Din Allah için sevmek ve Allah için buğuz etmektir
"Allah için buğzetmek ve Allah için sevmek imanın alâmetlerindendir." (Buhârî, İman, 1; Ebû Davûd, Sünnet, 2; İbn Hanbel, V,146).
O halde sevgi nedir, buğuz nedir?
_Sevgi Bütün Fiil, Haraket ve Dinin Esasıdır_
Sevgi, hak olsun batıl olsun her türlü fiilin esasıdır. O halde dinin ve dini amellerin aslıda Allah ve Peygamber sevgisidir. Aynı şekilde dini sözlerin esası da Allah ve Peygamberi tasdik etmektir. Allah ve Peygamber sevgisinin mükenmelliğini engelleyen her düşünce yada Allah ve Peygamberini tasdikin mükemmelliğini engelleyen her şüphe, İmanın aslına muhaliftir ve İmanı yerine göre zayıflatan yerine göre de ortadan kaldıran unsurdur. Eğer bu unsur sevgi ve tasdike karşı çıkacak kadar güçlenirse, küfür ve büyük şirk halini alır. Allah’a ibadet etmek ve dua etmek isteyenleri bundan alıkoyar. Bilinmelidir ki, dostluk ancak ve ancak düşmanlıkla olur. Allah Teala kendisini seven Haniflerin imamının (Hz. İbrahim) kavmine şöyle dediğini aktarır;
"İbrahim dedi ki: iyi ama ister sizin, ister önceki atalarınızın neye taptığınızı (biraz olsun) düşündünüz mü? İyi bilin ki onlar benim düşmanımdır, ancak Alemlerin Rabbi (benim dostumdur) (Şuara 75-77)
İşte dostluk ancak böyle bir düşmanlığı gerektirir. Sevgi ancak ve ancak Allah Teala içindir. Yoksa kişinin Allah Tealayı sevdiğini söylemesi boş bir iddiadan ibarettir. Allah sevgisi ancak onun dışındakilerden (onun düşmanlarından) uzak durmakla olur.
Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
" İbrahim’de onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: ‘Biz sizden ve Allah’ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz (sizi red (tekfir) ediyoruz) Siz bir tek Allah’a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda ebedi bir düşmanlık ve öfke (kin) belirmiştir.’ Şu kadar var ki, İbrahim babasına:’And olsun senin için mağfiret dileyeceğim. Fakat Allah’tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez’ demişti (o müminler şöyle dediler) Rabbimiz! Ancak sana dayandık, Sana yöneldik. Dönüş de sanadır." (Mümtahine 4)
Bir başka ayette şöyle buyurulmaktadır:
"Bir zaman İbrahim, babasına ve kavmine demişti ki: Ben siz<in taptığınızdan uzağım. Ben yalnızca beni yaratana taparım. Çünkü O, beni doğru yola iletecektir. Bu sözü, ardından geleceklere devamlı kalacak bir miras olarak bıraktı ki, insanlar (onun dinine) dönsünler." (Zuhruf 26-28)
Böylece dostluk Allah Teala için, düşmanlık ise onun dışındaki bütün sahte mabutlar içindir. Bütün Peygamberlerin ve onlara tabi olanların birbirlerinden miras aldıkları baki kelime "LA İLAHE İLLALLAH"tır. İşte Haniflerin İmamının kıyamete kadar tabilerine bıraktığı miras da budur.
(ed Dava ved deva s:331)
Ve sevgi, Kuran'ı sevmek ve Müslümanları sevmektir. Onlarla dost olmak ve onlara yardım etmektir. Zorlukta ve kolaylıkta onları terk etmemektir. Canla, başla, malla ve dille onlara destek olmaktır. İşte bu sevgi, tevhidin direklerinden bir direktir.
Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
"Mümin erkekler ve mümin kadınlar bir birlerinin dostlarıdır.İyiliği emreder, kötülükten alı koyarlar. Namazı dost doğru kılarlar, zekatı verirler. Alla'a ve rasulüne itaat ederler.İşte bunlara Allah merhamet edecektir.Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir." (Tevbe 71)
"Sizin dostunuz ancak Allah'tır, rasulüdür ve emirlerine boyun eğerek namazı kılan, zekatı veren müminlerdir." (Maide 55)
Buğz:
Birisi hakkında gizli ve kalbî düşmanlık beslemek, başkasına kin duymak, nefret etmek.
Müslüman müslümana asla buğzetmez. Buğz etmek ancak Allah rızası için, Allah düşmanlarına yapılabilir. Zira Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyururlar: "Allah için buğzetmek ve Allah için sevmek imanın alâmetlerindendir."
(Buhârî, İman, 1; Ebû Davûd, Sünnet, 2; İbn Hanbel, V,146).
Allah'ın düşmanlarına buğz (düşmanlık) etmektir. Onlardan hoşlanmamak, onlardan nefret etmektir. Onları küçük görmek, onları terk etmektir.
"Ey iman edenler! Yahudi ve hristiyanları dostlar edinmeyin! Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, şüphesiz o da onlardandır. Muhakkak ki Allah, zalim bir kavme hidayet etmez." (Maide: 51)
İbni Cerir et-Taberi şöyle diyor:
"Allah-u Teâlâ'nın:
"Onlar birbirlerinin dostudurlar" (Maide: 51) ayeti, yahudilerin mü’minlere karşı birbirlerini desteklediklerini ve müslümanlara karşı tek bir el gibi olduklarını gösteriyor. Hrıstiyanlar da böyledir. Kendi dinlerine muhalif olanlara karşı birbirlerinin dostudurlar. Allah-u Teâlâ , hrıstiyan veya yahudileri kendisine dost edinen bir kimsenin hristiyan ve yahudilerin dinlerine muhalefet eden mü’minlere karşı geldiğini bilsinler diye bu gerçeği mü’min kullarına anlatıyor. İşte bu kimse aynen onlar gibi mü’minlere karşı olmuştur.
Allah-u Teâlâ müminlere şöyle buyuruyor:
"Ey mü’minler! Yahudilerin, kendi dinlerine muhalefet edenlere karşı birbirlerini destekledikleri gibi siz de dininize muhalefet edenlere karşı birbirinizi destekleyiniz! Yine yahudi ve hrıstiyanların size düşman oldukları, sizin dininize savaş açtıkları gibi siz de onlara karşı düşman olunuz! O halde sizden her kim onları (yahudi ve hristiyanları) kendisine dost edinirse, işte o kimse mü’minlere savaş açmış, onlardan beri olmuş ve onlara karşı olan dostluğunu kesmiştir." (Taberi Tefsiri c: 6 s:277)
"Kalblerinde hastalık olanların: "Bize bir kötülük isabet etmesinden korkuyoruz" diyerek onlara koştuklarını görürsün. Umulur ki Allah, katından bir fetih veya bir emir getirir de onlar nefislerinde gizledikleri şeyden dolayı pişman olurlar." (Maide: 52)
"Bize bir kötülük isabet etmesinden korkuyoruz" dan kasıt; onların yahudi ve hrıstiyanları hem zahiren hem batınen dost edinmelerinin, onlara sevgi göstermelerinin sebebinin; yahudi ve hrıstiyanlar müslümanlara karşı muzaffer olmaları halinde onlara gösterdikleri dostluğun kendilerine fayda vereceğini sanıyor olmalarıdır."
