E
Çevrimdışı
Din kuvvetini takviye eden işler pek çoktur.
Birincisi; Allah Teala'nın büyüklüğünü, herşeyi hakkıyla görüp kemaliyle işttiğini düşünerek Ona isyan edilmemesidir.
Bir kimsenin kalbinde Allah'ın azameti yerleşirse, kalbi onun günah işlemesine itaat etmez.
İkincisi; Allah Teala'nın muhabbetini kalpte daima hazır bulundurup, O'nun muhabbetinden dolayı günahın terk edilmesidir.
Zira seven bir kimse, sevdiğine itaat eder. Terkin en üstünü, sevenlerin terkidir. Nitekim taatın en üstünü de sevenlerin taatıdır.
Allah'ı sevdiğinden dolayı günahı terk edip O'na itaat eden ile Allah'ın azabından korktuğundan dolayı günahı terk edip O'na itaat eden arasında çok büyük fark vardır.
Üçüncüsü; Allah'ın nimetini ve ihsanını düşünmelidir.
Zira şerefli bir kimse kendisine iyilik edene kötülükde bulunamaz. Ancak kötü kimseler kendilerine yapılan iyiliğe karşı kötülükde bulunurlar. Buna göre Cenab-ı Hakk'ın ihsanını (iyiliğini) ve nimetini düşünerek, O'na karşı günah işlemekten haya edilmelidir.
Allah'ın ihsanı ve nimetleri sana inerken, senin günahların O'na yükselmektedir. Bir melek Allah'ın ihsanını ve nimetlerini sana indirirken diğer bir melek de senin günahlarını O'na götürmektedir.
İyiliğe karşı kötülük işlemek ne çirkin bir şeydir.
Dördüncüsü; Allah'ın gazabını ve intikamını düşünmelidir.
Zira Cenab-ı Hakk, kulu kendisine isyan etmekde devam ederse ona gazab eder. Bir defa da gazap etti mi -bu zayıf kul şöyle dursun- O'nun gazabının önüne hiçbir şey geçemez.
Beşincisi; Elden kaçanları düşünmelidir.
Günah işlemekle dünyanın ve ahiretin hayır ve saadeti elden kaçırılmış olur. Böyle günah işleyen kimseye fasık, facir gibi aklen, şer'an ve örfen en çirkin isimler verilip, ondan salih, müttaki gibi en güzel isimler alınır.
Günahlara devam edildiği takdirde, zerre kadarı dünyadan ve dünyada bulunanlardan kat kat daha hayırlı olan iman -Allah korusun- elden kaçabilir. Aklı başında olan bir kimse lezzeti gidip, günahı kalan kötü istek ve arzuları için böyle bir imanı nasıl satabilir?.
Bir hadis-i şerifde şöyle buyurulmuştur:
"Zina eden, zina ederken mü'min olarak zina etmiş olmaz."
Ashab-ı kiramdan bazıları:
"Zina edenden imanı çıkıp, başının üstünde gölge gibi durur. Tevbe ederse geri yerine döner". demişlerdir.
Tabiinden bazıları da şöyle demişlerdir:
"Zina edenden iman gömleğin çıktığı gibi çıkar, tevbe ederse onu tekrar giymiş olur."
Buhari'de peygamber efendimizden rivayet edilen bir hadis-i şerifde şöyle buyurulmaktadır:
"Fırın gibi altı geniş, üstü dar bir deliğe eriştik. Burada çıplak erkekler, çıplak kadınlar vardı. Yanımda olan iki meleğe, "bunlar kimdir?" diye sordum. Melekler de "Onlar zanilerdir." diye cevap verdi."
Çünkü onlar iman elbisesinden soyunmuşlardı. Onların kalplerindeki şehvet fırını gerçek fırına dönüşüp onları yakmaktaydı.
Altıncısı; kahretmeyi ve zaferi düşünmelidir.
Çünkü şehvetin kahredilip, şeytana karşı kazanılan zaferin tatlılığı, sevinci, ferahlığı bunları tadanın yanında, insanlardan olan düşmanına karşı elde edilen zaferden daha tatlı ve daha sevinçlidir.
Sonuç itibariyle övülmeye daha layıktır. Zira bu zafer, vücuddaki hastalığı Allah'ın inayetiyle giderip, sıhhata kavuşturan ilacın içilmesine benzer.
Yedincisi; Allah Teala'nın kendi rızası için haramları terkeden ve nefsini kötü arzu ve isteklerden koruyan kimseye vaadettiği cennet ve Cemal'ini düşünmeli, bu dünya ile ahiretten hangisi tercih edilmeye layık ise o tercih edilmelidir.
