Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Dikenli Yolda Sabır !!!

E Çevrimdışı

ebuhasanelmakdisi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
“Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler, işte bunlardır.” (Al-i İmran: 104)

“Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz; maruf (iyi ve İslam’a uygun) olanı emreder, münker olandan sakındırır ve Allah’a iman edersiniz...” (Al-i İmran: 110)

Müslüman olmak; birçok zorluk ve sıkıntıya maruz kalınacağının peşinen kabul edilmesi demektir. Bu nedenle ‘Müslüman’ ismi; adeta zorluk, sıkıntı, eziyet, işkence, zindan, şehadet ve muhaceratla birlikte anılır hale gelmiştir. Çünkü ‘Müslüman’ demek, Rabbi olan Allah’a her şeyiyle teslim olup O’ndan başkasını ilah kabul etmemek demektir. Yani Müslüman; Yüce Allah’a gönülden itaat edip O’nun emir ve yasaklarını kendi hayatında uygulayan, aynı zamanda aile, akraba, dost, tanıdık ve komşularının da bunu yaşamalarını tavsiye eden, onların da bu bilince ulaşmaları için gayret gösteren kişidir. Bu yüzden de İslami bir bilinç düzeyine ulaşan her Müslüman, yaşadığı toplum içindeki gayri İslami güçler tarafından ‘tehlike’ olarak görülmüş ve ‘yok edilmesi gereken bir düşman’ olarak algılanmıştır. Elbette bu anlayış; beraberinde takibatları, gözaltıları, baskıları, ekonomik boykotları, mallara el konulmasını... vs. gibi her türlü candan bezdirici yıldırma taktiklerinin uygulanmasını da getirmiştir.

Bu, sadece günümüzle sınırlı bir olay değildir. Peygamberlerin Tevhid Tarihi incelendiğinde, Müslümanların karşılaştıkları baskı ve işkencelerin, maruz kaldıkları zulümlerin ne denli vahşet tablolarıyla dolu olduğu görülür. Kur’an-ı Kerim; bize, onların hayatından ve karşılaştıkları zulüm ve işkencelerden bazı kesitler ve kareler göstermektedir. İşte bunlardan çarpıcı bir örnek:

“Sizden önce gelip geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki; sonunda elçi, beraberindeki Mü’minlerle; ‘Allah’ın yardımı ne zaman?’ diyordu. Dikkat edin! Şüphesiz Allah’ın yardımı pek yakındır.” (Bakara: 114)

Peygamber Efendimiz Aleyhisselatu Vesselam da, Mekke Dönemi’nin işkence dolu günlerinde, gördüğü işkencelerin tesiriyle yanına gelip serzenişte bulunan Habbab b. Eret (ra)’e şöyle buyurmuştur:

“Sizden öncekiler, başlarından ayaklarına kadar testere ile ikiye biçilir, fakat bu yine de onları dinlerinden döndürmezdi. Bir başkası, vücudu demir taraklarla taranıp etleri kemiklerinden ayrılır, ama yine de dininden dönmezdi. And olsun ki, Allah kesinlikle dinini tamamlayacaktır. Öyle ki San’a’dan bineğine binen bir kişi Hadramevt’e kadar gidecek, Allah’tan başka ya da kuzunun kurttan korkması dışında hiç kimseden korkmayacaktır. Ancak sizler, acele ediyorsunuz.” (Buhari)

Peygamber Efendimiz Aleyhisselatu Vesselam, Onun güzide Sahabeleri (r.anhum), müçtehid imamlar, önder alimler ve o günden bugüne kadar gelen Müslümanlar; çok az bir zaman müstesna, dinlerinden dolayı hep baskı ve eziyetlere maruz kalmışlardır. Ancak şu da bir gerçektir ki, zulüm ve baskılar Müslümanları tarihin hiçbir döneminde yıldıramamış, görevlerini yapmaktan alıkoyamamış, onları Allah’a kulluktan, kula kulluğa döndürememiştir. Çünkü ‘Müslüman’ ismi nasıl zorluk, sıkıntı, eziyet, işkence açlık, yoksulluk, gözaltı, zindan, şehadet ve muhaceretle özdeşleşmişse; aynı şekilde sabır, direniş hak yolda sebat ve İslam’a bağlılıkta inat etme gibi özelliklerle de özdeşleşmiştir. İslam inancı; Allah’a bağlı olanların, O’nun helal ve haram dairesine riayet edenlerin, emir ve yasakların6 .a uyanların, bu dünyadan çok daha güzel ve hayal sınırlarının çok ötesinde bir yere gideceklerini söylemektedir. O yer; Allah’ın ve bütün Peygamberlerin, salihlerin ve sıddıkların bildirmiş olduğu üzere ‘Cennet’tir.

Yine İslam inancı; Müslümanlara sırf inançlarından dolayı düşmanlık edenlerin, onlara her türlü zulmü reva görenlerin bu dünyadan çok daha kötü bir yere gideceklerini ve orada azaba uğratılacaklarını bildirmektedir. O yer; yine Rabbimizin, bütün Peygamberlerin, salihlerin ve sıddıkların bildirmiş oldukları gibi ‘Cehennem’dir. Zaten Efendimiz Aleyhisselatu vesselam, Müslümanların ve Müslümanlara düşmanlık edenlerin dünya hayatlarını ahiretteki akıbetleriyle kıyaslayarak şu veciz tanımlamayı yapmıştır: “Dünya, Mü’minin zindanı, kâfirin ise cennetidir.” Evet, eziyetlere karşı sabır, sebat ve direnişin karşılığında Cennet; Müslümanlara eziyet yapmayı meslek edinenlere ise Cehennem!.. İşte Yüce Allah’ın mutlak adaleti budur! Biz, Müslümanlar olarak bu adalete iman ettik ve gönül hoşluğuyla razı olduk. Varsın inanmayanlar ve buna rıza göstermeyenler ellerinden geleni yapmaya devam etsinler. “Şüphesiz dönüş Allah’adır.”

