I
Çevrimdışı
"iNŞiRaH"
Misafir
Edep tabiri değişik vesilelerle günlük hayatımızda varlığını gösterir. Hatırımıza gelen bazı tabirleri zikredersek, mesela, bizde ahlaki duruşuyla saygı uyandıran kişilere müeddep, İlahî kudretin ve sosyal adetlerin farkına varmadan yaşayan kişilere edepsiz, güzel davranışa sevk etme haline te’dip, ince ve zarif sözlü kimseye edip ve bu lisani güzelliklerin ilmi sahadaki adına edebiyat denilmesi, bizdeki edebe verilen ehemmiyetin hemencecik aklımıza gelen numunelerindendir. Ayrıca edep kaidelerinin geneline adap, cemiyet hayatımızda dikkat edilmesi gereken görgü kurallarının adab-ı muaşeret şeklinde isimlendirilmesi, edep kelimesinin hayatımızdaki yerini gösteren örneklerdendir.
Örfümüzde ahlaki tüm güzellikler edep kelimesiyle özetlenmiş ve artık ahlak denilince edep, edep denilince ahlak anlaşılır olmuş. Edep kelimesi bize Arapçadan geçtiği halde Türkçeleşmiştir.
Alimler Cenab-ı Hakk’ın ayetlerini ayat-ı ilmiye ve ayat-ı kevniyye olmak üzere iki kısma ayırmışlar. Ayat-ı ilmiye, Hak Teala’nın melekleri vasıtasıyla peygamberlerine vahyettiklerine; ayat-ı kevniyye ise kainattaki bütün varlıklardaki tecellisine deniliyor.
İşte edep, bu varlık aleminde kişinin idraki ve ayetlerle uyum halinde yaşamasıdır. Dolayısıyla ahlaki güzellikleri ve edebi ekstradan bir şeymiş gibi görmek veya dindar olmayı edepten farklı gibi telakki etmek fevkalade yanlıştır. Din edeptir, edep dindir; ayrılık gayrılık yoktur.
Ahlak, hulk (yaratılış, yaratılma) kelimesinden türemiştir. Bu hususa dikkat çeken tasavvuf büyükleri ahlak için “Seni hâlık (yaratıcı) ile mahluk (yaratılmış) arasında daima rızaya uygun harekete muvaffak kılan edeptir” şeklinde tarifler yapmışlardır.
“Edep Ya Hu” yazısını gördüğünüzde eminiz ki hepinizde farklı farklı çağrışımlar uyanmıştır. Aşina olduğumuz bir tabir “Edep Ya Hu”. Eskiden konaklarda, evlerde, tekkelerde, sohbet edilen mekanlarda levha şeklinde yazılan, yakın zamana kadar da dilimizden hiç düşmeyen bir kelam; fakat bu söz de kültür erozyonundan nasibini almış. “Edep Ya Hu” sözü iyice alışılmış, alelade söylenegelmiş ve bu sebepten dolayı ifade ettiği mefhumdan da uzaklaşmış gözüküyor. Sözler, içlerinde barındırdıkları mefhumları algılayabilen dimağlar buldukça hayatiyetlerini sürdürebilir, özlerini gösterebilirler. Hayat damarları kuruyan sözler öylece boşlukta asılı kalır durur. Kaybolmaz belki, ancak onu anlayanlar olduğu zaman rahmet yüklü buluttan inen yağmur gibi tekrar bereketini o müsâit zemine akıtır. Eskiden bu küçücük sözle çok manalar ifade edilirken şimdilerde dar kalıplar içine sıkışmış manadan uzak vehimler kol gezmekte.
“Edep Ya Hu” edebe, ahlaka davettir. Aynı zamanda bir ikazdır. Ama bu uyarı edepsiz kimseye değil, edebi bilen kişiyedir. Çünkü ‘ya hu!’ hitabı ‘Hu’ya aşina olana yapılır. O’nu bilen O’nun edebini bilir. O’nu yani Hu’yu bilmeyen edebi nasıl bilsin ki edebe davet edilebilsin? Yani şöyle denilmek istenir: “Ey edebi bilen kardeşim! Maruz kaldığın bu saygısızlık seni edepsize karşı edepsizce harekete sevk etmesin. Edeple karşılık ver. Edebi senden öğrensinler.”
Bu davet sadece edebi hatırlatmaz. Ezeldeki birlik ve tevhidi de hatırlatır. “Ya hu!” lafzıyla gerçekleşen bu hatırlatma kişiye mahiyetini, insan derecesini ve ulvi hissedişleri kaim kılar. Hepimiz başka başka suretlerde, ama “Hu” ile hareket eden, Cenab-ı Hakk’ın nefhasının mazharlarıyız. Aslımız ve masdarımız hep O Hu’dan. “Edep Ya Hu” demekle adeta şunlar ifade edilmek istenir:
Ey ezelde nur iken şimdi farklı farklı isimlerle anılan, aslında Hu’dan ibaret olan kardeşim, Allah Teala’nın ruhundan ruh üfürdüğü, en büyük emanete sahip, îman tacıyla ziynetlenmiş; benlikten, senlikten öte O “Hu”nun mazharı olmuş “O”! Ey sahibi “Hu” ve sahibi “O”! olan! Sana “O”nun tarafından verilen baki, kaybolmaz, hatta görülmez edep libasını taşıyan “O”! Bu edepten uzaklıkları görüp de sakın kendindeki emaneti zayi etme. “O”na nefsinin süfli perdeleri ile o edebi örtme. Baki olanı ve baki olan edebi fani, kaybolup gidici hallerle heba etme. O bakiyi bu faniye değişme. Sen her an tecellisi ile her şeyin O’ndan olduğunu hatırla. Dönüşün “O”na olduğunu unutma. Edep Ya Hu ikazımızı da O’ndan bil...
EDEP YA HUU !!!
Örfümüzde ahlaki tüm güzellikler edep kelimesiyle özetlenmiş ve artık ahlak denilince edep, edep denilince ahlak anlaşılır olmuş. Edep kelimesi bize Arapçadan geçtiği halde Türkçeleşmiştir.
Alimler Cenab-ı Hakk’ın ayetlerini ayat-ı ilmiye ve ayat-ı kevniyye olmak üzere iki kısma ayırmışlar. Ayat-ı ilmiye, Hak Teala’nın melekleri vasıtasıyla peygamberlerine vahyettiklerine; ayat-ı kevniyye ise kainattaki bütün varlıklardaki tecellisine deniliyor.
İşte edep, bu varlık aleminde kişinin idraki ve ayetlerle uyum halinde yaşamasıdır. Dolayısıyla ahlaki güzellikleri ve edebi ekstradan bir şeymiş gibi görmek veya dindar olmayı edepten farklı gibi telakki etmek fevkalade yanlıştır. Din edeptir, edep dindir; ayrılık gayrılık yoktur.
Ahlak, hulk (yaratılış, yaratılma) kelimesinden türemiştir. Bu hususa dikkat çeken tasavvuf büyükleri ahlak için “Seni hâlık (yaratıcı) ile mahluk (yaratılmış) arasında daima rızaya uygun harekete muvaffak kılan edeptir” şeklinde tarifler yapmışlardır.
“Edep Ya Hu” yazısını gördüğünüzde eminiz ki hepinizde farklı farklı çağrışımlar uyanmıştır. Aşina olduğumuz bir tabir “Edep Ya Hu”. Eskiden konaklarda, evlerde, tekkelerde, sohbet edilen mekanlarda levha şeklinde yazılan, yakın zamana kadar da dilimizden hiç düşmeyen bir kelam; fakat bu söz de kültür erozyonundan nasibini almış. “Edep Ya Hu” sözü iyice alışılmış, alelade söylenegelmiş ve bu sebepten dolayı ifade ettiği mefhumdan da uzaklaşmış gözüküyor. Sözler, içlerinde barındırdıkları mefhumları algılayabilen dimağlar buldukça hayatiyetlerini sürdürebilir, özlerini gösterebilirler. Hayat damarları kuruyan sözler öylece boşlukta asılı kalır durur. Kaybolmaz belki, ancak onu anlayanlar olduğu zaman rahmet yüklü buluttan inen yağmur gibi tekrar bereketini o müsâit zemine akıtır. Eskiden bu küçücük sözle çok manalar ifade edilirken şimdilerde dar kalıplar içine sıkışmış manadan uzak vehimler kol gezmekte.
“Edep Ya Hu” edebe, ahlaka davettir. Aynı zamanda bir ikazdır. Ama bu uyarı edepsiz kimseye değil, edebi bilen kişiyedir. Çünkü ‘ya hu!’ hitabı ‘Hu’ya aşina olana yapılır. O’nu bilen O’nun edebini bilir. O’nu yani Hu’yu bilmeyen edebi nasıl bilsin ki edebe davet edilebilsin? Yani şöyle denilmek istenir: “Ey edebi bilen kardeşim! Maruz kaldığın bu saygısızlık seni edepsize karşı edepsizce harekete sevk etmesin. Edeple karşılık ver. Edebi senden öğrensinler.”
Bu davet sadece edebi hatırlatmaz. Ezeldeki birlik ve tevhidi de hatırlatır. “Ya hu!” lafzıyla gerçekleşen bu hatırlatma kişiye mahiyetini, insan derecesini ve ulvi hissedişleri kaim kılar. Hepimiz başka başka suretlerde, ama “Hu” ile hareket eden, Cenab-ı Hakk’ın nefhasının mazharlarıyız. Aslımız ve masdarımız hep O Hu’dan. “Edep Ya Hu” demekle adeta şunlar ifade edilmek istenir:
Ey ezelde nur iken şimdi farklı farklı isimlerle anılan, aslında Hu’dan ibaret olan kardeşim, Allah Teala’nın ruhundan ruh üfürdüğü, en büyük emanete sahip, îman tacıyla ziynetlenmiş; benlikten, senlikten öte O “Hu”nun mazharı olmuş “O”! Ey sahibi “Hu” ve sahibi “O”! olan! Sana “O”nun tarafından verilen baki, kaybolmaz, hatta görülmez edep libasını taşıyan “O”! Bu edepten uzaklıkları görüp de sakın kendindeki emaneti zayi etme. “O”na nefsinin süfli perdeleri ile o edebi örtme. Baki olanı ve baki olan edebi fani, kaybolup gidici hallerle heba etme. O bakiyi bu faniye değişme. Sen her an tecellisi ile her şeyin O’ndan olduğunu hatırla. Dönüşün “O”na olduğunu unutma. Edep Ya Hu ikazımızı da O’ndan bil...
EDEP YA HUU !!!