T
Çevrimdışı
COĞRAFYAMIZDA OYNANAN OYUNLAR -1
Ülkemizde İslam’ın hayattan uzaklaştırılıp müzelere aktarılması için uzun yıllar önce bir dizi plan ve proje geliştirildi. Bu projelerin hayata geçirilmesi için bütün imkânlar seferber edildi. Cumhuriyetin kuruluşu ve Müslüman halkın dinsizleştirilmesi çabaları dünya istikbar gücünün ülkemizle ilgili projelerinin en büyüğüydü.
Osmanlı’nın son zamanlarında İstanbul’u işgal eden İngiltere, İmparatorluğun kalbine yerleşmişti. Dünyanın başka coğrafyalarında olduğu gibi geniş çaplı bir işgale girişeceği bekleniyordu. Dünyanın tek süper gücü olan ve güneş batmayan imparatorluk olarak adlandırılan İngiltere’nin ülke topraklarını işgal etme güç ve imkânı vardı. İstanbul’u bir müddet işgalinde bulundurup, hiçbir anlaşmaya varmadan, hiçbir çatışmaya girmeden, hiçbir ciddi tepkiyle karşılaşmadan birden bire işgale son verip çekildi. Çünkü projesinin hayata geçirilmesi için gerekli hazırlıkları yapmıştı. Osmanlı’nın en güçlü partisi olup Batıya tamamıyla bağlı İttihat ve Terakki Cemiyeti bu yeni projenin öncüsü olarak görevlendirilmişti. Zaten İngiltere’nin ülkeyi işgali bu partinin faaliyetleri kadar başarılı sonuçlar vermeyecekti. Özellikle de halkın hiçbir zaman işgalcilere boyun eğmeyeceği düşünülüyordu. İşgal durumunda işgalcilerin projelerini uygulatmaları çok uzun yıllara sarkacaktı. Ancak laik karakterli İttihat ve Terakki bu iş için biçilmiş kaftandı.
Osmanlı’nın yıkılışıyla İttihat ve Terakki’cilerin kurduğu Ankara hükümeti, konumunu güçlendirdikten sonra İslam’ı toplum hayatının dışına itmek, daha doğrusu toplumu dinsizleştirmek için yoğun bir çalışma başlattı. Yeni kanunlar, sürgünler ve katliamlar bu projenin başarılı bir şekilde uygulanması için yapılıyordu. Özellikle Üstad Bediuzzaman’ın başlattığı halkın imanın korunmasıyla ilgili çabalar ve bunun için yazılıp gizliden gizliye halka ulaştırılan risaleler, dinsizleştirilme tehlikesiyle yüz yüze kalan halkın bu tehlikeden korunması amacı taşıyordu.
İdamlar, katliamlar ve Müslüman alimlerin gizliden gizliye İslam’ı yaşatma çabaları karşısında İslam’ın yok edilmesinin mümkün olmadığı anlaşılınca projenin B ayağı devreye sokuldu. İslam’ı münzevi hale getirerek ya da sulandırıp özünden uzaklaştırarak İslami ruhu öldürme ve böylece toplumu modernleştirme amaçlanıyordu. İslami hayata karşı şiddetli tepki, Müslümanlara karşı ardı arkası kesilmeyen düşmanlıklar, küçük bir kıpırdanışa ya da İslami sembollere karşı dayatılan irtica yaygaraları, ilkokuldan üniversitelere kadar devam eden örtü yasağı toplumu İslam’dan uzaklaştırma projesinin ürünüydü.
Ülkenin batı kesimi bu proje karşısında fazla direnç gösterememiş, zamanla kırılmalarla karşılaşmıştı. Ancak doğu halkında derin bir yere sahip olan İslam’ı etkisiz hale getirmek mümkün görünmüyordu. Kürdistan’ın Müslüman halkı devlet desteğiyle batıdan yönlendirilen dinsizlik dalgalarına karşı her zaman direnç gösteriyordu.
Doğuda dayatılan dinsizliğe ve modern hayata karşı gösterilen İslami direnç yeni arayışlara sevk etti. Coğrafyamızın İslam’dan vazgeçmemesi, dinsizliği esas alan dünya düzeninin hesaplarını bozuyordu. Önce bölgedeki ağalık sistemine ve devletin zulmüne karşı direnişi esas aldığını iddia eden Marksist örgütlerin kurulması için gerekli olan zemin hazırlandı. Bunların halk arasına yerleşip örgütlenmeleri için uygun şartlar oluşturuldu. Ezilen halkın can damarından tutan bu örgütler, İslami faaliyetlerden yoksun Müslüman Kürd halkının çocuklarını kısmen de olsa cezp edebildiler. Ancak bu hareketler genellikle kültürel içerikli olduklarından kapsayıcı bir etki oluşturamıyorlardı. Halkı cezbedecek, gençleri kitleler halinde yanlarına çekecek yapılanmalara ihtiyaç vardı. Üniversite yıllarında devletin istihbarat örgütleriyle ilişkileri olduğunu kendisi bile inkâr etmeyen Abdullah Öcalan öncülüğünde içinde Türklerin de bulunduğu birkaç genç bir araya gelerek PKK’yi kurdu. Üniversite öğrencileri tarafından kurulan PKK’nin ekonomik ve silah gücü açısından hiçbir sıkıntıyla yüzleşmeden kısa sürede silahlı mücadeleye başlamasının bu projeyi yönetenleri yakından ilgilendirdiği muhakkaktır.
12 Eylül darbesinin hemen arefesinde Apo’nun bir grup PKK’liyle Lübnan’a götürülüşü, iç savaşın içinde boğulan Lübnan’ın Beka Vadisinin tahsis edilmesi, PKK’nin 12 Eylül ile yıpratılmadan varlığını sürdürme çabaları, 1984’de ülke topraklarına dönüp devlete karşı silahlı eylemlere girişmesi projeye uygun olarak yürütülüyordu.
Proje sahiplerinin Kürdlere Kürdistan devletini kurdurma gibi bir niyetleri hiçbir zaman olmadı. Zaten projenin bir ucunda Kemalist rejim bulunduğundan böyle bir şey söz konusu bile edilmiyordu. Projenin diğer bir parçasını oluşturan PKK’nin başındaki insanlar ilk başlarda halkı cezbetmek için “Bağımsız Kürdistan” kavramını sık sık kullandılar. Ancak halk arasında örgütlendikten sonra bu söylemi tamamıyla unutmaya terk ettiler…
M.Emin Çelik ....
alıntıdır...
Ülkemizde İslam’ın hayattan uzaklaştırılıp müzelere aktarılması için uzun yıllar önce bir dizi plan ve proje geliştirildi. Bu projelerin hayata geçirilmesi için bütün imkânlar seferber edildi. Cumhuriyetin kuruluşu ve Müslüman halkın dinsizleştirilmesi çabaları dünya istikbar gücünün ülkemizle ilgili projelerinin en büyüğüydü.
Osmanlı’nın son zamanlarında İstanbul’u işgal eden İngiltere, İmparatorluğun kalbine yerleşmişti. Dünyanın başka coğrafyalarında olduğu gibi geniş çaplı bir işgale girişeceği bekleniyordu. Dünyanın tek süper gücü olan ve güneş batmayan imparatorluk olarak adlandırılan İngiltere’nin ülke topraklarını işgal etme güç ve imkânı vardı. İstanbul’u bir müddet işgalinde bulundurup, hiçbir anlaşmaya varmadan, hiçbir çatışmaya girmeden, hiçbir ciddi tepkiyle karşılaşmadan birden bire işgale son verip çekildi. Çünkü projesinin hayata geçirilmesi için gerekli hazırlıkları yapmıştı. Osmanlı’nın en güçlü partisi olup Batıya tamamıyla bağlı İttihat ve Terakki Cemiyeti bu yeni projenin öncüsü olarak görevlendirilmişti. Zaten İngiltere’nin ülkeyi işgali bu partinin faaliyetleri kadar başarılı sonuçlar vermeyecekti. Özellikle de halkın hiçbir zaman işgalcilere boyun eğmeyeceği düşünülüyordu. İşgal durumunda işgalcilerin projelerini uygulatmaları çok uzun yıllara sarkacaktı. Ancak laik karakterli İttihat ve Terakki bu iş için biçilmiş kaftandı.
Osmanlı’nın yıkılışıyla İttihat ve Terakki’cilerin kurduğu Ankara hükümeti, konumunu güçlendirdikten sonra İslam’ı toplum hayatının dışına itmek, daha doğrusu toplumu dinsizleştirmek için yoğun bir çalışma başlattı. Yeni kanunlar, sürgünler ve katliamlar bu projenin başarılı bir şekilde uygulanması için yapılıyordu. Özellikle Üstad Bediuzzaman’ın başlattığı halkın imanın korunmasıyla ilgili çabalar ve bunun için yazılıp gizliden gizliye halka ulaştırılan risaleler, dinsizleştirilme tehlikesiyle yüz yüze kalan halkın bu tehlikeden korunması amacı taşıyordu.
İdamlar, katliamlar ve Müslüman alimlerin gizliden gizliye İslam’ı yaşatma çabaları karşısında İslam’ın yok edilmesinin mümkün olmadığı anlaşılınca projenin B ayağı devreye sokuldu. İslam’ı münzevi hale getirerek ya da sulandırıp özünden uzaklaştırarak İslami ruhu öldürme ve böylece toplumu modernleştirme amaçlanıyordu. İslami hayata karşı şiddetli tepki, Müslümanlara karşı ardı arkası kesilmeyen düşmanlıklar, küçük bir kıpırdanışa ya da İslami sembollere karşı dayatılan irtica yaygaraları, ilkokuldan üniversitelere kadar devam eden örtü yasağı toplumu İslam’dan uzaklaştırma projesinin ürünüydü.
Ülkenin batı kesimi bu proje karşısında fazla direnç gösterememiş, zamanla kırılmalarla karşılaşmıştı. Ancak doğu halkında derin bir yere sahip olan İslam’ı etkisiz hale getirmek mümkün görünmüyordu. Kürdistan’ın Müslüman halkı devlet desteğiyle batıdan yönlendirilen dinsizlik dalgalarına karşı her zaman direnç gösteriyordu.
Doğuda dayatılan dinsizliğe ve modern hayata karşı gösterilen İslami direnç yeni arayışlara sevk etti. Coğrafyamızın İslam’dan vazgeçmemesi, dinsizliği esas alan dünya düzeninin hesaplarını bozuyordu. Önce bölgedeki ağalık sistemine ve devletin zulmüne karşı direnişi esas aldığını iddia eden Marksist örgütlerin kurulması için gerekli olan zemin hazırlandı. Bunların halk arasına yerleşip örgütlenmeleri için uygun şartlar oluşturuldu. Ezilen halkın can damarından tutan bu örgütler, İslami faaliyetlerden yoksun Müslüman Kürd halkının çocuklarını kısmen de olsa cezp edebildiler. Ancak bu hareketler genellikle kültürel içerikli olduklarından kapsayıcı bir etki oluşturamıyorlardı. Halkı cezbedecek, gençleri kitleler halinde yanlarına çekecek yapılanmalara ihtiyaç vardı. Üniversite yıllarında devletin istihbarat örgütleriyle ilişkileri olduğunu kendisi bile inkâr etmeyen Abdullah Öcalan öncülüğünde içinde Türklerin de bulunduğu birkaç genç bir araya gelerek PKK’yi kurdu. Üniversite öğrencileri tarafından kurulan PKK’nin ekonomik ve silah gücü açısından hiçbir sıkıntıyla yüzleşmeden kısa sürede silahlı mücadeleye başlamasının bu projeyi yönetenleri yakından ilgilendirdiği muhakkaktır.
12 Eylül darbesinin hemen arefesinde Apo’nun bir grup PKK’liyle Lübnan’a götürülüşü, iç savaşın içinde boğulan Lübnan’ın Beka Vadisinin tahsis edilmesi, PKK’nin 12 Eylül ile yıpratılmadan varlığını sürdürme çabaları, 1984’de ülke topraklarına dönüp devlete karşı silahlı eylemlere girişmesi projeye uygun olarak yürütülüyordu.
Proje sahiplerinin Kürdlere Kürdistan devletini kurdurma gibi bir niyetleri hiçbir zaman olmadı. Zaten projenin bir ucunda Kemalist rejim bulunduğundan böyle bir şey söz konusu bile edilmiyordu. Projenin diğer bir parçasını oluşturan PKK’nin başındaki insanlar ilk başlarda halkı cezbetmek için “Bağımsız Kürdistan” kavramını sık sık kullandılar. Ancak halk arasında örgütlendikten sonra bu söylemi tamamıyla unutmaya terk ettiler…
M.Emin Çelik ....
alıntıdır...