Sekizincisi; Allah Teala'nın beraber olduğu düşünülmelidir.
Bu beraberlik iki nevidir.
- Biri umumi,
- diğeri hususidir.
Umumi beraberlik, Allah Teala'nın her şeyi bilmesi ve hiçbir şeyin O'na gizli kalmamasıdır.
Buradaki beraberlik hususi beraberliktir. Nitekim Allah Teala:
"Şüphe yok ki Allah, sabredenlerle beraberdir." (Bakara/153);
diğer bir ayette:
"Gerçekten Allah, takva sahipleriyle ve iyilik edenlerle beraberdir." (Nahl/128);
diğer bir ayette:
"Hiç şüphe yok ki, Allah, mutlaka iyilik yapanlarla beraberdir." (Ankebut/69) buyurmuştur.
O halde bu hususi beraberliğin dünyada ve ahirette -bir kimsenin ömrünün evvelinden sonuna kadar bütün arzu ve isteklerini tatmin etmesinden- ne kadar hayırlı ve faydalı olduğunu anlatmak mümkün değildir.
Buna göre, uyuyanın rüya görmesi veya geçici bir gölge kadar az olan bu ömürdeki üzüntülü ve kederli lezzet, nasıl olur da ebedi ve sonsuz lezzete tercih edilir?
Dokuzuncusu; ecelin ansızın gelmesinden korkarak devamlı hazırlıklı bulunmalıdır.
Zira ölümle, dünyevi ve uhrevi bütün işler ve ameller sona ermiş olur. O ne büyük bir hasret, ne büyük acı, ve ne kadar çetindir! Bunu ancak tecrübe edenler bilir.
Denildi ki:
"Ey nefsine göz açıp kapayıncaya kadar emin olmayan ve bir günü bile tam sevinçli olarak geçmeyen kimse, bu fani dünyayı ebedi ve baki olan ahirete tercih etmekten sakın!".
Onuncusu; belayı ve afiyeti düşünmelidir.
Gerçek bela, ancak günahlardır ve onların sonuçlarıdır.
Gerçek afiyet ise, ibadet ve taatlar ile onların sonuçlarıdır.
Ehl-i bela -her ne kadar bedenleri sağlam olsa da- günahkarlardır.
Ehl-i afiyet ise, -her ne kadar bedenleri hasta olsa da- ibadet ve taatta bulunanlardır.
Bir eserde ilim ehlinden biri dedi ki:
"Bela sahiplerini gördünüz mü hemen Allah'dan afiyet isteyin. Zira bela sahipleri, Allah'a karşı işledikleri günahları ve Allah'dan yüz çevirmeleri sebebiyle o belalara uğramışlardır."
En büyük belanın, günah olduğunda şüphe yoktur.
Fakat "bela" kelimesi, hem bedenlerdeki, hem de dindeki hastalıkları içine alır.
Onbirincisi; akıl ve dinî kuvvetlerin nefis ve heva kuvvetlerini mağlup edip, zaferi elde edinceye kadar cihada devam etmelidir.
Çünkü nefis ve heva kuvveti mağlup olunca, kulun dini, himmet ve gayreti kuvvetlenmiş olur.
Bir şeyin lezzetini tadan kimse, onu elde etmek için var kuvvetiyle çalışır. Ağır işlerde çalışmayı adet edinen kimsenin kuvveti ziyade olur. Bundan dolayı hammalların, demircilerin ve diğer ağır işlerde çalışanların günbe gün kuvvetlerinin arttığı görülür. Fakat manifaturacılık, terzilik gibi diğer meslek sahiplerinin kuvvetleri böyle değildir.
Cihadı tamamiyle terkeden kimsenin dinî kuvveti zayıflayıp, nefsi ve şehveti kuvvetlenir.
Nefsine ve hevasına üstünlüğü veren kimse, onların esiri olur.
Onikincisi; kötü düşüncelerden korunmalıdır.
İnsanın içine kötü düşünceler geldiğinde onları gidermeye, içinde barındırmamaya ve yerleştirmemeye çalışmalıdır. Çünkü kötü düşünceler, iflas etmiş olanların sermayesi olan bir takım temennilerdir. Bunlar insanın içine yerleştiğinde önce arzular olur, sonra kuvvetlenerek istekler olur, sonra kuvvetlenerek irade olur, sonra kuvvetlenerek istenilen azim ve kasd olur. Bu kötü istekleri, ilk anda savmak, fiiliyata dönüştükden sonra ve adet edinildikten sonra terk etmekten daha kolaydır.
Onüçüncüsü; insanı nefse ve hevaya uymaya çağıran ilişkilerin, arzu ve isteklerin tamamen kesilmesi murad edilmemiştir. Bilakis insanın arzu ve isteklerini Allah'ın muradının yerine getirilmesinde kullanmak suretiyle, kendisine faydalı olanlara sarfetmesi murad edilmiştir. Çünkü arzu ve isteklerin Allah yolunda kullanılması, şer ve masiyet yolunda kullanılmasını önler. Zira insan her şeyi Allah için yaparsa, Allah onu, nefsinin ve şeytanın şerrinden korur. Allah için kullanılmayan herşey nefis ve heva için kullanılmış olur.
- İlim Allah için olmazsa, nefis ve heva için olmuş olur.
- Amel, Allah için olmazsa, riya ve nifak için olur.
- Mal Allah'ın taatında harcanmazsa, şeytanın ve hevanın taatında harcanmış olur.
- Makam ve mevki Allah için kullanılmazsa, nefsin ve hevanın arzularında kullanılmış olur.
- Kuvvet Allah'ın emrinde kullanılmazsa, Allah'a isyan yolunda kullanılmış olur.
- Bir kimse kendini Allah için amel etmeye alıştırırsa ona Allah için amel etmek çok kolay gelir.
- Bir kimse de, kendisini nefsinin ve hevasının arzu ve istekleri için amel etmeye alıştırırsa ona Allah için amel etmek çok zor gelir.
Bütün işler böyledir. Allah yolunda malını harcamayı adet edinen kimsenin, meşru olmayan yolda malını harcaması mümkün değildir. Aksi de böyledir.
Ondördüncüsü; Allah Teala, kullarını, ayetleri hakkında düşünmeye teşvik etmiştir.
Ayetler iki kısımdır.
- Biri Kur'an-ı Kerimdeki ayetlerdir.
- Diğeri ise kainat ayetleridir, yani Allah'ın varlığına alâmet ve şahid olan bu alemdir.
Kur'an-ı Kerim ağır ağır okunmalı ve manası inceden inceye düşünülmelidir. Allah'ın varlığının, birliğinin ve sıfatlarının delili olan bu alemin yaradılışı düşünülmelidir. Bu ayetlerin hakim olduğu kalpde, şeytan, onun konuşması ve vesvesesi barınamaz.
Birincisi; Allah Teala'nın büyüklüğünü, herşeyi hakkıyla görüp kemaliyle işttiğini düşünerek Ona isyan edilmemesidir.
Bir kimsenin kalbinde Allah'ın azameti yerleşirse, kalbi onun günah işlemesine itaat etmez.
İkincisi; Allah Teala'nın muhabbetini kalpte daima hazır bulundurup, O'nun muhabbetinden dolayı günahın terk edilmesidir.
Zira seven bir kimse, sevdiğine itaat eder. Terkin en üstünü, sevenlerin terkidir. Nitekim taatın en üstünü de sevenlerin taatıdır.
Allah'ı sevdiğinden dolayı günahı terk edip O'na itaat eden ile Allah'ın azabından korktuğundan dolayı günahı terk edip O'na itaat eden arasında çok büyük fark vardır.
Üçüncüsü; Allah'ın nimetini ve ihsanını düşünmelidir.
Zira şerefli bir kimse kendisine iyilik edene kötülükde bulunamaz. Ancak kötü kimseler kendilerine yapılan iyiliğe karşı kötülükde bulunurlar. Buna göre Cenab-ı Hakk'ın ihsanını (iyiliğini) ve nimetini düşünerek, O'na karşı günah işlemekten haya edilmelidir.
Allah'ın ihsanı ve nimetleri sana inerken, senin günahların O'na yükselmektedir. Bir melek Allah'ın ihsanını ve nimetlerini sana indirirken diğer bir melek de senin günahlarını O'na götürmektedir.
İyiliğe karşı kötülük işlemek ne çirkin bir şeydir.
Dördüncüsü; Allah'ın gazabını ve intikamını düşünmelidir.
Zira Cenab-ı Hakk, kulu kendisine isyan etmekde devam ederse ona gazab eder. Bir defa da gazap etti mi -bu zayıf kul şöyle dursun- O'nun gazabının önüne hiçbir şey geçemez.
Beşincisi; Elden kaçanları düşünmelidir.
Günah işlemekle dünyanın ve ahiretin hayır ve saadeti elden kaçırılmış olur. Böyle günah işleyen kimseye fasık, facir gibi aklen, şer'an ve örfen en çirkin isimler verilip, ondan salih, müttaki gibi en güzel isimler alınır.
Günahlara devam edildiği takdirde, zerre kadarı dünyadan ve dünyada bulunanlardan kat kat daha hayırlı olan iman -Allah korusun- elden kaçabilir. Aklı başında olan bir kimse lezzeti gidip, günahı kalan kötü istek ve arzuları için böyle bir imanı nasıl satabilir?.
Bir hadis-i şerifde şöyle buyurulmuştur:
"Zina eden, zina ederken mü'min olarak zina etmiş olmaz."
Ashab-ı kiramdan bazıları:
"Zina edenden imanı çıkıp, başının üstünde gölge gibi durur. Tevbe ederse geri yerine döner". demişlerdir.
Tabiinden bazıları da şöyle demişlerdir:
"Zina edenden iman gömleğin çıktığı gibi çıkar, tevbe ederse onu tekrar giymiş olur."
Buhari'de peygamber efendimizden rivayet edilen bir hadis-i şerifde şöyle buyurulmaktadır:
"Fırın gibi altı geniş, üstü dar bir deliğe eriştik. Burada çıplak erkekler, çıplak kadınlar vardı. Yanımda olan iki meleğe, "bunlar kimdir?" diye sordum. Melekler de "Onlar zanilerdir." diye cevap verdi."
Çünkü onlar iman elbisesinden soyunmuşlardı. Onların kalplerindeki şehvet fırını gerçek fırına dönüşüp onları yakmaktaydı.
Altıncısı; kahretmeyi ve zaferi düşünmelidir.
Çünkü şehvetin kahredilip, şeytana karşı kazanılan zaferin tatlılığı, sevinci, ferahlığı bunları tadanın yanında, insanlardan olan düşmanına karşı elde edilen zaferden daha tatlı ve daha sevinçlidir.
Sonuç itibariyle övülmeye daha layıktır. Zira bu zafer, vücuddaki hastalığı Allah'ın inayetiyle giderip, sıhhata kavuşturan ilacın içilmesine benzer.
Yedincisi; Allah Teala'nın kendi rızası için haramları terkeden ve nefsini kötü arzu ve isteklerden koruyan kimseye vaadettiği cennet ve Cemal'ini düşünmeli, bu dünya ile ahiretten hangisi tercih edilmeye layık ise o tercih edilmelidir.
Sekizincisi; Allah Teala'nın beraber olduğu düşünülmelidir.
Bu beraberlik iki nevidir.
- Biri umumi,
- diğeri hususidir.
Umumi beraberlik, Allah Teala'nın her şeyi bilmesi ve hiçbir şeyin O'na gizli kalmamasıdır.
Buradaki beraberlik hususi beraberliktir. Nitekim Allah Teala:
"Şüphe yok ki Allah, sabredenlerle beraberdir." (Bakara/153);
diğer bir ayette:
"Gerçekten Allah, takva sahipleriyle ve iyilik edenlerle beraberdir." (Nahl/128);
diğer bir ayette:
"Hiç şüphe yok ki, Allah, mutlaka iyilik yapanlarla beraberdir." (Ankebut/69) buyurmuştur.
O halde bu hususi beraberliğin dünyada ve ahirette -bir kimsenin ömrünün evvelinden sonuna kadar bütün arzu ve isteklerini tatmin etmesinden- ne kadar hayırlı ve faydalı olduğunu anlatmak mümkün değildir.
Buna göre, uyuyanın rüya görmesi veya geçici bir gölge kadar az olan bu ömürdeki üzüntülü ve kederli lezzet, nasıl olur da ebedi ve sonsuz lezzete tercih edilir?
Dokuzuncusu; ecelin ansızın gelmesinden korkarak devamlı hazırlıklı bulunmalıdır.
Zira ölümle, dünyevi ve uhrevi bütün işler ve ameller sona ermiş olur. O ne büyük bir hasret, ne büyük acı, ve ne kadar çetindir! Bunu ancak tecrübe edenler bilir.
Denildi ki:
"Ey nefsine göz açıp kapayıncaya kadar emin olmayan ve bir günü bile tam sevinçli olarak geçmeyen kimse, bu fani dünyayı ebedi ve baki olan ahirete tercih etmekten sakın!".
Onuncusu; belayı ve afiyeti düşünmelidir.
Gerçek bela, ancak günahlardır ve onların sonuçlarıdır.
Gerçek afiyet ise, ibadet ve taatlar ile onların sonuçlarıdır.
Ehl-i bela -her ne kadar bedenleri sağlam olsa da- günahkarlardır.
Ehl-i afiyet ise, -her ne kadar bedenleri hasta olsa da- ibadet ve taatta bulunanlardır.
Bir eserde ilim ehlinden biri dedi ki:
"Bela sahiplerini gördünüz mü hemen Allah'dan afiyet isteyin. Zira bela sahipleri, Allah'a karşı işledikleri günahları ve Allah'dan yüz çevirmeleri sebebiyle o belalara uğramışlardır."
En büyük belanın, günah olduğunda şüphe yoktur.
Fakat "bela" kelimesi, hem bedenlerdeki, hem de dindeki hastalıkları içine alır.
Onbirincisi; akıl ve dinî kuvvetlerin nefis ve heva kuvvetlerini mağlup edip, zaferi elde edinceye kadar cihada devam etmelidir.
Çünkü nefis ve heva kuvveti mağlup olunca, kulun dini, himmet ve gayreti kuvvetlenmiş olur.
Bir şeyin lezzetini tadan kimse, onu elde etmek için var kuvvetiyle çalışır. Ağır işlerde çalışmayı adet edinen kimsenin kuvveti ziyade olur. Bundan dolayı hammalların, demircilerin ve diğer ağır işlerde çalışanların günbe gün kuvvetlerinin arttığı görülür. Fakat manifaturacılık, terzilik gibi diğer meslek sahiplerinin kuvvetleri böyle değildir.
Cihadı tamamiyle terkeden kimsenin dinî kuvveti zayıflayıp, nefsi ve şehveti kuvvetlenir.
Nefsine ve hevasına üstünlüğü veren kimse, onların esiri olur.
Onikincisi; kötü düşüncelerden korunmalıdır.
İnsanın içine kötü düşünceler geldiğinde onları gidermeye, içinde barındırmamaya ve yerleştirmemeye çalışmalıdır. Çünkü kötü düşünceler, iflas etmiş olanların sermayesi olan bir takım temennilerdir. Bunlar insanın içine yerleştiğinde önce arzular olur, sonra kuvvetlenerek istekler olur, sonra kuvvetlenerek irade olur, sonra kuvvetlenerek istenilen azim ve kasd olur. Bu kötü istekleri, ilk anda savmak, fiiliyata dönüştükden sonra ve adet edinildikten sonra terk etmekten daha kolaydır.
Onüçüncüsü; insanı nefse ve hevaya uymaya çağıran ilişkilerin, arzu ve isteklerin tamamen kesilmesi murad edilmemiştir. Bilakis insanın arzu ve isteklerini Allah'ın muradının yerine getirilmesinde kullanmak suretiyle, kendisine faydalı olanlara sarfetmesi murad edilmiştir. Çünkü arzu ve isteklerin Allah yolunda kullanılması, şer ve masiyet yolunda kullanılmasını önler. Zira insan her şeyi Allah için yaparsa, Allah onu, nefsinin ve şeytanın şerrinden korur. Allah için kullanılmayan herşey nefis ve heva için kullanılmış olur.
- İlim Allah için olmazsa, nefis ve heva için olmuş olur.
- Amel, Allah için olmazsa, riya ve nifak için olur.
- Mal Allah'ın taatında harcanmazsa, şeytanın ve hevanın taatında harcanmış olur.
- Makam ve mevki Allah için kullanılmazsa, nefsin ve hevanın arzularında kullanılmış olur.
- Kuvvet Allah'ın emrinde kullanılmazsa, Allah'a isyan yolunda kullanılmış olur.
- Bir kimse kendini Allah için amel etmeye alıştırırsa ona Allah için amel etmek çok kolay gelir.
- Bir kimse de, kendisini nefsinin ve hevasının arzu ve istekleri için amel etmeye alıştırırsa ona Allah için amel etmek çok zor gelir.
Bütün işler böyledir. Allah yolunda malını harcamayı adet edinen kimsenin, meşru olmayan yolda malını harcaması mümkün değildir. Aksi de böyledir.
Ondördüncüsü; Allah Teala, kullarını, ayetleri hakkında düşünmeye teşvik etmiştir.
Ayetler iki kısımdır.
- Biri Kur'an-ı Kerimdeki ayetlerdir.
- Diğeri ise kainat ayetleridir, yani Allah'ın varlığına alâmet ve şahid olan bu alemdir.
Kur'an-ı Kerim ağır ağır okunmalı ve manası inceden inceye düşünülmelidir. Allah'ın varlığının, birliğinin ve sıfatlarının delili olan bu alemin yaradılışı düşünülmelidir. Bu ayetlerin hakim olduğu kalpde, şeytan, onun konuşması ve vesvesesi barınamaz.