(İbni Kesir Tefsiri c:2 s:69)
İbni Teymiyye şöyle diyor:
"Eğer bir taife İslam’dan dönerse Allah-u Teâlâ muhakkak bu taifenin yerine, kendilerini sevdiği, kendi yolunda cihad eden bir taife getirir. İşte bu taife, kıyamete kadar muzaffer olacak taifedir. Allah-u Teâlâ bu gerçeği kafirleri dost edinmeyi yasak eden ayetlerin siyakı (ayetlerin devamı)nda belirtmiştir.
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
"Ey iman edenler! Yahudi ve hristiyanları dostlar edinmeyin! Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, şüphesiz o da onlardandır. Muhakkak ki Allah, zalim bir kavme hidayet etmez. Kalplerinde hastalık olanların: "Bize bir kötülük isabet etmesinden korkuyoruz" diyerek onlara koştuklarını görürsün. Umulur ki Allah, katından bir fetih veya bir emir getirir de onlar nefislerinde gizledikleri şeyden dolayı pişman olurlar. İman edenler derler ki: "Sizinle beraber olduklarına dair bütün güçleriyle Allah’a yemin edenler bunlar mıdır?" Onların amelleri boşa çıkmış ve hüsrana uğrayanlardan olmuşlardır. Ey iman edenler! Sizden kim dininden irtidat ederse Allah, kendisinin onları sevdiği, onların da kendisini sevdiği, mü’minlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı izzetli, Allah yolunda cihad eden ve kınayanın kınamasından korkmayan bir kavim getirir. İşte bu, Allah’ın fazlıdır. Onu dilediğine verir. Allah Vasi’dir, Alim’dir." (Maide 51-54)
Bu ayette yahudi ve hristiyanları dost edinmeleri kendilerine yasaklanan kimseler aynı zamanda irtidat ayetinin de muhatabıdırlar. Bilindiği gibi bu hitap her zaman ve mekanda bütün İslam ümmetinedir. Allah-u Teâlâ ayette kafirleri dost edinmeyi yasaklamış, kendilerine hitap ettiği kişilerden kafirleri (yahudi ve hristiyanları) dost edinen kimselerin onlardan olduğunu bildirmiş, daha sonra da kendilerine hitab edilen bu kimselerden yahudi ve hristiyanları dost edinmeleri sebebiyle İslam dininden irtidat edenlerin İslam’a hiçbir şekilde zarar veremeyeceklerini haber vermiştir. Çünkü Allah-u Teâlâ onların yerine Allah-u Teâlâ'nın kendilerini sevdiği, kendilerinin de sadece Allah-u Teâlâ'yı sevdiği, sadece mü’minleri dost edinen, kafirlere hiçbir zaman dostluk göstermeyen, Allah-u Teâlâ yolunda cihad eden ve hiçbir kınayıcının kınamasına aldırış etmeyen bir kavim getirecektir.
Tıpkı Allah-u Teâlâ'nın bir başka ayette şöyle buyurduğu gibi:
"İşte onlar, kendilerine kitab, hikmet ve nebilik verdiğimiz kimselerdir. Eğer onlar, bunları inkar ederlerse şüphesiz biz, yerlerine bunları inkar etmeyecek bir topluluğu vekil kılarız." (En’am: 89)
İslam’a hiç girmeyen ve İslam’a girdikten sonra irtidat eden işte böyle kimseler asla İslam’a zarar veremeyeceklerdir. Çünkü Allah-u Teâlâ rasulün getirdiğine iman eden ve dinini destekleyen bir kavmi kıyamete kadar varedecektir."
(El-Feteva c: 18 s: 300)
"Mü’minler mü’minleri bırakıp da kafirleri veliler edinmesinler. Kim böyle yaparsa Allah’la arasında bir bağlantısı kalmamıştır. Ancak onlara (karşı) takiyye uygulamanız müstesnadır. Allah kendisine karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor. Dönüş Allah’adır." (Al-i İmran: 28)
İbni Cerir et-Taberi bu ayet hakkında şöyle dedi:
"Ayetin manası şöyledir:
"Ey mü’minler! Dinleri konusunda kafirlere yardımcı ve dost olmayın, onları müslümanlara karşı desteklemeyin ve müslümanların gizli hallerini onlara haber vermeyin. Sizden kim bunu yaparsa Allah-u Teâlâ'dan hiçbir şey beklemesin. Zira o, Allah-u Teâlâ'dan, Allah-u Teâlâ da ondan beri olmuştur. Çünkü o, İslam dininden çıkmış, mürted olup küfre girmiştir.
"Ancak onlara (karşı) takiyye uygulamanız müstesnadır."
Yani; kafirlerin hükmü altında bulunduğunuzda onlardan size bir zarar gelmesinden korkarsanız, kalbinizin onlara karşı düşmanlıkla dolu olması şartıyla dilinizle zahiren onlara dostluk gösterisi yapabilirsiniz. Fakat böyle bir durumda onların küfürlerine destekçi olunmamalı ve hiçbir fiille müslümanlara karşı onlara yardım edilmemelidir." (Taberi Tefsiri c:3 s:228)
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
"Münafıklara, gerçekte kendileri için acı verici bir azab olduğunu müjdele! Mü’minlerden başka kafirleri dostlar edinen o kimseler onların yanında izzet (güç ve şeref) mi arıyorlar? Şüphesiz ki bütün izzet sadece Allah’ındır." (Nisa: 138-139)
İbni Cerir et-Taberi bu ayet hakkında şöyle diyor:
"Allah-u Teâlâ bu ayette nebisine şöyle buyuruyor:
"(Ey Muhammed!) Münafıkları kendilerine dokunacak bir azabla müjdele! Öyle ki onlar mü’minleri bıraktılar ve ayetlerimi inkar eden, dinimi reddeden kafirleri dost edindiler, onlara yardım ettiler...
"Onların yanında izzet (güç ve şeref) mi arıyorlar? Şüphesiz ki bütün izzet sadece Allah’ındır."
Yani; mü’minleri bırakıp izzet, şeref ve güç elde etmek için kafirleri dost edinenler, kafirlerin güçsüz ve zillet içinde olduklarını bilsinler.
