Âleykum selam we rahmetullah
"Kendilerine kitab verilmiş olanlardan Allah'a ve âhirat gününe iman etmeyen, Allah'ın ve Rasûlunun haram kıldığını haram saymayan ve hak dinini din olarak kabul etmeyenlerle kendi elleriyle küçülmüşler olarak cizye verinceye kadar savaşınız." (Tevbe 29)
1. Kitab Ehli ve Cizye:
"... Allah'a ve âhirat gününe iman etmeyenlerle savaşınız." Yüce Allah kâfirlerin Mescid-i Harama yaklaşmalarını haram kılınca, müslümanlar muşriklerin beraberlerinde getirdikleri ticaretin kesilmesi dolayısıyla içlerinde bir sıkıntı duydular. Bunun üzerine önceden de geçtiği gibi yüce Allah: "Eğer fakirlikten korkarsanız..." (Tevbe, 28) diye buyurdu. Daha sonra da bu âyet-i kerime ile yüce Allah cizye almayı helal kıldı. Bundan önce ise cizye alınmıyordu.
Yüce Allah cizyeyi, muşriklerin hac mevsiminde ticaret mallarını getirerek gelmelerini engellemesinin bir ödünü kıldı ve yüce Allah: "Allah'a ve âhirat gününe iman etmeyenlerle savaşınız" diye buyurdu.
Bu buyruğuyla yüce Allah, hep birlikte bu ortak niteliğe sahib olduklarından dolayı bütün kâfirlerle savaşmayı emrederken, kitablarına ikram ve tevhidi, peygamberleri, şeriatleri, dinleri, özellikle de Muhammad (s.a.v.)'a dair bilgileri, onun dinini ve ummetini bilmeleri dolayısıyla da kitab ehlini de zikretmiştir.
Ancak, kitab ehli, Peygamberi inkâr edib de onlara karşı getirilen deliller kesinleşib işledikleri curûm de daha bir büyüyünce, önce onların yerlerine dikkat çekti; daha sonra da onlarla savaşmanın nihaî sınırını tesbit etti. Bu da öldürülme yerine cizye vermektir. Sahih olan açıklama budur.
İbnu'l-Arabî der ki: Ben, Ebu'1-Veta Ali b. Akil'i tartışma meclisinde bu âyet-i kerimeyi okuyub onu delil gösterirken dinledim, Dedi ki: "Savaşınız" buyruğu, onların cezalandırılmasına dair bir emirdir. Daha sonra da "iman etmeyen" diye buyurmaktadır. Bu da onların cezalandırılmasını gerektiren günahı beyan eder. "Ve âhirat gününe" ifadesi ise, itikad noktasında günahlarının tekidini ifade eder. Bundan sonra da: "Allah'ın ve Rasulunun haram kıldığını haram saymayan" buyruğu ile ameli bakımdan ona muhalefet hususunda günahlarının daha da çok olduğunu ifade eder. Arkasından: Ve hak dinini din olarak kabul etmeyenler" ifadesi de sapmak, inatlaşmak ve İslâm'a boyun eğememekle masiyetlerini daha da katmerleştirdiklerini ifade eder. "Kendilerine kitab verilmiş olanlardan" buyruğu ise, onlara karşı delili te'kid etmektedir. Çünkü onlar, yanlarındaki Tevrat ve İncilde Peygamber'in niteliklerini yazılı buluyorlardı. Daha sonra da "kendi elleriyle küçülmüşler olarak cizyeyi verinceye kadar" buyruğu ile de bu cezalandırmanın uzanacağı nihaî hedefi açıklamakta ve kendisi sebebiyle bu cezanın kalkacağı bedelin ne olduğunu tayin etmektedir.
2. Cizye Kimden Alınır:
İlim adamlan cizyenin kimden alınacağı hususunda farklı görüşlere sahibtir.
