H
Çevrimdışı
Bismillahirrahmanirrahim
Mü’minlerin Emiri’nin Kısa Biyografisi
Allah kendisine zafer versin.
Amin
O Şeyh, Mücahid, Muhacir, Fıkıhcı, Şeref Sahibi, Müslümanların Emiri Muhammed İbn İsa İbn Musa El-Rifaee El-Haşimi El-Kureyşi’dir. Allah hem dünyada hem ahirette yardımcısı olup, derecesini artırsın. Şeyh efendi Seyyittir ve İbn Hasen Rifai el-Mekki, İbn es-Seyyid el-Mehdi, ibn es-Seyyid Muhammed el-Kasim, İbn es-Seyyid el-Hasen (Abbasi döneminde Mekke’de hapis yatan büyük bir alim), İbn es-Seyyid el-Huseyn, İbn es-Seyyid Ahmed al-Murtada, İbn es-Seyyid Musa es-Sani, İbn es-Seyyid el-Emir İbrahim el-Murtada (Me’mun döneminde Yemen emiri), İbn es-Seyyid Musa el-Kazim, İbn es-Seyyid Cafer es-Sadik, İbn es-Seyyid Muhammed el-Bakir, İbn es-Seyyid el-Cad Ali Zain el-Abidin, İbn Huseyin, İbn Emirul Mu’minin Ali İbn Ebi Talib (ra)’in oğullarından gelmektedir.
Efendi hazretlerinin ataları Filistin’den ilk önce Ürdün’ün Karak, daha sonra Zarka bölgesine hicret edip, bu mukaddes diyarları yeni vatan olarak edinirler. Şeyh 13 Şaban 1378’de (20.2.1959) Ürdünün Zarka kentinde ileri gelen, çok zengin bir ailenin üçüncü oğlu olarak dünyaya gelir. Lise çağının başlarında, sevdiği yakın bir akrabasının ölümünün getirdiği acı ile, Allah’a ve dinine yönelir.
İslami davete “Müslüman Kardeşler” cemaatine bağlı olarak başlayıp, lise sonlarında Abdurrahman İbn Avf camisinde hatip olarak faliyet verir.
Genç yaşta, kendisine her zaman davet ve cihad konusunda destek olan, eşi Um İsa ile evlenir ve onunla beş kızı, bir oğlu olur. Kendisinin şu an on dokuz torunu vardır.
Mezuniyetinden sonra Medine İslam Üniversitesine müracaat edip Hadis Bölümünde okuma hakkını kazanır. Burada okuduğu iki yıl süreç içerisinde iki kere hacı olur. Daha sonra şahsi sebeplerden dolayı Pakistan’a taşınır ve Muhammed Ali Jinnah Üniversitesinin Tıp Bölümünde okur.
Bu dönemde Müslüman Öğrenciler Birliğinin başını temsil ederek Allah’a davet eder ve Afganistan’daki mücahitlere yardım amaçlı her türlü seferberlikte etkin rol alır.
Ürdüne yaptığı ziyaret esnasında Şeyh Abdullah Azzam ile tanışır ve kendisinden şu nasihatı alır: “Ya Muhammed, Allah yolundaki şehadet, üniversite mezuniyetinden kat kat üstündür.” Şeyh Abdullah Azzam ile bu dönemde yakın dost olup, kendisi Pakistan’a ilk geldiğinde Şeyhimizin Karaçi’deki evinde misafiri olur. Daha sonra Şeyh efendi Usame bin Laden ve o günün önde gelen cihad liderleriyle tanışır.
Bu merhale içinde Şeyh iki nedenden dolayı “Müslüman Kardeşler” cemaatinden ayrılır. Birincisi: Tevhid akidesiyle bağdaşmayan itikadi yapıları ki Şeyh efendi demokratik sistemi ve parlamentoları, Allah’a has olan yasama hakkını kendilerine verdikleri için, tevhidi bozan, şirk dolu tağuti yol olarak kabul etmektedir.
İkincisi: İhvan cemaatinin Makyavelist düşünce temeli üzerine kurulu olan gaye vesileyi meşrulaştırır görüşüdür. Güç elde etmek ve hedefe ulaşmak için yalan söylemek, zulüm yapmak ve şirk işlemek bu cemaat anlayışında meşru olan birer vesiledir. Şeyh o günün İhvan-ı Müslimin lideri Ömer Tilmisani ile yaptığı görüşmede bu zat kendisine şöyle der: “Allah rahmet eylesin, devlet başkanımız Enver Sedat’ın ölümüyle sonuçlanan suikastı kimin gerçekleştireceğini bilseydim, kendi elimle sorumluları yetkililere teslim ederdim.” Yusuf El-Azm’le olan görüşmesinde şeriat ile yönetilen İslami devleti ikamet için çaba sarf ettiklerini söyleyen Şeyhimiz büyük muhalefetle karşı karşıya kalır.
Şeyh efendi Ürdün’e geri döndükten sonra İslami hastanede bölüm başkanı olarak görev alır. Bu dönemde büyük fedakarlıklarla Afganistan cihadına mücahit ve maddi yardım göndererek destek verir.
Siyonist devlete olan teslimiyet ve dostluklarının simgesi olarak Ürdün istihbarat güçleri, Müslüman cemaatlerini ortadan kaldırmak amaçlı kamuoyu oluşturup, devleti içerden yıkmayı hedefleyen “Muhammed Ordusu” isminde bir terör örgütü kurulduğu dedikodusunu insanlar arasında yayar.
Şeyh’in de aralarında bulunduğu çok sayıda Müslüman, yapılan bu hamlelerle hapishanelere atılıp, insanlık dışı muameleler görür. Bu süreç içerisinde Şeyh ilk olarak yirmi üç gün, daha sonra dört ay hapis yatar. Kendisi, “Muhammed Ordusu’nun başı” olduğu iddiasıyla hem manevi, hem de bedensel ağır işkencelere maruz kalır. Ailesine ölüm tehditleri savrulur ve mübarek sakalının yarısı hain eller tarafından yolunur.
Bütün bu işkenceler netice vermeyip suçu ispatlanamayınca, hapishaneden çıkarılması kararlaştırılır. Yanına İslami terörle sorumlu istihbarat başkanı Amir Jalloqa gelir ve Şeyhi yatıştırmak için şöyle der: “Biliyorsun ki kralımıza olan dostluğumuz kendisinin Ehli Beytten, Seyyid olmasından dolayıdır.” Şeyh kısaca şu şekilde yanıtlar: “Bende Ehli Beyttenim, Seyyidim. Peki ben niye ihanete ve işkenceye uğruyorum?”
Eşi Mucahide Um İsa’ya hapis çıkışı şu sözleri eder: “Bu yolumuzun sonu değil, aksine şimdi asıl yeni başlıyoruz. Bu ülkede bundan sonra Hakkı konuşmama izin vermeyecekleri için, artık buradan hicret etmemiz gerekiyor.”
Allah’ın yardımı ve bir kaç söz sahibi kişinin vesile olması ile Şeyh efendi, ailesini geride bırakıp Ürdün’den kaçar. Umre yaptıktan sonra bir müddet Pakistan’da yaşamını sürdürür. Buradaki İslami cemaatlerin aralarındaki şiddetli ayrılık Şeyh’i rahatsız eder ve davet amaçlı İngiltere’ye gelir. Londra’da insanların arasında tevhid akidesini yaymaya başlar. İlim ve hikmetinden faydalanan gençleri çevresinde toplamaya başlar.
İngiltere’ye getiremediği eşi ve çocuklarıyla hasret gidermek için Pakistan’da buluşur. Bu dört aylık süreç içerisinde Müslüman cemaatleri birlik ve beraberliğe çağırır ama bir başarı elde edemez. Bu dönemden hatırasında şu hazin olay kalır: “Dört ay boyunca Mısır’lı İslami cemaat ile cihadi cemaati bir araya gelip anlaşmaları için ikna etmeye çalıştık ama sonunda bize de düşman kesildiler.”
Bu zaman zarfı içerisinde Şeyh, beraberinde bulunan bir takım ulema ile, Sudan asıllı, zamanımızın büyük müçtehitlerinden olan muhaddis, fıkıhçı, Şeyh Ebu Eyub El-Berkavi ile tanışır. Kendisi ve beraberindeki ilim sahiplerinin yedi yıldan fazla farz olan hilafet nizamını ihya etmeye çalıştıklarını, ancak halife olarak uygun olan Kureyş’li bir zat henüz bulamadıklarını söyler. Şeyh efendi ve yanındakiler bu söylenenlerin hak davet olduğunu, ümmetin birlik ve beraberliğinin sadece hilafet nizamının ihyası ile gerçekleşebileceğini ikrar ederler. Bu grup, halife arayışına girer ve sonunda Suudi Arabistan’da yaşayan Şeyh Fuad El-Rifaee’yi bu makam için uygun görürler. Ancak bu kişi Suudi tağutlarının hamleleri ile hapse atılır ve ona öngörülen biat gerçekleşemez.
Bunun üzerine Ebu Eyub, Şeyhin Kuryeyşli olduğunu ve üzerinde halife nasb etme ile ilgili diğer şartların gerçekleştiğini gördüğü için kendisine bu makamı üstlenmesi için baskı yapmaya başlar. Bu görevin içerdiği yükümlükleri iyi bilen Şeyh bu öneriyi kabul etmemekte dirense de, kendisine verilen delillerin karşısında sonunda boyun eğip halife olmayı kabul eder.
10 Şevval 1413’de Şeyh Ehlu’l Hal Ve’l Akd tarafından halife olarak nasb edilip kendisine biat edilir. O gün bugündür ümmeti hilafete davet eden Şeyh, bu yolda büyük eziyetlere maruz kalır. Kendisi yıllarca hapishanede yatar ve gerek Müslümanlar gerekse gayrimüslimler tarafından asılsız dedikodularla itham edilir.
Bu daveti yaymak için eşi ve çocukları ile Afganistan bölgesinde hicret ve cihat eden Şeyh’e günümüzde kırk ülkeden fazla yerde, on binlerce Müslüman biat etmiş durumdadır.
Mü’minlerin Emiri’nin Kısa Biyografisi
Allah kendisine zafer versin.
Amin
O Şeyh, Mücahid, Muhacir, Fıkıhcı, Şeref Sahibi, Müslümanların Emiri Muhammed İbn İsa İbn Musa El-Rifaee El-Haşimi El-Kureyşi’dir. Allah hem dünyada hem ahirette yardımcısı olup, derecesini artırsın. Şeyh efendi Seyyittir ve İbn Hasen Rifai el-Mekki, İbn es-Seyyid el-Mehdi, ibn es-Seyyid Muhammed el-Kasim, İbn es-Seyyid el-Hasen (Abbasi döneminde Mekke’de hapis yatan büyük bir alim), İbn es-Seyyid el-Huseyn, İbn es-Seyyid Ahmed al-Murtada, İbn es-Seyyid Musa es-Sani, İbn es-Seyyid el-Emir İbrahim el-Murtada (Me’mun döneminde Yemen emiri), İbn es-Seyyid Musa el-Kazim, İbn es-Seyyid Cafer es-Sadik, İbn es-Seyyid Muhammed el-Bakir, İbn es-Seyyid el-Cad Ali Zain el-Abidin, İbn Huseyin, İbn Emirul Mu’minin Ali İbn Ebi Talib (ra)’in oğullarından gelmektedir.
Efendi hazretlerinin ataları Filistin’den ilk önce Ürdün’ün Karak, daha sonra Zarka bölgesine hicret edip, bu mukaddes diyarları yeni vatan olarak edinirler. Şeyh 13 Şaban 1378’de (20.2.1959) Ürdünün Zarka kentinde ileri gelen, çok zengin bir ailenin üçüncü oğlu olarak dünyaya gelir. Lise çağının başlarında, sevdiği yakın bir akrabasının ölümünün getirdiği acı ile, Allah’a ve dinine yönelir.
İslami davete “Müslüman Kardeşler” cemaatine bağlı olarak başlayıp, lise sonlarında Abdurrahman İbn Avf camisinde hatip olarak faliyet verir.
Genç yaşta, kendisine her zaman davet ve cihad konusunda destek olan, eşi Um İsa ile evlenir ve onunla beş kızı, bir oğlu olur. Kendisinin şu an on dokuz torunu vardır.
Mezuniyetinden sonra Medine İslam Üniversitesine müracaat edip Hadis Bölümünde okuma hakkını kazanır. Burada okuduğu iki yıl süreç içerisinde iki kere hacı olur. Daha sonra şahsi sebeplerden dolayı Pakistan’a taşınır ve Muhammed Ali Jinnah Üniversitesinin Tıp Bölümünde okur.
Bu dönemde Müslüman Öğrenciler Birliğinin başını temsil ederek Allah’a davet eder ve Afganistan’daki mücahitlere yardım amaçlı her türlü seferberlikte etkin rol alır.
Ürdüne yaptığı ziyaret esnasında Şeyh Abdullah Azzam ile tanışır ve kendisinden şu nasihatı alır: “Ya Muhammed, Allah yolundaki şehadet, üniversite mezuniyetinden kat kat üstündür.” Şeyh Abdullah Azzam ile bu dönemde yakın dost olup, kendisi Pakistan’a ilk geldiğinde Şeyhimizin Karaçi’deki evinde misafiri olur. Daha sonra Şeyh efendi Usame bin Laden ve o günün önde gelen cihad liderleriyle tanışır.
Bu merhale içinde Şeyh iki nedenden dolayı “Müslüman Kardeşler” cemaatinden ayrılır. Birincisi: Tevhid akidesiyle bağdaşmayan itikadi yapıları ki Şeyh efendi demokratik sistemi ve parlamentoları, Allah’a has olan yasama hakkını kendilerine verdikleri için, tevhidi bozan, şirk dolu tağuti yol olarak kabul etmektedir.
İkincisi: İhvan cemaatinin Makyavelist düşünce temeli üzerine kurulu olan gaye vesileyi meşrulaştırır görüşüdür. Güç elde etmek ve hedefe ulaşmak için yalan söylemek, zulüm yapmak ve şirk işlemek bu cemaat anlayışında meşru olan birer vesiledir. Şeyh o günün İhvan-ı Müslimin lideri Ömer Tilmisani ile yaptığı görüşmede bu zat kendisine şöyle der: “Allah rahmet eylesin, devlet başkanımız Enver Sedat’ın ölümüyle sonuçlanan suikastı kimin gerçekleştireceğini bilseydim, kendi elimle sorumluları yetkililere teslim ederdim.” Yusuf El-Azm’le olan görüşmesinde şeriat ile yönetilen İslami devleti ikamet için çaba sarf ettiklerini söyleyen Şeyhimiz büyük muhalefetle karşı karşıya kalır.
Şeyh efendi Ürdün’e geri döndükten sonra İslami hastanede bölüm başkanı olarak görev alır. Bu dönemde büyük fedakarlıklarla Afganistan cihadına mücahit ve maddi yardım göndererek destek verir.
Siyonist devlete olan teslimiyet ve dostluklarının simgesi olarak Ürdün istihbarat güçleri, Müslüman cemaatlerini ortadan kaldırmak amaçlı kamuoyu oluşturup, devleti içerden yıkmayı hedefleyen “Muhammed Ordusu” isminde bir terör örgütü kurulduğu dedikodusunu insanlar arasında yayar.
Şeyh’in de aralarında bulunduğu çok sayıda Müslüman, yapılan bu hamlelerle hapishanelere atılıp, insanlık dışı muameleler görür. Bu süreç içerisinde Şeyh ilk olarak yirmi üç gün, daha sonra dört ay hapis yatar. Kendisi, “Muhammed Ordusu’nun başı” olduğu iddiasıyla hem manevi, hem de bedensel ağır işkencelere maruz kalır. Ailesine ölüm tehditleri savrulur ve mübarek sakalının yarısı hain eller tarafından yolunur.
Bütün bu işkenceler netice vermeyip suçu ispatlanamayınca, hapishaneden çıkarılması kararlaştırılır. Yanına İslami terörle sorumlu istihbarat başkanı Amir Jalloqa gelir ve Şeyhi yatıştırmak için şöyle der: “Biliyorsun ki kralımıza olan dostluğumuz kendisinin Ehli Beytten, Seyyid olmasından dolayıdır.” Şeyh kısaca şu şekilde yanıtlar: “Bende Ehli Beyttenim, Seyyidim. Peki ben niye ihanete ve işkenceye uğruyorum?”
Eşi Mucahide Um İsa’ya hapis çıkışı şu sözleri eder: “Bu yolumuzun sonu değil, aksine şimdi asıl yeni başlıyoruz. Bu ülkede bundan sonra Hakkı konuşmama izin vermeyecekleri için, artık buradan hicret etmemiz gerekiyor.”
Allah’ın yardımı ve bir kaç söz sahibi kişinin vesile olması ile Şeyh efendi, ailesini geride bırakıp Ürdün’den kaçar. Umre yaptıktan sonra bir müddet Pakistan’da yaşamını sürdürür. Buradaki İslami cemaatlerin aralarındaki şiddetli ayrılık Şeyh’i rahatsız eder ve davet amaçlı İngiltere’ye gelir. Londra’da insanların arasında tevhid akidesini yaymaya başlar. İlim ve hikmetinden faydalanan gençleri çevresinde toplamaya başlar.
İngiltere’ye getiremediği eşi ve çocuklarıyla hasret gidermek için Pakistan’da buluşur. Bu dört aylık süreç içerisinde Müslüman cemaatleri birlik ve beraberliğe çağırır ama bir başarı elde edemez. Bu dönemden hatırasında şu hazin olay kalır: “Dört ay boyunca Mısır’lı İslami cemaat ile cihadi cemaati bir araya gelip anlaşmaları için ikna etmeye çalıştık ama sonunda bize de düşman kesildiler.”
Bu zaman zarfı içerisinde Şeyh, beraberinde bulunan bir takım ulema ile, Sudan asıllı, zamanımızın büyük müçtehitlerinden olan muhaddis, fıkıhçı, Şeyh Ebu Eyub El-Berkavi ile tanışır. Kendisi ve beraberindeki ilim sahiplerinin yedi yıldan fazla farz olan hilafet nizamını ihya etmeye çalıştıklarını, ancak halife olarak uygun olan Kureyş’li bir zat henüz bulamadıklarını söyler. Şeyh efendi ve yanındakiler bu söylenenlerin hak davet olduğunu, ümmetin birlik ve beraberliğinin sadece hilafet nizamının ihyası ile gerçekleşebileceğini ikrar ederler. Bu grup, halife arayışına girer ve sonunda Suudi Arabistan’da yaşayan Şeyh Fuad El-Rifaee’yi bu makam için uygun görürler. Ancak bu kişi Suudi tağutlarının hamleleri ile hapse atılır ve ona öngörülen biat gerçekleşemez.
Bunun üzerine Ebu Eyub, Şeyhin Kuryeyşli olduğunu ve üzerinde halife nasb etme ile ilgili diğer şartların gerçekleştiğini gördüğü için kendisine bu makamı üstlenmesi için baskı yapmaya başlar. Bu görevin içerdiği yükümlükleri iyi bilen Şeyh bu öneriyi kabul etmemekte dirense de, kendisine verilen delillerin karşısında sonunda boyun eğip halife olmayı kabul eder.
10 Şevval 1413’de Şeyh Ehlu’l Hal Ve’l Akd tarafından halife olarak nasb edilip kendisine biat edilir. O gün bugündür ümmeti hilafete davet eden Şeyh, bu yolda büyük eziyetlere maruz kalır. Kendisi yıllarca hapishanede yatar ve gerek Müslümanlar gerekse gayrimüslimler tarafından asılsız dedikodularla itham edilir.
Bu daveti yaymak için eşi ve çocukları ile Afganistan bölgesinde hicret ve cihat eden Şeyh’e günümüzde kırk ülkeden fazla yerde, on binlerce Müslüman biat etmiş durumdadır.