S
Çevrimdışı
Üç yanı aşılmaz karlı dağlarla çevrelenmiş, geniş ve verimli topraklara sahip bir köyün dış dünya ile irtibatını sağlayan tek yol, azgın suları olan bir ırmak üzerindeki tahta köprüydü. Bu köyde yaşayan köylüler kasabaya gitmek için ırmağın en dar kısmına yaptıkları tahta köprüden geçmek zorundaydılar. Köylüler, arabalara yükledikleri ürünleri kasabada satarlar ve neşe içinde köye dönerlerdi. On yıl vardı ki, neşe yerini kedere bırakmıştı. Bu on yıllık sürede köyden ayrılanların hiçbiri geri dönmemişti. İlk gidenler geri gelmeyince köydekileri bir korku kaplamıştı. Durumu merak eden köylüler köprünün yakınlarına geldiklerinde karşı tarafta dolaşan silahlı adamlar görmüşler ve bunların eşkıya olduklarını hemen anlamışlardı. Eşkiyalar tarafından öldürülmek korkusu, onları dış dünyadan habersiz yaşamaya mahkum etmişti. Fakat yine de birkaç yılda bir de olsa cesur gençler ortaya çıkmış, köydekilerin engellemelerine göğüs gererek köprüden karşı tarafa geçmişlerdi. Karşıya geçmişlerdi geçmesine de, içlerinden köye geri dönen olmamıştı.
İşte şimdi bir başkası kasabaya gitmek için yola çıkmıştı. Bu cesur genç atlı arabasını korkusuzca köprüye doğru sürdü. Karşı kıyıya geçince orman içinde devam eden yol boyunca ilerlemeye başladı. Daha yüz metre gitmeden büyük bir ağacın yol üstüne devrilmiş olduğunu gördü. Cesur genç kılıcını çekip yere atlarken haykırdı:
“ Haayt!.. Kimseniz çıkın ortaya yüzünüzü görelim!.. Böyle yol kesip eşkiyalık yapmak da ne demek oluyormuş. Sizin gibilerin hakkından gelmesini bilirim ben. “ Bunun üzerine eşkiyalar ağaçların arkasından çıkıp cesur gencin etrafını sardılar. Eşkiyaların reisi, öne çıkarak cesur gencin karşısına dikildi:
“ Bre genç “ dedi, “ ne bağırır durursun? “
Cesur genç: “ Ohoo!.. Demek bunların başı sensin. Karşımda öyle dikilip durma. Hemen emir ver adamlarına kaldıttır şu ağacı yol üstünden “ deyince, eşkiyalar kahkahalarla gülmeye başladılar. Reis, bu duruma çok sinirlendi ve “ Susun!.. “ diye bağırdı. Eşkiyalar susunca reis şunları söyledi:
“ Hop hop, yavaş ol aslanım!.Burada reis benim, emirleri ben veririm. Sen istemesen de, o ağaç orada kalacak. Bak aslanım, sana bir teklifim var. Biz burada yirmi kişiyiz. Bizimle baş edemezsin. Arabayı bana bedavaya sat, kılıcını elinden at, yürü git yoluna, canın nereye isterse oraya git. “
Bunun üzerine cesur genç: “ Hayır, ben teslim olmam “ dedi. “ Ölürüm daha iyi. “
Reis: “ Sözlerimi yanlış anladın aslanım!..” dedi. “ Teslim olma diye bir durum ortada yok. Hem sen teslim olmayacaksın ki, şanınla, şerefinle gitmek istediğin yere gideceksin. Farzet ki, kılıcını düşürüp kaybettin. Farzet ki, gece ormanda uyurken yorgun olduğundan atın koşumlarını çözmeyi unuttun, at da, çekti arabayı götürdü. Ertesi sabah çok aradın arabayı ama bulamadın. İşte mesele bu kadar basit. “
Cesur genç bir an için durumunu gözden geçirdi. Bunlarla savaşmak akıl karı olmayacaktı. Biri tutup bir ok atsa oracıkta düşüp kalırdı. O zaman ne değişirdi? Bu eşkiyalar yine burada beklerlerdi ve köydekiler çaresizlik içinde kıvranırlardı. Eğer beni bırakırlarsa kasabaya gider yardım getirir, bu eşkiyaları yakalatırım, diye düşündü. Ama sağ–salim gitmesine izin verirler miydi? Bunu sormak ihtiyacını hissetti: “ Yalan söylemediğine nasıl inanayım. “
“ Benim yalan söylemediğime inanman bizden korkmadığını ispatlar. Senin gibi yiğit bir gence el kaldıramam. Var şimdi git yoluna. “ Reisin bu sözleri üzerine cesur genç kılıcını yere attı ve oradan uzaklaştı.
Cesur genç ertesi gün akşamüstü kasabaya vardı. Bir han odası kiralayıp, yemek yedikten sonra, uykuya daldı. Sabahleyin dinlenmiş olarak girişimlerine başladı. Üç gün boyunca çalmadık kapı, konuşmadık insan bırakmayan cesur genç, hiç kimsenin kendisini dinlemekten başka bir şey yapmadığını görünce hayretler içinde kaldı. Buraya geldiğine bin pişman bir halde gerisin geriye dönerek tahta köprünün aşağı taraflarında köyüne ulaşabilmek için, umutsuz bir arayış içine girdi. Saatler sonra bütün çabasının boşuna olduğunu gördü. Irmağın azgın sularını aşıp karşı tarafa geçmenin olanağı yoktu. Canından bezmiş bir halde ırmak kenarına oturup etrafına bakınırken, suların üstünde bir balığın bakmakta olduğunu fark etti. Laf olsun diye balığa seslendi:
“ Ey balık!:.Keşke konuşabilseydin de, seninle iki çift laf edebilseydik. Dertliyim ben, yürekten yaralıyım ben. “ Biraz sonra cesur gencin beklemediği bir şey oldu. Dert dolu, çile dolu haykırışına balık karşılık veriyordu:
“ Konuşurum tabii ki, neden konuşmayacakmışım…Bekle, şimdi yanına geliyorum. “ Balık bir kuyruk darbesiyle kıyıya ulaştı ve yakındaki bir ağacın arkasında gözden kaybolduktan bir saniye sonra, çok yakışıklı bir genç olarak ortaya çıktı. “ Merhaba, ben iyilik prensiyim “ dedikten sonra onun yanına oturdu:
“ Bak şimdi, benden çekinmene gerek yok. Cin, peri falan değilim. Söylediğim gibi ben iyilik prensiyim. Biz de tıpkı insanlar gibi doğarız, büyürüz, yaşlanırız, ölürüz. Acıkınca yemek yeriz. Okuma-yazma öğreniriz, kitap okuruz, resim yaparız. Canımız sıkılır üzülürüz, fakat üzüntülerimizi fazla önemsememeye çalışırız. Üzüntünün gelip geçici olduğuna inanırız. Ben sıkıntının, üzüntünün çaresini insanlara yardım etmekte, insanlara iyilik etmekte bulmaya çalışmış ve kendi kendime yararım dokunmuştur. Yani canımın sıkıldığı, üzüldüğüm bir durum olduğu zaman birine bir iyilik yaparım mutlu olurum. Bu mutluluğun devamlılık sağlayabilmesi hep iyilik yapmakla, yardımlaşmakla mümkündür. Ne dersin arkadaş, söylediklerimin doğru olduğunu ortaya çıkarmak için, bu yöntem denemeye değmez mi sence? “
İyilik prensinin anlattıkları cesur gencin üzerinde olumlu tesir yaptı ve şaşkınlığını tamamen yok etti. Kendisinin bir konu hakkında görüşü alınmak isteniyordu ve düşüncesini söylememesi ayıp sayılırdı:
“ Şimdi sen iyilik prensi olduğundan görevin gereği herkese iyilik yapmak istiyorsun ve iyilik yaptığın insanların sevinmesi, sana teşekkür etmesi, mutlu olmanı sağlıyor. Az önce cin, peri olmadığını söylemiştin. Şu an insan görünüşündesin. İnsan kılığına girmeden önce bir balıktın ve ırmakta yüzüyordun. Sanıyorum ki, sen bir insansın fakat seni diğer insanlardan ayıran birtakım özelliklere ve farklı düşüncelere sahipsin. Arzu ettiğin bir kılığa anında girebiliyorsun. Bu bir balık olabilir, bir kuş olabilir, bir tavşan olabilir. Düşünce farklılığı seni insanlardan kesin çizgilerle ayırır. Ben, senin yöntemini denemeye değer desem bile zannetmiyorum ki, bu yöntemi öğrenip de, denemek isteyecek bir başkası çıksın. Gelelim senin bir balık olma durumuna ve ırmakta yüzme sebebine…Sen bir balıktın ve ırmakta yüzüyordun. Bu bir rastlantı mıydı, yoksa bir nedeni var mıydı? “
“ Ben on sekiz yaşındayım ve beş yıla yakın bir süredir bu ırmakta yüzüyorum. Seviyorum yüzmeyi. Benim için değişiklik oluyor. “
“ Demek bu ırmakta yüzmek hoşuna gidiyor. Fırsat buldukça gelip burada yüzüyorsun. Peki, çevrede olup bitenlerden haberin yok mu? Irmağın öte kıyısında bir köy var. O köyde yaşayan insanlar var. O insanlar orada hapis hayatı yaşıyorlar. Eşkiyalar tahta köprüde bekliyorlar, köydekileri köprüden geçirmiyorlar. Benden önce köprüden geçenlerin ne oldukları belli değil. Ben köprüden geçtim, fakat kılıcımı, arabamı elimden aldılar. Kendi isteğimle değil, zorla…Kasabadan yardım getirir bu eşkiyaları yakalatırım, diye düşündüm. Hiç kimse beni dinlemekten başka bir şey yapmadı. Sanırım olanlardan hepsinin haberi var ve yardım etmekten çekiniyorlar, korkuyorlar. Bizim köyün toprakları çok verimlidir. Piyasadaki sebze-meyve fiyatları ucuzlamasın diye geniş toprak sahibi kimselerin bir oyunu ile karşı karşıya kaldık. Sen beş yıldır bu durumun farkına varamadın mı? Vardın da yardım etmek aklına gelmedi mi? Yardım etmek istediğinde seni engelleyen ne oldu? Bu sorulara açıklık getirmeni istiyorum. Lütfen iyilik prensi, buyurun söz sırası sizin. “
“ Yüzmek için buralara gelmeye başladığım ilk günlerde durumu hemen fark ettim. O zamanlar çocuk olduğum için, ne yapacağımı bilemedim. En iyisi her şeyi gidip babama anlatmaktı. Ben de öyle yaptım. İyilik kralı olan babam, anlattıklarımdan haberi olduğunu, sorunu en ince ayrıntılarına kadar araştırdığını, yardım etme konusunda tereddüt içine düştüğünü, yardım ettiği takdirde pek çok kişinin alınyazısının bir anda değişeceğini, meselenin kendi yetki alanı dışına taştığından duruma müdahale etmediğini ve benim de olan biteni görmemezliğe gelmem gerektiğini söyleyince, babamın sözlerinin doğru olduğunu düşünüp hiçbir şeye karışmadım. “
“ Sayın iyilik prensi, iyilik ve kötülük her insanın kalbinde doğuştan yer etmiştir. İnsan büyüyüp geliştikçe kalp de buna paralel olarak büyür, gelişir. Kalp büyüyüp geliştikçe kalpte bulunan iyilik ve kötülük davranışlarda, hareketlerde belirmeye başlar. Çocuklara iyilik yapmanın iyi bir şey, kötülük yapmanın kötü bir şey olduğunu mutlaka anlatmalıyız. Onlara kalbindeki iyilikleri ön plana çıkarması için yardımcı olmalıyız. Çocuk, kalbindeki kötü duygulara gem vurmayı öğrenmelidir. Bunları çocuğa öğretecek olanlar davranışlarına dikkat etmek zorundadırlar, çünkü çocuk büyüklerinin davranışlarını, sözlerini, yaptıklarını yakından takip eder. Kendine onları örnek alır.
Buradaki silahlı adamlar iyi bir eğitim görmedikleri için, iyiliği bilememişler, iyi insan olamamışlar, kötü olmuşlar, eşkiya olmuşlar. Onlar bir köy halkını üzdüklerinin, acılar içinde bıraktıklarının farkında değiller. Onlara yaptıklarının doğru olmadığını anlatalım, yaptıkları yanlışı fark ettirelim. Onlarla konuşalım. Onlara iyiliğin ne olduğunu, iyi bir insanın nasıl olması gerektiğini anlatalım. Ben bir insan ne kadar kötü olursa olsun, kalbinde azıcık da olsa iyi duygular kaldığına inanırım. İşte biz azıcık kalmış olan iyi duyguları harekete geçirip canlandırmaya çalışacağız. İyi duyguların ileri doğru attığı her adım kötü duyguları bir adım gerileteceğinden öyle bir an gelecek ki, iyi duygular kötü duyguları geçecektir. İyi duyguları önde olan insan, iyi insan olmuş demektir. Sayın iyilik prensi, iyilik yapmanın büyüğü, küçüğü olmaz. İyilik iyiliktir. Gel bir iyilik de bize yap. Şu eşkiyaları yakalamama yardımcı ol. Onlara her şeyi anlattığımız takdirde inanıyorum ki, tuttukları yolun yanlış olduğunu fark edip yollarını değiştireceklerdir. Bu tarafa geçeceklerdir. “
Cesur gencin daha fazla konuşmasına iyilik prensi izin vermedi. Bir eliyle onun ağzını kapatarak gülümsedi: “ Tamam…Tamam…Anlatmak istediklerini çok iyi anladım. Ben bu konuyu böylesine derin düşünemedim. Şuna inandım ki, senden öğrenmem lazım gelen pek çok şey var. Bunları sonra konuşuruz. Bir plan dahilinde eşkiyaları yakalayalım. Onlarla sen konuş, her şeyi anlat. İyilik ne demek, bunu onlara öğret. Başarılı olacağına inancım sonsuz. “
Birkaç dakika sonra iyilik prensi bir kartal kılığına girerek eşkiyaların bulunduğu tarafa doğru uçtu. Cesur genç de yürüyerek yola çıktı. Kartal biraz sonra tahta köprünün üstünde daireler çizerek uçmaya başladı, aniden kalın bir ip oldu ve aşağıya süzüldü. Oralarda dolaşmakta olan eşkiyaları birer birer yakaladıktan sonra barınak olarak kullandıkları büyük bir mağaraya götürdü. Mağara, atlar, arabalar ve eşyalarla doluydu. Eşkiyalar bunları kasabaya gitmek isteyen köylülerden zorla almışlardı. Cesur genç mağaraya geldiğinde eşkiyaları bir köşede kıskıvrak bağlı otururlarken görünce çok sevindi. Fakat, bu sevincini onlara belli etmedi. Eğer eşkiyalar onun sevindiğini fark ederlerse kendisine kızabilirler ve onun iyilik, doğruluk hakkında söyleyeceği sözleri, vereceği nasihatleri dinlemeyebilirlerdi. Cesur genç eşkiyalarla uzun uzun konuştu. Onlara tuttukları yolun yanlış olduğunu, eğer isterlerse yardım edebileceğini, eşkiyalık yapmadan da bu dünyada yaşanabileceğini anlattı. Hiç kimsenin bir başkasının malını zorla alamayacağını, tam on yıldır köyde yaşayanlara hayatı zindan ettiklerini, bunun haksızlık olduğunu, bu haksızlığa neden olanları efendi olarak kabul etmeyip, kendi kendilerinin efendisi olmaları gerektiğini belirtti. Bu arada daha önce köprüden geçenlerin öldürülmediği, salıverildiği ortaya çıktı.
Eşkiyalarda pişmanlık belirtileri başlaması üzerine onları yakalamış olan kalın ip gevşedi ve sonunda çözüldü. Kalın ip insan kılığına girdi ve iyilik prensi oldu. İyilik prensi kısaca kendini tanıttıktan, onlara bundan sonraki yaşamlarında başarılar diledikten sonra, cebinden deri bir kese çıkararak saçlarından birer tel koparıp keseye atmalarını istemeyi ihmal etmedi. Böylelikle nereye giderlerse gitsinler, onların izini bulabilecek ve iyi insan olup olmadıklarını kontrol edebilecekti. Cesur genç köyünde krallar gibi karşılandı. Köyde o gece şenlikler yapıldı, eğlenceler düzenlendi, ziyafetler verildi. Herkes tahta köprünün ulaşıma açılmasının sevinci içindeydi. İyilik prensi ise, kimliğini belli etmeden bir kenarda oturup eğlenceleri izledi. O kadar güzeldi ki, karşılık beklemeden başkalarına yardımcı olabilmek, onlara mutluluk verebilmek. Varsın seni kimse tanımasın, adını kimse bilmesindi. Sen iyilik yaptığını biliyordun ya, bu sana yeterdi.
Serdar Yıldırım
İşte şimdi bir başkası kasabaya gitmek için yola çıkmıştı. Bu cesur genç atlı arabasını korkusuzca köprüye doğru sürdü. Karşı kıyıya geçince orman içinde devam eden yol boyunca ilerlemeye başladı. Daha yüz metre gitmeden büyük bir ağacın yol üstüne devrilmiş olduğunu gördü. Cesur genç kılıcını çekip yere atlarken haykırdı:
“ Haayt!.. Kimseniz çıkın ortaya yüzünüzü görelim!.. Böyle yol kesip eşkiyalık yapmak da ne demek oluyormuş. Sizin gibilerin hakkından gelmesini bilirim ben. “ Bunun üzerine eşkiyalar ağaçların arkasından çıkıp cesur gencin etrafını sardılar. Eşkiyaların reisi, öne çıkarak cesur gencin karşısına dikildi:
“ Bre genç “ dedi, “ ne bağırır durursun? “
Cesur genç: “ Ohoo!.. Demek bunların başı sensin. Karşımda öyle dikilip durma. Hemen emir ver adamlarına kaldıttır şu ağacı yol üstünden “ deyince, eşkiyalar kahkahalarla gülmeye başladılar. Reis, bu duruma çok sinirlendi ve “ Susun!.. “ diye bağırdı. Eşkiyalar susunca reis şunları söyledi:
“ Hop hop, yavaş ol aslanım!.Burada reis benim, emirleri ben veririm. Sen istemesen de, o ağaç orada kalacak. Bak aslanım, sana bir teklifim var. Biz burada yirmi kişiyiz. Bizimle baş edemezsin. Arabayı bana bedavaya sat, kılıcını elinden at, yürü git yoluna, canın nereye isterse oraya git. “
Bunun üzerine cesur genç: “ Hayır, ben teslim olmam “ dedi. “ Ölürüm daha iyi. “
Reis: “ Sözlerimi yanlış anladın aslanım!..” dedi. “ Teslim olma diye bir durum ortada yok. Hem sen teslim olmayacaksın ki, şanınla, şerefinle gitmek istediğin yere gideceksin. Farzet ki, kılıcını düşürüp kaybettin. Farzet ki, gece ormanda uyurken yorgun olduğundan atın koşumlarını çözmeyi unuttun, at da, çekti arabayı götürdü. Ertesi sabah çok aradın arabayı ama bulamadın. İşte mesele bu kadar basit. “
Cesur genç bir an için durumunu gözden geçirdi. Bunlarla savaşmak akıl karı olmayacaktı. Biri tutup bir ok atsa oracıkta düşüp kalırdı. O zaman ne değişirdi? Bu eşkiyalar yine burada beklerlerdi ve köydekiler çaresizlik içinde kıvranırlardı. Eğer beni bırakırlarsa kasabaya gider yardım getirir, bu eşkiyaları yakalatırım, diye düşündü. Ama sağ–salim gitmesine izin verirler miydi? Bunu sormak ihtiyacını hissetti: “ Yalan söylemediğine nasıl inanayım. “
“ Benim yalan söylemediğime inanman bizden korkmadığını ispatlar. Senin gibi yiğit bir gence el kaldıramam. Var şimdi git yoluna. “ Reisin bu sözleri üzerine cesur genç kılıcını yere attı ve oradan uzaklaştı.
Cesur genç ertesi gün akşamüstü kasabaya vardı. Bir han odası kiralayıp, yemek yedikten sonra, uykuya daldı. Sabahleyin dinlenmiş olarak girişimlerine başladı. Üç gün boyunca çalmadık kapı, konuşmadık insan bırakmayan cesur genç, hiç kimsenin kendisini dinlemekten başka bir şey yapmadığını görünce hayretler içinde kaldı. Buraya geldiğine bin pişman bir halde gerisin geriye dönerek tahta köprünün aşağı taraflarında köyüne ulaşabilmek için, umutsuz bir arayış içine girdi. Saatler sonra bütün çabasının boşuna olduğunu gördü. Irmağın azgın sularını aşıp karşı tarafa geçmenin olanağı yoktu. Canından bezmiş bir halde ırmak kenarına oturup etrafına bakınırken, suların üstünde bir balığın bakmakta olduğunu fark etti. Laf olsun diye balığa seslendi:
“ Ey balık!:.Keşke konuşabilseydin de, seninle iki çift laf edebilseydik. Dertliyim ben, yürekten yaralıyım ben. “ Biraz sonra cesur gencin beklemediği bir şey oldu. Dert dolu, çile dolu haykırışına balık karşılık veriyordu:
“ Konuşurum tabii ki, neden konuşmayacakmışım…Bekle, şimdi yanına geliyorum. “ Balık bir kuyruk darbesiyle kıyıya ulaştı ve yakındaki bir ağacın arkasında gözden kaybolduktan bir saniye sonra, çok yakışıklı bir genç olarak ortaya çıktı. “ Merhaba, ben iyilik prensiyim “ dedikten sonra onun yanına oturdu:
“ Bak şimdi, benden çekinmene gerek yok. Cin, peri falan değilim. Söylediğim gibi ben iyilik prensiyim. Biz de tıpkı insanlar gibi doğarız, büyürüz, yaşlanırız, ölürüz. Acıkınca yemek yeriz. Okuma-yazma öğreniriz, kitap okuruz, resim yaparız. Canımız sıkılır üzülürüz, fakat üzüntülerimizi fazla önemsememeye çalışırız. Üzüntünün gelip geçici olduğuna inanırız. Ben sıkıntının, üzüntünün çaresini insanlara yardım etmekte, insanlara iyilik etmekte bulmaya çalışmış ve kendi kendime yararım dokunmuştur. Yani canımın sıkıldığı, üzüldüğüm bir durum olduğu zaman birine bir iyilik yaparım mutlu olurum. Bu mutluluğun devamlılık sağlayabilmesi hep iyilik yapmakla, yardımlaşmakla mümkündür. Ne dersin arkadaş, söylediklerimin doğru olduğunu ortaya çıkarmak için, bu yöntem denemeye değmez mi sence? “
İyilik prensinin anlattıkları cesur gencin üzerinde olumlu tesir yaptı ve şaşkınlığını tamamen yok etti. Kendisinin bir konu hakkında görüşü alınmak isteniyordu ve düşüncesini söylememesi ayıp sayılırdı:
“ Şimdi sen iyilik prensi olduğundan görevin gereği herkese iyilik yapmak istiyorsun ve iyilik yaptığın insanların sevinmesi, sana teşekkür etmesi, mutlu olmanı sağlıyor. Az önce cin, peri olmadığını söylemiştin. Şu an insan görünüşündesin. İnsan kılığına girmeden önce bir balıktın ve ırmakta yüzüyordun. Sanıyorum ki, sen bir insansın fakat seni diğer insanlardan ayıran birtakım özelliklere ve farklı düşüncelere sahipsin. Arzu ettiğin bir kılığa anında girebiliyorsun. Bu bir balık olabilir, bir kuş olabilir, bir tavşan olabilir. Düşünce farklılığı seni insanlardan kesin çizgilerle ayırır. Ben, senin yöntemini denemeye değer desem bile zannetmiyorum ki, bu yöntemi öğrenip de, denemek isteyecek bir başkası çıksın. Gelelim senin bir balık olma durumuna ve ırmakta yüzme sebebine…Sen bir balıktın ve ırmakta yüzüyordun. Bu bir rastlantı mıydı, yoksa bir nedeni var mıydı? “
“ Ben on sekiz yaşındayım ve beş yıla yakın bir süredir bu ırmakta yüzüyorum. Seviyorum yüzmeyi. Benim için değişiklik oluyor. “
“ Demek bu ırmakta yüzmek hoşuna gidiyor. Fırsat buldukça gelip burada yüzüyorsun. Peki, çevrede olup bitenlerden haberin yok mu? Irmağın öte kıyısında bir köy var. O köyde yaşayan insanlar var. O insanlar orada hapis hayatı yaşıyorlar. Eşkiyalar tahta köprüde bekliyorlar, köydekileri köprüden geçirmiyorlar. Benden önce köprüden geçenlerin ne oldukları belli değil. Ben köprüden geçtim, fakat kılıcımı, arabamı elimden aldılar. Kendi isteğimle değil, zorla…Kasabadan yardım getirir bu eşkiyaları yakalatırım, diye düşündüm. Hiç kimse beni dinlemekten başka bir şey yapmadı. Sanırım olanlardan hepsinin haberi var ve yardım etmekten çekiniyorlar, korkuyorlar. Bizim köyün toprakları çok verimlidir. Piyasadaki sebze-meyve fiyatları ucuzlamasın diye geniş toprak sahibi kimselerin bir oyunu ile karşı karşıya kaldık. Sen beş yıldır bu durumun farkına varamadın mı? Vardın da yardım etmek aklına gelmedi mi? Yardım etmek istediğinde seni engelleyen ne oldu? Bu sorulara açıklık getirmeni istiyorum. Lütfen iyilik prensi, buyurun söz sırası sizin. “
“ Yüzmek için buralara gelmeye başladığım ilk günlerde durumu hemen fark ettim. O zamanlar çocuk olduğum için, ne yapacağımı bilemedim. En iyisi her şeyi gidip babama anlatmaktı. Ben de öyle yaptım. İyilik kralı olan babam, anlattıklarımdan haberi olduğunu, sorunu en ince ayrıntılarına kadar araştırdığını, yardım etme konusunda tereddüt içine düştüğünü, yardım ettiği takdirde pek çok kişinin alınyazısının bir anda değişeceğini, meselenin kendi yetki alanı dışına taştığından duruma müdahale etmediğini ve benim de olan biteni görmemezliğe gelmem gerektiğini söyleyince, babamın sözlerinin doğru olduğunu düşünüp hiçbir şeye karışmadım. “
“ Sayın iyilik prensi, iyilik ve kötülük her insanın kalbinde doğuştan yer etmiştir. İnsan büyüyüp geliştikçe kalp de buna paralel olarak büyür, gelişir. Kalp büyüyüp geliştikçe kalpte bulunan iyilik ve kötülük davranışlarda, hareketlerde belirmeye başlar. Çocuklara iyilik yapmanın iyi bir şey, kötülük yapmanın kötü bir şey olduğunu mutlaka anlatmalıyız. Onlara kalbindeki iyilikleri ön plana çıkarması için yardımcı olmalıyız. Çocuk, kalbindeki kötü duygulara gem vurmayı öğrenmelidir. Bunları çocuğa öğretecek olanlar davranışlarına dikkat etmek zorundadırlar, çünkü çocuk büyüklerinin davranışlarını, sözlerini, yaptıklarını yakından takip eder. Kendine onları örnek alır.
Buradaki silahlı adamlar iyi bir eğitim görmedikleri için, iyiliği bilememişler, iyi insan olamamışlar, kötü olmuşlar, eşkiya olmuşlar. Onlar bir köy halkını üzdüklerinin, acılar içinde bıraktıklarının farkında değiller. Onlara yaptıklarının doğru olmadığını anlatalım, yaptıkları yanlışı fark ettirelim. Onlarla konuşalım. Onlara iyiliğin ne olduğunu, iyi bir insanın nasıl olması gerektiğini anlatalım. Ben bir insan ne kadar kötü olursa olsun, kalbinde azıcık da olsa iyi duygular kaldığına inanırım. İşte biz azıcık kalmış olan iyi duyguları harekete geçirip canlandırmaya çalışacağız. İyi duyguların ileri doğru attığı her adım kötü duyguları bir adım gerileteceğinden öyle bir an gelecek ki, iyi duygular kötü duyguları geçecektir. İyi duyguları önde olan insan, iyi insan olmuş demektir. Sayın iyilik prensi, iyilik yapmanın büyüğü, küçüğü olmaz. İyilik iyiliktir. Gel bir iyilik de bize yap. Şu eşkiyaları yakalamama yardımcı ol. Onlara her şeyi anlattığımız takdirde inanıyorum ki, tuttukları yolun yanlış olduğunu fark edip yollarını değiştireceklerdir. Bu tarafa geçeceklerdir. “
Cesur gencin daha fazla konuşmasına iyilik prensi izin vermedi. Bir eliyle onun ağzını kapatarak gülümsedi: “ Tamam…Tamam…Anlatmak istediklerini çok iyi anladım. Ben bu konuyu böylesine derin düşünemedim. Şuna inandım ki, senden öğrenmem lazım gelen pek çok şey var. Bunları sonra konuşuruz. Bir plan dahilinde eşkiyaları yakalayalım. Onlarla sen konuş, her şeyi anlat. İyilik ne demek, bunu onlara öğret. Başarılı olacağına inancım sonsuz. “
Birkaç dakika sonra iyilik prensi bir kartal kılığına girerek eşkiyaların bulunduğu tarafa doğru uçtu. Cesur genç de yürüyerek yola çıktı. Kartal biraz sonra tahta köprünün üstünde daireler çizerek uçmaya başladı, aniden kalın bir ip oldu ve aşağıya süzüldü. Oralarda dolaşmakta olan eşkiyaları birer birer yakaladıktan sonra barınak olarak kullandıkları büyük bir mağaraya götürdü. Mağara, atlar, arabalar ve eşyalarla doluydu. Eşkiyalar bunları kasabaya gitmek isteyen köylülerden zorla almışlardı. Cesur genç mağaraya geldiğinde eşkiyaları bir köşede kıskıvrak bağlı otururlarken görünce çok sevindi. Fakat, bu sevincini onlara belli etmedi. Eğer eşkiyalar onun sevindiğini fark ederlerse kendisine kızabilirler ve onun iyilik, doğruluk hakkında söyleyeceği sözleri, vereceği nasihatleri dinlemeyebilirlerdi. Cesur genç eşkiyalarla uzun uzun konuştu. Onlara tuttukları yolun yanlış olduğunu, eğer isterlerse yardım edebileceğini, eşkiyalık yapmadan da bu dünyada yaşanabileceğini anlattı. Hiç kimsenin bir başkasının malını zorla alamayacağını, tam on yıldır köyde yaşayanlara hayatı zindan ettiklerini, bunun haksızlık olduğunu, bu haksızlığa neden olanları efendi olarak kabul etmeyip, kendi kendilerinin efendisi olmaları gerektiğini belirtti. Bu arada daha önce köprüden geçenlerin öldürülmediği, salıverildiği ortaya çıktı.
Eşkiyalarda pişmanlık belirtileri başlaması üzerine onları yakalamış olan kalın ip gevşedi ve sonunda çözüldü. Kalın ip insan kılığına girdi ve iyilik prensi oldu. İyilik prensi kısaca kendini tanıttıktan, onlara bundan sonraki yaşamlarında başarılar diledikten sonra, cebinden deri bir kese çıkararak saçlarından birer tel koparıp keseye atmalarını istemeyi ihmal etmedi. Böylelikle nereye giderlerse gitsinler, onların izini bulabilecek ve iyi insan olup olmadıklarını kontrol edebilecekti. Cesur genç köyünde krallar gibi karşılandı. Köyde o gece şenlikler yapıldı, eğlenceler düzenlendi, ziyafetler verildi. Herkes tahta köprünün ulaşıma açılmasının sevinci içindeydi. İyilik prensi ise, kimliğini belli etmeden bir kenarda oturup eğlenceleri izledi. O kadar güzeldi ki, karşılık beklemeden başkalarına yardımcı olabilmek, onlara mutluluk verebilmek. Varsın seni kimse tanımasın, adını kimse bilmesindi. Sen iyilik yaptığını biliyordun ya, bu sana yeterdi.
Serdar Yıldırım
Son düzenleme: