Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Eğer Allah'tan Sakınıyorsanız

Tihame Çevrimdışı

Tihame

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Ey Peygamber hanımları!
Eğer Allah'tan sakınıyorsanız sizler herhangi bir kadın gibi değilsiniz.
Sözü yumuşak, tatlı bir eda ile söylemeyin ki, kalbinde hastalık bulunan kimse kötü şeyler ümit etmesin, daima ciddi ve ağır başlı söz söyleyin.
Ahzab 32

İslam geldiği zaman o günkü diğer toplumlar gibi Arap toplumu da kadına bir zevk ve cinsel doyum aracı olarak bakıyordu. İnsanlık bakımından onu aşağı bir düzeyde görüyordu.

Yine islam geldiği zaman, cinsel ilişkilerde bir tür anarşizmin egemen olduğunu gördü. Daha önce bu surede değinildiği gibi aile düzeninin kokuştuğunu, bozulduğunu gördü.

Bunun yanı sıra iğrenç bir cinsel anlayış, güzellikten zevk alma duygusunun alçalması, sadece bedensel açlığın giderilmesi ile ilgilenme, yüksek, sakin ve tertemiz güzelliğe ilgi duymama gibi aşağılayıcı özellikler kol geziyordu. Bu sapıklıklar kadının bedenini konu alan cahiliye şiirinde, sadece kadının bedeninin kaba yerleri ile ve kaba anlamları ile ilgilenişinde kendini göstermektedir.

İslam gelince ilk iş olarak toplumun kadına bakışını yükseltti. İki cins arasındaki ilişkilerde insani yönü ön plana çıkardı. Çünkü kadın-erkek arasındaki ilişki sadece bedenin açlığını gidermek, et ve kanın heyecanını dindirmek demek değildir. Bu, bir tek nefisten meydana gelen iki insani varlığın (kadın ve erkeğin) birleşmesidir. Bu iki cins arasında sevgi ve şefkat vardır, birleşmelerinde huzur ve rahat vardır. Ayrıca bu birleşmenin bir hedefi vardır ve bu hedef, insanın yaratılmasına, yeryüzünün imarına ve insanın bu yeryüzüne Allah'ın yasası uyarınca halife olarak atanmasına ilişkin yüce Allah'ın iradesi ile bağlantılıdır.

Aynı şekilde islam aile bağlarını yeni baştan düzenler. Aileyi toplumsal düzenin temeli olarak öngörür. Kuşakları doğup geliştiği bir yuva kabul eder. Bu yüzden bu yuvanın korunması, gözetilmesi, onun atmosferini kirleten her türlü duygu ve düşünceden arındırılması için geniş önlemler alır.

Aile hukuku, islam hukukunun önemli bir kısmını oluşturur. Yine Kur an ayetlerinin hatırı sayılır bir bölümü ailesel sorunlarla ilgilidir. Aile düzenine ilişkin yasamaların yanı sıra, toplumun dayandığı bu başlıca temelin güçlendirilmesi amacı ile, özellikle ruhsal temizliğe ve iki cins arasındaki ilişkilerin arındırılmasına, bu ilişkinin her türlü çirkinlikten korunmasına, hatta salt bedensel ilişkilerde bile kaba şehvetten arındırılmasına yönelik kesintisiz direktifler de islam eğitim yönteminin önemli bir parçasını oluşturur.

Bu surede de toplumsal düzenlemeler ve aile meseleleri büyük bir yer kaplamaktadır. Şu anda ele almakta olduğumuz bu ayetlerde Peygamber efendimizin eşlerinden söz edilmektedir. Bu ayetlerde onların insanlarla ilişkilerine, kendileri ile ilgili meselelere, Allah'la ilişkilerine ilişkin bir direktif yer almaktadadır. Bu direktifte yüce Allah onlara şöyle seslenmektedir: "Ey ehl-i beyt! Şüphesiz Allah sizden pisliği giderip sizi tertemiz yapmak ister."

Şu halde yüce Allah'ın onlara sözünü ettiği ve onlara uygulattığı pisliği giderme ve arınma yöntemlerine bakalım. Onlar ehl-i beyttir. Hz. Peygamberin eşleridirler. Yeryüzünün tanıdığı en temiz, en iffetli kadınlardır. Onlar dışında-ki kadınlar Hz. Peygamberin himayesinde, yüce hanesinde yaşayan bu kadınlardan daha çok bu yöntemlere muhtaçtırlar.

Yüce Allah önce işgal ettikleri yerin büyüklüğünü, konumlarının yüceliğini, bütün kadınlardan üstün oluşlarını, bu konumları ile tüm dünya kadınlarından farklı oluşlarını hatırlatıyor. Ama bu seçkin yerin hakkını vermelerini, tüm gereklerini eksiksiz yerine getirerek bu seçkin yerde bulunmalarını şart koşuyor:

"Ey Peygamber hanımları! Eğer Allah'tan sakınıyorsanız, sizler herhangi bir kadın gibi değilsiniz."

Sizler herhangi bir kadın gibi değilsiniz, ama eğer sakınırsanız. Bulunduğunuz yere hiç kimse size ortak olamaz, kimseyle bu yeri paylaşmazsınız. Ancak bu ayrıcalık takva ile mümkündür. Çünkü mesele sırf Peygambere yakın olmakla bitmez. Bu yakınlığın hakkını bizzat yerine getirmeniz gerekir.

Onların yerine getirmek zorunda oldukları hak, bu dinin dayandığı kesin ve net hak ilkesidir. Peygamber efendimiz kendisine yakın oluşlarına aldanmamaları, bu yakınlığın Allah katında kendilerine bir yarar sağlayamayacağı hususunda ailesine seslenirken bu ilkeyi vurguluyordu: "Ey Muhammed kızı Fatıma! Ey Abdulmuttalib'in kızı Safıye! Ey Abdulmuttalip oğulları! Allah'a karşı size hiçbir yardımım dokunamaz. Ama malımdan dilediğinizi isteyebilir-siniz." (Müslim.)

Bir başka rivayete göre Peygamber efendimiz şöyle buyurmuştur: "Ey Kureyşliler,kendinizi ateşten kurtarınız. Ey Abdulmuttalip oğulları kendinizi ateşten kurtarınız. Ey Muhammed'in kızı Fatıma, kendini ateşten kurtar. Çünkü ben, Allah'a andolsun ki, Allah'a karşı size hiçbir yardımda bulunamam. Ancak siz benim akrabalarımsınız, bu konuda üzerime düşeni yapacağım." (Müslim ve Tirmizi.)

Ayet-i kerime onların takva sayesinde hakettikleri derecelerini açıkladık-tan sonra, yüce Allah'ın ehli beytten biri, pisliği gidermek, onları arındırmak için kullanmak istediği yöntemleri açıklıyor:

"Sözü yumuşak, tattı bir eda ile söylemeyin ki, kalbinde hastalık bulunan kimse kötü şeyler ümit etmesin."

Burada Peygamber efendimizin eşlerinin yabancı erkeklerle konuştukları zaman, erkeklerinşehvetlerini uyandıracak, duygularını tahrik edecek, kalplerin hastalıklarını ümitlendirecek, arzularını heyecanlandıracak şekilde yumuşak ve tatlı bir eda ile konuşmaları yasaklanıyor.

Peki yüce Allah'ın bu tür bir davranıştan sakındırdığı bu kadınlar kimlerdir? Bunlar Hz. Peygamberin hanımları ve mü'minlerin analarıydı. Ve bunlara ilişkin olarak ilk akla gelen düşünce, hiç kimsenin onlar hakkında kötü bir düşünce beslemeyeceği, hiçbir hasta kalbin kötü bir ümide kapılmayacağıdır. Herhangi dönemde oluyor bu sakındırma?... Hz. Peygamberin döneminde. Gelmiş geçmiş bütün yüzyıllar içinde insanlığın en seçkin, en temiz döneminde. Ne varkierkekleri ve kadınları yaratan Allah, eğer yumuşak konuşur ve kelimeleri tatlı ve ince bir edayla çıkarırsa kadının sesinde erkeklerin kalplerindeki ümidi harekete geçiren, fitne ateşini alevlendiren bir özellik olduğunu biliyor. Ayrıca Peygamberin hanımı da olsa, mü'minlerin anası da olsa herhangi bir kadın karşısında tahrik olan, kötü ümitlere kapılan hasta kalpli insanların her dönemde ve her toplumda mevcut olduklarını biliyor. Bu yüzden tahrik edici sebepler temelden ortadan kaldırılmadıkları sürece pislikten temizlenmek, kirden arınmak mümkün değildir.