Şafiî -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- der kî: Cizye bu âyet-i kerime dolayısıyla ister Arab olsunlar ister olmasınlar özel olarak ancak kitab ehlinden kabul edilir, başkalarından kabul edilmez. Çünkü, özellikle anılanlar onlardır. Dolayısıyla hüküm onlardan başkalarına değil de yalnızca onlara yöneliktir.' Zira yüce Allah: 'Artık o muşrikleri nerede bulursanız öldürün" (Tevbe, 5) diye buyurmakta ve kitab ehli hakkında dediği gibi "cizyeyi verinceye kadar" diye buyurmamaktadır.
Yine Şafiî der ki: Sunnetteki delil gereği cizye mecusîlerden de kabul edilir. Ahmed ve Ebu Sevr de bu görüştedir. es-Sevrî, Ebu Hanife ve arkadaşlarının görüşü de budur.
el-Evzaî de der ki: Cizye puta tapan, ateşe tapan yahut inkâr eden veya yalanlayan herkesten alınır. Malik'in mezhebi de budur. O, ister Arab olsun ister olmasın, ister Tağlib'li, ister Kurayş'li olsun murted mustesna, kim olursa olsun bütün şirk ve inkâr türlerine mensub herkesten cizye alınacağı görüşünde idi.
İbnu'l-Kasım, Esheb ve Suhnûn şöyle derler: Cizye, Arab mecusilerinden ve bütün milletlerden alınır, Arablardan olub puta tapanlara gelince, Allah onlar hakkında cizye hükmünü koymamıştır. Yeryüzünde onlardan kimsenin kalmaması hükmü vardır. Onların önünde ya savaşmak veya İslâm'a girmekten başka yol yoktur. İbnu'l-Kasım'ın, -Malik'in dediği gibi- onlardan cizye alınır diye bir görüşü de bulunmaktadır. Bu görüş, İbnu'l-Cellâb'ın "et-Tefrik'inde yer almaktadır ki, böyle bir hüküm ihtimalidir. Nass (yani İbnu'l-Kasım'ın açıkça ifade ettiği bir görüş) değildir.
İbn Vehb der ki: Cizye, Arab mecusîlerinden kabul edilmez ama, Arabların dışındaki mecusîlerden kabul edilir. Çünkü Arablar arasında mecusî kalmamıştır. Hepsi İslâm'a girmiştir. Onlardan müslüman olmayan bir kimse bulunacak olursa o murteddir. İslâm'a girmeyecek olursa, her halukârda öldürülür ve onlardan cizye kabul edilmez.
İbnu'l-Cehm de der ki: İslâm dışında hangi dine bağlı olursa olsun herkesten cizye kabul edilir. Ancak, icma ile kabul edildiği üzere Kurayş kâfirleri mustesnadır. Bunun gerekçesi ile ilgili olarak şunu nakletmektedir; Bu, onların zillet ve küçülmüşlükten korunmaları için bir ikramdır. Buna sebeb de Rasûlullah (s.a.v.)'a olan yakınlıklarıdır.
Başkası da şöyle demektedir: Hayır, bunun sebebi, bütün Kurayşlilerin Mekke'nin fethedildiği gün İslâm'a girmiş olmalarıdır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
3. Mecusilerin Durumu:
Mecusiler hakkında İbnu'l-Munzir şöyle demektedir: Ben, mecusilerden cizye alınacağı hususunda görüş ayrılığı olduğunu bilmiyorum. Muvatta'da şöyle denilmektedir: Malik, Cafer b. Muhammed'den, onun, babasından rivayetine göre Ömer b. el-Hattab mecusilerin durumlarını sözkonusu ederek şöyle demiştir: Bunlara nasıl bir uygulama yapacağımı bilemiyorum. Bunun üzerine Abdurrahman b, Avf şöyle dedi: Ben şahidlik ederim ki Rasûlullah (s.a.v.)'ı şöyle buyururken dinledim: "Siz, onlara kitab ehline yaptığınız uygulamayı yapınız."
