Ö
Çevrimdışı
ÇEVREYE Mİ YOKSA ALLAH'IN DİNİNE Mİ UYACAĞIZ?
‘Çevrem Ne Der?’ Hastalığı
Allah'ın örtünme emri karşısında, kendisine sorumsuzca söylenen bir takım sözleri referans eden kimi kişilerden hemen şu sözü duyarsınız. "Bu devirde, bu zamanda böyle giyilir mi? Zaman sana uymazsa, sen zamana uyacaksın. Çevrem böyle giymeme izin vermez."
Önce bilinmelidir ki Müslüman; yaşayışını, kıyafetini çevreye veya zamana göre değil, Allah'ın nizamına uyduran kişidir. Müslüman, sırtını zamana değil, Allah'a dayayan kişidir.
İnanan bir kişiysek, bizim hayatımıza yön verici olarak çevreyi, zamanı değil de İlahî Nizamı ölçü kabul etmeliyiz. İnanan insan için "çevre/zaman" gibi unsurlar bağlayıcı olamaz. İnançlı kadın, zamanın ve çevrenin dışlaması diye bir şeyi kabul etmez. Onun istediği tek şey Allah'ın hoşnut olmasıdır.
"Çevrem böyle istiyor" endişesi, bir mazeret sayılamaz. "Çevrem ne der" düşüncesiyle Allah'ın yasakladığı biçimde davranmak, o kişideki İslâmî inancın yeterince gelişmemiş olduğunu ortaya koyar.
Elbette, böyle düşünen insanlarımız da yanlış yönlendirmeye maruz kamış, gerçekte iman sahibi kişiler olabilirler. Bu yüzden, karşımızdaki insanı suçlama şeklinde değil de doğru olanı, en güzel bir üslupla anlatmalıyız.
Çevre dediğiniz üç yüz, beş yüz yada üç bin, beş bin insan, Yüce Allah'ın gücü ve kudreti karşısında nedir ki, O'na karşı gelmemizi (örtünmememizi) sağlasınlar? Onların beğenmesinin, Cenabı Allah'ımızın beğenmesi ya da beğenmemesi yanında ne değeri olabilir?
Değil üç bin-beş bin, üç-beş milyon, ya da bütün insanlar dahi bir araya gelse, Allah'ın emrine aykırı davranmamızı sağlayacak bir neden olamazlar. Çünkü Rabbimiz bize azap etmeyi dilerse, tüm insanlar bir araya gelseler bizi bu azaptan kurtaramazlar. Yine Rabbimiz bize nimet vermeyi dilerse, tüm insanlar bir araya gelseler buna engel olamazlar.
Asıl Memnun Edilmesi Gereken Allah’tır
O halde, asıl memnun edilmesi gereken, yalnız ve yalnız Allah'tır. O’nu memnun etmek de O'nun emirlerine en güzel şekilde uymak ve yasaklarından tüm gücümüzle kaçınmaya çalışmakla mümkündür.(1)
Çevreye ve çoğunluğa göre giyimlerini ve hayat tarzlarını ayarlayanlar, doğru veya hak bir sözle karşılaştıkları zaman, bu sözü kendilerine göre değerlendirmezler. Akıllarına ilk gelen şey, bu söze karşı, toplumsal guruplarının veya toplumlarının yaklaşımıdır.
Gurubun veya toplumun reddettiği bir şeyi, doğruda olsa bunların kabul etmesi söz konusu değildir.
Nitekim cahilî (İslam’a göre yaşamayan) toplumlarda yaşayan böylesi kimselerden, şu ifadeleri sık sık duymamız mümkündür:
- Bunca insan yanlışta da sen mi doğrudasın bu yaşamınla / bu örtünle?
- Bunca insan bilmiyor da sen mi biliyorsun?
- Bunca insan aldatıldığının farkında değil de sen mi farkındasın? Gibi suçlayıcı sorular devam eder gider…
Bu kimselerin mantığına göre iyi veya doğru, çoğunluğun yani toplumun kabul ettiğidir. Oysa tarihe baktığımız zaman, bu mantığın birçok hadisede çöktüğünü görürüz.
Sünnetullah (Allah’ın kanunları) gereği topluca helâk edilen kavimler, topluca batılda ve sapıklık içerisinde değiller miydi?
Peygamberlerin gönderildiği toplumlar, hak tebliğe topluca karşı çıkmıyorlar mıydı?
O halde, toplumu veya toplumsal çoğunluğu esas alarak hangi şeye "mutlak doğrudur" diyebiliriz?
