E
Çevrimdışı
Devle mutaassıpları tarafından sıkça sorulan bir soruya değinmek istiyorum.
Devle örgütü taraftarları, ”Şam’a yapmış olduğum yolculukta neden Devle Cemaati’ni ziyaret etmediğimi ve olaya tarafsız yaklaşmadığımı” soruyorlar.
Allah’a yemin olsun ki bu büyük bir iftiradır. Fitnenin ilk günlerinde dahi kardeşlerime sabrı ve gerçekler net bir şekilde ortaya çıkana kadar sukutu tavsiye ettim. Buna bir çok kardeşlerimiz şahittir. Hatta bir çok kardeşim; ”Neden aşırılığa meyil eden, haddi aşan, Müslümanların kazanımlarına tecavüz eden ve ümmetin evlatlarını katleden bu camiaya karşı bu kadar hüsnü zan besliyorsun?” diye sitem etmişlerdi.
Kendilerine ”Bu iddialar ile ilgili mutmain olmak için bu iddiaları teyit ettirmek ve yerinde görmek istiyorum. Bilmeden bir gruba haksızlık yapmak istemiyorum.” cevabını verdim ve olayı tarafsız bir yerden izleyebileceğim her iki tarafla da iyi ilişkileri iyi olan bir ketibeye katılma kararı aldım. O dönemde Nusret Cephesi ve Devle Cemaati arasındaki çatışmalar dahi başlamamıştı.
Henüz muasker eğitimi alırken ketibemize Devle Cemaati’nden iki kişi misafir olarak geldi. Cemaat emirimiz, Afganistan tecrübesi olan biriydi. Bu kardeşlerin Ahraru’ş Şam tarafından arandığını bizde misafir olarak kaldığını kimseye bildirmememizi rica etti.
Devle Cemaati mensupları ile ilk tanışma fırsatını böylece elde etmiş oldum. Arkadaşlarla tanıştım ve olaylar hakkında soru sormaya başladım.
ÖSO ile neden savaştıklarını sordum. ”ÖSO’nun Amerika’dan yardım aldığı ve demokrasi istediğini bu sebeple kafir olduklarını ve bu yüzden savaştıklarını” iddia etti.
-”Peki ahi bu hasletler kendilerinde varsa o halde neden ilk günden kendileri ile savaşmak yerine bu dönemde savaşmaya başladınız? Şayet savaşma nedeniniz bu ise, bu günkü illet geçmişte yoktu da sonradan mı ortaya çıktı? Bu şahıslarla ittifak kurup Esed’e beraber saldırdığınız dönemde menhecleri farklı mıydı?” dedim.
-”Ahi, demokrasi istemek küfürdür. Bizde bu yüzden saldırdık.” diyerek konuyu geçiştirdi.
-”En azından Esed devrilene kadar maslahat gözetilmesi, ahitlere ve ittifaklara sadık kalınması daha hayırlı olmaz mıydı ahi? en nihayetinde ÖSO bir ittifaktır. İçlerinde şeriat isteyenler de mevcuttur. Maslahat bunu gerektirmiyor mu?” dedim.
-”Kafirler ile ittifak kurmak küfürdür.” dedi.
-”Bu senin iddian. Kafir dahi olsalar, kafirler ile zalime karşı ittifak kurmak neden küfür olsun ahi? Resulullah da mazlumu korumak için kafirler ile yapılan bir ittifak olan Hılfıl fudul’a, ”Bugün (İslam da) dahi olsa katılırım. Bu bana kırmızı develere sahip olmaktan daha sevimli gelir.” buyurmadı mı? Meselede bahsi geçenler zayıf olan müşriklerdir. Bu ittifak onların haklarını zalimlere karşı koruma hususunda idi. Söz konusu Muhammed’in ümmeti, ümmetin canı ve namusu için bu kimseler ile ittifak kurmak size sevimli gelmiyor mu?” dedim.
Bana – ” Sen Ceyşu’l Hur’u (ÖSO) tekfir etmiyor musun? ” diye sordu.
-”Konumuzla ne alakası var? Sana basit bir soru sordum. Meseleyi neden başka yerlere çekiyorsun? Ben Demokrasi isteyen ve İslami bir nizam yerine demokrasiyi tercih eden herkesi İslam dairesinden çıkan kimseler olarak görüyorum. Lakin konumuz bu değil.” dedim
-”Biz Devle Cemaati olarak ÖSO’yu ve bizimle savaşan Ahrar’ı tekfir ediyoruz.” dedi. (O günlerde Nusret Cephesi’ni tekfir etmiyorlardı.)
-‘Peki Ahraru’ş Şam’ı neden tekfir ediyorsunuz?” dedim.
-”Ahraru’ş Şam’ın Suud’un adamları olduğunu ve demokrasi için savaştıklarını” iddia etti.
– ”Deliliniz nedir ahi? En nihayetinde bu çok büyük bir iddiadır.” dedim.
– ”Bunu herkes bilir.” dedi
Lakin bu meseleyi hakkıyla araştırmaya çalışan ben gerçekten de bilmiyordum. İlk defa kendisinden duymuştum.
Sonrasında bu arkadaşlar namazlarını dahi bizimle birlikte kılmadılar. Yurtlarını, mallarını ve ailelerini Allah yolunda savaşmak (Cihad) için terk eden Mücahitlerin kafir olabileceğini düşünüyor, bu mübarek ameli (Cihadı) ihya etmeyi dahi İslam alameti (şiarı) olarak görmüyorlardı.
