E
Çevrimdışı
Ebu & Dücane
Misafir
Diyanet’ten “Suriye’de cihat” konusunda fetvaYDH- Diyanet İşleri Başkanlığı “Suriye yönetimine karşı savaşmak cihat mıdır? Başka bir ülkeden cihat niyetiyle Suriye’ye gidip savaşırken ölen bir kişi ile ilgili hüküm nedir?” şeklindeki soruya cevap verdi.
Diyanet İşleri Başkanlığı “Suriye yönetimine karşı savaşmak cihat mıdır? Başka bir ülkeden cihat niyetiyle Suriye’ye gidip savaşırken ölen bir kişi ile ilgili hüküm nedir?” şeklindeki soruya cevap verdi.
Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu birçok ülkenin Suriye konusundaki politik tutumundan ve bu ülkelerdeki medyanın yayınlarından etkilenerek “Allah yolunca cihat” için Suriye yönetimiyle savaşmaya gidenlerin bulunduğu biliniyor.
Şimdiye kadar yaklaşık 10 Türk vatandaşının da “cihat” amacıyla gittiği Suriye’de hayatını kaybettiğine dair basında yer alan haberleri dikkate alarak Türkiye’deki tek resmi dini otorite olarak kabul edilen Diyanet İşleri Kurumuna Suriye yönetimine karşı savaşmanın cihat olup olmadığına ve “cihat” amacıyla bu ülkeye gidip hayatını kaybeden birinin şehit hükmünde olup olmayacağına ilişkin fetva sorduk.
Diyanet'in Farklı şekillerde yorumlanmaya müsait ifade ve örneklerle dolu uzun bir açıklamanın ardından “sorduğunuz soruyu, bu açıklama çerçevesinde değerlendirmenizi tavsiye ederiz” diyerek fetvayı, fetva soran kişiye verdirmeye çalışan açıklamasını hiçbir yorum yapmadan yayımlıyoruz.
Soru: “Suriye yönetimine karşı savaşmak cihat mıdır? Başka bir ülkeden cihat niyetiyle Suriye’ye gidip savaşırken ölen bir kişi ile ilgili hüküm nedir?”
Cevap:
Öncelikle size İslam'da cihat ve savaş hakkında aşağıdaki açıklamayı okumanızı tavsiye ederiz: Sözlükte çalışmak, uğraşmak, güç ve gayret sarf etmek, bir işi başarmak için elden gelen bütün imkanları kullanmak anlamlarına gelen cihat, bir kavram olarak, dini emirleri öğrenip ona göre yaşamak ve başkalarına öğretmek, iyiliği emredip kötülükten sakındırmaya ve İslam’ı tebliğe çalışmak, nefse ve dış düşmanlara karşı mücadele vermek anlamına gelmektedir.
Konu ile ilgili ayet ve hadislere bakıldığında, cihadın sadece savaşı ifade etmeyip, hayatın her safhasında iyilik için gayret etme, çalışma ve kötülüklerle mücadeleyi kapsadığı görülür.
Hz. Peygamber, “(Gerçek) mücahid nefsiyle savaşandır” buyurmuşlardır. Buna göre cihat; hayatın gayesi olarak Allah’a kulluk etmek, bu uğurda nefsin meşru olmayan arzularına karşı koymak ve şeytanla mücadele etmek, Allah ve Rasulü’nün koyduğu evrensel ölçülerin fert hayatında uygulanmasına, toplum hayatında da yaygınlaşmasına çalışmak, İslam’ı tebliğ etmek, ülke ve Müslümanları her türlü tehlike ve haksız saldırılara karşı savunmayı içeren kapsamlı bir kavram olup; kalp, dil, el ve beşeri aksiyonun ortaya konulduğu her türlü alet ve araçla yapılabilen eylem, davranış biçimidir.
Savaş ise, ancak zaruret halinde başvurulabilecek bir çözüm yoludur. Harbin sebepleri; Meşru müdafaa, azınlık durumundaki Müslümanlara zulmedilmesi, onların haklarının çiğnenmesi ve daha önce yapılan sulhun düşman tarafından bozulması şeklinde belirlenmiştir.
Nitekim Kur’an-ı Kerim’de “Size karşı savaş açanlara, siz de Allah yolunda savaş açın. Sakın aşırı gitmeyin, çünkü Allah aşırıları sevmez.” ; “Size ne oluyor da, Allah yolunda ve ‘Ey Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan şu memleketten çıkar, tarafından bize bir dost ver, katından bize bir yardımcı gönder’ diye yalvaran erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?” “Eğer antlaşmalarından sonra yeminlerini bozup dininize dil uzatırlarsa, küfrün önderleriyle savaşın. Çünkü onlar yeminlerine riayet etmeyen kimselerdir. Umulur ki vazgeçerler.” buyurulmaktadır.
