E
Çevrimdışı
ebufaris kurdi
Misafir
EBU ÖMER’İN HİKAYESİ:İŞKENCE VE YARGISIZ İNFAZ IRAK VE SURİYE ÖRNEĞİ
MAZLUMDER’de sıradan bir çalışma günüydü, Arapça konuşan bir başvurucunun geldiğini, avukatın başvurucu ile dil sorunu yaşadığını bana ilettiler. Başvurucuyu ilk gördüğümde topallayarak yürüdüğünü fark ettim, bir gözünde sola doğru kayma ve yüzünde çeşitli yara izleri görünüyordu.
Iraklı, Bağdat’ın eski ve köklü Sünni ailelerinden Geylani’nin soyundan gelenlerden biri olduğunu söyledi. Yüzlerce yıllık Bağdatlı olduğunu söyleyen başvurucu kendisine Ebu Ömer’ dememizi, gerçek adını medyaya vermememizi istedi bizden.
Ebu Ömer Bağdat’ta çalışan bir emlakçıdır, eşi ise Bağdat üniversitesinde Mimarlık fakültesinde hocadır. Sünni bir mahallede ikamet eden Ebu Ömer’in bulunduğu bölge Amerikan güçlerinin ve Şii milislerin çok yoğun saldırılarına maruz kalmaktadır.
Ebu Ömer anlatıyor;
“Mahallemizde namaz vakti dışında ezanlar okunmaya başlanmışsa bu Şii milislerin saldırıya geçtiği anlamına gelmektedir. Bu ezanları duyan herkes çatılara mevzilenir. Milisler mahalle içlerine girebilirse dükkanlar yağmalanır ve yakalanan Sünni erkekler kaçırılır. Amerikalıların bu olaylara müdahale etmeden bu olayları arkadan izlediklerine şahit olurduk. Ancak Şii milisleri püskürtecek derecede bir direniş yaşanırsa mahallede, Amerikalılar bölgeye girer ve tutuklama yaparlardı.”
2006 yılı Ocak ayında yine bu baskınlardan birinde dükkanında bulunan Ebu Ömer, Bedir Tugaylarının saldırısına uğrar, dükkanına giren milisler Ebu Ömer’e yakın mesafeden tabanca ile 3 el ateş ederler. Resimlerde görülen kurşun yaraları bu saldırıdan kalmadır.
Bu olayın ardından hastaneye gitmeye korkan Ebu Ömer bir müddet evinde tanıdık bir doktor tarafından tedavi edilir, ancak daha ciddi cerrahi müdahale gerektiği için Dubai’ye gitmek durumunda kalır.
Dubai’de tedavisi yapılmış, yaralı da olsa Bağdat’taki hayatına geri dönmüştür Ebu Ömer. Bağdat’ta uzun süredir alacaklı olduğu Şii bir müşterisini 2007 Ocak ayında arar ve ‘parasını ne zaman vereceğini’ sorar. Borçlu ertesi gün için Bağdat’ın merkezi bir yerinde randevu verir.
Ertesi gün buluşma yerine giden Ebu Ömer taksiden iner inmez başının arkasına sert bir cisimle vurulur ve arkada kendisini bekleyen iki araca konulur. Aracın içerisindekiler maskeli ve siyah elbiselidir, bu kıyafetler Mehdi Ordusu isimli milis grubundan olduklarını göstermektedir.
Aracın içerisinde yol boyunca dayak yiyen Ebu Ömer Bağdat’ın Sadr bölgesinde bir eve getirilir. Şiilerin yoğun olarak yaşadığı bölge fakir ve çeşitli suç şebekelerinin kol gezdiği bir yerdir. Bu mahallede sıradan bir eve konulur, evin içerisinde kadınlar ve çocuklar bulunmaktadır. “Bu sivil evlerde çok sayıda Sünni infaz edilmiştir” diyor Ebu Ömer.
Evler küçük ve kalabalıktır, çok sayıda çocuk ve kadın vardır etrafta. Ebu Ömer, “bu evde çok ağır işkenceye maruz kaldım, beni ayağımdan ters bir şekilde kaldırarak askıya aldılar, dayak atıyorlar, hakaret ve küfürler işitiyorum, evde sigara içen kadınlar var ve benim üstümde sigaralarını söndürüyorlar, iki çene dişimi söktüler, matkap var ellerinde.. Matkapla eklem yerlerinin delindiğini duymuştum. Ancak, çok şükür, matkap çalışmıyor, çalışmayan matkapla başıma vuruyorlar, yüzüm kan içinde, sol gözümdeki kaymanın nedeni o gün kafama vurulan darbelerdir” diyor. Vücudundaki sigara söndürülen yerleri, sökülmüş diş yerlerini ve vücuduna matkapla vurulan yerleri gösteriyor bize Ebu Ömer.
Bir hafta süren bu ağır işkence sürecinde Ebu Ömer’in ailesi Mehdi Ordusuyla bağlantıya geçer ve 55.000 $ (ellibeşbindolar) fidye ile ölü bir vaziyette bir yol kenarına atılarak serbest bırakılır Ebu Ömer.
Bu olayın ardından artık Bağdat’ta yaşayamayacağını anlayan Ebu Ömer 2007 yılında ailesiyle beraber Suriye’nin başkenti Şam’a göç eder. Şam’da ikamet etmeye başlayan Ebu Ömer’in eşi de Şam Üniversitesinde çalışmaya başlar. Bu arada Birleşmiş Milletlere başvurmuş ve Almanya Ebu Ömer’i tedavi için kabul etmiştir. Çünkü Ebu Ömer’in vücudunda acil tedavi ve cerrahi müdahale gerektiren çok sayıda sorun vardır artık.
2007 yılından 2010 yılına kadar Şam’da ikamet eden Ebu Ömer’i Mayıs 2010’da Almanya’ya gitmesine birkaç gün kala bir İtalyan TV kanalı ziyaret eder ve söz konusu işkencelerle ilgili çekim yapar. Ebu Ömer röportajda işkenceleri yapanların Irak’taki Şii milis gruplar olduğunu söyler. Bu röportaj Suriye medyasına da yansır ve gece vakti evine yapılan baskınla Suriye Muhaberatı tarafından tutuklanır.
“Muhaberat beni havalimanı yolunda Fer’a Filistin denilen bir merkeze götürdü. Burası yüksek bir binadır ve binanın içine araçla giriliyor. Araçla yerin altına doğru gidiliyor ve yerin altında kat kat hücrelerden oluşan dev bir cezaevi var. Her katta yaklaşık 70-80 hücre bulunuyor. Beni buradaki hücrelerden birine atıyorlar, sürekli işkence sesleri duyuyorum, kadınlar ve çocuklar da var hücrelerde ve onların inlemelerini de duyuyorum.”
“Burada beni askıya alıyorlar, sorgulama yapıyorlar. El-kaide, Irak Direnişi, Selefi, Feth-ul İslam gibi gruplarla bağlantım olup olmadığı sürekli soruluyor. Benim ‘Suriye’de ikamet etmeme rağmen Suriye’ye karşı nankörlük ettiğimi ve medyaya konuştuğumu’ söylüyorlar. Elektrik veriyorlar vücuduma (bu arada ayaklarındaki mor noktaları gösteriyor bize), sürekli mezhebi sorular soruyorlar, oğlumun adının Ömer olduğunu öğrendikleri zaman küfürler ediyorlar bana, Sünnilere yönelik ağır küfürler söylüyorlar, beni ‘Seydi Zeynep’te bulunan Mehdi Ordusunun ofisine götüreceklerini’ söylüyorlar, ‘seni biz burada öldürürdük ancak Irak’takilere göndereceğiz onlar senin hakkından gelecek’ diyorlar. Ben BM’nin bana mültecilik statüsü verdiğini Almanya’ya gideceğimi söylüyorum, onlar ‘BM’yi umursamadıklarını burada kararları kendilerinin verdiğini’ söylüyorlar.”
“Hücrelerde böcekler vardı ve yemek olarak bir parça ekmek ve yanında yenilemeyecek türden küçük şeyler verirlerdi. Diğer koğuşlarda kalanlarla konuşabiliyorduk ve orada bulunanlar arasında tedaviye muhtaç hastalar da vardı. Bir ara beni önemli kişilerin kaldığı kattaki hücrelere koydular, burada çok sayıda üst düzey örgüt yöneticileri vardı, buradakilerin çoğu Irak’taki direniş gruplarındandı, sonrasında benden bunlarla ilgili telefon vs. bir şey öğrenip öğrenmediğimi sordular. Hapishane Sünnilerle ve İslamcı örgüt üyeleriyle doluydu ve namaz kılmak kesinlikle yasaktı.”
Yaşanan işkencelerden sonra beni bir hastaneye kaldırdılar, burası askeri hastaneydi ve kimseyle görüştürülmüyordum.”
2010 yılında Suriye’de hapiste geçen 15 gün sonra Mayıs ayında Bağdat’a iade için havalimanı yolunda başka bir karakola götürülür Ebu Ömer. Burada cebinde bulunan son parasını bir görevliye rüşvet vermek suretiyle telefon açmasına izin verilir. Kız kardeşini arar ve Bağdat’a iade edileceğini söyler.
Ebu Ömer’in kız kardeşi ailenin elindeki son kalmış paralarını toparlar, biraz da aile dostlarında da borç isteyerek Şam’daki havalimanına gelir. Bağdat uçağı kalkmadan Suriye’deki emniyet makamlarına 120.000 $ rüşvet verir. Zira Bağdat’a iadesi ve Bağdat’taki güvenlik güçlerinin eline geçmesi Ebu Ömer’in ölmesi demektir. Verilen rüşvet sayesinde son anda Bağdat değil Süleymaniye uçağına bindirilen Ebu Ömer, Irak Kürdistan’ına gider ve burada herhangi bir sıkıntıyla karşılaşmadan İstanbul’a gelir.
Ailesini de İstanbul’a getiren Ebu Ömer Birleşmiş Milletlere başvurur ve Birleşmiş Milletler tedavi için Ebu Ömer’i üçüncü bir ülkeye gönderme kararını yineler. Halen zor yürüyen ve yaralı olan Ebu Ömer bu günlerde Türkiye’den tedavi için üçüncü bir ülkeye gitmeye hazırlanıyor
MAhmet Zeki OLAŞ
AZLUMDER Dış İlişkiler Komite Başkanı
PRESSMEDYA
MAZLUMDER’de sıradan bir çalışma günüydü, Arapça konuşan bir başvurucunun geldiğini, avukatın başvurucu ile dil sorunu yaşadığını bana ilettiler. Başvurucuyu ilk gördüğümde topallayarak yürüdüğünü fark ettim, bir gözünde sola doğru kayma ve yüzünde çeşitli yara izleri görünüyordu.
Iraklı, Bağdat’ın eski ve köklü Sünni ailelerinden Geylani’nin soyundan gelenlerden biri olduğunu söyledi. Yüzlerce yıllık Bağdatlı olduğunu söyleyen başvurucu kendisine Ebu Ömer’ dememizi, gerçek adını medyaya vermememizi istedi bizden.
Ebu Ömer Bağdat’ta çalışan bir emlakçıdır, eşi ise Bağdat üniversitesinde Mimarlık fakültesinde hocadır. Sünni bir mahallede ikamet eden Ebu Ömer’in bulunduğu bölge Amerikan güçlerinin ve Şii milislerin çok yoğun saldırılarına maruz kalmaktadır.
Ebu Ömer anlatıyor;
“Mahallemizde namaz vakti dışında ezanlar okunmaya başlanmışsa bu Şii milislerin saldırıya geçtiği anlamına gelmektedir. Bu ezanları duyan herkes çatılara mevzilenir. Milisler mahalle içlerine girebilirse dükkanlar yağmalanır ve yakalanan Sünni erkekler kaçırılır. Amerikalıların bu olaylara müdahale etmeden bu olayları arkadan izlediklerine şahit olurduk. Ancak Şii milisleri püskürtecek derecede bir direniş yaşanırsa mahallede, Amerikalılar bölgeye girer ve tutuklama yaparlardı.”
2006 yılı Ocak ayında yine bu baskınlardan birinde dükkanında bulunan Ebu Ömer, Bedir Tugaylarının saldırısına uğrar, dükkanına giren milisler Ebu Ömer’e yakın mesafeden tabanca ile 3 el ateş ederler. Resimlerde görülen kurşun yaraları bu saldırıdan kalmadır.
Bu olayın ardından hastaneye gitmeye korkan Ebu Ömer bir müddet evinde tanıdık bir doktor tarafından tedavi edilir, ancak daha ciddi cerrahi müdahale gerektiği için Dubai’ye gitmek durumunda kalır.
Dubai’de tedavisi yapılmış, yaralı da olsa Bağdat’taki hayatına geri dönmüştür Ebu Ömer. Bağdat’ta uzun süredir alacaklı olduğu Şii bir müşterisini 2007 Ocak ayında arar ve ‘parasını ne zaman vereceğini’ sorar. Borçlu ertesi gün için Bağdat’ın merkezi bir yerinde randevu verir.
Ertesi gün buluşma yerine giden Ebu Ömer taksiden iner inmez başının arkasına sert bir cisimle vurulur ve arkada kendisini bekleyen iki araca konulur. Aracın içerisindekiler maskeli ve siyah elbiselidir, bu kıyafetler Mehdi Ordusu isimli milis grubundan olduklarını göstermektedir.
Aracın içerisinde yol boyunca dayak yiyen Ebu Ömer Bağdat’ın Sadr bölgesinde bir eve getirilir. Şiilerin yoğun olarak yaşadığı bölge fakir ve çeşitli suç şebekelerinin kol gezdiği bir yerdir. Bu mahallede sıradan bir eve konulur, evin içerisinde kadınlar ve çocuklar bulunmaktadır. “Bu sivil evlerde çok sayıda Sünni infaz edilmiştir” diyor Ebu Ömer.
Evler küçük ve kalabalıktır, çok sayıda çocuk ve kadın vardır etrafta. Ebu Ömer, “bu evde çok ağır işkenceye maruz kaldım, beni ayağımdan ters bir şekilde kaldırarak askıya aldılar, dayak atıyorlar, hakaret ve küfürler işitiyorum, evde sigara içen kadınlar var ve benim üstümde sigaralarını söndürüyorlar, iki çene dişimi söktüler, matkap var ellerinde.. Matkapla eklem yerlerinin delindiğini duymuştum. Ancak, çok şükür, matkap çalışmıyor, çalışmayan matkapla başıma vuruyorlar, yüzüm kan içinde, sol gözümdeki kaymanın nedeni o gün kafama vurulan darbelerdir” diyor. Vücudundaki sigara söndürülen yerleri, sökülmüş diş yerlerini ve vücuduna matkapla vurulan yerleri gösteriyor bize Ebu Ömer.
Bir hafta süren bu ağır işkence sürecinde Ebu Ömer’in ailesi Mehdi Ordusuyla bağlantıya geçer ve 55.000 $ (ellibeşbindolar) fidye ile ölü bir vaziyette bir yol kenarına atılarak serbest bırakılır Ebu Ömer.
Bu olayın ardından artık Bağdat’ta yaşayamayacağını anlayan Ebu Ömer 2007 yılında ailesiyle beraber Suriye’nin başkenti Şam’a göç eder. Şam’da ikamet etmeye başlayan Ebu Ömer’in eşi de Şam Üniversitesinde çalışmaya başlar. Bu arada Birleşmiş Milletlere başvurmuş ve Almanya Ebu Ömer’i tedavi için kabul etmiştir. Çünkü Ebu Ömer’in vücudunda acil tedavi ve cerrahi müdahale gerektiren çok sayıda sorun vardır artık.
2007 yılından 2010 yılına kadar Şam’da ikamet eden Ebu Ömer’i Mayıs 2010’da Almanya’ya gitmesine birkaç gün kala bir İtalyan TV kanalı ziyaret eder ve söz konusu işkencelerle ilgili çekim yapar. Ebu Ömer röportajda işkenceleri yapanların Irak’taki Şii milis gruplar olduğunu söyler. Bu röportaj Suriye medyasına da yansır ve gece vakti evine yapılan baskınla Suriye Muhaberatı tarafından tutuklanır.
“Muhaberat beni havalimanı yolunda Fer’a Filistin denilen bir merkeze götürdü. Burası yüksek bir binadır ve binanın içine araçla giriliyor. Araçla yerin altına doğru gidiliyor ve yerin altında kat kat hücrelerden oluşan dev bir cezaevi var. Her katta yaklaşık 70-80 hücre bulunuyor. Beni buradaki hücrelerden birine atıyorlar, sürekli işkence sesleri duyuyorum, kadınlar ve çocuklar da var hücrelerde ve onların inlemelerini de duyuyorum.”
“Burada beni askıya alıyorlar, sorgulama yapıyorlar. El-kaide, Irak Direnişi, Selefi, Feth-ul İslam gibi gruplarla bağlantım olup olmadığı sürekli soruluyor. Benim ‘Suriye’de ikamet etmeme rağmen Suriye’ye karşı nankörlük ettiğimi ve medyaya konuştuğumu’ söylüyorlar. Elektrik veriyorlar vücuduma (bu arada ayaklarındaki mor noktaları gösteriyor bize), sürekli mezhebi sorular soruyorlar, oğlumun adının Ömer olduğunu öğrendikleri zaman küfürler ediyorlar bana, Sünnilere yönelik ağır küfürler söylüyorlar, beni ‘Seydi Zeynep’te bulunan Mehdi Ordusunun ofisine götüreceklerini’ söylüyorlar, ‘seni biz burada öldürürdük ancak Irak’takilere göndereceğiz onlar senin hakkından gelecek’ diyorlar. Ben BM’nin bana mültecilik statüsü verdiğini Almanya’ya gideceğimi söylüyorum, onlar ‘BM’yi umursamadıklarını burada kararları kendilerinin verdiğini’ söylüyorlar.”
“Hücrelerde böcekler vardı ve yemek olarak bir parça ekmek ve yanında yenilemeyecek türden küçük şeyler verirlerdi. Diğer koğuşlarda kalanlarla konuşabiliyorduk ve orada bulunanlar arasında tedaviye muhtaç hastalar da vardı. Bir ara beni önemli kişilerin kaldığı kattaki hücrelere koydular, burada çok sayıda üst düzey örgüt yöneticileri vardı, buradakilerin çoğu Irak’taki direniş gruplarındandı, sonrasında benden bunlarla ilgili telefon vs. bir şey öğrenip öğrenmediğimi sordular. Hapishane Sünnilerle ve İslamcı örgüt üyeleriyle doluydu ve namaz kılmak kesinlikle yasaktı.”
Yaşanan işkencelerden sonra beni bir hastaneye kaldırdılar, burası askeri hastaneydi ve kimseyle görüştürülmüyordum.”
2010 yılında Suriye’de hapiste geçen 15 gün sonra Mayıs ayında Bağdat’a iade için havalimanı yolunda başka bir karakola götürülür Ebu Ömer. Burada cebinde bulunan son parasını bir görevliye rüşvet vermek suretiyle telefon açmasına izin verilir. Kız kardeşini arar ve Bağdat’a iade edileceğini söyler.
Ebu Ömer’in kız kardeşi ailenin elindeki son kalmış paralarını toparlar, biraz da aile dostlarında da borç isteyerek Şam’daki havalimanına gelir. Bağdat uçağı kalkmadan Suriye’deki emniyet makamlarına 120.000 $ rüşvet verir. Zira Bağdat’a iadesi ve Bağdat’taki güvenlik güçlerinin eline geçmesi Ebu Ömer’in ölmesi demektir. Verilen rüşvet sayesinde son anda Bağdat değil Süleymaniye uçağına bindirilen Ebu Ömer, Irak Kürdistan’ına gider ve burada herhangi bir sıkıntıyla karşılaşmadan İstanbul’a gelir.
Ailesini de İstanbul’a getiren Ebu Ömer Birleşmiş Milletlere başvurur ve Birleşmiş Milletler tedavi için Ebu Ömer’i üçüncü bir ülkeye gönderme kararını yineler. Halen zor yürüyen ve yaralı olan Ebu Ömer bu günlerde Türkiye’den tedavi için üçüncü bir ülkeye gitmeye hazırlanıyor
MAhmet Zeki OLAŞ
AZLUMDER Dış İlişkiler Komite Başkanı
PRESSMEDYA