Sonrasında bu kişiler silahlarını satarak Türkiye’ye geçtiler. Kafir olabileceğinden şüphe duydukları insanlara silahlarını satmaları büyük bir çelişkiydi. Müslüman silahını bir kafire satabilir mi? Üstelik savaş meydanında!
Meseleyi bir de Devle Cemaati içerisinde bulunan ve cephe hattında olan bir arkadaşıma sormak istedim ve kendisi ile iletişime geçtim.
Bu kardeşlerden duyduklarımı anlattım ve Devle Cemaati’nin genelinin bu arkadaşlarla aynı görüşte olup olmadığını sordum. Görüşlerinin hem fikir olduğunu söyledi.
”Bu, Allah Resulü’nün sünnetine açık muhalefettir ahi. Allah’tan korkun” dedim. Resulullah ne zaman anlaşmalı kavimlerle anlaşmayı bozan taraf oldu? Geçmişte selefimiz, ümmetin maslahatını ne zaman nefsi olarak hiçe saymıştı? Kadınların namusu ve çocukların hayatını ne gerekçe ile tehlikeye atıyorsunuz ve safları bölüyorsunuz?” dedim.
”Bu bizim akidemiz” dedi.
”Cemaatlerin akidesi olmaz; Müslümanların tek bir akidesi olur ahi. Daha düne kadar bu meseleleri seninle istişare ediyorduk ve hem fikirdik. O gün akiden mi bozuktu? ” dedim.
”Vela-bera akidesi gereği bunu yapmamız gerekiyor” dedi
”Medine’deki Müslümanların maslahatı için Mekkeli müşriklerle Hudeybiye anlaşmasını imzalayan, Hendek günü Yahudiler ve çevredeki aşiretler ile anlaşma ve ittifak yapmaya çalışan Resulullah (sav)’dan daha mı iyi biliyorsunuz vela-berayı?” dedim.
Kendisi bunun üzerine; ”Sabırlı olmamı, Şeyh Eymen Ez-Zevahiri’nin vereceği hükmü beklediklerini, benimde beklememi, meselelerin bildiğim gibi olmadığını” söyledi.
Konuyla ilgili Nusret Cephesi ve Ahraru’ş Şam’ı da dinlemek istiyordum. Allah (svt), bunun için bana bir kapı açtı. Emirimiz, Şeyh Neccar bölgesindeki Siccin (Hapishane) operasyonu için gönüllüler olup olmadığını sordu. Muaskeri henüz tamamlamıştım. Bu operasyona katılmayı özellikle istiyordum çünkü Siccin’deki bacılar ve esirlerin durumunu çok iyi biliyor, kurtulmalarında benimde bir katkım olmasını çok istiyordum.
Katılma isteğimi Emir’e ilettim. Kendisi, operasyona kesinlikle katılamayacağımı, henüz bir operasyon için tecrübesiz olduğumu ve benimle ilgili başka planları olduğunu” söyledi.
Emir’e en azından çekim yapmak için izin vermesini, kardeşlere ikmal yapabileceğimi ve tıbbi destek konularında yardımcı olabileceğimi ileri sürerek ikna etmeye çalıştım. Ertesi gün bana da izin verdi ve kardeşlerle birlikte operasyona katıldım.
Yola çıkarken kardeşlerimden biri; “Ebu İbrahim; şehid olup kendini kurtarmanın yollarını arama sakın! Hayırlı ve eğitimli bir mücahid olup Müslümanları kurtarmak, bundan daha hayırlıdır kardeşim. Niyetin bu olsun inşAllah” dedi.
Yaklaşık iki yıl önce Irak Cihadı’na katılmak isterken tutuklanmış ve çok üzülmüştüm. Lakin Allah (svt), bana daha hayırlı bir cihadın kapılarını açmıştı elhamdülillah. Bu yüzden çok sevinçliydim.
Uzun bir yolculuğun ardından Şeyh Neccar bölgesine, ardından da “Siccin operasyonu” karargahına intikal etmiştik. Operasyonu Nusret Cephesi yönetiyor, Ahraru’ş Şam , İmarat Kavkaz ve diğer ketibeler de ona destek veriyordu. Bu operasyonda Allah’ın bir çok mucizesi ile karşılaştım. Tecrübe kazanmanın yanı sıra bir çok emir ve değerli kardeşlerle tanışma fırsatımız da oldu.
Ahraru’ş Şam ve Nusret Cephesi karargahlarını ziyaret ettim ve operasyon emirleriyle tanıştım. Şeyh Muhaysini ve bir çok alim de en ön cephede bizlerle birlikteydi. Bu da bizlere ayrı bir mutluluk veriyordu. Karargahımızın rejim tarafından havadan ve karadan aralıksız bombalanmasına rağmen hepimiz oldukça mutlu, heyecanlı ve huzurluyduk. Allah (svt), kalplerimize bir sükunet indirmişti.
Ahrar’ın komutanları ve emirlerinden Ebu Ali ve Ebu Macid ile tanışma fırsatım oldu. Kendilerine müsait bir zamanda konuşmak istediğimi söyledim. O günün akşamında bizim makarda buluştuk.
Açıkça sorularımı sordum: “Ahiler; Ahraru’ş Şam hareketi, demokrasi için mi yoksa İslami bir yönetim için mi savaşıyor? Suud ile bağlantınız var mı?”
Kardeşler şöyle dedi: “Ahi; bizler hakkında Allah’tan korkun ve hüsnü zan besleyin. Bizler yalnız Allah’ın askerleriyiz ve şeriat için savaşan kimseleriz. Bunun aksini iddia eden, bizler arasında tefrika sokmak ve fitne üretmek isteyen kimselerdir.”
Zaten bu kimselerin demokrasi avanelerine benzemedikleri her hallerinden belli oluyordu.