Savaş, tebliğ aracı değildir. Kur’an’da, dinde zorlamanın olmayacağı, dileyenin iman edip, dileyenin ise İslam’ı kabul etmeyeceği genel ilke olarak belirtilmektedir. Hz. Peygamber de, insanları İslam’a zorlamak şöyle dursun, kendileri Müslüman olup da başka dinlerde kalan çocuklarını İslam’a girmeye zorlayan sahabiyi dahi ikaz etmiştir.
Yine Hz. Peygamber Necranlı Hıristiyanlarla yaptığı anlaşma gereği, onların dini sembollerini serbestçe sergilemelerine izin vermiş; diğer din mensuplarının Müslümanların mescidinde ibadetlerine müsaade etmiştir. Tarihimiz de bunun örnekleri ile doludur. Kendi toplumunda veya bulunduğu yerde inancı nedeniyle baskı gören Yahudi ve Hıristiyanlar, ecdadımızdan yardım istemişler ve onlara sığınmışlardır.
“… Fitne kalmayıncaya ve din yalnızca Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın.” mealindeki ayetle, baskı, anarşi, terör, toplum düzenini bozma gibi anlamlara gelen “fitne”yle mücadele edilmesi, toplumsal bir görev haline getirilmiştir. Ayetin devamında yer alan, “... vaz geçerlerse artık zulmedenlerden başkasına hiçbir düşmanlık yoktur.” ifadesi de, buradaki savaş emrinin anarşi, baskı ve zulümle mücadele bağlamında verildiğini açıkça göstermektedir.
Günümüz medeni toplumlarında da, inanca ve düşünceye karşı yapılan haksız baskı ve zulüm hoş görülmemiş; bu tür eylemler uluslar arası hukukun öngördüğü müeyyidelerle karşılanmıştır. Tebliğ, zor kullanma üzerine değil, güzellikle ikna temeline oturtulmuştur.
Kur’an-ı Kerim’de, “Ey Muhammed! Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle çağır, onlarla en güzel şekilde mücadele et...” buyurulmaktadır . Tebliğ metodunda zor kullanma ve tehdit değil, temenni ve öğüt verme hakim olmuştur.
Öyle ki, tarihe zulüm ve küfür timsali olarak damgasını vuran azılı din düşmanlarının bile, Allah’ın yoluna yumuşak ifadelerle davet edilmesi öğütlenmiştir. Çünkü iman ve Allah’a kulluk, kişinin hür iradesine bağlı bir seçimdir.
Bu nedenle herkes dilediği dini seçme, inanma ya da inanmama özgürlüğüne sahiptir. Din seçme konusunda böylesine bir serbesti getirmiş olan İslam’da, zorla, savaşla, insanlara İslam’ı kabul ettirmenin hedeflendiğini söylemek insafsızlık olur. Terör, İslam'da kesin olarak yasaklanmıştır. Temeli barış, uzlaşma, hoş görüye dayanan ve ismini de bu anlamlara gelen “İslam” kelimesinden alan yüce dinimiz, insanlar arasındaki ilişkileri sevgi, merhamet ve kardeşlik üzerine bina etmiş, sadece insanlara değil, yeryüzündeki bütün canlılara şefkatle yaklaşmamızı emretmiş; zulmü, azgınlık ve fenalığı yasaklamıştır.
Özellikle masum insanlara, yaşlılara, kadınlara, çocuklara; suçlu suçsuz ayırımı yapmadan cana, haklı haksız farkı gözetmeden mala yönelik terör ve tedhişi bir insanlık suçu kabul ederek, nereden ve kimden gelirse gelsin, adı ne olursa olsun şiddetle men etmiştir.
Hz. Peygamber, savaş ortamında bile Müslümanlarla savaşmayan gayri Müslim kadınların, çocukların, yaşlıların, ibadetleriyle meşgul din adamlarının öldürülmesini, hatta ibadethanelerinin yıkılmasını, ağaçların kesilmesini, hayvanların öldürülmesini yasaklamıştır.
Rasulullah, katıldığı gazvelerden birinde öldürülmüş bir kadın görmüş ve bunun üzerine kadınları ve çocukları öldürmeyi yasaklamıştır . Masum kimselerin kanını akıtan, korku ve dehşet salarak toplum düzenini bozan ve bir insanlık suçu olan terör ve tedhidin; İslam ve cihat kavramı ile hiçbir ilişkisi yoktur. Tam aksine cihat, terörle mücadeleyi de içine alan bir kavramdır. Mailinizde sorduğunuz soruyu, bu açıklama çerçevesinde değerlendirmenizi tavsiye ederiz.
Diyanet İşleri Başkanlığı “Suriye yönetimine karşı savaşmak cihat mıdır? Başka bir ülkeden cihat niyetiyle Suriye’ye gidip savaşırken ölen bir kişi ile ilgili hüküm nedir?” şeklindeki soruya cevap verdi.
Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu birçok ülkenin Suriye konusundaki politik tutumundan ve bu ülkelerdeki medyanın yayınlarından etkilenerek “Allah yolunca cihat” için Suriye yönetimiyle savaşmaya gidenlerin bulunduğu biliniyor.
Şimdiye kadar yaklaşık 10 Türk vatandaşının da “cihat” amacıyla gittiği Suriye’de hayatını kaybettiğine dair basında yer alan haberleri dikkate alarak Türkiye’deki tek resmi dini otorite olarak kabul edilen Diyanet İşleri Kurumuna Suriye yönetimine karşı savaşmanın cihat olup olmadığına ve “cihat” amacıyla bu ülkeye gidip hayatını kaybeden birinin şehit hükmünde olup olmayacağına ilişkin fetva sorduk.
Diyanet'in Farklı şekillerde yorumlanmaya müsait ifade ve örneklerle dolu uzun bir açıklamanın ardından “sorduğunuz soruyu, bu açıklama çerçevesinde değerlendirmenizi tavsiye ederiz” diyerek fetvayı, fetva soran kişiye verdirmeye çalışan açıklamasını hiçbir yorum yapmadan yayımlıyoruz.
Soru: “Suriye yönetimine karşı savaşmak cihat mıdır? Başka bir ülkeden cihat niyetiyle Suriye’ye gidip savaşırken ölen bir kişi ile ilgili hüküm nedir?”
Cevap:
Öncelikle size İslam'da cihat ve savaş hakkında aşağıdaki açıklamayı okumanızı tavsiye ederiz: Sözlükte çalışmak, uğraşmak, güç ve gayret sarf etmek, bir işi başarmak için elden gelen bütün imkanları kullanmak anlamlarına gelen cihat, bir kavram olarak, dini emirleri öğrenip ona göre yaşamak ve başkalarına öğretmek, iyiliği emredip kötülükten sakındırmaya ve İslam’ı tebliğe çalışmak, nefse ve dış düşmanlara karşı mücadele vermek anlamına gelmektedir.
Konu ile ilgili ayet ve hadislere bakıldığında, cihadın sadece savaşı ifade etmeyip, hayatın her safhasında iyilik için gayret etme, çalışma ve kötülüklerle mücadeleyi kapsadığı görülür.
Hz. Peygamber, “(Gerçek) mücahid nefsiyle savaşandır” buyurmuşlardır. Buna göre cihat; hayatın gayesi olarak Allah’a kulluk etmek, bu uğurda nefsin meşru olmayan arzularına karşı koymak ve şeytanla mücadele etmek, Allah ve Rasulü’nün koyduğu evrensel ölçülerin fert hayatında uygulanmasına, toplum hayatında da yaygınlaşmasına çalışmak, İslam’ı tebliğ etmek, ülke ve Müslümanları her türlü tehlike ve haksız saldırılara karşı savunmayı içeren kapsamlı bir kavram olup; kalp, dil, el ve beşeri aksiyonun ortaya konulduğu her türlü alet ve araçla yapılabilen eylem, davranış biçimidir.
Savaş ise, ancak zaruret halinde başvurulabilecek bir çözüm yoludur. Harbin sebepleri; Meşru müdafaa, azınlık durumundaki Müslümanlara zulmedilmesi, onların haklarının çiğnenmesi ve daha önce yapılan sulhun düşman tarafından bozulması şeklinde belirlenmiştir.
Nitekim Kur’an-ı Kerim’de “Size karşı savaş açanlara, siz de Allah yolunda savaş açın. Sakın aşırı gitmeyin, çünkü Allah aşırıları sevmez.” ; “Size ne oluyor da, Allah yolunda ve ‘Ey Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan şu memleketten çıkar, tarafından bize bir dost ver, katından bize bir yardımcı gönder’ diye yalvaran erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?” “Eğer antlaşmalarından sonra yeminlerini bozup dininize dil uzatırlarsa, küfrün önderleriyle savaşın. Çünkü onlar yeminlerine riayet etmeyen kimselerdir. Umulur ki vazgeçerler.” buyurulmaktadır.
Savaş, tebliğ aracı değildir. Kur’an’da, dinde zorlamanın olmayacağı, dileyenin iman edip, dileyenin ise İslam’ı kabul etmeyeceği genel ilke olarak belirtilmektedir. Hz. Peygamber de, insanları İslam’a zorlamak şöyle dursun, kendileri Müslüman olup da başka dinlerde kalan çocuklarını İslam’a girmeye zorlayan sahabiyi dahi ikaz etmiştir.
Yine Hz. Peygamber Necranlı Hıristiyanlarla yaptığı anlaşma gereği, onların dini sembollerini serbestçe sergilemelerine izin vermiş; diğer din mensuplarının Müslümanların mescidinde ibadetlerine müsaade etmiştir. Tarihimiz de bunun örnekleri ile doludur. Kendi toplumunda veya bulunduğu yerde inancı nedeniyle baskı gören Yahudi ve Hıristiyanlar, ecdadımızdan yardım istemişler ve onlara sığınmışlardır.
“… Fitne kalmayıncaya ve din yalnızca Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın.” mealindeki ayetle, baskı, anarşi, terör, toplum düzenini bozma gibi anlamlara gelen “fitne”yle mücadele edilmesi, toplumsal bir görev haline getirilmiştir. Ayetin devamında yer alan, “... vaz geçerlerse artık zulmedenlerden başkasına hiçbir düşmanlık yoktur.” ifadesi de, buradaki savaş emrinin anarşi, baskı ve zulümle mücadele bağlamında verildiğini açıkça göstermektedir.
Günümüz medeni toplumlarında da, inanca ve düşünceye karşı yapılan haksız baskı ve zulüm hoş görülmemiş; bu tür eylemler uluslar arası hukukun öngördüğü müeyyidelerle karşılanmıştır. Tebliğ, zor kullanma üzerine değil, güzellikle ikna temeline oturtulmuştur.
Kur’an-ı Kerim’de, “Ey Muhammed! Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle çağır, onlarla en güzel şekilde mücadele et...” buyurulmaktadır . Tebliğ metodunda zor kullanma ve tehdit değil, temenni ve öğüt verme hakim olmuştur.
Öyle ki, tarihe zulüm ve küfür timsali olarak damgasını vuran azılı din düşmanlarının bile, Allah’ın yoluna yumuşak ifadelerle davet edilmesi öğütlenmiştir. Çünkü iman ve Allah’a kulluk, kişinin hür iradesine bağlı bir seçimdir.
Bu nedenle herkes dilediği dini seçme, inanma ya da inanmama özgürlüğüne sahiptir. Din seçme konusunda böylesine bir serbesti getirmiş olan İslam’da, zorla, savaşla, insanlara İslam’ı kabul ettirmenin hedeflendiğini söylemek insafsızlık olur. Terör, İslam'da kesin olarak yasaklanmıştır. Temeli barış, uzlaşma, hoş görüye dayanan ve ismini de bu anlamlara gelen “İslam” kelimesinden alan yüce dinimiz, insanlar arasındaki ilişkileri sevgi, merhamet ve kardeşlik üzerine bina etmiş, sadece insanlara değil, yeryüzündeki bütün canlılara şefkatle yaklaşmamızı emretmiş; zulmü, azgınlık ve fenalığı yasaklamıştır.
Özellikle masum insanlara, yaşlılara, kadınlara, çocuklara; suçlu suçsuz ayırımı yapmadan cana, haklı haksız farkı gözetmeden mala yönelik terör ve tedhişi bir insanlık suçu kabul ederek, nereden ve kimden gelirse gelsin, adı ne olursa olsun şiddetle men etmiştir.
Hz. Peygamber, savaş ortamında bile Müslümanlarla savaşmayan gayri Müslim kadınların, çocukların, yaşlıların, ibadetleriyle meşgul din adamlarının öldürülmesini, hatta ibadethanelerinin yıkılmasını, ağaçların kesilmesini, hayvanların öldürülmesini yasaklamıştır.
Rasulullah, katıldığı gazvelerden birinde öldürülmüş bir kadın görmüş ve bunun üzerine kadınları ve çocukları öldürmeyi yasaklamıştır . Masum kimselerin kanını akıtan, korku ve dehşet salarak toplum düzenini bozan ve bir insanlık suçu olan terör ve tedhidin; İslam ve cihat kavramı ile hiçbir ilişkisi yoktur. Tam aksine cihat, terörle mücadeleyi de içine alan bir kavramdır. Mailinizde sorduğunuz soruyu, bu açıklama çerçevesinde değerlendirmenizi tavsiye ederiz.