Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Ene'l Hakk Diyen Hallac-ı Mansur'un Tekfirinde ihtilaf Edilmiş midir?

Abdullah el Hanbeli Çevrimdışı

Abdullah el Hanbeli

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Es selamu aleykum hocam,

"Ene'l Hakk" Diyen Hallac-ı Mansur'un Tekfirinde İhtilaf Edilmiş Midir? Aşırı tekfir hastası Ebu Hanzala'nın eski bir sohbetinde geçiyor, kelamcılar, fakihler ve sufiler onun hükmünde ihtilaf etmiştir diyor.

Fakihler ve kelamcılar kendisini ilah ilan eden bir tağutu tekfir etmemesi, muayyen tekfirin tamamen fıkhî bir mesele olduğunu göstermez mi?
Tekfir etmeyenler mürcieden olmaz değil mi?
 
أهل الحديث Çevrimdışı

أهل الحديث

لا إله إلا الله
Moderatör
Şeyhu'l-İslâm İbn Teymiyye rahimehullah'a soruldu.

Sual: Alimlerin ileri gelenleri, Hüseyn b. Mansur el-Hallac hakkında ne diyorlar? O bir sıddîk mı, yoksa bir zındık mıydı? Allah'tan korkan, Allah dostu ve Rahmani halleri bulunan ermiş bir kişi mi, yoksa sihirbaz ve şarlatan biri miydi? Acaba Müslüman alimlerin onayı ile sabit olan zındıklığından dolayı mı, yoksa mazlum olarak mı öldürüldü?

Cevap: Hallac, hem kendi ikrarı, hem reddi ile sabit olan zındıklığından ötürü öldürülmüştür. Kat'î olarak ispat edilen bu durum, Müslüman alimlerin ittifakı ile öldürülmesini gerekli kılmıştır. Onun haksız olarak öldürüldüğünü söyleyenler ya inkârcı münafık yahut sapık ve cahil kimselerdir.

Öldürülmesini gerektiren şeyler, ondan duyulan ve yayılan küfr cinsinden sözlerdir. Birçok sözlerinden bazıları öncelikle öldürülmesine sebep teşkil etmiştir. Allah'tan korkan ermiş bir kişi değildir. Ancak kendisine mahsus bir kısmı şeytanî, bazısı nefsani bazıları da şöyle ya da böyle şeriata uygun düşebilecek ibadet ve riyazetleri ve tasavvufî halleri vardı.

Hindistan'a giderek orada çeşitli sihir oyunları öğrendi[1] ve sihir hakkında tanınmış bir eserin de yazarıdır. Bu eser bugün de mevcuttur. Yalancı harikuladelikleri ve şeytanî sözleri bulunmaktadır.

İlim adamları onun hakkında pek çok haberleri eserlerine almışlardır. İbn Ali el-Hutabi gibi onun zamanında yaşayan birçok ilim adamları onun hayatını yazmışlardır. Bu zât, "Bağdat Tarihi" adlı eserinde onu anlatmıştır. el-Hafız Ebu Bekr el-Hatib el-Bağdadî de "Tarihu'l-Bağdad" adlı eserinde el-Hallac'a geniş yer vermiştir.(Tarihu'l-Bağdad, VIII, 112-141)
Keza Ebu Yusuf el-Havzini onun hakkındaki haberleri bir ciltlik bir eserde toplamıştır. Ebu'l-Ferec İbnü'l Cevzi, bu konuda "Ref'ul-lücac fi ahbari'l-Hallac" adlı bir eser yazmıştır. Ayrıca "el-Muntazam" adlı eserinde de el-Hallac'a geniş yer vermiştir.

Ebu Abdurrahman es-Sülemi, "Tabakatü's-Sofiye" adlı eserinde pek çok mutasavvıfların Hallac'ı kınadıklarını, onu reddedip sofi ve tarikat şeyhi olarak kabul etmediklerini ve ona hücum ettiklerini yazmaktadır. (Tabakatü's-Sofiye, 307-311)
Onu reddeden ve ona hücum edenlerden birisi de Ebu'l Kasım Cüneyd-i Bağdadi'dir.
Cüneyd-i Bağdadi hayatta iken Hallac henüz öldürülmemişti. Hallac, Cüneyd'in ölümünden sonra öldürüldü. Cüneyd 298(m: 910) da vefat etti. Hallac ise 300 yılında öldürülmüştür.