Ertesi gün Devle Cemaati’nin Esed’e karşı operasyon yaptığını bildiği halde Nusret Cephesi ve Ahraru’ş Şam’a saldırılar düzenlediği haberlerini aldık. Bizlere ikmal ve destek için gelen kardeşlere de ateş açmışlardı. Onlar da bu duruma çok şaşırmış ve üzülmüşlerdi.
Hangi gerekçe ile ümmetin kadınlarını kurtarmak için savaşan mücahitlere saldırı düzenlenebilir?
Operasyonun ardından bazı Devle emirlerinin Şeyh Muhaysini’ye iftira ve hakaret ettiklerini, Siccin operasyonuna katılmadığını iddia ettikleri beyanatlarını okuyunca yalan ve iftirayı nasıl da göz göre göre mubah gördüklerine gözlerimle şahit oldum. Açıkça fitne ve fesat yayıyor ve ümmeti yalanları ile kandırmaya çalışıyorlardı. Şeyh Muhaysini, bu operasyona silahı, bedeni ve ilmiyle iştirak etmişti. Devle Cemaati ise fitnesiyle bu operasyonu ifsad etmişti.
Meseleyi bir de Müslüman halktan dinlemeyi düşündüm. Vakit namazlarımı mescitte halk ile birlikte kılmaya gayret ediyordum. Bu yüzden ensarla iyi ilişkilerim oldu.
Halktan dinlediklerim beni pek de şaşırtmamıştı açıkçası. Onlara Devle Cemaati ve muhaliflerle alakalı bilgi edinme maksatlı sorular sordum. Devle Cemaati tarafından malları gayrı meşru bir şekilde gasp edilen insanlar, şüphe ve zan üzerine mahkeme dahi yapılmadan kafaları kesilen adamlar ve hatta çocukların aileleri, yaşadıklarını anlattı. Açıkçası Şam’da Devle Cemaati’ne sevgi ve sempati duyan kimseyle karşılaşmadım.
Onlardan biri bana; “Esed bizi Müslüman, Devle ise kafir olduğumuz gerekçesiyle öldürmek istiyor. Biz ne yapalım?” dedi. Kendisine verecek cevap dahi bulamadım.
Bazı ÖSO grupları hakkında da bir çok şikayet dinledim. ÖSO’ya bağlı bazı birliklerin (Halid Hayyani, Cemal Maruf vs..) keyfi tutuklamaları ve hırsızlıklarından dert yanan insanlar oldu.
Lakin İslami Cephe, özellikle Ahraru’ş Şam ve Nusret Cephesi’nden şikayetçi olan kimseyle karşılaşmadım. Şam halkı, bu iki gruptan saygı, sevgi ve muhabbetle bahsediyor ve sürekli onlara yardım etmenin yollarını arıyor ve dua ediyordu.
”Nasıl etmesinler ki?” demekten kendimi alamıyorum. Bu gruplar cihadı bir kenara bırakın; insanların gıda, barınma, elektrik, su gibi ihtiyaçlarını dahi çözümlüyorlar.
Geçen günlerin ardından Şeyh Eymen ez-Zevahiri’nin IŞİD’i fesih ettiğini açıklaması ile Devle’deki arkadaşımı aradım. (Aslında bu haber çok daha önceden bizlere ulaşmıştı. Devle Cemaati ise bu ses kaydının sahte olabileceğini ileri sürmüştü lakin ses kaydı doğrulandı)
Arkadaş, ”Şeyh Eymen ez-Zevahiri’yi tekfir ettiğini ve onun bir mürcie” olduğunu söyledi. ( Daha sonra bu şahsın Devle Cemaati’ni de tekfir ettiğini ve cemaatten bir şeyler çalarak Türkiye’ye kaçtığını kendi haber sitelerinde okudum.)
Kendisine; ”Allah’tan kork, ahi! Daha geçen gün hükmüne razı olduğunuzu, susup beklemek gerektiğini söyleyen sen değil miydin?” dedim.
Arkadaş ise; ”Mursi’den girdi; Şiilerden çıktı.” dedi.
”Ahi; Şeyh Eymen’in Mursi ile alakalı beyanatları mahkemeden önce değil miydi? Karar aleyhinize çıkınca mı aklınıza geldi? Allah’dan korkun! Bu yaptığınız işin Allah rızası için olmadığı, işe nefis karıştığı ortada. Ayrıca Ahrar ve Nusret ile ilgili anlattıklarının da yalan olduğunu ” izah ettiysem de iftira ve suizanlarına devam etti .
İlerleyen günlerde makarımıza Devle Cemaati’nden bir arkadaş daha misafir olarak geldi. Türkiye’ye geçecekti sohbet ettik. Bizleri Müslüman olarak gördüklerini, sorunlarının ÖSO ile alakalı olduğunu ve ilerleyen günlerde durumların düzeleceğini anlattı. Sabah kendisini yolcu ettik. Bizlere Esed askerlerine atmak üzere el bombası hediye etti.
Allah şahittir ki; hiçbirimizin kalbi mutmain değildi. Bombaları uzman arkadaşa verdik ve incelemesini istedik. Uzman arkadaş bombaların tuzaklı olduğunu ve pimi çeker çekmez patlayacağını, derhal imha etmesi gerektiğini söyledi. Bu duruma hiç şaşırmadım.