Ebu Ömer (b. Abdi'l-Berr) der ki: O, özel olarak cizye hususunda bu uygulamayı yapınız, demektedir. Rasûlullah (s.a.v.)'ın: "Onlara kitab ehline yaptığınız uygulamayı yapınız" (Muvatta', Zekât 42; Buhâri, Cizye 1; Tirmizi, Siyer 31: Muvatta' Zekât 41) buyruğu onların kitab ehli olmadıklarının delilidir. Zaten fukalıânın cumhuru da bu görüştedir.
Şafiî'den bunların, önceleri kitab ehli iken sonradan değişiklikler yaptıklarını ifade ettiği rivayet edilmiştir. Zannederim o, bu kanaatine Ali b. Ebi Talib (r.anh)'dan zayıf bir yolla gelen rivayete dayanmaktadır. Bu rivayet, dönüb dolaşıp Ebu Said el-Bakkal'e ulaşmaktadır. Bunu da Abdurrazzak ve başkaları zikretmiştir. (İbn Abdi'l-Berr, el- İstizkâr, IX, 292-296)
İbn Atiyye der ki: Rivayet edildiğine göre, mecusiler arasında adı Ziradüşt (Zerdüşt) olan bir peygamber gönderilmiş imiş. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. (İmam Kurtubi, el-Camiu li- Ahkami’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 8/185-186)
4. Cizye'nin Miktarı:
Şanı yüce Allah Kitab-ı Keriminde onlardan alınacak cizyenin miktarını söz-konusu etmemektedir. İlim adamları onlardan alınacak cizye miktarı hususunda farklı görüşlere sahibtirler.
Ata b. Ebi Eebâh der ki: Cizye ile ilgili belirlenmiş bir süre yoktur. Bu, onlarla yapılan antlaşmaya göre tesbit edilir.
Yahya b. Adem, Ebu Ubeyd ve Taberî de böyle derler. Ancak Taberî şunu da ekler: Bunun asgarisi bir dinardır, azamisinin sınırı yoktur. Delil olarak Sahih sahiblerinin, Amr b. Avf'dan naklettikleri şu rivayeti kaydederler: Rasûlullah (s.a.v.) Bahreynliler ile cizye ödemeleri şartıyla barış yaptı. (Buhâri, Cizye 1, Meğâzî 12, Rikaak 7; Muslim, Sulh 6; İbn Mace Fiten 18; Musned, IV, 137, 327)
Şafiî der ki: Hür ve baliğ olan zengin ve fakirlerden birer dinar alınır ve ondan hiçbir şey eksiltilmez. Şafiî Ebu Dâvûd ve başkalarının Muâz yoluyla kaydettikleri şu rivayeti delil göstermektedir: Rasûlullah (s.a.v.) Muaz'ı Yemen'e göndermiş ve ona, ergenlik çağına gelmiş olan herkesten cizye olarak bir dinar almasını emretmiştir. (Ebû Dâvûd, Zekât 5, Harac 30; Tirmizî, Zekât 5; Nesâî, Zekât 8; İbn Mace, Zekât 12; Musned, V, 230, 233, 247)
Şafiî der ki: Yüce Allah'ın muradını Allah adına beyan eden odur (Peygamberdir). Ebu Sevr'in görüşü de budur. Yine Şafiî der ki: Eğer onlarla bir dinardan fazlasını ödemek şartıyla barış yapılırsa bu da caizdir. Kendiliklerinden gönül hoşnutluklarıyla fazlasını da verecek olurlarsa, bu da kabul edilir. Eğer üç gün süre ile misafir ağırlamaları şartı ile onlarla barış yapılırsa, bu da caizdir. Şu şartla ki, misafirlerin ağırlanması esnasında verilecek ekmek, arpa, (yem olarak) saman, ve kauk belli olub orta hallinin ve varlıklının bunlardan neleri karşılayacağı, konaklama yeri, sıcak ve soğuğa karşı barınma gibi hususların belirtilmiş olması da gerekmektedir.
