi, ancak Nusra politikasını sürdürmeye devam etmeyi teklif etti. Reddedildi.


D- Birinci fitneden sonra Süleyman el Ulvan’in girişimi. Reddedildi.


E- Bütün gruplarla barış anlaşması imzalamaları için temasa geçtik. Ahrar, LT, Sukur’us Şam vb hepsi kabul etti. IŞİD kabul etti, ancak sadece bir bölge için. Bu da o bölgede kuşatma altında olduklarından kuşatmanın kaldırılmasını istemeleri sebebiyledir.


F- Cevlani’nin anlaşma yapılmasını teklif eden halka acık beyanatı. Reddedildi. Sonra Adnani’nin kan damlayan açıklaması geldi: “Kan içip kemik yiyen aslanlarla dolu ordularımız var”. Allah askına, kiminle konuşuyorsun Adnani? Irak’ı işgal eden Bush’la mı? Yoksa Nusayri Fatihi Halid es Suri ile mi?


G- Zevahiri’nin teşebbüsü. IŞİD tarafından umursanmadı.


H- Ve Şeyh Muheysini’nin girişimi. IŞİD pratikteki problemlerle alakası olmayan şartlar ileri sürerek dolaylı olarak bunu da reddetti.


Bütün bu barış girişimleri ve âlimlerin desteğinden sonra Bağdadi’nin kendileri ile savaşmayanlarla savaşmayacaklarını söylediği mesajı geldi. IŞİD’e saldırmadıkları halde Sarkiye’deki (doğu bölgeleri Haseke ve Deyrizur kastediliyor- çevirmen) tüm saldırılar Bağdadi’nin açıklamasından sonra geldi ki orda iç çatışma yoktu. Bağdadi adamlarına zulme karşı koymalarını söylüyorsa bunun yolu İslam Mahkemesi’dir, silah bırakıp IŞİD üslerinde Allah’a tevbe etmek değildir.


Son girişim Cevlani’nin 5 gün içinde kayıtsız şartsız İslam Mahkemesi’ne gitmeyi kabul etmeleri ültimatomuydu. Bütün bu olanlardan sonra emin olduk ki IŞİD kendileri ile savaşmayı İslam’la savaşmak saymaktadır. Resmi beyanatlarında olmasa bile davranış biçimleri bu şekildedir. IŞİD sahte mazeretlerle Allah’ın kanunu ile yargılanmayı reddetti, Mücahidlerle savaştı ve yanlış yorumlarla kanlarını ve mallarını helal kildi. Yani IŞİD Şeriatın bir kısmının hükmünü reddeden Taifetul Mumtenia’dir (inkarci taife). (Burada Şeriatla alakalı izahlar yapıyor çevirmen). Problem kendi yorumlarıyken yaptıkları aşırılıklara şaşırmamalıyız, tüm Ehli Bidat bu şekilde başlamıştır. IŞİD’in kendileriyle anlaşmazlığa düsen insanlara muamele sekli ve tekfirleri Hariciler gibi gruplarla benzer özellikle taşımaktadır. (Burada Haricilerle alakalı izahlar yapıyor).


Haricilerle IŞİD’de bulduğumuz ortak nokta şüphe ve ihtimallere dayanarak tekfir etmede acele etmeleridir. Yalnızca bir kişiyi tekfir etmek bile çok tehlikelidir ve büyük âlimler hariç kimse bu meselelere girmemelidir. (Daha fazla izahatlar).


Haricilerle paylaştıkları başka bir özellik ulemaya saygısızlık ve ciddiye almamaktır. Askerlerine ulemayı dinlememelerini soyluyorlar. Ebu Katade ve Makdisi gibi ulemanın ve cihadın liderlerine kendileriyle ayni fikirde olmadıkları için ithamlar yönelttiklerini görebilirsiniz.


Haricilerle paylaştıkları başka bir özellikleri insanların imanını sorgulamak ve test etmektir.


Haricilerin başka bir özelliği Müslüman öldürmek ve kâfirlerle savaşı terk etmektir. (1 yıl içinde) Esad’a yapılan 10 intihar saldırısına karsı Mücahidlere 1 ayda 40 intihar saldırısı yapıldı.


Yani IŞİD Şeriatın hükmünü reddeden saldırgan taraftır (Taifetul Mumtenia) ve Haricilere en çok benzeyen gruptur. Bunların dışında Haricilere benzemeyen özellikleri de vardır; anlaşmayı bozmak, takiyye yapmak ve yalan yere Allah’a yemin etmek gibi. Ve bugüne kadar Allah’ın kanunu ile yargılanmayı reddettiler, bu sebeple İslami acıdan bu grupla savaşmaya izin vardır. Bu da birkaç sebepten dolayıdır:


A- Bize ve mallarımıza karsı saldırıyı başlattılar, bu sebeple İslami açıdan onlarla savaşmamıza izin vardır (Şer’i delil gösteriyor).


B- IŞİD diğer gruplara saldırıları başlatan taraftır (Tekrar Şer’i delillerle izah).


C- IŞİD Nusayrilerle savaşta en büyük engeldir, bu engeli kaldırmak vaciptir.


D- Tekfir konusunda IŞİD, hariciler gibi bidat ehlinin yorumlarına başvurmaktadır. Bunu terk etmezlerse kendileriyle savaşmaya izin vardır.


E- IŞİD mücahidlerin ikmal yollarını kesmiştir. İkmal yolları kesildiğinde savaşmaya izin vardır.


F- IŞİD suçluları saklamaktadır. Bu kişileri İslami Mahkeme’ye teslim etmek istemezlerse kendileriyle savaşmaya izin vardır.


Burada bir noktayı netleştirmek istiyoruz:


Biz intikam almak veya şahsi hesaplarımızı görmek için savaşmıyoruz, saldırıları başlatan da biz değiliz. Biz onlarla Fitne’den dolay değil, bize yaptıkları tecavüzler sebebiyle savaşıyoruz. Bizi buna zorlamasalardı onlarla savaşmazdık çünkü Nusayrilerle savaşmak bizim birinci önceliğimizdir. Amerikan uşakları Suriye Ulusal Koalisyonu, Suriye Askeri Konseyi gibi oluşumlarla işbirliği yapmıyoruz. Ve IŞİD’in kâfir ilan ettiği herkes bizim nezdimizde kâfir değildir, mesela İslami Cephe. Savasımızın IŞİD’in Bati destekli kuklalarla savaşına denk gelmesi bizi endişelendirmiyor. Biz IŞİD’in tecavüzlerini def etmek için savaşıyoruz, bu iki savaşın tesadüf etmesi başka, ittifak etmek ise tamamıyla başka şeydir.


Bu bahsettiğimiz şeyler her asker için geçerli değildir, ancak genel olarak grup için geçerlidir. Muhacirler bizim kardeşimizdir, hicret ettikleri için bizden daha iyi insanlardır, Nusra’da yüksek mevkilerde olan muhacirler vardır ve kendilerini hala kabul etmekteyiz. IŞİD’le olan mücadelemiz Ensar-Muhacir kavgası değildir ancak IŞİD böyle bir resim çizmek istemektedir. Savaşçılarının çoğu muhacir olduğu için bu propagandayı yaparak IŞİD’den başka gidecek yerleri olmadığını telkin ediyorlar.


Sonuç olarak IŞİD’in fikirlerinden masumiyetimizi ilan ediyoruz ve Nusayrilerle savaşa odaklanmak için, kan dökülmesini önlemek için Cevlani’nin Şeriat Mahkemesi’ni kabul etmeniz cağrısını tekrar ediyoruz. Müslüman ümmetine geri dönerseniz sizi affedecektir. Ancak geri dönmezseniz ümmet nerdeyse hedefini (Esad’ı devirmek) tamamlamak üzere olan cihadı sabote ettiğiniz için sizi affetmeyecektir.


Nusret Cephesi Şura Meclisi ve Şeriat Komitesi üyesi Abdullah El Şami tarafından yapılan açıklamayı Ekrem

YILMAZ islahhaber.net için Türkçeye tercüme etmiştir.

Kaynak: Haksöz Haber

http://www.haksozhaber.net/nusret-cephesinden-isid-aciklamasi-45689h.htm


 
H Çevrimdışı

Hattab Amedi

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Esselamu Aleykum ve Rahmetullah
BÖLÜM - 3


Devletu'l Islam, Islam Devleti Mi? Bir Direnisciden Mektup:

nusret-cephesi.jpg


Suriye'de IŞİD ile İslami gruplar arasında yaşanan çatışmalar hakkında Türkiyeli bir direnişçi tarafından internet sitemize gönderilen mektubu ilginize sunuyoruz

Mektup Suriye direnişi içerisinden yazıldığı için önemli detaylar içeriyor.

Mektubun tam metni:

Devlet ul İslam, İslam Devleti mi ?

Hamd muttakilerin velisi olan ve din düşmanlarını yenik düşüren Allahu Teâlâ'ya aittir.

Salatın en güzeli ve selamın en mükemmeli, büyük hesap günü olan kıyametin biraz öncesinde kılıçla gönderilen, rızkı mızrağının gölgesi altında bulunan, zillet, horluk ve alçalmanın emrine muhalefet edenlere verildiği şanlı elçisi Rasulullah'a (s.a.v) ve O'nun bize öğrettiği şekilde yolundan giden, şirkten beri olmuş bütün müslüman, mücahid kardeşlerimize olsun...

Bu risale canlarını biricik İslam Devletlerini korumak ve kurtarmak için feda etmeye hazır muvahhid kardeşlere, üzerimizdeki vacibiyetin yerine gelmesi ve onların farkında olmayarak dalalet ehline meyletmemeleri için hazırlanmıştır. Allah subhan ve tealadan muvafakiyet dileriz..


Yaklaşık 10 yıldır hepimiz, Iraktaki mücahit kardeşlerimizin yürekleri ferahlatan filmleri ile rahatlıyoruz. Irakta yaptıkları sistemli ve başarılı operasyonlarla bütün cihad aşkı ile yanan gençlerin ulaşmak isteyip de ulaşamadıkları bir cihad akademisi oldu bu ümmet için, Irak İslam Devleti.


Müslüman medyasında dolaşan haberlere bakarsak, Şam beldesinde de tecrübesini artırmış ve bir çok bölgeyi kurtararak, halka yardım çalışmalarından, eğitime, belediye işlerinden, hastanelere kadar bir çok alanda Müslümanların bu son yüzyılda ulaşamadıkları başarılara imzasını atmıştı yine Zerkavi’nin torunları. Kurtarılmış bölgelerde ne kadar harami, hırsız yapılanma varsa hepsini çökertmiş ve dağıtmış, böylelikle savaştan ve zulümden yorulmuş olan halkına daha güvenli ve rahat bir yaşama ortamı sunmuştu Irak ve Şam İslam Devleti.


Kalbi islamın izzetli günlerini aramakla çarpanlar, şirk dolu dünyadan kaçacak bir tevhid binası arayanlar için bundan daha sevindirici, daha güzel bir haber elbette olamazdı. Bu günleri gösteren Rabbimize hamdolsun ki artık yer yüzünde bizim gibi sağlam akide sahibi kardeşlerin kurduğu, Allah azze ve cellenin kanunlarından başkasına asla yüz vermeyecek olan, dostluk ve düşmanlık akidesini olması gerektiği gibi kavramış, Müslümanlara şefkatli, Kafirlere ise şiddetli bir izzet devleti artık kolaylıkla ulaşabileceğimiz kadar yakınımızdaydı.


Büyük bedeller ödeyerek 10 yıldır tecrübe üzerine tecrübe ekleyen bu mücahit kardeşlerimiz elbette kendilerini bekleyen dış düşmanlar kadar iç düşmanlarında oyunlarını biliyor ve bunlara karşı hazırlık yapıyorlardı. Askerlerine; bekleyin, yakında işbirlikçilerle karşılaşacaksınız, sizi dışarıdan yıkamayanlar içerden yıkmak için saldıracaklar. İslam Devletinin kurulmasını istemeyen kafirler üzerinize aç kurtlar gibi işbirlikçileri gönderecekler fakat, biz onların tuzaklarını İnşaAllah başlarına geçireceğiz diye nasihatte bulunuyorlardı. Gerçekten de tecrübeli olan onlardı ve söyledikleri de birkaç ay içinde, aynı söyledikleri şekilde gerçekleşmeye başladı.


2014 Ocak ayının ilk günlerinde El- Nusra hariç hemen bütün cemaat ve ketibeler Irak ve Şam İslam Devletine (IŞİD) savaş açtığını ilan ettiler. Gerçektende bunların büyük bir kısmı bu karar için Türkiye de toplanmış ve IŞİD a karşı savaşma sözüyle yardımlar almışlardı. 17 tane grubun bu karara imza attığı haberi IŞİD’ın içindeki hemen her mücahit tarafından bilinen bir gerçektir. Sonunda beklenen günler gelmiş ve Suriye deki Nizam kafirine karşı büyük operasyon hazırlığında bulunan İslam Devletimize, ansızın arkadan saldırmak suretiyle topyekun savaş açan işbirlikçi mürtetlere karşı savaşmak her muvahhit Müslüman üzerine farz ul ayn olmuştu.