Böyle düşünenler "Elle gelen düğün bayramdır" sözünü prensip edinirler. Oysa elle gelen zulüm, ellen gelen sömürü, ellen gelen cehennem ise bunun neresi bayramdır!.. (2)
Sormak gerekir! Çevrem böyle istiyor diye açılıp saçılanları, acaba çevresi cehennemden koruyabilecek midir? Eğer zaman veya çevre fitne dolu ise de mi zamana uyulacaktır?
Eğer bir çevrede fuhuş ve hırsızlık yaygın ve makbul bir iş sayılıyorsa, kadın da "çevreme uymalıyım" diye zinakar/hırsız mı olmalıdır? Böylesine çarpık bir mantık, insana doğru yolu gösterebilir mi?
Doğrular Çoğunluğa ve Zamana Göre Değişmez
Müslüman, çoğunluğa göre değil, Hak’ka göre karar veren kişidir. Allah için giyinen kadınlar, örtüleriyle iftihar edebilirler. Çünkü tesettürlü kadın, kıyafetini başka güçler için değil, bizzat Allah ve Peygamber adına belirlemektedir.
Halbuki her şeyi olduğu gibi çevre veya toplum dediğimiz kalabalığı meydana getiren kişileri de yaratan Allah'tır ve o insanlar Allah'ın dilemesiyle olmaksızın bize ne fayda, ne de zarar verebilir. Üstelik onların Allah'ın haram kıldığı bir şeyi helal, helal kıldığı bir şeyi de haram etmeye asla hakları yoktur. Bunun aksini ileri sürmek, sadece Allah'a ait olan bir hakkı kula devretmek olur ki İslâm'da bunun hükmü küfürdür, dinden çıkmaktır.
Nitekim Cenab-ı Hak, Kur'an-ı Kerim'de: "Elbetteki emir verme ve yasaklama hakkı Allah'ındır. O ancak kendi hakimiyetini tanımamızı emretmiştir. İşte, gerçek din ancak budur." (8) buyurmaktadır.
Aynı gerçeği ifade eden bir hadis-i şerif ise şöyledir: "Ümmetimle ilgili olarak en fazla korktuğum şey Allah'a ortak koşmalarıdır. Dikkat edin! Ben size onlar ay, güneşe ve puta tapacaklar demiyorum. Fakat, Allah'tan gayrisinin emirlerine ve arzularına göre iş yapacaklardır." (3)
İslâm’ın tüm emirlerinin olduğu gibi örtünme emri de çağlar üstü, devirler üstü ebedî bir emirdir. İslâm’ın emirleri, özellikle farzları, çeşitli devir ve zamanlarda değişecek diye bir İslâmî kaide yoktur. Kim kendi kafasından bir fikirle, ‘tesettür zamana göre uymalı’ derse, o insan İslâm’a göre değil, kendi uydurduğu şirk dininin mantığına uyuyor demektir.
Gerçek mü'minler bilirler ki örtünme, Hicri 4. yılda da 20. asırda da 200. asır olsa da Allah'ın dilediği şekilde kabullenip benimsenecektir. Belki insanın vücudunu örten kumaşın adı, dikiliş şekli, modeli, çeşitli zamanlarda farklı olabilir. Ama avret yerleri, her halükârda istenen şekilde kapatmak şartıyla.
Giyimiyle zamanı, ölçü olarak kabul edenlere sormak gerek; Zamanı kim belirliyor? Zaman başlı başına bir varlık mıdır ki kadının açılmasını istiyor? Kendilerinin uydurdukları zamanın mantığı var mı? Zaman'ın çevrenin size böyle giyineceksiniz diye zorlama gücü var mı?
"Zamana göre kıyafet değişmeli" diyenler, yoksa moda sektörünü elinde tutan üç-beş kişiyi mi kastediyorlar? Allah'ı değil de üç beş batılı modacının belirlediği kıyafetleri (çevre ya da zaman namına) benimseyen insanlar, alemleri yaratan Cenab-ı Hakkın emirlerinden üstün tutma dalaletine düşmeleri ne acıdır!
Evet, o büyük günde, Kıyamet gününde insanı, ne çevre, ne modaya uygun kıyafetleri ne de peşinden gittikleri insanlar kurtaramaz. O halde, insanın aklını başına alıp "Ben hüsrana uğrayacaksam bana ne modadan, bana ne başkalarının lafından" deyip Allah'ın emirlerine sımsıkı biçimde yapışması lazımdır.
Notlar: 1) Yaşayan Cahiliye, Aysel Tozduman, İNkilap Yayınları, s. 549. 2) 20. yy.da Tevhid ve Şirk, Mehmet Alagaş, İnsan Dergisi Yayınları, s. 31-32. 3) İbn Mace, H. No. 4205.