İbnu'l-Kasım, Eşheb ve Muhammed b. el-Haris b. Zenceveyh'in kendişinden yaptıkları rivayete göre Malik, der ki: Cizye, (para birimleri) altın olan kimseler için dört dinar, gümüş kullananlar için kırk dirhemdir. Mecusi dahi olsa zengin ile fakir arasında fark yoktur. Ömer (r.anh)'in tesbit ettiği miktardan ne fazla alınır, ne de daha aşağı. Onlardan bundan başkası alınmaz. Şöyle de denilmiştir: Ödeme gücü olmayanın yükü, imamın uygun göreceği miktarda hafifletilir.
İbnu'l-Kasım da der ki: Ödeme zorluğu dolayısı ile Ömer'in tesbitinden daha aşağı düşürülmeyeceği gibi, zenginlik dolayısıyla da ondan fazlası istenmez. Ebu Ömer (b. Abdi'1-Berr) der ki: Zimmet ehli fakirlerinden bir dirhem dahi olsa ödeyebilecekleri miktar alınır Daha sonra Malik de bu görüşe dönmüştür.
Ebu Hanife, arkadaşları, Muhammed b. el-Hasen ve Ahmed b. Hanbel derler ki: Cizye, (fakire) oniki, (orta halliye) yirmidört ve (zengine) kırk (dirhem) dir. es-Sevrî der ki: Bu hususta Ömer b. el-Hattab'dan farklı tesbitler gelmiştir. Eğer (cizye verenler) zimmet ehli kimseler ise, yönetici bunlardan dilediğini alıb uygulayabilir. Şayet kendileriyle barış yapılan kimseler iseler, barış şartları ne ise o kadar alınır, ondan başka birşey alınamaz.
5. Savaşabilecek Kimseler Cizye ile Yükümlüdür:
İlim adamlarımız -Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun- derler ki: Kur'ân-ı Kerim'in delâlet ettiği husus şu ki: Cizye, savaşabilecek erkeklerden alınır. Çünkü yüce Allah: "... kimselerle kendi elleriyle... cizye verinceye kadar savaşınız" diye buyurmuştur. İşte bu, cizyenin savaşabilecek kimseler tarafından ödenmesinin vacib olmasını gerektirir. Savaşçı dahi olsa kölenin cizye ödemekle yükümlü olmadığına delâlet eder. Çünkü kölenin özel bir mah yoktur. Zira yüce Allah: "Verinceye kadar" diye buyurmaktadır, Malı olmayan için de "verinceye kadar" denilemez.
İşte bu, cizye ancak baliğ olmuş hür erkeklerin başlarına konulacak bir mükellefiyet olduğuna dair ilim adamlarının icma ile kabul ettikleri bir husustur, Savaşma gücüne sahib olanlar bunlardır. Kadınlar, çocuklar, köleler, deliler ve yaşlılar değildir.
Rahipler hususunda ise görüş ayrılığı vardır. İbn Vehb, Malik'den, rahiplerden cizye alınmayacağını söylediğini rivayet eder. Mutarrif ile
İbnu'l-Mâcişûn ise şöyle derler: Bu hüküm, cizye mukellefiyetinin getirilmesinden sonra rahipliğe yönelmemesi halinde böyledir. Eğer cizye mükellefiyeti konulduktan sonra rahipliğe yönelecek olursa, rahiplik yapması cizyesini kaldırmaz.
6. Cizye Ödeyenler Üzerinde Başka Mukellefiyet Varmıdır:
Cizye ödemekle yükümlü olanlar cizyeyi ödeyecek olurlarsa, onların mahsullerinden, ticaretlerinden, ekinlerinden cizye dışında başka bir şey alınmaz, Ancak, kendileriyle barış andlaşması yapılıb da yerlerinde bırakıldıkları yurtlarından başka yerlerde ticaret yapmaları hali mustesnadır. Şayet bırakıldıkları yurtlarından başka yerlere ticaret maksadıyla çıkıb gidecek olurlarsa, ticaret mallarını satıb o malın bedelini kabz ettikleri takdirde onlardan öşür (onda bir) alınır. İsterse yıl içinde defalarca alış-veriş yapmış olsunlar.
Bundan özel olarak Medine ve Mekke'ye buğday ve zeytin yağı gibi temel yiyecekleri götürmeleri mustesnadır. Bu durumda onlardan Ömer (r.anh)'ın uygulamasına uygun olarak onda birin yarısı alınır. Medine alimlerinden, zimmet ehlinden ticaretlerinden yılda ancak bir defa -tıpkı müslümanlardan alındığı gibi- öşür alınacağı görüşünde olanlar da vardır. Bu ise, Ömer b. Abdulaziz ile fukahânın imamlarından bir topluluğun görüşüdür. Birincisi ise Malik ve arkadaşlarının görüşüdür.
7. Cizye Ödeyenlerin Cizye Karşılığında Sahib Oldukları Haklar:
Cizye ödemekle yükümlü olanlar kendilerine tayin edilen, yahut da üzerinde barış yaptıkları cizyelerini ödeyecek olurlarsa, kendileri bütün mallanyla, şaraplarını sakladıkları ve açıkça müslümanlara satmadıkları sürece bağlarıyla başbaşa bırakılırlar. Ancak, müslümanların pazarlarında şarap ve domuzlarını açıkça satmalarına engel olunur. Böyle bir şeyi açık yapacak olurlarsa, aleyhlerine olmak üzere şarapları dökülür, açıktan domuzlarını çıkaranlar da tehdit edilir.
Eğer şaraplarını açığa çıkarmadıkları halde, müslüman bir kişi şaraplarını dökecek olursa, haksızlık yapmış olur ve bunun tazminatını ödemesi gerekir. Tazminat ödemesi gerekmez de denilmiştir. Şayet şaraplarını gasb edecek olursa, onu geri vermesi icabeder.
Kendi aralarındaki hükümlerde ve faizli ticaret yapmalarına itiraz olunmaz. Şayet İslâm mahkemelerine başvuracak olurlarsa, hakim muhayyerdir. Dilerse aralarında Allah'ın indirdiğine uygun olarak hükmeder, dilerse yüz çevirir. Durum ne olursa olsun haksızlık konularında (mezâlim) aralarında hükmeder ve zayıfların lehine olan hakkı güçlü olanlarından alır. Çünkü bu, onları savunmak kabilindendir, denilmiştir. İmamın onları savunmak kastıyla düşmanlarına karşı savaşması ve düşmanlarına karşı savaşırken yardımlarını alması görevidir. Fey'de bir payları yoktur.
Üzerinde anlaşarak barış yaptıkları kiliselerine yeni bîr ilave yapamazlar. Bununla birlikte çürüyen taraflarını tamir etmelerine engel olunmaz. Ancak, onlardan başka mâbed yapma imkânları yoktur.
Müslümanlardan ayırt edilmelerini sağlayacak şekilde elbise, kılık ve kıyafete bürünürler. Müslümanlara benzemelerine de engel olunur.
Herhangi bir zimmet akidleri bulunmayan düşman çocuklarının onlardan alınmasında bir beis yoktur.
Cizyesini ödemekte aşın inatlaşan, işi düşmanlığa götüren olursa, bu düşmanlığından dolayı te'dib edilir ve küçülmüş olarak ondan cizye alınır.
8. Cizye Neyin Karşılığıdır:
İlim adamları cizyenin neye karşılık olarak vacib olduğu hususunda farklı görüşlere sahibdirler.
Mâliki mezhebi âlimleri derler ki; Cizye, küfür sebebiyle öldürülmekten bedel olarak vacibdir.
Şafiî der ki: Cizye, canın korunması ve yurdunda kalmasının bedeli olarak vacibtir.
Bu görüş ayrılığının faydasına gelince: Bizler, cizye öldürülmeye bedel olarak ödenmesi gerekir, görüşünü kabul edersek, bir kimse müslüman oldu mu, artık geçmiş dolayısıyla ödemesi gereken cizye yükümlülüğü kalkar. İsterse senenin tamamlanmasından bir gün önce yahut sonra müslüman olmuş olsun. Malik'e göre hüküm böyledir.
Şafii'ye göre cizye, zimmette karar kılan bir borçtur. Müslüman olmak onu ortadan kaldırmaz. Tıpkı bir evin kirası gibidir. Bazı Hanefi alimleri de bizim (Maliki mezhebinin) görüşümüzü benimsemişler; bazıları da şöyle demişlerdir:
Cizye, müslümanlara yardım ve cihada bedel olarak ödenmesi gerekir. Kadı Ebu Zeyd bu görüşü tercih etmiş ve bu meselede Allah'ın sırrının bu olduğunu iddia etmiştir. Ancak Malik'in görüşü daha sahihtir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Müslümana cizye (ödemek) yoktur." (Ebû Davûd, Harâc 32; Tirmizi, Zekât 11; Musned, I. 223. 285)
Sufyan der ki: Bunun anlamı şudur: Zımmi, cizye ödemesi kendisine vacib olduktan sonra İslâm'a girecek olursa, cizye yükümlülüğü kalkar. Bu hadisi de Tirmizî ve Ebû Dâvûd rivayet etmiştir. (Ebû Dâuûd, Harâc 32)
İlim adamlarımız der ki: Yüce Allah'ın: "Kendi elleriyle küçülmüşler olarak cizye verinceye kadar" buyruğu buna delildir. Çünkü İslâm olmakla bu özellik de ortadan kalkar. Müslüman olmaları halinde kendi elleriyle ve küçülmüşler olarak cizyeyi ödemeyecekleri hususunda görüş ayrılığı yoktur.
Şafiî ise, İslâm'a girdikten sonra yüce Allah'ın buyurduğu şekle uygun olarak kabul etmemektedir. Bunun yerine o, (müslüman olmadan önce ödemesi gereken) cizye bir borçtur. Önceki bir sebeb dolayısıyla cizye ona vacib olmuştur, der. Bu da, yurdunda kalması, yahut da öldürülme kötülüğünden korunmasıdır. Dolayısıyla bu cizye, sair bütün borçlar gibidir.
9. Ahidlerini ve Cizye Ödeme Taahhutlerini Yerine Getirmeyenlere Yapılacak Uygulama:
Bir belde yahut bir kale halkı ile andlaşma yaptıktan sonra andlaşmalarını bozar ve ödemeleri gereken cizye ve sair yükümlülüklerini yerine getirmeyib kendilerine zulmolunmadığı halde İslâm'ın hükmünü kabul etmeyecek olurlarsa, imam da onlara haksızlık yapmayan birisi ise, müslümanların, İmamları ile birlikte onlar üzerine gitmeleri ve onlarla savaşmaları icabeder. Eğer çarpışır ve yenik düşürecek olurlarsa, onlar hakkında verilecek hüküm dar-ul harbdekiler hakkında verilecek hükümle aynıdır. Onların da, kadınlarının da fey olarak alınacağı ve beşte birinin alınmasından sonra beşte dördünün gazilere dağıtılmasının söz konusu olmayacağı da söylenmiştir, bu da bu konudaki bir görüştür.
10. Cizye Ödemekle Yükümlü Olanlar Hırsızlık Yapıp Yol Kesecek Olurlarsa:
Eğer bunlar, hırsızlık yapmak ve yol kesmek üzere ortaya çıkacak olurlarsa, cizye ödemeyi reddetmemeleri şartıyla müslüman muharibier (yol kesiciler) durumundadırlar. Şayet haksızlığa uğradıklarını ifade ederek çıkacak olurlarsa (itaatin dışına çıkarlarsa) durumlarına bakılır ve tekrar zimmet akdine geri döndürülür ve onlara zulmedenlerden hakları alınır. Kendileri hür oldukları halde onlardan herhangi bir kimse de köle yapılmaz.