Bütün bu süreç boyunca İslami medya, kardeşlerine oynanan oyunlardan, akide sahibi ilim talebeleri ise ne pahasına olursa olsun İslam Devletinin bu hain tuzaktan kurtarılması gerektiğinden bahsederek, kalbi Allah azze ve cellenin sevgisi ile çarpan gençleri bu sahalara adeta uçarcasına getirdi. Hakikaten, eğer bugün gidip gözbebeğiniz olan İslam Devletini savunmazsanız, bacılarımızın namuslarına saldıran bu mürtetlere karşı savaşmazsanız, nerede kaldı sizin Müslümanlığınız sesine kulak veren onlarca kardeş, bütün ihlasıyla yüce tevhid dinine ve kardeşlerine yardım edebilmek için bu seferberliğe gönüllü olarak katıldı ve hala katılmaya devam etmektedir.


Bu İslamın hakimiyetine susamış ve Adnani’nin deyimiyle işbirlikçilerin kanı ile sükunet bulacak olan İslam Devletinin aslanları, büyük bir iman ve benzeri görülmemiş bir cesaret ile düşmanı üzerine atıldı ve bu uğurda gereken ne varsa yapmaya başladı. Öyle ki; bastıkları bir mürtet merkezinin kapısını içerden kilitli görünce uzaklaş-uzaklaş diyerek arkadaşlarını yanından uzaklaştırdıktan sonra üzerindeki yeleği patlatarak kapıyı açacak kadar bu devlet için canını feda etmeye hazır olan yiğitlerin sayısı oldukça fazla idi.


Yukarıda, sağlam akide sahibi olan, Müslümanları Şam topraklarında hemen hemen tek çatı altında toplayan ve oynanan iğrenç tuzakları kafirlerin başlarına geçiren bir İslam Devleti, bazı İslami medya kuruluşları ve Şam beldelerine kısa süreli gidip dönen kardeşler aracılığıyla, sorumluluk sahibi Müslümanların gözleri önüne bu şekilde getiriliyordu. İşin doğrusu hangi muvahhid, Türkiye de oturup, bu olayları oraya gidip gelenlerden ve İslami haber sitelerinden takip edecek olsa, hiç şüphesiz oralara gider ve bu tevhid ve şirk, iman ve küfür savaşında IŞİD in yanında yerini alarak Allah c.c a en büyük kulluk görevini yapardı.


Bu risalenin yazılma nedeni, işte burada gizlenen aldatmalara karşı, ihlaslı muvahhitleri uyarmak ve olaylara karşı, duyduklarının dışında başka bir bakış açısı olduğunu sunmaktır.


Öncelikle bilinmeli ki; Şam cihadına gelip gidenlerin bir çoğunun olayları doğru tahlil edecek bilgilere ulaşma imkanı olmamıştır. Bir çoğu geldikleri cemaat tarafından merkezlere ya da Ribat yerlerine konularak dışarı dünya ile bağları kesildiğinden, bulundukları cemaat tarafından ne anlatılırsa, ancak o bilgilere ve bakış açısına sahip olabilmektedirler. Bu nedenle, olayları tahlil etmeden bu fitnenin bir tarafında olmayacağını söyleyenlerin bile bir zaman sonra “kafamda hiçbir soru işareti kalmadı” dediğine şahit olabilirsiniz. Böyle söyleyen kardeşe, soru işaretlerinin ortadan kalkması için hangi gruplardan insanlarla görüştün ? diye sorsanız, kendi grubundan başkası ile görüşmediğine şahit olursunuz. Olayları doğru tahlil edebilmek, bir çok bakış açısına ulaşabilen insanlar için bile kolay olmazken bunlar için nasıl mümkün olabilir. Bu bakımdan-Allah yolunda cihad etmiş mücahitlerin kıymetine zarar verecek bir kasıt bulunmadan-özellikle Şam cihadından gelenlerin bir çoğunun anlattıkları, yaşanan olayları doğru yansıtmamaktadır.


Bu risaleden murad edilen, anlatılanların hemen doğru kabul edilmesi değil, sorumluluk sahibi Müslümanları daha detaylı bir araştırma yapmaya teşvik etmesi ve bu sayede aldatılmamalarını sağlamaktır. Çünkü ortada Müslümanların birbirini öldürdüğüne dair mü’minlerin ahiretini helak edebilecek çok büyük ve korkunç bir iddia bulunmaktadır.


Gerçekten de olaylara ve olaylarla ilgili yansıtılan haberlere baktığımızda taraflar açısından meselenin çok fazla yoruma açık yönlerinin bulunduğunu görüyoruz. Bunların arasından ise hangisinin hak olduğunu anlamak, sahanın içindeki mücahitler için bile çok karmaşık ve zor görülmektedir.


Risalenin başında IŞİD ile alakalı anlatılan süreci, birde karşı taraf gözüyle ele alarak değerlendirmek gereklidir. Belki bu sayede cihad yolculuğunda büyük tecrübelerin sahibi Şeyh Zevahiri, Rabbani alimlerin en önde sayılan isimlerinden Ebu Katade Filistini, Ebu Muhammed Makdisi ve daha bunlar gibi nice büyük önder ve alimlerin, olayları doğru tahlil edip değerlendirecek feraset ve ilminin olmamasına şaşıranlar içinde, bir cevap bulunmuş olur.


Doğrusu, bu emir ve alimler, bizler gibi duydukları her haberin peşinden olayları değerlendiren, özelliklede ümmetin selameti ve akıtılan Müslüman kanları konu olduğunda, asla meselenin iç yüzünü anladığından emin olmadan, olaylarla ilgili açıklama ve yorumlarda bulunmazlar. Nasıl olur ki, ümmet onların ağzının içine bakarken, böylesine önemli olaylarla ilgili doğru bilgiye ulaşmadan açıklamada bulunsunlar. Aslında bu bile IŞİD ile beraber bu mürtetlere (!) karşı savaşmak isteyenlerin biraz durup düşünmeleri ve olayları daha iyi araştırmaları için yeterli bir sebeptir.


Bu açıdan Şam da neler olduğunu anlamak isteyenler, Şeyh Ebu Katade nin 2-3 ay kadar önce “Şam Mücahitlerine Nasihatler” isimli 4 -5 sayfalık risalesini, Şeyh Eymen’in IŞİD ve El-Nusra nın ihtilafı ile alakalı açıklamasını ve IŞİD emirlerinin bu risaleye cevaplarını, yine Şeyh Makdisi, Şeyh Ebu Katade ve Abdulaziz Et- Tarifi nin bu son olaylarla ilgili açıklamalarını, araştırmalarının içine mutlaka katmaları gerekir. Ebu Basir Tartusinin görüşlerini ise bu isimler arasında, mücahidler açısından Rabbani olma özelliğini yitirmiş olmasından dolayı zikretmeye gerek duymadık. Allah azze ve celle kendisine itibar edilen Rabbani alim ve emirleri (Allah c.c katında kimseyi temize çıkarmıyoruz.) ümmetin başından eksik etmesin.


Risalenin başında, IŞİD taraftarlarının aktardığı açıdan yazılan süreci, başka bir açıdan değerlendirmek istediğimizde öncelikle, Şam da ilan edilen Irak ve Şam İslam Devleti ilanına ve bu ilanın neleri ifade ettiğine kısaca göz atmamız gerekir.

Herkesin bildiği gibi beklenmedik bir zamanda Irak İslam Devleti, Şam’ daki uzantısı El-Nusra ismini iptal ederek Irak ve Şam İslam Devletini ilan ettiklerini açıklamıştı.


İslam Devletinin hasreti ile yanan, şirk toplumuna ve tağutlara karşı bilenen Müslüman bir genç açısından bu çok güzel bir haber gibi görünse de, aklı selim ve tecrübeli kişiler tarafından büyük bir hata olarak değerlendirilmiştir. İslam Devleti ilanına karşı çıkmanın, ya da bunu hata olarak görmenin nasıl bir haklı sebebi olabilir ki? tepkisinde bulunanlara, müslümanların bu zamandaki ilim ve emir sahiplerinin, IŞİD i bu süreçte neden desteklemediklerini iyi düşünüp, bu konuyu daha detaylı araştırmasını tavsiye ederiz.


Cevaplanması gereken soruların başında; IŞİD, kendi emiri olan El- Kaide’ye danışmadan devlet ilan etmek gibi önemli bir kararı neden almış ve açıklamış olabilir? sorusu gelmektedir. Bilinen sebeblerin en başında El-Nusra idarecilerinin, Iraklıların usüllerinden bıkıp onları pasivize etmeye başlaması gelmektedir. Iraklıların, yönetim kadrosuna gönderdiği bazı isimleri, bir zaman sonra El-Nusra nın pasif ve merkezden uzak bölgelere sürgün eder gibi ataması şüphesiz bunun ilk nedenlerindendir. Bereketlerin mücahitlere her yerden aktığı Şam bölgesindeki otoritesini kaybetmeden önce IŞİD, baştan beri planını kurduğu Irak ve Şam İslam Devletini, Şam daki otoritesini yakalamak adına zamansız da olsa ilan etmek zorunda kaldı.


IŞİD ın devlet ilanının sahada yankılarını ve yansımasını değerlendirecek olursak ;

Öncelikle bu ilanı, El-Nusranın emiri ile görüşüp anlaşmadan yaptığı için bu kararı, duruma el koyma, başka bir ifade ile darbe olarak adlandırabiliriz. Burada IŞİD in inanılmaz bir özgüvene sahip olduğu ve kendisini çok tehlikeli bir sürece hazırladığı açıkça anlaşılmıştır. Şöyle ki;

Özgüvene sahip olduğunun delili, El-Nusra ya karşı elinde yeterli sayıda ve görevde kadrosu olmadan bu darbe girişimine karar vermiş olmasıdır. El-Nusra çoğunluğu ensardan oluşan bir yapıydı. İçindeki muhacirlerin de bir çoğu, en azından bu darbede onların safına katılacağı güvenini verecek kadar IŞİD in asli kadrosu ile doğrudan iletişime geçmemişti.


Devlet ilanından hemen sonra El-Nusra, eğer IŞİD kadar kararlı ve sert olsaydı, çok kanlar aksa da adamlarının ve mallarının çoğu elinde kalır ve yoluna bu kadar yıpranmamış olarak devam ederdi. Fakat bunun aksine, müslüman kanının kutsiyetinin her şeyden önemli olması esasına göre hareket etti ve kendilerine saldıranlara karşılık vermedi.


Anlatılmak istenen IŞİD in elinde yeterli bir kadrosu görünmemesine rağmen bu darbeye kalkışması ve El-Nusra nın şiddetten kaçma eğilimine karşı, kendisinin şiddet eğiliminde olmasıdır. Eğer El-Nusra da IŞİD gibi saldırgan davransaydı kanlı çatışmalar yaşanacaktı ki, işte IŞİD in bu çatışmayı göze alması onun anlatılmak istenilen tehlikeli sürece hazır olduğunun ispatıdır. Yani o süreçten bu yana IŞİD, Müslüman kanının kutsiyetine yönelik hassasiyetini hiçbir zaman ortaya koymadı. O dönemde oralarda olan bir çok Müslüman yaşanan şiddet ve tehdit olaylarına şahit olmuştur.


IŞİD in özgüveninin diğer bir delili ise devlet ilanını kendi emiri olan Ez- Zevahiri’ye haber vermemesidir. Daha önce Irak İslam Devleti ilanında da aynı hatanın yapıldığı bilinmektedir. Şeyh Usame kardeşlerine hüsnü zan ile muamele ederek bu hatalarını önemsemeyip onları desteklemişti. Özellikle Şam’daki bu devlet ilanının yapıldığı dönemlerde, Zevahirinin, grupların birbirlerine yakın ilişki içinde olması tavsiyelerini sık sık yaptığını göz önüne alırsak, El-Kaide’nin Şam’da ki bu İslam Devleti İlanını onaylamayacağı açıktı. Netice itibari ile IŞİD, Zevahiri’nin böyle bir karara nasıl tepki vereceğini umursamadı ve bu aslında onun El-Kaide yi çokta önemsemediğini ortaya koymaktaydı.


Anlatılanlara göre Bağdadi, Zevahiri’ninIrak a dönünrisalesinden sonra şur’asını toplayarak itaat edeceğine söz verdiğini ve itaat edeceğini söylemiş, şu’rası ise buna karşı çıkmıştı. Buna rağmen Bağdadi, şer’i bir delil olmadığı sürece itaatten ayrılmayacağı konusunda ısrar etmişti. Beklenen şer’i delil, Zevahirinin risalesinden sonra ki, IŞİD’ın sözcüsü Adnani’nin ilim ve hikmet kokan ilk beyanatında bulunmaktadır.

Bunların dışında bölgede, kendisinin dışındaki, kafirlere karşı cihad eden diğer büyük İslami grupları önemsememesi ve onlarla devlet ilanı konusunda uzlaşmaya çalışmaması da IŞİD in büyük hatalarındandır. Sahada kendisi gibi mücadele eden gruplarla genel bir uyum içinde olması gerekirken, biz İslam Devletini kurduk, emirimiz Bağdadi’dir, size ise itaat etmek düşer anlamına gelen bu çıkış, normal olarak diğerleri tarafından tepki ile karşılanmıştır.