Ya içinde yaşadığımız şu günlere ne demeli? Fitnenin kol gezdiği, şehvetlerin tahrik olduğu, cinsel arzuların açıkça sergilendiği bu hasta, kirli ve aşağılık çağımızda ne yapmalı? İçindeki her şeyin insanı baştan çıkardığı, şehvet duygusunu kamçıladığı, içgüdüleri uyandırdığı, kızgın cinsellik ateşini körüklediği bir atmosferde yaşayan bizler ne yapmalıyız? Kadınların kırıtarak konuştuğu, seslerini alabildiğine tahrik edici bir tonda çıkardığı, kadınlığın tüm baştan çıkarıcı unsurlarım, seksi çağrıştıran tüm imalı davranışları, şehvetin ateşini alevlendiren tüm tavırları konuşmalarına ve nağmelerine yansıttığı bu toplumda, bu çağda, bu atmosferde ne yapmalıyız? Bu kadınlar nerede, temizlik nerede? Böylesine kirli bir atmosferde temizlik nasıl varlığını koruyabilir? Çünkü bizzat günümüzün kadınları, davranışları ile ve sesleri ile yüce Allah'ın seçkin kulların-dan uzaklaştırmak istediği pisliklerdir.

"Daima ciddi ve ağır başlı söz söyleyin."

Bundan önce yüce Allah onların yumuşak ve edalı söz söylemelerini yasaklamıştı. Şimdi de ciddi meselelerde söz söylemelerini, çirkin sözleri ağızlarına almamalarını emrediyor. Çünkü konuşmanın konusu da tıpkı konuşmada kullanılan kelimeler gibi cinsel arzuları uyandırabilir. Bu yüzden er veya geç peşinden başka bir şeyin gelmemesi için bir kadınla yabancı bir erkek arasında nağmeli ve imalı bir konuşma, şakalaşma ve eğlenme, tatlı tatlı sohbet etme ve mizah olmamalıdır.

Her şeyi yaratan, yarattıklarını ve yapısal özelliklerini bilen yüce Allah'tır Mü'minlerin tertemiz annelerine bunları söyleyen. Gelmiş geçmiş tüm zamanların en iyisinde yaşayan insanlarla konuşurken herhangi bir çirkin eğilime imkan vermemek için...
Seyyid Kutub-Fizilal-il Kur'an
 
Tihame Çevrimdışı

Tihame

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
“İman eden erkekler ve kadınlar, birbirlerinin velisidirler. Onlar iyiliği emreder, kötülükten menederler.” (Tevbe, 71)

MÜMİNE HANIMLARA NASİHATLER
ŞAKALAŞMA VE GÜLME ÂDABI (1)

بسم الله الرحمن الرحيم

Bu gün inşallah Müslüman kadının gülme, şakalaşma veya diğer bir ifadeyle mizah anlayışının nasıl olması gerektiğinden söz edeceğiz. Bu âdap kuralı, özellikle sosyal ilişkilerde, toplum içinde ve insanlarla münasebetlerinde senin duruşun açısından oldukça önemli bir yere haizdir. Bu nedenle bu yazıyı çok dikkatli ve önemseyerek okuman, ardından da okuduğun şeylerin gereklerini pratik hayatında uygulamaya koyman gerekir. Ama hemen hatırlatalım ki, okuduğun bu şeyleri pratiğe koyarak uygulamaya çalışman elbette kolay bir şey değildir, kendisine özgü bir takım zorlukları vardır; lakin unutmamalısın ki kolay, ancak Allah’ın kolaylaştırdığı; zor da ancak Allah’ın zorlaştırdığıdır. Allah’ın kolay kıldığını zorlaştıracak, zorlaştırdığını da kolay eyleyecek kimse yoktur. Rabbim şimdiden burada yazdıklarımızla amel etmeyi sana ve diğer tüm kardeşlerimize kolay kılsın.

Değerli kardeşim, konunun detayına girmeden önce birkaç paragrafla bir hususa temas etmek istiyoruz ki, bu husus konunun daha iyi anlaşılması için bir mukaddime niteliğindedir ve önemlidir.

Bilindiği üzere İslam’ın değerlerinden uzak, âdabına riayetten yoksun ve cahiliyenin ahlakıyla bezenmiş bir toplum içerisinde yaşıyoruz. İslam ahkâmının ilga edilmesinden bu yana, Batı’nın ön gördüğü bir hayat tarzı ve ahlak sistemi bizlere dikte ediliyor. İnsanlar, evlatlarını veya maiyetlerinde bulunan kimseleri göre geldikleri bu kültür ve ahlak üzere yetiştiriyorlar. Bizler de bu toplumun fertleri olarak –ister istemez− bu gayr-i İslamî kültür ve ahlaktan etkileniyoruz. Çünkü bizi yetiştiren ebeveynlerimiz, bu toplumun bir parçası olarak yetiştiler. Onlar da bu ahlak veya kültür üzere büyüdüler. Hayata gözlerini açtıklarında bu uygulamaları gördüler. Kur’ân ve Sünnetten uzak oldukları için de, neyin doğru neyin yanlış; hangi şeylerin İslam âdabı, hangilerinin de cahiliye kuralları olduğunu ayırt edemediler. Ve ister istemez bu şekilde hayatlarını sürdürerek elleri altındaki nesilleri yetiştirdiler…

Bizler de onların elleri altında yetişen bir nesil olarak büyüdük. Bundan dolayı bu ahlak ve kültür üzere hayatımız şekillendi. Ta ki Allah’ın bir ikramı olarak Kur’ân ve Sünnetle tanışana dek… Allah, ihsanıyla bizi Kitabı ve Rasûlü ile tanıştırınca, üzerinde bulunduğumuz bazı ahlak ve kültürün İslam ile uyuşmadığını fark ettik. Fark ettik fark etmesine ama bunlardan vazgeçmemiz öyle zannedildiği gibi kolay olmadı. Çünkü bu ahlak ve kültür iliklerimize kadar işlemişti. Bilinçaltımıza yerleşmişti. Atamadık, terk edemedik, oldukça zorlandık… Bu da bizi bazen hayal kırıklığına, bazen ümitsizliğe, bazen de çaresizliğe sevk etti. Lakin kullarını oldukları hal üzere bırakmayan, bizlere karşı son derece lütufkâr olan Rabbimiz, ellerimizden tuttu ve −her ne kadar hakkıyla riayet edemesek bile− bizlere İslam ahlakını, İslam âdabını ve İslam kültürünü sevdirdi. Cahiliyeyi ve cahiliyenin kötü ahlakından bizleri nefret ettirdi.

“Allah size imanı sevdirdi, onu kalplerinizde süsleyip çekici kıldı ve size küfrü, fıskı (günahları)ve isyanı (Allah’ın emirlerine karşı gelmeyi) çirkin gösterdi…” (49/Hucurât, 7)

Bu nedenle Rabbimize sonsuz hamd ediyor ve bizleri razı olduğu kıvama getirmesi için bol bol dua ediyoruz.

İşte böylesi bir toplum içerisinde İslamî ahlak ve âdaptan uzak bir şekilde yetiştiğimiz için bazı edep kurallarını uygulamaya koymada aksaklıklar yaşıyor, insanlarla muamelelerimizde birtakım sıkıntılarla karşı karşıya kalıyoruz. İstemediğimiz halde bazı edep dışı davranışlar sergiliyor, kimi olumsuz davranışlarla insanlara muamelede bulunuyoruz. Burada önemli olan; bütün bu menfî davranışların yanlış olduğunu, ideal tutumlar olmadığını biliyoruz. Yapsak bile hata olduğunun farkında olarak yapıyoruz. İşte işin burası, olayın analizi açısından çok mühim bir nokta. Bu noktayı iyi kavrarsak, zamanla hatalarımızı düzeltmemiz ve gün geçtikçe cahiliyeden bize sirayet etmiş ahlaklardan arınmamız daha kolay olacaktır. Önemli olan yaptığımız yanlışların ‘yanlış’ olduğunu bilmemiz ve kabullenmemizdir.

Burada yeri gelmişken hemen belirtelim ki, bu toplumda yetişen Müslümanlar olarak bizler, her ne kadar dört dörtlük olmasak da, hakkıyla İslam’ın edebiyle edeplenemesek de, iç âlemimizde bu âdap kurallarını harfiyen uygulamayı, tıpkı Rasûlullahsallallahu aleyhi ve sellem gibi her konuda İslam’ın bizden istediği edep ilkelerine riayet etmeyi ve hatalarımızı en aza indirgeyerek güzel bir ahlakın sahipleri olmayı arzuluyoruz. Allah da biliyor ki, bunları canı gönülden temenni ediyoruz. Ama belki yapamıyor, belki de hakkıyla hayata geçiremiyoruz. Ümit ederiz ki bu ve benzeri yazılar ya da bu alanda yapılmış dersler sayesinde Allah biz Müslümanları ıslah eder ve bizleri güzel ahlak sahibi kimseler kılar. Rabbimizden temennimiz; olabildiği kadar bizleri ahlak-ı cemil sahibi kılması ve elverdiği ölçüde İslamî âdapla bizleri âdaplandırmasıdır. Hiç şüphesiz O, duaları işiten ve onlara en güzel şekliyle icabet edendir.

Kıymetli kardeşim, işte bu gün sana izah etmeye çalışacağımız konu, bu toplumda yetiştiğimiz için maalesef genelimizin hakkıyla riayet edemediği, en iyilerimizin bile yeterince âdabından uzak olduğu bir mesele olan İslam’ın gülme, şakalaşma ve mizah anlayışı üzerine olacaktır. İnşâallah cahiliyenin üzerimizdeki etkisini kırar ve hakkıyla bu konunun âdabıyla âdaplanırız. Bu sayede öncelikle Rabbimizi razı eder, sonrasında da insanlara bu davanın vakûr bir dava olduğunu ve bu davada asıl olanın yılışıklık değil, ciddiyet olduğunu ortaya koyarız. Allah hepimize −İslam’ın her âdap kuralında olduğu gibi− şakalaşma ve gülme konusundaki âdap kurallarına da riayet etmeyi kolay kılsın. (Allahumme âmin)

İSLAM’DA ASIL OLAN CİDDİYETTİR

İslam, hiçbir zaman insanlara somurtkan olmayı, abusluğu, asık ve çatık bir çehreyle insanların karşısına çıkmayı emretmemiştir; aksine güler yüzlülüğü, mütebessimliği ve insanlara, kendilerinin hayrını istediğimizi hissettiren bir çehre ile görünmeyi emir buyurmuştur. Hatta sadaka verecek hiçbir şey bulamayan kimselerin insanlarla karşılaştıklarında onlara güler yüzlü olmalarının, kendileri için sadaka sevabı kazandıran bir eylem olduğunu bildirmiştir.

“Kovandan kardeşinin kovasına (su vb. şeyleri) boşaltman bir sadakadır. İyiliği emretmen ve kötülükten alıkoyman bir sadakadır. Kardeşinin yüzüne karşı güler yüzlü olman bir sadakadır…”[1]

İslam’ın insanlara güler yüzlü ve mütebessim olmalarını emretmesi, asla onların ciddiyetsiz, yılışık ve lakayt davranmasını öngördüğü anlamına gelmez. İslam, ciddiyet dinidir. Onda asıl olan vakûrluktur. Bu nedenle birileri İslam’ın tebessüme, güler yüzlülüğe ve mizaha onay vermesinden hareketle cıvıklığı teyit ettiği zehabına kapılmamalıdır. İslam asla cıvıklığa ve aşırı mizaha müsaade etmemiştir.

Bu gün üzülerek söylemeliyiz ki bazı Müslümanlar, neredeyse tüm oturmalarında, meclislerinde, birlikteliklerinde ve hatta ders gibi çok mühim buluşmalarında bile ciddiyeti elden bırakmış; yerine şakalaşmayı, lakaytlığı ve kahkahayı esas almış durumdadırlar. Bu asla kabul edilemez bir şeydir. Hele birde böylelerinin Rasûlullah’ın da güldüğünü öne sürerek yaptıkları yanlışa delil aramaya kalkışmaları, meseleyi daha da üzücü bir hale getirmektedir. Doğrudur, Allah’ın Rasûlü gülmüş ve şakalaşmıştır; ama O, hiçbir zaman bunu hayatının temeli, yaşantısının esası, seyr-i sülûkunun medârı yapmamıştır. İnsanlarla bir araya geldiğinde onları neşelendirmek, hüzünlerini yok etmek ve kalplerine sürur sokmak için latifeler yapmıştır. Yoksa hiç kimse Rasûlullah’ın mizah konusunda insanı neredeyse insanlıktan çıkaracak tarzda sınırı aştığını iddia edemez. “Benim bildiklerimi bilseniz, az güler çok ağlardınız”[2] diye buyuran bir peygamber, nasıl olur da hayatının merkezine mizah ve şakalaşmayı koyabilir?! O sadece her konumda olması gerektiği gibi davranmış ve bunun bir gereği olarak da ara sıra latifelerle insanların kalbini kazanmayı amaçlamıştır. Ve hamdolsun ki, bunu da en iyi şekilde başarmıştır. Kendisine Rasûlullah’ı sallallahu aleyhi ve sellem örnek edinen bir Müslümanın da böyle olması ve hayatının medarına ciddiyeti esas alarak seyr-i sülûkunda vakur bir duruş sergilemesi gerekmektedir. Bu, bizden beklenen asıl ve asîl duruştur. Bunun istisnalarını ve hangi durumlarda gülüp şakalaşacağımızı, yazımızın ilerleyen bölümlerinde inşallah zikretmeye çalışacağız.

İSLAM DENGE DİNİDİR

Her konuda mükemmel hükümler vaz eden dinimiz, şakalaşma ve espri konusunda da en güzel hükümleri vaz etmiş ve insanların bu konuda denge içerisinde olmaları gerektiğini vurgulamıştır. İslam âlimlerimizin belirttiğine göre mizah ve şakalaşma hususunda insanlar üç kısımdır:

1- Biteviye mizaha dalan ve hayatları şaka-şamata üzere kurulu olanlar.

2- Şakalaşmayı sevmeyen ve her daim ciddiyeti esas alarak neredeyse hiç latife yapmayanlar.

3- Orta yollu olup yeri geldiğinde şakalaşan, yeri geldiğinde de ciddi olanlar.

Allah Rasûlünün hayatını inceleyenler, O’nun son maddede ifade edildiği gibi yeri geldiğinde şakalaşan, yeri geldiğinde ise ciddi olan bir şahsiyet olduğunu görürler. O, hayatını denge üzere kurduğu ve her işinde orta yollu olduğu için şakalaşma ve mizah hususunda da bu dengeyi korumuş ve ortamın gerektirdiği şey neyse onunla amel etmiştir.

Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatır: Bir defasında Rasûlullah’a sallallahu aleyhi ve sellem:

― Ey Allah’ın Rasûlü! Sen bizimle şakalaşıyorsun? dedim.

Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

Doğrudur, ancak Ben, haktan başka bir şey söylemem! buyurdu.[3]

Ebu Hureyre radıyallahu anh, herhalde Allah Rasûlü’nün konumu itibariyle hiçbir surette şaka yapmaması gereğini düşünmüştü; bu nedenle de sorusunu, şaşkınlığını ortaya koyan bir tarzda sordu. Allah Rasûlü ise bu cevabıyla ona, insan olmanın bir gereği olarak kendisinin de şakalaştığını; ama her işinde olduğu gibi bu işinde de ‘doğruluk’ ve ‘sıdk’ ilkesi ile hareket ettiğini bildirdi.

Bildiğimiz üzere Allah’ın Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, bizler için hayatın her alanında örnektir. Rabbimiz O’nu, yaşantımızın her noktasında örnek edinelim diye numune-i imtisal kılmıştır. Yememizde, içmemizde, oturmamızda, kalkmamızda, gelmemizde, gitmemizde hâsılı her şeyimizde O, bizlere en ideal örnektir. Yine bunun gibi O, bizlere bir baba, bir imam, bir komutan, bir lider, bir eş, bir öğretmen, bir arkadaş olarak da eşsiz bir modeldir. Yani O, bizim için hayatın her alanında, her lahzasında ve her konumunda örnek alınacak bir ‘numune’dir.

“Andolsun, Allah’ın Rasûlünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman ve Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” (33/Ahzab, 21)

Bu ayette Rabbimiz, Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem bizler için mutlak anlamda bir numune olduğunu ve O’nun her yönüyle bizlere örneklik teşkil ettiğini bildirmiştir. Rabbimizin, “Allah’ın Rasûlünde sizin için güzel bir örnek vardır” buyurarak Rasûlullah’ın bir yönünü kayıtlandırmaması, O’nun her yönüyle bizlere örneklik edeceğinin bir delilidir. Bu nedenle O’nu her şeyde örnek kabul etmek gerekir. Konumuzla alakalı olarak söyleyecek olursak; Efendimiz mizah, şakalaşma ve espri konusunda da bizlere örnektir. Onun bu konudaki örnekliği vasat bir çizgide olup yeri geldiğinde şakalaşmak, yeri geldiğinde ise ciddi olmak şeklinde ortaya çıkmıştır. Bizlerin de böyle olması ve hayatı tadında yaşayarak orta bir kıvamda latifeleşmeyi bilmesi gerekmektedir. Ne birilerinin yaptığı gibi hayatın her alanını şakaya vurmalı, ne de bazılarının takındığı gibi her yer ve ortamda somurtkan bir tavır takınmalıyız. Aksine Rasûlullah gibi orta yollu olmalıyız.

Bu gün bazı Müslümanlar, ne yazık ki Rasûlullah gibi orta yollu olmak yerine her ortamlarını gırgır ve şamataya çevirmekte, ciddi yerlerde bile şaka ve esprilerle ortamların vakarını bozmaktadırlar. Âlimlerin meclislerinde, büyüklerin sohbetlerinde veya bilgi teatisi yapılan ilim halkalarında bile maalesef ki beş dakika olsun ciddi bir şekilde duramamaktadırlar. Ne âlim tanımaktalar, ne de büyük! Böyle olduğu için hem genel itibariyle insanların hem de ciddiyeti prensip edinmiş Müslümanların gözünden düşmektedirler. Onların bu halini gören sıradan kimseler ise, öncelikle onların zatlarından, sonrasında ise onların üzerinde bulunduğu yol ve akideden teberri ediyorlar. Bu davranışın kendimize ve akidemize zarar getirdiğini göz önüne alarak Allah için daha ciddi olmalı, daha vakur bir şekilde insanların içerisine çıkmalıyız.

Bu ahlakın kadınlarda daha yoğun bir şekilde tebellür ettiği kulağımıza gelen bilgiler arasında. Davet ve tebliğ sahasında bir şeyler yapmaya çalışan ciddi bacılarımızın en çok şikâyetçi olduğu konulardan bir tanesi, ne yazık ki bu mevzu. Müslüman bazı kadınların her ortamda aşırı derecede mizah ve espri yaparak işin cılkını çıkarması, sürekli şakalaşmalar ve aşırı derecede gülmelerle ortamların maneviyatını bozmaları tebliğ ve davet ile meşgul olan bacılarımızı oldukça rahatsız etmektedir. Onların bu olumsuz tavırları, kendileriyle bir arada bulunmama gibi bir olumsuz sonucu doğurmaktadır. Hele bir de bu tür bacıların aynı tavırlar içerisinde tebliğ ve davet ortamlarında yer almaları, bizi gözlemleyerek kim olduğumuzu öğrenmek isteyen ve bizlere not verecek olan insanların zihninde çok kötü bir imaj bırakıyor. Hakkımızda olumsuz kanılara varmalarına neden oluyor.

Ey bacım! Eğer sende de zikrettiğimiz şeylere benzer bazı hasletler varsa, hiç durma hemen onları terk etmeye çalış ve örneğin Muhammed aleyhisselam gibi vasat bir insan olma yolunda gayret et.

ŞAKALAŞMA ÂDABININ KURALLARI

Üstte de dediğimiz gibi, her konuda mükemmel hükümler koyan dinimiz, şakalaşma ve espri konusunda da en güzel hükümleri vaz etmiş ve biz Müslümanların nasıl bir espri anlayışına sahip olması gerektiği noktasında yolumuzu aydınlatmıştır. Âlimlerimizin belirttiğine göre bu hükümlerden bazıları özetle şunlardır:

1- Yaptığımız şaka, latife veya espriler, içerisinde asla Allah’ın isimleri, ayetleri, peygamberleri ve İslam’ın değerleri ile alay etmeyi barındırmamalıdır. Bu gün bazı insanların şakaları maalesef bu türdendir. Adam şaka yapıp insanları güldüreceğim derken, bir anda Rabbinin ayetlerini veya O’nun değer atfettiği şeyleri ayaklar altına almakta ve farkında olarak veya olmayarak ‘mukaddesât’ ile alay eder bir pozisyona düşmektedir. Bu tür bir şaka, ne niyetle ve hangi maksatla yapılırsa yapılsın küfürdür ve insanı dinden çıkartır. Rabbimiz bu hususla alakalı olarak şöyle buyurur:

“Andolsun, onlara (Tebük gazvesine giderken söyledikleri o alaylı sözleri) soracak olsan, elbette şöyle diyeceklerdir: ‘Biz sadece eğlenip şakalaşıyorduk.’ De ki: Allah ile O’nun ayetleri ile ve Rasûlü ile mi alay ediyorsunuz? Özür dilemeyin. Siz iman ettikten sonra gerçekten kâfir oldunuz…” (9/Tevbe, 65, 66)

İmam Taberî’nin naklettiğine göre bu ayetin nüzul sebebi şu olaydır: Tebük gazvesinde bir adam:

― Bizim şu Kur’an okuyanlarımız kadar midelerine düşkün, dilleri yalancı ve düşmanla karşılaşma esnasında korkak kimseleri görmedim, dedi. O mecliste bulunan bir adam da:

― Yalan söylüyorsun; sen bir münafıksın! Seni Rasûlullâh’a haber vereceğim, dedi. Bu haber Rasûlullâh’a sallallâhu aleyhi ve sellem ulaştı ve bunun üzerine bu ayetler indi.”[4]

Bu rivayete göre bu sözleri sarf eden kimseler, sahabenin âlimleriyle –ki âlimler bu dinin önemli makamlarından birisini temsil etmektedirler− alay ettikleri için imanlarından sonra kâfir olmuşlardır.

İşte bunun gibi bir insan, bu dinin mukaddes kabul ettiği, önemli saydığı veya değer atfettiği herhangi bir şeyi alay konusu edinirse kesinlikle dinden çıkar ve bu konuda niyetine itibar edilmez; zira bu dinde alay konusu edilecek hiçbir şey yoktur.

Bu gün bazı insanlar şaka ve mizahlarında dinin önem atfettiği şeyleri konu ediniyor ve bu sayede −Allah muhafaza− imanlarını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalıyorlar. Adam başlıyor konuşmasına‘Bahçeye bir inek, bir de hoca girmiş…’ diye ve bu söz ile İslam âlimlerinin kadr-i kıymetini ayaklar altına almasının yanı sıra, onları −hâşâ− ineklerden daha fazla yiyen, boğaz düşkünü insanlar olarak lanse ediyor. Ve yine adam başlıyor sözlerine ‘Şu bizim çarşaflılar var ya…’ diye, nihayetinde sözlerini ‘Kara Fatmalar’, ‘öcüler’ veya ‘böcüler’le bitiriyor. ‘Şu bizim sakallılar var ya…’ diye açıyor ağzını, ‘Keçi sakallılar’la noktalıyor sözünü. Tüm bunlar çok tehlikeli şeylerdir ve her an insanın ayağını kaydırabilir. Bir müslüman gafleten böyle bir şaka yapacak olsa önce ikaz edilir, eğer tekrar ederse küfrüne hükmedilir. İş, işte bu kadar tehlikelidir.

2- Yaptığımız şaka ve espriler asla bir günahı içermemelidir. İçerisinde bir günah barındıran her türlü şakalar, İslam’da haramdır ve asla caiz değildir. Ebu Hureyre’nin radıyallahu anh hayreti üzerine Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem verdiği cevap aslında bunun delilidir:

Ben, haktan başka bir şey söylemem!”

Müslümanlar da, tıpkı önderleri olan Peygambersallallahu aleyhi ve sellem gibi şakalaşmalarında haktan başka bir şey söylememeli, yalan türü insanların güvenini zedeleyecek yollara asla tevessül etmemelidirler. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

“Veyl olsun, insanları güldürmek için konuşup yalan söyleyene! Veyl olsun ona, veyl olsun ona!”[5]

Mizahlarında yalanı terk edip, şaka yere bile olsa bir günah ile latife yapmayanlara, cennetin ortasında bir köşk verileceği vaat edilmiştir. Ve bu vaade Peygamber Efendimiz kefil olmuştur.

“Ben, haklı bile olsa çekişip didişmeyen kimseye cennetin kenarında bir köşk verileceğine kefilim. Şakadan bile olsa yalan söylemeyen kimseye cennetin ortasında bir köşk verileceğine kefilim. İyi huylu kimseye de cennetin en yüksek yerinde bir köşk verileceğine kefilim.”[6]

3- Yaptığımız şakalar asla ahlakı, mürüvveti ve mümin kişiliğimizi zedeleyen türden şakalar olmamalıdır. Ahlaka halel getiren, mürüvveti zedeleyen ve insanın ağzını bozan şakalar şaka değil, şaklabanlıktır. Bazı kardeşlerimiz şaka yapayım derken, ağza alınmayacak sözler sarf ediyor, küfürler ediyor veya belden aşağı fıkralar anlatarak karşı tarafı güldürmeye çalışıyorlar. Bu nasıl bir ahlak, nasıl bir mizah anlayışıdır! Hiç, bir müslümana yakışır mı? İnsanlara hoş vakit geçirtelim diye kişiliğimizden taviz verebilir miyiz? Bir Müslüman asla böylesi şaklabanlıklara, soytarılıklara kalkışmamalı, edep ve ahlakını korumalıdır.

