Bizans Sarayında Bir İslam Âlimi: Bâkıllânî
Bizans’la olan münasebetler İslam tarihinin ilk dönemlerine kadar uzanıyor, Hz. Peygamber’in Dihye b. Halîfe vasıtasıyla Bizans İmparatoru Herakleios’a gönderdiği davet mektubunun olduğu mîlâdî 628 yılına kadar gidiyordu.
İslam tarihinin böylesine erken bir döneminde başlayan ilişkiler şubhesiz bununla sınırlı kalmamış, kâh harb kâh diplomatik olarak ileriki tarihlerde de devam etmişti.
Bu ilişkilere 10. ve 11. yüzyılda Irak ile İran topraklarına hakim olan Buveyhîler döneminde de şahid olunmuştu. Dönemin Bizans İmparatoru olan II. Basileios’a karşı isyan eden General Bardas amacını gerçekleştiremeyip de başarısız kalınca nihayetinde Buveyhîlere sığınmıştı.
Bu gelişmeden kısa bir zaman sonra Bizans tarafından Buveyhî sarayına gönderilen elçi General Bardas’ın Bizans’a teslim edilmesi yönünde II. Basileios’un talebini iletmişti. Elçi her ne kadar iyi bir şekilde Buveyhî sarayında ağırlansa da ilettiği talebi olumlu karşılık bulmamıştı.
Cevab mesajını iletmek üzere bir elçi göndermeye karar veren dönemin hükümdarı olan Adududdevle, bunun için meşhur İslam alimi Bâkıllânî’yi seçmişti.

Bâkıllânî’nin İʿcâzu’l-Kurʾân adlı eserinin Suleymaniye Kütüphanesi Damad İbrâhim Paşa Koleksiyonu'nda bulunan nüshasından örnek sayfalar.
Adududdevle’nin bu parlak zekalı alimle olan diyaloğu bir hayli kuvvetliydi. Bir munazara ustası olan Bâkıllânî, Adududdevle’nin huzurunda hem zeka hem de donanım bakımından kendisini defalarca kanıtlamıştı.
Adududdevle, Bâkıllânî’yi oğlu Simnânuddevle’yi yetiştirme vazifesiyle taltif ederken, Bâkıllânî de meşhur kelam eseri et-Temhîd’i ona ithaf etmişti.

Bâkıllânî’nin et-Temhîd adlı eserinin Süleymaniye Kütüphanesi Ayasofya Koleksiyonu'nda yer alan nushasından örnek sayfalar.
Buveyhî sarayından gönderilen elçilik heyetine başkanlık eden Bâkıllânî sadece General Bardas ile alakalı meseleyi değil, Bizanslılar’la esir değişimi gibi pek çok başlığı dosyasında taşıyordu.
- Peki bu iş için neden bir alim tercih edilmişti. Öyle anlaşılıyor ki Adududdevle bunun sadece diplomatik bir ziyaret olarak kalmasıyla yetinmek istememişti. Meşhur hadis hafızı İbn Asâkir’in Tebyînü kezibi’l-mufterî isimli eserinde de belirttiği gibi “Bu görev için özellikle onu seçmesi İslâm’ın izzet ve itibarını Hıristiyanlık karşısında yükseltmek içindi”.
Pek çok tarihî kaynak tarafından doğrulanan bu seyahatin detaylarını ise meşhur Mâlikî fakîhi Kâdî İyâd nakletmişti. Onun Mâlikî mezhebine dair fukaha tabakatı olan Tertîbu’l-medârik’inde bu mesele de işlenmiş, Bâkıllânî’nin İstanbul’dayken giriştiği münazaralar bahis konusu edilmişti.Bâkıllânî, Bizans İmparatoru’nun huzuruna çıktığında onun “sultanınız mektubunda sizi ‘Müslümanların tercümanı ve en iyi munazara adamı’ olarak niteliyor; doğrusu biz bunu yakînen bilmek ve belirttikleri gibi olup olmadığını bizzat sizden duymak isteriz” ifadesiyle karşılaşmıştı.

İbn Asâkir'in Tebyînu kezibi’l-mufterî isimli eserinin Suleymaniye Kütüphanesi Cârullah Efendi Koleksiyonu'nda bulunan nüshasından örnek sayfalar.
Aslında bu meseleyle alakalı Bâkıllânî de eserler kaleme almıştı. Tertîbu’l-medârik’ten öğrendiğimiz kadarıyla o, el-Mesâilu’l-Kostantiniyye ve Fî enne’r-Rûm Leyse bi şey başlıklı iki eser kaleme almış, fakat bu iki eser de günümüze ulaşamamıştı.
- Uzun bir yolculuktan sonra İstanbul’a varılmış, Buveyhî sarayından gelen heyetin varlığı Bizans imparatoruna haber verilmişti. Kendilerini karşılamak üzere gönderilen bir saray görevlisi heyettekilere sarıklarını ve ayakkabılarını çıkarmasını söylemiş, Bâkıllânî’nin buna cevabı ise olumsuz olmuştu: “Eğer radı oluyorsanız şu anki görüntüm ve elbisem ile huzura girerim; değilse, alın getirdiğim mektubu okuyun, cevabını yazın biz de alıp dönelim”.
Sonrasında sarayda İmparatorun verdiği yemeğe davet edilen Bâkıllânî, buna da önce menfî cevab vermişti. Gelen görevli kralın sofrasında bulunmanın elçilerin görevi olduğunu söylemesi üzerine o da şu şekilde karşılıkta bulunmuştu:
İmparatordan gelen cevab ise Bâkıllânî’nin belirttiği durumlara saygı gösterildiği, sofrada Müslümanlar için haram olan bir şeyin bulunmadığı yönünde olmuştu. Bâkıllânî ancak bu cevaptan sonra davete icabet etmiş, ancak yine de tedbiri elden bırakmamıştı: “Her ihtimale hazırlıklı bir şekilde kalktım ve sofraya oturdum. Elimi yemeğe uzattım, ancak hiç yemedim. Aslında sofrada hoşa gitmeyecek bir şey olmamasına rağmen yine de yiyemedim”.“Ben Müslümanların ilim adamlarındanım, böyle bir konumda üzerlerine gereken sorumluluklarını bilmeyen askerî bir elçi veya bir başkası değilim. İmparator da bilir ki, ilim adamları bile bile bu tür şeylere teşebbüs ve curet etmezler. Ben açıkçası sofrada Yüce Allah’ın Peygamberi’ne ve bütün Müslümanlara haram kıldığı domuz eti ve benzeri şeylerin bulunmasından endişe ediyorum”.
Muhtemelen II. Basileios ilginç şahsiyetiyle Bâkıllânî’nin yapılacak munazarada neler söyleyeceğini merak etmiş, meclisin bir an önce kurulmasını emretmişti.
- Sünnîlerden Şîîlere, Mutezile alimlerinden müneccimlere varıncaya kadar çok sayıda münazara gerçekleştiren Bâkıllânî’nin kendisini ispatlayacağı yer de tam olarak burasıydı.
Münazara dört meclis halinde gerçekleşmiş ve bunların tamamında Bâkıllânî rakiblerini ilzâm etmişti. Meselenin kelam ilmiyle alakalı tarafı bir yana, bir Müslüman alimin gerekli yerlerde izzeti elden bırakmayarak nasıl bir tavır takınması noktasında Bâkıllânî bizler için önemli bir misal oluşturuyordu

Bizans sarayında bir İslam alimi
Yusuf Sami Kamadan elçilik heyetinin başında Bizans diyarına gönderilen Bâkıllânî'nin hikayesine odaklanıyor.