El-Nusra ile aralarında ki iktidar kavgasından dolayı, ortada hiçbir varlığı bulunmayan devletin ilanı, diğer bu gruplar tarafından normal karşılanabilir mi ? IŞİD sahadaki Ahrar uş Şam gibi diğer İslami gruplara güvenilirliğini ispat etmiş mi ki, onu daha tanımadan, sahada görmeden itaatine girsinler. Bağdadi ve onun soy ağacını ortaya koymak, büyük bedellerle başlatılan bu mücadeleyi teslim almak için yeterlimidir. Bunun yeterli olduğunu düşünmek bile bu büyük göreve ehil olunmadığının en güzel ve açık delilidir.


Sonraki süreçte IŞİD in attığı adımlar bunun büyük bir hatadan daha çok, menheci bir sapıklık olduğunu gösterdi. Evet… “ben İslam Devletiyim, benim mahkemelerim de yargılanacak ve bana itaat edeceksiniz” anlayışını, diğer hiçbir grup ile oturup konuşmadan, onların bu olaya vereceği tepkileri önemsemeden ve daha kötüsü bu tekelleşmenin ileride doğurabileceği problemleri, kaçınılmaz çatışmaları hesaplamadan daha da kötüsü hesaplayarak ve göze alarak, Şam cihadının sürecini böyle kısır bir sokağa çekmek menheci bir sapıklık değilse nedir.

IŞİD kendisinden başkasına hesap verme niyeti olmayan siyasetini belli etmeye başladığında, bugünkü çatışmaların yaşanacağı görülmeye başlanmıştı. Şam’da uzun süredir mücadele eden grupların hepsinin birden, yeni tanımaya başladıkları bir cemaate gidip itaat edeceklerini beklemek elbette en şiddetli fesattır. Yani birileri mutlaka buna karşı çıkacak ve geçmişini bilmedikleri bu sözde İslam devletine itaat etmeyecekti.


İşin doğrusu IŞİD bütün grupların ortak kurduğu ve kabul ettiği Şer’i Mahkemeleri itaat edilmesi gereken merkeze koyarak, kendisine bağlı olan mücahitleri de bu mahkemenin emrinde ve ıslahında kullansaydı, bu kurumda reformlar yaparak, onu hastalıklarından temizleseydi, belki de İslam Devletini kurma yolunda en büyük adımı atmış olurdu. Oysa bunun yerine, kendisini merkeze koydu ve sahada bulunan bir çok grup ve cemaatin tanımadığı, bilmediği karmaşık yapısına itaat edilmesini bekledi. Daha da kötüsü bu itaate yanaşmayanlara sert ve katı davrandı. Kendisini İslamın tek temsilcisi, kendisini kabul etmeyenleri ise İslamı istemeyenler olarak lanse etti.


Adalet ve takva sahibi her akıllı Müslüman bunu düşünmelidir. Şam cihadında bulunan bir çok yerli gruplar var ki, bunların çoğu cehaletten yeni çıkmış ve İslamı doğru anlama gayreti içindedirler. Ceyş ul Hür, Liva ul tevhid gibi gruplara bağlı nice yerli Müslüman mücahitler var ki, bunlar İslam şer’iatından başka bir yönetime razı olmayan, fakat sahada neler olduğunu anlayamayacak kadar şer’i siyasetten uzak müslümanlardır. İlim, adalet ve hikmet sahipleri, bu insanların bir çok oynanan oyun ve aldatmanın olduğu şu sahada, kendilerine İslam devleti diyen bu insanlara tabi olmamasını, mürtetlik olarak kabul edebilir mi? Hangi ilim ehli, sahih bir delil ile bu gruplara bağlı olan herkese mürtet hükmü verebilir? Irak ve Şam İslam Devleti ümmetin ittifakı ile bir İslam devletimidir ki onunla olmamak mürtetlik olsun.

2006 yılından günümüze kadar,bu Müslüman katillerine dur diyecek ümmetin alimleri nerede! diye haykıran, fakat bir muhatap bulamayan Irakta ki El-Ensar cemaatinin, Irak İslam Devleti aleyhinde ki haykırışları, Şam sahasında anlam kazanmaya başladı. El-Ensar’ında mı akidesinde sorunlar vardı acaba? El-Ensar’ın şikayetleri iftiraydı ama bu gerçek mi demeliyiz?


Irak İslam Devletinin şer’i kadılığını yaparken, aniden Afganistan’a giden ve oradaki şeyhlerden “sen bizim içimizde en genç fakat en ilimli olanımızsın” iltifatını alan Şeyh Süleyman El-Uteybi r.h’ı, Irak’tan bir daha geri dönmemek üzere çıkartan, bu şiddet eğiliminden başka bir sebep midir ? Rasulullah a.s dünyanın yok olması, bir tek mü’minin ölmesinden daha iyidir buyuruyor.


Bilinmelidir ki, Irak ve Şam İslam Devleti, daha önce Liva ul tevhid’e bağlı olupta olaylar çıktığında fitneye karışmamak için merkezlerinden çıkmama kararı alan gruplara da saldırdı ve onlardan da bazılarını öldürdü. Hiçbir gruba bağlı olmayan halktan bazılarını da evinde silah bulundurduğu için öldürdü. Kargaşaların hüküm sürdüğü Şam’da, insanın evinde silah bulundurması, cezası ölüm olan bir suç mudur.

Bu sürecin başladığı günden bu güne kadar patlatılan arabalar, yelekler ve başka bir çok şekilde öldürülen yüzlerce insanın içinde hiç mi Müslüman yoktu ? Rakka’da, El-Nusra ve Ahrar ile IŞİD arasında çatışmalar çıktığında El-Nusra ve Ahrar dan büyük bir grup çatışmalara katılmak istemediğini söyleyerek bölgeden çıkmak için IŞİD dan eman aldığı ve IŞİD in eman verdikten sonra El-Nusra’dan 86 ve Ahrar’dan 100 müslümanı katlettiği, olayları yakından takip eden herkesin bildiği yaşanmış bir gerçektir.


Şeyh Atiyetullah Libi r.h bırakın bütün programlarımız, tanzimimiz, cemaatimiz ve işlerimiz yıkılıp yok olsun, ama elimiz bir müslümanın kanına dokunmasın derken, bu zihniyet, bırakın her şey yok olsun fakat devletimiz var olsun diyerek, bütün muhaliflerini mürtet veya mürtetlik eğiliminde görmektedir. Onlar mı bu dini anlayamadılar, yoksa bunlar mı?


İslam Devletinin vacibiyeti, Emri bil maruf ve Nehyi anil münker’den gelir. İyiliğin emredilmesi ve kötülükten nehyedilmesi, ancak kuvvet ile olduğundan, kuvvetin oluşması da ancak İslam Devleti ile mümkün olduğundan, İslam Devletinin kurulması vaciptir. En büyük münker olan Müslüman kanı üzerinden İslam Devleti kurmak ise icma ile caiz değildir?


Düzeltilmesi gereken diğer bir meselede bilen bilmeyen herkesin, IŞİD in kafir nizama karşı ribatlarda iken arkadan vurulduğunu söylemesi ki, sahada biraz sorumluluk almış olanlar bunun doğru olmadığını çok iyi bilirler. Aslında IŞİD, nizama karşı en az savaşan gruplardan birisi olmakla tanınmaktadır. Son çatışma olayları başladığında IŞİD in elindeki bütün ribat noktalarından çekilmesinin, Skek ve Duveyrina bölgeleri hariç diğer hiçbir bölgede neredeyse hiçbir değişikliğe neden olmaması konunun anlaşılması için yeterlidir. IŞİD’in elindeki ribat noktaları o kadar azdı ki, buralardan çekildiğinde hemen yerlerine oranın halkından gruplar giderek açığı kapattılar. Diğer iki bölgede etkili olmasının nedeni ise kimseye haber vermeden çekilmesi olmuştur.


Ayrıca IŞİD, içeride uyguladığı başına buyruk kimseye hesap vermeyen siyasetini, savaş hatlarında da aynen göstermiştir. IŞİD kaynaklı açıklamalarda, Sefira bölgesinde İslami cepheye bağlı felan grubun kimseye haber vermeden çekilmesi IŞİD’den şu kadar, El-Nusra dan bu kadar şehit verilmesine ve bölgenin nizamın kontrolüne geçmesine neden olmuştur şeklinde ki haberler apaçık bir yalandır. Doğrusu bunun tam aksidir. El-Nusra ya bağlı bölge emirlerinden bir tanesi, askeri bir toplantıda nizamın nasıl ilerlediğini haritanın önünde anlatırken,“ biz şurdan bu tarafa doğru şu şekilde ilerleyerek onları şu noktada sıkıştırmak üzereydikdedive biraz sustuktan sonra hıçkırarak ağlamaya başladı ve devam etti. Baktık ki devle (IŞİD) nin olduğu diğer bölgeden kafir askerler sel gibi üzerimize geliyor ” ve IŞİD’in, Skek ve Duveyrina bölgelerinden kimseye haber vermeden nasıl çekildiğini anlattı. Toplantıda bulunan emirler IŞİD in nereye, hangi bölgeye çekildiğini öğrenmeye çalışırken, IŞİD in bölge emirlerinden birisi El-Nusra dan bir mesul ile odaya girdi. Haritanın karşısına geçip biraz baktıktan sonra

-şu ve şu noktalardan çekilmek zorunda kaldık

-nereye çekildiniz ?

-başka bir bölgeye

-başka bir bölgeye nereye ?

-nereye çekinildiğini bilmiyorum..

Başka bir ortamda neden çekilirken haber vermediniz sorusuna ise telsizimizin bataryaları bitmişti cevabını vermekle yetindiler.

Sadece kendilerini değil, ümmeti ilgilendiren olaylarla ilgili de kimseye hesap vermeyen IŞİD, cihad konusu açıldığında sesi en çok çıkan grup olarak bilinmektedir. İçerisinde çok cesur mücahitler olmasına rağmen, IŞİD’in ribat bölgelerinde sebat etmesi neredeyse hiç söz konusu değildir. Nizam kafirinin halepte ilerlediği bu son dönemde, geri çekilme anına kadar IŞİD ile hareket eden kardeşler bu düzensizliği ve kargaşa ortamını çok iyi bilirler. Buna nispeten Liva ul tevhid gibi içinde muhacir bulunmayan gruplar bile, bir çok yerde onlardan daha çok sebat etmişlerdir.

Okuyanları sıkmamak için konuyu uzatmamak gerekiyor ama bilinmelidir ki, IŞİD in baştan beri El-Nusra ve Ahrar’da dahil, kimse ile yakınlaşmaması ve yaptığı hatalardan dolayı kimseye hesap vermeyen tavırlarını açıkça göstermesi Şam topraklarında bu fitnenin çıkmasının en başlıca sebebi olmuştur.


Bunun yanında IŞİD in, medyayı iyi kullanması, istediği haberlerin istediği şekilde duyulmasını sağlamaktadır. Tabi burada kast edilen İslami medya dır. Buna en iyi örneklerden biri ise son olaylarda muhacir kadınlara tecavüz edildiği haberidir ki bu apaçık bir iftiradır.


Öncelikle Şam ehli iffetli kadınlara el uzatacak kadar alçak değildir. IŞİD e saldırmak için fırsat bekleyen harami, hırsız grupların bu alçaklığı yaptığını farz etsek bile bu, İslami Cephe, muhacir bacılarımıza tecavüz ediyor diye yaygara yapmayı gerekli ve haklı kılmaz. Kendilerine bu günahın hangi bölgede kimler tarafından işlendiği defalarca sorulmasına rağmen net bir cevap alınamamıştır.

Meselenin doğrusu İslami cephe, bazı bölgelerden IŞİD i çıkardıktan sonra bölgede bunlardan kimsenin kalıp kalmadığını öğrenmek için muhacir evlerini basmış ve oradaki ailelere rağmen evlerde arama yapmışlardır. IŞİD, işte bu olayı fırsat bilerek seferberlik ilan etmiştir. O bölgede yaşayan muhacirlerden El-Nusra nın evlerine de baskın yapılmış ve onlarda evlerine girilmesi ve evlerdeki silahların toplanması şeklinde ki aynı muameleyi görmüşlerdir.


Bundan daha fazlasının iddia edildiği bir bölgede İslami cephe, IŞİD den bir Emire eman vererek aileleri kendi gözleri ile görmesini istedi. Emir gelip ailelerin evlerinde rahat olduklarını ve ne ihtiyaçları varsa karşılandığını gördü. Geri dönerken İslami cephenin adamları, biz bu iftiraları kaldıramayız, bu kadınları ve onların kocalarını alın, götürün diyerek kadınları, kendilerine karşı savaşan eşleriyle birlikte serbest bıraktı.


İslami cephede esir olduktan sonra çok iyi muamele gördüğü için IŞİD i bırakanların sayısı oldukça fazladır.IŞİD in elindeki İslami cepheye bağlı esirlerden ise, neredeyse hiçbir kimse sağ kurtulamamıştır. Biz son dönemde yaşanan örnekleri anlatmakla bitiremeyiz. Adalet ve takva sahibi Müslümanların, olayları iyice araştırmaları için bu anlatılanlar yeterlidir.