4- Yaptığımız şakalar kesinlikle bir mümini korkutma formatında olmamalıdır. Bir mümini korkutan her türlü şaka bizzat Rasûlullah’ın dili ile haram kılınmıştır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

“Bir Müslümanın, bir Müslümanı korkutması helal değildir.”[7]

“Sizden biriniz silâhını (çıkarıp) din kardeşine işaret etmesin. Çünkü o bilmez, belki şeytan silâhı elinden çeker de, bu yüzden cehennemin bir çukuruna yuvarlanıverir.”[8]

“Bir kimse kardeşine −Velev bu kardeşi ana baba bir öz kardeşi bile olsa− bir demirle işaret ederse, elinden onu bırakıncaya kadar melekler ona lânet eder.”[9]

Bu gün bazı Müslümanlar, samimi oldukları arkadaşlarının parasını, kimliğini, cüzdanını, telefonunu ve benzeri eşyalarını saklıyor, bir metasını kaybederek onun endişeye kapılmasına neden oluyorlar. Veya arabayı üzerine sürüyor, polis numarası yapıyor, yüksekten düşürecekmiş gibi iteliyor, ansızın ışıkları söndürüyor ve buna benzer bir takım şakalarla kardeşlerini korkutuyorlar. Bunlar asla İslam’ın öngördüğü mizah anlayışıyla bağdaşmaz. Bir Müslümanın –nefsine hoş gelse bile− bu tarz şakalar yaparak kardeşlerini korku ve endişeye sevk etmesi helal değildir. Edep sahibi Müslümanların bu tarz şakalaşmalardan uzak durmaları gerekmektedir.

5- Yaptığımız şaka ve espriler asla bir hakkın ihlaline neden olmamalı, haram olan bir şey şaka nedeniyle helale dönüştürülmemelidir. Bu gün buna ‘kesik atma’ denilmektedir. Kesik atmak, bir müminin malını şer‘î bir hak olmaksızın zimmete geçirmek demektir ki, karşı tarafın rızası söz konusu değilse kesinlikle haramdır. İslam’da kat‘î surette yasaklanmış bir adettir. Bazı müslümanlar, kardeşlerinde gördükleri saat, kalem, yüzük, tesbih ve benzeri güzel şeyleri önce istemekte, ardından da ‘Kesik attım!’diyerek o eşyalara el koymaktadırlar. Bu, biraz öncede dediğimiz gibi asla caiz değildir. Bazı kardeşlerimiz, maalesef ki bu kötü âdete müptela olmuş durumdadırlar. Özellikle erkeklerde bu adet çok yaygın vaziyettedir. Bayanlar arasında da nispeten mevcuttur. Bir müslümanın ne yapıp edip alışkanlık haline getirdiği bu şeni hastalığı terk etmesi gerekmektedir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu konuda şöyle buyurur:

“Sizden biriniz kardeşinin asasını, ister oynama amaçlı, ister ciddiyetle asla almasın/zimmetine geçirmesin! Kardeşinin asasını alan, derhal asasını geri ona versin.”[10]

6- Yaptığımız şaka ve espriler uygun vakitlerde yapılmalıdır. Unutmamak gerekir ki, her vakit espri için elverişli ve uygun bir vakit değildir. Kimi insanlar vardır ki, bir sıkıntısı sebebiyle morali bozuktur. Bazılarının derdi, kederi vardır. Bazıları önemli bir yakınını kaybetmiştir. Bazıları da belki eşleri ile tartışmıştır, sıkıntıdadır. Eğer sürekli espri derdinde olur, insanların ruh hallerini anlamaz ve sanki ortalık güllük gülistanlıkmış gibi davranırsak her an kendimizin moralinin bozulması gibi bir durumla karşı karşıya kalabiliriz. Böylesi durumda da kendimizden başkasını kınamamalıyız.

7- Yaptığımız şaka ve espriler uygun mekânlarda yapılmalıdır. Bilinmelidir ki her mekân, şaka şamata mekânı değildir. Bazı meclisler ciddiyet ister. Oralarda ağır başlı ve vakur bir şekilde durmayı bilmelidir Müslüman. Eğer bu meclislerde de cıvık davranmayı sürdürürse, insanların gözünden düşer, değerini kaybeder, ağırlığını yitirir. Cenaze evleri, hasta yakınlarının yanları, mescidler ve ilim meclisleri gibi yerler, hep ciddiyetin öne çıktığı yerlerdir. Müslüman, özellikle bu tür yerlerde çok daha hassas olmalıdır. Her şeyi yerli yerinde yaparak insanların halet-i ruhiyelerine göre hareket etmelidir. Böyle yaparsa sünnete isabet ederek hareket etmiş olur.

8- Yaptığımız şaka ve espriler uygun insanlara yapılmalıdır. Şakalarımızda zaman ve mekân faktörü ne kadar önemli ise, insan faktörü de o kadar önemlidir. Her insan şakayı kaldırmayabilir. Kimi insanlar, yapıları gereği şakadan hoşlanmaz, esprileri kaldırmazlar. Kendilerine şaka yapanlara karşı anında farklı tepkiler verirler. Kimi zaman da tepkileri normalin çok üzerinde olur. Karşı tarafa beklenmedik bir şok yaşatabilirler. Böylesi vasıflarıyla öne çıkmış birileri varsa onlara şaka yapma noktasında çok hassas olunmalıdır. Yine âlimler, yaşlılar, kadr-i kıymeti büyük insanlar ve ciddiyetiyle tanınan insanlar da şakalaşmalarda çok dikkatli davranılması gereken insanlardır. Müslüman, her insana yapısına göre davranmayı becerebilen bir kişi olmalıdır. Bu da sünnettendir.

Buraya kadar zikrettiğimiz şakalaşma ilkeleri, her müslümanın mizah ortamlarında titizlikle riayet etmesi gereken kurallardandır. Bir Müslüman her insana şaka yapabilir. Büyük âlimlere bile şaka yapmakta bir beis yoktur; ama bu, kıvamında, tadında ve dozunda olmalıdır. Her şey tadında ve dozunda güzeldir. İnsana lezzet veren şeker bile fazla kullanıldığında çayı içilmez hâle getirir. Bu nedenle şakalaşmalarımızdaki orantıyı çok iyi ayarlamalı ve esprilerimizi miktarınca yapmalıyız.

***

Değerli kardeşim, buraya kadar anlattığımız şeylerle genel olarak erkeği ve kadınıyla bütün Müslümanların dikkat etmesi gereken bazı ‘mizah âdabı’ kurallarına temas etmeye çalıştık. Burada zikrettiğimiz şeylerin haricinde de elbette dikkat edilmesi gereken bir takım ilke ve kurallar mevcuttur. Sen bunları âdab-ı muâşeret kitaplarından araştırarak öğrenebilirsin. Bir sonraki yazımızda Allah izin verirse Rasûlullah’ın, ashabının ve selefin büyüklerinden bazılarının şakalarından örnekler vererek İslam’ın şakalaşmayı büsbütün yasaklamadığını, aksine buna bir sınırlama getirdiğini vurgulamaya çalışacağız; ardından da gülmeyle alakalı bazı noktalara temas ederek Müslümanın cıvık bir yapıya sahip olmaması gerektiğinin altını çizmeye gayret edeceğiz.

Rabbim imkân verirse bir sonraki yazımızda tekrar buluşmak dileğiyle, fî emânillâh…


Faruk Furkan


[1] Tirmizî. Ayrıca bkz. “el-Edebu’l-Müfred”, 891.

[2] Buharî ve Müslim.

[3] Tirmizî.

[4] “Tefsiru’t-Taberi”, 6/172 vd.

[5] Ebu Dâvud, Ahmed, Beyhakî.

[6] Ebu Dâvud, Tirmizî.

[7] Ebu Dâvud, Tirmizî.

[8] Buhârî, Müslim.

[9] Müslim.

[10] Tirmizî.
 
Tihame Çevrimdışı

Tihame

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
MÜMİNE HANIMLARA NASİHATLER
ŞAKALAŞMA VE GÜLME ÂDABI (2)—

بسم الله الرحمن الرحيم

Değerli mü’mine kardeşim, geçen yazımızda sana İslam’ın ‘Şakalaşma ve Gülme Âdabı’nın nasıl olması gerektiğine dair bazı hatırlatmalarda bulunmuş ve maddeler halinde mizah yapacağımızda nelere dikkat etmemiz gerektiğinin altını çizmeye çalışmıştık. Bu yazımızda ise, Rabbimizin izni ile Allah Rasûlünün,ashabının ve selefin büyüklerinden bazılarının şakalarından örnekler vererek nasıl bir espri anlayışımız olması gerektiğini izah etmeye, ardından da gülme ile alakalı bazı hususlara dikkat çekmeye çalışacağız. Cehd-u gayret bizden, başarıya eriştirmek Allah’tandır.

***

Değerli kardeşim, önceki yazımızda da kısmen değindiğimiz üzere, İslam denge dinidir; ne aşırı şakaya ne de aşırı ciddiyete müsaade eder. Aksine her zaman ölçülü ve dengeli olmayı tavsiye buyurur. Efendimizin hayatını incelediğimizde, hep bu kıvamda bir yol izlediğini görürüz. Biraz sonra örneklerini zikredeceğimiz üzere O, tüm siyreti boyunca hep bu ayarda bir yol tutmuş ve hayatı ‘tadında’ yaşamıştır. Ama üzülerek söylememiz gerekir ki bu gün nice Müslüman Hanım, (erkekler de buna dâhildir) Efendimizin bu dengeli mizah anlayışından çok uzak bir tavır içerisinde hayatını sürdürmektedir. Oturumlarında, meclislerinde ve hatta derslerinde bile gırgır-şamata ve oyun-eğlence ile zamanlarını geçirmektedirler. Oysa hayatın esası ciddiyet üzere kurulmalı, kalbin rahatlaması gerektiği anda mizah ve şakaya başvurulmalıdır. Rasûlullah Efendimizin, sahabenin ve İslam büyüklerinin hayat tarzları hep bu minval üzere olmuştur. Bu dengeyi kurduğumuz zaman şaka ve mizahlarımız bir anlam ifade edecek, arkadaşlarımızla olan latifeleşmelerimiz bir mana kazanacaktır. Eğer bu kıvamdan sapar ve birlikteliklerimizin genelinde şakalaşmayı esas alırsak, bu durumda ne şakalaşmalarımızın, ne latifelerimizin, ne de esprilerimizin bir anlamı kalmaz. Unutmamak gerekir ki, her şey tadında güzeldir. Bu tadı kaçırmamak ise, bizim en önemli vazifelerimizdendir. Bu bağlamda Ömer b. Abdülaziz’in rahimehullah söylediği şu söz ne de güzeldir:

“Allah’tan korkun ve (aşırı) mizah yapmaktan kaçının; çünkü mizah, kin gütmeye ve kötülüğe sürükler. Kur’ân ile konuşun ve Kur’ân’ın gölgesinde oturun. Eğer Kur’ân size ağır gelirse, o zaman erkeklerin konuşmasından güzel bir konuşma yapın.”[1]

Bazı hikmet ehli insanların da şöyle dediği nakledilmiştir:

“(Aşırı) mizah, ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi heybeti/saygınlığı yer bitirir.”

Yine bir sözde de şöyle denilmiştir:

“Çok şaka yapanın saygınlığı azalır; tartışması çok olanın da gıybeti (nefse) tatlı gelir.”[2]

İslam’da şakalaşma âdabının nasıl olması gerektiğine dair küçük bir risale kaleme alan Ebu’l-Berekât el-Ğazzî rahimehullah, mizahın kıvamında güzel olduğunu ve aşırısının kınanmayı gerekli kıldığını şu sözleriyle ifade eder:

“Mizah, ahlak sınırlarını aşacak kadar ileri götürüldüğünde rezillik ve alçaklık olur.”[3]

Çok şaka yapan, matrak olan ve bu vasıfla öne çıkan biri olmak yerine; sükûnet, vakar ve edeple anılmamız bizler için daha hayırlıdır. Sen de, İslam davasının hanım bir neferi olarak, bu vasıflarla öne çıkmaya gayret et. Edebinle anıl, vakarınla bilin; ama yeri geldiğinde kardeşlerine latife yapmayı da ihmal etme. Böyle olursan Rabbinin katında da, insanların gönlünde de hayırla yer eden ve güzel şekilde anılan birisi olursun.

Evet, şimdi Efendimiz’in aleyhisselam şaka ve latifelerinden bazı örnekler zikrederek bu konuda nasıl bir tutum içerisinde olmamız gerektiğinin altını çizmeye çalışalım.

ALLAH RASÛLÜNÜN ŞAKALARINDAN BİR KAÇ ENSTANTANE

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, ara sıra hoşa giden, tatlı, nükteli ve latifeli sözler söyler, bazen güzel esprilerle etrafındakilere neşe ve mutluluk saçardı. Şu rivayetler O’nun bu yönünü ortaya koymaktadır:

1- Bir gün hizmetinde bulunan Enes b. Mâlik’iradıyallahu anh yanına çağırdı ve ona: ‘Yâ ze’l-Üzüneyn/Ey iki kulaklı!’ diyerek latife yaptı.[4]

2- Enes b. Mâlik’in radıyallahu anh küçük bir kardeşi vardı. Adı ‘Ebu Umeyr’ idi. Bu çocuk çok küçük yaştaydı. ‘Nuğayr’ adında küçük bir kuş besliyordu. Bir gün bu kuş öldü. Ebu Umeyr buna çok üzülmüştü.Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem onun üzgün olduğunu görünce “Ebu Umeyr! Ne yaptı Nuğayr?” diyerek ona latife yaptı, onun gönlünü almak istedi.[5]

3- Rasûlullah’a sallallahu aleyhi ve sellem bir adam geldi ve:

― Ey Allah’ın Rasûlü! Beni bir deveye bindirsenize, dedi.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

Ben seni dişi devenin yavrusuna bindireceğim, buyurdu.

Adam:

― Ben devenin yavrusunu ne yapayım? deyince,Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

― Develeri, dişi develerden başkası mı doğurur? diyerek latifesini ortaya koydu.[6]

4- Yaşlı bir kadın, bir gün Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem huzuruna gelerek:

― Ey Allah Rasûlü! Benim için dua et de cennete gireyim, dedi.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

İyi de, cennete yaşlı kadınlar girmeyecek ki!buyurdu.

Yaşlı kadın neye uğradığını şaşırarak, büyük bir üzüntü içerisinde ve ağlayarak geri döndü. Rasûlullahsallallahu aleyhi ve sellem ashabına:

Ona söyleyin, yaşlı kadınlar cennete yaşlı olarak değil, genç olarak girecekler, buyurdu. Sonra da şu ayeti okudu:

“Biz o kadınları yeni bir yaratılışla tekrar inşâ ettik/yarattık. Onları bâkireler, eşlerine sevgiyle tutkun kimseler ve yaşları eşit kadınlar yaptık.” (56/Vâkıa, 35-37)[7]

5- Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem ashabından bir bedevi vardı. Adı ‘Zâhir’ idi. Bu zat, ara sıraRasûlullah’a köy azığı gönderirdi. Bir gün şehre geldi. Köyden getirdiği şeyleri pazarda satıp bitirmişti.Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem tesadüfen oraya uğradı. Zahir’in arkasından giderek geriye dönemeyecek şekilde onu yakaladı. Zâhir radıyallahu anh:

― Kimdir o? Bıraksana! dedi.

Allah’ın Rasûlü onu bırakıp da Zâhir geriye dönünce, kendisini tutanın Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem olduğunu gördü. Bunun üzerine sırtını Efendimize tekrar yasladı. Efendimizin yaptığı bu şakayı ne kadar sevdiğini, kendisine bu kadar samimi davranmasından ne kadar hoşlandığını göstermek istedi. Sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir latife daha yapmayı murad etti ve:

İçinizde bu köleyi satın alacak var mı? diye etrafa seslendi.

Bunu duyunca Zahir radıyallahu anh, köle oluşundan hareketle değersizliğini ifade etmek için:

― Ey Allah Rasûlü! Benim gibi bir köleyi satın alan kimse, muhakkak zarar eder, dedi. Bunun üzerineRasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem onun bu sözüne karşılık:

Ama Allah katında senin değerin yüksektir,buyurdu.[8]

6- Muhammed b. Rebi radıyallahu anh anlatır: Ben beş yaşındayken Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir kovadan ağzına su aldı ve o suyun bir kısmını bana püskürttü.[9]

7- Suheyb er-Rûmî radıyallahu anh anlatır:Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem yanına gitmiştim. Önünde bir ekmek ve hurma vardı. Bana:

Yaklaş ve ye, buyurdu.

Ben de hurma yemeye başladım. O ara Rasûlullahsallallahu aleyhi ve sellem bana:

Gözün ağrıdığı halde hurma mı yiyorsun? dedi. Ben de:

―Ey Allah’ın Rasûlü, ben ağrımayan tarafla yiyorum, dedim.

Bu söz üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemtebessüm ederek güldü.[10]

Aktardığımız bu nakiller, O’nun latife ve şaka yönünü ortaya koymaktadır. Bu nakilleri incelediğimizde O’nun genellikle şu sebeplerden ötürü şaka yaptığını görürüz:

1- Karşı tarafa sevgisini göstermek için.

2- Sıkıntıları hafifletmek, acıları dindirmek için.

3- Ortamı yumuşatmak için.

4- Terbiye ve eğitim amaçlı.

Bu saydığımız maddelerden hangisiyle olursa olsun, bir Müslümanın latife yapmasında herhangi bir sakınca yoktur.

Bununla birlikte kaynaklarımızda O’nun, mizahı ve şakalaşmayı yasaklayan sözleri de mevcuttur. Bu sözlerinden birisinde şöyle buyurur:

“Kardeşinle tartışma! Onunla şakalaşma ve ona söz verip sakın cayma!”[11]

Bu söz, zahiri itibariyle Müslümanlara şaka yapmayı yasaklamaktadır. Laf buraya geldiğinde şu soruyu sormadan geçmek mümkün değildir: Rasûlullah’ın hayatına baktığımızda O’nun, arkadaşlarına ve etrafındakilere şaka yaptığını görüyoruz; ama bu sözünde arkadaşlarımızla şakalaşmamızı bizlere yasaklıyor. Bu durumda bu iki zıt bilginin arasını nasıl bulacak ve hangi şeyle amel edeceğiz?

CEVAP: Bu soruyu İmam Ğazalî merhum dasormuş ve şu şekilde cevap vererek delillerin arasını bulmaya çalışmıştır:

“Eğer sen, Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem ve ashâbının yaptığına güç yetirebiliyorsan, yani mizah yaparken sadece doğruyu söylüyor, hiçbir kalbi kırmıyor, mizahta aşırıya kaçmıyor ve bunu (sürekli değil de) ara sıra yapıyorsan, o zaman senin de mizah yapmanda hiçbir sakınca yoktur. Lakin kişinin, mizahı sürekli kendisiyle meşgul olduğu ve hakkında aşırıya gittiği bir ‘uğraşı’ haline getirmesi, sonra daRasûlullah’ın yaptığı şeyleri kendisine delil tutmaya çalışması büyük bir hatadır.”[12]

Bu soruya şöyle de cevap vermemiz mümkündür:

1-) Şakalaşmayı yasaklayan İmam Tirmizî’nin naklettiği rivayet, senedinde yer alan Leys b. Ebî Süleym adlı kişiden dolayı zayıftır. Efendimizin şakalaştığını ifade eden hadisler ise, başta Buharî gibi büyük imamlar tarafından nakledilmiş sahih ve güvenilir rivayetlerdir. Dolayısıyla bu rivayetler karşısında senedinde zayıflık bulunan bir nakli getirip bunun üzerinden hüküm çıkarmaya kalkışmak doğru bir yaklaşım değildir.

2-) Hadisin senedini sahih kabul etsek bile, bu yasaklama aşırılığa ve olması gereken seviyenin üstüne hamledilir. Buna göre mana ‘Kardeşinle aşırı bir şekilde şakalaşma!’ anlamındadır. Bu izah, Rasûlullah’ın uygulamalarının delalet ettiği bir husus olmasının yanı sıra, delilleri cem etmesi bakımından da tercihe şayandır. Yine de Allah en iyisini bilir.

Buraya kadar aktardığımız rivayetler, Rasûlullah’ınsallallahu aleyhi ve sellem yaptığı mizahların niteliğini ortaya koymaktadır. Tüm bu mizahların ortak özelliği; nitelikli ve anlamlı olmasıdır. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem hiçbir zaman yalanı, cıvıklığı, hak ihlalini, korkutmayı ve içeriğinde mürüvveti zedelemeyi barındıran şakalaşmaları yapmamıştır. O’nun kutlu yolunun yolcuları olan biz Müslümanların da, şakalaşmalarımızda O’nun ahlakını takip etmesi ve nitelikli şakalar yaparak sünnetine ittiba etmesi gerekmektedir.

O’nun kutlu yolunun ilk yolcuları olan Ashab-ı Kiram da bu minvalde hareket etmiş ve nitelikli latifelerle birbirlerini neşelendirmişlerdir. İşte şimdi onların şakalarından bazı tablolar sunmaya çalışalım:

SAHABENİN ŞAKALARINDAN ÖRNEKLER

1- Rasûlullah’ı sallallahu aleyhi ve sellem çok seven Nuayman radıyallahu anh, Medine’ye iyi bir şey getirildiğinde hemen alır ve O’na hediye ederdi. Yine bir defasında Nuayman, satıcıda gördüğü enfes bir balı alıp Rasûlullah’a getirdi ve hediye etti. Daha sonra satıcı parayı isteyince, adamı tutup Rasûlullah’agetirdi ve parayı O’ndan almasını söyledi. Rasûlullahsallallahu aleyhi ve sellem:

Ey Nuayman! Sen bunu hani hediye etmiştin, deyince,

―Ya Rasûlallah! Bu güzel balı senin yemeni çok istedim, param olmadığı için de böyle yaptım, dedi. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem gülerek adamın parasını ödedi.[13]

2- Bâdiyeden bir Arabî, Medine’ye gelmiş ve devesini avluya bağlayarak Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem yanına girmişti. Şakacılığıyla meşhur olan sahabî Nuayman radıyallahu anh, bu defa da bir muziplik yapmış ve arkadaşlarının tahrikleriyle adamın devesine göz koymuştu. Arkadaşları ona:

― Canımız çekti; haydi şu deveyi kes de yiyelim. Nasıl olsa Rasûlullah bedelini öder, dediler ve onu adeta bu işe zorladılar.

Önce bu teklifi kabul etmeyen Nuayman radıyallahu anh, arkadaşlarının ısrarı karşısında dayanamadı ve deveyi kesti. A‘rabî, dışarı çıkıp da manzarayı görünce bağırmaya başladı. Bu çığlıklar üzerine dışarı çıkan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu işi kimin yaptığını sorar. Oradakiler “Nuayman” der. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem onu aramaya çıkar ve saklandığı yerde onu bulur. Bir çukura saklanmış ve üstünü hurma yaprakları ile örtmüştür. Onu gören bir sahabî, bir taraftan eliyle saklandığı yeri Rasûlullah’a işaret etmiş, diğer taraftan da “Onu görmedim ya Rasûlallah!” demişti. Neticede Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Nuayman’ı çukurdan çıkardı ve:

― Sana bunu kim yaptırdı? diye sordu.

Nuayman radıyallahu anh:

― Burayı Sana işaret edenler yok mu, işte beni onlar bu işe teşvik etti, cevabını verdi Durumu anlayan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, bir taraftan yüzündeki çöpleri sildi, diğer yandan da gülerek devenin parasını‎ Arabî’ye ödedi.[14]

3- Bir yolculuk esnasında Abdullah b. Huzaferadıyallahu anh sessizce Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellembineğinin yularını çözer. Bu nedenle Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem neredeyse bineğinden düşecek gibi olur. Hadisin ravilerinden olan İbn Vehb: “Abdullah b. Huzafe, Rasûlullah’ı güldürmek için mi böyle yapmıştı” diye Leys’e sorduğunda, “evet” cevabını almıştır.[15]

4- Heybeti, ciddiyeti ve ağır başlılığıyla bilinen Ömer radıyallahu anh, Efendimizin torunları Hasan ve Hüseyin’i Rasûlullah’ın omuzlarına oturmuş halde görünce:

Altınızdaki at ne kadar kıymetlidir? diye onlara latife yapmıştır.[16]

5- Yine Ömer radıyallahu anh, çok hızlı ve kısa namaz kılan bir Arabî’nin namazdan sonra yaptığı duasında“Ya Rabbi! Beni cennette hurilerle evlendir” dediğini duyunca:

Ey adam! Parayı az ödedin, karşılığını ise çok istiyorsun, diye onunla şakalaşmıştır.[17]

Sahabeden sonra gelen ve yolumuzun kandilleri olan Selef imamlarının biyografilerini incelediğimizde, onların da Rasûlullah’ın ve ashabının yolunu takip ettiklerini, yeri geldiğinde insanlarla şakalaştıklarını ve uygun ortamlar bulduklarında onların gönüllerini almak, kalplerine neşe sokmak için latifeler yaptıklarını görürüz. İşte şimdi onların latifelerinden birkaç örnek:

SELEFİN ŞAKALARINDAN BİR DEMET

1- Adamın birisi Ebu Hanife’nin rahimehullah yanına geldi ve ona:

― Ey imam! Elbiselerimi çıkarıp nehre gusül abdesti almaya girdiğimde kıbleye mi, yoksa başka bir yöne mi döneceğim, diye sordu. Bu soru üzerine Ebu Haniferahimehullah adama şöyle karşılık verdi:

― Bence en uygun olanı, elbiselerinin olduğu yöne dönmendir; ta ki bu sayede elbiselerin çalınmasın!

Ebu Hanife rahimehullah bununla adama latife yapmak istemiştir.[18]

2- Rebi‘ anlatır: Hasta olduğu bir sıra İmam Şafiî’nin yanına gittim ve ona:

― Allah zayıflığınızı kuvvetlendirsin, dedim. Bunun üzerine Şafiî rahimehullah:

Eğer zayıflığımı kuvvetlendirirse, o zaman beni öldürür, diye karşılık verdi.

Bunun üzerine ben:

―Yemin olsun ki sadece iyilik murad ederek böyle söyledim, dedim.

İmam Şafiî rahimehullah:

Biliyorum, sen bana sövsen bile hayrımı murad edersin ey Rebi‘! dedi ve bu şekilde ona latife yaptığını belirtti.[19]

3- İmam Şa‘bî’ye rahimehullah:

― Şeytanın karısının adı nedir? diye soruldu. Bunun üzerine o:

Onun evliliğine şahit olmadık ki, diye latife yaparak cevap verdi.[20]

4- Bir adam yine İmam Şa‘bî’ye:

― İhrama girmiş bir kimse bedenini ovalayabilir mi? diye soru sordu. O:

― Evet, diye karşılık verdi. Bunun üzerine adam:

― Peki, ne kadar miktarda ovalamalı diye tekrar sordu. Bu soru üzerine İmam:

― Kemik görünene kadar! diyerek latifeli bir cevap verdi.[21]

5- İbn Ayyâş anlatır: A‘meş’in rahimehullah üzerinde ters yüz edilmiş, yünü dışarıda olan bir kürk gördüm. Hava yağmurluydu. O ara önümüze doğru bir köpek geldi. A‘meş rahimehullah köpeği görünce hemen ondan uzaklaştı ve “Sakın ha beni koyun zannetmesin” diyerek latife yaptı.[22]

Değerli bacım, buraya kadar yaptığımız nakilleri dikkatlice incelediğinde göreceksin ki, bu din her şeyde vasat olmayı, dengeyi muhafaza etmeyi ve tüm söz ve davranışlarımızda aşırıya kaçmamayı bizlere öğütlemektedir. İslam asla şakalaşmayı yasaklamaz; lakin şakalaşmaya bir sınır getirir. Biz de bu yazılarımızda bu sınırlara riayet etmeni senden istedik. Unutma ki sen −farkında ol veya olma− inancın, sözlerin, kıyafetin ve duruşunla bir akideyi temsil etmektesin. Seni gören ve dinleyen insanlar senin yaptıklarınla hem şahsiyetini hem de akideni tartmaktadırlar. Bu nedenle özellikle insanların arasına çıktığında daha ağırbaşlı, daha vakur ve daha sakin olmaya çalış. Cıvık, matrak, komik ve şaklaban olma! Eğer böylesi huyların varsa bunları terbiye etmek için bir cehdin, bir çabanın içine gir. Bil ki, sen çabaladıkça Allah yardım edecek, gayret ettikçe ahlakını düzelecektir. Efendimizin buyurduğu gibi:

“Kim müstağni davranırsa Allah onu müstağni kılar. Kim iffetli olmaya çabalarsa, Allah onun iffetli yapar. Kim de sabretmeye gayret ederse, Allah onu sabırlı eyler.”[23]

Bu hadise göre bir insan bir şey hususunda çabalarsa, Allah onu çabaladığı o şeyde başarıya ulaştırır. Eğer sen de matrak olma yerine vakarı, cıvıklık yerine edebi, aşırı gülme yerine tebessümü kendine şiar edinir ve bu noktada bir gayretin içine girersen, Allah’ın sana yardım edeceğini ve seni umduğuna kavuşturacağını ben sana garanti ederim. Çünkü Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem gayret edenlerin muhakkak muvaffak olacağını müjdelemiştir. Onun müjdesiyle insanları müjdelemek ise, bizlerin en öncelikli görevlerindendir. Ne mutlu kötü huylarını değiştirmek için çabalayanlara! Ne mutlu İslam ahlakıyla bezenme çabasında olanlara! Allah’ım! Sen güzel ahlaklı olmak için çabalayanları muvaffak eyle! (Allahumme âmin)

***

Değerli bacım, burada son bir meseleye daha temas ederek bu konuyu noktalandırmak istiyoruz: Bilindiği üzere mizah ve şakalaşmak, neticesinde gülmeyi ve tebessümü doğurur. Her konuda hükümler koyan dinimiz, bu konuda da bir ölçü koymuş ve insanların tebessüm etmesinin, onlar için kahkahalara boğulmalarından daha hayırlı olduğunu belirtmiştir. Evet, İslam âdabında mizah ve şakaların ardından tavsiye edilen şey; kahkaha değil, tebessüm etmek ve hafifçe gülmektir. Kişiyi insanlıktan çıkaracak tarzda gülmeler, bu dinde tavsiye edilmemiştir. İnsan her ne kadar bazı zamanlarda çok gülme ihtiyacı hissetse de, bunu âdet haline getirmemelidir. Zira çok gülmek, kalbi katılaştırır. Kalbi katılaşan insanların da ilk göreceği ceza, Allah’tan uzaklaşmaktır.

Bu noktada sözü çok uzatmak istemiyoruz. Sadece Rasûlullah’dan sallallahu aleyhi ve sellem nakledilen ve bu konuda O’nun hakkında söylenen birkaç hadisi zikrederek veciz bir nasihatte bulunmayı amaçlıyoruz. Rabbim bizleri bu nasihatlerden en iyi şekilde faydalananlardan eylesin. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

• “Çok gülmeyiniz; zira çok gülmek kalbi öldürür.”[24]

• “Benim bildiklerimi bir bilseniz az güler, çok ağlardınız”[25]

• “Ey Ebu Hureyre! Takvalı davran, insanların en âbidi olasın. Kanaatkâr ol ki, insanların en çok şükredeni olasın. Nefsin için sevip arzuladığını insanlar için de iste, (iyi bir) mümin olasın. Sana komşu olana iyilikte bulun ki, (iyi bir) Müslüman olasın. Ve gülmelerini azalt; zira çok gülmek kalbi öldürür.”[26]

• Abdullah b. Hâris radıyallahu anh der ki:“Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem gülüşü (genelde) tebessüm şeklinde idi.”[27]

• “Âişe radıyallahu anhâ şöyle demiştir: “Ben,Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem küçük dili görünecek şekilde kahkahayla güldüğünü hiç görmedim. O sadece tebessüm ederdi.”[28]

Ey mümine kardeşim! Günlük hayatın içerisinde bu hadislerde ortaya konan hakikatlerle amel etme çabasında olmalısın. Aşırı gülme yerine tebessüm etmeyi, kahkaha yerine hafifçe gülmeyi kendine adet edinmelisin ki, bu sayede gülme konusunda sünnet üzere bir yol izlemiş olasın. Özellikle de misafirliğe ve davetlere gittiğinde aşırı gülmemeye çok daha fazla dikkat etmeli, kahkahalardan elinden geldiğince uzak durmalısın. Çünkü misafirliklere gittiğinde evde eğer eşinin arkadaşları da varsa, senin kahkahayla gülmen onların kulaklarına gidecek ve narin sesin kulaklarını okşayacaktır. Bu da senin hakkında menfî bir takım düşüncelere sebebiyet vermesinin yanı sıra, ayrıca senin karakteristik yapın hakkında da onlara bazı ipuçları verecektir. Bu nedenle −özellikle− oturumlarda daha hassas davran ve kalabalıklarda daha ciddi olmayı kendine adet edin. Rabbim, hayatın her alanında olduğu gibi mizah ve gülme noktasında da seni sünnete uymaya muvaffak kılsın ve her konuda Rasûlullah gibi olmayı sana kolaylaştırsın.

[1] İhyâu Ulûmi’d-Dîn, 3/128.

[2] el-Mirâh fi’l-Mizâh, sf. 3.

[3] A.g.e. sf. 21.

[4] Tirmizî Şemâil. Buradaki incelik şuydu: Enes radıyallahu anh son derece yumuşak başlı ve itaatkâr bir yapıya sahipti. Efendimizin sözlerini çok iyi dinler, buyruklarına kulak verir ve O’na pür dikkat kesilirdi. Bu nedenle Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, ona iyi dinleyen anlamında ‘iki kulaklı’ tabiriyle latife yaptı.

[5] Buhari, Müslim.

[6] Ebu Davut, Tirmizî.

[7] Tirmizî Şemâil.

[8] Tirmizî Şemâil, Ahmed b. Hanbel.

[9] Buharî.

[10] İbn Mâce.

[11] Tirmizî, Beyhakî. Bu rivayet sened itibariyle ‘zayıf’tır.

[12] İhyâu Ulûmi’d-Dîn, 3/128, 129.

[13] İbn Hacer, “el-İsâbe”, 6/464.

[14] A.g.e. 6/465. Kaynaklarımızda Nuayman radıyallahu anh ile alakalı oldukça çok şaka örnekleri bulmak mümkündür. Biz sadece iki tanesini zikretmekle yetindik.

[15] İbn Abdilberr, “el-İstîâb”, 3/890.

[16] Mecmau'z-Zevâid, 9/181.

[17] Nihâyetü’l-Ereb, 4/3.

[18] el-Mirâh fi’l-Mizâh, sf. 11.

[19] Aynı yer.

[20] Edebu’d-Dünya ve’d-Dîn, sf. 393.

[21] Silsiletu’l-Âdâbi’l-İslâmiyye, Selef’in şakaları bölümü.

[22] Aynı yer.

[23] Buharî, Müslim.

[24] İbn Mâce.

[25] Buharî ve Müslim.

[26] İbn Mâce.

[27] Tirmizî.

[28] Buharî, Müslim.
 
Üst Ana Sayfa Alt