Eğer izzet, güç ve zafer istiyorlarsa kafirleri bırakıp mü’minleri dost edinsinler. Böylece Allah-u Teâlâ kendilerini aziz kılsın ve korusun. Çünkü izzet, kuvvet, zafer Allah-u Teâlâ'dandır. Elbette O, dilediğine izzet verir, dilediğini de zillet içinde bırakır." (Taberi Tefsiri c:3 s:329)
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
"İsrail oğullarından inkar edenlere Davud ve Meryem oğlu İsa diliyle lanet edilmiştir. İşte bu, isyan etmeleri ve haddi aşmalarındandı. Yaptıkları kötülüklerden birbirlerini sakındırmazlardı. Yaptıkları ne kötü idi. Onlardan çoğunun küfredenleri dost edindiklerini görürsün. Nefislerinin kendilerine sunduğu şey ne kötüdür! Allah onlara gazab etmiştir. Onlar azabta temellidirler. Eğer Allah’a, nebiye ve ona indirilene iman etmiş olsalardı, onları dostlar edinmezlerdi. Fakat onlardan çoğu fasıklardır." (Maide 78-81)
Bu ayetler kafirleri dost edinen kişinin kafir olduğuna birkaç yönden delalet eder:
a -Allah-u Teâlâ ayette, İsrail oğullarından kafirleri dost edinen kimseleri, Davud aleyhisselam ve İsa aleyhisselam’ın diliyle lanet edilen kafirler olarak vasfetmiştir.
b - Ayette onlar hakkında:
"Onlar azabta temellidirler" buyrulmaktadır. Ayette zikredilen azap, kafirlerin uğrayacağı azapdır.
Şeyh Süleyman b. Abdillah bu ayeti açıklarken şöyle dedi:
"Allah-u Teâlâ ayette; ikrah durumu hariç korkulduğundan dolayı olsa bile kafirleri dost edinmenin Allah-u Teâlâ'nın gazabını ve cehennemde ebedi kalmayı gerektireceğini bildirmiştir." (Ed-Düreru’s-Seniyye c: 8 s: 128)
c - Allah-u Teâlâ ayette:
"Eğer Allah’a, nebiye ve ona indirilene iman etmiş olsalardı, onları dostlar edinmezlerdi. Fakat onlardan çoğu fasıklardır." Buyurmaktadır.
İbni Teymiyye bu ayet hakkında şöyle dedi:
Allah-u Teâlâ bu ayette şart cümlesi kullanmıştır. Koşulan şart gerçekleşecek olursa meşrut (kendisi için şart koşulan) da gerçekleşir. Eğer şart gerçekleşmeyecek olursa meşrut da gerçekleşmez. O zaman ayetin manası şöyle olur:
"Mü’min olsaydılar kafirleri dost edinmezlerdi."
Yani:
"kafirleri dost edindikleri için mü’min değildirler." Çünkü iman ile kafirleri dost edinmek aynı kalpte bulunmaz. Bunlar birbirine zıt iki şeydir." (Fetvalar c:7 s:17)
Şeyh Süleyman b.
Abdullah bu ayet hakkında şöyle dedi:
"Allah-u Teâlâ ayette kafirleri dost edinmenin Allah-u Teâlâ'ya, nebisine ve nebisine inen şeye imana zıt olduğunu bildirmiştir. Sonra kafirleri dost edinmelerinin sebebinin onların çoğunun fasık olması olduğunu haber vermiştir. Ve bu konuda onlardan korkan ile korkmayan arasında bir fark gözetmemiştir. İşte bu, mürtedlerin çoğunun mürted olmadan önceki halleridir. Onların çoğu fasıktır. Fasık oluşları onları kafirleri dost edinmeye ve irtidada sevketmiştir. Bundan Allah’a sığınırız." (Ed-Düreru’s-Seniyye c: 8 s: 129)
Kafirler birbirlerinin dostlarıdırlar. Eğer siz, onu yapmazsanız yeryüzünde bir fitne ve büyük bir fesad olur." (Enfal: 73)
Fitne (şirk) kalmayıp din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın!.." (Bakara: 193)
"Fitne (küfür ve şirk) öldürmekten daha büyük (günah)tır." (Bakara: 217)
"...Onun emrine muhalefet eden kimseler kendilerine bir fitne (küfür) isabet etmesinden veya acıklı bir azab isabet etmesinden sakınsınlar!" (Nur: 63)
İbni Kesir: "Eğer siz, onu yapmazsanız yeryüzünde bir fitne ve büyük bir fesad olur." ayetinin manası hakkında şöyle dedi:
"Bu ayetin manası şöyledir:
"Şayet müşriklerden uzak durmaz ve mü’minleri dost edinmezseniz insanlar arasında fitne meydana gelecektir. Yani; kafirlerle mü’minler birbirine karışacak, böylece kafir ve mü’minin kim olduğu bilinmez hale gelecektir. İnsanlar bu meseleyi anlamazlar ve aralarında büyük bir fesat meydana gelir." (İbni Kesir Tefsiri c:2 s:331)
"İman eden kimseler Allah yolunda savaşırlar. Kafirler ise tagut yolunda savaşırlar. Öyleyse şeytanın dostlarıyla savaşın. Muhakkak ki şeytanın tuzağı zayıftır." (Nisa: 76)
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle dediği rivayet olunmuştur:
"Müşriklere karşı mallarınızla, nefislerinizle ve dillerinizle cihad edin." (Ahmed, Ebu Davud, Nesei,İbni Hibban, Hakim, Suyuti bu hadis için sahih dedi.)
"Allah-u Teâlâ bir okla üç kişiyi cennete sokar. Hayır isteyerek onu yapanı, onu atanı ve atan kimseye vereni."
(Ahmed, Nesei, Tirmizi rivayet etti ve hasen dedi.)
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
"Onlara, kendisine ayetlerimizi verdiğimiz, onlardan sıyrılan, böylece şeytanın kendisini peşine taktığı, sonunda azgınlardan olan kimsenin haberini oku!" (Araf: 175)
İbni Abbas radiyallahu anh dedi ki:
"Musa aleyhisselam ve onunla beraber olan müslümanlar Cebbarin kavminin bulunduğu yere gelince Cebbarinlerden olan Bel’am’ın amcaoğulları ve kavmi Belam’a gelerek şöyle dediler:
"Musa çok kuvvetli bir adamdır ve beraberinde çok sayıda askerle gelmiştir. Eğer bizi yenerse hepimizi yok eder. Allah-u Teâlâ'ya dua et ki Musa ve onunla beraber olanları geri çevirsin.
Bel’am onlara şöyle dedi:
"Eğer ben Musa ve beraberindekileri geri çevirmesi için Allah-u Teâlâ'ya dua edersem hem dünyam hem ahiretim yok olur."
Onlar isteklerinde ısrar ettiler. Nihayet Bel’am, Musa ve beraberindekileri geriye döndürmesi için Allah-u Teâlâ'ya dua etti. Bunun üzerine Allah-u Teâlâ ona verdiği ikramı sıyırıp aldı ve onun hakkında şöyle buyurdu:
"Onlara, kendisine ayetlerimizi verdiğimiz, onlardan sıyrılan, böylece şeytanın kendisini peşine taktığı, sonunda azgınlardan olan kimsenin haberini oku!" (Araf: 175)"
(Taberi tefsiri: c:9 s:123)
"Kim tağutu inkar edip Allah’a iman ederse kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa tutunmuştur. Muhakkak ki Allah Semi’dir, Alim’dir." (Bakara: 256)
"Andolsun ki her ümmete: "Allah’a ibadet edin ve tağuttan kaçının" diye (söylemeleri için) bir rasul gönderdik..." (Nahl: 36)
"Taguta kulluk etmekten kaçınarak Allah’a (gönülden) yönelenlere müjde vardır. (O halde o) kulları(mı) müjdele!" (Zümer: 17)
"Sana indirilene ve senden öncekilere indirilenlere muhakkak inandıklarını iddia eden o kimseleri görmüyor musun? Reddetmeleri emrolunmuşken taguta muhakeme olmayı isterler. Oysa şeytan onları derin bir sapıklığa saptırmak ister." (Nisa: 60)
İbni İshak ve başkaları şöyle bir rivayet zikrettiler:
"Yezid b. Ruman, Urve’den, o da Zühri’den, o da isimlerini zikrettiği bir topluluktan şöyle dediklerini rivayet etti:
"Kureyş, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den Bedir esirlerini fidye ile kurtarmak istediğini haber verdi. Her kavim kendi mensuplarından esir düşmüş kimseler için fidye verdi. Abbas radiyallahu anh da zorla katıldığı Bedir savaşında müslümanların eline esir düştü. Abbas radiyallahu anh Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e şöyle dedi:
"Ey Allah’ın rasulü! Ben esir düşmeden önce de müslümandım."