Eğer bir kısmı ahidlerini bozacak, bir kısmı bozmayacak olursa, ahdini bozmayan ahdi üzere kalmaya devam eder ve başkası bozdu diye diğeri sorumlu tutulmaz. Onların ahidlerine bağlılıkları ise, ahidlerini bozanlara karşı tepki göstermelerinden anlaşılır.
11. Kelime Olarak "Cizye":
"'Cizye" kelimesi, kendisine yapılan iyiliklere karşı mukâfatlandırmak için kullanılan; fiilinden "file" vezninde bir kelimedir. Sanki onlar cizyeyi kendilerine bağışlanan güvenliğe bir karşılık olarak vermiş gibi oluyorlar. İşte bu anlamda olmak üzere şair şöyle demektedir:
"Ya sana karşılık verir, yahut senden övgüyle sözeller. Ve hiç şubhesiz Yaptıklarından dolayı seni öven kimse de sana mukâfat ve karşılık vermiş gibidir."
12. Cizye Ödemeyenin Cezası Var mı?:
Muslim, Hişam b. Hakim b. Hizam'dan rivayetine göre Hişam Şam'da çiftçilerden güneşte bekletilmiş -bir rivayete göre de başlarına da zeytinyağı dökülmüş- bir grubun yanından geçer ve: Bunların hali nedir diye sorunca (ilgili kişi): Cizyeden dolayı alıkonulmaktadırlar diye cevab verir. Hişam: Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'ı şöyle buyururken dinledim: "Muhakkak Allah dünyada insanları azablandıranları azablandırır."
Bir rivayette de şöyle denmektedir: O gün onların Filistin'deki emiri Umeyr b. Sa'd idi. Onun yanına girip bu hadisi ona nakledince, Umeyr de emir vererek serbest bırakıldılar.
(Muslim, Birr 117-119; Musned, 111, 403, 404)
Bizim (mezhebimize mensub) itim adamlarımız derler ki: İmkân buldukları halde cizyeyi ödemeyecek olurlarsa cezai andın imaları caizdir. Ancak ödeyemeyecekleri anlaşılmakla birlikte cezalandırılmaları helal değildir. Çünkü, cizye ödeyemeyecek hale düşenden cizye kalkar. Zengin olanlar da fakirler yerine ödemekle mukellef tutulmaz. Ebû Dâvûd, Safvan b. Suleym'den, o, Rasûlullah (s.a.v.)'ın birkaç sahabisinin oğullarından, onlar da babalarından rivayet ettiklerine göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Kim bir andlaşmalıya zulmeder, yahut ona hakkını eksik verir, yahut fakatından fazlasıyla mükellef tutar, ya da gönül hoşluğuyla olmaksızın ondan herhangi birşey alacak olursa, o kişiye karşı kıyamet gününde ben davacı" (Ebû Dûvud, Harac, 31) olurum.
13. Elleriyle Cizye Ödemenin Mahiyeti:
Yüce Allah'ın: "Kendi elleriyle" buyruğu ile ilgili olarak ibn Abbas şöyle demektedir:
Onu ödemek için başkasına vekâlet vermeksizin bizzat kendisi öder. Ebu't-Bahteri de Selman'dan: Yerilmiş kimseler olarak diye açıkladığını rivayet etmektedir. Ma'mer de Katade'den: Kahredilmiş olarak dediğini rivayet etmektedir.
"Kendi elleriyle" ifadesinin, sizin onlara nimet ve lutfunuz dolayısıyla diye de açıklanmıştır. Çünkü, onlardan cizye alınacak olursa, onlara nimet ve ihsanda bulunulmuş olur. İkrime der ki: Andlaşmalı cizyeyi ayakta öder, alan da oturmuş olarak alır. Said b. Cubeyr de böyle demiştir.
İbnu'l-Arabî şöyle demektedir: Böyle bir açıklama yüce Allah'ın: "Kendi elleriyle" ifadesinden değil de "küçülmüşler olarak" ifadesinden çıkartılabilir. (İmam Kurtubi, el-Camiu li- Ahkami’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 8/191)