A
Çevrimdışı
Efendimiz (s.a.v) Taif’te
Peygamberliğin 10. Yılının Şevval ayında (Sahihu’l-Buhari, I/543) Miladi 619 yılı Mayıs sonlarında veya Haziran başlarında Peygamber efendimiz (s.a.v) Taif’e gitti. Taif, Mekke’den yaklaşık 60 mil (96.540 km.) uzaklıktadır. Bu mesafeyi Efendimiz, (s.a.) yanında kölesi Zeyd b. Harise olduğu halde gidiş ve dönüşte yaya olarak kat etmişti.
Efendimiz (s.a.) yolda uğradığı her kabileyi İslam'a davet etmiş, fakat onlardan hiçbiri bu daveti kabul etmemişti. Taif'e vardıklarında Sakif Kabilesi büyüklerinden üç kardeşe gittiler. Bunlar Abdiyaleyl, Mes'ud ve Habib b. Amr b.Umeyr es-Sakafı idi. Onlarla birlikte oturup, kendilerini İslam'a davet etti. Bu üç kardeşten biri:
-"Eğer Allah seni elçi olarak gönderdiyse Kabe'nin örtüsünü yırtarım." dedi. Diğeri:
-"Allah senden başkasını bulamadı mı?" diye konuştu. Üçüncüsü de:
-"Vallahi, seninle ebediyyen konuşmam. Eğer resul isen sana cevap vermek büyük bir tehlikedir. Şayet Allah'a yalan uyduruyorsan seninle konuşmam zaten uygun olmaz." dedi.
Resulullah (s.a.) kalkarak:
-"O halde eskiden beri yaptığınızı yapın. Benim davetimi gizli tutun." buyurdu. Efendimiz (s.a.) Taif halkı arasında on gün kaldı. Taif eşrafının her birine gidip İslam'ı anlattı. Onlar da: "Çık git memleketimizden!" dediler. Ona karşı ayak takımını kışkırttılar.
Taif'ten çıkarlarken ayak takımı ve köleler Efendimiz'i (s.a.) takip ediyorlar, Ona küfürler savurup bağrışıyorlardı. Taş atmaya ve çirkin sözler söylemeye başladılar. Mübarek nalınları kana bulanıncaya kadar ayaklarına taş attılar. Zeyd b. Harise Efendimiz'in (s.a.) önüne-arkasına geçerek vücudunu ona siper ediyordu. Nihayet o da başından yara aldı. Ayak takımı Taif'ten 3 mil (4.8 km) mesafede bulunan Utbe ve kardeşi Şeybe b. Rabia'nın bahçesine varıncaya kadar Efendimiz'i (s.a.) takip ettiler. Sonra da geri döndüler.
Resulullah (s.a.) bir üzüm bağının yanına geldi. Duvara yaslanarak bir asmanın gölgesinde oturdu. Biraz oturup da kalbi sükünete kavuşunca karşılaştığı bu şiddet hareketinden kalbinin üzüntü ve kederle dolduğuna, kimsenin kendisine iman etmemesine üzüldüğünü gösteren şu meşhur duayı yaptı:
"Allahım! Kuvvetimin zayıflığını, çaresizliğimi ve halk üzerindeki güçsüzlüğümü ancak sana şikayet ederim. Ey merhamet edenlerin en merhametlisi! Güçsüzlerin Rabbi sensin. Sensin benim Rabbim. Beni kime bırakıyorsun? Beni asık suratla karşılayan yabancılara mı? Yoksa işimi eline teslim ettiğin bir düşmana mı? Eğer bana karşı gazap etmediysen, ben hiçbir şeye aldırış etmem. Fakat afiyetin benim için daha engindir, daha hoştur. Gazabına uğramaktan veya azabına layık olmaktan, karanlıkları yırtıp aydınlatan, dünya ve ahireti selamete ulaştıran zatının nuruna sığınıyorum. Sadece sana iltica eder ve senin rızanı dilerim. Senden başka hiçbir güç ve kuvvet yoktur."
Utbe ile Şeybe onu görünce merhamet duyguları harekete geçti. Addas denilen Hristiyan köleyi çağırarak ona:
-"Şu üzümden bir salkım al da, bu adama götür." dediler. Addas üzüm salkımını Resülullah'ın (s.a.) önüne koyduğunda Resülullah (s.a.) elini uzatıp "Bismillah" deyip yedi.
Addas Efendimiz'e (s.a.):
-"Bu sözü bu beldelerin halkı söylemez." dedi. Efendimiz (s.a.):
-"Sen nerelisin? Senin dinin ne?" diye sordu. O da:
-"Ben Hristiyanım. Ninova'lıyım" dedi. Efendimiz:
-"Salih zat Yunus b. Metta'nın (a.s.) memleketinden mi?" dedi. Addas:
-"Sen Yunus b. Metta'yı nereden biliyorsun?" dedi. Efendimiz (s.a.):
-"O, benim kardeşimdir. O bir peygamberdi. Ben de bir peygamberim." dedi.
Addas hemen diz çökerek Efendimiz'in (s.a.) başını, ellerini ve ayaklarını öpmeye başladı.
Rabia'nın oğullarından biri diğerine:
-"Kölen fesat çıkarmaya başladı" dedi. Addas gelince de ona:
-"Yazık sana, nedir bu durum?" diye sordular. O da:
-"Efendim!.. Yeryüzünde bu adamdan daha hayırlı hiçbir şey yok. Bana ancak bir peygamberin bileceği bir şeyi haber verdi" dedi. Onlar:
-"Yazık ya Addas!.. O seni dininden çevirmesin. Çünkü senin dinin onun dini nden daha üstündür." dediler.
Resülullah (s.a.) bahçeden çıktıktan sonra kederli ve üzüntülü bir halde Mekke yolunu tuttu, Karnü'l-Menazil denilen yere varınca Allah ona yanında Melekü'l-Cibal (dağlara memur melek) olduğu halde Cebrail'i gönderdi. Bu melek Mekke halkı üzerine iki tepeyi yerle bir etme hususunda Efendimiz'den (s.a.) emir istiyordu.
Buhari bu kıssayı tafsilatıyla Urve b. Zübeyr'den rivayet ediyor: Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor: Peygamber Efendimiz'e (s.a.) sordum:
-"Hayatınızda Uhud gününden daha şiddetli bir gün oldu mu?" dedim. Buyurdular ki: "Kavmimden göreceğim sıkıntıları gördüm. Onlardan gördüğüm en şiddetli sıkıntı Akabe Günü'ydü, Zira İbn Abdiyaleyl b. Abdikelal'e davamı anlatmıştım. Lakin o istediğim şeyi kabul etmedi. Oradan düşünceli ve kederli ayrıldım. Ancak Karnü's-Sealib -diğer adıyla Karnü'I-Menazil- denilen yere varınca kendime gelebildim. Başımı kaldırdığımda bir de ne göreyim: Bir bulut gölgelemişti beni. Baktım içinde Cebrail vardı. Bana seslendi ve:
-"Allah, kavminin sana söyledikleri şeyleri ve sana nasıl cevap verdiklerini duydu. Onlar hakkında dilediğin şeyi emretmen için sana dağlara memur meleği gönderdi." dedi.
Sonra dağlara memur melek bana seslenerek selam verdi ve:
-"Ya Muhammed! Vaziyet bu. Ne dilersen söyle. Eğer onların üzerine iki dağı geçirmemi arzu edersen ... (Yani emrin neyse yapacağım; iki dağ ise Mekke'nin iki dağıdır. Biri Ebu Kubeys dağı, diğeri de onun karşısındaki Kuaykaan dağıdır.) Peygamberimiz buyurdular ki:
-"Bilakis ben Allah'ın bunların sulbünden sadece Allah'a ibadet edip O'na hiçbir şeyi ortak koşmayan kimseleri yaratacağım ümid ediyorum. (Sahihul Buhari, K.Bedi-l halk , Bab no, 7(I458) Sahihul-Müslim, K el-Cihad, Hadis no, 111.)
Efendimiz'in (s.a.) verdiği bu cevapta onun yüce şahsiyeti ve erişilmesi mümkün olmayan yüksek ahlaki tecelli etmektedir.
Efendimiz (s.a.) kendine gelmiş Allah'ın yedi kat sema üzerinden gönderdiği bu gaybi yardım sebebiyle kalbi huzurla dolmuştu. Sonra Mekke yolunu tutarak Nahle Vadisi'ne ulaşmış, orada da birkaç gün kalmıştı. Nahle Vadisi'nde ikamet etmeye müsait iki yer vardı: es-Seylü'l-Kebir ve ez-Zeyme. Buralarda su ve yeşillik bulunuyordu. Ancak Efendimiz'in (s.a.) orada kaldığı yeri belirten bir kaynağa rastlayamadık.
Orada ikamet ettiği esnada Cenab-ı Hak Efendimiz'e (s.a.) bir grup cin göndermişti. Cenab-ı Hak bunu Kur'an-ı Kerim'de iki ayrı yerde zikretmektedir.
Ahkaf Suresi'nde şöyle buyruluyor: "Hani, cinlerden bir grubu Kur'an dinlemek üzere sana yollamıştık. Kur'an'ın huzuruna vardıklarında (birbirlerine) "-Susun, dinleyin" dediler. Sonra bitince de uyarmak, korkutmak üzere kavimlerine gittiler." "Şöyle dediler: "-Ey Kavmimizl .. Gerçekten bizler Musa'dan sonra indirilen, önceki kitapları tasdik eden, Hakkı ve doğru yolu gösteren bir kitabı dinledik." "Ey kavmimiz! .. Allah'ın davetçisinin davetini kabul edin ve ona iman edin ki (Allah da) sizi bağışlasın ve sizi acıklı bir azaptan korusun." (Ahkaf, 29-31.)
Cin Suresinde ise şöyle buyruluyor: "De ki: Bana şu gerçek vahyolundu: Bir grup cin Kur'an'ı duydular ve kavimlerine şöyle dediler: "<Biz çok hoş bir Kur'an dinledik. " "O doğru yolu gösteriyor. Biz de ona iman ettik. Artık Rabbimize asla hiç kimseyi ortak koşmayacağız." (Cinn, 1-2.)
Bu ayetlerin tefsirinde nakledilen rivayetlerin siyakından anlaşılıyor ki, Efendimiz (s.a.), cinni grubunun gelişinden haberdar olmamış bu durumu Cenab-ı Hak bu ayetlerle kendisine haber vermişti. Bu geliş, cinnilerin ilk gelişi idi. Rivayetlerin siyakı onların bundan sonra defalarca geldiklerini ifade etmektedir. Gerçekten bu hadise Cenab-ı Hakk'ın kendisinden başka hiçbir kimsenin bilmediği gizli ordularının hazinesinden Resulüne yönelik diğer bir yardımıdır. Sonra bu hadise hakkında nazil olan ayetlerin altında Efendimiz'in (s.a.) davetinin başarılı olduğu müjdesi yer almaktadır ve kainattaki hiçbir kuvvet bu davetin başarı ya ulaşmasına engel olmayacaktır:
"Kim Allah'ın davetçisinin davetini kabul etmezse, yeryüzünde (Allah'ı) aciz bırakacak değildir. Allah'tan başka onun dostları da yoktur. Böyleleri apaçık bir sapıklık içindedirler." (Ahkaf, 32.)
"Gerçekten biz anladık ki Allah'ı yeryüzünde aciz bırakmamıza imkan yoktur. Kaçmakla da hiçbir zaman onu aciz bırakamayız." (Cinn, 12.)
Bu yardım ve bu müjdeler karşısında Taif'ten kovularak ve eziyet edilerek çıktığından bu yana Efendimiz'in (s.a.) üzerine çöken keder, üzüntü ve ümitsizlik bulutları dağılmış, böylece Mekke'ye dönmeye, yeni bir gayret ve heyecanla İslam': takdim etmek ve Allah'ın ebedi mesajını tebliğ etmek hususundaki ilk planın tatbikineyeniden başlamaya karar vermişti.
O zaman Zeyd b.Harise Efendimiz'e (s.a.):
-"Onlar (yani Kureyş) seni memleketinden çıkardıkları halde, tekrar nasıl onların yanına gidebiliyorsun?" demiş, Efendimiz (s.a.) ise:
-"Ya Zeyd! .. Şüphesiz Allah gördüğün bu sıkıntıları bizim için rahatlık vesilesi ve çıkış yolu kılacaktır. Şüphesiz Allah dinine yardımcı olacak, peygamberini muzaffer edecektir."
Resülullah (s.a.) yola devam etti. Nihayet Mekke'ye yaklaşınca Hira'da biraz bekledi. Huzaa kabilesinden bir adamı Ahnes b. Şerik'a göndererek kendisini müdafaa etmesini talep etti. Ahnes: "Ben anlaşmaya katılmışım. Anlaşmaya katılan karşı tarafı müdafaa etmez." cevabını verdi. Bunun üzerine Süheyl b. Amr'a haber gönderdi. Süheyl de: "Amiroğulları Ka'boğullarıru müdafaa etmez." dedi.
Efendimiz (s.a.) bundan sonra Mut'im b. Adiyy'e haber gönderdi. Mut'im: "Peki!" dedi. Sonra silahlandı. Çocuklarını ve yakınlarını çağırarak: "Silahlarınızı kuşanın. Kabe'nin yanında hazır olun. Çünkü ben Muhammed'i korumaya söz verdim." dedi.
Mut'im, Efendimiz'e de (s.a.): "Mekke'ye girebilsin." diye haber gönderdi. Efendimiz (s.a.) yanında Zeyd b. Harise olduğu halde Mekke'ye girip Mescid-i Haram'a geldi. Mut'im b. Adiyy Harem-i Şerifte devesinin üzerinde ayağa kalkarak: "Ey Kureyş topluluğu! Ben Muhammed'i himayeme aldım. İçinizden hiç kimse ona dokunmasın." diye bağırdı.
Efendimiz (s.a.) de Hacer-i Esved'in yanına giderek onu öptü. İki re kat namaz kılıp evine gitti. Mut'im b. Adiyy ve evladı Efendimiz (s.a.) evine girinceye kadar onun etrafını silahlı olarak kuşatmışlardı.
Deniliyor ki, Ebu Cehil, Mut'im'e: "Sen onu himaye mi ediyorsun, yoksa sen de mi ona tabi olup müslüman oldun?" deyince Mut'im:
-"Hayır, sadece himaye ediyorum." dedi. Ebu Cehil:
-"Senin himaye ettiğin kişiyi biz de himaye ederiz." dedi.
Resülullah (s.a.) Mut'im'in bu iyiliğini unutmadı. Bedir esirleri hakkında şöyle buyurmuştu: "Mut'im b. Adiyy hayatta olsaydı, bana da şu müşrik esirler hakkında teklifte bulunsaydı bu esirlerin hepsini ona bırakırdım.
Safiyyurrahman Mubarek furi
Peygamberliğin 10. Yılının Şevval ayında (Sahihu’l-Buhari, I/543) Miladi 619 yılı Mayıs sonlarında veya Haziran başlarında Peygamber efendimiz (s.a.v) Taif’e gitti. Taif, Mekke’den yaklaşık 60 mil (96.540 km.) uzaklıktadır. Bu mesafeyi Efendimiz, (s.a.) yanında kölesi Zeyd b. Harise olduğu halde gidiş ve dönüşte yaya olarak kat etmişti.
Efendimiz (s.a.) yolda uğradığı her kabileyi İslam'a davet etmiş, fakat onlardan hiçbiri bu daveti kabul etmemişti. Taif'e vardıklarında Sakif Kabilesi büyüklerinden üç kardeşe gittiler. Bunlar Abdiyaleyl, Mes'ud ve Habib b. Amr b.Umeyr es-Sakafı idi. Onlarla birlikte oturup, kendilerini İslam'a davet etti. Bu üç kardeşten biri:
-"Eğer Allah seni elçi olarak gönderdiyse Kabe'nin örtüsünü yırtarım." dedi. Diğeri:
-"Allah senden başkasını bulamadı mı?" diye konuştu. Üçüncüsü de:
-"Vallahi, seninle ebediyyen konuşmam. Eğer resul isen sana cevap vermek büyük bir tehlikedir. Şayet Allah'a yalan uyduruyorsan seninle konuşmam zaten uygun olmaz." dedi.
Resulullah (s.a.) kalkarak:
-"O halde eskiden beri yaptığınızı yapın. Benim davetimi gizli tutun." buyurdu. Efendimiz (s.a.) Taif halkı arasında on gün kaldı. Taif eşrafının her birine gidip İslam'ı anlattı. Onlar da: "Çık git memleketimizden!" dediler. Ona karşı ayak takımını kışkırttılar.
Taif'ten çıkarlarken ayak takımı ve köleler Efendimiz'i (s.a.) takip ediyorlar, Ona küfürler savurup bağrışıyorlardı. Taş atmaya ve çirkin sözler söylemeye başladılar. Mübarek nalınları kana bulanıncaya kadar ayaklarına taş attılar. Zeyd b. Harise Efendimiz'in (s.a.) önüne-arkasına geçerek vücudunu ona siper ediyordu. Nihayet o da başından yara aldı. Ayak takımı Taif'ten 3 mil (4.8 km) mesafede bulunan Utbe ve kardeşi Şeybe b. Rabia'nın bahçesine varıncaya kadar Efendimiz'i (s.a.) takip ettiler. Sonra da geri döndüler.
Resulullah (s.a.) bir üzüm bağının yanına geldi. Duvara yaslanarak bir asmanın gölgesinde oturdu. Biraz oturup da kalbi sükünete kavuşunca karşılaştığı bu şiddet hareketinden kalbinin üzüntü ve kederle dolduğuna, kimsenin kendisine iman etmemesine üzüldüğünü gösteren şu meşhur duayı yaptı:
"Allahım! Kuvvetimin zayıflığını, çaresizliğimi ve halk üzerindeki güçsüzlüğümü ancak sana şikayet ederim. Ey merhamet edenlerin en merhametlisi! Güçsüzlerin Rabbi sensin. Sensin benim Rabbim. Beni kime bırakıyorsun? Beni asık suratla karşılayan yabancılara mı? Yoksa işimi eline teslim ettiğin bir düşmana mı? Eğer bana karşı gazap etmediysen, ben hiçbir şeye aldırış etmem. Fakat afiyetin benim için daha engindir, daha hoştur. Gazabına uğramaktan veya azabına layık olmaktan, karanlıkları yırtıp aydınlatan, dünya ve ahireti selamete ulaştıran zatının nuruna sığınıyorum. Sadece sana iltica eder ve senin rızanı dilerim. Senden başka hiçbir güç ve kuvvet yoktur."
Utbe ile Şeybe onu görünce merhamet duyguları harekete geçti. Addas denilen Hristiyan köleyi çağırarak ona:
-"Şu üzümden bir salkım al da, bu adama götür." dediler. Addas üzüm salkımını Resülullah'ın (s.a.) önüne koyduğunda Resülullah (s.a.) elini uzatıp "Bismillah" deyip yedi.
Addas Efendimiz'e (s.a.):
-"Bu sözü bu beldelerin halkı söylemez." dedi. Efendimiz (s.a.):
-"Sen nerelisin? Senin dinin ne?" diye sordu. O da:
-"Ben Hristiyanım. Ninova'lıyım" dedi. Efendimiz:
-"Salih zat Yunus b. Metta'nın (a.s.) memleketinden mi?" dedi. Addas:
-"Sen Yunus b. Metta'yı nereden biliyorsun?" dedi. Efendimiz (s.a.):
-"O, benim kardeşimdir. O bir peygamberdi. Ben de bir peygamberim." dedi.
Addas hemen diz çökerek Efendimiz'in (s.a.) başını, ellerini ve ayaklarını öpmeye başladı.
Rabia'nın oğullarından biri diğerine:
-"Kölen fesat çıkarmaya başladı" dedi. Addas gelince de ona:
-"Yazık sana, nedir bu durum?" diye sordular. O da:
-"Efendim!.. Yeryüzünde bu adamdan daha hayırlı hiçbir şey yok. Bana ancak bir peygamberin bileceği bir şeyi haber verdi" dedi. Onlar:
-"Yazık ya Addas!.. O seni dininden çevirmesin. Çünkü senin dinin onun dini nden daha üstündür." dediler.
Resülullah (s.a.) bahçeden çıktıktan sonra kederli ve üzüntülü bir halde Mekke yolunu tuttu, Karnü'l-Menazil denilen yere varınca Allah ona yanında Melekü'l-Cibal (dağlara memur melek) olduğu halde Cebrail'i gönderdi. Bu melek Mekke halkı üzerine iki tepeyi yerle bir etme hususunda Efendimiz'den (s.a.) emir istiyordu.
Buhari bu kıssayı tafsilatıyla Urve b. Zübeyr'den rivayet ediyor: Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor: Peygamber Efendimiz'e (s.a.) sordum:
-"Hayatınızda Uhud gününden daha şiddetli bir gün oldu mu?" dedim. Buyurdular ki: "Kavmimden göreceğim sıkıntıları gördüm. Onlardan gördüğüm en şiddetli sıkıntı Akabe Günü'ydü, Zira İbn Abdiyaleyl b. Abdikelal'e davamı anlatmıştım. Lakin o istediğim şeyi kabul etmedi. Oradan düşünceli ve kederli ayrıldım. Ancak Karnü's-Sealib -diğer adıyla Karnü'I-Menazil- denilen yere varınca kendime gelebildim. Başımı kaldırdığımda bir de ne göreyim: Bir bulut gölgelemişti beni. Baktım içinde Cebrail vardı. Bana seslendi ve:
-"Allah, kavminin sana söyledikleri şeyleri ve sana nasıl cevap verdiklerini duydu. Onlar hakkında dilediğin şeyi emretmen için sana dağlara memur meleği gönderdi." dedi.
Sonra dağlara memur melek bana seslenerek selam verdi ve:
-"Ya Muhammed! Vaziyet bu. Ne dilersen söyle. Eğer onların üzerine iki dağı geçirmemi arzu edersen ... (Yani emrin neyse yapacağım; iki dağ ise Mekke'nin iki dağıdır. Biri Ebu Kubeys dağı, diğeri de onun karşısındaki Kuaykaan dağıdır.) Peygamberimiz buyurdular ki:
-"Bilakis ben Allah'ın bunların sulbünden sadece Allah'a ibadet edip O'na hiçbir şeyi ortak koşmayan kimseleri yaratacağım ümid ediyorum. (Sahihul Buhari, K.Bedi-l halk , Bab no, 7(I458) Sahihul-Müslim, K el-Cihad, Hadis no, 111.)
Efendimiz'in (s.a.) verdiği bu cevapta onun yüce şahsiyeti ve erişilmesi mümkün olmayan yüksek ahlaki tecelli etmektedir.
Efendimiz (s.a.) kendine gelmiş Allah'ın yedi kat sema üzerinden gönderdiği bu gaybi yardım sebebiyle kalbi huzurla dolmuştu. Sonra Mekke yolunu tutarak Nahle Vadisi'ne ulaşmış, orada da birkaç gün kalmıştı. Nahle Vadisi'nde ikamet etmeye müsait iki yer vardı: es-Seylü'l-Kebir ve ez-Zeyme. Buralarda su ve yeşillik bulunuyordu. Ancak Efendimiz'in (s.a.) orada kaldığı yeri belirten bir kaynağa rastlayamadık.
Orada ikamet ettiği esnada Cenab-ı Hak Efendimiz'e (s.a.) bir grup cin göndermişti. Cenab-ı Hak bunu Kur'an-ı Kerim'de iki ayrı yerde zikretmektedir.
Ahkaf Suresi'nde şöyle buyruluyor: "Hani, cinlerden bir grubu Kur'an dinlemek üzere sana yollamıştık. Kur'an'ın huzuruna vardıklarında (birbirlerine) "-Susun, dinleyin" dediler. Sonra bitince de uyarmak, korkutmak üzere kavimlerine gittiler." "Şöyle dediler: "-Ey Kavmimizl .. Gerçekten bizler Musa'dan sonra indirilen, önceki kitapları tasdik eden, Hakkı ve doğru yolu gösteren bir kitabı dinledik." "Ey kavmimiz! .. Allah'ın davetçisinin davetini kabul edin ve ona iman edin ki (Allah da) sizi bağışlasın ve sizi acıklı bir azaptan korusun." (Ahkaf, 29-31.)
Cin Suresinde ise şöyle buyruluyor: "De ki: Bana şu gerçek vahyolundu: Bir grup cin Kur'an'ı duydular ve kavimlerine şöyle dediler: "<Biz çok hoş bir Kur'an dinledik. " "O doğru yolu gösteriyor. Biz de ona iman ettik. Artık Rabbimize asla hiç kimseyi ortak koşmayacağız." (Cinn, 1-2.)
Bu ayetlerin tefsirinde nakledilen rivayetlerin siyakından anlaşılıyor ki, Efendimiz (s.a.), cinni grubunun gelişinden haberdar olmamış bu durumu Cenab-ı Hak bu ayetlerle kendisine haber vermişti. Bu geliş, cinnilerin ilk gelişi idi. Rivayetlerin siyakı onların bundan sonra defalarca geldiklerini ifade etmektedir. Gerçekten bu hadise Cenab-ı Hakk'ın kendisinden başka hiçbir kimsenin bilmediği gizli ordularının hazinesinden Resulüne yönelik diğer bir yardımıdır. Sonra bu hadise hakkında nazil olan ayetlerin altında Efendimiz'in (s.a.) davetinin başarılı olduğu müjdesi yer almaktadır ve kainattaki hiçbir kuvvet bu davetin başarı ya ulaşmasına engel olmayacaktır:
"Kim Allah'ın davetçisinin davetini kabul etmezse, yeryüzünde (Allah'ı) aciz bırakacak değildir. Allah'tan başka onun dostları da yoktur. Böyleleri apaçık bir sapıklık içindedirler." (Ahkaf, 32.)
"Gerçekten biz anladık ki Allah'ı yeryüzünde aciz bırakmamıza imkan yoktur. Kaçmakla da hiçbir zaman onu aciz bırakamayız." (Cinn, 12.)
Bu yardım ve bu müjdeler karşısında Taif'ten kovularak ve eziyet edilerek çıktığından bu yana Efendimiz'in (s.a.) üzerine çöken keder, üzüntü ve ümitsizlik bulutları dağılmış, böylece Mekke'ye dönmeye, yeni bir gayret ve heyecanla İslam': takdim etmek ve Allah'ın ebedi mesajını tebliğ etmek hususundaki ilk planın tatbikineyeniden başlamaya karar vermişti.
O zaman Zeyd b.Harise Efendimiz'e (s.a.):
-"Onlar (yani Kureyş) seni memleketinden çıkardıkları halde, tekrar nasıl onların yanına gidebiliyorsun?" demiş, Efendimiz (s.a.) ise:
-"Ya Zeyd! .. Şüphesiz Allah gördüğün bu sıkıntıları bizim için rahatlık vesilesi ve çıkış yolu kılacaktır. Şüphesiz Allah dinine yardımcı olacak, peygamberini muzaffer edecektir."
Resülullah (s.a.) yola devam etti. Nihayet Mekke'ye yaklaşınca Hira'da biraz bekledi. Huzaa kabilesinden bir adamı Ahnes b. Şerik'a göndererek kendisini müdafaa etmesini talep etti. Ahnes: "Ben anlaşmaya katılmışım. Anlaşmaya katılan karşı tarafı müdafaa etmez." cevabını verdi. Bunun üzerine Süheyl b. Amr'a haber gönderdi. Süheyl de: "Amiroğulları Ka'boğullarıru müdafaa etmez." dedi.
Efendimiz (s.a.) bundan sonra Mut'im b. Adiyy'e haber gönderdi. Mut'im: "Peki!" dedi. Sonra silahlandı. Çocuklarını ve yakınlarını çağırarak: "Silahlarınızı kuşanın. Kabe'nin yanında hazır olun. Çünkü ben Muhammed'i korumaya söz verdim." dedi.
Mut'im, Efendimiz'e de (s.a.): "Mekke'ye girebilsin." diye haber gönderdi. Efendimiz (s.a.) yanında Zeyd b. Harise olduğu halde Mekke'ye girip Mescid-i Haram'a geldi. Mut'im b. Adiyy Harem-i Şerifte devesinin üzerinde ayağa kalkarak: "Ey Kureyş topluluğu! Ben Muhammed'i himayeme aldım. İçinizden hiç kimse ona dokunmasın." diye bağırdı.
Efendimiz (s.a.) de Hacer-i Esved'in yanına giderek onu öptü. İki re kat namaz kılıp evine gitti. Mut'im b. Adiyy ve evladı Efendimiz (s.a.) evine girinceye kadar onun etrafını silahlı olarak kuşatmışlardı.
Deniliyor ki, Ebu Cehil, Mut'im'e: "Sen onu himaye mi ediyorsun, yoksa sen de mi ona tabi olup müslüman oldun?" deyince Mut'im:
-"Hayır, sadece himaye ediyorum." dedi. Ebu Cehil:
-"Senin himaye ettiğin kişiyi biz de himaye ederiz." dedi.
Resülullah (s.a.) Mut'im'in bu iyiliğini unutmadı. Bedir esirleri hakkında şöyle buyurmuştu: "Mut'im b. Adiyy hayatta olsaydı, bana da şu müşrik esirler hakkında teklifte bulunsaydı bu esirlerin hepsini ona bırakırdım.
Safiyyurrahman Mubarek furi