Sözlerinde küfür ve zındıklık ile ilgili sözler tespit edildi. Kendisi bu sözlerin küfür olduğunu itiraf etmiştir. Bir eserinde şöyle demiştir: "Hacca gidemeyen kimse bulunduğu yerde bir ev yapsa, o evi Kâbe'yi tavaf eder gibi tavaf edip otuz yetime belirttiği kadar ölçüde sadakada bulunsa Hacc ibadetini yerine getirmiş olur." Kendisine: "Bu sözü sen mi söyledin?" diye sorulduğunda "Evet." diyerek itiraf etmiştir. Bu görüşü nereden aldığı, kendisine sorulduğunda Hasan-ı Basri'nin "Kitabü's-Salat" adlı eserinden aldığını söylemiştir. Onu sorgulayan Kadı Ebu Ömer, "Yalan söylüyorsun ey zındık! Ben bu kitabı okudum, orada böyle bir şey yoktur." dedi. Devrin veziri ondan duyduklarına şahitlik etmelerini ve hakkında gereken fetvayı vermelerini ilim adamlarından talep etti. Onlar da fetvalarını verdiler ve katlinin vacib olduğunda ittifak ettiler. (Kitabü'l-Uyuni ve'l hadayık, IV, 213-217; el-Muntazam fi't-Tarih, VI, 162; el-Kamil fi't Tarih, VIII, 40; Tarihu'l Bağdad, VIII, 138-139; el-Bidaye ve'n-Nihaye, XI, 141; Ravzatü'l-Cennat, 235.)

Mahkemesi sırasında tevbe etmiş olabilir diye ilim adamları, onun zındıklığı hakkında iki ayrı görüş ileri sürmüşlerdir. Çünkü tevbesinde samimi olduğu açık-seçik bilinmediğinden "Tevbesi kabul edilip öldürülür mü, öldürülmez mi?" meselesi ortaya çıkmaktadır. Bir kısım ilim adamları tevbesinin kabul edileceği ve öldürülemeyeceği yönünde fetva vermiştir. Ancak âlimlerin çoğunluğu tevbesinin kabul edilemeyeceği ve öldürülmesi gerektiği yönünde fetva vermiştir. Zira eğer tevbesinde samimi idi ise bu dünyada kendisine ölüm cezası uygulanır ama öbür dünyada Allah Teâlâ onu bağışlar. Uygulanan ceza onun temizlenmesine vesile olur. Hırsız ve zâninin(Zina eden) de mahkeme sırasında tevbe etmelerinin hükmü aynıdır. Her halükarda ceza uygulamasına gidilir. Tevbelerinde samimi iseler ahiret günü bu tevbeleri, günahlarının kefaretidir. Yalancıktan tevbe etmiş iseler, uygulanan ceza, suçlarının karşılığıdır.

Dolayısıyla Hallac eğer kendisine ölüm cezası uygulandığında gönülden tevbe etmiş ise Allah Teâlâ'nın onu bağışlaması umulur. Eğer yalandan tevbe etmiş ise kâfir olarak ölmüş olur.

Öldürüldüğü zaman kendisinden hiçbir keramet sadır olmamıştır. Yere akan kanının yerde
الله (Allah) yazdığını veya öldürülünce Dicle suyunun kesildiğini söyleyenler yalancıdır. Bu tür sözleri nakledenler ancak cahil ve münafıklardır. İslâm düşmanı ve zındıklar bu tür haberleri uydurmuşlardır. Hatta bu kimseler "Muhammed b. Abdullah sallallahü aleyhi vesellem'in şeriatı, Allah'ın velilerini öldürüyor", gibi hezeyanlarda bulunuyorlar. Bir çok peygamber ve yakınları öldürülmüşlerdir. Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem'in ashabından pek çok kimse, tabiinden ve salihlerden öldürülenlerin sayısını ancak Allah Sübhane ve Teâlâ bilir. Üstelik bunlar kâfir, inkârcı ve zalimlerin kılıçlarıyla öldürüldüler. Hiçbirinin kanı yerde الله (Allah) yazmamıştır. Kaldı ki, kan necistir. Onunla Yüce Allah'ın adını yazmak caiz değildir. Acaba Hallac, bunların hepsinden daha mı hayırlıydı ki, onun kanı, onların kanından daha temizdi?



[1] İbnü'l Cevzi "el-Muntazam fi't-Tarih" adlı eserinde Hallac'ı anlatırken şunları yazmaktadır: Hindistan, Horasan, Maveraünnehr ve Türkistan gibi pek çok beldelerde bulundu.(VI. 161) Sonra şöyle devam etmektedir: Ali b. Ahmed el-Hasib'den şöyle dinledim. O diyor ki, babam bana şunları anlattı: "Halife Mu'tezid beni Hindistan'a gönderdi. Gemide yanımda Hüseyin b. Mansur adında biri vardı. Gemiden inince kendisine bu ülkeye niçin geldiğini sordum. Bana, sihir öğrenip onunla halkı Allah'a yöneltmek için geldiğini söyledi." Bkz. Ravzatü'l Cennat, s:225; Kitabü'l-Uyun ve'l Hadayık, (Dımaşk 1972), IV, 213-217; Attar, Tezkiretü'l Evliya, Tahran 1370, C:1 syf:583-595)


Şeyhu'l-İslâm İbn Teymiyye rahimehullah şöyle dedi:
“Her kim Hallac’ın öldürüldüğü söylemlere inanırsa Müslümanların ittifakıyla mürted ve kafir olur. Zira Müslümanlar Hallac’ı hulul ve ittihat inancı gibi zındıklık ve küfür söylemleri için öldürmüşlerdir.
Bilindiği gibi Hallac: “ben Allah’ım” diyordu. Gökyüzünde bir ilah, yeryüzünde bir ilah diyordu… Hallac’ın olağanüstü hareketleri ve sihri bilirdi. Ona nisbet edilen bir takım sihir kitapları mevcuttur. Sonuç olarak ümmette Allah’ın insanların içine girdiğini ve insanlarla tek vücut olduğunu söylemek küfür olup bunu söyleyenin kanı helaldir. Nitekim Hallac bu düşünceden dolayı öldürülmüştür. (Mecmu'u'l Fetava 2/408)

En doğrusunu Allah bilir.

Selamun Aleyküm ve Rahmetullah.
 
Usuli Çevrimdışı

Usuli

ےے مِلَّةُ إِبْرَاهِيمَ ےے
İslam-TR Üyesi
İbn Kesir diyor ki, Bağdat uleması Hallacın küfründe ve katl edilimesinde İTTİFAK etmişlerdir.

(اتَّفَقَ عُلَمَاءُ بَغْدَادَ عَلَى كُفْرِ الْحَلَّاجِ وَزَنْدَقَتِهِ، وَأَجْمَعُوا عَلَى قَتْلِهِ وَصَلْبِهِ).

Aynısını Kadı İyad eş-Şifa eserinde söylemiştir. Tevbesini kabul etmeden ilavesiyle

(وأجمع فقهاء بغداد أيام المقتدر من المالكية، وقاضي قُضَاتِها أبو عمر المالكي على قتل الحلاج وصَلبِهِ لدعواهُ الإلهية، والقول بالحلول، وقوله «أنا الحق»، مع تمسكه في الظاهر بالشريعة، ولم يقبلوا توبته).
 
Abdullah el Hanbeli Çevrimdışı

Abdullah el Hanbeli

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Allah razı olsun, demek ki tekfir etmeyenler tövbe etmiş olabileceğini varsayarak tekfir etmemişler. Ebu Zerka da bir dersinde ibn Teymiyyenin sözünü getirmişti, Hallacın ya asi ya da kafir olduğunda ulemanın ihtilafı ve öldürülmesi noktasında ulemanın ittifakı vardır diye (kafire kafir demeyen kafirdir kaidesini açıklarken, bu video artık yok maalesef).

Biz oy veren kişilerde cehaleti ve te'vili mazeret görüyoruz ancak vekalet veren bu kişilerin birçoğu bu amelleriyle vekalet verdiklerinin farkına varsın veya varmasın bu tağutların yaptıklarını tasvip ediyor ve rıza gösteriyorlar, buna rağmen meselenin kapalı olduğu ve cehaletlerinin bu yüzden mazeret olduğunu söylüyoruz, aynı yaklaşımı bizzat ameli işleyen tağutlar için göstermiyoruz, halbuki işleyen ile amelleri tasvip edip rıza gösteren arasında pek bir fark yoktur. Bunun nedeni acaba nedir? Tabii bu büyük şirkte cehaleti mazeret görene sorulmuş bir sorudur, cehaleti mazeret görmeyen tağutu tekfir ettiği gibi, tağutların kulları diye tabir ettiği kişileri (tasvip ederek oy verenleri) de tekfir edecektir, en azından bu yaklaşımla tekfir edenlerin bir tutarlılığı var, bunu izah edebilen biri var mı? Mesela Taliban'da yetkili biri bir tağutu tekfir etmedi diye eleştirenler oluyor ama biz, (islam şeriatını yavaş yavaş getirecek zannıyla) tağutun amellerini tasvip ederek oy veren bir kişiyi tekfir etmemesinden dolayı birini eleştirmiyoruz. Ortada bir çelişki yok mu? Tekfiri ön planda tutan bir sitesinin eleştirilerinden de biri buydu, bizim tağutları tekfir ettiğimiz ama ona kulluk edenleri cehaletleri sebebiyle mazur gördüğümüz.

Ayrıca aşırı tekfir hastası ibaresini ben mi kullandım bilmiyorum, ben şahsen bu tür kelimeleri kullanmamaya dikkat ediyorum artık, eğer ben kullanmışsam af diliyorum.
 
Son düzenleme:
أهل الحديث Çevrimdışı

أهل الحديث

لا إله إلا الله
Moderatör
Allah razı olsun, demek ki tekfir etmeyenler tövbe etmiş olabileceğini varsayarak tekfir etmemişler. Ebu Zerka da bir dersinde ibn Teymiyyenin sözünü getirmişti, Hallacın ya asi ya da kafir olduğunda ve öldürülmesi noktasında ulemanın ittifakı vardır diye (kafire kafir demeyen kafirdir kaidesini açıklarken, bu video artık yok maalesef).

Biz oy veren kişilerde cehaleti ve te'vili mazeret görüyoruz ancak vekalet veren bu kişilerin birçoğu bu amelleriyle vekalet verdiklerinin farkına varsın veya varmasın bu tağutların yaptıklarını tasvip ediyor ve rıza gösteriyorlar, buna rağmen meselenin kapalı olduğu ve cehaletlerinin bu yüzden mazeret olduğunu söylüyoruz, aynı yaklaşımı bizzat ameli işleyen tağutlar için göstermiyoruz, halbuki işleyen ile amelleri tasvip edip rıza gösteren arasında pek bir fark yoktur. Bunun nedeni acaba nedir? Tabii bu büyük şirkte cehaleti mazeret görene sorulmuş bir sorudur, cehaleti mazeret görmeyen tağutu tekfir ettiği gibi, tağutların kulları diye tabir ettiği kişileri (tasvip ederek oy verenleri) de tekfir edecektir, en azından bu yaklaşımla tekfir edenlerin bir tutarlılığı var, bunu izah edebilen biri var mı? Mesela Taliban'da yetkili biri bir tağutu tekfir etmedi diye eleştirenler oluyor ama biz, (islam şeriatını yavaş yavaş getirecek zannıyla) tağutun amellerini tasvip ederek oy veren bir kişiyi tekfir etmemesinden dolayı birini eleştirmiyoruz. Ortada bir çelişki yok mu? Tekfiri ön planda tutan bir sitesinin eleştirilerinden de biri buydu, bizim tağutları tekfir ettiğimiz ama ona kulluk edenleri cehaletleri sebebiyle mazur gördüğümüz.

Ayrıca aşırı tekfir hastası ibaresini ben mi kullandım bilmiyorum, ben şahsen bu tür kelimeleri kullanmamaya dikkat ediyorum artık, eğer ben kullanmışsam af diliyorum.
Dinin/tevhidin asıllarında cehalet mazaret değildir. Şu konu sorunu yanıtlıyor;

Oy veren hakkında, tekfirini engelleyen sebepler varsa bunlara bakarsın. Kişiyi küfürlerden haberdar ettiğin ve şüphelerini giderdiğin halde küfürde diretiyor, inat ediyor, rıza gösteriyorsa tekfir edersin.

Ama oy verilen tağut açısından mesele barizdir. Kabul ettiğini beyan ettiği, rıza gösterdiği şeylerin küfür ve şirk olduğu açıktır. Yaptığı iş, sârihen yeryüzü ilahlığına soyunmaktır.
 
Son düzenleme:
Abdullah el Hanbeli Çevrimdışı

Abdullah el Hanbeli

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Dinin/tevhidin asıllarında cehalet mazaret değildir. Şu konu sorunu yanıtlıyor;

Büyük şirkte cehalet mazeret midir, değil midir günümüzde ihtilaflı olmakla birlikte oy kullananı cehaleti mazeret görmeyen de hemen tekfir etmez, kasıtsızlık engelinden dolayı, amellerinin manasını yani vekalet verdiğini bilmeyen, zararın hafif olanını seçiyorum diye oy veren kişiyi cehaleti mazeret görmeyen de tekfir etmez, Allahu alem. Cehaleti mazeret gören ise hedefi islami olan ama şer'i hükmü bilmediği veya te'vil ettiği için küfürleri işleyerek hedefe ulaşabileceğine inanan kişidir, onun tedricen şeriatı getireceğine, takiyye yaptığına asıl hedefi müslümanların sıkıntılarını dindirmek olduğuna inanıyorlar, bu yüzden ona oy kullanmanın caiz olduğuna inanıyorlar, vekalet verdiklerini bilseler bile bu yolu ve menheci doğru buluyorlar aynı müslüman esirleri kurtarmak için takiyye yapan, haç takan, onlardanmış gibi görünen bir casus gibi bakıyorlar meseleye, birçok oy veren zaten yöneticilerin küfürlerine şahit oluyorlar, oy vererek vekalet verdiklerini bilseler bile hedefi islami olduğu için vekalet verdikleri kişilerin yaptıklarını meşru görenler çok. Cehaleti mazeret görene göre sadece oy vermenin vekalet vermek olduğunu anlatmak yetmiyor ayrıca edindikleri (tedrici) yolun küfür olduğunu da anlatmak gerekiyor.

Bu yüzden tağut dediklerimizde niye cehaleti mazeret görmez ve mazeret göreni eleştirirken bu amellerine şahit olup vekalet verdiğinin de farkında olan ama islami bir hedefi gerçekleştirmek için oy vermeyi mübah göreni tekfir etmiyoruz diye sormuştum (Cehaleti mazeret görenler için).

Bir röportajda mesela Taliban'da yetkili bir şahıs tağuti bir hükümeti müslüman bir hükümet diye tabir ediyor (eğer tercüme yanlış değilse), geçenlerde Pakistan Taliban'ın görüşünü yollamıştım foruma, tedricen şeriatı getireceği zannedilen tağutları te'vil nedeniyle mazur olabileceklerini söylüyorlar, yani sırf oy verenlerle sınırlı tutmuyorlar. Bu görüşün bir tutarlılığı var ama mesela tağut yaptıklarıyla mazur değildir ama tağutun yaptıklarına şahit olup vekalet verdiklerini bilerek ancak tedrici yolu meşru görerek tağuta oy verenler mazurdur demek ortada bir karışıklığa sebep oluyor.
 
Usuli Çevrimdışı

Usuli

ےے مِلَّةُ إِبْرَاهِيمَ ےے
İslam-TR Üyesi
Allah razı olsun, demek ki tekfir etmeyenler tövbe etmiş olabileceğini varsayarak tekfir etmemişler. Ebu Zerka da bir dersinde ibn Teymiyyenin sözünü getirmişti, Hallacın ya asi ya da kafir olduğunda ulemanın ihtilafı ve öldürülmesi noktasında ulemanın ittifakı vardır diye (kafire kafir demeyen kafirdir kaidesini açıklarken, bu video artık yok maalesef).

Biz oy veren kişilerde cehaleti ve te'vili mazeret görüyoruz ancak vekalet veren bu kişilerin birçoğu bu amelleriyle vekalet verdiklerinin farkına varsın veya varmasın bu tağutların yaptıklarını tasvip ediyor ve rıza gösteriyorlar, buna rağmen meselenin kapalı olduğu ve cehaletlerinin bu yüzden mazeret olduğunu söylüyoruz, aynı yaklaşımı bizzat ameli işleyen tağutlar için göstermiyoruz, halbuki işleyen ile amelleri tasvip edip rıza gösteren arasında pek bir fark yoktur. Bunun nedeni acaba nedir? Tabii bu büyük şirkte cehaleti mazeret görene sorulmuş bir sorudur, cehaleti mazeret görmeyen tağutu tekfir ettiği gibi, tağutların kulları diye tabir ettiği kişileri (tasvip ederek oy verenleri) de tekfir edecektir, en azından bu yaklaşımla tekfir edenlerin bir tutarlılığı var, bunu izah edebilen biri var mı? Mesela Taliban'da yetkili biri bir tağutu tekfir etmedi diye eleştirenler oluyor ama biz, (islam şeriatını yavaş yavaş getirecek zannıyla) tağutun amellerini tasvip ederek oy veren bir kişiyi tekfir etmemesinden dolayı birini eleştirmiyoruz. Ortada bir çelişki yok mu? Tekfiri ön planda tutan bir sitesinin eleştirilerinden de biri buydu, bizim tağutları tekfir ettiğimiz ama ona kulluk edenleri cehaletleri sebebiyle mazur gördüğümüz.

Ayrıca aşırı tekfir hastası ibaresini ben mi kullandım bilmiyorum, ben şahsen bu tür kelimeleri kullanmamaya dikkat ediyorum artık, eğer ben kullanmışsam af diliyorum.


Sizin tam olarak derdiniz ne?
Yanlış anlamayın da ilk başta Hallacı soruyorsunuz cevabını alınca bu sefer de oy kullanmaktan ve başka yerlere daldınız
 
Abdullah el Hanbeli Çevrimdışı

Abdullah el Hanbeli

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Sizin tam olarak derdiniz ne?
Yanlış anlamayın da ilk başta Hallacı soruyorsunuz cevabını alınca bu sefer de oy kullanmaktan ve başka yerlere daldınız

Anlamak için devam soruyorum, konudan pek bağımsız değil, seneler önce sorduğum soruda da demişim tağutların tekfiri ictihadi midir diye, Hallac meselesinde tövbe ihtimali olduğu için bazıları tarafından tekfir edilmemiş bunu anladım ancak ben devamını soruyorum, bizzat ameli işleyen tağutların tekfiri niye bu kadar açık diyoruz da oy verenin tekfiri kapalı diyoruz halbuki o tağutu seçenlerin birçoğu o tağutla aynı görüşte, tedrici (şeriatı yavaş yavaş getirecek) yöntemi benimsedikleri için o tağutun yaptıklarını meşru görüyorlar, tasvip ediyor ve rıza gösteriyorlar.
 
Son düzenleme:
أهل الحديث Çevrimdışı

أهل الحديث

لا إله إلا الله
Moderatör
Bir röportajda mesela Taliban'da yetkili bir şahıs tağuti bir hükümeti müslüman bir hükümet diye tabir ediyor (eğer tercüme yanlış değilse), geçenlerde Pakistan Taliban'ın görüşünü yollamıştım foruma, tedricen şeriatı getireceği zannedilen tağutları te'vil nedeniyle mazur olabileceklerini söylüyorlar, yani sırf oy verenlerle sınırlı tutmuyorlar.
Evet, hatta o mesajı ben atmıştım. Ancak başka gören veya cevap veren olmadı. Tâğutî hükümeti müslüman görmekle de bitmiyor ki, adamlar Birleşmiş Milletlerden koltuk istiyor basbaya. Bunun nesini tevil edeceksin. Meselenin aslı nedir bilen varsa açıklasın. Öğrenelim.
 
أهل الحديث Çevrimdışı

أهل الحديث

لا إله إلا الله
Moderatör
Anlamaya çalışmak için devam soruyorum, konudan pek bağımsız değil, seneler önce sorduğum soruda da demişim tağutların tekfiri ictihadi midir diye, Hallac meselesinde tövbe ihtimali olduğu için bazıları tarafından tekfir edilmemiş bunu anladım ancak ben devamını soruyorum, bizzat ameli işleyen tağutların tekfiri niye bu kadar açık diyoruz da oy verenin tekfiri kapalı diyoruz halbuki o tağutu seçenlerin birçoğu o tağutla aynı görüşte, tedrici (şeriatı yavaş yavaş getirecek) yöntemi benimsedikleri için o tağutun yaptıklarını meşru görüyorlar, tasvip ediyor ve rıza gösteriyorlar.
Tâğut dediklerin küfürden habersiz değil çünkü. Onlar nasıl bir meclise girdiklerini, neleri kabul ettiklerini çok iyi biliyorlar. Seyyid Kutub der ki, "Hayırlı bir hedefe aşağılık bir yol kullanılarak ulaşılmaz."

Ayrıca tevbe ihtimali olduğu için tekfir edilmeyebilir diye bir kaide yok. Hiçbir zorlama ve tevil olmadan kasıtlı olarak küfür işlediyse ve bunu kendi ağzıyla itiraf ettiyse tevbe ettiğine dair elimize bir delil ulaşmadığı sürece kâfir kabul ediyoruz. Belki biz bilmiyoruzdur, kendi içinden öyle bir tevbe etmiştir ki, Allah onu bağışlayacaktır. Biz bunu bilmediğimiz için zahirine bakıyoruz ve ona göre konuşuyoruz. Kişinin kalbinden ne geçirdiğini biz bilemeyiz.
 
Üst Ana Sayfa Alt