Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Eli Kolu Bağlı Esirleri Öldürmenin Dindeki Yeri Nedir ?

Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Âleykum selam we rahmetullah;

"Öyleyse, küfredenlerle karşı karşıya geldiğiniz zaman, hemen boyunlarını vurun; sonunda onları iyice bozguna uğratıp zafer kazanınca da artık (esirler için) bağı sımsıkı tutun. Sonra ya bir lûtuf olarak (onları bırakın) ya da bir fidye (karşılığı salıverin). Öyle ki savaş ağırlıklarını bıraksın (sona ersin). İşte böyle; eğer Allah dilemiş olsaydı, elbette onlardan intikam alırdı. Ancak (savaş,) sizleri birbirinizle denemesi içindir. Allah yolunda öldürülenler ise; (Allah) kesin olarak onların amellerini giderib-boşa çıkarmaz." (Muhammed 4)

Bu ayet, savaş kurallarından bahseden ilk ayettir. Bu ayetten çıkan hükümleri, Peygamberimiz (s.a.v.) ve ashabının bu ayete uygun olarak yaptıkları uygulamaları ve muctehidlerin bu ayet ile sünnete dayanarak yaptıkları ictihadları şöyle özetleyebiliriz:


1. Savaşta İslam ordusunun asıl hedefi, düşmanı yıpratarak savaş gücünü kırmak ve savaşa son vermektir. Bu hedeften saparak düşman askerlerini yakalamaya uğraşmamak gerekir. Esir almaya, düşmanın kökü kazınıp savaş alanında mucadele eden hiçbir asker kalmayınca başlanmalıdır.

Arablara daha başlangıçta böyle bir emrin verilmesi, fidye elde etmek veya köle temin etmek hırsına kapılarak savaşın asıl hedefini unutmamaları içindir.


2. Savaşta esir alınanlar hakkında: Müslümanlar, savaş esirlerine iyilik yapıp onları serbest bırakma veya fidye alma hususunda serbest bırakılmışlardır. Bundan, savaş esirlerinin öldürülmeyeceği genel hükmü çıkmaktadır.

Abdullah ibn Ömer (r.anhuma), Hasan Basri, Atâ ve Hammad bin ebi Suleyman (rahimehumullah) bu hükmü genel anlamda kabul etmektedirler. Bu görüş, yerine göre en doğru olanıdır. Onlar, kişinin ancak savaş durumunda öldürülmesinin caiz olabileceğini, savaş bittikten sonra, elimize esir düşenleri öldürmenin caiz olmadığını savunurlar.

Harb esirlerinin köle edinilmesi veya müslümanlarâ zımmî olarak bırakılması mümkündür. Ebû Hanife ve İmam Mâlik'in görüşü budur. Eskiden savaş esirleri işkencelerle öldürülür; bazı milletlerde de çok ağır işlerde kullanılır, bütün insanlık haklarını kaybederdi. İslâmiyet esâret muessesesini bu şekilde buldu. Esirlere işkenceyi yasâklâdı; onlara şefkat ve merhametle muamele yapılmasını emretti; bu arada esirlerden köle ve câriye edinilenlerin her fırsatta hürriyetlerine kavuşturulmasını büyük bir tâat saydı. Bazı Hanefi hukukçularına göre esirleri köle olarak kullanma hükmü neshedilmiştir. (Muhammed, 47/4; Enfal, 8/67; el-Cassas, Ahkâmu'l-Kur'an, V, 268-272).

İbn Cerir ve Ebubekir el-Cessas'ın anlattıklarına göre, Haccac bin Yusuf, savaş esirlerinden birini Abdullah bin Ömer'e göndererek onu öldürmesini emreder. O da bu ayeti okuyarak, "Esir edilmiş birinin öldürülmesine, bu ayete göre izin yoktur," diye esiri öldürmeyi reddeder.

İmam Muhammed, el-Siyer el-Kebir adlı eserinde, Abdullah bin Amir'in Abdullah ibn Ömer'e öldürmesi için bir savaş esiri gönderdiğini, onun da bu ayetin hükmüne uyarak verilen emri yerine getirmediğini nakletmektedir.


3. Her şeye rağmen, bu ayette esirleri öldürme açık bir şekilde yasaklanmamıştır. Bundan yola çıkarak Peygamber (s.a.v.) Allah'ın emrinin özünü şu şekilde anlamış ve uygulamıştır: İslam devlet başkanı, bazı savaş esirlerinin öldürülmesini gerekli buluyorsa ve bunun için özel durumlar ve mecburiyetler hissediyorsa öldürebilir. Fakat bu genel bir kural değil, tersine genel kural içinde özel bir durumdur. Buna da mecbur kalındığı takdirde başvurulabilir.

Nitekim, Peygamber (s.a.v.), Bedir Savaşı'nda esir alınan yetmiş kişi içinden sadece Ukbe bin ebi Muayt ve Nadr ibn el-Haris'i öldürttü. Uhud Savaşı esirlerinden yalnız şair Ebu Azze'nin öldürülmesini emretti. Kurayza Oğulları, kendi haklarında Sâd ibn Muaz'ın karar vermesini istemişlerdi. İbn Muaz'ın erkeklerin öldürülmesi şeklindeki kararı üzerine Peygamber (s.a.v.) onların öldürülmesini emretti.

Hayber Savaşı'nda alınan esirlerden sadece Kinane İbn Ebi el-Hukayk öldürüldü. Çünkü bu adam anlaşmayı bozmuş, verilen sözü tutmamıştı.

Mekke'nin fethinden sonra Peygamber (s.a.v.) bütün Mekke halkından, yalnız bir kaç kişinin nerede yakalanırlarsa derhal öldürülmeleri emrini verdi.
Mekke'nin fethi günü Hilal b. Hatel, Abdullah b, -Ebi's-Serh ve Mukays b. Hubâbe hakkında Peygamber; "Onları Kâ'be'nin perdelerine sarılmış olarak bulsanız bile öldürünüz" buyurmuştur (el-Cassâs, Ahkâmu'l-Kur'an, III, 391).