Tarihin biz Müslümanlara bıraktığı en önemli ders; baskılara boyun eğmeden, hak bildiğimiz yolda sebat etmemiz gerektiğidir. Çünkü her kışın bir baharı, her gecenin bir neharı varsa; elbette her zulmün de bir zevali vardır. Zulüm hiçbir zaman payidar olmamıştır. Nemrudların, Firavunların, Ebu Cehillerin, Yezidlerin, Haccacların... ömürleri ve zulümleri muayyen bir vakitle sınırlı kalmış, sonra Allah’ın görünmez orduları onlara galebe çalarak sonraki nesillere lanetle anılacak ve ibret alınacak bir vakıa olarak bırakmıştır. Ama onların zulmüne maruz kalanlar ise kıyamete kadar insanlara önder olmaya devam edeceklerdir.

O halde bizler, her halukârda ‘Müslüman’ olmanın gereklerini ve Rabbimizin bize yüklediği görevleri yerine getirmek durumundayız. Yani Allah’a iman edip O’na gönülden teslim olduğumuz gibi, diğer insanların da hakkıyla iman etmesi için çalışmalıyız. İslam’ın güzelliklerini yaşadığımız ve bizden istediklerini yaptığımız gibi, diğer insanların da yaşaması için gayret göstermeliyiz. Hak bildiğimiz şeyleri, gücümüzün sonuna kadar haykırmaya devam etmeliyiz. İnsanlara iyiliği gösterip yapmalarını istemeli, kötülükten de sakındırmaktan geri durmamalıyız. Tüm bunları yapmak için meşru olan tüm yolları aşındırmaya devam etmeliyiz.

Müslümanların lügatında olmaması gereken bir kelime varsa, o da ‘korku’ olmalıdır. Müslümanların korkması gereken tek merci, Allah-u Teala’dır. Allah’a iman etmiş, O’nun uluhiyetini kabul etmiş bir Mü’mine, O’ndan başkasından korkması yakışmaz. Bizi baskılarla yıldırmaya çalışanlar ya da ortaya çıkardıkları velvele ve gürültülerden dolayı korkup kaçmamızı bekleyenler, boşuna heveslenmesinler!.. Biz Müslümanız! Kalbimizde sadece tek bir korkuya ve sevgiye yer vardır: O da Allah korkusu ve Allah sevgisidir. Biz dünyayı sevmedik ki, onun elimizden alınışından dolayı üzülelim. Varsın, mal-mülkümüze el konulsun, Ahirette daha güzeli var. Varsın, özgürlüğümüz elimizden alınsın, karşılığında Allah’ın rızası ve hoşnutsuzluğu var. Varsın, canımıza kast edilsin, en çok arzuladığımız şey olan şehadete ulaşmak ümidi var. Evet, varsın, İslam’a hizmet edenlere düşmanlık edenler ellerinden geleni yapsınlar! Biz, Allah’a güvenip O’na dayandık. O’na tevekkül ettik. “Eğer Allah size yardım ederse, artık sizi yenilgiye uğratacak yoktur. Ve eğer sizi ‘yapayalnız ve yardımsız’ bırakacak olursa ondan sonra size yardım edecek kim vardır? Öyleyce Mü’minler, yalnızca Allah’a tevekkül etsinler.” (Al-i İmran: 160)

“Ey Peygamber, Sana ve Seni izleyen Mü’minlere Allah yeter.” (Enfal: 64)

“Gerçek şu ki, göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır; diriltir ve öldürür. Sizin Allah’tan başka veliniz ve yardımcınız yoktur.” (Tevbe: 116)

Bir Müslümanın ahlakında, yaşantısında ve lugatında olmaması gereken iki kelime daha vardır: Ye’s ve atalet... Yani ümitsizlik ve tembellik... Karşılaştığımız zorluk ve sıkıntılara, baskı, zulüm ve haksızlıklara bakıp ümitsizliğe düşmek, hiçbir kardeşimize yakışmaz. “Bize hiçbir hayat hakkı tanımıyorlar. Bütün güç, kuvvet ve imkanlarını bize karşı seferber etmişler. Artık yapılacak birşey kalmadı” şeklinde bir düşünceye kapılmak, ümitsizliğe düşmek ve bundan dolayı vazifesini aksatmak; mutlak güç ve kuvvetin sadece Allah-u Teala’ya mahsus olduğuna iman eden kardeşlerimizin gireceği bir hal olmamalıdır. Hele de tüm bunlardan dolayı tembellik gösterip Allah’ın kendisine yüklediği görevleri ihmal etmek, hiçbir kardeşimizin yapmaması gereken bir davranıştır. Bizim görevimiz; ortam ve şartlar ne olursa olsun, Rabbimizin bizden istediklerini, gücümüzün son kırıntısına kadar yerine getirmektir. Şüphesiz Rabbimiz, hiç kimseye gücünün üzerinde bir yük yüklememiştir. Özellikle saldırı ve baskıların yoğun olduğu zamanlarda daha fazla çalışmak lazımdır. Şüphesiz biz kendi vazifelerimizin bilincinde olur, görevlerimizi inadına eksiksiz bir şekilde yerine getirmeye çalışır ve diğer kardeşlerimizin de görevlerini yapmaları konusunda yardımcı olursak; muarrızlarımız bize hiçbir zarar veremeyeceklerdir.

“Ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Oysa kâfirler istemese de Allah, kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor.” (Tevbe: 32)
 
Üst Ana Sayfa Alt