HASAN ÇALIŞKAN
‘Çevrem Ne Der?’ Hastalığı
Allah'ın örtünme emri karşısında, kendisine sorumsuzca söylenen bir takım sözleri referans eden kimi kişilerden hemen şu sözü duyarsınız. "Bu devirde, bu zamanda böyle giyilir mi? Zaman sana uymazsa, sen zamana uyacaksın. Çevrem böyle giymeme izin vermez."
Önce bilinmelidir ki Müslüman; yaşayışını, kıyafetini çevreye veya zamana göre değil, Allah'ın nizamına uyduran kişidir. Müslüman, sırtını zamana değil, Allah'a dayayan kişidir.
İnanan bir kişiysek, bizim hayatımıza yön verici olarak çevreyi, zamanı değil de İlahî Nizamı ölçü kabul etmeliyiz. İnanan insan için "çevre/zaman" gibi unsurlar bağlayıcı olamaz. İnançlı kadın, zamanın ve çevrenin dışlaması diye bir şeyi kabul etmez. Onun istediği tek şey Allah'ın hoşnut olmasıdır.
"Çevrem böyle istiyor" endişesi, bir mazeret sayılamaz. "Çevrem ne der" düşüncesiyle Allah'ın yasakladığı biçimde davranmak, o kişideki İslâmî inancın yeterince gelişmemiş olduğunu ortaya koyar.
Elbette, böyle düşünen insanlarımız da yanlış yönlendirmeye maruz kamış, gerçekte iman sahibi kişiler olabilirler. Bu yüzden, karşımızdaki insanı suçlama şeklinde değil de doğru olanı, en güzel bir üslupla anlatmalıyız.
Çevre dediğiniz üç yüz, beş yüz yada üç bin, beş bin insan, Yüce Allah'ın gücü ve kudreti karşısında nedir ki, O'na karşı gelmemizi (örtünmememizi) sağlasınlar? Onların beğenmesinin, Cenabı Allah'ımızın beğenmesi ya da beğenmemesi yanında ne değeri olabilir?
Değil üç bin-beş bin, üç-beş milyon, ya da bütün insanlar dahi bir araya gelse, Allah'ın emrine aykırı davranmamızı sağlayacak bir neden olamazlar. Çünkü Rabbimiz bize azap etmeyi dilerse, tüm insanlar bir araya gelseler bizi bu azaptan kurtaramazlar. Yine Rabbimiz bize nimet vermeyi dilerse, tüm insanlar bir araya gelseler buna engel olamazlar.
Asıl Memnun Edilmesi Gereken Allah’tır
O halde, asıl memnun edilmesi gereken, yalnız ve yalnız Allah'tır. O’nu memnun etmek de O'nun emirlerine en güzel şekilde uymak ve yasaklarından tüm gücümüzle kaçınmaya çalışmakla mümkündür.(1)
Çevreye ve çoğunluğa göre giyimlerini ve hayat tarzlarını ayarlayanlar, doğru veya hak bir sözle karşılaştıkları zaman, bu sözü kendilerine göre değerlendirmezler. Akıllarına ilk gelen şey, bu söze karşı, toplumsal guruplarının veya toplumlarının yaklaşımıdır.
Gurubun veya toplumun reddettiği bir şeyi, doğruda olsa bunların kabul etmesi söz konusu değildir.
Nitekim cahilî (İslam’a göre yaşamayan) toplumlarda yaşayan böylesi kimselerden, şu ifadeleri sık sık duymamız mümkündür:
- Bunca insan yanlışta da sen mi doğrudasın bu yaşamınla / bu örtünle?
- Bunca insan bilmiyor da sen mi biliyorsun?
- Bunca insan aldatıldığının farkında değil de sen mi farkındasın? Gibi suçlayıcı sorular devam eder gider…
Bu kimselerin mantığına göre iyi veya doğru, çoğunluğun yani toplumun kabul ettiğidir. Oysa tarihe baktığımız zaman, bu mantığın birçok hadisede çöktüğünü görürüz.
Sünnetullah (Allah’ın kanunları) gereği topluca helâk edilen kavimler, topluca batılda ve sapıklık içerisinde değiller miydi?
Peygamberlerin gönderildiği toplumlar, hak tebliğe topluca karşı çıkmıyorlar mıydı?
O halde, toplumu veya toplumsal çoğunluğu esas alarak hangi şeye "mutlak doğrudur" diyebiliriz?