Şeyh Ebu Halid es-Suri suikastının ardından Devle Cemaati’nin suçu İslami Cephe’nin üzerine atması ve Şeyh Ebu Halid’in kendilerine biat edeceklerini iddia etmesi üzerine Ebu Halid’in yakın arkadaşları ve yardımcılarıyla konuşmak için arayış içerisine girdim. İddia edildiği gibi bırakın Şeyh Ebu Halid ile birlikte Devle örgütüne katılmak isteyen beş bin savaşçıyı, Devle’ye katılmak isteyen bir mücahid dahi bulamadım.
Allah (svt)’a hamd olsun ki Ebu Halid’in yardımcılarından birini, beni ararken buldum. Kendisi de ismimi Siccin’de tanıştığım bir Ahrar emirinden duymuş ve benimle tanışmak istiyormuş. Ebu Halid’in Devle’ye katılma isteği olduğunu kesin bir dille yalanladı. Hatta Ebu Halid’in Devle fitnelerine karşı ortak hareket etmek üzere ketibelerle görüştüğünü söyledi. Konuyla ilgili Şeyh’in (Ebu Halid’in) ses kayıtlarını dahi dinledim.
İlerleyen günlerde olayın faillerinden birinin Ahraru’ş Şam tarafından yakalandığını öğrendim. Bu şahsın azmettiricilerinin Devle emirleri olduğu itiraf etmesi ve tek tek isimlerini vermesi üzerine Devle Cemaati, bu olayın bir düzmece olduğunu iddia etti.
O dönemde Ahraru’ş Şam’ın yanlış anlaşılma üzere tutukladığı bir arkadaşı ziyaret etmek için Atme civarındaki Türkiye-Suriye hududunda bulunan Ahraru’ş Şam mahkemesine gitmiştik. Bu vesileyle kafamdaki soru işaretlerini gidermek üzere Ahraru’ş Şam’ın kadısı ile görüştüm. Ahmed Ebu Lulu’nun (Ebu Halid es-Suri cinayeti faillerinden biri) nerede olduğunu sordum ve Ahrar’ın hudut kapısındaki nezarethanesinde bu şahsı buldum. Yargılamasının devam ettiğini öğrendim. Evet; Ebu Lulu, nezarethanede tutukluydu ve yaptığı bu büyük münkerden dolayı oldukça pişman bir haldeydi.
Sınır kapısında Ahrar’ın haciz noktasında tanıştığım bir Emir ile uzunca bir sohbetimiz oldu. IŞİD’in “muhacir kadınlara tecavüz” iddiasını ve olayı aslını” sordum. Yemin ederek başladı konuşmasına. ÖSO ile ilk fitnenin başladığı dönemde IŞİD savaşçılarının ailelerini bırakarak kaçtığını, Nusret Cephesi emirlerinin de bu anlattığına şahitlik yapabileceğini söyledi. Kendilerinin IŞİD savaşçılarının eş ve ailelerini Nusret Cephesi emirleriyle birlikte koruma altına aldıklarını, bir araç tahsis ederek talepleri üzerine kendilerini İstanbul’a yolladıklarını, hatta her aileye 500’er dolar yol harçlığı verdiklerini söyledi. IŞİD’in fitne, yalan ve iftiralarının bol olduğunu ve onların şerlerinden Allah’a sığındıklarını söyledi.
Ve dedi ki; ”Ey ahi! Bizler demokrat ve kafirsek bu şahıslar eşlerini neden bizlere emanet ettiler?”
O gün Şeyh Ebu Basir et-Tartusi’nin kardeşi de aynı haciz noktasında nöbetteydi. Kendisiyle uzunca bir süre sohbet ettik. Şam’daki mücahitlerin, özellikle El Kaide ve İslami Cephe’nin aynı amaç uğruna cihad ettiklerini, amaçlarının ”Allah’ın kelimesini yüceltmek ve İslam Devleti kurmak olduğunu ısrarla vurguladı.
Ahrar’ın emirlerinden biri, Devle’nin Ebu Halid’i şehid ederek İslami Cephe’nin Horasan ile ilişkilerini zayıflatmayı arzuladığını ve Bağdadi’nin Şam’daki ketibeleri Horasan’a değil de zorla kendisine biat ettirmeye çalıştığını anlattı. Ve dedi ki; ” Ey Ahi! Bizlere hüsn-ü zan besleyin! Vallahi bizler sizlerin kardeşleriyiz. Müslümanlar ancak kardeştirler. Bizim menhecimiz, Şeyh Usame’nin ve Şeyh Eymen’in menhecidir.”
Bu olaylar henüz tazeyken Devle cemaati, Nusret Cephesi emirlerinden Ebu Muhammed’i, hamile karısı, çocukları hatta bebek olarak nitelendirilebilecek yavruları ile birlikte katletti. Olayın failleri yakalandı ve bir kısmı pişman dahi olmadıklarını söylediler.
Müslüman Müslüman’ın yanında kendisini güvende hissettiği, elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir. Daha düne kadar biatlı oldukları emirlerini tekfir ve tehdit edenleri, onlara iftira ve hakaret edenleri, Allah Resulü’nün (sav) haram kıldığı kanı dökenlere mi güvenip ziyaret edecektik?
Hangi eman ve söz altında gerçekleştirilecekti bu ziyaret? Allah Resulü’nün emrine muhalefet ederek, İngiltereli muhacir ve Müslümanların emanı ile Şam’a gelen Hening’i katledenlerin emanına güvenip mi Devle örgütünü ziyaret edecektik?
Allah Resulü’nün (sav), mürted Müseylemetu’l Kezzab’ın elçisinin kanını dahi dökmemesine rağmen, Müslümanların elçilerini katledenleri, daha önce anlaşılan mekanlara patlayıcı göndererek ahde vefa göstermeyenleri ziyaret etmek, aklı başında bir insanın yapacağı bir iş değildir.
Muhammed İSRA / Ümmet-i İslam
Devle örgütü taraftarları, ”Şam’a yapmış olduğum yolculukta neden Devle Cemaati’ni ziyaret etmediğimi ve olaya tarafsız yaklaşmadığımı” soruyorlar.
Allah’a yemin olsun ki bu büyük bir iftiradır. Fitnenin ilk günlerinde dahi kardeşlerime sabrı ve gerçekler net bir şekilde ortaya çıkana kadar sukutu tavsiye ettim. Buna bir çok kardeşlerimiz şahittir. Hatta bir çok kardeşim; ”Neden aşırılığa meyil eden, haddi aşan, Müslümanların kazanımlarına tecavüz eden ve ümmetin evlatlarını katleden bu camiaya karşı bu kadar hüsnü zan besliyorsun?” diye sitem etmişlerdi.
Kendilerine ”Bu iddialar ile ilgili mutmain olmak için bu iddiaları teyit ettirmek ve yerinde görmek istiyorum. Bilmeden bir gruba haksızlık yapmak istemiyorum.” cevabını verdim ve olayı tarafsız bir yerden izleyebileceğim her iki tarafla da iyi ilişkileri iyi olan bir ketibeye katılma kararı aldım. O dönemde Nusret Cephesi ve Devle Cemaati arasındaki çatışmalar dahi başlamamıştı.
Henüz muasker eğitimi alırken ketibemize Devle Cemaati’nden iki kişi misafir olarak geldi. Cemaat emirimiz, Afganistan tecrübesi olan biriydi. Bu kardeşlerin Ahraru’ş Şam tarafından arandığını bizde misafir olarak kaldığını kimseye bildirmememizi rica etti.
Devle Cemaati mensupları ile ilk tanışma fırsatını böylece elde etmiş oldum. Arkadaşlarla tanıştım ve olaylar hakkında soru sormaya başladım.
ÖSO ile neden savaştıklarını sordum. ”ÖSO’nun Amerika’dan yardım aldığı ve demokrasi istediğini bu sebeple kafir olduklarını ve bu yüzden savaştıklarını” iddia etti.
-”Peki ahi bu hasletler kendilerinde varsa o halde neden ilk günden kendileri ile savaşmak yerine bu dönemde savaşmaya başladınız? Şayet savaşma nedeniniz bu ise, bu günkü illet geçmişte yoktu da sonradan mı ortaya çıktı? Bu şahıslarla ittifak kurup Esed’e beraber saldırdığınız dönemde menhecleri farklı mıydı?” dedim.
-”Ahi, demokrasi istemek küfürdür. Bizde bu yüzden saldırdık.” diyerek konuyu geçiştirdi.
-”En azından Esed devrilene kadar maslahat gözetilmesi, ahitlere ve ittifaklara sadık kalınması daha hayırlı olmaz mıydı ahi? en nihayetinde ÖSO bir ittifaktır. İçlerinde şeriat isteyenler de mevcuttur. Maslahat bunu gerektirmiyor mu?” dedim.
-”Kafirler ile ittifak kurmak küfürdür.” dedi.
-”Bu senin iddian. Kafir dahi olsalar, kafirler ile zalime karşı ittifak kurmak neden küfür olsun ahi? Resulullah da mazlumu korumak için kafirler ile yapılan bir ittifak olan Hılfıl fudul’a, ”Bugün (İslam da) dahi olsa katılırım. Bu bana kırmızı develere sahip olmaktan daha sevimli gelir.” buyurmadı mı? Meselede bahsi geçenler zayıf olan müşriklerdir. Bu ittifak onların haklarını zalimlere karşı koruma hususunda idi. Söz konusu Muhammed’in ümmeti, ümmetin canı ve namusu için bu kimseler ile ittifak kurmak size sevimli gelmiyor mu?” dedim.
Bana – ” Sen Ceyşu’l Hur’u (ÖSO) tekfir etmiyor musun? ” diye sordu.
-”Konumuzla ne alakası var? Sana basit bir soru sordum. Meseleyi neden başka yerlere çekiyorsun? Ben Demokrasi isteyen ve İslami bir nizam yerine demokrasiyi tercih eden herkesi İslam dairesinden çıkan kimseler olarak görüyorum. Lakin konumuz bu değil.” dedim
-”Biz Devle Cemaati olarak ÖSO’yu ve bizimle savaşan Ahrar’ı tekfir ediyoruz.” dedi. (O günlerde Nusret Cephesi’ni tekfir etmiyorlardı.)
-‘Peki Ahraru’ş Şam’ı neden tekfir ediyorsunuz?” dedim.
-”Ahraru’ş Şam’ın Suud’un adamları olduğunu ve demokrasi için savaştıklarını” iddia etti.
– ”Deliliniz nedir ahi? En nihayetinde bu çok büyük bir iddiadır.” dedim.
– ”Bunu herkes bilir.” dedi
Lakin bu meseleyi hakkıyla araştırmaya çalışan ben gerçekten de bilmiyordum. İlk defa kendisinden duymuştum.
Sonrasında bu arkadaşlar namazlarını dahi bizimle birlikte kılmadılar. Yurtlarını, mallarını ve ailelerini Allah yolunda savaşmak (Cihad) için terk eden Mücahitlerin kafir olabileceğini düşünüyor, bu mübarek ameli (Cihadı) ihya etmeyi dahi İslam alameti (şiarı) olarak görmüyorlardı.
Sonrasında bu kişiler silahlarını satarak Türkiye’ye geçtiler. Kafir olabileceğinden şüphe duydukları insanlara silahlarını satmaları büyük bir çelişkiydi. Müslüman silahını bir kafire satabilir mi? Üstelik savaş meydanında!
Meseleyi bir de Devle Cemaati içerisinde bulunan ve cephe hattında olan bir arkadaşıma sormak istedim ve kendisi ile iletişime geçtim.
Bu kardeşlerden duyduklarımı anlattım ve Devle Cemaati’nin genelinin bu arkadaşlarla aynı görüşte olup olmadığını sordum. Görüşlerinin hem fikir olduğunu söyledi.
”Bu, Allah Resulü’nün sünnetine açık muhalefettir ahi. Allah’tan korkun” dedim. Resulullah ne zaman anlaşmalı kavimlerle anlaşmayı bozan taraf oldu? Geçmişte selefimiz, ümmetin maslahatını ne zaman nefsi olarak hiçe saymıştı? Kadınların namusu ve çocukların hayatını ne gerekçe ile tehlikeye atıyorsunuz ve safları bölüyorsunuz?” dedim.
”Bu bizim akidemiz” dedi.
”Cemaatlerin akidesi olmaz; Müslümanların tek bir akidesi olur ahi. Daha düne kadar bu meseleleri seninle istişare ediyorduk ve hem fikirdik. O gün akiden mi bozuktu? ” dedim.
”Vela-bera akidesi gereği bunu yapmamız gerekiyor” dedi
”Medine’deki Müslümanların maslahatı için Mekkeli müşriklerle Hudeybiye anlaşmasını imzalayan, Hendek günü Yahudiler ve çevredeki aşiretler ile anlaşma ve ittifak yapmaya çalışan Resulullah (sav)’dan daha mı iyi biliyorsunuz vela-berayı?” dedim.
Kendisi bunun üzerine; ”Sabırlı olmamı, Şeyh Eymen Ez-Zevahiri’nin vereceği hükmü beklediklerini, benimde beklememi, meselelerin bildiğim gibi olmadığını” söyledi.
Konuyla ilgili Nusret Cephesi ve Ahraru’ş Şam’ı da dinlemek istiyordum. Allah (svt), bunun için bana bir kapı açtı. Emirimiz, Şeyh Neccar bölgesindeki Siccin (Hapishane) operasyonu için gönüllüler olup olmadığını sordu. Muaskeri henüz tamamlamıştım. Bu operasyona katılmayı özellikle istiyordum çünkü Siccin’deki bacılar ve esirlerin durumunu çok iyi biliyor, kurtulmalarında benimde bir katkım olmasını çok istiyordum.
Katılma isteğimi Emir’e ilettim. Kendisi, operasyona kesinlikle katılamayacağımı, henüz bir operasyon için tecrübesiz olduğumu ve benimle ilgili başka planları olduğunu” söyledi.
Emir’e en azından çekim yapmak için izin vermesini, kardeşlere ikmal yapabileceğimi ve tıbbi destek konularında yardımcı olabileceğimi ileri sürerek ikna etmeye çalıştım. Ertesi gün bana da izin verdi ve kardeşlerle birlikte operasyona katıldım.
Yola çıkarken kardeşlerimden biri; “Ebu İbrahim; şehid olup kendini kurtarmanın yollarını arama sakın! Hayırlı ve eğitimli bir mücahid olup Müslümanları kurtarmak, bundan daha hayırlıdır kardeşim. Niyetin bu olsun inşAllah” dedi.
Yaklaşık iki yıl önce Irak Cihadı’na katılmak isterken tutuklanmış ve çok üzülmüştüm. Lakin Allah (svt), bana daha hayırlı bir cihadın kapılarını açmıştı elhamdülillah. Bu yüzden çok sevinçliydim.
Uzun bir yolculuğun ardından Şeyh Neccar bölgesine, ardından da “Siccin operasyonu” karargahına intikal etmiştik. Operasyonu Nusret Cephesi yönetiyor, Ahraru’ş Şam , İmarat Kavkaz ve diğer ketibeler de ona destek veriyordu. Bu operasyonda Allah’ın bir çok mucizesi ile karşılaştım. Tecrübe kazanmanın yanı sıra bir çok emir ve değerli kardeşlerle tanışma fırsatımız da oldu.
Ahraru’ş Şam ve Nusret Cephesi karargahlarını ziyaret ettim ve operasyon emirleriyle tanıştım. Şeyh Muhaysini ve bir çok alim de en ön cephede bizlerle birlikteydi. Bu da bizlere ayrı bir mutluluk veriyordu. Karargahımızın rejim tarafından havadan ve karadan aralıksız bombalanmasına rağmen hepimiz oldukça mutlu, heyecanlı ve huzurluyduk. Allah (svt), kalplerimize bir sükunet indirmişti.
Ahrar’ın komutanları ve emirlerinden Ebu Ali ve Ebu Macid ile tanışma fırsatım oldu. Kendilerine müsait bir zamanda konuşmak istediğimi söyledim. O günün akşamında bizim makarda buluştuk.
Açıkça sorularımı sordum: “Ahiler; Ahraru’ş Şam hareketi, demokrasi için mi yoksa İslami bir yönetim için mi savaşıyor? Suud ile bağlantınız var mı?”
Kardeşler şöyle dedi: “Ahi; bizler hakkında Allah’tan korkun ve hüsnü zan besleyin. Bizler yalnız Allah’ın askerleriyiz ve şeriat için savaşan kimseleriz. Bunun aksini iddia eden, bizler arasında tefrika sokmak ve fitne üretmek isteyen kimselerdir.”
Zaten bu kimselerin demokrasi avanelerine benzemedikleri her hallerinden belli oluyordu.
Ertesi gün Devle Cemaati’nin Esed’e karşı operasyon yaptığını bildiği halde Nusret Cephesi ve Ahraru’ş Şam’a saldırılar düzenlediği haberlerini aldık. Bizlere ikmal ve destek için gelen kardeşlere de ateş açmışlardı. Onlar da bu duruma çok şaşırmış ve üzülmüşlerdi.
Hangi gerekçe ile ümmetin kadınlarını kurtarmak için savaşan mücahitlere saldırı düzenlenebilir?
Operasyonun ardından bazı Devle emirlerinin Şeyh Muhaysini’ye iftira ve hakaret ettiklerini, Siccin operasyonuna katılmadığını iddia ettikleri beyanatlarını okuyunca yalan ve iftirayı nasıl da göz göre göre mubah gördüklerine gözlerimle şahit oldum. Açıkça fitne ve fesat yayıyor ve ümmeti yalanları ile kandırmaya çalışıyorlardı. Şeyh Muhaysini, bu operasyona silahı, bedeni ve ilmiyle iştirak etmişti. Devle Cemaati ise fitnesiyle bu operasyonu ifsad etmişti.
Meseleyi bir de Müslüman halktan dinlemeyi düşündüm. Vakit namazlarımı mescitte halk ile birlikte kılmaya gayret ediyordum. Bu yüzden ensarla iyi ilişkilerim oldu.
Halktan dinlediklerim beni pek de şaşırtmamıştı açıkçası. Onlara Devle Cemaati ve muhaliflerle alakalı bilgi edinme maksatlı sorular sordum. Devle Cemaati tarafından malları gayrı meşru bir şekilde gasp edilen insanlar, şüphe ve zan üzerine mahkeme dahi yapılmadan kafaları kesilen adamlar ve hatta çocukların aileleri, yaşadıklarını anlattı. Açıkçası Şam’da Devle Cemaati’ne sevgi ve sempati duyan kimseyle karşılaşmadım.
Onlardan biri bana; “Esed bizi Müslüman, Devle ise kafir olduğumuz gerekçesiyle öldürmek istiyor. Biz ne yapalım?” dedi. Kendisine verecek cevap dahi bulamadım.
Bazı ÖSO grupları hakkında da bir çok şikayet dinledim. ÖSO’ya bağlı bazı birliklerin (Halid Hayyani, Cemal Maruf vs..) keyfi tutuklamaları ve hırsızlıklarından dert yanan insanlar oldu.
Lakin İslami Cephe, özellikle Ahraru’ş Şam ve Nusret Cephesi’nden şikayetçi olan kimseyle karşılaşmadım. Şam halkı, bu iki gruptan saygı, sevgi ve muhabbetle bahsediyor ve sürekli onlara yardım etmenin yollarını arıyor ve dua ediyordu.
”Nasıl etmesinler ki?” demekten kendimi alamıyorum. Bu gruplar cihadı bir kenara bırakın; insanların gıda, barınma, elektrik, su gibi ihtiyaçlarını dahi çözümlüyorlar.
Geçen günlerin ardından Şeyh Eymen ez-Zevahiri’nin IŞİD’i fesih ettiğini açıklaması ile Devle’deki arkadaşımı aradım. (Aslında bu haber çok daha önceden bizlere ulaşmıştı. Devle Cemaati ise bu ses kaydının sahte olabileceğini ileri sürmüştü lakin ses kaydı doğrulandı)
Arkadaş, ”Şeyh Eymen ez-Zevahiri’yi tekfir ettiğini ve onun bir mürcie” olduğunu söyledi. ( Daha sonra bu şahsın Devle Cemaati’ni de tekfir ettiğini ve cemaatten bir şeyler çalarak Türkiye’ye kaçtığını kendi haber sitelerinde okudum.)
Kendisine; ”Allah’tan kork, ahi! Daha geçen gün hükmüne razı olduğunuzu, susup beklemek gerektiğini söyleyen sen değil miydin?” dedim.
Arkadaş ise; ”Mursi’den girdi; Şiilerden çıktı.” dedi.
”Ahi; Şeyh Eymen’in Mursi ile alakalı beyanatları mahkemeden önce değil miydi? Karar aleyhinize çıkınca mı aklınıza geldi? Allah’dan korkun! Bu yaptığınız işin Allah rızası için olmadığı, işe nefis karıştığı ortada. Ayrıca Ahrar ve Nusret ile ilgili anlattıklarının da yalan olduğunu ” izah ettiysem de iftira ve suizanlarına devam etti .
İlerleyen günlerde makarımıza Devle Cemaati’nden bir arkadaş daha misafir olarak geldi. Türkiye’ye geçecekti sohbet ettik. Bizleri Müslüman olarak gördüklerini, sorunlarının ÖSO ile alakalı olduğunu ve ilerleyen günlerde durumların düzeleceğini anlattı. Sabah kendisini yolcu ettik. Bizlere Esed askerlerine atmak üzere el bombası hediye etti.
Allah şahittir ki; hiçbirimizin kalbi mutmain değildi. Bombaları uzman arkadaşa verdik ve incelemesini istedik. Uzman arkadaş bombaların tuzaklı olduğunu ve pimi çeker çekmez patlayacağını, derhal imha etmesi gerektiğini söyledi. Bu duruma hiç şaşırmadım.
Şeyh Ebu Halid es-Suri suikastının ardından Devle Cemaati’nin suçu İslami Cephe’nin üzerine atması ve Şeyh Ebu Halid’in kendilerine biat edeceklerini iddia etmesi üzerine Ebu Halid’in yakın arkadaşları ve yardımcılarıyla konuşmak için arayış içerisine girdim. İddia edildiği gibi bırakın Şeyh Ebu Halid ile birlikte Devle örgütüne katılmak isteyen beş bin savaşçıyı, Devle’ye katılmak isteyen bir mücahid dahi bulamadım.
Allah (svt)’a hamd olsun ki Ebu Halid’in yardımcılarından birini, beni ararken buldum. Kendisi de ismimi Siccin’de tanıştığım bir Ahrar emirinden duymuş ve benimle tanışmak istiyormuş. Ebu Halid’in Devle’ye katılma isteği olduğunu kesin bir dille yalanladı. Hatta Ebu Halid’in Devle fitnelerine karşı ortak hareket etmek üzere ketibelerle görüştüğünü söyledi. Konuyla ilgili Şeyh’in (Ebu Halid’in) ses kayıtlarını dahi dinledim.
İlerleyen günlerde olayın faillerinden birinin Ahraru’ş Şam tarafından yakalandığını öğrendim. Bu şahsın azmettiricilerinin Devle emirleri olduğu itiraf etmesi ve tek tek isimlerini vermesi üzerine Devle Cemaati, bu olayın bir düzmece olduğunu iddia etti.
O dönemde Ahraru’ş Şam’ın yanlış anlaşılma üzere tutukladığı bir arkadaşı ziyaret etmek için Atme civarındaki Türkiye-Suriye hududunda bulunan Ahraru’ş Şam mahkemesine gitmiştik. Bu vesileyle kafamdaki soru işaretlerini gidermek üzere Ahraru’ş Şam’ın kadısı ile görüştüm. Ahmed Ebu Lulu’nun (Ebu Halid es-Suri cinayeti faillerinden biri) nerede olduğunu sordum ve Ahrar’ın hudut kapısındaki nezarethanesinde bu şahsı buldum. Yargılamasının devam ettiğini öğrendim. Evet; Ebu Lulu, nezarethanede tutukluydu ve yaptığı bu büyük münkerden dolayı oldukça pişman bir haldeydi.
Sınır kapısında Ahrar’ın haciz noktasında tanıştığım bir Emir ile uzunca bir sohbetimiz oldu. IŞİD’in “muhacir kadınlara tecavüz” iddiasını ve olayı aslını” sordum. Yemin ederek başladı konuşmasına. ÖSO ile ilk fitnenin başladığı dönemde IŞİD savaşçılarının ailelerini bırakarak kaçtığını, Nusret Cephesi emirlerinin de bu anlattığına şahitlik yapabileceğini söyledi. Kendilerinin IŞİD savaşçılarının eş ve ailelerini Nusret Cephesi emirleriyle birlikte koruma altına aldıklarını, bir araç tahsis ederek talepleri üzerine kendilerini İstanbul’a yolladıklarını, hatta her aileye 500’er dolar yol harçlığı verdiklerini söyledi. IŞİD’in fitne, yalan ve iftiralarının bol olduğunu ve onların şerlerinden Allah’a sığındıklarını söyledi.
Ve dedi ki; ”Ey ahi! Bizler demokrat ve kafirsek bu şahıslar eşlerini neden bizlere emanet ettiler?”
O gün Şeyh Ebu Basir et-Tartusi’nin kardeşi de aynı haciz noktasında nöbetteydi. Kendisiyle uzunca bir süre sohbet ettik. Şam’daki mücahitlerin, özellikle El Kaide ve İslami Cephe’nin aynı amaç uğruna cihad ettiklerini, amaçlarının ”Allah’ın kelimesini yüceltmek ve İslam Devleti kurmak olduğunu ısrarla vurguladı.
Ahrar’ın emirlerinden biri, Devle’nin Ebu Halid’i şehid ederek İslami Cephe’nin Horasan ile ilişkilerini zayıflatmayı arzuladığını ve Bağdadi’nin Şam’daki ketibeleri Horasan’a değil de zorla kendisine biat ettirmeye çalıştığını anlattı. Ve dedi ki; ” Ey Ahi! Bizlere hüsn-ü zan besleyin! Vallahi bizler sizlerin kardeşleriyiz. Müslümanlar ancak kardeştirler. Bizim menhecimiz, Şeyh Usame’nin ve Şeyh Eymen’in menhecidir.”
Bu olaylar henüz tazeyken Devle cemaati, Nusret Cephesi emirlerinden Ebu Muhammed’i, hamile karısı, çocukları hatta bebek olarak nitelendirilebilecek yavruları ile birlikte katletti. Olayın failleri yakalandı ve bir kısmı pişman dahi olmadıklarını söylediler.
Müslüman Müslüman’ın yanında kendisini güvende hissettiği, elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir. Daha düne kadar biatlı oldukları emirlerini tekfir ve tehdit edenleri, onlara iftira ve hakaret edenleri, Allah Resulü’nün (sav) haram kıldığı kanı dökenlere mi güvenip ziyaret edecektik?
Hangi eman ve söz altında gerçekleştirilecekti bu ziyaret? Allah Resulü’nün emrine muhalefet ederek, İngiltereli muhacir ve Müslümanların emanı ile Şam’a gelen Hening’i katledenlerin emanına güvenip mi Devle örgütünü ziyaret edecektik?
Allah Resulü’nün (sav), mürted Müseylemetu’l Kezzab’ın elçisinin kanını dahi dökmemesine rağmen, Müslümanların elçilerini katledenleri, daha önce anlaşılan mekanlara patlayıcı göndererek ahde vefa göstermeyenleri ziyaret etmek, aklı başında bir insanın yapacağı bir iş değildir.
Muhammed İSRA / Ümmet-i İslam
Moderatör tarafında düzenlendi: