Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Haber El Kaide'den Tarihi Açıklama

ibni kayyım Çevrimdışı

ibni kayyım

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
El Kaide'den Tarihi Açıklama

El Kaide lideri Eymen El Zevahiri, Müslüman sivillere, pazar yerlerine ve mescitlere yönelik saldırıları kınayarak, "sivillerin toplanma yerlerine yapılan kahpe saldırıları yüksek sesle kınamalıdırlar. Bununla beraber bizler El Kaide hareketi olarak hang

21 Şubat 2011 Pazartesi Saat 02:14



El Kaide'den Tarihi Açıklama

El Kaide lideri Eymen El Zevahiri, Müslüman sivillere, pazar yerlerine ve mescitlere yönelik saldırıları kınayarak, "sivillerin toplanma yerlerine yapılan kahpe saldırıları yüksek sesle kınamalıdırlar. Bununla beraber bizler El Kaide hareketi olarak hangi cihadi grup olursa olsun her kim iyice inceleyip titizlik göstermeden sivillerin canını tehlikeye atan eylemler yaparsa bunu şiddetle kınıyoruz ve sahiplenmiyoruz"dedi








El Kaide Örgütü'nün lideri Dr. Eymen El Zevahiri'nin yaptığı açıklama, örgütün sivillere yönelik saldırılar hakkında yaptığı bu netlikteki ilk açıklama.

Zevahiri konuşmasında şöyle söylüyor: "Mücahidler Müslümanların kanlarının kudsiyetini savunma noktasında oldukça gayretli olmalı ve operasyonlarını da şeriatın kurallarına uygun olarak yürütmelidirler. Bir operasyon yapacaklarında her yönüyle inceleyip planlamayı çok titiz yapmalıdırlar. Mücahidler haksızca kendilerine mal edilen her türlü yanlış girişimi ve saldırıyı reddetmeli, özellikle Müslümanların pazar yerlerine, camilere ve sivillerin toplanma yerlerine yapılan kahpe saldırıları yüksek sesle kınamalıdırlar. Bununla beraber bizler El Kaide hareketi olarak hangi cihadi grup olursa olsun her kim iyice inceleyip titizlik göstermeden sivillerin canını tehlikeye atan eylemler yaparsa bunu şiddetle kınıyoruz ve sahiplenmiyoruz. Zira bizler evlerimizi ve vatanlarımızı sadece Allahın rızasına erişmek ve onun şeriat ve dinine sahip çıkıp hâkim kılmak gayesiyle terk ettik ve canlarımızı da ancak bu gaye ile Allaha sunduk. "


Zevahiri, uzun konuşmasında, örgütün takip ettiği hareket metodunu, mukayeseli olarak anlatıyor.


İslamcı hareketlerin "demokrasi, insan hakları ve özgürlük" gibi kavramlarla manipüle edilmek istendiğini söyleyen Zevahiri, Mısır'da Baradey'in öne çıkartılmasına da karşı çıkıyor.


Türkiye'nin NATO bünyesinde Afganistan'daki konumuna da değinen Eymen el Zevahiri, buna karşın Türkiyeli Müslüman gençlerin Afganistan'da NATO'ya karşı şiddetli bir direniş ortaya koyduğunu vurguluyor.


Eymen El Zevahiri'nin çok konuşulacak Açıklamasının tam metni:


Çeviri: Pressmedya


Bu konuşmada dikkat çekmek istediğim nokta Afganistan İslam Emirliği sancağı altında ve Müminlerin Emiri değerli mücahid Molla Muhammed Ömer tarafından yönetilen mücahitlerin yakın olan zaferi (Allah’ın izniyle) değildir.

Allah’ın lütfüyla, bu zafer hem dost hem de düşman tarafından kabul edilmiş ve hiç kimse, -Amerika tarafından yönetilen Haçlı koalisyonunu bile- bunun aksini söyleyememektedir. Benim dikkat çekmek istediğim nokta, “ne zaman” ve “nasıl” sorularıdır.

Ben Horosan’dan, İslami Mağribe, hatta Avrupa’ya kadar uzanan bir alanda dokuz yıldır karşı koyduğumuz Haçlı Seferleri ve onların İslam dünyasındaki uzantıları karşısındaki bu savaştan edindiğimiz deneyimlerdeki derslere ve örneklere dikkat çekmek istiyorum.

Haçlı savaşlarının üzerinden geçen 9 yılın bence bize öğrettiği en büyük ders doğasında laiklik, dini, ekonomik bir çok sebep barındıran haçlı savaşıyla, seküler rejimler ve batılı güçlerin islam beldelerini işgal etmesiyle mücadelede doktrinel olarak iki yol vardır.

Birinci yol cihad, ribat, kararlılık, islam’ın mukaddesatını savunmak akidevi prensiplere sıkıca bağlanmaktır. Bu metodoloji sahte barış görüşmeleri tuzağını, pazarlıkları, inancın prensiplerin ve değerlerin satılması karşılığında karşılıklı anlayış göstermeyi reddeder ve ancak Allaha dayanarak haçlı ittifakına karşı direniş yolunu seçer. Bu yolda sahip olduğu kısıtlı imkânlarla ulaşabildiği eğitim ve hazırlığı yapar ve Allaha daha yakın olmak ve ona dayanmak ve onun zafer vaadine güvenmekle yola devam eder. Bu Afganistan’dan İslami Mağrib’e kadar bütün mücahidlerin ve onlara destek verip yardım edenlerin metodolojisidir.

İkinci yol ise Akide kaidelerinden, İslam prensibinden, Şeriat kurallarından, Müslümanların kutsal görevlerinden, vazgeçme, ödün, sözünden dönme ve pazarlık etme yoludur. Bu yolun takipçileri, birkaç gruptan oluşmaktadır. Bunlar; yenilmiş insanlar, kendileri ile çelişkileri olan insanlar, bozuk inançlılar, güvenliği izzete tercih edenler, oturma izni ve vatandaşlık dilenen insanlar, uzman bir politikacı olacağını iddia edenler ve kendilerini laiklik, milliyetçilik, demokrasi ve diğer Batı ideolojilerine dayanan putlarla kirletmiş insanlardır. Bu metodoloji ayrıca, kendini İslam’a nispet eden ancak giderek sekülerleşen, son soluğu Batı’da alan, kendilerini -sivil iktidarlara inanan dinsiz hükumetlerin daha yumuşak bir kullanımı olan vatansever kuvvetler olarak adlandıran hareketlerin yoludur. Bu hareketler ayrıca ulusalcı bağları her bağdan üstün sayma eğilimindedirler. Onlar kendisiyle birçok çelişkiler yaşayan materyalist Batı düşüncesinin çürük ve köhne fikirlerini savunuyorlar.

Bu hareketler ayrıca kendilerinin laik ve haçlı batının cihadı tanımlamada kullandıkları terörizm günahından masum olarak gösteriyorlar. Batının ikinci dünya savaşından sonra bütün dünyaya dayattığı, ister Güvenlik Konseyi olsun isterse üçüncü dünya ülkeleri ya da Doğu Türkistan, Ceuta ya da Melilla olsun İslam topraklarında güçlülerin güçsüzler üzerinde egemen olduğu, Yeni Dünya Düzenine dâhil olmaya tamamen hazır olduklarını söylüyorlar.

Bu durum İslam ümmetinin, bu hiç bitmeyen direniş ve savunma tecrübesi üzerinde çok daha derin bir çalışma yapmasını gerektirmektedir. Bu cihad ki Allah yolunda, Allah’ın kelimesi en üstün olsun diyedir ve vatanseverlikten, milliyetçilikten ve laik eğilimlerden uzaktır.

Bu tecrübe Allahın izniyle, Müslümanlar’a gidip Afganistan’da Müslüman kardeşlerine karşı haçlılar safında savaşma izni veren, Türkiye’de Mardin Artuklu Üniversitesinde yeni bir tür Kadıyanilik denemesi yapan, cihada, davaya ve İslami harekete mensup olduğunu iddia edip Amerikan tankları ve bombardıman uçaklarının arkasına atlayıp Kabil’e ve Bağdat’a giden, satılık hükumetlerin rızasını kazanma derdinde olan, Haçlı Batılılarla birlik olup -Müslümanlara karşı savaşsalar dahi- işbirlikçi hükumetlerin meşruiyetlerini tanıyan, yetersiz ve sakat hareketlere bir cevaptır.

Bu yetersiz ve beceriksiz hareket laik anayasaları kabul ederek değişim yaptığını iddia eder, onlarla uyumlu bir şekilde çalışır, bu gayri meşru rejimlerin gölgesinde seçimlere girer, hatta Mısır muhalefetini de daha önce uluslararası Atom Enerjisi Kurumunu yönettiği gibi Amerika adına yönlendirmek amacıyla Amerikan göklerinden üzerimize düşen laik Muhammed El Baradei’ye bile destek verdi.

Muhammed El Baradei ve Mübarek’in hikâyesi ile Zardari ve Müşerref’in hikâyeleri aynıdır: Bunlar eski/yeni bir Amerikan oyunudur.

Pakistan’da Amerika ve Batı dünyası önceden eleştirmelerine rağmen daha sonra Müslümanların kanını dökme konusunda ve Pakistan’la Afganistan’ın yıkılmasında onların yanında yer alınca Müşerrefe destek verdi.

Fakat bir süre onu kullanınca, Lal Mescidini bombalaması gibi bir dizi suçu ona yaptırınca Amerikalılar artık onun eskidiğini anladılar kendisine yönelik tepkilerin arttığını gördüler ve Benazir Butto ile anlaşma yaptılar. Anlaşmaya göre Butto’nun daha önce işlediği suçların üzeri örtülecek, sürgünden kurtarılacak ve seçimlerde de rahat kazanması için Amerika onu destekleyecekti. Ülkelerimizde seçimlerin nasıl işlediği herkese malumdur. İslam ülkelerinde seçim meselesi Amerika’nın Irak, Afganistan ve Pakistan’da parası, savaş uçakları ve tanklarıyla epey uzmanlaştığı bir konudur.

Amerika Benazir Butto ile Amerika’nın Pakistan ve Afganistan’da Müslüman kanı dökmesine izin verip destek vermesi karşılığında tekrar yönetime gelmesi için anlaştı. Tabii ki bütün bunlar Pervez Müşerrefin hiçbir zaman getiremediği özgürlük getirme, demokrasi ve halk adına yapılacaktı.

Benazir öldürüldüğü zaman kaybını dolandırıcılık nedeniyle uluslar arası kurumlar tarafından aranan bay %10 Zerdari ile kapatmaya çalıştı ve onu yönetime getirdi. Böylece hep %10 rüşvet aldığı için lakabı bay %10 olan Zerdari bir anda bay %100 oluverdi. Zerdari Amerika’ya istediklerini verdi. Amerika bütün hainlik ve ve rezilliğine rağmen Pakistan ordusunun yapmaya razı olmadıklarını demokrasi özgürlük ve kitlelerin iktidarı adına ona yaptırdı. Pakistandaki adil ve şeffaf seçimlere gelince Zerdari kendini yargılamak isteyen hâkimleri sindirdi ve suçluları koruyan kanunlarla kendini sağlama aldı.

Mübarek ve Baradey’de Batılı efendilerinin hizmetkarlarıdır

Şimdi onlar aynı rezalet hikâyesinin Mısır’da da gerçekleşmesini istiyor. Zira Amerika Hüsnü Mübarek’i kullana kullana artık yoruldu. Amerika Mübarek’i bölgede yapmak istediği her türlü kirli işte kedisi gibi kullandı, onu bölgedeki İslami hareketleri sindirmek ve işkence etmek için, önce Irak’a ambargo ve bombalama ardından Afganistan savaşı ve son olarak da Gazze kuşatmasında kullandı.

Bu yüzden, Mübarek bir rüşvet, suç, hırsızlık ve hainlik sembolü olduktan sonra ve Amerika, Mübarek’in oğluna bırakmayı düşündüğü güç ve mirasın, bazı problemlere ve sakıncalara yol açacağını sezdiğinden, amaçlarını Amerikan casusu Dr. Muhammed El Baradei ile gerçekleştirmeyi denemeye karar verdiler. Bazı Mısırlılar onu geleneksel alayları ile şöyle adlandırıyorlar – “Hızır El Baradei”.

Yani Amerika ya Baradei’yi Pakistan’da olduğu gibi doğu tarzı bir seçimle başa getirecek, ya da onu Hüsnü Mübarek’in oğlu Cemal Mübarek’in en büyük rakibi haline getirecek ve ikisi de böylece Washington’un Sezarına, haçlı ordusunun yüce komutanına daha iyi hizmetkârlık yapmak için yarışacaklar.

Dr Baradei yıllar boyu güçlü milletlerin zayıf milletlere hükmettiği kurum olan Birleşmiş Milletlere hizmet ettikten sonra Mısıra döndü. Ömrünün nice yıllarını Irak, İran, Kuzey Kore, Pakistan, Libya ve Suriye’de denetimler yaparak herhangi bir nükleer çalışma izi gördüğünde onlara havlayarak geçirdi. Aynı Baradei nükleer gücün bütün çeşitlerini elinde bulunduran Amerika, İngiltere, Fransa ve diğer ülkelere bir söz bile söyleyemiyor.

Hayatını Batı’nın 2. dünya savaşından sonra dünyaya empoze ettiği düzene adayan işçi Mısır’a döndü. Bu Kibirli Dünya Düzeninin hizmetlerinden dolayı kendisini beğenip daha önce Begin, Sedat, Naguip ve Obama’ya verdiği Nobel ödülünü alan işç, Amerika’lıların koruması altında özgürce dolaşmak için geri döndü. Amerika Baradei’yi hiçbir rakibe merhamet göstermeyen, kendi halkını işkencehanelerden geçiren, hatta Global Cihad zanlılarına ABD’nin daha rahat işkence etmesi için kapısını açan Mübarek’in öfkesinden koruyacaktır. Bu şekilde Baradei ülkede uluslar arası güçlerin ve haçlıların korumasında görevini ifa edecektir.

Bu işkenceci Mübarek evcil bir kedi gibi Amerika’nın karşısında usluca duruyor böylece Mısır halkı dünya düzeninin eski çalışanı işbirlikçi Baradei ülkeye dönüp, Kuzeyden Güneye ülkeyi dolaşıp özgürlük, demokrasi ve tabii ki unutmayalım laiklik sözleri veriyor.

Bazıları sorabilir. “bize değişimi getirecekse neden El Baradei’yi desteklemeyelim ki?

Bu soru sahibinin uyandırılması, uyarılması ve dünyanın ve tarihin gerçeklerinin kendisine hatırlatılması gereken bir sorudur. Değişim isteyen bir kişi kendisine sormalıdır. Değişim nereye ve nasıl?

Nereye gitmek istiyor? Şeriatla yönetilen, ezilenlere yardım eden, adaleti yayan ve istişarenin kapılarını açan bir İslam ülkesine mi yoksa kararların Amerika tarafından alındığı çirkin ve deforme olmuş seküler ve ucube bir devlete mi?

Ve değişim nasıl sağlanacak? Barış görüşmeleri, güvenliğe öncelik vererek reformla, ve doktrinel olarak seküler olan haçlı cephesine ve batının Yeni Dünya Düzenine ne kadar da iyi bir şekilde teslim olduğumuzu göstererek mi? Yoksa cihad, direniş, mücadele, iyiliği emr ve kötülüğü nehyederek mi? Acziyet metodolojisine göre başarı yalvararak ve dilenerek kazanılır mücahidlerin metodolojisine göre ise akidevi değerlere tam teslimiyetle. Mücahidlerin metodolojisi Amerika’lıları Irak ve Afganistan’dan çekilme ilanı yapmaya zorlayan, haçlıların uluslar arası İslami hareketin yıldızlarıyla, -hani şu Kabil’e Amerikan tankları ardında giden eski mücahidler ve Irak’ta Amerikalılara destek vererek Bağdat’a Amerikan tanklarıyla giren İslamcılar var ya- onlarla beraber yaptıkları projeleri yerle bir eden metodolojidir. Bu metodoloji haçlıların ABD ordusu müftüleri ve Mardin Artuklu üniversitesinde deneme yapan Neo Kadıyaniler ve İran, Irak ve Afganistan’daki Şii otoriteleri ile beraber yaptıkları projeleri akamete uğratan metodolojidir.

Ne Mısır’da ne de diğer İslam beldelerinde değişim Zerdari’nin, Şeyh Şerif’in, Karzai’nin ve El Baradei’nin tümenlerine katılarak gelmez. Değişim laiklerin ve kibirli dünya düzeninden yardım dilenenlerin sancağı altında elde edilmez.

Değişim ancak direniş, mukavemet, savunma, hakkı ilan etme, akideye sahip çıkma, hakikatlerin cihad ve fedakarlık yoluyla hakim kılınmasını sağlama, Allah yolunda mallardan ve canlardan harcama, el, dil ve kalp ile iyiliği emretme ve kötülüğü nehyetme yoluyla elde edilir.

Değişime giden en önemli adım gerçeklerin farkına varmaktır. En açık ve en aşikâr olan gerçek ise tevhid akidesidir. Tevhid akidesi her bir sistem, kanun ve hükümde kesinlikle egemen olmalıdır. İkinci gerçek ise içinde bulunduğumuz savaşın mahiyetini anlamaktır. Bu savaş İslam ümmeti ile düşmanları, işgalciler ve onların yerel işbirlikçileri arasında devam eden bir savaştır ve bizim hem bu dünyada hem de ahrette izzet, onur ve başarımız ancak bu savaşta başarılı olmamıza bağlıdır.

Bu nedenle aramızda bilinç yaygınlaşmalıdır: şirk sapkınlığını değiştirmenin gerekliliği, şeriatten başka bir yönetimi reddetme, tevhid ve şeraite göre hükmetme bilinci. Amerikan etkisine ve gücüne dayanarak ve Batı’nın ajanlarının peşine takılarak özgürlük, izzet ve şerefe erişebileceğimizi idda edenlerin konumunun ne kadar istikrarsız ve çürük olduğuna dair de bir bilinç oluşturulmalıdır.

Bütün bu dayanaksız ve çürük çağrılar ümmeti bir kölelikten diğerine, bir bozulmuşluktan ötekine götürecektir. Eğer bu bilinç ümmetin safları arasında yaygınlaşırsa ümmeti arzu edilen değişime götüren adımların atılmasına götürecektir.

Bu nedenle ben her özgür ve onurlu insanı, dinini temel mesele ve ölçü sayan izzetini, şerefini, ve özgürlüğünü önemseyen her bir Müslüman’ı bu bilinci etrafında yaymaya davet ediyorum: İçinde bulunduğumuz hal kabul edilemez, zira bu durum şeriatın kurallarınından uzaklaşmamızın bir sonucudur, kibrin gücüne köleliğimizin, ve politik despotizmin yoğunluğunun, finansal bozulmuşluğun, sosyal baskının ve ahlaki çöküntünün bir sonucudur.

Bizim arzu ettiğimiz objektif şeriatı hayatın her alanına hâkim kılmaktır. Kibirli uluslar arası güçlerin boyunduruğundan kurtulmak, İslam topraklarını özgürleştirmek, şuranın yolunu açarak adaleti yaygınlaştırmak ve ümmetin gerçek liderlerine itibarlarını iade etmektir.

Ve bütün bu arzulanan kazanımların dilenerek, taklit ederek, olayları kendi haline bırakarak ve olduğu gibi kabul ederek değil ancak cihad, canlardan ve mallardan fedakârlık, iyiliği emretmek ve kötülüğü nehyetmekten geçeceği bilincinde olmak.

Dinini temel mesele olarak kabul eden her bir özgür ve izzetli bireye haçlılarla mücadele sürecinde şu iki konuyu karşılaştırmaları çağrısında bulunuyorum.

Birinci yaklaşım cihad, izzeti Allah’da aramak, eliyle ve diliyle suçluların elebaşlarına karşı mücadele etmektir. İkinci yaklaşım ise teslim olmak, yalvarmak, Beyaz Saray’daki Roma Sezarını memnun etmek için her fırsatı beklemektir.

İzzeti ve cihadı yol olarak seçenlerin metodolojisi Allah’a ve ahiret gününe hakkıyla iman etmeyen herkesin hayallerinin ötesindedir. Dünyevi ve materyalist standartlarla bakıldığında dünyanın süper güçleri olarak adlandırdığı Amerika ve haçlı batının sahip olduğu imkânlarla maddi imkân açısından fakir ancak inanç açısından zengin olan mücahid gruplar arasında ciddi bir dengesizlik ve eşitsizlik olduğu malumdur.

Ancak dünyevi ve materyalist ölçüler yüce yaratıcının Kuranda da belirttiği gibi bazı ilahi ölçüleri göz ardı etmektedir.

“Nice az topluluklar nice çok toplulukları Allah’ın izniyle yenmişlerdir. Allah sabredenlerle beraberdir. (2.249)

Artık sen Allah yolunda savaş, kendinden başkasıyla yükümlü tutulmayacaksın. Mü'minleri hazırlayıp teşvik et. Umulur ki Allah, küfredenlerin ağır baskılarını geri püskürtür. Allah, 'kahredici baskısıyla' daha zorlu, acı sonuçlandırmasıyla da daha zorludur. (4:84)

Biz ise, yeryüzünde güçten düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve mirasçılar kılmak istiyoruz. Ve (istiyoruz ki) onları yeryüzünde 'iktidar sahipleri olarak yerleşik kılalım', Firavun'a, Haman'a ve askerlerine, onlardan sakındıkları şeyi gösterelim. (28 5-6)

Cihad ve izzeti Allah’ta bulma metodolojisi tarih boyunca suçlulara ve müstekbirlere büyük zararlar ve dersler vermiştir. Günümüzde de bu metodoloji sayesinde onların ekonomik ve askeri kayıpları ard arda gelmektedir ve bu darbelere dayanamadıkları için Irak ve Afganistan’dan çekilecekleri açıklamaları yapıyorlar.

Bu haçlı savaşında mücahidler Amerika tarafından başı çekilen şer gücünün açtığı birçok cephede saldırılara maruz kaldılar ve hala kalmaktadırlar. Dünya’nın büyük bir çoğunluğu da onlara destek olmaktadır. Aynı zamanda bir kapasitesizlik örneği olan sözde âlimler ve Amerikan fakihleri, kendini İslam’la bağlantılı gösteren seküler ve dilenci yönetimlerin kapıkulu âlimleri, mücahidleri arkalarından vurdular.

Ancak bu karmaşık muhalefete ve çift yönlü savaşa rağmen Allah kulları olan mücahidlere sebat nasib etti ve onları yardımı ve desteği ile güçlendirdi, haçlıların ve işbirlikçi kuklalarının saflarını salladı ve kalplerine korku saldı.

Haçlı batı ittifakı önce Afganistan’a ardından da Irak’a yönelik kampanyalarının ardından 9 yıl geçtikten sonra askeri çözümün mümkün olmadığını anladı. Bunun üzerine hileler, gizi saklı oyunlar, rüşvet ve sadakatleri satın almak, gibi yolları denemeye çalıştı. Ayrıca bu haçlı itifakı ulusal birlik gibi klasik terimleri de yeniden ısıtıp kullanıma açtı böylece eskiden Global İslami Hareketin bir parçası olan bazı hareketleri de bu ulusal birlik anlayışıyla kandırdı. Bu hareketleri ümmeti cihaddan uzaklaştırıp şevkini kırmak, iyiliği emredip kötülüğü nehyetme görevi ve tevhide sımsıkı yapışıp şeriatı uygulamaktan uzak durmaları için kullanmaktadır.

Batının kendi saflarına çektiği milliyetçi hareketlerin başında şüphesiz eskiden milliyetçiliği şiddetle savunan, ancak daha sonra bu davasını satıp topraklarını ya da bilinen tabiriyle tarihi Filistin’i işgal etmesine rağmen İsrail’i tanıyan, 1948 yılında işgal edilen Filistin topraklarında yaşayan vatandaşlarının İsrail vatandaş olmasını kabul eden El Fetih gelmektedir. İşte bu milliyetçilerin halklarını ve topraklarını nasıl sattıklarının en açık örneğidir. Bu hareket bu yönüyle helvadan put yapıp acıktığında da yiyen kişiye ne kadar da benziyor.

Bu nedenledir ki bizler Filistin’deki kardeşlerimize şu iki metodolojiyi ayırmalarını tavsiye ediyoruz. Biri kendini batının ayakları altına atan, İsrail güvenlik güçleriyle işbirliği yapan, batı ve batının bölgedeki uşaklarıyla ittifak kuran -ki bunlar arasında Filistin otoritesi ve bütün Arap ükeler de var- seküler metodolojidir. Bunların hiç birini ayırmıyorum çünkü onların tümü çeşitli derecelerle Amerika ve batıyı efendi olarak kabul etmişlerdir. Asıl işbirliğine gelince, bu zaten kesintisiz devam etmektedir.

Bu hareketlerin tümü Filistini yüzüstü bırakmıştır-tarihi Filistin dedikleri Filistin’i- bunu defalarca yaptılar ve en son Arap İnsiyatifi dedikleri ve sadece Filistin’in çoğunu değil Filistinlilerin ülkeye dönüş hakkını da İsraili onaylamak suretiyle yok saydıkları süreçte tekrar tavizler verdiler. Filistini bu terk ediş sadece Filstin Ulusal Otoritesine ve Arap devletlerine değil, aynı zamanda kendini millyetçi ve solcu olarak gören bütün hareketlere ait bir ihanettir. Bu hareketler Uluslararası meşruiyeti kabul ederek Müslümanların haklarını ihlal eden Birleşmiş Milletler kararlarına teslim oldular.

Bu laik yönelim ve sapma aynı zamanda yavaş yavaş İslam’a mensub olduğunu iddia eden Filistinli hareketlerin politik liderliklerine de bulaşmaktadır. Bu hareketler de Ulusal Devlet fikrine kapılmakta diğer ismiyle Sykes-Picot anlaşmasını kabul etmekteler. Oysa bu anlaşma onları şeriatı reddetmek, sözde çoğunluğun hevalarına göre yönetimi kabul etmek, diğer ismiyle demokrasi dedikleri anlayışla ve Filistinde batı ve İsrail’in işbirlikçi ajanlarını kabul etmeye mecbur kılmaktadır. Zira Ulusal Birlik anlayışı, Mahmut Abbas’ın başkanlık ve otoritesini kabul etmek ve dolayısıyla işbirlikçilerle birlik kurmak, onları Filistinliler adına konuşma yetkisine sahip meşru güç olarak kabul etmek ve Mekke konferansında attıkları imzalar sayesinde Filistini bölüp bir parçasını İsrail’e vermeyi kabul eden Birleşmiş Milletler kararlarına itaat etmek anlamına gelmektedir.

Bu laik metodolojik sapmaya karşı durmak ise başka bir metodolojinin gereğidir. Şeriatın hükümlerine ve hakim olma talebine, ümmetin birliğine, İslam kardeşliğine, her bir İslam beldesinin aynı değerde olduğuna, inanan -yani kendi menfaatleri uğruna Çeçenya’yı Rusların iç meselesi olarak kabul etmeyen- bunun yerine kendini İslam metodolojisinden, dininden, şerefinden ve beldelerinden ayıran ve uzaklaştıran her harekete tavır alan İslami metodoloji.

Tanımını yaptığımız bu sahih menhec Amerika dâhil batı ülkelerinin ve onların izinden giden bütün hükumetlerin kendileri için tehdit olarak gördükleri sağlam metodlojinin tek adresidir. Bu metodoloji bizim umudumuzdur.

Bu menhec oldukça saf bir metodolojiye sahiptir ve çok daha sağlam bir doktrini vardır. Zira bahsettiğimiz metodoloji Kuran’a ve Sünnete dayanmaktadır. Ayrıca ümmetin tarihi ve politik gerçeklerine dayanır ve bu metodolojinin sahipleri ne ABD ordusunun müftülerine ne de Suudi, Mısır ya da Katar’ın kiralık âlimlerine dayanmaz.

Öyleyse ümmetin Filistin’deki bireyleri yollarını seçmeli ve ne istediklerini belirlemelidir. Filistinli Müslümanlar Allah’ın arzında, onun hakimiyetini ve işgalcilerin İslam topraklarından çıkarılmalarını mı istiyorlar -ki âlimlerin ortak içtihadına göre her ülke için bunu amaçlamak farzdır -Yoksa onlar sürekli Uluslararası oyunlar ve bölgesel çıkarlarla manipüle edilecek hastalıklı ve felçli laik bir devlet mi istiyorlar?

Filistin’de İslami bir devlet kurmak ve işgalcileri bütün İslam âleminden çıkarmayı amaçlayan birinci tercih Arap devletlerinden anlayış görmeyecektir. Zira Filistin’i ilk satanlar onlardır ve Filistin’li hareketlere destek vererek bölgede bir pazarlık unsuru olarak kullanan da onlardır.

Bu tercih başka bir teknik ve farklı bir metodolojiyi gerektirmktedir. Bu da Irak ve Afganistan’dan yakında ayrılacaklarını ilan eden haçlıları dize getiren mücahidlerin uyguladıkları mücadele yöntemidir. Bundan dolayı Ey İslam Ümmeti! Batılı müstekbirler kendilerine -ya da uşaklarına- yardım edecek kişileri her zaman aradılar ve aramaya devam etmektedirler. Bu arayışlarını da özellikle İslami hareketlere mensup olanlar ve sultanların âlimleri arasında sürdürmektedirler.

Afganistan’da kendilerini eski mücahid olarak adlandıranlar Kabil 7 tonluk bombalarla vurulurken hemencecik Amerikan tanklarının arkasına atlayıp Kabil’in yolunu tuttular. Ancak buna rağmen Uluslararası Müslüman Kardeşler Hareketi bu insanlarla bağlarını koparmadı.

Irak’ta Sistani ve Şii dini otoriteler vardı. Bunlar sürekli işgal edilen beldelerde halkın cihad etmesi yönünde fetvalar veriyorlardı. Orda Müslüman Kardeşler Hareketinin liderleri de vardı ve Bremer’in yönetim kadrosunda yer aldılar ayrıca bölgede Müslüman Kardeşleri temsil eden Tarık El Haşimi de Amerikalılar’la beraber hareket etti. Ancak buna rağmen Müslüman Kardeşler cemaati kendini bu işbirlikçilerden ayırmadı.

Arap körfezinde din birlikteliğinden dinlerin birlikteliğine dönen bir kapıkulu uleması vardı. Bu kralların kiralık uleması Amerikalıların Arap körfezinde binlerce askerinin konuşlandırmasına cevaz veren fetvayı verdi. Halka onlara Allah’ı zikretmekten alıkoyduğu için Gazze protestoları yapmanın haram olduğunu söyleyen ulema… Amerika kendisini Müslümanların bölgedeki lideri olarak kabul ettikten sonra Ali Abdullah Salih’i Müslümanların emiri olarak kabul edip beyat eden İslami(?) hareketler vardı.

Somali’de eskiden İslami olan Mahkemeler Birliği lideri Şeyh Şerif Ahmed vardı. Bu adam kendisini koltuğunda tutmaları için haçlı batıdan ve doğudaki ve batıdaki işgalcilerden yardım dilendi. Ancak Somali’deki tevhidin aslanları onu beklemekteydi. Bu mücahidler onun işbirlikçi hükumetini sadece birkaç kilometrelik bir alana kıstırdılar. Somali’nin yiğit halkını ümmetin düşmanlarına ve işbirlikçi ajan yöneticilere karşı cihada seferber ettiler. Gittikleri her yere şeriatı hâkim kıldılar adaleti yaydılar, sağlam ve faydalı mesajları yaydılar ve böylece Doğu Afrika’da bir İslam kalesi inşa ettiler. Bütün bunları Allah’ın yardım ve yönlendirmesi ile sayılarının azlığına ve kaynaklarının düşmanın kaynaklarına oranla kısıtlı olmasına rağmen gerçekleştirdiler.

Mısırda en büyük şeyhleri Gazze’ye ambargoyu onaylayan fetva verdi. Bununla birlikte bu adamın İsrail lideri hahamın elini sıkmasından, çarşaf aleyhine fetva vermesine kadar bir liste dolusu cürmü vardı.

Ve İslami Mağrip’te laik yönetimler insanların servetlerini çaldılar, Filistin’i terk etiler, ABD ordusu müftülerinden, makam ve maaş müftülerinden yardım dilendiler Böylece rejimlerini kutsayan bu sözde âlimler aracılığıyla mücahidlere lanetler yağdırıp meşruiyetlerini sorguladılar.

Ey Müslüman ümmet! Bu trajikomik oyunlar cihad, ribat ve hicret devam ettikçe-zira bu hiç bitmeyen gelenek ve sünnetullahtır- devam edecektir. Allah teala kitabında şöyle buyurmaktadır.

Biz bu şekilde her peygamber için suçlulardan bir düşman var ettik. Doğru yola iletici ve yardımcı olarak Rabbin yeter. (25 31)


Kırık dökük bir fetva verdi ve sapkınca konuştu

Açık bir ihanet eylemine girişti

Ancak her beldede Müseylime ve Deccalliğe

Çağıran bir münadi bulunur.

Nefsin arzuları ve hiç bitmeyen hırsları uğruna

El Muizin altını için ve kılıcından korkarak

Her bölgede Allah’ın dinin satıldığı

Ve ucuza pazarlandığı bir pazar vardır

İşte Ey Değerli İslam Ümmeti! Bu realiteler bahsettiğim bilincin ne kadar da önemli olduğunu gösteriyor. Genel olarak ümmet, özelde de kıymetli mücahidler etraflarında gelişen olayları iyice anlamalı ve analiz etmelidirler ve isimlerin görünüşüne aldanmamalıdırlar. Bunun yerine iddiaların doğruluğuna ve hakikatine bakmalıdırlar. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Sen onları gördüğün zaman cüsseli yapıları beğenini kazanmaktadır. Konuştukları zaman da onları dinlersin. (Oysa) Sanki onlar (sütun gibi) dayandırılmış ahşap kütük gibidirler. (Bu dayanıksızlıklarından dolayı da) her çağrıyı kendileri aleyhinde sanırlar. Onlar düşmandırlar, bu yüzden onlardan kaçınıp sakının. Allah onları kahretsin; nasıl da çevriliyorlar. (63:04)

Ey İslam Ümmeti! Afganistan’a ve ardından da Irak’a yönelik haçlı seferlerinin 9. yılının ardından Haçlılar Cephesi değerli evlatlarınızın şerefli direnişi dolayısıyla oldukça zayıfladı ve savrulmaya başladı. Düşmanın bu savrulması uğradığı insani ve finansal kayıpları ve uğradığı şok nedeniyle dengesini kaybetmesi nedeniyledir ve bu nedenle nefes almadan bir çıkış yolu bulmaya çalışıyor.

İşte ey İslam ümmeti takip edilecek yol budur. Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır.

Onlarla çarpışınız. Allah, onları sizin ellerinizle azablandırsın, hor ve aşağılık kılsın ve onlara karşı size zafer versin, mü'minler topluluğunun göğsünü şifaya kavuştursun. Ve kalblerindeki öfkeyi gidersin. Allah dilediğinin tevbesini kabul eder. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (9:14-15)

Ey islam ümmeti! Genel olarak sizi özelde de cihad ve ribat yolunu tercih ederek 9 yıl bu yolda sebat eden ve bütün saldırı ve baskılara rağmen hala zaferler kazanan ve mücadeleye devam eden, haçlı birliğini de uğrattığı insani ve finansal şoklar nedeniyle mağlubiyetlere ve acılara boğan mücahidleri tebrik ederim.

Ve bu bağlamda ben her beldedeki mücahidlere gerçek zaferin Allahın şeriatına uymak olduğunu ve bu konunun ihmal edilmemesi gerektiğini yeniden hatırlatıyorum. Bu nedenle mücahidler Müslümanların kanlarının kudsiyetini savunma noktasında oldukça gayretli olmalı ve operasyonlarını da şeriatın kurallarına uygun olarak yürütmelidirler. Bir operasyon yapacaklarında her yönüyle inceleyip planlamayı çok titiz yapmalıdırlar. Mücahidler haksızca kendilerine mal edilen her türlü yanlış girişimi ve saldırıyı reddetmeli, özellikle Müslümanların pazar yerlerine, camilere ve sivillerin toplanma yerlerine yapılan kahpe saldırıları yüksek sesle kınamalıdırlar. Bununla beraber bizler El Kaide hareketi olarak hangi cihadi grup olursa olsun her kim iyice inceleyip titizlik göstermeden sivillerin canını tehlikeye atan eylemler yaparsa bunu şiddetle kınıyoruz ve sahiplenmiyoruz. Zira bizler evlerimizi ve vatanlarımızı sadece Allahın rızasına erişmek ve onun şeriat ve dinine sahip çıkıp hâkim kılmak gayesiyle terk ettik ve canlarımızı da ancak bu gaye ile Allaha sunduk.

Ey islam ümmeti! Bu 9 yıllık mücadele sürecinde aldığımız derslerden biri de mücahidlerin haçlılarını çantalarını toplayıp ülkeden çıkmaya hazırlanmalarını sağlamaları ve onların projelerini akamete uğratıp zelil etmeleri devletlerden ve organizasyonlardan ayrı olarak kazandıkları bir başarıdır. İslam ülkelerinin hükumetleri açık bir ihanete girişmiş ve haçlılarla Müslümanlara karşı bu saldırılarında işbirliği yapmıştır. Birçok STK ve cemmatte mücahidleri dışlamış ve hatta bazıları haçlı hükumetlerinin safına katılmıştır. Buna rağmen elde edilen kazanımlar Müslüman ümmetin gücünü ve içinde barındığı aktive edilmemiş potansiyeli göstermektedir. Aslında İslam âlemindeki bireylerin birçoğu hükumetlerine bir ölçüde karşı durmuştur. Bu satılık hükumetler askeri güçlerini mücahidlerle savaşmaya gönderirken halkları da çocuklarını Müslüman ümmetin onurunu savunmaları için Afganistan’a cihada göndemekteler.

Türkiyeli Mücahidler atalarının izzet ve kahramanlıklarını dirittiler

Türk ordusu Afganistan’da NATO paktının askeri güçlerine liderlik ettiği sırada Türkiye’li mücahidlerin de aynı NATO’ya karşı saldırılar, pusular ve şehadet saldırıları düzenlemeleri oldukça manidardır.

Türkiyeli mücahidler 5 asır boyunca İslam mukaddesatını savunan atalarının izzet ve kahramanlıklarını tekrar diriltmişlerdir. Bu nedenle Müslüman Türkiye halkı Afganistan’da Müslüman katliamına neden olan kampanyaya desteklerinden dolayı hükumetin tutumlarına muhalefet edip karşı gelmelidir.

Aynı şey Pakistan hükumeti için de geçerlidir. Pakistanlı mücahidler sel gibi cihad cephelerine akarken Pakistan hükumeti haçlıların en önemli müttefikidir.

Bu arada Ürdün hükumetine Afganistan’da Ürdün kralının yeğenini ve üst düzey CIA ajanlarını öldürerek unutamayacakları büyüklükte bir ders veren kahraman Bbu Dücane El Horasaniyi (Humam El Balavi) kim unutabilir ki?

Müslüman ümmetim: Bu mübarek ve bereketli dokuz sene için ve Allah’ın izniyle yakın olan zafer için sizi tekrar kutlarım.

Bundan önce de, sonra da emir Allah'ındır. Ve o gün mü'minler sevineceklerdir. (30:04-05)


Bizim son duamız Âlemlerin Rabbi Allah’ı övmektir. Selam O’nun kulu ve elçisi peygamberimiz Hazreti Muhammed (sav) ve onun ashabına olsun. Allah’ın selamı rahmeti,
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt