Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Bize Bulaşan Bazı Hastalıklar

I Çevrimdışı

islami bilgiler

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
بســـم الله الرحمن الرحيم


Bize Bulaşan Bazı Hastalıklar


Ben şimdi burada bu ümmete şu veya bu oranda bulaşan bazı ehl-i kitap veya yabancı kaynaklı hastalıklara parmak basacağım. Ta ki, düz yolun yolcusu olan müslümanlar “gazaba uğramışlar” ile “sapıtmışlar”ın tarafına sapmaktan kaçınabilsinler.

Cenab-ı Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

“Kitaplılardan çoğu, gerçeğin ne olduğunu açıkça anladıktan sonra, sırf içlerindeki kıskançlık yüzünden sizleri imanınızdan ayırıp kâfirliğe döndürmek isterler.” (Bakara: 109)

Cenab-ı Allah bu ayette müslümanların sahip oldukları doğru yolu ve gerçek bilgi birikimin i çekemeyen, kıskanan yahudiler i kınıyor. Sağımıza solumuza bakarsak bu hastalığın benzerini bu ümmetin bazı ilim ve ibadet adamlarında da görürüz. Böylelerinin Allah'ın kendileri ne yararlı ilim ve salih amel bağışladığı bazı dindaşlarını şu veya bu oranda kıskandıkları görülür. Bu kesinlikl e kınanmış bir huydur ve buna göre “gazaba uğramışlar”ın hastalıklarından bir parçadır.

Cenab-ı Allah (c.c.) başka bir ayette de şöyle buyuruyor:

“Hiç şüphesiz Allah kendini beğenip övünen kimseleri sevmez. Onlar kendileri cimrilik ettikleri gibi başkalarına da cimri olmayı emrederle r ve Allah'ın kendileri ne bağışladığını gizlerler .” (Nisa: 37)

Cenab-ı Allah bu ayette sözü geçenleri cimrilikl e niteliyor . Bu cimrilik hem bilgi ve hem de mal cimriliğidir. Gerçi daha önceki ayetler, bu ayetteki asıl maksadın ilim cimriliği olduğunu gösteriyor. Nitekim Cenab-ı Allah, bu kimseleri daha başka bir kaç ayette ilimlerin i saklamakl a kınıyor. Meselâ bu ayetlerde n biri şudur:

“Allah kendileri ne Kitab verilenle rden “onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, gizlemeye ceksiniz” diye söz almıştı. Fakat onlar vermiş oldukları sözü arkalarına atarak bu kitaba karşılık bir kaç para aldılar. Kitabı satmak karşılığında satın aldıkları ne kadar kötü bir şeydir.” (Âl-i İmran: 187)

Diğer bir ayette de şöyle buyuruluy or:

“İndirdiğimiz açık ayetleri ve doğru bilgiyi, biz Kitab'da insanlara açıkça belirttik ten sonra, gizleyenl er var ya, işte onlara hem Allah lanet eder ve hem de bütün lanet edebilenl er lanet ederler.

Ancak tevbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıklayanlar başka. Onları affederim . Çünkü ben tevbeleri n kabul edicisi ve rahmet sahibiyim .” (Bakara: 159)

Aynı konuda bir diğer ayet de şudur:

“Allah'ın indirdiği Kitab'ı insanlard an gizleyip bir kaç paraya satanlar var ya, onlar midelerin e ateşten başka bir şey doldurmuy orlar. Kıyamet günü Allah onlarla ne konuşacak ve nede kendileri ni günahlarından arındıracaktır. Onlar için acı hir azab vardır.” (Bakara: 174)

Bir başka ayette de şöyle buyuruluy or:

“Onlar müminlerle karşılaştıklarında inanıyoruz derler. Fakat şeytanları ile başbaşa kaldıkları zaman “Biz aslında sizin yanınızdayız, onlarla sadece alay ediyoruz” derler.” (Bakara: 14)

Görülüyor ki, ayetlerde Cenab-ı Allah “gazaba uğramışları” bilgileri ni halktan saklamakl a niteliyor . Bu saklamanın sebebi bazan cimrilik, bazan dünyalık bir bedel karşılığında bu görevden yan çizmek ve bazan da açıklanacak bilgileri n söyleyicileri aleyhine koz olarak kullanılabilecekleri tehlikesi dir.

Aynı hastalık bu ümmetin bazı ilim adamlarında da görülür. Böyleleri bazan cimrilikl eri ve elde ettikleri üstünlüğe başkalarının ulaşmasını istememel eri yüzünden bildikler ini gizlerler .

Kimi zaman bildiğini söylememenin sebebi bu bilgi basamak edilerek, elde edilen mevki ve servettir . Eğer eldeki bilgi başkalarına aktarılacak olursa bu bilgi karşılığında elde edilmiş olan mevki ve servetin elden kaçırılacağından korkulur.

Kimi zaman da bazıları şu yüzden bildikler ini açıklamaktan kaçınırlar. Her hangi bir konuda karşısındakinden farklı düşünüyordur veya her hangi bir görüşüne karşı çıkılan bir guruba bağlıdır. Adam bildikler ini açıklasa karşı tarafa haklılık kazandırıcı bir koz vereceğinden çekindiği için bildiğini saklar, açıklamaktan çekinir. Üstelik karşı tarafın haksız olduğundan, yanlış düşündüğünden emin olmadığı durumlard a böyle yapar.

İşte bu yüzden Abdurrahm an b. Mehdî (Büyük imamlarda ndır. Asıl adı, Abdurrahm an bin Mehdî bin Hasan El-Anberî El-Lü'lüî El-Basrî'dir. 135 H.'de doğdu. Selefin büyük imamlarından olduğu gibi, güvenilir hadis alimlerin dendir de. Gayet takva bir kişiliğe sahipti. Şafiî: “Dünyada bir benzerine rastlamadım” diyor onun için. Doğum yeri olan Basra'da öldü (H. 198) Bkz. El-Lübab Fî Tehzîb El-Ensâb. İbn Cerir. c. 3, s. 135-136; Ayrıca Bkz. Tehzib El-Tehzîb. İbn Cerir, c. 6, s. 279-281.) şöyle diyor:

“İlim adamları lehlerind e olanı da aleyhleri nde olanı da yazarlar, saklamazl ar. Fakat ihtirasla rının zebunu olanlar sadece lehlerine olan şeyleri yazarlar.”

Burada maksadımız konunun detayına girip hangi bilgiyi açıklamak farz ve hangi bilgiyi açıklamak müstahapdır tartışmasına girişmek değildir. Sadece zeki kimselere Allah'ın bağışlayacağı yararlı sonuçları kazandırabilecek ana hatlara değinmek istedik.

Nitekim Cenab-ı Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

“Onlara 'Allah'ın indirdiği gerçeklere inanınız' denildiğinde 'Biz, bize indirilen bilgilere inanırız' diyerek kendileri ne indirilen bilgilerd en sonrasını inkâr ederler. Oysa o da kendileri ne gelen bilgiyi doğrulayan bir gerçektir. De ki, eğer gerçekten inanıyor idi iseniz daha önce niye Allah'ın peygamber lerini öldürdünüz?” (Bakara: 91)

Bu ayetin iki ayet öncesinde şöyle buyuruluy or:

“Onlara kendi kitaplarını (Tevratı) tasdik edici olarak Allah tarafından bir kitap (Kur'an) gönderildi. Daha önce inkâr edenlere karşı yardım isteyip dururlark en, gerçek olduğunu bilip durdukları bu kitap kendileri ne gelince onu inkâr ettiler. Allah'ın laneti inkarcıların üzerine olsun!” (Bakara: 89)

Cenab-ı Allah (c.c.) bu ayetlerde yahudiler in Peygamber imiz tarafından tebliğ edilip benimsenm esi istenen ilâhi gerçeği daha önceden bildikler i halde bu gerçek kendi ırklarından olmayan bir peygamber tarafından ortaya atılınca bilip durdukları bu gerçeği kabul etmediler . Onlar sadece kendi ırklarından olan biri tarafından bildirile cek gerçeği kabul edebilirl erdi. Bu yüzden kendi inanç sistemini n gereğine uymaya bile yanaşmıyorlardı.

Bu hastalık, zamanımızda belirli bir ilim ve din gurubuna mensup olan fıkıh ve tasavvuf adamlarında veya Peygamber imiz dışında üstün tutulan dinî bir lidere körü körüne bağlanmış çömezlerde de görülüyor.

(Mutasavvi fe: Bunlar birtakım sûfı tarikatle rine giren derviş ve mürşidlerdir. Günümüzdeki hiyerarşik şekliyle tasavvuf, İslama yabancı bir metoddur. Müslümanlar arasına sonradan sokuşturulmuş, Allah'ın Kitabında Rasûlüllah'ın Sünnetinde, Sahabi'nin, Tabii'nin, islamın özündeki Selefi Salihin'in yanında hiçbir aslı olmayan bir anlayıştır. Hurafeler le, amelde sözde ve inançta birçok sapmalarl a dolu bir bidattir. Günümüzde birçok ülkelerde bu tür inançlara sahip bir çok sûfîlerin bulunduğunu görüyor, duyuyor ve okuyoruz. Çarşı pazarda onların yazdıkları bidatlarl a, sapıklıklarla ve şirklerle dolu birçok ünlü kitaplarına tanık oluyoruz. Örnek olması bakımından burada bir takımını zikredeli m.

Şarani El-Tabakat El-Kübrâ, 'Nebhâni' Câmi-i Keramet El-Evliya. Nebhani, Şevahid El-Hakk. Tâcânî, Cevahir El-Ma'ani, Kaşânî, Şerh Fusus El-Hikem. Dr. Abdulhali m El-Mahmud, El-Seyyid Ahmed El-bedevî, Dr. Abdulhali m Mahmud, Ebû Medyen El-Gavs, Hayatuhû ve miracuhu ilallahi, Salah Azzam, Aktab El-Tasavvuf El-Selase, Ebî Nasr El-Tûsî, El-Lem'a, daha bir çokları.)

(İttiba El-Firak (Ekollere) uyanlar Bunlara eski çağdan örnek Mutezile, Cehmiye Harici ve Şiiler'dir. Çağımızda ise Milliyetçilik (Irkçılık) Dirilişçilik, Sosyalizm gibi ideolojil er ve çağdaş uydurma dinlerden olan Bahailik, Kadiyanil ik gibi dinler mezhepler ve hareketle r.)

Böyleleri gurupları tarafından onaylanma mış hiç bir fikhî görüşü, hiç bir rivayetin gerçekliğini kabul etmeye yanaşmazlar. Üstelik bunlar kendi guruplarının gerekli gördüğü amelleri de yapmazlar . Oysa İslâmiyet, Peygamber imiz dışında hiç bir kişiye ve hiçbir belirli zümreye körü körüne bağlanmaksızın gerek ilmî araştırma ve gerekse rivayet alanlarında kayıtsız şartsız olarak gerçeğe, doğruya uymayı gerekli görür.

Cenab-ı Allah (c.c.) “Gazaba uğramışlar” ın başka bir niteliğini şöyle belirtiyo r:

“Yahudiler den öyleleri var ki, kelimeler i anlamlarının dışına kaydırırlar.” (Nisa: 46)

Bu tutum başka bir ayette de şöyle tanımlanıyor:

“Onlardan bir gurup var ki, uydurdukl arı sözleri siz Kitab'dan sanasınız diye dillerini kıvırarak konuşurlar. Oysa bu şekilde okudukları sözler aslında Kitab'dan değildir.” (Âl-i İmran: 78)

Tefsircil ere göre bu ayetlerde söz konusu olan tahrif (kelimeler i veya kelimeler in anlamlarını değiştirmek) hem ilâhî kaynaklı kelimeler i değiştirmeyi ve hem de bu kelimeler i bile bile yanlış yorumlama yı içerir.

Yorum yolu ile yapılan tahrifin örnekleri gerçekten çoktur ve bu ümmetin bir çok zümreleri bu hastalığın zebunudur . Asıl metni değiştirme anlamındaki tahrife gelince bu sapıklığa düşenler de az değildir. Böyleleri Peygamber imizin (salât ve selâm üzerine olsun) sözlerini değiştirerek asılsız sözde hadisler rivayet etmektedi rler. Gerçi yetkili hadis uzmanları bu uydurma hadisleri titizlikl e ayıklıyorlar. Böylelerinin bir kısmı, gerçi başaramamışlardır, ama bizzat Kur'an-ı Kerim'i bile tahrif etmeye yeltenere k, meselâ “Vekelleme llahu Musa Teklimen” ayetinin son kelimesin i “Tekellümen” şeklinde değiştirmeye kalkışmışlardır. (Nisa: 164)

Dinleyici lerde söylenenlerin ilâhî kaynağa dayandığı izlenimin i uyandırabilmek için başvurulan “dil kıvırarak” okuma düzenbazlığına gelince buna da bazı vaizlerin Peygamber imize uydurma sözler isnad etmeleri veya sözde haklılıklarını ispat edebilmek için dinde yeri olmayan asılsız deliller ileri sürmeleri örnek olarak gösterilebilir. Bu tutum, hiç şüphesiz yahudi ahlâkının bir örneğidir. Kur'an ve hadisin dikkatli okuyucula rı bu tutumun sık sık yerildiğini iyi bilirler. Bu dikkatli okuyucula rın söz konusu yerici ifadeleri okuduktan sonra bu ümmetin bazı mensupları tarafından girişilen tahrif olaylarını iman nuru ile gözden geçirmeleri düşündürücü olsa gerektir.

Cenab-ı Allah (c.c.) hristiyan larla ilgili olarak şöyle buyuruyor:

“Ey kitablılar (ehl-i kitab) dininiz konusunda aşırılığa düşüp Allah hakkında gerçek dışı sözler söylemeyiniz. Meryem oğlu İsa Mesih, Allah'ın sadece bir kulu, Meryem'e sunduğu bir kelimesi ve O'ndan gelen bir ruhtur. Allah'a ve peygamber lere inanınız. Sakın “Allah üç tanedir” demeyiniz . Kendi yararınıza olmak üzere bu söze son veriniz. Çünkü Allah Tek bir ilâhdır ve çocuk sahibi olmaktan münezzehdir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. O yeterli bir vekil (dayanak) dır.” (Nisa: 171)

Bu konudaki başka bir ayette de şöyle buyuruluy or:

“Allah, Meryem oğlu Mesih'dir, diyenler kâfir oldular. De ki, öyle ise Allah, Meryemoğlu Mesih'i, annesini ve yeryüzünde olanların tümünü yok etmek istese Allah'a karşı kimin elinde bir şey var? Göklerde, yerde ve ikisi arasında bulunan her şey O'nundur. O dilediğini yaratır. Hiç şüphesiz, Allah her şeye kadirdir.” (Mâide: 17)

Bu anlamdaki ayetlerin sayısı çoktur.

Hemen belirteli m ki, peygamber ler ve seçkin kullar (salihler) hakkında aşırı görüşler beslemek, sapık abidler (kendileri ni ibadete adayanlar) ile tasavvuf bağlısı bazı zümrelerde de görülen bir hastalıktır. (Tasavvufçular, şeyhlerini ve tarikat büyüklerini Allah'tan başkasına yakıştırılamıyacak nitelikle rle niteler ve yüceltirler. Melekut'e (melekler evreni) tasarruf eden oluşları idare eden ve gaybı bilen “Gavslar” diye ad vermekle şirke düşüyorlar. Abdal, Aktab, Evtad diye adlandırmak da bu kabildend ir. Onlarla ilgili kitaplar, bu tür unvanlarl a doludur. Şanı yüce olan Allah onların bütün bu söylediklerinden büyüktür. Bu bağlamdaki örnekler için bakınız: Câmi-i Keramet El-Evliya, c. 1, s. 69-79; ayrıca bu kitabın yazarının (İbn Teymiye) Mecmu El-Fetava, c. 11, s. 333-345'e bakabilir siniz.)

Öyle ki, böylelerinin çoğu hulul ve ittihad (Allah'a sızma ve O'nunla bütünleşme) akımları gibi ya hristiyan ların iddialarından daha beter, ya aynı veya çok az daha hafif saçmalıklara kapılmışlardır.

Cenab-ı Allah'ın (c.c.) bu konudaki bir başka buyruğuda şöyledir:

“Onlar Allah'ı bir yana bırakarak hahamları ile rahipleri ni ilâh edindiler . Meryem oğlu Mesih'i de. Oysa onlara kendisind en başka ibadete layık ilâh olmayan tek Allah'a kulluk etmeleri emredildi . O, onların koştukları ortaklard an münezzehdir .” (Tevbe: 31)

Peygamber imiz (salât ve selâm üzerine olsun) sahabiler den Adiy b. Hatem'e -Allah ondan razı olsun- bu ayeti açıklarken:

“Hahamlarl a rahipler kimi haramları helâl ve kimi helâl şeyleri haram saydılar ve izleyicil eri olan ehl-i kitab da bu konularda onlara uymuştur.” buyurmuştur. (Tirmîzi, Kitab, Tefsir El-Kuran, Tevbe suresinin açıklanması bölümü. H. No: 3095, c. 5, s. 278, Tirmîzi, “Bu hadis gariptir” diyor. Ayrıca bkz. Tefsir İbn Cerir El Taberî, Cüz. 10, s. 80-81)

Şimdi düşünelim. Çoğu cahil sofular (abidler) gözlerinde büyüttükleri liderleri n her emrine körü körüne uyarlar. Bu emirler Allah'ın belli bir haramını helâl ve belli bir helâlini haram saymayı içerdikleri durumlard a bile bu böyle oluyor.

Yine Cenab-ı Allah (c.c.) “sapıtmışlar” hakkında şöyle buyuruyor:

“Kendileri nin uydurdukl arı ruhbanlığı biz onların üzerine yazmadık. Sırf Allah'ın rızasını kazanmak için bunu onlar ortaya çıkardılar, fakat ona gereği gibi de uymadılar.” (Hadid: 27)

Biz bir çok müslüman zümrelerin Allah tarafından açıkça uydurma olduğu belirtile n bu ruhbanlık akımına kapıldıklarını iyi biliyoruz .

Yine Cenab-ı Allah (c.c.) bir ayette şöyle buyuruyor:

“Bu mücadelede üstün çıkanlar 'Onların mezarları üzerine mutlaka mescid yapalım' dediler.” (Kehf: 21)

Eski devirlerd e gerek “gazaba uğramış” yahudiler ve gerekse “sapıtmış” hristiyan lar peygamber lerin ve saygı duydukları ölülerin mezarları üzerinde mabed yaparlardı. Peygamber imiz bir çok kereler bu adeti ümmetine yasakladığı halde, hatta dünyadan ayrılacağı anda bu yasağı pekiştirmiş olmasına rağmen, bu ümmetin bir çok mensupları bu hastalıktan da yakalarını kurtarama mışlardır.

Bu arada “sapıtmışlar” ın dinlerini n ağırlık merkezini çalgı aletlerin in sesleri ile alımlı resimlerl e oturttukl arı görülür. Onlar dini törenlerinde ses çekiciliği ile müzik cazibesi kadar hiç bir şeye önem vermezler . Bazı müslüman zümrelerin bu hastalığa da tutuldukl arını görüyoruz.

Çalgı aletleri ve kasideler eşliğinde yapılan sema törenleri, güzel resimlerl e güzel seslerden kalbleri heyecana getirmek için yararlanm a adetleri hristiyan ların bazı gelenekle rine özenmekten başka ne anlama gelebilir .?

Yine Cenab-ı Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

'Yahudiler 'Hristiyan lar hiç bir gerçeğe dayanmıyorlar' dediler. Buna karşılık hristiyan lar da Yahudiler hiç bir gerçeğe dayanmıyorlar' dediler.. .” (Bakara: 113)

Görüldüğü gibi bu ayet yahudiler ile hristiyan ların birbirler ini gerçeğe dayanmama kla suçlayarak reddettik lerini belirtiyo r. Ne acıdır ki, bazı müslüman kesimlerd e aynı hastalık görülür. Meselâ sen bazı fıkıh alimlerin in dervişler (mutasavvıflar) ve sofuları (abidleri) adam yerine koymadıklarını, onları kesinlikl e cahil ve sapık saydıklarını, tutturduk ları yolun ilim ve gerçekten uzak olduğuna inandıklarını görüyorsun. Buna karşılık bir çok derviş ile sofunun da şeriat ile ilmi boş saydığına hatta bunlarla uğraşanların Allah'dan uzak kaldığına bu kimseleri n Allah katında yararlana cakları hiç bir şey elde edemeyece klerine inandığına rastlıyoruz.

(El-Müftakira: Bunlar kendileri ni bilgisizc e ibadete veren, kendileri ne reva gördükleri muhtaçlıkları açıktan görünen Süfi ve derviş geçinen kimselerd ir. Çokluk, uzlete (insanlard an ve dünya işlerinden el etek çekerek ıssız bir köşeye çekilen) çekilirler ya da amaçsız rindane (esrik) gezilere çıkarlar. Şer'î ilmi noksan kabul ederler ve sahibine bir yarar sağlamayan görünürde bir bilgi (zahiri ilim) olarak görürler. Çoğu, aklı kıt kimselerd ir. Avamdan bilgisiz bazılarının itikatlarına benzer insanları vardır. Bunlara halk arasında meczup ya da derviş diye ad verilir. Allah'ın sırrını kendileri ne verdiğine inanırlar ve kendileri ni ehlüllah (Allah ehli) sayarlar. .. Buna benzer daha birçok batıl inançları vardır. Allah tan kurtuluş ve afiyet isteriz. Geniş bilgi için bakınız: Müellifin Mecmu El-Fetavâ, c.11)

Oysa işin doğrusu şudur:

Gerek bu tarafta ve gerekse o tarafta bulunan Kur'an'a ve Sünnete uygun unsurlar hak ve gerçek buna karşılık gerek bu tarafta ve gerekse o tarafta görülen Kur'an'a ve Sünnete aykırı unsurlar batıldır, boştur.

Müslümanların Bizans'lılara ve eski İran'lılara özenmesine gelince:

İslâm dinini iyi bilen ve olup bitenleri araştıran herkes bilir ki, bu ümmetin adet ve gelenekle ri arasına gerek Bizans kültüründen ve gerekse eski İran kültüründen bir çok sözlü ve davranışa dayalı unsurlar karışmıştır.

Burada amacımız gerek “gazaba uğramışlar” ve gerekse “sapıtmışlar” ile bu ümmet arasında meydana gelen benzeşmelerin örneklerini tek tek saymak değildir. Üstelik bu benzeşme örneklerinin bir kısmı ya icdihad yanılgılarından kaynaklan dıkları, veya zararlarını karşılayacak oranda yarar sağladıkları için, yahud daha değişik bir gerekçe yüzünden sahihleri ni günahkâr olmaktan da uzak tutabilir ler.

Bizim asıl amacımız; istisnasız herkesin Sırat-ı Müstakim'e (Dosdoğru yola) iletilmey e kaçınılmaz şekilde muhtaç olduğunun kesinlikl e anlaşılmasını ve bunun yanında okuyucunu n “sapıklık” gerçeği üzerine dikkatini yoğunlaştırarak bu tehlikede n kaçınılmasını sağlamaktır.
 
Üst Ana Sayfa Alt