Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Bir Işi Yapanın, Işinin Kendisini Küfre Soktuğunu Bilmemesi

E Çevrimdışı

Ebu UBEYDULLAH

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Bir İşi Yapanın, İşinin Kendisini Küfre Soktuğunu Bilmemesi

Ebu Muhammed el-Makdisi


Tekfirin engellerine dair yazılan bir çok kitapta şu ifade yer almaktadır:

“Kişinin kafir olması yaptığı işin kendisini küfre soktuğunu bilmesine bağlıdır.”

Bu söz üzerine Şeyh Ebu Muhammed el-Makdisi (Allah kendisini esaretten kurtarsın) şöyle demektedir:

“Bu şart üzerinde durulması gerekir. Adiyy bin Hatim’in (Radıyallahu Anh) hadisinde Allah Rasûlü’nün (Sallallahu Aleyhi ve Selem) anlattığı kimseler (Adiyy’in de bizzat açıkladığı gibi) ahbar ve hahamlara hüküm konusunda itaat etmenin küfür olduğunu bilmiyorlardı. Bu itaatın Allah’tan başkasına karşı yapılmasının küfür olduğunu bilmemeleri onların şirkle nitelendirilmelerine engel olmadı. Ve onlar hahamlarını, rahiplerini Allah’ı bırakıp rabler edinmiş oldular. Allah Subhanehu ve Teala onları Kuran-ı Kerim’in Fatiha Suresi’nde açıklamıştır. Kendilerine “gadab” edilenlerin, bilerek küfre girip inkar edenler olduğunu, “Dâllin” ile ifade edilenlerin ise, taklit, cehalet ve sapıklıkla küfredenler olduğunu bildirmiştir.

İnsanın bazı durumlarda farkında olmadan yani yaptığı fiilin küfür olduğunu bilmeden de kafir olabileceğine açıkca delalet eden delillerden biri de şu ayettir; “Ey iman edenler, sesinizi peygamberin sesi üzerine yükseltmeyin. Farkına varmadan amellerinizin boşa gitmemesi için, birbirinize bağırarak konuştuğunuz gibi, peygambere karşı da bağırarak konuşmayın.” (Hucurat, 49/2) Allah Subhanehu ve Teala farkına varmadan, bu şekilde Peygamber’e karşı yüksek sesle konuşmanın veya bağırmanın, sahibinin amelinin boşa gitmesine sebebiyet verebileceğini açıklamıştır. Amellerin boşa gitmesi de şu ayette olduğu gibi ancak küfürle meydana gelen bir şeydir:

“Fakat içinizden kim dininden döner ve kafir olarak ölürse, işte dünya ve ahiretteki amelleri boşa gitmiş olanlar bunlardır” (Bakara, 2/217), “Kim imanı kabul etmezse onun tüm ameli boşa gitmiştir.” (Maide, 5/5)

Yine Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurur: “Eğer Allah’a ortak koşmuş olsalardı, yapmış oldukları iyi işler kendilerinden boşa gitmiş olurdu.” (En’am, 6/88) Ve yine buna benzer ayetler bunun delilleridir.

Şeyhu’l İslam İbn Teymiyye’nin Rahimehullah da dediği gibi: “Allah Rasûlü’nün Sallallahu Aleyhi ve Sellem sesinin üstüne sesini yükseltenin ve bağırarak O’nunla konuşanın, farkında olmadan, küfre düşmesinden ve amellerinin boşa gitmesinden korkulur. Çünkü bu fiil küfür zannı verir ve ona sebeptir...” (Sarimul Meslul, 55)

Kişinin yaptığının, kendisini küfre soktuğunu bilmesi her zaman şart değildir. Alimler bunu müslüman olan ancak bazı incelikli ve derin meselelerde veya ancak risalet hüccetiyle bilinebilinecek ve açıklamaya muhtaç durumlarda hata eden kimse hakkında şart koşmuşlardır. Zira Allah Subhanehu ve Teala, Kuran’da kafirlerin çoğundan bahsederken ve onların kafirliklerini anlatırken, bunların aslında kendilerini doğru yolda olanlardan saydıklarını haber verir. Kendilerinin ıslah edici olduklarını söylerler ve derler ki: “Biz sadece iyilik ve başarı diledik”. Ancak Rabbimiz Subhanehu ve Teala aslında bunların çoğunun bilmediklerini ve cahil olduklarını bildirir:

“De ki: Amel olarak en çok ziyana uğrayanları size haber vereyim mi? Onlar o kimselerdir ki dünya hayatında yaptıkları boşa gitmiştir. Üstelik kendilerinin muhakkak iyi yaptıklarını zannederler.” (Kehf, 18/103-104)

Allah Subhanehu ve Teala Tebük Gazvesi’nde Kur’an okuyucularıyla alay edenleri, kafir olarak zikretmiştir. Kendilerini küfre sokacak kelimeleri telaffuz ettikleri için bu kelimeler onları küfre sokmuş, onlar özür dileyip kesinlikle bununla küfrü kasdetmediklerini, böyle bir şeyi asla düşünmediklerini ve bu sözlerinin küfür sözleri olduğunu bilmediklerini, öylesine oyun, eğlence olsun, mizah olsun diye söylediklerini beyan etmelerine rağmen, tüm bu özür beyan eden açıklamalar onlara fayda sağlamamış ve kabul görmemiştir. Buna dair deliller çoktur.

İnsanın yaptığı şeyin kendisini küfre soktuğunu bilmesi şartı yoktur. Ancak yaptığı ameli veya sözü kendi kastederek ve bilerek yapmış veya söylemiş olması ittifakla şarttır. Yazarın buradaki maksadı ise o değildir.

Allâme İbnu’l Kayyım’ın Rahimehullah, “Tarikül Hicreteyn ve Babü’s Saadeteyn” isimli eserinde, mükelleflerin mertebelerini anlatırken, on yedinci tabakada söylediği gibi: “Mukallidlerin (atalarının yolunu takip edenler) tabakası, kafirlerin cahilleri ve onlara tâbi olanlar, bunların himarları (eşşekleri), onlara tâbi olduklarını iddia edenler ve "Biz atalarımızı bir hal üzerinde gördük ve biz de o örneğe uyuyoruz" diyenler.” İbnu’l Kayyım Rahimehullah sözünü şuraya kadar sürdürerek; “İslam ümmeti bu tabakanın kafir olduğu konusunda ittifak halindedir. Her ne kadar cahil de olsalar” der ve sözüne bu mana etrafında devam eder.”

Şeyh ebu Muhammed’in, İbn-i Kayyim’den naklettiği sözün devamı şu şekildedir:

“Nebi’nin şöyle dediği sahih olarak rivayet olunmuştur: -Kim bir sapıklığa çağırırsa, ona kendisine uyanların günahları miktarınca günah vardır. Ona uyanların günahlarından da hiç bir şey eksilmez.- Bu da göstermektedir ki; tâbi olanların küfrü, sırf diğerlerine uyma ve taklitlerinden dolayıdır. Ancak burada, karışıklığı ortadan kaldıracak bir açıklamaya gerek vardır. Bu da; hakkı öğrenip bilme imkanına sahip olup da ondan yüz çeviren mukallid ile, herhangi bir şekilde bu imkandan yoksun olan kimse arasında fark olduğudur. Bahsettiğimiz bu her iki gurup da mevcuttur. İlim elde etme imkanına sahip olup da yüz çeviren, gerekeni yerine getirmemiş ve üzerine düşen vacibi terk etmiştir. Bu nedenle Allah katında bu kimsenin özrü yoktur. Ancak herhangi bir şekilde ilim elde edemeyip, sormak ve öğrenmekten aciz olan kişiye gelince; bu da iki kısımdır: Birisi hidayeti isteyen, onu her şeye tercih eden, ona sevgi besleyen fakat hidayete ve onu aramaya, kendisine yol gösteren olmaması nedeniyle güç yetiremeyen kimsedir. Bu kimsenin hükmü, fetret dönemlerinde yaşayan ve davet kendisine ulaşmayan kişinin hükmü gibidir.

İkincisi, hidayeti istemeyip ondan yüz çevirendir. Bu kimse kendisinin üzerinde bulunduğu durumdan başkasını içinden geçirmeyendir. Birincisi şöyle der: Ey Rabbim; eğer üzerinde bulunduğum dinden daha hayırlı bir din olduğunu bilsem, elbette kendime onu din edinir ve üzerinde bulunduğumu terk ederdim. Ancak bundan başkasını bilmediğim gibi, bundan başkasına güç de yetiremiyorum. Benim gayretimin ve bilgimin son noktası budur. İkincisi ise; üzerinde bulunduğu durumdan razıdır. Bir başka şeyi o duruma tercih etmez ve ondan başkasını da talep etmez. Onun aciz olması ile güç yetirebilir olması arasında fark yoktur.

Aslında bu iki örnekteki kişilerin her ikisi de acizdir. Fakat aralarında şöyle bir fark olmasından ötürü ikincisi birinciye kıyaslanmaz.: Birinci kişi, fetret döneminde dini arayıp, bulmayı başaramayan, bunun için imkanının elverdiği tüm çabayı sarfettikten sonra, acizlik ve bilgisizlik nedeniyle bundan vazgeçen kimse gibidir. İkincisi ise; hiç istemeyen, bundan aciz kalacak olsa bile, dini hiç aramamış ve şirki üzere ölmüş kimse gibidir. Dini bulmak isteyen aciz ile, bundan yüz çeviren aciz arasındaki fark da işte budur.”( )
 
Üst Ana Sayfa Alt