Hasan el-Basri'ye göre esirler Dâru'l-harbte düşmanın gözünü korkutmak için öldürülebilir. Dâru'l-İslâm'da öldürülemez. Bu mekruhtur. Hammad b". Suleyman ise, savaştan sonra, artık Dâru'l-harbte de olsa esirleri öldürmenin mekruh olduğunu söyler. Çünkü, ayette, "Onlar sizinle savaşırlarsa, onları öldürünüz" buyurulur (Bakara, 191). Savaş bittiğine göre artık öldürmeye gerek kalmamıştır. Esir olmazdan önce İslâm'ı kabul eden ne öldürülür ve ne de köle edinilir. Esirken müslüman olan öldürülmez. Çünkü artık, İslâm onların şerrinden emin olmuştur. (İbn Hazm, el-Muhalla, (Nşr. A. M. Şakir) VII, 309)

Bu istisnaların dışında Peygamber'in (s.a.v.) genel tavrı, savaş esirlerinin hiçbir zaman öldürülmemesi doğrultusunda idi. Raşid halifelerin tutumu da böyle oldu. Onların zamanında da savaş esirlerinin öldürülmesine ait örnekler çok nadirdir. Bu nadir örnekler de özel sebeblere ve mecburiyetlere dayanır. Ömer ibn Abdulaziz de, bütün halifeliği süresince sadece bir savaş esirini öldürtmüştür. Öldürülen bu esir, müslümanlara yaptığı aşırı zulumle meşhurdu.

İslam bilginleri, bu uygulamalara dayanarak, İslam devlet başkanının, gerekli gördüğü ve mecbur kaldığı takdirde, savaş esirlerinin öldürülmesini emredebileceği görüşüne varmışlardır. Fakat bu karar, devlet başkanının (İmam'ın) verebileceği bir karardır. Her asker istediği esiri öldüremez. Ama esirin kaçmaya kalkışması durumu veya bir sabotaj yapma tehlikesi varsa, daha önce de bu tip girişimlerde bulunmuşsa, müslüman askerler de onu öldürme yetkisine sahiptir.

İslam muctehidleri, bu konuda üç açıklama daha getirmişlerdir:

a) Esir İslam'ı kabul etmişse, onu öldürmek caiz değildir.
b) Esir, İslam hükümetini yıkma ve diğer esirleri ayaklandırma çabasında olmadığı müddetçe öldürülemez. Esirlerin bölüşülerek veya satılarak herhangi bir şahsın mülkiyetine geçmesi halinde de öldürülmeleri yasaklanmıştır.
c) Esirin öldürülmesi gerekirse, bu, normal ve kısa yoldan halledilmelidir. İşkence yapılarak, acılar içinde kıvrandırılarak öldürülmemelidir.


4. Savaş esirleri hakkında konulan genel hükümler şunlardır: Ya onlara iyilik yapılıp serbest bırakılır veya fidye uygulanır.

İyilik yapma kavramı dört şeyi içerir:
a) Esaret muddetince esire iyi davranılması,
b) Öldürme veya muebbed hapse mahkum etme yerine onu köle yaparak müslümanların hizmetine verme,
c) Cizye alarak (senelik devlet vergisi koyarak) İslam devletinin vatandaşı (zımmi) yapılması,
d) Bir karşılık alınmadan serbest bırakılması.

Fidye uygulamasının da üç biçimi vardır:
a) Maddi karşılık alınarak esirin serbest bırakılması,
b) Birtakım özel hizmetler yaptırdıktan sonra serbest bırakılması,
c) Düşman eline esir düşmüş müslümanlarla takas edilmesi.

Peygamber (s.a.v.) ve ashabı, çeşitli zamanlarda ve yerine göre bütün bu uygulamaları yapmışlardır. Allah'ın Şeriat'ı, İslam devleti yöneticilerini tek bir madde ile bağlı kılmamıştır. Tersine, devlet başkanı ve yöneticiler, en uygun gördükleri yolu uygulamakta serbest bırakılmışlardır.

Fidâ; esirleri, alınan bir şey karşılığında serbest bırakmak anlamına gelir. Bu bedel; mal, nakit para, harp malzemesi veya birtakım menfaatler olabilir. Nitekim Bedir gazvesi esirleri fidye karşılığı serbest bırakılırken, bazıları para temin edemeyince, Rasulullah (s.a.v.) müslümanların çocuklarından on tanesine okuma yazma öğretmelerini emretmiş ve onları bunun karşılığında salıvermiştir (Sâbûnî, Tefsıru Ayâti'l-Ahkâm, II, 451-452)

Hanefîlere göre esirlerin mal karşılığı salıverilmesi prensibi neshedilmiştir. Çünkü bu, düşmanın gücünün artmasına yol açar. Fidye ayeti (Muhammed, 47/4)'nin hükmü, şu ayetlerle kaldırılmıştır:
"Muşrikleri nerede bulursanız öldürünüz" (Tevbe, 9/5); "Allah'a ve âhirat gününe iman etmeyen kimseleri öldürünüz" (Tevbe, 9/29).

Şâfiî, Mâliki ve Hanbeli mezheblerine göre, kurtuluş fidyesi ile salıverme caizdir. Bedir esirleri hakkındaki uygulama delildir.
Hanefi mezhebinden İmam Muhammed de, müslümanların mal ve paraya ihtiyacı varsa, fidye karşılığı salıvermeyi kabul eder.


5. Peygamber (s.a.v.) ve ashabının uygulamalarından anlaşılmaktadır ki savaş esiri, devletin iradesi ve esareti altında kaldığı muddetçe barınması, beslenmesi, hasta veya yaralı ise tedavi edilmesi devletin sorumluluğundadır. Esirleri aç ve çıplak bırakmak veya onlara işkence yapmak İslam hukukunun asla müsamaha gösterebileceği bir tutum ve davranış olamaz. Aksine, onlara ilgi göstererek iyi muamele yapılmasını teşvik edici emirler vardır.

Bunun örneklerini Peygamber'in (s.a.v.) uygulamalarında bulabiliriz:
Bedir Savaşı'nda Peygamber (s.a.v.) esirleri ashabına bölüştürdü ve "Bu esirlere iyi muamele ediniz" diye emretti. O sırada esirler arasında bulunan Ebu Aziz şöyle anlatıyor:
"Beni teslim ettikleri Ensarın evinde ev halkı sabah akşam sadece hurma ile yetinirken bana yemek ikram ediyorlardı."

Diğer bir esir olan Suheyl bin Amr hakkında Peygamber'e (s.a.v.) "Ateşli bir hatibtir ve sizin aleyhinizde konuşmalar yapıyor, bu adamın dişlerini kırdırınız" denildi. Buna cevab olarak Peygamber (s.a.v.), "Ben onun dişini kırdırırsam, Allah da benim dişimi kırdırır; halbuki ben peygamberim." buyurdu. (Siret-i İbn Hişam)

Yine, İbn Hişam'ın, Siret'inde naklettiğine göre, Yemame hükümdarı Sumame İbn Usal esir alınarak Medine'ye getirilmiş, Peygamber'in (s.a.v.) emriyle kendisine devamlı kaliteli yemekler ve süt ikram edilmiştir.
Bu tutum, ashab döneminde de devam etmiştir. O dönemde, savaş esirlerine kötü muamele edildiğini gösteren hiçbir olaya rastlanmamıştır.


6. İslam, esirlerin devamlı esarette tutulmalarını ve devletin onlardan, zorla yaptırılan hizmetler şeklinde faydalanmasına asla izin vermemiştir. Kendileriyle veya temsil ettikleri ulusun yöneticileri ile savaş esirlerinin takas edilmesi yahut fidye karşılığı serbest bırakılmaları gibi bir anlaşmaya varılmamışsa, bunların köle yapılarak müslümanlara dağıtılmaları ve sahiblerine de bunlara çok iyi davranmalarının emredilmesi uygun görülmüştür.

Peygamber (s.a.v.) devrinde bu prensiplere göre hareket edilmiş, ashab devrinde de bu uygulama devam etmiştir. İslam hukukçuları da bu uygulamanın câiz olduğu konusunda ittifak etmişlerdir.

Bu konuda şu da bilinmelidir ki, bir kişi esir olmadan önce İslam'ı kabul etmişse, derhal serbest bırakılır, ama yakalanıp esir edildikten sonra İslam'ı kabul etmişse veya bir müslümana savaş ganimeti olarak verildikten sonra müslüman olduğunu iddia etmişse, bu onun serbest bırakılmasını sağlayamaz.
Musned-i Ahmed, Muslim ve Tirmizi'de İmran bin Husayn'ın anlattığına göre, Ukayl Oğulları'ndan bir şahıs esir alındıktan sonra, "İslam'ı kabul ettim" demişti. Peygamber (s.a.v.) bunun üzerine şöyle buyurmuştu: "Sen bu sözü esir edilmeden önce söyleseydin, kesin olarak kurtulmuştun."
Bu konuda Ömer de şöyle demiştir: "Eğer bir kişi müslümanların eline geçtikten sonra İslam'ı kabul ederse, öldürülmekten kurtulur; ama, savaş ganimeti muamelesi görmekten kurtulamaz."
İslam hukukçuları, bunlardan yola çıkarak ittifakla, esir olduktan sonra İslam'ı kabul eden kişinin kölelikten kurtulamayacağını kabul etmişlerdir.
(İmam Muhammed, el-Siyer el-Kebir).
Bu görüş en makbul olanıdır. Çünkü, her esir edilen kişi İslam'ı kabul etmiş görünüp serbest bırakılırsa, hangi ahmak İslam'ı kabul etmiş görünmeyerek tutuklu ve esir kalmayı tercih eder.


7. İslam'da savaş esirlerine iyilik yapmanın üçüncü bir şekli de esirlerin cizye denilen vergilerle vergilendirilip zımmi vatandaş yapılması ve müslüman vatandaşlar gibi serbestçe, özgürlük içinde yaşamalarının sağlanmasıdır.
İmam Muhammed, el-Siyer el-Kebir isimli kitabında şunları yazar:
"Müslüman idarecinin, esirlere cizye koyarak veya haraç vergisi alarak serbest bırakma yetkisi vardır."
Bu tarz uygulamalar, genel olarak, yeni fethedilen bir bölgenin esir edilen halkı hakkında yapılmıştır. Peygamber (s.a.v.) Hayber halkına bu örneğe uygun bir uygulamada bulunmuştu. Daha sonra Ömer (r.anh) Irak ve diğer ülkeleri fethettiği zaman büyük ölçüde bu örneğe uymuş ve ona göre hareket etmişti.

Ebu Ubeyd'in Kitabu'l-Emval'de yazdığına göre, Irak fethedilince, bölge halkından bazıları Ömer'e gelerek şöyle derler: "Ey mûminlerin emiri! Biz bundan önce İran yönetimi altında idik, bize çok eziyet ettiler, çok kötü muamele ettiler, çeşit çeşit eza ve cefa çektirdiler. Sonra Allah sizi gönderdi, biz de sizin gelişinizden memnun olduk. Size karşı ne savunma yaptık, ne de yapılan savaşa katıldık. Duyduğumuza göre bizi köleleştirmek istiyormuşsunuz. Doğru mu?"
Ömer bunlara şu cevabı verir: "Müslümanlığı kabul etme veya cizye verme yollarından birini seçiniz ve özgürlüğünüzü koruyunuz."
Onlar da cizye vermeyi seçerek serbest bırakılırlar.

Bu kitabın başka bir yerinde Ebu Ubeyd şöyle nakleder:
Ömer, Ebu Musa el-Eş'ari'ye şöyle yazar: "Savaşta ele geçirilen kimselerden çiftçi ve köylü olanlarını serbest bırakınız."


8. İyilik etmenin dördüncü bir şekli olarak da, esirin hiçbir bedel, vs. alınmadan serbest bırakılması vazedilmiştir. Bu, İslam devletinin esirin genel durumu karşısında kullandığı özel bir yetkidir. Bu özel yetki ile, onu hayat boyu memnun bırakarak düşmanlıktan dostluğa, kafirlikten müslümanlığa dönmesi ümidi ile esir serbest bırakılmaktadır. Aksi halde, düşman tarafın bir ferdini, yeniden müslümanlarla savaşması için serbest bırakmak hiçbir maslahata uygun düşmez. Bu bakımdan, İslam hukukçuları buna topluca muhalefet etmişler, cevaz verilebilmesi için de, "İslam devlet başkanı, esirlerin tamamının veya bir kısmının bir lütuf olarak salıverilmelerinde bir fayda görüyorsa, öyle hareket etmesinde bir sakınca yoktur." (el-Siyer el-Kebir) şartını koymuşlardır.

Peygamber (s.a.v.) döneminde bu gibi pek çok uygulamalar görülmektedir ve hemen hemen hepsinde maslahat yönü açıkça ağır basmaktadır. Nitekim Peygamber (s.a.v.) Bedir Savaşı esirleri ile ilgili olarak "Eğer Mut'im bin Adiy sağ olup da bu sefil adamları benden isteseydi, onun hatırı için bunları olduğu gibi serbest bırakırdım" buyurmuştu. (Musned-i Ahmed, Buhari, Ebu Davud)
Peygamber (s.a.v.) bu sözü şunun için söylemişti: Peygamber (s.a.v.) Taif'ten Mekke'ye geri döndüğünde Mut'im kendisini himayesine almış, oğlu da kılıcını eline alarak koruması altında Kabe'ye götürmüştü. Bu bakımdan Peygamber (s.a.v.) onun iyiliğine karşılık vermek istiyordu.

Buhari, Muslim ve Musned-i Ahmed'in rivayetlerine göre Yemame Reisi Sumame bin Usal esir edilip getirilince Peygamber (s.a.v.) O'na, "Sumame ne düşünüyorsun?" diye sordu.
Sumame, "Beni öldürürseniz, kanının değeri çok yüksek birisini öldürmüş olursunuz. Eğer bana iyilik yapıp serbest bırakırsanız, sizden beklediğim davranışı yapmış olursunuz. Eğer mal-mülk istiyorsanız isteyin; derhal verilecektir." cevabını verdi.
Üç gün boyunca Peygamber (s.a.v.) ona bu soruyu sordu ve o da sürekli aynı cevabı verdi.
Sonunda Peygamber (s.a.v.) "Sumame'yi serbest bırakın" buyurdu.
Sumame serbest bırakılır bırakılmaz yakındaki bir hurmalığa gitti; yıkanıp temizlendikten sonra geri gelerek kelime-i şehadet getirip müslüman oldu ve hareketini şöyle açıkladı: "Bu güne kadar insanlar içinde en çok senden, dinler içinde de en çok senin dininden nefret ediyordum. Ama şimdi, hiçbir şahıs ve hiçbir din benim için senden ve senin dininden daha sevimli değildir."

Sumame, daha sonra umre için Mekke'ye gittiğinde, "Peygamber izin vermediği muddetçe, bundan sonra size Yemame'den tahıl gelmeyecektir" diyerek Kurayş'lileri tehdit etti ve bunu uyguladı. Bunun üzerine Mekkeliler Yemame'den gelen tahılın kesilmemesi için Peygamber'den (s.a.v.) aracı olmasını istediler.
Peygamber (s.a.v.) ayrıca, Kurayza Oğulları esirlerinden Zubeyr bin Bata ve Amr bin Sâd'ın da hayatlarını bağışladı. Zubeyr'in hayatını bağışlamasının sebebi, cahiliye döneminde, Buas Savaşı sırasında onun, Ensardan Sabit bin Kays'ı himaye ederek koruması idi. Peygamber (s.a.v.), Sabit'e yaptığı iyiliğe karşılık olarak Zubeyr'i serbest bıraktı.
Amr bin Sâd'ı ise, Kurayza Oğulları Peygamber'le (s.a.v.) yaptıkları andlaşmayı bozdukları zaman, kabilesini gaddarlıktan menetmeye çalışmasına karşılık olarak serbest bıraktı.
(Ebu Ubeyd, Kitabu'l-Emval.)
Beni Mustalık gazasında kabileden alınan esirler getirilerek müslümanlara taksim edilmişlerdi. Peygamber (s.a.v.), Cuveyriye'yi hissesine düştüğü şahıstan satın aldı ve daha sonra nikahladı. Bunun üzerine bütün müslümanlar, "Artık bunların hepsi Peygamberimizin akrabası olmuşlardır" diyerek hisselerine düşen esirleri serbest bıraktılar. Böylece yüz kişi hürriyetine kavuşmuştu. (Musned-i Ahmed, Tabakat-ı İbn Sâd, Siret-i İbn Hişam)

Hudeybiye Andlaşması şartlarının hazırlandığı sıralarda, Mekke'den seksen kişi, sabah namazına yakın Tanim denilen mevkiden gelip Peygamber'in (s.a.v.) çadırına ani bir baskın yaparak kendisini öldürmek istediler; ama hepsi de kıskıvrak yakalandılar. Fakat Peygamber (s.a.v.), anlaşmanın o kritik noktasında bozularak savaş durumunun ortaya çıkmasını istemediği için hepsini serbest bıraktı. (Muslim, Ebu Davud, Nesei, Tirmizi, Musned-i Ahmed).

Mekke fethedildiğinde, Peygamber (s.a.v.) birkaç kişi hariç bütün Mekke halkını, bir lutuf olarak bağışladı. Sadece 3-4 kişinin hayatını bağışlamadı. Bütün Arablar, Mekkelilerin Peygamber'e (s.a.v.) ve müslümanlara nasıl işkenceler yaptığını biliyordu. Buna karşılık Mekke'yi fethettikten sonra Peygamber'in (s.a.v.) büyük bir müsamaha ile bu insanları bağışlaması Arablara öyle bir güven ve gönüllerine öyle bir sükun vermişti ki, artık onlar, bir diktatör, bir zalim ve bir kralla değil, son derece şefkatli, son derece zengin gönüllü, son derece merhametli bir liderle karşı karşıya bulunduklarını anlamışlardı.

İşte bu sebeble, Mekke'nin fethinden sonra bütün Arab Yarımadası'nın fethedilmesi iki seneyi geçmemişti.

Huneyn Savaşı'ndan sonra, Havazin kabilesinden bir heyet gelerek esirlerinin serbest bırakılmasını istemişti. Ama o sırada bütün esirler bölüştürülmüş durumdaydı. Peygamber (s.a.v.) müslümanları toplayarak, "Bu insanlar tövbe etmiş ve pişman olmuşlardır. Esirlerinin geri verilmesini uygun görüyorum. Sizden kim hissesine düşen esiri kendi isteğiyle karşılıksız serbest bırakmak istiyorsa, o şekilde serbest bıraksın. Karşılık isteyenlere ise, Beytu'l-Mal'a ilk gelen gelirden karşılığını vereceğiz" buyurdu.
Bunun üzerine 6.000 esir serbest bırakıldı. Karşılık isteyenlere de Beytu'l Mal'dan karşılığı verildi. (Buhari, Ebu Davud, Müsned-i Ahmed, Tabakat-ı İbn Sâd)

Bu olaydan anlaşılacağı üzere, devlet başkanı kendi isteği ile bölüştürülüp dağıtılan esirleri serbest bırakamaz. Ancak sahiblerinin rıdaları alınarak veya onlara karşılığı verilerek serbest bırakılmaları mümkündür.

Peygamber'den (s.a.v.) sonra, ashab döneminde de iyilik ve lütuf olarak esirlerin serbest bırakılmaları örneklerine rastlamaktayız. Sözgelimi Ebu Bekir, Eş'as bin Kays el-Kindi'yi serbest bıraktı. Ömer ise, Hürmüzan, Menazir ve Meysan esirlerine hürriyetlerini bağışladı. (Ebu Ubeyd, Kitabu'l-Emval.)

* * *
Esirleri Öldürmek Câiz midir?

Fakihler, esirlerin katl'inin cevazı hakkında ittifak etmişlerdir. Hatta Cessas, «Kâfir esirlerin katledilmesinin cevazı hakkında muhalefet eden bir fakih bilmiyorum.» demektedir.

Bazı esirlerin Rasulullah (s.a.v.) tarafından öldürtüldüğü hususunda mutevatir hadisler vardır. Bu hadislerin bazıları şunlardır:


1- Rasulullah (s.a.v.), Uhud Savaşında esir edilen muşrik şair Ebu İzzet'i öldürtmüştür.
2- Bedir Savaşında esir edilen Ukbe bin Ebi Muâyid ve Nadr bin Haris öldürülmüştür.
3- Beni Kurayza, Sâd bin Muaz'ın hükmü altına girince Sâd bin Muaz'ın onları öldürmesi ve çocuklarını esir etmesi.

4- Rasulullah (s.a.v.), Hayber'in bir kısmını sulhen bir kısmını da zorla fethetmiştir. Hayber Savaşında esir alınan İbni Ebi Hukayk'a hiçbir şeyi ketmemesini şart koşmuştu. Onun ifadelerinde bazı şeyleri ketmettiği ve hıyanet ettiği anlaşılınca Rasulullah (s.a.v.) onu katlettirdi.
5- Rasulullah (s.a.v.), Mekke'nin fethinde Hilal bin Hatem, Abdullah bin Ebi Şerh ve Mukis bin Hebabe'nin öldürülmesini emretmiş ve «Onları Kâbe'nin örtüsüne asılmış görseniz dahi öldürün» buyurmuştur. (Cessas. Ahkâmu’l-Kur’an, C. 3, Sf: 391)


Nakledilen hadislerin hepsi esirin katledilmesinin caiz olduğuna delalet eder. Çünkü bunların öldürülmesi ile yeryüzünde fesat maddesi yok edilmektedir.

Alusî şöyle der: «Mucahidlerden hiç birisi Kendi başına bir esiri öldüremez. Şayet öldürürse İmamın ona taziren had vurdurması lazım gelir. Fakat o mucahid hiçbir tazminat ödemez. Esirler, esir olduktan sonra müslüman olurlarsa hiçbir şekilde öldürülemezler. Çünkü müslüman olmaları ile zararlı olmaktan çıkmışlardır. Şu kadarı var ki, müslüman olduktan sonra köle edilmeleri caizdir. Asılda kafir olduklarından müslümanlıkları onların köle olmalarını engelleyemez. Eğer esir omadan önce müslüman olurlarsa öldürülemedikleri gibi köle de edilemezler. Çünkü onlar kölelik hükmünü almadan önce müslüman olmuşardır.» (Alusi, Ruhu’l-Meani , C. 26, 3. 40'tan özetle)

***


"Sonra onları ya karşılıksız salıverirsiniz, ya da onlardan fidye alırsınız" (Muhammed 4) cümlesi, kafirlerden alınan esirlerin, daha önce ifade edilen iki şekilden birisiyle savaş hali sona erdikten sonra, müslümanlan fidye almadan iyilik ederek onları serbest bırakma ile, fidye karşılığı salıvermek arasında, muhayyer bıraktığı anlaşılmaktadır. Tabiatıyla tercih hakkı müslümanların emir sahibine aittir.
Bu cümle hakkında tefsir kitaplarında (Taberi, Beğavi, Zemahşeri, İbn Kesir ve Hazin Tefsirleri. Bu kitapların bazıları sözlerin tümünü, bazıları da bu sözlerin bir kısmını içermektedir) İbn Abbas, Mucahid, Dahhak, Şafii, Ebu Yusuf ve diğerlerine atfedilen birçok görüş serdedilmiştir. Bu görüşler şunlardır:

1- Bu cümlenin hükmünün, Tevbe sûresinde "Haram ayları çıkınca (Allah'a) ortak koşanları nerede bulursanız öldürün, onları yakalayın, hapsedin ve her gözetleme yerinde otur(up) onları bekleyin. Eğer tevbe ederler, namazı kılarlar, zekatı verirlerse yollarını serbest bırakın. Çünkü Allah bağışlayan esirgeyendir" (Tevbe 5) mealindeki ayetle neshedildiğinden, kafir esirleri, ne fidye karşılığı ne fidyesiz bırakmak câiz olmayıp, yapılması gereken onları öldürmek ya da kölelikte tutmaktır.

2- Ayet muhkemdir. Fidye karşılığı veya fidyesiz onları serbest bırakma hakkını imama tanıdığı gibi, onları öldürme yetkisini de tanımıştır. Çünkü Tevbe sûresinde biraz önce zikredilen ayeti kerimede bu (öldürme yetkisi) ona tanınmıştır.

3- Ayet öldürmeyi caiz görüyor ve ayetin bu hükmü muhkemdir. İmam için esirleri fidye karşılığı, fidyesiz serbest bırakma veya kölelilkte tutma yetkisi vardır.

4- Öldürmek câizdir. Çünkü Rasulullah, Bedir esirlerinden fidye almadan önce Haris oğlu Nadir, Ebu Muayt oğlu Ukbe gibilerinin öldürülmelerini emretmişti.

5- Tefsircilerin zikrettikleri örneklerden birinde, müslümanlardan bir seriyye, Yemame beyi Sumame'yi esir almıştı. Rasulullah (s.a.v.) onu hapsetmişti ve zaman zaman İslam'ı ona arzediyordu. Sumame ise, müslüman olmaya değil, kurtuluş akçesini (fidye) vermeye hazır olduğunu söylüyor. Sonra Allah Rasulu O'nun fidyesiz bırakılmasını emrediyor ve o da bırakıldıktan sonra müslümanlığını ilan ediyor.

6- Ayette geçen "menn" (lutfetmek) kavramı esirleri öldürmeyi veya köle edinmeyi ya da fidye karşılığında serbest bırakmayı ifade ediyor.

Bu konuda düşündüklerimiz:

1- Ayeti kerimede düşman erleri esir alındıktan sonra öldürüleceklerine dair herhangi bir hüküm bulunmadığı gibi, bu ayeti nesh eden,ve esirlerin öldürülmelerini ifade eden bir ayet de yoktur. Tevbe sûresinde zikredilen ayet ise, muşriklerin bulundukları yerde öldürülmelerini emrediyor, esir alındıktan sonra öldürülmelerini ifade etmiyor.

2- Ayette esirleri mutlak surette köle edinmeye dair bir ifade bulunmamakla birlikte Kur'an'da bunu açıklayan herhangi bir nass da yoktur.

3- Nebi (s.a.v.)'nin fîdyesiz bazı esirleri serbest bıraktığına dair bazı rivayetler zikredilmiştir.

4- Bedir esirlerinden Ebu Muayt'ın oğlu Ukbe, Haris oğlu Nadir'in öldürülmeleri, ayetin inişinden önce idi. Dolayısıyla fidye karşılığı veya fidyesiz esirleri serbest bırakmayı öngören bu ayetin siyakında esirleri öldürmek hususunda bununla amel etmek caiz değildir.

Buna göre, ayetin hükmünün muhkem olup, neshedilmediğini söylemek mümkündür. Bu hüküm şudur:
İmamın, İslam ve müslümanlar için savaş, siyaset ve tebliğ yönünden gördüğü maslahat icabı, fidye karşılığı veya fidyesiz esirleri serbest bırakma seçeneğine sahib olup, esirleri öldürme hakkının olmadığı söylenebilir. Eğer Rasulullah'ın savaş esirlerini köle edindiği, onları sattığı, mucahidlere ganimeti tevzi ettiği esnada onları da mucahidlerle paylaştığı, onlardan 1/5'ini Beytu'l Mâl'e ayırdığı yolundaki rivayetler olmasaydı diğer birçok tarihi rivayetlerin anlattığına göre İslam'ın ta başından beri süregelen İslami fetihlerde uygulanan ve tevatur yoluyla bir teâmul halinde düşman kafirlerin erkek, kadın ve çocuklarından esir aldıkları, ayırım yapmadan köle edindikleri, müslüman olmadıkça köle muamelesini kendilerine uyguladıkları yolundaki haberler olmasaydı ayetten böyle bir hüküm çıkarılabilirdi.
Esirler, köle edinilmeden müslüman olurlarsa artık onlar köleleştirilemez, dolayısıyla fidyeli veya fidyesiz salıverilme hükmünün çerçevesine girmezler. Bu anlattıklarımızdan, ayetin hükmü üzerinde nebevi bir tadilatın yapıldığını söylemenin mümkün olduğu anlaşılıyor. Bu tadilat, onları köle edinme ile, fidyesiz salıverme arasında tercih hakkına sahip olmasıdır. Ayet-i Kerime'nin, imamın fidyesiz serbest bırakmak istemediği, fidye vermeye gücü yetmeyen esirler konusunda bir hüküm belirtmediği düşünülüyor. O halde Peygamber'in getirdiği tadilat, ayetin, hükmünü belirtmediğinin bir izahı ve bir tefsiridir.

İnsanları köleleştirmeye başlıca sebep teşkil eden ve birçok toplumları, ülkeleri kapsayan savaş esirlerini köle edinme geleneği uzun zamandan beri müslüman olmayan birçok toplumda, yakın tarihe kadar devam etti. Zikri geçen ayet, köle edinme geleneğine kesin bir darbe indirmiştir. Ayete yönelik nebevi tadilat ise ayetin bu konudaki şiddetini hafifletme keyfiyetini taşımıyor. Çünkü bu bir muhayyerliktir, gereklilik değildir.
Bu anlattıklarımıza Mekki ve Medeni sûrelerde geçen örneklerden de anlaşıldığı üzere, ayetin köleleri azad etmekle ilgili içerdiği bir çok sebebi ve sünnetin ihtiva ettiği hususları ilave ettiğimiz zaman, Kur'an ve sünnetin kölelik müessesesini ortadan kaldırmayı hedeflediğini, kölelik konusunda Kur'an ve sünnette varit olan hükümlerin amacının, köleliği onaylayıp teyit etmek değil, pratikte uygulanan bir olayı takip etmek ve ona göre hükmünü belirtmek olduğunu söyleyebiliriz.


Fetihden Sonra Hiç Bir Kurayş'linin Sabır Yolu İle Öldürülememesi Babı

- Bize Ebû Bekir b. Efcî Şeyhe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Aliy b. Mushir ile Vekî', Zekeriyyâ'dan, O da Şa'bi'den naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Abdullah b. Muti', babasından rivayet etti. (Şöyle demiş) :
Mekke fethedildiği gün Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'i: «Bugünden sonra kıyamet gününe kadar hiç bir Kurayş'li sabır yolu ile öldürülmiyecektir!» buyururken işittim.
(Sahih-i Muslim, Cihad ve Siyer, bab 33, Hadis no : 88 (1782)

- Bize İbnu Numeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize laanı rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Zekeriyyâ'dan isnâdla rivayet etti. Şunu da ziyade etti: «Dedi ki: Kurayş'in Asî (isimli) lerinden Mutî'den başka müslüman olan yoktu. Muti'in ismi Âsî idi. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ona Muti adını verdi.»

Sabır yolu ile öldürülmekten murâd: Öldürülünceye kadar hapsetmektir.

Hadîsin mânâsı: Kurayş kabilesi tamamen müslüman olacak, başkaları gibi Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)' vefatından sonra dînden dönmeyecekler ve bu sebeble öldürülmeyeceklerdir demektir. Zulum sebebi ile öldürülmeyecekler mânâsına değildir. Nitekim bu sebeble öldürülenleri çok olmuştur.

Kaadî Iyâz'ın beyanına göre bu hadîsteki Asîler sıfat değil isimdirler. Bunlarla Âs b. Hişâm, Âs b. Saîd gibi Âs adındaki kimseler kasdedilmiştir. Yâni Mekke'nin fethinden önce bu ismi taşıyanlardan yalnız Asî b. Esved müslüman olmuştur.

(Sahih-i Muslim, Cihad ve Siyer, bab 33, Hadis no : 89 (1782)

Kurayzaoğulları Gazası:

Allah Rasûlu (s.a.v.) sancağı Ali b. Ebî Tâlib'e verdi. Medine'de yerine vekil olarak îbn Ummi Mektum'u bıraktı. Kurayzaoğullannın kalelerinin karşısına gelip karargâhını kurdu. Onları yirmi beş gece kuşatma altında tuttu.
Kuşatma kendilerine iyice güçlük çıkarmaya başlayınca reisleri Kâ'b b. Esed, yahudilere şu üç teklifte bulundu:
"Ya müslüman olur Muhammed'in dinine gireriz,
ya çocukları ve kadınları öldürür, kılıçları çeker savaşmak için onun karşısına çıkar, muzaffer oluncaya yahut hiçbir fert sağ kalmamak üzere öldürülünceye kadar vuruşuruz;
ya da cumartesi günü Allah Rasûlü ve ashabına hücum eder onlan sıkıştırırız; çünkü onlar bugünde kendileriyle savaşmayacağımızdan emindirler."
Yahudiler, reislerinin bu tekliflerinden herhangi birini kabul etmeye yanaşmadılar. Peygamber'e (s.a.v.): "Bize kendisiyle istişare etmemiz için Ebu Lubâbe b. Abdulmunzir'i gönder!" diye haber yolladılar.
Yahudiler Ebu Lubâbe'nin geldiğini görünce karşılamak için ayağa kalktılar, ağlıyorlardı.
"Ey Ebu Lubâbe! Ne diyorsun, Muhammed'in hükmüne razı olalım mı?' dediler.
O da: "Evet" cevabını verdi ve bunun boğazlanmak anlamına geldiğini söylemek için eliyle boğazını işaret etti.
Sonra derhal Allah'a ve Rasûlu'ne (s.a.v.) hiyanet ettiğinin farkına vardı. Başını öne eğerek oradan çekip gitti. Allah Rasûlü'nün (s.a.v.) yanına dönmedi. Doğruca mescide, Medine mescidine gitti. Kendisini mescidin direğine bağlattı ve Allah Rasûlü (s.a.v.) kendi eliyle çözmedikçe ipini çözdürmeyeceğine, Kurayzaoğulları arazisine ebediyen girmeyeceğine yemin etti.
Bu durum Allah Rasûlu'ne (s.a.v.) ulaşınca: "Allah tevbesini kabul edinceye kadar onu bırakın." buyurdu.
Sonra Allah tevbesini kabul etti de Allah Rasûlü (s.a.v.) kendi eliyle onun ipini çözdü.

Sonra yahudiler Allah Rasulu'nün hükmüne boyun eğdiler.
Evs kabilesi mensubları Peygamber'e (s.a.v.) başvurdular ve: "Ey Allah'ın Rasûlu! Kaynukaoğulları hakkında bildiğin uygulamada bulundun. Onlar, kardeşlerimiz Hazreclilerin muttefiki idiler. Bunlar ise bizim muttefiklerimizdir. Bunlara iyilikte bulun." dediler.
Peygamber (s.a.v.): "Onlar hakkında sizden birinin hüküm vermesine razı olmaz mısınız?" buyurdu.
Onlar da: "Evet, razıyız." dediler.
Peygamberimiz: "Hüküm verme Sâd. Muaz'a havale edildi." deyince
Evsliler: "Radı olduk." dediler.
Peygamber (s.a.v.) gelmesi için Sâd b. Muaz'a haber saldı. Sâd, aldığı bir yaradan dolayı sefere katılamamış, Medine'de kalmıştı. Onu bir eşeğe bindirdiler. Allah Rasulu'nün (s.a.v.) yanına geldi.
Yolda etrafını çeviren Evsliler kendisine: "Ey Sâd! Muttefiklerine iyilik, güzellik düşün. Onlara iyilikte bulun. Allah Rasûlu (s.a.v.), onlara iyilikte bulunasın diye seni hakem tayin etti." diyorlar; o ise susuyor, onlara herhangi bir karşılık vermiyordu.
Evs'liler baskılarını artırdıkları vakit: "Vallahi, Sâd'ın Allah yolunda hiçbir kınayıcının kınamasına aldırmayacağı an gelmiştir." dedi.
Onun bu sözünü işittiklerinde bazıları Medine'ye dönüp halka Kurayza yahudilerinin ölüm haberini ilettiler.

Sâd, Peygamber'in (s.a.v.) yanına yaklaşınca Peygamber (s.a.v.) sahabeye: "Kalkın, efendinizi karşılayın!" buyurdu.
Sâd'ı yere indirdiler. "Ey Sâd! Bu kavim senin hükmüne radı oldu." dediler.
Sâd: "Hükmüm onlara geçerli mi?" diye sordu.
"Evet" dediler.
"Peki müslümanlara geçerli mi?" diye sordu.
Yine "Evet" cevabını verdiler.
Saygı ve hürmet olsun diye Allah Rasûlu (s.a.v.) tarafını işaret ederek ve yüzünü o tarafa çevirerek: "Peki şurada bulunan zata da geçerli mi?" diye sordu.
Peygamber (s.a.v.): "Evet, bana da." cevabını verdi.
Bunun üzerine Sâd: "Erkeklerin öldürülmesine, kadınların ve çocukların esir alınmasına ve malların paylaştırılmasına hükmediyorum!" diyerek hükmünü ilan etti.
Allah Rasûlu (s.a.v.) bu hüküm üzerine: "Sen onlar hakkında Allah'ın yedi kat gök üstündeki hükmüne uygun hüküm verdin!" buyurdu."

(İbn Hişâm es-Sîre, 2/240.
Bu hadis sahîh-murseldir. Buharî ve Muslim'in metinleri ise: "Onlar hakkında Allah Teâlâ'nın hükmüyle hükmettin" şeklindedir.
)

O gece kaleden inmeden önce bir grup yahudi müslüman oldu. Amr b. Sâd kaçıp gitti. Nereye gittiği öğrenilemedi. Andlaşmayı bozanlar arasına katılmamakta diretmişti. Haklarında bu şekilde hüküm verilince Allah Rasûlu (s.a.v.) kendilerine ustura dokunan (ergenlik çağına giren) bütün yahudilerin öldürülmesini emretti. Tüyü bitmeyenler ise kadınlar ve çocuklar arasına katıldı."
(Ebu Davud, 4404; Tirmizî, 1584; Nesâî, 6/155; Ibn Mâce, 2541. Senedi hasendir)

Medine çarşısında onlar için hendekler kazdırdı. Yahudilerin boyunları vuruldu. 600-700 kişi kadardılar. Bir tek kadın dışında hiç kadın öldürülmedi. O kadın ise Suveyd b. Sâmit'in başına değirmen taşını atmış ve onu öldürmüştü. Adamlar hendeklere grup grup getiriliyorlardı.
(İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 3/168-173)

Sonuç :
Caizdir!
 
I Çevrimdışı

ibrahim eldrr

Üyeliği İptal Edildi
Banned
Aleykum Selam

Resulullah (s.a.a) Mekke’nin fethedildiği gün şöyle buyurmuştur:
“Bu günden sonra kıyamete kadar eli kolu bağlı hiç bir Kureyşli esiri öldürmemek gerekir.”

(Sahih-i Müslim, 1782)
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Azimkar;271110' Alıntı:
Aleykum Selam

Resulullah (s.a.a) Mekke’nin fethedildiği gün şöyle buyurmuştur: “Bu günden sonra kıyamete kadar eli kolu bağlı hiç bir Kureyşli esiri öldürmemek gerekir.”
(Sahih-i Müslim, 1782)

Fetihden Sonra Hiç Bir Kurayş'linin Sabır Yolu İle Öldürülememesi Babı

- Bize Ebû Bekir b. Efcî Şeyhe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Aliy b. Mushir ile Vekî', Zekeriyyâ'dan, O da Şa'bi'den naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Abdullah b. Muti', babasından rivayet etti. (Şöyle demiş) :
Mekke fethedildiği gün Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'i: «Bugünden sonra kıyamet gününe kadar hiç bir Kurayş'li sabır yolu ile öldürülmiyecektir!» buyururken işittim.
(Sahih-i Muslim, Cihad ve Siyer, bab 33, Hadis no : 88 (1782)

- Bize İbnu Numeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize laanı rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Zekeriyyâ'dan isnâdla rivayet etti. Şunu da ziyade etti: «Dedi ki: Kurayş'in Asî (isimli) lerinden Mutî'den başka müslüman olan yoktu. Muti'in ismi Âsî idi. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ona Muti adını verdi.»

Sabır yolu ile öldürülmekten murâd: Öldürülünceye kadar hapsetmektir.

Hadîsin mânâsı: Kurayş kabilesi tamamen müslüman olacak, başkaları gibi Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)' vefatından sonra dînden dönmeyecekler ve bu sebeble öldürülmeyeceklerdir demektir. Zulum sebebi ile öldürülmeyecekler mânâsına değildir. Nitekim bu sebeble öldürülenleri çok olmuştur.

Kaadî Iyâd'ın beyanına göre bu hadîsteki Asîler sıfat değil isimdirler. Bunlarla Âs b. Hişâm, Âs b. Saîd gibi Âs adındaki kimseler kasdedilmiştir. Yâni Mekke'nin fethinden önce bu ismi taşıyanlardan yalnız Asî b. Esved müslüman olmuştur.

(Sahih-i Muslim, Cihad ve Siyer, bab 33, Hadis no : 89 (1782)
 
Üst Ana Sayfa Alt