Bunun üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ona dedi ki:
Senin müslüman olup olmadığını Allah bilir. Eğer söylediğin doğru ise Allah-u Teâlâ mutlaka sana karşılığını verecektir. Fakat senin hakkında zahirine göre hüküm vereceğim. Sen bize savaş açan, saldıran kafirlerin askerleriyle beraber idin. Yani zahiren bize karşıydın. Bu yüzden hem kendin için hem de elimize esir düşen kardeşinin iki oğlu için fidye ver."
Muhammed b. Abdurrahman Ebu’l Esved şöyle dedi:
"Medine ahalisine saldırmak için adam toplanıyordu. Ben de bu topluluğa kaydoldum. Sonra İbni Abbas radiyallahu anh’ın azadlı kölesi İkrime’yle karşılaştım. Bu meseleyi ona haber verdim. İkrime bu işten vazgeçmem için şiddetle bana tenbihte bulundu ve bana şöyle dedi:
"İbni Abbas radiyallahu anh bana şöyle haber verdi:
"Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem zamanında müslümanlardan bazıları Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e savaş açan müşriklerle beraber bulunmaktaydılar. Böylece müşriklerin sayısını çoğaltıyorlardı. Müşriklere müslümanlar tarafından atılan bir ok bazen onlara isabet ediyor ve bu ok onları öldürüyordu veya müslümanlar onların boyunlarına vurup öldürüyorlardı. Bunun üzerine Allah-u Teâlâ Nisa 97 ayetini indirdi." (Buhari)
Mürtedlerle yapılan savaşlarla ilgili olarak siyer kitaplarında geçen Halid
b. Velid ile Mecea b. Marara arasında geçen hadise:
Halid b. Velid radiyallahu anh mürted olan Beni Hanife kabilesine saldırdığında askerleri, içlerinde Mecea b. Marara’nın da bulunduğu Beni Hanife’den bir grubu tutukladılar. Mecea, Halid b. Velid’e şöyle dedi:
"(Müseyleme’yi kastederek) Ben O’na tabi olmadım. Ben müslümanım."
Halid b. Velid ona:
"Eğer müslümansan ve Müseyleme’ye tabi olmamışsan niçin gelişimi duyunca bana gelmek için yola çıkmadın veya Sümame b. Esel’in onu açıkça reddettiği gibi reddetmedin." dedi.
Bu rivayete göre Halid b. Velid, Mecea’nın mürtedlerle kalmasını, zahire göre onların yaptığını kabul etmesi olarak değerlendirdi ve ona, buna göre muamele etti. Bu hüküm, daha önce zikrettiğimiz Kur’an’dan onüçüncü delilden çıkan hükme uygundur.
Sahabelerin, mürtedlerle yapılan savaşlarda Müseyleme’nin, Sicah’ın, Tuleyha’nın kavimlerine ve zekatı vermeyenlere karşı gösterdikleri tavırları buna apaçık delildir.
Her kim, gerek onlarla aynı fikre sahib olması, gerek akrabalık bağından dolayı ve gerekse aynı kabileden olması sebebiyle onların tarafına geçmişse veya onlarla beraber savaşa katılmışsa işte o kimseyle diğerleri arasında hiç bir fark gözetmemiş ve haklarında araştırma yapmaksızın hepsine aynı hüküm vermişlerdir.
Bu ise; sahih inanca göre müslümanlara karşı savaşan kafirlere yardım eden kimsenin kafir olduğunu göstermektedir ve bu, sahabelerin inancında bir temel teşkil etmekteydi.
Mürtedlere yardımcı olanlar arasında onları destekleyen avamlar, kandırılmış ve cahil olanlar ve onların gerçek yüzünü bilmeyenler vardı elbette. Fakat sahabeler, onlara bilerek katılan ile bir te’vile dayanarak veya cehaletinden dolayı katılan arasında bir fark gözetmediler. Hepsine aynı hükmü verdiler ve onların kafir olduklarına hükmederek onları öldürdüler. Hanımlarını cariye, çocuklarını ise köle edindiler ve onlardan ölenlerin cehennemlik olduklarına şehadet ettiler. Ebu Bekir radiyallahu anh’in mürtedlere takındığı tavır bunu apaçık göstermektedir.
Muhammed b. Ebi’l Vehhab mürtedlerden gerek Müseyleme’ye gerek diğerlerine tabi olanlar hakkında şöyle dedi:
"Cahil olsalar bile mürtedlere tabi olanlara mürted hükmü verilmesi konusunda bütün alimler ittifak etmişlerdir." (Ed-Düreru’s-Seniyye c:8 s:118)
Hicri 201. senenin başındaBabek el-Harmi, müşriklerin diyarında müşriklerle beraber müslümanlara savaş açmıştır. O zamanın alimi olan İmam Ahmed ve diğer alimler müşriklerle beraber müslümanlara savaş açtığından dolayı Babek el-Harmi’nin irtidadına hüküm verdiler.
Meymuni, İmam Ahmed’den şöyle bir rivayet nakletti:
"İmam Ahmed, Babek el-Harmi hakkında şöyle dedi:
"Adam şirk diyarında ikamet ediyor ve bize karşı savaş açmıştır. Hükmü nedir? Bu durumda elbette mürted olmuştur." (El-Furu’ c:6 s:163)
Kerak kralı olan El-Muğıs Ömer b. Adil
, Hulaku ve tatarların diğer liderlerine bir mektub yazarak onlar için Mısır’ı alabileceğini kendilerine bildirdi. Bunun üzerine o zamanın müslüman hakimi olan Ez-Zahir Pipars, devrin alimlerinden bunun hükmünü sordu. O zamanın alimleri görevinden azledilip öldürülmesi gerektiğine hüküm verdiler. Bu fetvaya dayanarak onu görevinden azledip öldürdü. (El-Bidaye ve’n Nihaye c:13 s:238 Eş-Şezerat c:6 s:305)
Bu senede tatarlar Şam’a ve İslam diyarlarına saldırdı. Müslüman olduklarını iddia eden bazı kişiler, onlara yardım etti. Bunun üzerine İbni Teymiyye tatarlara yardım edenlerin kafir olduklarına dair fetva verdi.