Böyle düşünenler "Elle gelen düğün bayramdır" sözünü prensip edinirler. Oysa elle gelen zulüm, ellen gelen sömürü, ellen gelen cehennem ise bunun neresi bayramdır!.. (2)
Sormak gerekir! Çevrem böyle istiyor diye açılıp saçılanları, acaba çevresi cehennemden koruyabilecek midir? Eğer zaman veya çevre fitne dolu ise de mi zamana uyulacaktır?
Eğer bir çevrede fuhuş ve hırsızlık yaygın ve makbul bir iş sayılıyorsa, kadın da "çevreme uymalıyım" diye zinakar/hırsız mı olmalıdır? Böylesine çarpık bir mantık, insana doğru yolu gösterebilir mi?
Doğrular Çoğunluğa ve Zamana Göre Değişmez
Müslüman, çoğunluğa göre değil, Hak’ka göre karar veren kişidir. Allah için giyinen kadınlar, örtüleriyle iftihar edebilirler. Çünkü tesettürlü kadın, kıyafetini başka güçler için değil, bizzat Allah ve Peygamber adına belirlemektedir.
Halbuki her şeyi olduğu gibi çevre veya toplum dediğimiz kalabalığı meydana getiren kişileri de yaratan Allah'tır ve o insanlar Allah'ın dilemesiyle olmaksızın bize ne fayda, ne de zarar verebilir. Üstelik onların Allah'ın haram kıldığı bir şeyi helal, helal kıldığı bir şeyi de haram etmeye asla hakları yoktur. Bunun aksini ileri sürmek, sadece Allah'a ait olan bir hakkı kula devretmek olur ki İslâm'da bunun hükmü küfürdür, dinden çıkmaktır.
Nitekim Cenab-ı Hak, Kur'an-ı Kerim'de: "Elbetteki emir verme ve yasaklama hakkı Allah'ındır. O ancak kendi hakimiyetini tanımamızı emretmiştir. İşte, gerçek din ancak budur." (8) buyurmaktadır.
Aynı gerçeği ifade eden bir hadis-i şerif ise şöyledir: "Ümmetimle ilgili olarak en fazla korktuğum şey Allah'a ortak koşmalarıdır. Dikkat edin! Ben size onlar ay, güneşe ve puta tapacaklar demiyorum. Fakat, Allah'tan gayrisinin emirlerine ve arzularına göre iş yapacaklardır." (3)
İslâm’ın tüm emirlerinin olduğu gibi örtünme emri de çağlar üstü, devirler üstü ebedî bir emirdir. İslâm’ın emirleri, özellikle farzları, çeşitli devir ve zamanlarda değişecek diye bir İslâmî kaide yoktur. Kim kendi kafasından bir fikirle, ‘tesettür zamana göre uymalı’ derse, o insan İslâm’a göre değil, kendi uydurduğu şirk dininin mantığına uyuyor demektir.
Gerçek mü'minler bilirler ki örtünme, Hicri 4. yılda da 20. asırda da 200. asır olsa da Allah'ın dilediği şekilde kabullenip benimsenecektir. Belki insanın vücudunu örten kumaşın adı, dikiliş şekli, modeli, çeşitli zamanlarda farklı olabilir. Ama avret yerleri, her halükârda istenen şekilde kapatmak şartıyla.
Giyimiyle zamanı, ölçü olarak kabul edenlere sormak gerek; Zamanı kim belirliyor? Zaman başlı başına bir varlık mıdır ki kadının açılmasını istiyor? Kendilerinin uydurdukları zamanın mantığı var mı? Zaman'ın çevrenin size böyle giyineceksiniz diye zorlama gücü var mı?
"Zamana göre kıyafet değişmeli" diyenler, yoksa moda sektörünü elinde tutan üç-beş kişiyi mi kastediyorlar? Allah'ı değil de üç beş batılı modacının belirlediği kıyafetleri (çevre ya da zaman namına) benimseyen insanlar, alemleri yaratan Cenab-ı Hakkın emirlerinden üstün tutma dalaletine düşmeleri ne acıdır!
Evet, o büyük günde, Kıyamet gününde insanı, ne çevre, ne modaya uygun kıyafetleri ne de peşinden gittikleri insanlar kurtaramaz. O halde, insanın aklını başına alıp "Ben hüsrana uğrayacaksam bana ne modadan, bana ne başkalarının lafından" deyip Allah'ın emirlerine sımsıkı biçimde yapışması lazımdır.
Notlar: 1) Yaşayan Cahiliye, Aysel Tozduman, İNkilap Yayınları, s. 549. 2) 20. yy.da Tevhid ve Şirk, Mehmet Alagaş, İnsan Dergisi Yayınları, s. 31-32. 3) İbn Mace, H. No. 4205.
HASAN ÇALIŞKAN