Doğrusu IŞİD, bu zamana kadar halkın ve diğer grupların içinde nefret tohumlarını ekti ve bu aynı zamanda diline doladığı Sahveninde temellerini oluşturdu.Olayları IŞİD in merkezlerinden, internet haberlerinden ve yaldızlı yapılan IŞİD filmlerinden izleyenlerin bunları görmesi mümkün değildir.


Bununla beraber, yerel Şam kanallarındaelinde kılıçla bekleyen IŞİD cellatının önünde, elleri bağlı, yüzünde İslam alameti olan sakalıyla, cellatına dönerek“Eşhedu an La İlahe İllallah ve eşhedu en ne Muhammed -en Rasulullah, Radiytu Billahi Rabben, ve bi İslami dinen, ve bi Muhammed in Rasulen, sallallahu aleyhi vesellem”dedikten sonra celladı tarafından kafası kesilen müslümanın görüntülerine rastlamak gayet normal bir durumdur.Şam’da İnsanlar artık bir müslümanın, diğerini soğukkanlılıkla öldürmesini gayet doğal karşılamaktadırlar.


Şuan kendisine karşı mürtet olarak savaştığını iddia ettiği grupların bir çoğu, IŞİD in bu zamana kadar kendilerine sert ve katı tutumundan dolayı savaşmaktadır. 15 yaşında sakalı bitmemiş çocuğun kontrol noktasında babası yaşındaki adama fırça atması, IŞİD in kontrol noktalarında çok doğal ve normal bir manzaradır. Halka karşı takındıkları sert tavırla İslam’ın güzel birer temsilcisi olmak yerine İslamın yüz karası olmuşlar ve halkta İslamilere karşı soğukluk oluşmasına neden olmuşlardır.


Sonuç olarak, anlaşılıyor ki; Irak İslam Devleti, herkesin anlattığı Iraktaki hatalarından hiçbir ders çıkarmadan aynı hatalara ısrarla devam etmektedir. Ümmetin Rabbani alimlerinin anlayamadığı inceliği yakaladığını sanan, emir sahiplerine itaat etmemekle beraber onlara karşı konuşma üsluplarında haddini aşan, cihadi geçmişleri sayılı birkaç seneden ileriye ulaşmayan bu yeni yetme aşırı gençlik, devlet kurduğunu ilan etti ve İslam Devleti gibi Müslümanları cezbeden güzel kelimelerle gençleri arkasına aldı. Kendileri hak ehli olmadıkları halde insanları hakka davet ettiler. Müslüman kanının kutsiyetini cahilce silip attılar. İlk başlarda Ceyş ul Hür sonra Liva ul tevhid ve ardından Ahrar uş Şam a sataştılar. Bunlardan nasibini elbet El-Nusra da alacaktır.


Bunların katında kıymetliler, dinde ilim sahibi olan kişiler değil, aksine bunların bayrağını en şiddetli savunanlardır. İlimde ilerleyenler dinde hükümden konuşmanın önemini anladıkça, tekfir konularında çok susan ve az konuşan olurken, cahiller ise cehaletleri içinde bocalayarak daha da cesur olmaya devam etmektedirler.

İlim ehlinin tekfir konularında bizlere nasihati şudur : Bil ki tekfir ikidir. Birincisi, tekfir etmezsen seninde kafir olacağın Allah azze ve cellenin açık nas ile kafir dediği asli kafirlerdir. Kafire kafir demeyen kafir olur kaidesi bunlar içindir. İkincisi ise ihtilaflı olanlardır ki bu konuda da ancak alimler konuşur. Avam isabet etse de hata etmiştir.

Muteber alimlerden, birbirleriyle savaşan bu fırkalardan birini toplu olarak tekfir eden kimseyi gördün mü?


Görünen o ki ; Devlet ul İslam bu sahada çalışmalarına ara vermeden devam edeceğe ve daha çok müslümanın kanını akıtacağa benziyor. Susturucuları çalıştırmaya başladıklarında canlarının istediği, bütün mürtetleri (!) öldürecekler. Devletin içinde bulunan kardeşler, bu savaşta öldürdüklerinin içinde hiçbir tane Müslüman olmadığına emin olabilirler mi ? Bilinen, bilinmeyen o kadar insan bomba yüklü arabalarla toplu olarak öldürülmüşken bundan kim emin olabilir.


İlim ehlinin açıklaması gereken diğer bir konuda kendini patlatan kişilerin bu meselede hiçbir kaide gözetmemesidir. Risalenin başında kısaca değindiğim üzerinde ki yeleği, kapıyı açmak için patlatma hadisesi gerçektir. Ondan daha garibi ise tek başına bir binada sıkışan IŞİD’lı mücahidin, İslami Cephenin teslim ol, bir şey yapmayacağız demesi üzerine, el bombasını çekip kendini yukarıdan aşağıya atarak karşılık vermesi ve bunun sonucunda ölmesi olmuştur. Diğer bir hadise ise, yine bir mücahidin, patlayıcı yüklü araba ile gelirken fark edilip üzerine ateş edilmesi sonucu tekerleri patlayan aracını, etrafında herhangi bir hedef yokken patlatması ve bu sayede kendini öldürmesidir.


Şam sahasında üzerinde patlayıcı yelek ile gezmek El-Nusra ve IŞİD mücahitleri için doğal bir olaydır ve ilim ehlinin bu konuda bu kardeşleri uyarması gerekmektedir.

Sahada tecrübe ve ilim ehli olanların böylesine kritik bir dönemde karar alırken çok daha ince eleyip sık dokuması gerekir ki; onlar, insanların kendilerini takip ettikleri önder kimselerdir. Allah c.c dan korkmaya ve adaleti ayakta tutmaya yine onlar en layık olanlardır.


Bitirirken; İslami cephe her ne gerekçe ileri sürerse sürsün, IŞİD e karşı kurulmuş bir yapıdır ve kuruluş amacı, tamamen IŞİD i pasif konuma düşürmek yada sahada bitirmektir. Bunun için Türkiye de antlaşmalar yapan ve yardımlar alan cemaatlerin olduğunu kimse inkar edemez. Bunların içinde İslam’dan başka dinin peşinden koşanlar olduğu gibi, çıkar için dinlerini satanlarda elbette vardır.

IŞİD e karşı savaşan grupların içinde; silahlarınızı onları öldürmek için atmayın ve yapabilirseniz onları kaçırmaya çalışın diye Müslüman kanına bulaşmamak için adamlarına talimat veren ve bu emir gereği açıkça hedefe girmesine rağmen Müslümanların üzerlerine ateş etmeyen mücahitlere de sıkça rastlarsınız. Bunun tersi, kadınlarımızı cariye almak isteyen bu alçakları öldürün diyenlere de elbette rastlarsınız.


IŞİD ile İslami cephenin telsiz konuşmalarının kayıtlarını nette bulabilirseniz mutlaka dinleyin.


Anlatılmak istenen, Şam ehli genel olarak dinine ve mücahitlere sahip çıkan bir halktır. İçlerinde her türlü insan elbette vardır. İslami hassasiyeti olanları bile bu savaşta, karşı tarafa iten, yine IŞİD in at gözlüklerini takması ve kendi doğrularından başkasına bakmaması olmuştur.

Bununla beraber, IŞİD’in uzlaşmaya yanaşmayan ve her tarafa saldırmaya hazır tavrı, IŞİD ile beraber olmayan herkesi endişe ettirmekte ve IŞİD bittikten sonra sırada El-Nusra var diyenlerin yerine, İslami cephe daha bitmeden sırada El-Nusra var diyenleri, göreceğiz ki daha haklı çıkaracaktır.

Ayrıca IŞİD, eğer Şam’da biterse, kimse bugün İslami cephenin içindeki dışarı destekli gruplarla savaşılmayacağını da inkar etmesin.


EBU ABDULLAH TURKi
Kaynak: Press Medya

http://www.pressmedya.com/haber/16943/suriyeli-direnisciden-mektup.html
Dr Iyad Kunaybi'nin ISID'in Ummet Girisimi'ni Reddine Yorumu:

1233510_597426256983250_163025473_n.jpg
İyad Kunaybi yaptığı açıklamada IŞİD’in, Kabe eski imamı Abdullah el-Muhaysini’nin "Ümmet Girişimi" ismini taşıyan, Kuzey Suriye’de devam eden çatışmaları bitirmeye yönelik barış planını reddine dair değerlendirmelerde bulunmuştu. İncanews olarak bu açıklamanın Türkçe tercümesini değerli okurlarımıza sunuyoruz.
İyad Kunaybi yaptığı açıklamada IŞİD’in, Kabe eski imamı Abdullah el-Muhaysini’nin "Ümmet Girişimi" ismini taşıyan, Kuzey Suriye’de devam eden çatışmaları bitirmeye yönelik barış planını reddine dair değerlendirmelerde bulunmuştu. İncanews olarak bu açıklamanın Türkçe tercümesini değerli okurlarımıza sunuyoruz.

IŞİD’in bazı itiraz noktalarının anlaşılabilir olduğunu belirten Kunaybi, bununla birlikte IŞİD’in planı reddederek ihtilaf halindeki tarafların İslam mahkemesinde yargılanmasının önünü kapattığını, Allah’ın indirdiği hükümler ile hükmedilmesine engel olunduğunu belirtti. IŞİD’e ve diğer tüm gruplara birbirlerine haksız ve yargısız ithamlarda bulunmamaları gerektiği uyarısında bulundu.



VİDEO LİNK :

Îyad Kunaybi’nin, IŞİD’in,“Ümmet girişimi” önerisine karşı tepkisiyle alakalı açıklaması

Bismillah ve’l-hamdu lillah ve’s-selatu ve’s-selamu alâ Resulillah

Bu, mücahid şeyh Abdullah El-Muhaysini’nin açıkladığı ve Şam’daki mücahid âlimlerin ve diğermücahidlerinonayladığı “Ümmet girişimiyle” ilgili Devlet’in “açıklaması” hakkında bir değerlendirmedir.

Devletin açıklaması, “girişim” sahiplerinden, öncelikle kendilerinin daha sonra bu girişimle ilgili tarafların, önemli olan iki hususa bağlı kalmalarını talep etmiştir.

Bu ‘girişimi’ destekleyici sıfatımla şunları söylemek isterim:

‘Açıklamada’ zikrolunan iki husus gerçekten de önemlidir:

A) Şam’da İslam şeriatının hükmolunmasına zıt olan metotlar ve zıt olan bu metotları temsil eden kurumlar hakkında eğilip bükülmeden açık bir şer’i tutumun beyanı. B) Ve bölgede hâkim olan devletler hakkında açık bir şekilde şer’i hükmün belirtilmesi.

Yine açıklamada zikrolunan şu konuda da onlarla müttefikim: “Bizler, bu kritik merhalede Allah yolunda savaşan her cihat cemaatinin veya kendisini Allah yolundaki mücahidlerin birliğine nispet eden herkesin, bu tür meselelerdeki şer’i tutumunu açıklamasının bir vacip olduğunu düşünüyoruz. Böylece herkes ayak bastığı yerleri ve kimlerle muamelede bulunduğunu bilecek ve bundan sonra yaşayan bir beyyine üzerine yaşayacak, ölende bir beyyine üzerine ölecektir.”

Evet, bunda müttefikiz. Özelliklede, şeriatın hâkim kılınmasındaki kapalılık –Mısır’da olduğu gibi- birçok gerilemelere ve musibetlere sebebiyet vermiştir. Ümmet, önceki cihat projelerinin yumuşatılması nedeniyle büyük sıkıntılar yaşamıştır. Ve yine bölgedeki ülkeler Şam cihadını ifsat etmek için çabalamaktadırlar. Tüm bunlardan ötürü, bu meselelerde açık olunması ve asla gevşek davranılmaması gerekir.

Mücahidler, ‘Nusayri zulmü altında kalmaktan daha iyi’ olduğu gerekçesiyle demokratik devletin kabul edilmesi sloganlarını reddetmelidirler.

– Dünya devletlerinde olduğu gibi-, bölgede bulunan tüm devletlerin hiçbirinin İslam ile nitelendirilemeyeceği ve hiç birinin dost devlet olmadığını hatta hepsinin uluslararası düzene tabi olduklarını, Şam’daki İslami projenin başarısızlığa uğratılması girişimlerinde ortak olduklarını ve sundukları desteklerinin de onları bu çerçeveden çıkarmayacağını net bir şekilde belirtmelidirler.

“Komisyonun”, “Heyetu’l-erkan’nın/Kurmaylar heyeti’nin” ve bunların çatısı altında savaşanların, mücahidlere ve şeriatın hâkim kılınması projesine düşman oldukları açıklamasında da müttefikiz. Buna ziyade olarak şunu da belirtmek isteriz ki, bunlardan bazılarının “Ümmet girişimini” kabulü, onların güvenilir yada haklarında iyi zanda bulunulacağı anlamına da gelmez. Veya bizim onlarla olan sorunlarımızın müstakil bir mahkeme ile hallolacağı anlamına da gelmez. Hatta onlar bir tarafta, mücahidler iste başka bir taraftadır. Hiçbir grubun, onlar, komisyonları ve kurmayları hakkında kapalı bir tutum sergilemeleri kabul edilemez.

Tüm bu maddelerde, “açıklamayla” farklı olmadığımız gibi bilakis bunları tekit etmekteyiz. Yine bizler gerek “İslam cephesinin” gerekse de “Ceyşu’l-mucahid’inin” konuyla ilgili tutumlarından tamamıyla razı olduğumuzu iddia etmiyoruz. Bu açıklamadaki hedef, “Devletin” hasımlarının istenileni gerçekleştirdikleri ve eleştiri için bir söz bırakmadıkları değildir.

Ancak devletle ittifak etmediğimiz bazı hususlar bulunmaktadır:

1- Devletin,‘hasımları arasında, cürümleri ve hırsızlıklarıyla bilinen cemaatlerin bulunması deliliyle’ var olan savaşın,“mücahidler arasındaki fitne savaşı” diye adlandırılmasının çirkin gösterilmesi.

Bu şekilde bir açıklama, “Devletin”, hasımlarını tek bir sınıf yaparak, bazılarını diğerlerinin suçu ile yargılamadır. Bu, insaftan değildir! Şeyh Muhaysini’nin bir grup hakkında “ümmet girişimini” kabul ettiğini açıklaması, o grubu tezkiye ettiği yada o grup hakkında husnü-zan beslediği anlamına gelmez. Bilakis bu, -neticesi kısas bile olsa- onları mahkeme sonuçlarına bağlamaktır ve haddi aşmaları anında onların uzaklaştırılmalarıyla da çelişmez. Cevlani, Muhaysini ve diğerleri, var olanbirçoksavaşların fitne savaşı olduğunu ve savaşanlarıngenelininMüslümanlar olduklarını belirtmişlerdir. Acaba devletin açıklaması “birçok” ve “geneli” ifadelerinden gafil mi kalmıştır?!

Sonra, hangi muteber mücahid veya âlim, kokuşmuş laik menheci, şeraitin hâkim olunmasını reddetmesi veya -isimle bile olsa- İslami olan herhangi bir projeyi reddetmesi kapalı olmayan grupların –“açıklamada” geçtiği üzere- mücahid olduklarını söylemiştir.

Devletin hasımlarının yalnızca bunlardan oluşmadıkları niçin görmezden gelinmektedir. Bilakis onların geneli, cihatları ile meşhur olan ve misaklarında şeriatın ikamesini istediklerini ilan eden gruplardır. Eğer açıklama “Suud ailesinin uşakları, Amerika ve Fransa istihbaratları” ifadeleriyle bunları kast ediyorsa; bunlar, -genel yerme ve hainlik ithamında bulunma türünden ibarelerin yerine- ispatı yada reddi için mahkemeye ihtiyaç duyulan şeylerdir.

Akide ve doğru menhec sahiplerinin hem kendileri hem de ümmet katında ayrışması için; mahkemeyi kabul etmeleri ve -herkesi tek bir potaya koymaları yerine-, bunları (akide ve menhec sahiplerini) kardeş edinmeleri, bunlara karşı velayet beslemeleri ve -komisyon ve kurmay birlikleri karşısında- onları desteklemeleri “Devlet” için daha doğru bir tutum değil miydi?

2- “Devletin”, mahkemeyi kabulünden önce, ‘grupların, kurmaylar, komisyon ve civar devletler hakkındaki tutumlarını açıklamaları’ şartını öne sürmelerinde de devletle müttefik değiliz.

Zira dinimizde, bir kimse muhakeme olunmak için Allah’ın kitabına çağrıldığında, ‘öncelikle hasmının akidesinin doğru olması’ şartının öne sürülmesi nerede bulunmaktadır? Resulullah (sallallahu aleyhi ve selem) hasmı Yahudiler olduğu halde Sa’d b. Muaz’ın(radiyallahu anh) hakemliğini kabul etmemiş miydi? Avnu’l-Mabud adlı eserin sahibi, ‘bir kâfirin bir Müslüman ile davası olduğunda mahkemenin vacip oluşunda icma olduğunu’ nakletmiştir.

Başlı başına böyle bir şart koşmak, Allah’ın kitabı ve Resulünün sünnetine başvurmak mıdır yoksa “Devlet’in” yükselttiği ve ‘kendisinin bununla diğerlerinden ayrıştığı’ şiarlarına zıt bir tutum mudur?

Eğer yarın “Devlet” işleri ele alır ve bir dava üzerine halktan birisi gelirse, “Devlet” ona, ‘davasına bakmadan önce akide ve menhecini açıklama’ şartını koşacak mıdır?

“Devletin” bu şartları, “ümmet girişiminin” belirttiği ve diğer gruplarla aralarında hüküm verecek olan hakimler hakkında getirmelerini anlayabilirim. Çünkü bu hakimlerin menheclerindeki bozukluk, verecekleri hükümlerdeki bozukluğu gerektirecektir. “Girişim” hakimlerin –bildiğimiz üzere- tümünün akidelerinden razı olunan mücahidler olduklarını belirtmektedir. Bunu söyleyen, “Cihat davetçileri merkezi” başkanı, -bildiğimiz üzere- akide ve menhecindeki saflığı ile bilinen Dr. Muhaysini’dir.

Ancak bunu hasımlarda şart koşmalarının hiçbir delili bulunmamaktadır.

Bu sapma niyedir? Gruplar, “Devlet” hakkında menhecle ilgisi olmayan meselelerde şikâyetlerde bulunmaktadırlar. Hatta kan, mal ve silah konularında davalardan bahsedilmektedir. Öyleyse niçin bu davalarda mahkemenin önüne geçilmesi için menhec ortaya sürülmektedir.

3- Taraf olan herkesin, ‘civar devletler hakkında akide ve menhecini ortaya koyma zorunluluğu’ konusunda da “Devlet’le” müttefik değiliz. Ancak herkesin bu konuda ‘batıl bir şey söylememekle sorumlu tutulması’ konusunda “Devlet’le” müttefikiz. Var olan taraflardan hangisi, ‘bu devletlerin meşru olduklarını’ veya ‘oralarda olan meselelerin iç meseleler olduğunu ve hiç kimsenin müdahale hakkı olmadığını’ açıklayabilir. Yada Şam’da kurulması ümit edilen İslam devletinin Sykes-Picot sınırlarını geçmeyen yöresel bir devlet olacağını söyleyebilir. Bu türden bir açıklama, tabi ki sahibinin menheci hakkında bir töhmet ve halel sebebidir.

4- Eğer “Devlet” mezkûr olan bu iki hususta (şeriatın hükmü ve civar devletler) hasımlarını, tutumlarındaki bozuklukla itham ediyorsa,müstakil hakemlik ithamının doğruluğunu ispat etmek için “girişimi" kabul etmesi daha yerinde olacaktır. Aksine bu ithamı mahkemenin önünde bir engel olarak tutmamalıdır! Devlet gibi bizlerde, bu iki hususta, mücahidlerde kapalılık bulunmasından hoşnut olmayız. Yine problemin ortaya çıkarılmasına, çözümlenmesine ve -insanların sakınmaları için- tedaviyi kabul etmeyenlerin ortaya çıkarılmasında son derece istekliyiz.

Ancak tüm bunlar, delillerin sunulduğu, ithamların doğru olup olmadıklarının ortaya çıkacağı, hakemlerin hükmüyle birlikte, varsa doğruluk ve yanlışlık dereceleri ve bu ithamlardan kendisine nispet edilen grupların cevaplarının dinlenilebileceği müstakil bir mahkemede olmalıdır.

Savaşın, ithamların ve kanların akmasının sürdürülmesiyle birlikte, bunların hiçbirisi gerçekleşmeyecektir. İthamın doğruluğu ortaya çıkmayacak ve komutanlarının hayır üzere olduklarını zanneden askerler, cihatlarının İslam devleti için olduğunu ve “Devlet’in” onlara karşı bağiliklerinden ötürü savaştığını düşünerek, diğer grupların askerlerinin kanlarını dökecek ve daha sonra kendi ölülerine sahip çıkmak isteyen kendi halkının kanını heder görecektir. Değneğin ortasından tutulması ve ispat yada reddedecek bir mahkemenin önüne ithamların geçirilmesi, bunların dışında başka sorunlar da doğuracaktır.

5- Mezkûr olan iki hususta sorunlar bulunduğu konusunda bizler, “Devlet’in” hasımlarını tam anlamıyla temize çıkarmadığımız gibi aynı şekilde “Devlet’i” de temize çıkarmıyoruz! Zira “Devlet’in” hasımları şunları söyleyebilirler:

“Devlet” bizlere, İslam şeriatının hükmolunmasına zıt davranışı konusunda, eğilip bükülmeden şer’i tutumunu açıklamadığı sürece bu “girişimi” bizlerde kabul etmeyiz. Çünkü “Devlet” her hangi bir delil, şahit veya açık bir mahkeme bulunmadan, adam öldürüyor ve öldürdüğü kimse hakkında hiçbir delil bulunmadan,‘Celal bayırlı’nın haini, Hadrami nin mürtedi’ gibi hiçbir delili olmayan ithamlarda bulunuyor. Bu Allah’ın indirdiklerinden başkası ile hükümde bulunmadır. Bununla birlikte İslami şiarların yükseltilmesi ve insanlarla bunun üzerinden pazarlığa gidilmesi hiçbir yarar sağlamayacaktır!”

Şöyle de diyebilirler: “Eğer “Devlet” bizim mali kaynaklarımız hakkında ithamda bulunuyorsa, kendisi de bizim ona nispet ettiğimiz; mali desteğini, genel mülkleri, merkezleri ve silahları hakkı olmadan gasp ederek sağladığıyla ilgili tutumunu bize açıklamadığı sürece bu “girişimi” bizde kabul etmeyeceğiz. Yapılan bu zulüm, hakkımızda iddiada bulundukları zulümden daha aşağı olmadığı gibi, şiar olarak yükselttikleri şeriat ile hükmolunmayla da bir ilgisi yoktur!”

“Devlet”, adeta kendisi tüm ithamlardan beri, diğerleri ise şüphe yatakları gibi bir tutuma gitmemelidir. Bu kapı açıldığı taktirde, töhmetler atılacak ve “Devlet’in” hasımlarının da söyleyecekleri şeyler olacaktır. Peki, ateşkes ve mahkemeyi kabul yerine, bu atışmaların sürdürülmesi kimin çıkarına olacaktır?

6- Şeriatın hâkim olması vedemokrasi ve medeni devletler karşısındaki tutumun açıklanmasını Nusret cephesi kendi misakında talep etmişti. Eğer sözlerin fiillere muhalif olduğu söylenirse, bizde şöyle deriz: Bunu ispat edecek yada geçersiz kılacak olan, mahkemedir. Bu durumda “Devlet’in” talep ettiği üzere, şer’i tutumun açıklanmasının hiçbir yararı olmayacaktır.

7- “Devlet”, mahkemenin olabilmesi için hasımlarından, rafizi yapıların altında bulunan, cemaat, grup ve yapılar karşısında açık şer’i tutumlarını talep etmiştir. Yine civar devletlerle, istihbaratlarıyla yada batı devletlerinin istihbaratlarıyla ilişkiye giren, cemaat ve gruplar hakkındaki şer’i tutumun ne olduğunu istemiştir.


“Devlet’in” hasımlarından beklenen cevap ne olabilir? Şöyle söyleyebilirler:

Bizim tutumumuz,“Komisyon”,“Kurmaylar” ve birimlerinden, civar ülkelerden ve istihbaratlarından beriyiz. Ancak -üzerimizdeki bu zayıflıkla birlikte- bu merhalede onlara karşı savaşın bir vacip olduğunu düşünmüyoruz. Ancak bu şekilde bizi öldüren, sürgün eden, bize işkence eden ve kadınlarımıza tecavüz edenlere yoğunlaşabiliriz.”

“Devlet’in” hasımları şöyle de diyebilir: “Bizim tutumumuz,şerden kaçınma ve şerrin imtihanına girmemektir. Önceliklerin düzenlenmesi, saldırganın def edilmesine odaklanmamızı gerektirmektedir. Kötü ketibelerden bir saldırganlık vuku bulursa, kısasın müstakil bir şer’i mahkemeyle olmasına çabalarız yada onlara karşı yeni bir cephe açmadan düşmanlıklarını engelleyecek kadar onlara karşı mücadele veririz. Bu, o zaman onlara karşı ayrı bir uygulama olacağı otorite zamanına kadardır.”

Peki, bu, “Devlet’i” razı edecek midir? Eğer o zaman “Devlet” ‘savhalarla savaşmak Nusayrilerle savaşmaktan daha evladır’ derse, bunu ya da diğer görüşü tercih edecek kimdir? Bu aşamada, “Komisyonun”, “Kurmayların” ve tabilerinin meşru hedefler olduğunda devlete tabi olunması gerektiği hükmünü kim verebilir? Veya bunların hedef alınmasının, asıl savaşa harcanan gücü böleceği, herkese zarar vereceği ve ayrıca asıl hedeflerden mahrum kalınacağı hükmünü kim verebilir?

‘Bunun bir akide meselesi olduğu ve buna muhalefet edenin kafir olacağını’veya‘şer’i siyaset babından fıkhi bir içtihat olduğu’ hükmünü kim verecektir? Bu tür meselelerde ‘tutumun açıklanması’ şartının koşulmasının faydası nedir? Açıklamadan sonra da yeni ihtilaflar çıkacaktır ve bunlar hakkında da yine ancak müstakil bir mahkeme tercihte bulunabilecektir?

Entrikacılarla ilişkiye girmenin tüm şekillerinin her halükarda haram olduğu veya doğrudan silah almakla entrikacılardan alan kara pazardan silah alma arasında hiçbir fark yoktur. Önemli olan, bu silahların neye karşı kullanıldıklarıdır; saldırgan kâfire karşı savaşta mı yoksa -sahva ve hariciler adı altında- Müslümanlara karşı savaşta mı? Yada buna karşılık tavizler ve garantiler mi takdim edilmelidir?

“Devlet’in” şu sözünün hangi ketibeleri kapsadığına kim hüküm verecektir: “Şam’daki pis projelerini uygulamak için hükümetlere ve istihbarat birimlerine yardım edenler…” Bunlar, hükümetlere karşı takiye yapanlar mı, yoksa tüm kesimleri kışkırtıp, -sahvelerle savaş adı altında- Müslümanları iç savaşla meşgul ederek, fiilen projelerini gerçekleştirmede civar devletlere ve istihbaratlara yardım edenler midir?

Her iki tarafında -ifrat ve tefritleri arasında-Müslüman gençlerin yitirilmesi ile sonuçlanan bu olaylarda pay sahibi olduğu hükmünü kim verecektir?

Herhangi bir açıklama yada tutumun Allahu teala’nın şu buyruğunda ki beraate zıt olduğu hükmünü kim verecektir: “İbrahim ve onunla birlikte olanlarda size güzel bir örnek vardır. Hani kendi kavimlerine demişlerdi ki: "Biz, sizlerden ve Allah’ın dışında taptıklarınızdan gerçekten uzağız. Sizi (artık) tanımayıp-inkâr ettik. Sizinle aramızda, siz Allah’a bir olarak iman edinceye kadar ebedi bir düşmanlık ve bir kin baş göstermiştir.”(Mumtehina 4) Veya Allahu teala’nın şu buyruğunda olduğu gibi, şerden korunma babından olduğu hükmünü:“Mü’minler, mü’minleri bırakıp da kâfirleri veliler edinmesinler. Kim böyle yaparsa, Allah’tan hiç bir şey (yardım) yoktur. Ancak onlardan korunma gayesiyle sakınma(nız) başka.”(Ali-İmran: 28)

Tüm bu nedenlerden ötürü, ateşkesin ve müstakil mahkemenin kabul edilmesi ve “Devlet” cemaatinin koştuğu şartların koşulmaması gerekir. Sürekli olarak ‘kendilerine zulmedenlerden kısas alınacağı,acınmadan güçlerinin kırılacağıve onlardan el çekenden el çekileceği’ siyasetine devam mı edilecektir. Bu, yeniden hasmın da hükmünde bir olmasını, ona zulmedenlerin tanımını sadece kendisinin yapacağının, “acımadan gücün kırılmasının” tanımını kendisinin yapacağının yeni bir ifade şeklidir ki buda, kan sellerinin, karmaşanın ve zulümlerin daha da artması anlamına gelir.

Ey “Devlet’in” akıllıları! Kanların korunması ve ağrının giderilmesi için bu son fırsat olarak gözükmektedir. Allah’tan korkun, temiz grupların ve muteber ilim ehlinin kabul ettiği bu “girişimi” reddederek, hem kendi günahlarınızı hemde ümmetin günahlarını yüklenmeyin. Bu, bunlardan önce ve bunların üzerinde, en basit şekliyle; onun için çıkmış olduğunuz Allah’ın kitabına muhakeme olunmaya bir davettir!

Allahu teala’nın, şeriatına hükmolunmaya çağrıldığında ondan yüzçevireni zemmini ve ona itaat edeni övmesini hatırlayın:“Aralarında hükmetmesi için Allah’a ve Resulüne çağrıldıkları zaman, onlardan bir grup yüz çevirir. Eğer hak lehlerinde ise, ona boyun eğerek gelirler.

Bunların kalplerinde hastalık mı var? Yoksa kuşkuya mı kapıldılar? Yoksa Allah’ın ve resulünün kendilerine karşı haksızlık yapacağından mı korkuyorlar? Hayır, onlar zalim kimselerdir.
Aralarında hükmetmesi için, Allah’a ve resulüne çağrıldıkları zaman mü’min olanların sözü: "İşittik ve itaat ettik" demeleridir. İşte felaha kavuşanlar bunlardır. Kim Allah’a ve Resûlü’ne itaat ederse ve Allah’tan korkup O’ndan sakınırsa, işte ‘kurtuluşa ve mutluluğa’ erenler bunlardır.”(Nur 50-52)

Allah’tan, hepimizi, sevdiği ve razı olduğuna hidayet etmesini istiyorum. Es-selamu aleykum ve rahmetullah.

Kaynak: Turkish News
http://www.turkishnews.com/content/...binin-isidin-ummet-girisimini-reddine-yorumu/

Nusret Cephesi Seriat Komitesi adina Abdullah Sami'nin ISID Aciklamasi:

flag_of_jabhat_al_nusra1_by_gultalibk-d6wxfpz.jpg

Nusret Cephesi Şura Meclisi ve Şeriat Komitesi üyesi Abdullah El Şami Suriye’de Nusret cephesi ve IŞİD arasında cereyan eden sorunlara ilişkin 04 Mart 2014 günü bir ses kaydı yayınladı.

1 saat 15 dakikalık yayınlanan ses kaydında güncel gelişmelere değinen Abdullah El Şami, cephenin IŞİD karşısında alacağı tavrı ve IŞİD’ın Irak’ta yaptıklarını Suriye’de de yapmak istediğini, ISID’in bir sene önce kurulmasından itibaren işlediği, Nusret Cephesinin bizzat yaşayıp tecrübe ettiği bazı cürümlerden bahsedererek buna benzer bir çok konu hakkında önemli açıklamalarda bulundu.

İşte Nusret Cephesi Şura Meclisi ve Şeriat Komitesi üyesi Abdullah El Şami’nin Suriye’de Nusret cephesi ve IŞİD arasında olanlar hakkındaki önemli konuşmasının tam metni

Allah Resulü Muhammed, salat ve selam üzerine olsun, buyurmuştur ki: “Sizden öncekileri yok eden dinde aşırılıktan sakının.”

Allah mücahidlere sekülerlerin projelerini açığa çıkarmalarına yârdim etti. Bütün bu projeler Müslümanları Haçlılara kul etmeyi hedefliyor. Ayni şekilde Allah Mücahidlere haklarından feragat etmeyi telkin edenleri (Suud âlimleri) de açığa çıkarmaya yârdim etti. Mücahidler önceki projelere odaklanıp yanlışlıklarını ümmete açıklamış ve planları bozmuştur.


Geriye Mücahidlerin insanları aşırıya giden kişiler hakkında uyarması kalmıştır. Bu aşırılıklar cihadı tehdit etmektedir. Önümüzde aşırılıkların cihadı sabote ettiği bir Cezayir örneği vardır. Cezayir tarihini okursanız, ihtiyaç olduğu halde neden orda bir Tunus yahut bir Libya gibi devrim gerçekleşmediğini anlarsınız. Bunlarla 90’larin baslarında yaşananları kastediyoruz, simdi burada geçmişten dersler alan kardeşler vardır. Ve bu kardeşler Şeyh Ebu Musab Abdulvedud (İslami Magrib El Kaidesi lideri) öncülüğünde yeni bir cihad yolunda yürümekteler. Cezayir’deki problemleri Suriye’de yasamamak için IŞİD grubunu açıklamak ve yasadıklarımızın resmini net bir şekilde çizmek zorundayız.

Ebu Katade ve Makdisi gibi âlimlerin IŞİD’e savaş açmama yönündeki tavsiyeleri bize ulaştı. Bu mesajlara IŞİD’le olan mücadeleyi genişletmeyerek ve mücadelemizi bize saldırdıkları bölgelerdeki tecavüzlerini püskürtmekle sinirli tutarak cevap veriyoruz. Bu onlar İslami Mahkemeyi kabul edene kadar devam edecektir. Halep’teki savaşçılarımıza Sarkiye’deki kardeşlere yardım etmeleri çağrısında bulunuyoruz.

Âlimlere Suriye’deki mücahidlere yönelik talimat ve tavsiyelerini artırmaları çağrısı yapıyoruz. Bu vesileyle biz de IŞİD hakkındaki Şer’i pozisyonumuzu belirtiyoruz.

Birincisi IŞİD fikriyatı ve akidesinden masum olduğumuzu, bu ideolojinin bizden yahut El Kaide’den olmadığını belirtiriz. Özellikle Usame bin Ladin, Eymen Zevahiri, Yahya ve Atiyyetullah Libi, Ebu Musab Zerkavi’nin mesajlarına baktığınızda menhec ve metotlarında, kendileri ile ayni fikirde olmayanlara karşı muamelelerinde –IŞİD ile aralarında- acık farklar görürsünüz. IŞİD doğru yoldan sapmıştır. Zerkavi’nin bu akideden masumiyetini vurgulamak istiyoruz, O kendisine muhalif olanları tekfir etmemiştir. Zerkavi çalışabildikleriyle çalışır, kendisine muhalif olanlarla savaşmak için Amerikalılarla olan savaştan yüz çevirmezdi.

İnsanlar sanıyorlar ki Nusra ile IŞİD arasında problemler IŞİD ilan edildiğinde başladı. Bu doğru değildir. Bu ilanın sebebi, IŞİD’in Irak’taki hatalarını Suriye’ye taşımak istemesidir ve Nusra –ilandan önce- 9 ay buna tahammül etmiştir. Kaldı ki Nusra ve IŞİD bu konuda anlaşma yapmıştı ve Bağdadi Cevlani’ye “Irak realitelerini Suriye’ye taşımanın intihar olacağını” söylemişti. Irak cihadının birçok olumlu noktası olduğunu kimse inkar etmiyor, ancak burada Irak’ta yapılan ve her yerde olabilecek yanlışlardan bahsediyoruz.


Devlet ilanını reddedişimiz Suriye halkının üzerine kendini Şura olmaksızın empoze etmenin Ehli Sünnetin menhecinde yeri olmadığı gibi bazı gerekçelere dayanıyordu. Burada Şeriat isteyen birçok grup bulunmaktadır ve bu Suriyelilerin hakkini ihlal olacak, cihada zarar verecekti.


Irak’ta ise yarayan metotların Suriye’de de ise yarayacağını düşündüler ve bütün stratejilerini bunun üzerine kurdular. IŞİD’in ilan edilmesinin sebebi Nusret Cephesi ile El Kaide merkez arasındaki bağlantıları kesmekti. Bu, Bağdadi’nin aracılara söylediği şeydir. Çünkü devlet ilanı için gerekli unsurlara sahip değillerdi. Nasıl olmayan bir şeyi ilan edip de sonra o ilan edilen şeyi kurmaya girişebilirsiniz?

Bağdadi’ye Irak İslam Devleti aracılığı olmadan El Kaide ile doğrudan iletişim kurmamızın kendisi tarafından kabul edilip edilmeyeceğini sorduk, evet dedi. Bağdadi gibi bölge komutanları, parçası oldukları El Kaide’ye danışmaksızın böyle önemli kararlar alma yetkisine sahip değillerdir. Bölge komutanı yetkilerini asmakla günah islemiştir. Ki Bağdadi aracıların önünde devlet ilanının (IŞİD) erken yapıldığını itiraf etmiştir. Eğer kendisi müçtehit ise ve hatasının farkında ise bu hatadan dönmelidir. Kendisi hatada ısrar etmekle günah işlemektedir ve ona uyarsak biz de günah islemiş olacağız. Bağdadi’ye itaat etmemenin Selefte de benzer örnekleri vardır (Burada Halid bin Velid’in esiri infaz emrini reddeden bir sahabiyi örnek veriyor).

İki taraf da hakemliğine razı olduğu ve ikimizin de lideri olduğu için bu meseleyi Zevahiri’ye ilettik. Bize tüm meseleleri Şeyh’e danışmamız söylendi ve yaptığımız da bu idi. Şeyh’ten gelen karar ise Suriye’de El Kaide’nin şubesinin Nusret Cephesi olduğu idi.


Ancak IŞİD Zevahiri’nin hükmünü reddetti ve mütecaviz hareketlerine devam ederek Suriye’yi bugünkü uçuruma sürükledi. Nusra’yı mütecaviz taraf ve münafık olmakla, bozgunculuk yapmakla suçladılar, bazen de mürtet ilan ettiler. Nusayrilerle savaşan grupların çoğunu da mürtet ilan ettiler. Burada IŞİD’in bir sene önce kurulmasından itibaren islediği, bizim bizzat yasayıp tecrübe ettiğimiz bazı cürümlerinden bahsedeceğiz:

A- “Devletlerini ve ideolojilerine meşruiyet kazandırmak için El Kaide merkez ile olan ilişkilerini çarpıtmak, bizlere ve mensuplarına Zevahiri’nin hükmüne itaat edeceklerini söylemeleri gibi yalan ve hilelere başvurmak”. Bağdadi Usame bin Ladin’e biati olduğunu, olumundan sonra Zevahiri’ye biat ettiğini söyledi. Buna dayanarak Cevlani Bağdadi’ye biat etti. Sonraları ise IŞİD, amirine (Bağdadi’ye) itaatsizlik eden asker (Cevlani) hikâyesini uydurarak askerleri nezdinde Nusra’yı itibarsızlaştırmaya çalıştı. Zevahiri’nin nihai hüküm verilene kadar her şeyin dondurulduğunu bildiren ilk mesajı geldiğinde bunu gizlediler. Zevahiri’nin nihai hüküm mektubu gelene kadar Nusra üslerine ve mülklerine tecavüzleri devam etti ve mesajı da gizlediler (IŞİD’e Irak’a dönmesini emreden mektup- çevirmen). Bu sefer IŞİD üyelerine bu mektubun gerçek olup olmadığının bilinmediğini söylediler. Ayrıca hükme itaat etmemek için Zevahiri ile olan münasebetlerinin sadece kurumsal olduğunu ve bu mektubun son karar olmadığını söylediler. Ayni zamanda cihad liderlerini lekelemek için taraftarları arasında bir kampanya yürütüyorlardı.

B- “Nusra’nın mallarına el koymak”. Devlet ilanından sonra Nusra üslerini ve askeri kamplarını ele geçirdiler. O zaman Nusra Zevahiri hüküm verene kadar bütün silahlara el koysalar bile IŞİD ile çatışmaya girilmemesi seklinde bir emir yayınladı.

C- “Maslahat için öldürmek”. Burada ümmet tek bir lider tarafından yönetildiğinde Müslümanları bölmeye çalışanların öldürülebileceğine dair uzun bir hadisi izah ediyor. Ve bu IŞİD çevrelerinde öğretilen şeydir ki biz buna kendi gözlerimizle görene kadar inanmadık. Bu Bağdadi’nin halife olduğu ve IŞİD askerlerinin bu gerçeğe dayanarak amel edecekleri anlamına gelmektedir. Bu yoruma göre Nusra bölücü olmaktadır.

D- “Yolları kesmek”. Rakka’da tüm Müslümanların yararına olduğu halde buğday gibi Nusra’ya giden malzemeleri engellediler. Bunu (yol kesmeyi) İslami bir elbise içinde sundular ve dinleri için iyiymis gibi bunu askerlerine ogrettiler. Son zamanlarda bu davranışlar ön cephedekilerin tedarik yollarının kesilmesine kadar vardı. Mesela Deyrizur’da yüzlerce Nusra savaşçısı mahsur kalmıştı.

E- “Rekabette sapkınlık”. Birisi kendileri ile anlaşmazlığa düştüğünde, daha önce kendisini övmüşlerse bile ona karşı tavır almak ve itibarsızlaştırmak. Nusra liderleri, Zevahiri, Iyad Kuneybi ve Ebu Süleyman Muhacir gibi ilk fitnedeki aracılar. Mesela önceleri Zevahiri’yi över ve kendisine itaat edilmesini söylerlerdi çünkü Zevahiri tabiatlarını öğrenmeden önce onları överdi. Ancak Zevahiri hükmünü verdiğinde Sykes Picot sınırlarını tanımakla eleştirmeye ve hükmüne karşı gelmek için Şer’i delillere sahip olduklarını söylemeye başladılar. Ayni şeyi Süleyman Ulvan, Ebu Katade ve Muhammed Makdisi’ye de yaptılar, bu kişiler kendileriyle anlaşmazlığa düşer düşmez “sahadaki gerçeklerden kopuk” olmakla itham edildiler.

F- “İhanet ve kalleşlik”. Kadı’larının barış anlaşması şartlarını müzakere etmek için Livau’t Tevhid’e elçi olarak gittiğinde yaptıkları buna örnektir. Livau’t Tevhid IŞİD kadısının emniyette olduğunu temin etmek için birkaç askerini rehin olarak IŞİD’e verdi. Burada IŞİD 3 kalleşlik sergiledi. Elçi kendisini patlattı. Bu birinci kalleşliktir çünkü elçiler öldürmez ve öldürülmezler. Sonrasında IŞİD anlaşmanın yapılacağı yere baskın yaptı ki bu ikinci kalleşliktir. Sonrasında IŞİD Livaut Tevhid rehinlerini infaz etti ve cesetleri bir köpek leşi eşliğinde geri gönderdi, bu da üçüncü kalleşliktir.

G- “Anlaşmayı bozmak”. Bağdadi’nin Zevahiri’nin hükmüne uyacaklarını söylemesi gibi. Hatta Bağdadi’nin yardımcısı “eğer hüküm Nusra’nın lehine olursa hepimiz Nusra oluruz” dedi. Yakın tarihte meydana gelen hadiselerde Nusra’nın arabuluculuk yaptığı bazı şehirlerde Nusra ile yapılan anlaşmaları bozmak. Mesela Nusret Cephesi, IŞİD ile Ceyşul Mücahidin arasındaki çatışmaya müdahale edip Şeyh Süleyman Kampı’nın Nusra’ya teslim edilmesi üzerine anlaşıldıktan sonra bu üsten koyun bombalanması.

H- “Cepheyi terk etmek”. Liderlerinden biri geri çekilip Nusayrilerin şehre girip öldürme ve tecavüzlerine karşı diğer grupların ne yapacaklarını izleyeceklerini söyledi.

I- “Takiyye yapmak”. Diğer grupların önünde söyledikleri şeyler kendi halkalarında iken tamamen tersidir. Mesela Adnani (IŞİD sözcüsü – çevirmen) ile Ahrar arasındaki gizli bir görüşmede Adnani’nin Ahrar’a akidelerinin doğru olduğunu söylemesi. Ahrar bunu yazılı bir bildiri halinde yayınlamasını söylediğinde askerlerinin gözünden düşmemek için yapmadı. Peki, Adnani askerlerine Ahrar’ın akidesi hakkında ne söylemişti?

J- “Yalan yere Allah’a yemin etmek”. Liderleri Zevahiri’nin hükmüne uyacaklarına dair Allah’a yemin etmişlerdi. Adnani “Allah’a yemin ederim hüküm geldiğinde itaat edeceğiz” dedi. İtaat etmediler. Tıpkı Hadrami’yi kaçırmadıklarına yemin ettikleri gibi (Sa’d Hadrami, IŞİD’in tekfir edip öldürdüğü Nusra Rakka emiridir- çevirmen).

K- “Şüpheli ve suçluları saklamak”. Nusra’dan para çalan bir adamı saklamakla kalmayıp Deyrizur’a vali tayin etmeleri gibi. Müslümanlara hatta Hadrami gibi mücahidlere işkence eden ve öldüren IŞİD’in Rakka valisi gibi. Ve Orman Şeriatı ile amel edeceğini söyleyip birçok kişi ve gruba saldıran Sahil (Lazkiye) valisi gibi. Ve Binnis’de İslami mahkemede iki kişiyi öldüren, sonra da IŞİD’e katılan Liva Davud gibi. (Liva Davud daha sonra IŞİD’den ayrıldı -çevirmen)

L- Sahve bulunduğu gerekçesi ile köylere saldırmak, Ahrar’a intihar saldırıları yapmak gibi pervasız davranışlar. Atiyyetullah el Libi’nin dediği gibi istişhad operasyonu düzenleyenlerin komutanları onları kandırmamalı ve şüpheli hedeflere göndermemelidir. Istişhadi neye saldırdığından emin olmalıdır yoksa Allah onu sorgulayacak ve cezalandıracaktır.

M- “Aldatmaca”. Sadece diğer gruplara değil kendi askerlerine karşı bile. Mücahidlere saldırırken PKK ile savaştıklarını düşünmelerini sağlamaları gibi.

N- Halid es Suri, Ebu Sa’d Hadrami, Ebu Reyyan, Muhammed Faris, Ebu Ubeyde ve başka liderleri öldürmek ve tehdit etmek. (Halid es Suri’nin ölümü hakkındaki) Beyanatları kendilerini suçtan temize çıkarmamıştır, daha ziyade saldırı emri vermediklerini söylemeleri kendilerini suça ortak etmiştir. Emir vermeseler bile savaşçılarını bu yönde kışkırtmaktaydılar ve suçluyu İslam mahkemesine teslim etmeleri gerekmektedir. Kendisini daha önce tehdit ettiler hatta onu öldüreceklerini söylediler. Ayrıca başka hangi grup Mücahid karargâhlarına ingimasi (intihar bombacısı) göndermektedir? Taziye bile yayınlamadılar ve sadece Rahimehullah dediler.

O- “Başka grupların haklarına tecavüz”. Rakka’da çatışmadan sonra tüm ganimetleri kendilerine almaları gibi, Rakka’da bütün tankları kendileri aldılar. Kendilerinden küçük ve zayıf gruplara sürekli saldırılar düzenleyerek silahlarına, mallarına ve üslerine el koymaları. (Haseke eyaletindeki) Sedadi şehrinde Ahrar karargâhına saldırıp silahları ele geçirmeleri ve aynısını daha sonra Nusra’ya da yapmaları gibi.

P- “İslami mahkemeyi reddetmek”. Daha sonra detaylı olarak anlatacağım şekilde bütün uzlaşma tekliflerini reddettiler.

Q- “On cephelerdeki mücahidlere saldırmak”. PKK ile savaşırken cephede Ahrar ve Nusra’ya saldırmaları, Nusayrilerle savaşırken Livau’t Tevhid’e saldırmaları gibi.

R- “Aşırılık”. Mesela tekfir meselesinde Hariciler büyük günahlar için tekfir yaparlardı. IŞİD ise çok daha küçük şeyler için tekfir yapıyor. Şeyhul İslam haricilerin günah sayılmayacak şeyleri günah sayıp tekfir ettiklerini söyler. Şeyhul İslam haricilerin işaretinin günahları sevap sayıp sevapları günah saymak olduğunu söyler. IŞİD kâfirle oturduğu için insanları tekfir etmektedir ki kafirle oturmak tek başına küfür yahut günah değildir. Aşırılıklarının başka bir işaret şüpheler ve ihtimaller üzerine tekfir yapmalarıdır. Grupları Sahve olarak adlandırmak ve onlara bu şekilde muamele etmek gibi gelecekte meydana gelme ihtimali olan şeylere dayanarak hüküm vermektedirler. Ve simdi kendileri ile savaşan herkes Sahve olarak adlandırılmaktadır ki bu kendi saldırganlıklarına karşı bir tepki olsa bile. Böylece kan dökmeyi helal kıldılar.

İslami Cephe ve diğer İslami gruplara, en sonunda da Nusret Cephesi’ne yaptıkları gibi. Deyrizur’la alakalı beyanatlarında demişlerdi ki: “Onlar Bati için çalışan Sahve ile ayni siperdedirler”. Onlar diyerek Nusra’yı kastediyorlar. Ya IŞİD Rakka emirinin ÖSO’dan biat aldığı için infaz edildiğini söylediği Ebu Sa’d Hadrami? Bu da mı irtidat? Ve biatteki aşırılıkları. Biat-i Umumi talep edip biat etmeyen herkesi günahkâr saymaları gibi.


Bunlar IŞİD’in Suriye’de islediği bazı suçlardır. 46. Alay kampında olanları ise aşağıda izah edeceğiz:


Etarib’deki çatışma başlamadan önce IŞİD Etarib’de bir ÖSO komutanını kaçırdı. Bu kişi kaçırıldığı bölgede ölü bulundu ve IŞİD sonra başka bir ÖSO üyesini kaçırdı. OSO Nusret Cephesi’nden korunma talep etti, bizse doğrudan müdahale etmek istemediğimiz için meseleyi Halep İslam Mahkemesi’ne havale ettik. Kampa (46. Alaya) IŞİD’in baskın yapmasından önceki gece IŞİD Livau’l Ensar’dan kontrol noktasını kendilerine bir gece ödünç vermelerini istedi. Livau’l Ensar kabul ederek kontrol noktasını terk etti. Sonraki sabah ise mevzilerini terk etmediler, silahları da geri vermediler, kampı muhasara edip içindekileri tehdit ettiler. Sonunda biz IŞİD dâhil herkesin kampı terk etmesi doğrultusunda anlaşmaya vardık ve her zamanki gibi IŞİD hariç herkes anlaşmaya uydu. IŞİD bu fırsatı kullanarak kampa baskın yapıp Nusra savaşçıları da dâhil bazı kişileri oldurdu. Sonra Kibt el Cebel köyüne ulaşmak için Etarib’i bombaladılar ve Nureddin Zengi grubu ile çatıştılar. Bu şekilde savaş başladı.


Sonrasında Ebu Reyyan hadisesi, Meskene’yi geri almak ve 46. Alay kampına yârdim etmek gibi sebeplerden dolayı Ahrar bazı cephelere dâhil oldu. Grupların çoğu haklarını almak için IŞİD’e karsı harekete geçti. IŞİD’in elinde esirleri bulunduğu için Livau’t Tevhid (LT) de bu grupların içindeydi. Livau’t Tevhid –esir değişimi için- bazı IŞİD üyelerini kaçırdı, IŞİD ise bunu bilmesine rağmen elindeki LT esirlerini infaz etmeyi seçti.


Rakka’da Ahrar&Nusra ile IŞİD arasındaki çatışmalar IŞİD’in bir Nusra kontrol noktasına saldırmasıyla başladı ve iç savaş patlak verdi. Rakka’da binalara keskin nişancılar yerleştirdiler, Tel Abyad’i bombaladılar. Bir hastaneye girip yaralı Ahrar savaşçılarını öldürdüler. Rakka’da 70 Nusra savaşçısı ve 100 civarında Ahrar savaşçısı öldürdüler.


Dana şehrinde ise IŞİD her taraftan sarılmıştı, bu yüzden şehri Nusret Cephesi’ne teslim etmeye karar verdiler. Nusra şehre girip sancağını diktikten sonra ise anlaşmayı bozdular. Nusra şehirden çekildi ve IŞİD zorla şehirden çıkarıldı. Aynisi diğer yerlerde de oldu, üslerini/şehirlerini Nusra’ya devrettikleri bölgelerin çoğunda anlaşmayı bozdular.


Halep’e gelince, Meskene’de Ahrar ile IŞİD arasında çatışmalar olmuş, IŞİD bazı Ahrar üslerini ele geçirmişti. Hastanedeki herkesi infaz ettikten sonra çekildiler, medyadaki resimler gerçektir ve Nusra’dan da bir kişiyi öldürdüler. Hastaneyi geri vermeleri gerekiyordu ancak bunun yerine herkesi oldurup geri çekilmeyi seçtiler. Kadınlarına tecavüz edildiği bahanesiyle doğudan Ömer Şişani’yi getirdiler, eğer bu iddia doğruysa bizim şehadetimiz onların namusundan önce gelecektir. Fakat IŞİD bunu tekfir edip Sahve diye adlandırdıkları gruplara karsı insanları kışkırtmak için bir araç olarak kullandı. Sisani El Bab’a girdiğinde Halid es Suri ile arasındaki anlaşmayı bozdu ve hala orada savaşmaktadır. Halep’teki gruplar üzerindeki IŞİD baskısı bazı grupların IŞİD saldırılarını püskürtmek için cepheden çekilmesine yol açtı. Rejim de bu fırsatı kullandı, bugün Halep tehlike altındadır. IŞİD Badiye’ye (doğu Humus) çekildikten sonra tecavüzlerine orda da devam etti. Haseke’de PKK ile savaşırken Ahrar’a sildirdi, bazıları kaçtı bazılarını ise biate zorladı. Bu hadiseyi Deyrizur’da Nusra’ya saldırarak bazı üslerini ve petrol rafinerisini işgal etmeleri takip etti. Yüzlerce askerimizin olduğu yerde tedarik yolunu kestiler. Ve bu Deyrizur’da iç çatışmanın başlamasının tek sebebi de değildir. Bu Nusra ve İslam Mahkemesi’ne yönelik aylar suren saldırılardan sonra başladı.


IŞİD’in planı tüm doğu bölgesini ele geçirip diğer grupları kovmaktı. Nusra kendilerine bir mesaj göndererek mahkeme istediklerini bildirdi. Cevaben “bu daha başlangıç” dediler. Sonra Nusra IŞİD’e ültimatom verdi ve üslerini geri almaya hazırlandı. Sonra IŞİD Haseke’deki Nusra üslerine saldırarak Nusra’yi Deyrizur’a çekilmeye zorladı. Çatışma başladıktan sonra Nusra konvoyuna saldırması için bir intihar bombacısı gönderdiler fakat bu kişi açığa cifti. Sonraki gün başka bir intihar bombacısı gönderdiler, bu kişinin yolda arabası bozulunca itmeleri için insanlardan yârdim istedi. İnsanlar araçtaki bombayı görünce şüphelendiler ve IŞİD savaşçısı aracı patlattı. Ayni IŞİD’in Nusra liderinin evine 3 intihar bombacısı göndermesi gibi. Ayni başka bir liderin evine motosikletli intihar bombacısı göndermeleri gibi, orda 2 çocuk yaralandı ve hala hastanedeler. Mayadin’de Ahrar’a karsı bombalı araçlar kullandılar. Nusra başından beri uzlaşma yolunu seçti ve Şeriata uyma çağrısı yaptı. Fakat ilk günden beri IŞİD bütün uzlaşma cabalarını reddetti, bunları şimdi anlatacağız:

A- Zevahiri’nin hükmü ve Halid es Suri’yi arabulucu ataması. Bunu reddettiler hatta Halid es Suri’yi öldürdüler.

B- Cevlani Nusra’nın liderliğini bırakmayı, hem Irak İslam Devleti hem Nusra’nın yeni lider seçmesini teklif etti. Reddedildi.

C- Cevlani, Abdulaziz Katari ile haber göndererek El Kaide ismi altında birleşmeyi, ancak Nusra politikasını sürdürmeye devam etmeyi teklif etti. Reddedildi.

D- Birinci fitneden sonra Süleyman el Ulvan’in girişimi. Reddedildi.

E- Bütün gruplarla barış anlaşması imzalamaları için temasa geçtik. Ahrar, LT, Sukur’us Şam vb hepsi kabul etti. IŞİD kabul etti, ancak sadece bir bölge için. Bu da o bölgede kuşatma altında olduklarından kuşatmanın kaldırılmasını istemeleri sebebiyledir.

F- Cevlani’nin anlaşma yapılmasını teklif eden halka acık beyanatı. Reddedildi. Sonra Adnani’nin kan damlayan açıklaması geldi: “Kan içip kemik yiyen aslanlarla dolu ordularımız var”. Allah askına, kiminle konuşuyorsun Adnani? Irak’ı işgal eden Bush’la mı? Yoksa Nusayri Fatihi Halid es Suri ile mi?

G- Zevahiri’nin teşebbüsü. IŞİD tarafından umursanmadı.

H- Ve Şeyh Muheysini’nin girişimi. IŞİD pratikteki problemlerle alakası olmayan şartlar ileri sürerek dolaylı olarak bunu da reddetti.

Bütün bu barış girişimleri ve âlimlerin desteğinden sonra Bağdadi’nin kendileri ile savaşmayanlarla savaşmayacaklarını söylediği mesajı geldi. IŞİD’e saldırmadıkları halde Sarkiye’deki (doğu bölgeleri Haseke ve Deyrizur kastediliyor- çevirmen) tüm saldırılar Bağdadi’nin açıklamasından sonra geldi ki orda iç çatışma yoktu. Bağdadi adamlarına zulme karşı koymalarını söylüyorsa bunun yolu İslam Mahkemesi’dir, silah bırakıp IŞİD üslerinde Allah’a tevbe etmek değildir.


Son girişim Cevlani’nin 5 gün içinde kayıtsız şartsız İslam Mahkemesi’ne gitmeyi kabul etmeleri ültimatomuydu. Bütün bu olanlardan sonra emin olduk ki IŞİD kendileri ile savaşmayı İslam’la savaşmak saymaktadır. Resmi beyanatlarında olmasa bile davranış biçimleri bu şekildedir. IŞİD sahte mazeretlerle Allah’ın kanunu ile yargılanmayı reddetti, Mücahidlerle savaştı ve yanlış yorumlarla kanlarını ve mallarını helal kildi. Yani IŞİD Şeriatın bir kısmının hükmünü reddeden Taifetul Mumtenia’dir (inkarci taife). (Burada Şeriatla alakalı izahlar yapıyor çevirmen). Problem kendi yorumlarıyken yaptıkları aşırılıklara şaşırmamalıyız, tüm Ehli Bidat bu şekilde başlamıştır. IŞİD’in kendileriyle anlaşmazlığa düsen insanlara muamele sekli ve tekfirleri Hariciler gibi gruplarla benzer özellikle taşımaktadır. (Burada Haricilerle alakalı izahlar yapıyor).


Haricilerle IŞİD’de bulduğumuz ortak nokta şüphe ve ihtimallere dayanarak tekfir etmede acele etmeleridir. Yalnızca bir kişiyi tekfir etmek bile çok tehlikelidir ve büyük âlimler hariç kimse bu meselelere girmemelidir. (Daha fazla izahatlar).


Haricilerle paylaştıkları başka bir özellik ulemaya saygısızlık ve ciddiye almamaktır. Askerlerine ulemayı dinlememelerini soyluyorlar. Ebu Katade ve Makdisi gibi ulemanın ve cihadın liderlerine kendileriyle ayni fikirde olmadıkları için ithamlar yönelttiklerini görebilirsiniz.


Haricilerle paylaştıkları başka bir özellikleri insanların imanını sorgulamak ve test etmektir.


Haricilerin başka bir özelliği Müslüman öldürmek ve kâfirlerle savaşı terk etmektir. (1 yıl içinde) Esad’a yapılan 10 intihar saldırısına karsı Mücahidlere 1 ayda 40 intihar saldırısı yapıldı.

Yani IŞİD Şeriatın hükmünü reddeden saldırgan taraftır (Taifetul Mumtenia) ve Haricilere en çok benzeyen gruptur. Bunların dışında Haricilere benzemeyen özellikleri de vardır; anlaşmayı bozmak, takiyye yapmak ve yalan yere Allah’a yemin etmek gibi. Ve bugüne kadar Allah’ın kanunu ile yargılanmayı reddettiler, bu sebeple İslami acıdan bu grupla savaşmaya izin vardır. Bu da birkaç sebepten dolayıdır:

A- Bize ve mallarımıza karsı saldırıyı başlattılar, bu sebeple İslami açıdan onlarla savaşmamıza izin vardır (Şer’i delil gösteriyor).

B- IŞİD diğer gruplara saldırıları başlatan taraftır (Tekrar Şer’i delillerle izah).

C- IŞİD Nusayrilerle savaşta en büyük engeldir, bu engeli kaldırmak vaciptir.

D- Tekfir konusunda IŞİD, hariciler gibi bidat ehlinin yorumlarına başvurmaktadır. Bunu terk etmezlerse kendileriyle savaşmaya izin vardır.

E- IŞİD mücahidlerin ikmal yollarını kesmiştir. İkmal yolları kesildiğinde savaşmaya izin vardır.

F- IŞİD suçluları saklamaktadır. Bu kişileri İslami Mahkeme’ye teslim etmek istemezlerse kendileriyle savaşmaya izin vardır.

Burada bir noktayı netleştirmek istiyoruz:

Biz intikam almak veya şahsi hesaplarımızı görmek için savaşmıyoruz, saldırıları başlatan da biz değiliz. Biz onlarla Fitne’den dolay değil, bize yaptıkları tecavüzler sebebiyle savaşıyoruz. Bizi buna zorlamasalardı onlarla savaşmazdık çünkü Nusayrilerle savaşmak bizim birinci önceliğimizdir. Amerikan uşakları Suriye Ulusal Koalisyonu, Suriye Askeri Konseyi gibi oluşumlarla işbirliği yapmıyoruz. Ve IŞİD’in kâfir ilan ettiği herkes bizim nezdimizde kâfir değildir, mesela İslami Cephe. Savasımızın IŞİD’in Bati destekli kuklalarla savaşına denk gelmesi bizi endişelendirmiyor. Biz IŞİD’in tecavüzlerini def etmek için savaşıyoruz, bu iki savaşın tesadüf etmesi başka, ittifak etmek ise tamamıyla başka şeydir.


Bu bahsettiğimiz şeyler her asker için geçerli değildir, ancak genel olarak grup için geçerlidir. Muhacirler bizim kardeşimizdir, hicret ettikleri için bizden daha iyi insanlardır, Nusra’da yüksek mevkilerde olan muhacirler vardır ve kendilerini hala kabul etmekteyiz. IŞİD’le olan mücadelemiz Ensar-Muhacir kavgası değildir ancak IŞİD böyle bir resim çizmek istemektedir. Savaşçılarının çoğu muhacir olduğu için bu propagandayı yaparak IŞİD’den başka gidecek yerleri olmadığını telkin ediyorlar.

Sonuç olarak IŞİD’in fikirlerinden masumiyetimizi ilan ediyoruz ve Nusayrilerle savaşa odaklanmak için, kan dökülmesini önlemek için Cevlani’nin Şeriat Mahkemesi’ni kabul etmeniz cağrısını tekrar ediyoruz. Müslüman ümmetine geri dönerseniz sizi affedecektir. Ancak geri dönmezseniz ümmet nerdeyse hedefini (Esad’ı devirmek) tamamlamak üzere olan cihadı sabote ettiğiniz için sizi affetmeyecektir.

Nusret Cephesi Şura Meclisi ve Şeriat Komitesi üyesi Abdullah El Şami tarafından yapılan açıklamayı Ekrem

YILMAZ islahhaber.net için Türkçeye tercüme etmiştir.

Kaynak: Haksöz Haber

http://www.haksozhaber.net/nusret-cephesinden-isid-aciklamasi-45689h.htm
Her müslümanın muhakkak okuması ve özerinde tefekkür etmesi gereken bir konu..sübhanALLAH ..Tam çıkıyordum ama okumaya başlayınca,yerimde oturdum ve tane tane okumaya başladım..Akıl sahiblerinin aklını ve yüreğini titreten hakikatler..
 
A Çevrimdışı

Away

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Güncel.
Ayrıca devamı olsa çok iyi olur.
Mesela Işid in Dabıq dergisinde el kaide ve taliban hakkında yazıları...
 
Üst Ana Sayfa Alt