(Fetvalar c:28 s:530)
"Allah için buğzetmek ve Allah için sevmek imanın alâmetlerindendir." (Buhârî, İman, 1; Ebû Davûd, Sünnet, 2; İbn Hanbel, V,146).
O halde sevgi nedir, buğuz nedir?
_Sevgi Bütün Fiil, Haraket ve Dinin Esasıdır_
Sevgi, hak olsun batıl olsun her türlü fiilin esasıdır. O halde dinin ve dini amellerin aslıda Allah ve Peygamber sevgisidir. Aynı şekilde dini sözlerin esası da Allah ve Peygamberi tasdik etmektir. Allah ve Peygamber sevgisinin mükenmelliğini engelleyen her düşünce yada Allah ve Peygamberini tasdikin mükemmelliğini engelleyen her şüphe, İmanın aslına muhaliftir ve İmanı yerine göre zayıflatan yerine göre de ortadan kaldıran unsurdur. Eğer bu unsur sevgi ve tasdike karşı çıkacak kadar güçlenirse, küfür ve büyük şirk halini alır. Allah’a ibadet etmek ve dua etmek isteyenleri bundan alıkoyar. Bilinmelidir ki, dostluk ancak ve ancak düşmanlıkla olur. Allah Teala kendisini seven Haniflerin imamının (Hz. İbrahim) kavmine şöyle dediğini aktarır;
"İbrahim dedi ki: iyi ama ister sizin, ister önceki atalarınızın neye taptığınızı (biraz olsun) düşündünüz mü? İyi bilin ki onlar benim düşmanımdır, ancak Alemlerin Rabbi (benim dostumdur) (Şuara 75-77)
İşte dostluk ancak böyle bir düşmanlığı gerektirir. Sevgi ancak ve ancak Allah Teala içindir. Yoksa kişinin Allah Tealayı sevdiğini söylemesi boş bir iddiadan ibarettir. Allah sevgisi ancak onun dışındakilerden (onun düşmanlarından) uzak durmakla olur.
Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
" İbrahim’de onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: ‘Biz sizden ve Allah’ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz (sizi red (tekfir) ediyoruz) Siz bir tek Allah’a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda ebedi bir düşmanlık ve öfke (kin) belirmiştir.’ Şu kadar var ki, İbrahim babasına:’And olsun senin için mağfiret dileyeceğim. Fakat Allah’tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez’ demişti (o müminler şöyle dediler) Rabbimiz! Ancak sana dayandık, Sana yöneldik. Dönüş de sanadır." (Mümtahine 4)
Bir başka ayette şöyle buyurulmaktadır:
"Bir zaman İbrahim, babasına ve kavmine demişti ki: Ben siz<in taptığınızdan uzağım. Ben yalnızca beni yaratana taparım. Çünkü O, beni doğru yola iletecektir. Bu sözü, ardından geleceklere devamlı kalacak bir miras olarak bıraktı ki, insanlar (onun dinine) dönsünler." (Zuhruf 26-28)
Böylece dostluk Allah Teala için, düşmanlık ise onun dışındaki bütün sahte mabutlar içindir. Bütün Peygamberlerin ve onlara tabi olanların birbirlerinden miras aldıkları baki kelime "LA İLAHE İLLALLAH"tır. İşte Haniflerin İmamının kıyamete kadar tabilerine bıraktığı miras da budur.
(ed Dava ved deva s:331)
Ve sevgi, Kuran'ı sevmek ve Müslümanları sevmektir. Onlarla dost olmak ve onlara yardım etmektir. Zorlukta ve kolaylıkta onları terk etmemektir. Canla, başla, malla ve dille onlara destek olmaktır. İşte bu sevgi, tevhidin direklerinden bir direktir.
Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
"Mümin erkekler ve mümin kadınlar bir birlerinin dostlarıdır.İyiliği emreder, kötülükten alı koyarlar. Namazı dost doğru kılarlar, zekatı verirler. Alla'a ve rasulüne itaat ederler.İşte bunlara Allah merhamet edecektir.Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir." (Tevbe 71)
"Sizin dostunuz ancak Allah'tır, rasulüdür ve emirlerine boyun eğerek namazı kılan, zekatı veren müminlerdir." (Maide 55)
Buğz:
Birisi hakkında gizli ve kalbî düşmanlık beslemek, başkasına kin duymak, nefret etmek.
Müslüman müslümana asla buğzetmez. Buğz etmek ancak Allah rızası için, Allah düşmanlarına yapılabilir. Zira Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyururlar: "Allah için buğzetmek ve Allah için sevmek imanın alâmetlerindendir."
(Buhârî, İman, 1; Ebû Davûd, Sünnet, 2; İbn Hanbel, V,146).
Allah'ın düşmanlarına buğz (düşmanlık) etmektir. Onlardan hoşlanmamak, onlardan nefret etmektir. Onları küçük görmek, onları terk etmektir.
"Ey iman edenler! Yahudi ve hristiyanları dostlar edinmeyin! Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, şüphesiz o da onlardandır. Muhakkak ki Allah, zalim bir kavme hidayet etmez." (Maide: 51)
İbni Cerir et-Taberi şöyle diyor:
"Allah-u Teâlâ'nın:
"Onlar birbirlerinin dostudurlar" (Maide: 51) ayeti, yahudilerin mü’minlere karşı birbirlerini desteklediklerini ve müslümanlara karşı tek bir el gibi olduklarını gösteriyor. Hrıstiyanlar da böyledir. Kendi dinlerine muhalif olanlara karşı birbirlerinin dostudurlar. Allah-u Teâlâ , hrıstiyan veya yahudileri kendisine dost edinen bir kimsenin hristiyan ve yahudilerin dinlerine muhalefet eden mü’minlere karşı geldiğini bilsinler diye bu gerçeği mü’min kullarına anlatıyor. İşte bu kimse aynen onlar gibi mü’minlere karşı olmuştur.
Allah-u Teâlâ müminlere şöyle buyuruyor:
"Ey mü’minler! Yahudilerin, kendi dinlerine muhalefet edenlere karşı birbirlerini destekledikleri gibi siz de dininize muhalefet edenlere karşı birbirinizi destekleyiniz! Yine yahudi ve hrıstiyanların size düşman oldukları, sizin dininize savaş açtıkları gibi siz de onlara karşı düşman olunuz! O halde sizden her kim onları (yahudi ve hristiyanları) kendisine dost edinirse, işte o kimse mü’minlere savaş açmış, onlardan beri olmuş ve onlara karşı olan dostluğunu kesmiştir." (Taberi Tefsiri c: 6 s:277)
"Kalblerinde hastalık olanların: "Bize bir kötülük isabet etmesinden korkuyoruz" diyerek onlara koştuklarını görürsün. Umulur ki Allah, katından bir fetih veya bir emir getirir de onlar nefislerinde gizledikleri şeyden dolayı pişman olurlar." (Maide: 52)
"Bize bir kötülük isabet etmesinden korkuyoruz" dan kasıt; onların yahudi ve hrıstiyanları hem zahiren hem batınen dost edinmelerinin, onlara sevgi göstermelerinin sebebinin; yahudi ve hrıstiyanlar müslümanlara karşı muzaffer olmaları halinde onlara gösterdikleri dostluğun kendilerine fayda vereceğini sanıyor olmalarıdır."
(İbni Kesir Tefsiri c:2 s:69)
İbni Teymiyye şöyle diyor:
"Eğer bir taife İslam’dan dönerse Allah-u Teâlâ muhakkak bu taifenin yerine, kendilerini sevdiği, kendi yolunda cihad eden bir taife getirir. İşte bu taife, kıyamete kadar muzaffer olacak taifedir. Allah-u Teâlâ bu gerçeği kafirleri dost edinmeyi yasak eden ayetlerin siyakı (ayetlerin devamı)nda belirtmiştir.
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
"Ey iman edenler! Yahudi ve hristiyanları dostlar edinmeyin! Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, şüphesiz o da onlardandır. Muhakkak ki Allah, zalim bir kavme hidayet etmez. Kalplerinde hastalık olanların: "Bize bir kötülük isabet etmesinden korkuyoruz" diyerek onlara koştuklarını görürsün. Umulur ki Allah, katından bir fetih veya bir emir getirir de onlar nefislerinde gizledikleri şeyden dolayı pişman olurlar. İman edenler derler ki: "Sizinle beraber olduklarına dair bütün güçleriyle Allah’a yemin edenler bunlar mıdır?" Onların amelleri boşa çıkmış ve hüsrana uğrayanlardan olmuşlardır. Ey iman edenler! Sizden kim dininden irtidat ederse Allah, kendisinin onları sevdiği, onların da kendisini sevdiği, mü’minlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı izzetli, Allah yolunda cihad eden ve kınayanın kınamasından korkmayan bir kavim getirir. İşte bu, Allah’ın fazlıdır. Onu dilediğine verir. Allah Vasi’dir, Alim’dir." (Maide 51-54)
Bu ayette yahudi ve hristiyanları dost edinmeleri kendilerine yasaklanan kimseler aynı zamanda irtidat ayetinin de muhatabıdırlar. Bilindiği gibi bu hitap her zaman ve mekanda bütün İslam ümmetinedir. Allah-u Teâlâ ayette kafirleri dost edinmeyi yasaklamış, kendilerine hitap ettiği kişilerden kafirleri (yahudi ve hristiyanları) dost edinen kimselerin onlardan olduğunu bildirmiş, daha sonra da kendilerine hitab edilen bu kimselerden yahudi ve hristiyanları dost edinmeleri sebebiyle İslam dininden irtidat edenlerin İslam’a hiçbir şekilde zarar veremeyeceklerini haber vermiştir. Çünkü Allah-u Teâlâ onların yerine Allah-u Teâlâ'nın kendilerini sevdiği, kendilerinin de sadece Allah-u Teâlâ'yı sevdiği, sadece mü’minleri dost edinen, kafirlere hiçbir zaman dostluk göstermeyen, Allah-u Teâlâ yolunda cihad eden ve hiçbir kınayıcının kınamasına aldırış etmeyen bir kavim getirecektir.
Tıpkı Allah-u Teâlâ'nın bir başka ayette şöyle buyurduğu gibi:
"İşte onlar, kendilerine kitab, hikmet ve nebilik verdiğimiz kimselerdir. Eğer onlar, bunları inkar ederlerse şüphesiz biz, yerlerine bunları inkar etmeyecek bir topluluğu vekil kılarız." (En’am: 89)
İslam’a hiç girmeyen ve İslam’a girdikten sonra irtidat eden işte böyle kimseler asla İslam’a zarar veremeyeceklerdir. Çünkü Allah-u Teâlâ rasulün getirdiğine iman eden ve dinini destekleyen bir kavmi kıyamete kadar varedecektir."
(El-Feteva c: 18 s: 300)
"Mü’minler mü’minleri bırakıp da kafirleri veliler edinmesinler. Kim böyle yaparsa Allah’la arasında bir bağlantısı kalmamıştır. Ancak onlara (karşı) takiyye uygulamanız müstesnadır. Allah kendisine karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor. Dönüş Allah’adır." (Al-i İmran: 28)
İbni Cerir et-Taberi bu ayet hakkında şöyle dedi:
"Ayetin manası şöyledir:
"Ey mü’minler! Dinleri konusunda kafirlere yardımcı ve dost olmayın, onları müslümanlara karşı desteklemeyin ve müslümanların gizli hallerini onlara haber vermeyin. Sizden kim bunu yaparsa Allah-u Teâlâ'dan hiçbir şey beklemesin. Zira o, Allah-u Teâlâ'dan, Allah-u Teâlâ da ondan beri olmuştur. Çünkü o, İslam dininden çıkmış, mürted olup küfre girmiştir.
"Ancak onlara (karşı) takiyye uygulamanız müstesnadır."
Yani; kafirlerin hükmü altında bulunduğunuzda onlardan size bir zarar gelmesinden korkarsanız, kalbinizin onlara karşı düşmanlıkla dolu olması şartıyla dilinizle zahiren onlara dostluk gösterisi yapabilirsiniz. Fakat böyle bir durumda onların küfürlerine destekçi olunmamalı ve hiçbir fiille müslümanlara karşı onlara yardım edilmemelidir." (Taberi Tefsiri c:3 s:228)
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
"Münafıklara, gerçekte kendileri için acı verici bir azab olduğunu müjdele! Mü’minlerden başka kafirleri dostlar edinen o kimseler onların yanında izzet (güç ve şeref) mi arıyorlar? Şüphesiz ki bütün izzet sadece Allah’ındır." (Nisa: 138-139)
İbni Cerir et-Taberi bu ayet hakkında şöyle diyor:
"Allah-u Teâlâ bu ayette nebisine şöyle buyuruyor:
"(Ey Muhammed!) Münafıkları kendilerine dokunacak bir azabla müjdele! Öyle ki onlar mü’minleri bıraktılar ve ayetlerimi inkar eden, dinimi reddeden kafirleri dost edindiler, onlara yardım ettiler...
"Onların yanında izzet (güç ve şeref) mi arıyorlar? Şüphesiz ki bütün izzet sadece Allah’ındır."
Yani; mü’minleri bırakıp izzet, şeref ve güç elde etmek için kafirleri dost edinenler, kafirlerin güçsüz ve zillet içinde olduklarını bilsinler.
Eğer izzet, güç ve zafer istiyorlarsa kafirleri bırakıp mü’minleri dost edinsinler. Böylece Allah-u Teâlâ kendilerini aziz kılsın ve korusun. Çünkü izzet, kuvvet, zafer Allah-u Teâlâ'dandır. Elbette O, dilediğine izzet verir, dilediğini de zillet içinde bırakır." (Taberi Tefsiri c:3 s:329)
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
"İsrail oğullarından inkar edenlere Davud ve Meryem oğlu İsa diliyle lanet edilmiştir. İşte bu, isyan etmeleri ve haddi aşmalarındandı. Yaptıkları kötülüklerden birbirlerini sakındırmazlardı. Yaptıkları ne kötü idi. Onlardan çoğunun küfredenleri dost edindiklerini görürsün. Nefislerinin kendilerine sunduğu şey ne kötüdür! Allah onlara gazab etmiştir. Onlar azabta temellidirler. Eğer Allah’a, nebiye ve ona indirilene iman etmiş olsalardı, onları dostlar edinmezlerdi. Fakat onlardan çoğu fasıklardır." (Maide 78-81)
Bu ayetler kafirleri dost edinen kişinin kafir olduğuna birkaç yönden delalet eder:
a -Allah-u Teâlâ ayette, İsrail oğullarından kafirleri dost edinen kimseleri, Davud aleyhisselam ve İsa aleyhisselam’ın diliyle lanet edilen kafirler olarak vasfetmiştir.
b - Ayette onlar hakkında:
"Onlar azabta temellidirler" buyrulmaktadır. Ayette zikredilen azap, kafirlerin uğrayacağı azapdır.
Şeyh Süleyman b. Abdillah bu ayeti açıklarken şöyle dedi:
"Allah-u Teâlâ ayette; ikrah durumu hariç korkulduğundan dolayı olsa bile kafirleri dost edinmenin Allah-u Teâlâ'nın gazabını ve cehennemde ebedi kalmayı gerektireceğini bildirmiştir." (Ed-Düreru’s-Seniyye c: 8 s: 128)
c - Allah-u Teâlâ ayette:
"Eğer Allah’a, nebiye ve ona indirilene iman etmiş olsalardı, onları dostlar edinmezlerdi. Fakat onlardan çoğu fasıklardır." Buyurmaktadır.
İbni Teymiyye bu ayet hakkında şöyle dedi:
Allah-u Teâlâ bu ayette şart cümlesi kullanmıştır. Koşulan şart gerçekleşecek olursa meşrut (kendisi için şart koşulan) da gerçekleşir. Eğer şart gerçekleşmeyecek olursa meşrut da gerçekleşmez. O zaman ayetin manası şöyle olur:
"Mü’min olsaydılar kafirleri dost edinmezlerdi."
Yani:
"kafirleri dost edindikleri için mü’min değildirler." Çünkü iman ile kafirleri dost edinmek aynı kalpte bulunmaz. Bunlar birbirine zıt iki şeydir." (Fetvalar c:7 s:17)
Şeyh Süleyman b.
Abdullah bu ayet hakkında şöyle dedi:
"Allah-u Teâlâ ayette kafirleri dost edinmenin Allah-u Teâlâ'ya, nebisine ve nebisine inen şeye imana zıt olduğunu bildirmiştir. Sonra kafirleri dost edinmelerinin sebebinin onların çoğunun fasık olması olduğunu haber vermiştir. Ve bu konuda onlardan korkan ile korkmayan arasında bir fark gözetmemiştir. İşte bu, mürtedlerin çoğunun mürted olmadan önceki halleridir. Onların çoğu fasıktır. Fasık oluşları onları kafirleri dost edinmeye ve irtidada sevketmiştir. Bundan Allah’a sığınırız." (Ed-Düreru’s-Seniyye c: 8 s: 129)
Kafirler birbirlerinin dostlarıdırlar. Eğer siz, onu yapmazsanız yeryüzünde bir fitne ve büyük bir fesad olur." (Enfal: 73)
Fitne (şirk) kalmayıp din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın!.." (Bakara: 193)
"Fitne (küfür ve şirk) öldürmekten daha büyük (günah)tır." (Bakara: 217)
"...Onun emrine muhalefet eden kimseler kendilerine bir fitne (küfür) isabet etmesinden veya acıklı bir azab isabet etmesinden sakınsınlar!" (Nur: 63)
İbni Kesir: "Eğer siz, onu yapmazsanız yeryüzünde bir fitne ve büyük bir fesad olur." ayetinin manası hakkında şöyle dedi:
"Bu ayetin manası şöyledir:
"Şayet müşriklerden uzak durmaz ve mü’minleri dost edinmezseniz insanlar arasında fitne meydana gelecektir. Yani; kafirlerle mü’minler birbirine karışacak, böylece kafir ve mü’minin kim olduğu bilinmez hale gelecektir. İnsanlar bu meseleyi anlamazlar ve aralarında büyük bir fesat meydana gelir." (İbni Kesir Tefsiri c:2 s:331)
"İman eden kimseler Allah yolunda savaşırlar. Kafirler ise tagut yolunda savaşırlar. Öyleyse şeytanın dostlarıyla savaşın. Muhakkak ki şeytanın tuzağı zayıftır." (Nisa: 76)
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle dediği rivayet olunmuştur:
"Müşriklere karşı mallarınızla, nefislerinizle ve dillerinizle cihad edin." (Ahmed, Ebu Davud, Nesei,İbni Hibban, Hakim, Suyuti bu hadis için sahih dedi.)
"Allah-u Teâlâ bir okla üç kişiyi cennete sokar. Hayır isteyerek onu yapanı, onu atanı ve atan kimseye vereni."
(Ahmed, Nesei, Tirmizi rivayet etti ve hasen dedi.)
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
"Onlara, kendisine ayetlerimizi verdiğimiz, onlardan sıyrılan, böylece şeytanın kendisini peşine taktığı, sonunda azgınlardan olan kimsenin haberini oku!" (Araf: 175)
İbni Abbas radiyallahu anh dedi ki:
"Musa aleyhisselam ve onunla beraber olan müslümanlar Cebbarin kavminin bulunduğu yere gelince Cebbarinlerden olan Bel’am’ın amcaoğulları ve kavmi Belam’a gelerek şöyle dediler:
"Musa çok kuvvetli bir adamdır ve beraberinde çok sayıda askerle gelmiştir. Eğer bizi yenerse hepimizi yok eder. Allah-u Teâlâ'ya dua et ki Musa ve onunla beraber olanları geri çevirsin.
Bel’am onlara şöyle dedi:
"Eğer ben Musa ve beraberindekileri geri çevirmesi için Allah-u Teâlâ'ya dua edersem hem dünyam hem ahiretim yok olur."
Onlar isteklerinde ısrar ettiler. Nihayet Bel’am, Musa ve beraberindekileri geriye döndürmesi için Allah-u Teâlâ'ya dua etti. Bunun üzerine Allah-u Teâlâ ona verdiği ikramı sıyırıp aldı ve onun hakkında şöyle buyurdu:
"Onlara, kendisine ayetlerimizi verdiğimiz, onlardan sıyrılan, böylece şeytanın kendisini peşine taktığı, sonunda azgınlardan olan kimsenin haberini oku!" (Araf: 175)"
(Taberi tefsiri: c:9 s:123)
"Kim tağutu inkar edip Allah’a iman ederse kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa tutunmuştur. Muhakkak ki Allah Semi’dir, Alim’dir." (Bakara: 256)
"Andolsun ki her ümmete: "Allah’a ibadet edin ve tağuttan kaçının" diye (söylemeleri için) bir rasul gönderdik..." (Nahl: 36)
"Taguta kulluk etmekten kaçınarak Allah’a (gönülden) yönelenlere müjde vardır. (O halde o) kulları(mı) müjdele!" (Zümer: 17)
"Sana indirilene ve senden öncekilere indirilenlere muhakkak inandıklarını iddia eden o kimseleri görmüyor musun? Reddetmeleri emrolunmuşken taguta muhakeme olmayı isterler. Oysa şeytan onları derin bir sapıklığa saptırmak ister." (Nisa: 60)
İbni İshak ve başkaları şöyle bir rivayet zikrettiler:
"Yezid b. Ruman, Urve’den, o da Zühri’den, o da isimlerini zikrettiği bir topluluktan şöyle dediklerini rivayet etti:
"Kureyş, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den Bedir esirlerini fidye ile kurtarmak istediğini haber verdi. Her kavim kendi mensuplarından esir düşmüş kimseler için fidye verdi. Abbas radiyallahu anh da zorla katıldığı Bedir savaşında müslümanların eline esir düştü. Abbas radiyallahu anh Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e şöyle dedi:
"Ey Allah’ın rasulü! Ben esir düşmeden önce de müslümandım."
Bunun üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ona dedi ki:
Senin müslüman olup olmadığını Allah bilir. Eğer söylediğin doğru ise Allah-u Teâlâ mutlaka sana karşılığını verecektir. Fakat senin hakkında zahirine göre hüküm vereceğim. Sen bize savaş açan, saldıran kafirlerin askerleriyle beraber idin. Yani zahiren bize karşıydın. Bu yüzden hem kendin için hem de elimize esir düşen kardeşinin iki oğlu için fidye ver."
Muhammed b. Abdurrahman Ebu’l Esved şöyle dedi:
"Medine ahalisine saldırmak için adam toplanıyordu. Ben de bu topluluğa kaydoldum. Sonra İbni Abbas radiyallahu anh’ın azadlı kölesi İkrime’yle karşılaştım. Bu meseleyi ona haber verdim. İkrime bu işten vazgeçmem için şiddetle bana tenbihte bulundu ve bana şöyle dedi:
"İbni Abbas radiyallahu anh bana şöyle haber verdi:
"Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem zamanında müslümanlardan bazıları Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e savaş açan müşriklerle beraber bulunmaktaydılar. Böylece müşriklerin sayısını çoğaltıyorlardı. Müşriklere müslümanlar tarafından atılan bir ok bazen onlara isabet ediyor ve bu ok onları öldürüyordu veya müslümanlar onların boyunlarına vurup öldürüyorlardı. Bunun üzerine Allah-u Teâlâ Nisa 97 ayetini indirdi." (Buhari)
Mürtedlerle yapılan savaşlarla ilgili olarak siyer kitaplarında geçen Halid
b. Velid ile Mecea b. Marara arasında geçen hadise:
Halid b. Velid radiyallahu anh mürted olan Beni Hanife kabilesine saldırdığında askerleri, içlerinde Mecea b. Marara’nın da bulunduğu Beni Hanife’den bir grubu tutukladılar. Mecea, Halid b. Velid’e şöyle dedi:
"(Müseyleme’yi kastederek) Ben O’na tabi olmadım. Ben müslümanım."
Halid b. Velid ona:
"Eğer müslümansan ve Müseyleme’ye tabi olmamışsan niçin gelişimi duyunca bana gelmek için yola çıkmadın veya Sümame b. Esel’in onu açıkça reddettiği gibi reddetmedin." dedi.
Bu rivayete göre Halid b. Velid, Mecea’nın mürtedlerle kalmasını, zahire göre onların yaptığını kabul etmesi olarak değerlendirdi ve ona, buna göre muamele etti. Bu hüküm, daha önce zikrettiğimiz Kur’an’dan onüçüncü delilden çıkan hükme uygundur.
Sahabelerin, mürtedlerle yapılan savaşlarda Müseyleme’nin, Sicah’ın, Tuleyha’nın kavimlerine ve zekatı vermeyenlere karşı gösterdikleri tavırları buna apaçık delildir.
Her kim, gerek onlarla aynı fikre sahib olması, gerek akrabalık bağından dolayı ve gerekse aynı kabileden olması sebebiyle onların tarafına geçmişse veya onlarla beraber savaşa katılmışsa işte o kimseyle diğerleri arasında hiç bir fark gözetmemiş ve haklarında araştırma yapmaksızın hepsine aynı hüküm vermişlerdir.
Bu ise; sahih inanca göre müslümanlara karşı savaşan kafirlere yardım eden kimsenin kafir olduğunu göstermektedir ve bu, sahabelerin inancında bir temel teşkil etmekteydi.
Mürtedlere yardımcı olanlar arasında onları destekleyen avamlar, kandırılmış ve cahil olanlar ve onların gerçek yüzünü bilmeyenler vardı elbette. Fakat sahabeler, onlara bilerek katılan ile bir te’vile dayanarak veya cehaletinden dolayı katılan arasında bir fark gözetmediler. Hepsine aynı hükmü verdiler ve onların kafir olduklarına hükmederek onları öldürdüler. Hanımlarını cariye, çocuklarını ise köle edindiler ve onlardan ölenlerin cehennemlik olduklarına şehadet ettiler. Ebu Bekir radiyallahu anh’in mürtedlere takındığı tavır bunu apaçık göstermektedir.
Muhammed b. Ebi’l Vehhab mürtedlerden gerek Müseyleme’ye gerek diğerlerine tabi olanlar hakkında şöyle dedi:
"Cahil olsalar bile mürtedlere tabi olanlara mürted hükmü verilmesi konusunda bütün alimler ittifak etmişlerdir." (Ed-Düreru’s-Seniyye c:8 s:118)
Hicri 201. senenin başındaBabek el-Harmi, müşriklerin diyarında müşriklerle beraber müslümanlara savaş açmıştır. O zamanın alimi olan İmam Ahmed ve diğer alimler müşriklerle beraber müslümanlara savaş açtığından dolayı Babek el-Harmi’nin irtidadına hüküm verdiler.
Meymuni, İmam Ahmed’den şöyle bir rivayet nakletti:
"İmam Ahmed, Babek el-Harmi hakkında şöyle dedi:
"Adam şirk diyarında ikamet ediyor ve bize karşı savaş açmıştır. Hükmü nedir? Bu durumda elbette mürted olmuştur." (El-Furu’ c:6 s:163)
Kerak kralı olan El-Muğıs Ömer b. Adil
, Hulaku ve tatarların diğer liderlerine bir mektub yazarak onlar için Mısır’ı alabileceğini kendilerine bildirdi. Bunun üzerine o zamanın müslüman hakimi olan Ez-Zahir Pipars, devrin alimlerinden bunun hükmünü sordu. O zamanın alimleri görevinden azledilip öldürülmesi gerektiğine hüküm verdiler. Bu fetvaya dayanarak onu görevinden azledip öldürdü. (El-Bidaye ve’n Nihaye c:13 s:238 Eş-Şezerat c:6 s:305)
Bu senede tatarlar Şam’a ve İslam diyarlarına saldırdı. Müslüman olduklarını iddia eden bazı kişiler, onlara yardım etti. Bunun üzerine İbni Teymiyye tatarlara yardım edenlerin kafir olduklarına dair fetva verdi.
(Fetvalar c:28 s:530)