Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

EBU MUAZ dan Murad Gezenler ve Ebu Zerkaya reddiye

E Çevrimdışı

ehlisünnet76

Üye
İslam-TR Üyesi
Ebu Muaz kendi sitesinde aktaracagim yaziyi kaleme almis...

Fıkıh Usulü Hakkındaki Bir İftiraya Cevap


Bazı kardeşlerimiz, selefin menhecine muhalefet eden iki muasırın arasında geçen bir konuşma kaydının internette yayınlandığını ve bu konuşmada benim ismimin geçtiğini bildirdiler ve konuyla ilgili bir cevap vermemi talep ettiler.

Bahsi geçen konuşmayı dinledim. Konuşmanın bir yerinde “On dört asırdır kelamcılardan alınan fıkıh usulü üzerinde ittifak edilmiş, tek ebu muaz buna karşı çıkarak bir fıkıh usulü yazmıştır” ya da bu manada bir söz söylenmiştir.

Bu iddia birçok yönden yanlışlar içermektedir:

1- Bu sözün sahibi de itiraf edecektir ki, kelamcıların ortaya koydukları fıkıh usulü, ne sahabe asrında ne tabiin asrında, ne tebeu’t-tabiin ve ne de ilk müçtehit imamlar zamanında yoktu. O halde sözün sahibinin beni sanki on dört asırlık bir icmaya muhalefet etmiş gibi lanse etmesini; şayet sözün sahibi buradaki hatalı ifadeyi itiraf etmezse bunda bir kasıt olduğunu düşünür ve hem bana, hem de hadis ehli menhecinden ayrılmayan imamlara iftira olarak kabul ederim. Bunun vebalini yüklenmek de kendisine yeter, üstüne bir şey söylemeye ihtiyaç duymam.

2- Birinci maddede anlattığım husus malum ve kabul edilen bir durum olduğuna göre, hiç kimsenin üstünlüğüne şahitlik edilmiş olan ilk üç asırdan sonra kelamcılar tarafından ortaya konulmuş usul kaidelerini ümmete bağlayıcı kılmaya hakkı yoktur.

3- Sözün sahibi, Altın Kaideler adlı kitabımı kastetmektedir. Bu kitabımı internette web sayfamda pdf formatında yayınlamaktayım ve herkesin mütalaasına açıktır. Bu kitabı okuyanlar açıkça göreceklerdir ki, zikrettiğim bütün kaideler ya vahyin naslarından ve sahabenin menhecinden istinbat edilmiş, yahut ehl-i hadis alimleri tarafından Kur’an ve sünnete arz edilerek ikrar edilmiş kaidelerdir. Her kaide için de, nereden aldığımı belirterek kaynağını zikretmiş bulunuyorum. Bu da gösteriyor ki, kitapta zikrettiğim hiçbir kaideyi – haşa – kendim uydurmadım, benden önceki hadis ehlinden naklettim. Dolayısıyla Allaha hamd olsun, on dört asırlık hiçbir icmaya muhalefetim söz konusu değildir. Bilakis bu çalışmamda delile değil de zanna uyan çoğunluğun muhalefetine itibar etmeksizin, İslam tarihinin taklit, cehalet ve vahye muhalefet karanlığına gömüldüğü dönemlerinde, her asırda gelen müceddidlerin vahye ittibayı ihya ve dinin tagyir edilmiş değerlerini ıslah için mücadelede tuttukları yolu esas aldım.

4- Bu konuda kelamcıların metoduna muhalif olarak fıkıh usulü eserini ilk olarak da ben koymadım. Lakin hadis ehlinin tarzı ile mezhepçi fakihlerin tarzı aynı olmadığı için İmam Şafii’nin er-Risale’si, Hatib el-Bağdadi’nin el-Fakih ve’l-Mutefekkih’i, İbn Abdilberr’in Camiu Beyani’l-İlm’i, İbn Hazm’ın el-İhkam’ı vd. eserler, konuya kelamcılardan devraldıkları gözlük çerçevesinin dışından bakamayanlar için fıkıh usulü adına bir şey ifade etmeyebilir. Hatta Buhari ve diğer muhaddislerin hadis kitaplarında koydukları bab başlıklarını ve akide ile ameli meseleleri birbirinden ayrı görmeyen selefin Usulu İtikadi Ehli’s-Sunne, el-İbane, Sarihu’s-Sunne, Zemmu’l-Kelam, Savnu’l-Mantık gibi akide kitabı olmakla daha fazla meşhur olan kitaplarını dahi bu konuda değerlendirmeyebilirler. Bunun neticesi olarak da muteahhirinden; yemen müceddidleri San’ani ve Şevkani’nin, hicaz müceddidi Muhammed b. Abdilvehhab’ın, muhaddislerin edibi Şankıti’nin, Mağrib diyarının müceddidi Takıyuddin Hilali’nin, hind-pakistan bölgesi müceddidlerinden Sıddık Hasen’in, Mubarekfuri ve Bediuddin Şah, Sindi’nin, yemen diyarının muhaddisi Şeyh Mukbil’in ve şam diyarının muhaddisi el-Elbani’nin – Allah hepsine rahmet etsin - fıkıh usulüne dair söz ve eserlerini, kabuk bağlamış zihniyetlerine muhalif gördüklerinden, “şaz görüşler” olarak değerlendirebilir, İbn Useymin ve İbn Baz – rahimehumallah – gibi, büyük hamleleri olmasına rağmen, içinde bulundukları olumsuz şartların tam anlamıyla dışına çıkamamış alimleri de kendileriyle aynı çerçeve içinde görebilirler.

5- Biz hadis ehli olarak, kelamcı ve felsefecilerin çizdiği sınırlarda gezinen “şaz” tanımının üzerine sifon çekeriz. Bizim, içine batıl karışmamış olan asrı saadet döneminden bildiğimiz şazlık; çoğunluğa değil, delile muhalefettir. Batıl içinde debelenenlerin şazlık tarifinde ölçüsü ise; delile muvafık olsun ya da muhalif olsun, aldırmaksızın; cumhura muhalefettir. Tıpkı demokratik sistemlerde olduğu gibi! Zira demokrasilerde de halkın çoğunluğunun görüşü esas alınır ve buna aykırı olanlar muhalif – şaz kabul edilir. Böyle bir tanımı Kur’an, sünnet ve sahabenin menheci reddeder.

Kitaptan delili: Allah Azze ve Celle: “Yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan seni Allah’ın yolundan saptırırlar” (En’am 116) Bu manada daha birçok ayet vardır, malum ve meşhurdur.

Sünnetten delili: Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in Mekkeli cumhura muhalefet etmekle ortaya koyduğu sünnet bizim için din olmuştur.

Sahabe menhecinden delili: Ebu Hureyre radıyallahu anh ve diğer sahabelerin, başkalarının işitmediği ve bilmediği hadisleri rivayet etmeye devam etmeleri, bu konuda boğazlarına kılıç dayansa bile bundan vazgeçmeyeceklerini söylemeleri, İbn Abbas radıyallahu anhuma'nın Ebu Bekr ve Ömer radıyallahu anhuma'nın uygulamasının aksine hadisle amel etmesi, İbn Mesud radıyallahu anh’ın: “Tek başına bile olsan, Kur’an ve sünnete uyduğun sürece cemaat sensin, hak seninledir” demesidir. Bunların tahricini adı geçen Altın Kaideler Şerhi çalışmamda görebilirsiniz.

6- Minare çalmak bizim işimiz olmadığı için ona kılıf uydurmaya çalışmakla da uğraşacak değiliz. Dolayısıyla “Bütün fıkıh usulü kitapları ya kelamcıların yazdıkları kitaplardır ya da onlardan faydalanılarak derlenmiş kitaplardır” sözü, biz hadis ehli selefileri işkale sokmaz. Bunun altında ezilecek olan olsa olsa mezhepçilik pisliği içinde yüzen, batıl kıyası savunan ve “selefiyiz” diye halkı aldatan sahtekarlardır. Çünkü bizim selefte gördüğümüz; akide ile fıkhı birbirinden ayırmadıklarıdır. Onlar fıkhı ve ameli meseleleri akide ve imanın dışında görmedikleri için fıkıh usulü diye ayrı bir branş oluşturmamışlardır. Bu yüzden selefte ve hakiki selefilerde “Fıkıh usulü kitabı” adıyla bir kitap aramak, zihinlere çöreklenmiş kötü alışkanlıkların eseridir. Allahın hakka hidayet ettiği kimseler için bütün faydalı ilimler Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hadislerindedir. Hadislerden bağımsız ne bir tefsir, ne akide, ne fıkıh ve ne de edep ilimleri edinmek mümkündür. Geçmişte kelamcıların bir çoğuna bu hakikati görmek nasip edilmiş ve onlar geçmişlerine kalem çekerek hadise yönelmişlerdir. Ancak görünen o ki, hâlâ çöplüklerde gezenler sahiplerinin üzerine kalem çektiği müsveddeleri tecrübe etmek istiyorlar!

7- Bahsi geçen iki konuşmacı aslen, cehaletin özür sayılıp sayılmaması meselesinde bir zemin üzerinde buluşma çabasıyla fıkıh usulü konusu üzerinde münazara yapmaktadırlar. Benim bid’at ehliyle münazaraya dahil olma gibi bir niyetim yoktur. Zira Selefin menhecinde bu metod kınanmıştır. Lakin hakkı arzu edenler için şu tavsiyeyi yapabilirim: Din, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem hayatta iken tamamlandı ve bütün asırlarda ihtiyaç olan herşeyi kapsayacak şekilde kamil olduğu bildirildi. Ne arıyorsak, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in hayatında olanlarda bulmaya çalışmak gerekir. Bunu yaptığımız takdirde ortak zemin oluşur. Bunun dışındaki her zeminden bizler uzağız.

Ebu Muaz el-Çubukabadî
 
Üst Ana Sayfa Alt