Dar'ul Harb'in Kimliğini, Pasaportunu vs. Taşımak
Tağuti ülkelerde, vatandaşların kimlik almaları o ülkenin kanunlarını kabul etmek anlamına gelmemektedir. Çünkü her ülkede, kanunları eleştiren, aleyhine konuşan, hatta kötüleyen ve onlara uymayan insanlar, vatandaşları bulunmaktadır.
Şayet kimlik almak, tağutların kanunlarını kabul etmek manasına gelseydi, bunun aleyhine herhangi bir fiil gösterenler derhal vatandaşlıktan atılırdı.
Üstelik tağuti rejimlerle idare edilen ülkelerde kimlik taşımayanlar ceza almakta , sorgulanmaka , belli suçlar ile zannlı konumunda yargılanıp gözaltına alınmaktadırlar.
Bırakınız ülkeler arasını , şehirler arası ziyaretini bulunduğu mahallede sorgulansa mutlaka sorun çıkıp başına bela isabet etmektedir.
Ehliyeti olmasa, haklı olduğu trafik kazasında suçlu duruma düşüp ceza alabilmektedir. Bu ve daha pek çok sebeblerden dolayı (hastane, tapu, ruhsat, emeklilik, iş vs.) kimlik taşımak zaruret haline dönüşmüştür.
( الضرورات تبيح المحظورات zaruratlar mahzurlari mubah kılar)
Bundan dolayı da tağuti ülkenin kimliğini taşımak muslumanı kâfir yapmaz.
Müslümanların düştüğü bu tarz sorunlarla ilgili şu hadis-i şerifi aktarayım :
Müslümanın muşriklerden uzak durması mendubdur.
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Ben muşriklerle beraber oturan müslümandan beriyim"
Sahabeler: "Niçin ya Rasulullah!" dediler.
Rasulullah (s.a.v.): "Çünkü müslümanların yaktığı ateş ile kâfirlerin yaktığı ateşin birbirini görmemesi gerekir" (Yani yaktıkları ateşi görülmeyecek kadar birbirinden uzak durmaları gerekir.) dedi."
(Ebu Davud. Timizi sahih senedle rivayet ettiler)
Evet gerçekten de bugün müslümanlar tağuti rejimler altında zillete düşmekten kurtulamamaktadırlar.

Tağuti rejimlerin hakim olduğu devletlerden alınan kimlik veya pasaport, o devletin tüm kanunlarını kabul etmeyi, ona saygı göstermeyi veya desteklemeyi gerektirmediği gibi sadece belli sınırlar içindeki insanların tesbiti için veriliyorsa, o zaman bu kimliği veya pasaportu almak veya taşımak küfür olmaz. Çünkü bunlar, o devletin vatandaşlarına tanımış olduğu bir vatandaşlık hakkıdır.Bu kimlik meselesini ben de merak ediyorum. Tağut C.ahiliyesi kimliği taşıyan herkes cahiliye kanunlarını otomatikman kabul etmiş sayılmıyor mu? Böylece de otomatikman ona kulluğu kabul etmiş olmuyoru mu? Eğer öyle oluyorsa ben vatandaşlıktan çıkmayı düşünüyorum.
Tağuti ülkelerde, vatandaşların kimlik almaları o ülkenin kanunlarını kabul etmek anlamına gelmemektedir. Çünkü her ülkede, kanunları eleştiren, aleyhine konuşan, hatta kötüleyen ve onlara uymayan insanlar, vatandaşları bulunmaktadır.
Şayet kimlik almak, tağutların kanunlarını kabul etmek manasına gelseydi, bunun aleyhine herhangi bir fiil gösterenler derhal vatandaşlıktan atılırdı.
Üstelik tağuti rejimlerle idare edilen ülkelerde kimlik taşımayanlar ceza almakta , sorgulanmaka , belli suçlar ile zannlı konumunda yargılanıp gözaltına alınmaktadırlar.
Bırakınız ülkeler arasını , şehirler arası ziyaretini bulunduğu mahallede sorgulansa mutlaka sorun çıkıp başına bela isabet etmektedir.
Ehliyeti olmasa, haklı olduğu trafik kazasında suçlu duruma düşüp ceza alabilmektedir. Bu ve daha pek çok sebeblerden dolayı (hastane, tapu, ruhsat, emeklilik, iş vs.) kimlik taşımak zaruret haline dönüşmüştür.
( الضرورات تبيح المحظورات zaruratlar mahzurlari mubah kılar)
Bundan dolayı da tağuti ülkenin kimliğini taşımak muslumanı kâfir yapmaz.
Müslümanların düştüğü bu tarz sorunlarla ilgili şu hadis-i şerifi aktarayım :
Müslümanın muşriklerden uzak durması mendubdur.
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Ben muşriklerle beraber oturan müslümandan beriyim"
Sahabeler: "Niçin ya Rasulullah!" dediler.
Rasulullah (s.a.v.): "Çünkü müslümanların yaktığı ateş ile kâfirlerin yaktığı ateşin birbirini görmemesi gerekir" (Yani yaktıkları ateşi görülmeyecek kadar birbirinden uzak durmaları gerekir.) dedi."
(Ebu Davud. Timizi sahih senedle rivayet ettiler)
Evet gerçekten de bugün müslümanlar tağuti rejimler altında zillete düşmekten kurtulamamaktadırlar.